Arama

İslam Dininde Tevekkül İnancı

Güncelleme: 28 Aralık 2011 Gösterim: 9.711 Cevap: 4
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Eylül 2011       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tevekkül
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar

Sözlükte, ümid bağlamak, güven­mek, birini kendine vekil edinmek de­mektir. Dini anlamı da Allah'a sığın­mak, ona güvenip dayanmak, himmet ve iyiliği yalnız ondan beklemektir.
Allah'a tevekkül, ona sığınmak ve ondan yardım beklemek yatarak ol­mayacaktır. Kulun Allah'a tevekkül etmiş olması için, bir işte, elinden ge­leni yapması, çalışıp didinmesi, bütün önlemleri alması şarttır. Kul olarak yapabileceği bir şey kalmadığı andan itibaren Allah'a güvenmek tevekkül­dür. Hiçbir şey yapmadan, amaca ulaşmak için alın teri dökmeden "Ben Allah'a tevekkül ettim" demenin din­de değeri yoktur.
Tevekkül, baştan beri yanlış an­laşılmış kavramlardan biridir. Birçok­larının dilinde tembelliğin gerekçesi sayılmıştır. "Herkesin rızkı takdir edildiğine göre, çalışsam da çalışmasam da rızkım ayağıma gelir" zihniyeti tembelliğe dayanak olmuştur. Ruhları ve bedenleri miskinliğin işgaline uğ­ramış kimseler hep tevekküle sığın­mışlardır.
Gerçek manada tevekkül ilahi bir emirdir.
"Sen o mutlak galip ve en­gin merhamet sahibine dayanıp güven." (Şuara suresi, 217)
âyeti bu konudaki âyetlere bir örnektir.
Peygamberimizin kendini ziyare­te gelen bir yabancıya, devesini başı­boş bırakıp Allah'a tevekkül ettiğini söyleyince, "Deveni bağla (tedbirini al) ve ondan sonra tevekkül et" bu­yurması ünlüdür.
Hz. Peygamberden itibaren bütün din büyükleri gerçek tevekkülü orta­ya koydukları halde bu konu tam olarak anlaşılamamıştır.
Peygamberimizin hakiki tevekkü­lü ifade eden bazı hadisleri şöyledir:
"Kim insanlara es şereflisi olmak isterse Allah'tan korksun. Kim insan­ların en güçlüsü otaak isterse Allah'a tevekkül etsin. Kini de insanların en zengini olmak isterse, kendi elindekinden çok Allah'ın nezdindekine bel bağlasın."
"Bir şey istediğin zaman Allah'­tan iste. Yardım dilediğin zaman Al­lah'tan dile. Şunu iyi bil ki bütün ya­ratılmışlar elbirliği ile sana bir men­faat bahsetmek isteseler Allah'ın sana yazdığından daha fazlasını bağış­layamaz. Yine yaratılmışların tümü elbirliği ile sana zarar vermek is­teseler, Allah'ın sana takdir ettiğin­den fazlasını yapamazlar."
"Üç kişinin duasını yüce Allah kabul etmez: Yıkılmak üzere bir eve ko­nup da yıkdmamasını isteyenin; yol­da yatıp uyuyup da malının korunma­sını dileyenin; binek hayvanını başı­boş bırakıp da Allah'dan muhafaza etmesini niyaz edenin."
Bu üç hadis, gerçek tevekkülü Peygamberimizin nasıl anladığını bel­gelemektedir.
Büyük veliler de tevekkülle ilgili değerli şeyler söylemişlerdir:
"Haki­ki manada tevekkül, Allah'tan başka­sından korkmamak, ondan başkası­na güvenmemektedir." (Fudayl b. İyâz)
"İnsanı zarardan koruyan sebep­ler arasında tesiri kesin olan veya te­sir ihtimali yüksek olan sebepleri bı­rakmak tevekkül'ün şartı değildir. Hırsız girmesin diye evin kapısını ki­litlemek, tehlikeli yerde silah taşımak, düşmandan sakınmak tevekküle mâ­ni değildir." (İmam Gazali)
Değerli şair Mehmet Akif de İslami her soruna eğildiği gibi yanlış an­laşılan tevekkül üzerine de eğilmiş Müslümanı uyandırıcı, aklını başına devşirmesine hizmet edici mısra'lar döktürmüştür:
Allah'a dayandım diye sen çıkma yataktan,
Maânâyı tevekkül bu mudur hey gidi nadan!
"Çalış!" dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun,
Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,
Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecir-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini;
Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür:
Vazifesidir...
Yükün hafifledi...
Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak...
Huda vekil-i umurun değil mi?
Keyfine bak!
Onun hazine-i inâmı kendi veznendir!
Havale et ne kadar masrafın olursa... Verir!
Ya sen nesin?
Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!
Biraz da saygı gerekir...
Ne saygısızlık bu!
Huda'yı kendine kul yaptı, kendi oldu Huda;
Utanmadan da "tevekkül" diyor bu cür'ete...
Ha?

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Eylül 2011       Mesaj #2
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Allah'a Güvenmek (Tevekkül)

Sponsorlu Bağlantılar
Güvenmenin insan açısından önemi nedir?

Güven insan için vazgeçilmez bir duygudur. Her insan güven içinde olmak ister. Güven duygusunu yitirmiş insanlar, hayata küsmüş, ümitsiz, perişan kimselerdir. Üzüntülü kişide bir parça güvensizlik vardır. İnsanın güveni çeşitli unsurlarla belirir. Sağlık, gençlik, ilim, para mal ve mülk, şan şeref, vb. güven duygusunu pekiştirirler.
İnsan yaratılışı gereği bir güce güvenmek ister. O, sonsuz güç sahibi Allah'tır. Çaresizler Allah'a güvenirler sığınırlar ve ona yalvarırlar. Çünkü her şey onun elinde ve gücü dâhilindedir.

Tevekkül ne demektir?
Tevekkül, Allah'a teslim olmak, güvenmek, dayanmak, bağlanmak ve sığınmak demektir. Dini terim olarak ise, bir amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü önlemi alarak; elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allah'a bağlanıp ona güvenmek, sonucu Allah'tan beklemek demektir.
İnançlı insanın özelliklerinden biri de, yaptığı ve yapacağı işlerde Allah'a güvenmesidir. Bilinçli bir Müslüman gücü oranında elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra sonucu ve başarıyı Allah'a bırakır. Çünkü Allah'ın destek ve yardımı olmadan hiçbir şeyin gerçekleşmeyeceğini bilir. Her şeyin sahibi olan Allah'ı dua ederek, ona güvenir.
Tevekkül kader inancının bir sonucudur. Gerçek anlamda tevekkül güzel bir davranıştır. Allah Müslümanlara tevekkülü emretmiş, tevekkül edenleri sevdiğini belirtmiştir. Konu ile ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:
"... İnananlar yalnız Allah'a güvensinler" (Ali İmran, 102)

"... Allah'a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever." (Ali İmran, 158)

"... Allah'a inanıyor ve teslim olmuşsanız, ona güvenin" (Yunus, 84)
Sevgili Peygamberimiz, devesini başıboş bırakıp, tevekkül ettiğini söyleyen bir kişiye şu sözlerle uyarmıştır:
"Önce deveni bağla, sonra Allah'a tevekkül et" (Tirmizi)
Doğru tevekkül anlayışı nedir?
Evrendeki olaylar bir düzen ve yasalar çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaktadır. İnsanlar akıl ve iradeleriyle sebepleri bulabilirler. İnsan evrende geçerli olan yasaları gözeterek, çalışır, çabalar, sebeplere sarılır, ondan sonra Allah'a güvenir. Bir çiftçi tohum ekmeden ürün elde edemez. Çiftçi tarlasını zamanda sürmeli, ekmeli, gübrelemeli ve sulamalıdır. Sonra da bol ve iyi ürün alabilmek için Allah'tan yardım dilemelidir. Çalışmadan başarıya ulaşılamaz. Bir öğrenci önce derslerin devam edecek, doğru, dürüst çalışacak, ödevlerini zamanda yapacaktır. Sonra Allah'tan yardım isteyerek başarılı olmasını dileyecektir. Kısaca gerçek anlamda tevekkül eden kimse işinin gereğini yapar ve sonucu Allah'tan bekler.

Doğru olmayan tevekkül anlayışı nedir?
İnsanın çalışmayı bırakıp, tembellik ederek, kendisinin yapması gereken işleri Allah'a havale etmesi, doğru bir tevekkül anlayışı değildir. Örneğin bir öğrenci dersine çalışmadan "Ben Allah'ın yardımına güveniyorum, Allah bana yardım eder" diyerek sınava girmesi yanlış bir düşüncedir. Çalışmadan, hiçbir çaba göstermeden başarılı olmaya beklemek tembelliktir, miskinliktir.

Allah'a güvenmek bize neler kazandırır?
Yapmaya karar verdiğimiz bir işin en iyi şekilde sonuçlanması için neler yapılması gerekiyorsa, hepsini yerinde ve zamanında yapmalı, sonucunu Allah'a bırakmalıyız. Elimizden gelen her şeyi yaptıktan sonra işimizin güzel bir şekilde sonuçlanmasını Allah'tan beklemek, ona güvenip, bütün varlığımızla ona sığınmak mutlulukların en güzelidir. Allah'a güvenen bir kimse; huzur ve güven içinde olur. Olaylar karşısında sabır, dayanıklılık kazanarak ümitsizliğe düşmez. Çünkü o, elinden gelin yapmış, sonucu Allah'a bırakmıştır.
Tevekkül kelimesi, vekil tutmak demektir. Vekil tutacak kişi kendinden daha kuvvetli, daha şefkatli, ilim irfanda daha üstün bir zata itimat edip onu vekil tutmak ister.
Müslüman Allah’ın kudretinin üstünde bir kudret, ilminin üstünde bir ilim, merhamet ve şefkatinin fevkinde bir şefkat ve merhamet bulunmadığına itikat eder. Diğer mahlukların da kendisi gibi aciz, fakir, kusurlu ve nakıs olduğunu idrak ile Allah’a itimat ve tevekkül eder; Ona teslim olur.
Allah’a tevekkül eden bir Müslüman düşünür ki, “Bana gelecek bütün hayırları ancak O ihsan edebilir ve her türlü şer ve zararları ancak O def edebilir.”
Bir Müslüman, çalışmadan kazanılamayacağını bilerek, dünya işleri için gerekli bütün tedbirleri aldığı gibi, ibadet etmeden ve Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmadan da cennete gidilemeyeceğini bilerek kulluk vazifesini yerine getirir ve sonunda Allah’a tevekkül eder.
Tevekkül, sebeplere teşebbüs ettikten ve gerekli bütün tedbirleri aldıktan sonra, Cenab-ı Hakk’ın verdiği neticeye razı olmaktır. Böyle bir insan huzurlu yaşar, maişet noktasında endişeye kapılarak ruhuna elem çektirmez, Peygamberimizin şu hadis-i şerifi ona büyük bir ümit kaynağı olur:

“Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.
Tevekkül hiçbir zaman çalışmayı, sebeplere teşebbüs etmeyi men etmez. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de:
“Doğrusu, insan için kendi çalışmasından (gayretinin neticesinden) başka bir şey yoktur” (Necm, 39)
buyurmuştur.
Bir adam Peygamberimize (a.s.m.) gelerek, “Ben devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” demiştir. Efendimiz ise, “Deveni bağla sonra tevekkül et” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurmuş, böylece tevekkülün ölçüsünü en güzel şekilde ortaya koymuştur.empty


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Eylül 2011       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Alemlerin Rabbi olan Allah'u Teala'nın gönderdiği İslam dini, Peygamber (sav) zamanındaki insanlar tarafından çok net bir şekilde anlaşılıyordu. Ne yazık ki günümüzdeki Müslümanlar, Allah'a iman, kader, rızk, sabır, ecel ve tevekkül gibi vs. konuları onların anladıkları şekilde kavrayamadılar.
Ümmet bulunmuş olduğu mevkiden düşüp küfrün hegemonyası altına girmiş ve kendisine tembellik, güvensizlik ve ümitsizlik hakim olmuştur. Ümmet bu halde iken kendisini tekrar diriltip ve layık olduğu mevkie geri getirmeye çalışan davetçilere destek ve yardımcı olamamıştır. Bunun nedeni, kendilerinde vakıası bulunmayan ve sadece şekli tevekkül anlayışının varlığıdır. Bu anlayış, ümmetin kafasından sökülüp atılmalı, yerine kendisini canlandıracak ve tekrar zirvelere tırmandıracak doğru tevekkül anlayışını yerleştirmek gerekir.

Tevekkülün Anlamı
Tevekkül Arapça bir kelime olup Türkçe’ye de aynı şekilde geçmiştir. Sözlük anlamı; “Vekil kılma, başkasına havale etme” şeklindedir. Tevekkülün Şer-i manası ise; "Allah’tan başkasından ummamak, sadece O'na yönelmek, sırf Ona sığınmak, yapılacak işlerde ancak O'nun yardım edebileceğini bilmek, başka yardımcı ve güç tanımamak, O'nun dilediği şeyin olacağını bilmek, Allah'a dayanmak ve güvenmektir", diğer bir ifadeyle kişinin herhangi bir işe azmetmesiyle (karar kılmasıyla) işe başlamadan önce Allah'a tevekkül etmesi yani O'na dayanıp O'nun yardımına güvenmesidir.
“Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. ” (Al-i İmran 159 )
Allah'a tevekkül, Kur'an naslarıyla sabittir.
“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” (Al-i İmran 160)
“Allah; O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” (Tağâbün 13 )
“(Ey Muhammed!) Yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sadece O'na güvenip dayanırım. O yüce Arş'ın sahibidir.” (Tevbe 129)
“Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir” (Enfal 49 )
“Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.” (Ahzab 3)
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal 2)
“Ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.” (Furkan 58)
“Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan ” (Şuara 217 )
İşte bu ayetler, Allah'a tevekkül etmenin farz olduğuna kesin olarak delalet etmektedir. Çünkü bunlar, Allah'a tevekkül ile ilgili sarih emirler ihtiva ediyorlar. Ayrıca ayetlerde geçen tevekkül emri, “Allah, tevekkül edenleri sever” gibi karinelerle birlikte zikredilerek methedildiği için, daha da bir kesinlik kazanmaktadır.
Allah'a tevekkül etme hususuna sarih olarak delalet eden bir çok hadisler de vardır. Nitekim Buhari’nin İbni Abbas’tan naklettiği bir hadis şöyledir:
Ümmetimden yetmiş bin kişi, hesapsız olarak cennete girecektir. Bunlar, okuyarak ve üfleyerek tedavi olmayan, fala bakmayan, ümitsizliğe kapılmayan, tedavi için dağlanmayan ve ancak Rablerine tevekkül edenlerdir.”
Ahmed ve Tirmizi’nin rivayet ettikleri bir hadis ise şöyledir:
Siz, hakkıyla Allah'a tevekkül etmiş olsaydınız, aç olarak yuvasından çıkan, tok olarak yuvalarına dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de Allah rızıklandırırdı.”
Bu deliller, tevekkül konusunda Müslümanların bir an bile tereddüt etmesine yer bırakmamaktadır. Kur'an ayetleri kat-i delil oldukları için bunları inkar eden kafir olur. Bu ayetler, Allah'a tevekkül etmenin en önemli farzlardan bir farz olduğuna delalet eder. Bu delillerin hepsinde Allah'a tevekkül emri herhangi bir şarta bağlı olarak geçmiş değildir. Bu deliller, mutlak olarak geçtikleri için Allah'a tevekkül etmek de mutlak olarak farz olur. Bu tevekkülün bütün işlerde Allah'a yapılması farzdır. Deliller, bizim herhangi bir işe azmettiğimiz zaman, Allah'a tevekkül etmemizin farz olduğuna delalet eder.

Ümmetteki Tevekk
ül Anlayışı
Konumuzun başında da belirttiğimiz gibi ümmetin tevekkül anlayışı ne yazık ki, ilk Müslümanların tevekkül anlayışından farklıdır. Halbuki İslam'a inanmış ümmet arasında tevekkülü inkar eden hiç bir kimse bulunmaz. Bu farklılığın (daha ziyade yanlış anlayışın) nedenlerini araştırdığımızda ilk başta tasavvuf ve bir takım ilim sahipleri gelmektedir. Bunların tevekkül hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, ümmetin zihnini karıştırmıştır. Mesela; tasavvufta tevekkül şöyle izah edilir:
“Tevekkül Allah'a doğru manevi yolculukta aşılması gereken konaklardan biridir. Bu konakta bulunan kişi, Allah'tan başka hiç bir şey ve kişiye güvenmez. Allah'ın yazdığından başka hiç bir şeyin insana nasip olmayacağını, her türlü kuşkudan uzak olarak bilmek suretiyle, kendisi ile ilgili her türlü önlemi terk etmesi, her türlü güçten yoksun olarak, (Aynı şeyhe olan teslimiyette verilen örnekte olduğu gibi) ölü yıkayıcının elleri arasındaki ölü gibi kendisini Allah'ın ellerine bırakmasıdır. Kulun, her türlü davranış, hareket ve iş sahibinin Allah olduğunu bilerek onun vekilliğini tam olarak kabul etmesi gerekir.”
İşte bu tasavvuftaki tevekkül anlayışıdır. Yani tamamen kaderiyecilik, her türlü amel ve fiilden uzaklaşıp kadere teslim olmaktır. Bu tevekkül anlayışının bir yönüdür. Toplumun ekserisinde hakim olan diğer görüş ise, bir takım ilim erbaplarının görüşleridir. Adeta tasavvufun görüşüne savaş açmışçasına ortaya atmış oldukları görüşlerinde yanılgılar vardır. Tevekkülü şu şekilde izah ederler:
“Maksada erişmek için lazım gelen maddi ve manevi sebeplerin hepsine yapışmaktan ve başka hiç bir şey kalmadıktan sonra Allah'a bırakmaktır.”
“İşin sonunu Allah'a bırakmak, sebeplere sarılıp sonucu Allah'tan beklemek, Tedbir alıp Allah'a güvenmek”
gibi.
Bu görüşlerdeki yanılgı, tevekkülün sebeplerle karıştırılması ve sebeplere sarılmayı tevekkülün ayrılmaz bir parçası olarak görmelerinden dolayıdır. Sebeplerin veya tedbirlerin tevekkülle alakasına delil olarak;Deveyi bağla ve tevekkül et.”hadisini zikrederler. Bu delilde tevekkül etmede sebeplere sarılmanın zaruri olduğunu anladılar. Daha sonra nefislerde tevekkülün manasını zayıflatmak için kullanılır hale geldi. Halbuki bu hadis sebep ve müsebbipleri alma konusuyla alakalıdır.
Tevekkülü, sebep ve müsebbipleri terk etmek olarak anlayan bir bedeviye, sebep ve müsebbiplere sarılmanın ehemmiyetini belirtmektedir. Resulullah (sav) o bedeviye tevekkülün sebep ve müsebbibi terk etmek anlamına gelmediğini bildirmek için şu hadisi söylemiştir. Bir adam Resul (sav) gelir, devesini başıboş olarak salmak ister ve, "Ben devemi salıvereceğim ve Allah'a tevekkül edeceğim”der. Resul (sav) de “Onu bağla ve tevekkül et.” diye buyurur.
Bu hadis bedeviye devesini bağlaması, yani sebep ve müsebbiplere sarılmak için bir talimdir. Bundan dolayı bu Hadis tevekkülle alakalı sebepleri hiçbir şekilde sınırlandırmış olmaz. Böylece sebepleri ve tedbirleri nazarı itibara almadan Allah'a tevekkül farzdır. Sebep ve müsebbibe bağlanmak meselesi Allah'a Tevekkül etme meselesinden ayrı bir meseledir. Bu iki mesele yani tevekkül ve sebepler bir birine kayıtlı değildir. Tevekkül etmek nasıl farz ise bir takım sebeplere sarılmakta aynı şekilde farzdır. Tevekkül etmeyen günahkar olduğu gibi, bir takım sebeplere sarılmayan da günahkar olur. Sebep ve müsebbibe sarılmayı emreden bir çok şer-i hükümler vardır. Mesela: Nafakayı temin etmek için çalışmanın farz olması, savaş için gerekli hazırlıkların yapılması, iktisatla, siyasetle, içtima hayatla alakalı şer-i hükümler gibi hususlar sebeplere sarılmayı emreder.
Sebep ve müsebbipler bir işe sarılmakla alakalıdır. Allah'a tevekkül etmek ise bu sayılan sebeplere kayıtlı kalınarak emredilmemiştir. Böylece hiç bir kayıt olmadan her halükarda Allah'a tevekkül etmek farzdır. Tevekkül anlayışı yani tevekkül et ve çalış ile çalış ve tevekkül et anlayışı birbirinden farklıdır. Ve tesiri bakımından biri diğerinden çok daha güçlüdür. Tevekkülü şekli bir konumdan çıkartıp esas hale getirdiği için nefislerde bunun büyük tesiri görülür. İşte bu tesir kişide öyle bir kuvvet meydana getirir ki, büyük ve fevkalade işleri yerine getirme gücüne sahip kılar. Şöyle bir örnekle izah etmeye çalışalım: Bir mahallede büyük bir çocuğun, kendisi gibi küçük çocukları rencide ettiğini gören Ali, bu büyük çocuğu dövmek ister. Ali kendisinin boyuna ve gücüne fazla aldırış etmeden Babasına veya Abisine dayanarak aldığı güçle hemen harekete geçer. Fakat babasına veya abisine dayanmayan başka bir çocuk, kendi boyuna ve gücüne bakarak, büyük çocuğu dövmeye kalkışamaz. Çünkü o, o anda kendi gücünün sınırına bakmaktadır. Başka bir örnek: Bir Şirket sahibinin büyük bir işi yapıp yapmama noktasında kendi işçilerinin çalışkanlığına ve gücüne güvenerek, o işe atılması gibi. Buna bezer örnekler insanların hayatlarında sürekli vuku bulmaktadır. Bir takım insanların kendi gücünün dışında kat kat büyük işler gerçekleştirdiğini görürüz. Bu insanda kuvvetinin sınırını aşan gücün kaynağı, kendisine yardım eden bir kuvvetin varlığına olan inançtır. İşte bu inanç insanı pısırık ve basit işleri bile yerine getiremeyen kişi olmaktan uzaklaştırır. Hatta Allah'a inanmayan ve O'na tevekkül etmeyen kafirler bile kendi güçlerinin ötesinde tabiat veya başka bir isimle ifade ettikleri güçlere güvendikleri için insan gücünün dışındaki büyük işlere atılırlar. O halde insanın fıtratına uygun, akla kanaat ve kalbe güven veren İslam akidesine inanan Müslümanlar, Allah'a tevekkül ettikleri zaman acaba nasıl olur? Muhakkak ki o, Allah'a olan tevekkülünden dolayı bir kafirin gerçekleştirdiğinden kat kat fazlasını gerçekleştirebilecektir. Bundan dolayı, Allah'a tevekkül etmek İslam ümmetini diri ve hayatta tutan prensiplerden bir tanesidir. Tevekkülün İslami fikirlerin en ehemmiyetlilerinden biri olduğu unutulmamalıdır. Bu bilinç ve anlayışı kavraya bilmek için, kaynak ve örnek olan Peygambere (sav) ve onun ashabına bir göz atmak gerekir.

Peygamberimiz ve Sahabelerde Tevekkülün Ppratik Yönü
İlk Müslümanlar, tevekkül meselesini çok iyi kavradıkları için büyük işlere kaim oldular. Onlar şiddete ve işkenceye rağmen, o zor durumlara karşı, tevekkül ve sabırla göğüs gererek atıldılar ve de başardılar. Bir kaç örnek verecek olursak: Bedir harbinde Resul (sav) 305 kişi ile birlikte Ebu Süfyan’ın kafilesini ele geçirmek istiyordu. Kureyşlilerin kervanlarını korumak için Mekke’den çıktıkları duyulunca durum değişti. Artık Ebu Süfyan’ın kafilesi değil Kureyşle karşı karşıya gelmek söz konusuydu. Bu hususta Resul (sav) arkadaşlarının görüşlerini almak istedi. Hz. Ebu Bekir (ra) ayağa kalktı ve “böylesi daha iyidir” dedi ve arkasından şunu ekledi:
“Ya Resulullah, bu Kureyş’tir ve üstünlüğünü hep korumuştur. Üstünlük sağladığı günden beri de hiç yenilmemiştir. Allah'a and olsun ki, kafir olduktan sonra da iman etmemişlerdir. Hiç bir zamanda üstünlüğünü bırakmak istemeyecektir. Ve mutlaka seninle savaşacaklardır. O halde gerekli hazırlığını yap, onlarla savaşmaya hazır ol.”
Sonra Mikdat b. Amr kalktı ve şöyle dedi:
“Ya Resulullah, Allah'ın emrini yerine getir biz seninle beraberiz. Allah'a and olsun ki, biz peygamberlerine ‘Senle Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız.’ dediler. Biz de; sen ve Rabbin gidin savaşın, biz de sizinle birlikte savaşacağız” diyeceğiz. Seni gerçek üzere gönderene and olsun ki, bizi Yemen'in uzak bir bölgesine göndersen gideceğiz.”
Peygamberimiz çok iyi dedi ve hayır duada bulundu. Ama asıl Ensarın görüşünü almak istiyordu. Çünkü Ensarın yardım etmeyeceğini sanıyordu. Bunun üzerine Ensarın sözcüsü olan Sa'd b. Muaz (ra) ayağa kalktı ve dedi ki:
“Sen galiba bir şey için harekete geçmiştin, ama sana başka bir şeyi yapman vahyedildi. Biz sana inandık, seni onayladık, senin getirdiğin dinin hak olduğuna şahitlik ettik. Biz sana bağlılığımızı bildirdik, dinlemek ve itaat etmek üzere söz verdik. Ey Allah'ın Peygamberi, nasıl istersen öyle yap. Seni gerçek dinle gönderene and olsun ki, şayet bizi şu denize yöneltsen, onu geçsen, biz de seninle geçeceğiz. Bizden hiç kimse geride kalmayacaktır. Yarın da olsa biz düşmanla karşılaşmayı kerih görmeyiz. Biz elbette harpte sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız. Umulur ki Allah, bizimle seni sevindirir. O halde Allah'ın bereketiyle istediğin tarafa azmet, biz de gelelim.”
Ve Peygamberimiz (sav) sevinçli bir şekilde:
“Yürüyün ve müjdeleyiniz. Çünkü, Allah bana iki taifenin birini vaat etti. Vallahi ben şu anda o kavmin ölüm yerlerine bakıyorum.” dedi.
Bunun üzerine Sahabeler yürüdüler. İşte Resulle birlikte çıkan bu mütevekkiller yaklaşık 1000 kişilik bir orduya karşı çıkacaklardı. Kendilerinde sadece 70 tane deve ve çok az sayıda silah eksikliği vardı. Buna rağmen Müslümanların, her ne kadar bu savaşı yenmeleri mümkün değil gibi gözükse de, onlar Allah'a tevekkül etmişlerdi. Bu tevekkül anlayışından uzak olan Mekke'deki münafık ve kalplerinde hastalık bulunanlar, zafer ve yenilginin gerçek sebeplerini kavrayamıyorlardı. Bu yüzden o gün, Müslümanların kendi konumlarına kandıklarını, dinlerinin onları şımarttığını, bundan dolayı kalabalık müşrik ordusuna karşı çıkmakla kendilerini büyük bir tehlikeye sürüklediklerini sanıyorlardı. Allah (cc) bu hususta şöyle buyurmuştur:
“O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, (sizin için), "Bunları, dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. (Kendisine güveneni üstün ve galip kılacak O'dur. Yoksa orduların sayı ve techizat üstünlüğü değildir). ” (Enfal 49)
İşte asıl gerçek budur. Müminler bu gerçeği görerek huzura kavuştular, kendilerinde güven hasıl oldu. Bunu göremeyenler, işin bu yönünü hesaba katmadılar.
Başka bir misalde; Uhud savaşında Müslümanların tutumudur. Allah'u teala Al-i imran suresinin 173. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir kısım insanlar, müminlere: 'Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!' dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!' dediler.” (Al-i İmran 173)
Allah'tan başka güvence tanımayan, O'ndan hoşnut olan, Onunla yetinen, zorluk karşısında imanları artan ve insanların kendilerini düşmandan korkutmaları karşısında “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyen o mübarek insanlar bu büyük gerçeğin kendi aralarında yer edinmesi için işte böyle yardımlaştılar. Sonuçta, sırf Allah'a dayanıp güvenen, Onunla yetinen ve O'ndan başka her şeyden soyutlananlara Allah'ın vaat ettiği zafer geldi. Ve Allah'u Teala Al-i imran suresinde şöyle buyurur:
“Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir.” (Al-i İmran 174)
Tevekkül, bir mücadelenin Allah ile olan irtibatıdır, bağıdır. Eğer bu bağ güçlü değilse, yarının belirsizliği ve bilinemezliği bizi devamlı korkutacak ve davranışlarımıza olumsuz etki yapacaktır. Halbuki geçmişin ve geleceğin sahibi Allah'tır. Bütün hesaplarını Allah'a dayanarak yapanlar asla yanılmayacaklardır. Bundan dolayı, her zaman ve her yerde Müslüman davetçiler, olayları İslam akidesinin terazisiyle bakmaya, tağutun maddi gücünü büyütmemeye, yüce Allah kendisiyle beraber olduğuna göre kendi gücünü küçümsememeye ve yüce Allah'ın müminlere yönelik şu direktifini her zaman aklında bulundurmaya gayret göstermelidir. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
“Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. ” (Enfal 49)

Tuncay E. Sadık
Kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
kayıtlı1mod - avatarı
kayıtlı1mod
Ziyaretçi
21 Kasım 2011       Mesaj #4
kayıtlı1mod - avatarı
Ziyaretçi
CEVAP
Tevekkül, dinimizin bildirdiği sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri yaratandan beklemektir. (Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!) âyet-i kerimesi, tevekkül ile beraber azmederek çalışmak gerektiğini gösteriyor. (Al-i imran 159)

Tevekkül, herhangi bir işin, dinen, örfen sebeplerine yapışarak gayret gösterip, neticeye ihlasla teslim olmaktır. Yani sonucu Allahü teâlâdan beklemek ve bu sonucun kendisi için mutlaka hayırlı olduğuna inanmaktır. Doğru sebebe yapışan doğru netice alır.

Tevekkül, değiştirilmesi insan gücünün dışında olan üzücü olayları, ezelde takdir edilmiş bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek seve seve karşılamaktır. İnsan, bir işin neticesinin iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır sandığı çok şey, şerle, şer sandığı çok şey de, hayırla neticelenebilir. Muhakkak şu işim olsun diye ısrar etmemeli, “Hayırlı ise olsun” demelidir.

Allahü teâlâ, kimseye muhtaç olmamak için çalışmayı, hasta olmamak için tedbir almayı, hasta olunca ilaç kullanmayı, görebilmek için ışığı sebep kılmıştır. Sebebi, istenilen şeye kavuşmak için bir kapı gibi yaratmıştır. Bir şeyin hasıl olmasına sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeye benzer ki, bu, akla ve dine uygun değildir.

Allahü teâlâ, insanların, ihtiyaçlarına kavuşmak için bu sebepler kapısını yaratmış ve açık bırakmıştır. Tesiri kesin olan ilaçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır, haramdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberani]

Hazret-i Musa, hastalanınca, “İlaçsız da Allahü teâlâ şifa verir” diyerek ilaç kullanmadı. Allahü teâlâ (İlaç kullanmazsan şifa ihsan etmem) buyurdu. İlacı kullanınca iyi oldu. Fakat sebebini merak etti. Allahü teâlâ, (Tevekkül etmek için, benim âdetimi, hikmetimi değiştirmek mi istiyorsun? İlaçlara tesir veren kimdir? Elbette tesirleri yaratan benim) buyurdu. (K. Saadet)

Doktora gitmeli, ilaç kullanmalı; fakat, doktora ve ilaca güvenmemeli, şifayı Allahü teâlâdan istemelidir! İlaç kullanıp da iyi olmayan, ameliyat masasında ölen az değildir.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İmanınız varsa, Allah’a tevekkül ediniz!) [Maide 23]

(Tevekkül edene, Allah kâfidir.) [Talak 3]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]

Hazret-i İbrahim’in, mancınıkla ateşe atılırken, Hasbiyallah ve ni’mel vekil dediği hadis-i şerifle bildirilmiştir. [Bana Allah’ım yetişir, O ne iyi vekil, ne iyi yardımcı demektir.] Ateşe düşerken Hazret-i Cebrail gelip, “Bir dileğin var mı?” diye sorunca, “Var, fakat sana değil” diyerek sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için âyet-i kerimede, (Sözünün eri olan İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)

Tevekkül, kalb işidir, imandan meydana gelir. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanının pek çok olduğuna iman etmekle hasıl olur. Bu hâl, kalbin vekile itimat etmesi, güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Böyle bir insan dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez. Rızkından endişe etmez. Mesela, iftiraya uğrayan biri, mahkemeye düşünce kendine bir avukat tutar. Üç şeyde avukata güvenirse, bu kimsenin kalbi rahat eder. 1- Avukatı, ona yaptıkları iftirayı iyi bilir. 2- Avukatı doğruyu söylemekten korkmaz. 3- Avukatın bunu canla başla savunacağına inanır. Avukatına böyle inanır, güvenirse kendi ayrıca uğraşmaz. (Allah bize yetişir. O ne iyi vekildir) âyetini iyi anlayıp, “Rızık takdir edilmiş, vakti gelince bana yetişir” der. Demek ki, çalışmadan tevekkül dinimizde yoktur.

Tevekkül ve sebepler
M. Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir. Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayâli sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allahü teâlâya asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe yapışmaktır.

Meşveretten sonra tevekkülü emretti. Ahiret işlerinde tevekkül olamaz, çalışmak emrolundu. Burada, azabından korkmak ve merhametinden ümitli olmak gerekir. Allahü teâlânın keremine, ihsanına güvenmeli ve emrolunan ibadetleri yapmalı, yasak edilenlerden sakınmalıdır! Tevekkül budur ve kulluk böyle olur. (1/182)

Bir âyet meali:
(Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler!) [Al-i İmran 159,160]

Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir. Bu âyet, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf değil, bir kuvvettir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Deveni bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir]

Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Bir müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için münasip gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Bir âyet meali:
(İnsana, ancak dünyada çalışarak [ihlas ile] yaptığı işler [ahirette] fayda verir.) [Necm 39]

İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kısmet budur. Kısmet aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben vazifemi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8]

Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir.

Yeryüzündeki her canlının rızkı
Sual: Günümüzde bir kısım insanlar, geçim derdiyle olsa gerek, helale harama dikkat etmiyor. Ailece çalışıp geçinemeyenleri var. Yalan söyleniyor, hile yapılıyor, kul hakkına aldırış edilmiyor. Bu derece rızıktan endişe etmek doğru mu?
CEVAP
Helale harama, kul hakkına dikkat etmemek uygun değildir. İslam âlimleri, (Kim kime, neye güvenirse, yardımı ondan beklesin!) buyuruyor.

Âlimlerden birine "Hep ibadetle meşgul oluyorsun, ne yiyip ne içiyorsun?" dediler. O da, dişlerini gösterdi. "Değirmeni yapan suyunu gönderir" demek istedi. Çünkü rızıkları Allahü teâlânın gönderdiğine inancı tamdı. Âyet-i kerime meali:
(Yeryüzündeki her canlının rızkını, Allah elbette gönderir.) [Hud 6]

Veysel Karani hazretleri, nasihat isteyen birine "Şam’a yerleş" buyurdu. O da "Acaba Şam’da geçim nasıldır?" dedi. Hazret, "Rızıklarından şüphe edenlere yazıklar olsun. Bunlara nasihat fayda etmez" buyurdu.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(İmanınız varsa, Allah’a tevekkül ediniz!) [Maide 23]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi sizi de rızıklandırırdı.) [Tirmizi]

(Allahü teâlâ, kendisine sığınanın her işine yetişir, hiç ummadığı yerden ona rızk verir.) [Beyheki]

(İnsan, ihtiyaçlarını, Allahü teâlâya havale ederse, ihtiyaçlarını [husule getirecek sebepleri] ihsan eder.) [Hakim]

Mesela, herkesin sana merhamet ve hizmet etmesini temin eder. Yahya bin Muaz Razi hazretleri buyuruyor ki:
"İnsanlar seni, Allahü teâlâyı sevdiğin kadar sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar, senden korkarlar. Allahü teâlâya itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler. Ona itaatin nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, Onun için olsun! Yoksa, hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü teâlâdan başka, kimseye güvenme!"

Ebu Muhammed Raşi hazretleri buyuruyor ki:
"Kendin ile Allahü teâlâ arasında en büyük perde [engel], hep kendi menfaatini düşünmek ve kendin gibi, bir âcize güvenmektir. Sofilik, istediğin her yere gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesten hürmet görmek değildir. Her hâlinde Allahü teâlâya güvenmektir."

Allahü teâlâdan başka güvenilecek, dost edinilecek hiç kimse, hiçbir şey yoktur.

Allahü teâlâdan başkasına sığınmak, örümcek ağına sığınmaya benzetilmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’tan başka dost edinenin hâli, örümceğin durumuna benzer. Halbuki barınakların en çürüğü örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41]

Nasıl tevekkül etmeli
Sual: Tam İlmihal’de, (Bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan başkasının tesir ettiğini düşünse, bu kimsenin tevhîdi, noksan olur. Eğer, hiçbir sebep lazım değildir dese, İslamiyet’ten ayrılmış olur. Eğer sebepleri araya koymak lazım değildir derse, akla uymamış olur. Lazımdır derse, sebepleri hazırlayana tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhidde noksanlık olur) deniyor. Burasını anlayamadım. Sebeplere güvensek de güvenmesek de suç oluyor. Nasıl tevekkül etmemiz gerekiyor?
CEVAP
Evet tevekkül bahsi zordur. Yukarıdaki yazıyı üç madde halinde açıklayalım:
1- İyi kötü, hayır şer her şeyi Allahü teâlânın yarattığına inanacağız. Bazı şeylere bazı şeyler tesir ediyor denirse itikadımız düzgün olmaz. Her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Bir âyet meali:
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]

2- İşlerin yapılması için hiçbir sebep lazım değil denirse, Allahü teâlânın koyduğu sebepler inkâr edilmiş olur. Mesela, ben evlenmesem de benim çocuklarım olur demek çok yanlıştır. Çocuk olması için ana baba gibi sebeplere ihtiyaç vardır.

3- Sebepler lazımdır, sebepsiz olmaz derse, sebeplere güvenmiş olur, yine tevhidi noksan olur. Yani nasıl ana baba olmadan çocuk olur demek yanlış ise, çocuğun olması için mutlaka ana babayı şart etmek ve çocukları Allahü teâlânın yaratmasında rolü olmadığını söylemek de çok yanlıştır. Ana baba olsa da çocuk olmayabilir. Ana baba olmadan da Allahü teâlâ çocuk yaratabilir. Hazret-i Adem ile Hazret-i Havva’yı anasız babasız, Hazret-i İsa’yı babasız yaratmıştır. Sebeplere güvenmeyeceğiz, sebepleri yaratanın da Allahü teâlâ olduğunu bileceğiz.

Sebepler âlemindeyiz, Allahü teâlânın âdeti sebeplerle yaratmaktır. Sebepsiz yaratılması mucize veya keramet olur. Sihri yaratan da Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Odur.

Bu üç maddeyi özetleyelim:
Bir iş yapmak istersek sebeplerine yapışacağız, ama, sebepler mutlaka bu işi yapar demeyeceğiz. Mesela çocuk sahibi olmak için evleneceğiz, ama evlendik garanti çocuğumuz olur da demeyeceğiz. Hastaysak doktora gideceğiz, ilaç alacağız, ameliyat olacağız, ama bu sebepler bizi iyi etti demeyeceğiz. Çünkü ameliyat masasından kalkamayız da. Sebeplere güvenmeyeceğiz. Sebepleri yaratanın da, sebeplere tesir kuvvetini verenin de Allahü teâlâ olduğunu bileceğiz.

Kendine güvenmek uygun mudur?
Sual: Kişisel gelişim ile ilgili yazılarda, kitaplarda, (Kendinize güvenin) deniyor. Kendine güvenmek, uygun mu?
CEVAP
Müslüman, nefsine [kendine] değil, Allahü teâlâya güvenmelidir. Yani, her konuda, elinden geldiği kadar çalışmalı, sebeplere yapışmalı; fakat sebeplerin tesirini Allahü teâlâdan beklemelidir. Tevekkül de, bu demektir.

İslam âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, yalnız Allaha güvenenin, her dileğini ihsan eder.

Bir hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, yalnız Rabbine güvenenin, her dilediğini verir ve bütün insanları buna yardımcı yapar.) [F. Bilgiler]

Ebu Muhammed Abdullah Raşi, buyuruyor ki:
Allahü teâlâ ile insan arasında olan en büyük perde, kendine veya kendisi gibi aciz olan bir kula güvenmesidir. (Mektubat-ı Masumiyye)

İslamiyet, tevekkülü emreder, tembelliği men eder. Bir hadis-i şerif meali:
(Deveni bağla ve sonra Allahü teâlâya tevekkül et!) [İbni Asakir]

Bu hadis-i şerif, hem tevekkül etmek, hem de çalışmak lazım olduğunu açıkça bildiriyor. Tevekkül, Allah’tan yardım bekleyerek, güçlükleri yenmek demektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Bir işe başladığın zaman, Allahü teâlâya tevekkül et, Ona güven!) [Âl-i İmran 159]

Bu âyet-i kerime, tevekkül ile beraber, yalnız çalışmak değil, çalışmanın üstünde olan, azmin de gerekli olduğunu gösteriyor. Demek ki, her Müslüman çalışacak, azmedecek, sonra da, Allahü teâlâya güvenecektir.

Tevekküle inanmayanlar, tevekkülden alınan kuvvet ve cesaretin yerini boş bırakmamak için, “kendine güvenmek” ifadesi ile, bu ihtiyacı karşılamaya çalışıyorlar. Bu da gösteriyor ki, tevekkül edilecek, güvenilecek bir yer lazımdır. O da, sadece, Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki: Allahü teâlâ, dilemedikçe, kendime hiçbir fayda ve zarar getirmeye, kâdir değilim.) [Araf 188]

Bu âyet-i kerime ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak, kendine güvenmek diye bir şey aramak yanlıştır. Kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye yol açar.

Tevekkülde, başkasının yardımına güvenmeyip, yalnız Allah’a sığınarak çalışmak inancı bulunduğundan, kendine güvenmekten beklenilen kuvvetten kat kat fazla kuvvet hasıl olmaktadır. Kendine güvenen, kimsesizdir. Tevekkül eden, Müslümanın, kendi çalışmasından başka, Allah’ı vardır. Bu tükenmez kaynaktan kuvvet almaktadır. Tevekkül eden Müslüman, hem bütün kuvveti ile çalışmakta; hem de, kazancını kendinden bilmek gibi egoistliğe düşmemektedir.

kayıtlı1mod Msn Happy
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ik_ra - avatarı
ik_ra
Ziyaretçi
28 Aralık 2011       Mesaj #5
ik_ra - avatarı
Ziyaretçi
İnsanları sürekli eleştirmenin onlara küfretmek gibi kötü bir alışkanlık olduğunu kabul edin. Eleştirme isteğinizi bastırırsanız kendinizi büyük bir huzur ile ödüllendirmiş olursunuz. İnsanları eleştirmek ufak işlerdendir. Başkalarını eleştirmek onlardan çok bizim ruhumuzu incitecektir.

Karamsarlık ve olumsuz düşünce ufak insanların işidir. Sebepsiz bir şey yok iken, kainat bir Yaratıcının kontrolü altın da iken bize ne oluyor ki kuruntu ve vesveselerle ruhsal düzenimizi alt üst ediyoruz…

Haklı olmak mı istiyorsunuz, yoksa mutlu olmak mı? Çoğu zaman hem haklı hem mutlu olmak mümkün değildir. Öyleyse bırakın çoğu zaman başkaları haklı olsun. Ben haklıyım ,sen haklısın kavgasından daha ufak bir şey mi var? Boş verin, o haklı olsun, haklısın deyin ve keyfinize bakın.

Değiştirilebilecek şeyleri değiştirin, öyle olmayanları da kabullenin ve aradaki farkı anlayacak aklınız olsun. Tevekkül en iyi ilaçtır çok şey için. Siz farkındaysanız ve farklı iseniz büyütmeyin. Hayatın anlamı karşısında dünyalık her şey ufak şeylerdendir.

Hayata tahammül etmelisin. Sonsuz hayatı kazanmak istiyorsan bu şart. Ne olursa olsun ümitsizlik yok. İnancını yitirmek yok.

Unutmayın:öldüğümüz zaman yapılacak işler listemiz hala dolu olacaktır. Kim tamamlamış ki dünya işlerini?


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

4 Aralık 2016 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
20 Temmuz 2018 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
6 Temmuz 2012 / asla_asla_deme Müslümanlık/İslamiyet
19 Kasım 2013 / Dark_Blue1990 Müslümanlık/İslamiyet