Arama

Ramazan ve Oruç - Sayfa 4

Güncelleme: 7 Mayıs 2018 Gösterim: 57.742 Cevap: 83
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Nisan 2006       Mesaj #31
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Bu güzel birligin ve karsilikli müsâmaha ve muhabbetin simdilerde, özellikle büyük sehirlerimizde, hayli aksamis oldugunu üzüntüyle müsâhede ediyoruz. Kanaatimce bunun üç sebebi bulunmaktadir:

Sponsorlu Bağlantılar
1) 6-7 Eylûl 1955 olaylarindan sonra rum vatandaslarimizin çogu kabuguna çekilmis ve hattâ Yunanistan'a göçmüs bulunmaktadir;
2) Israil hükûmetinin iskân politikasi dolayisiyla pekçok mûsevî vatandasimiz, Cumhuriyet'in kendilerine karsi uygulamis oldugu bir dizi disarliyici politika sonucu, “Arz-i Mev'ud” dedikleri Israil'e göçmüslerdir.
3) Ayni durum ermeni ve süryânî vatandaslarimizin büyük bir bölümü için de geçerlidir.
4) Cumhuriyet'in ilânindan sonra zuhur eden ve her askerî darbenin pesinden tahkim ederek sürükledigi, dar görüslü bir milliyetçilik kavrami bu vatandaslarimizla birligimizi zedelemis ve arka plânda da bunlara Türk vatandasi gözüyle degil de alelâde bir ekalliyet gözüyle bakmistir. Son seçimler hâriç tutulursa, 1960’dan itibaren otuz küsûr sene Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne milletvekili olarak bir tek gayri-müslim seçilmemistir. Bununla beraber hâlâ Anadolu ve Trakya'da, bu vatandaslarimizla aramizdaki iliskiler Ramazan aylarinda dostluklari pekistiren bir havada sürüp gitmektedir.

Kur'ân-i Kerîm'de “Lâ ikrâhe fi-d dîn” (Bakara Sûresi, 255. âyet) yâni “Dinde zorlama yoktur!” ve ayrica “Muhakkak ki îmân edenler için; yahudilerden, hiristiyanlardan ve sabiîlerden Allah'a ve Âhiret gününe inanip da iyi islerde bulunanlar için Rabb'lerinin indinde hayrlar vardir; onlara herhangi bir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmayacaklardir” (Bakara Sûresi, 62. âyet) ilâhî hükümlerini idrâk etmesini bilmis olan müslümanlar, her türlü taassubdan uzak bir sekilde, bu vasiflara uyan gayri-müslimlere daima muhabbet ve anlayisla yaklasmislar, bunlarla saglam dostluklar kurmuslar ve karsilikli yardimlasma içinde beraberce yasamislardir. Fakat ne yaziktir ki günümüzde bile, Kur'ân-i Kerîm'in bu açik hükümlerine ragmen, islâmî topluluklarin bâzilarinda taklitçi bir din uygulamasinin verdigi tembellikle bu âyetlerin hükümlerinden haberdâr olmadan diger din mensublarina asabî bir tutum sergileyen nice gafiller bulunmaktadir.

Iste Ramazan ayi insanin kendisi ve çevresi hakkinda derin bir tefekküre dalmasi ve bunun sonucu olarak da gerek kendisi gerekse hemcinsleri hakkinda Kur'ân-i Kerîm'in koymus oldugu sinirlar içinde kendisini yeniden sekillendirecegi mubârek bir firsat olarak karsimiza çikmaktadir. Bu mubârek ayi bos yere degil de böylesine bir “sahsiyet yenilenmesi” ayi olarak degerlendirmesini bilenlere ve bunu gerçeklestirebilenlere ne mutlu!

Oruc zorunlu kilinmadan önce Hz. Muhammed 'in (S.A.V.) Medine'de müslümanlara, yahudilerin yaptiklari gibi, yilda bir kez sâdece Asurâ gününde oruc tutmalarini buyurdugu bilinmektedir. Yahudiler ve hiristiyanlar da yilin belli günlerinde belli nesneleri yememek yoluyla bir cesit oruc (perhiz) tutarlar. (bk. Bakara: 183). Yahudiler ve hiristiyanlar bu farzi yerine getirmemisler, degistirmisler ve bozmuslardir. Oruc'un ilk kurallari Bakara suresinin 184 -187. ayetlerinde bildirilmistir.*

„184. Sayili günlerde olmak üzere (oruç size farz kilindi). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadigi günler kadar) diger günlerde kaza eder. (Ihtiyarlik veya sifa umudu kalmamis hastalik gibi devamli mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayir yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eger bilirseniz (güçlügüne ragmen) oruç tutmaniz sizin için daha hayirlidir.

Sünnetteki delil ise su hadis-i seriftirRAMAZAN AYI)

Abdullah Ibnu Ömer Ibni'l-Hattâb (radiyallahu anh)'in anlattigina göre, bir adam kendisine: Gazveye çikmiyor musun?" diye sorar. Abdullah su cevabi verir: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i isittim, söyle buyurmustu: "Islâm bes esas üzerine bina edilmistir: Allah'tan baska ilâh olmadigina ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmek, namaz kilmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak". (Buhari)
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:23
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Nisan 2006       Mesaj #32
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Oruç Nimetlerin Kıymetini Öğretir ]</B>

Nimet elde iken değeri gereği gibi bilinemez. İnsan sahip olduğu nimetlerin değerini ancak bunlar elden çıktıktan sonra anlayabilir. Fakat iş işten geçtiği için artık bunun yararı olmaz.
Sponsorlu Bağlantılar
Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların değerini daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana, onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine veren Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına vesile olur.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım." 32

Oruçlu Sabırlı Olmayı Öğrenir
Sabır, başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Sahip olduğu helâl şeylere oruçlu olduğu için el sürmeyen kimse; iradesine hakim olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur. Böyle bir insan hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında sarsılmaz, bunlara kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya ulaşır. Acılı ve üzüntülü durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek soğukkanlılığını korur. Orucun askerlik ve yurt savunması bakımından da ayrı bir önemi vardır. Savaş zamanlarında cephedeki asker, yiyecek ve içecek bulamadığı zaman açlığa ve susuzluğa katlanmak zorunda kalabilir. oruç tutmaya alışmış olanlar, böyle zorluklara daha kolay dayanırlar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #33
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Orucu, Ramazandan Sonra Ertelemeyi Mübah Kılan Özürler ]</B>

Özürsüz olarak Ramazan ayında oruç tutmamak günahtır. Ancak bir kimse aşağıdaki durumlarda Ramazan orucunu sonradan kaza etmek şartıyle tutmayabilir veya başlamış olduğu orucu bozabilir. Ancak sonradan ilk fırsatta tutamadığı günler sayısınca oruçları kaza etmesi gerekir.
Bir kimsenin Ramazan orucunu sonraya bırakabilmesi için geçerli sayılan özürler şunlardır:
1) Hastalık: Bir hasta oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkarsa oruç tutmayabilir. Hastalığı iyileşince tutamadığı oruçları kaza eder. Hastaya bakan kimse de böyledir.
Ramazan ayında düşmanla savaşan asker, oruç tuttuğu takdirde zayıf düşeceğinden endişe ederse misafir durumunda olmasa bile oruç tutmayabilir.
Savaşa katılacağı kesinlikle veya kuvvetli bir ihtimalle biliniyorsa henüz savaşa girmeden önce de zayıf düşme endişesiyle yine oruç tutmayabilir. Tutamadığı oruçları daha sonra kaza eder.
2) Yolculuk: Ramazan ayında en az 90 km. mesafeye yolculuğa çıkan kimse oruç tutmayabilir. (Hamza el-Eslemi adındaki sahabî peygamberimize yolculukta oruç tutup tutmayacağını sorunca peygamberimiz ona:
-"İster tut, ister tutma" diye cevap vermişti.44 Bu hüküm, dinen yolcu (misafir) sayılan kimseler içindir. İkamet ettiği yerden en az 90 km. veya daha fazla mesafeye yolculuk yapan ve gittiği yerde 15 günden az bir süre kalmaya niyet eden kimse dinen misafirdir. Eğer gittiği yerde 15 günden fazla kalmaya karar vermişse, o yere vardığı andan itibaren misafir olmaktan çıkar. Buna göre, Ramazan ayında bulunduğu yerden en az 90 km. uzaklıkta bir yere yolculuk yapan kimse yolculuk süresince oruç tutmayabilir. Gittiği yerde 15 günden az kalacaksa hüküm yine aynıdır. Eğer gittiği yerde 15 gün kalacaksa yolculuğu bitince vardığı yerde orucunu tutması gerekir. Yolculuk hali bitince tutmadığı günleri kaza eder. Oruç tutmasında bir güçlük yoksa yolcunun oruç tutması daha hayırlıdır.
3) Zor Görmek: Orucu bozmak için ölümle veya vücuduna bir zarar verilmekle tehdit edilen kimse orucunu bozabilir. Bozduğu orucu sonra tutar.
4) Gebe ve Emzikli Olmak: Gebe veya emzikli olan bir kadın, oruç tuttuğu takdirde kendisine veya çocuğuna bir zarar geleceğinden korkarsa oruç tutmayabilir. Gebelik ve emziklilik hali sona erince tutamadığı günleri kaza eder.
5) Şiddetli Açlık ve Susuzluk: Oruçlu bir kimse açlık veya susuzluk sebebiyle aklının bozulmasından veya vücuduna ciddî bir zarar geleceğinden korkarsa, orucunu bozabilir. Sonra uygun bir zamanda tutamadığı oruçları kaza eder.
6) Yaşlılık ve Düşkünlük: Vücudu günden güne düşen ve oruca dayanamayan iyice ihtiyarlamış olan kimseler oruç tutmayabilir. Bunlar sonradan da orucu kaza edemiyecekleri için tutamadıkları her günün orucunun yerine fidye verirler. İyileşme ümidi olmayan hastalar da böyledir.
Bu özür sahiplerinden herhangi biri, özrü devam ederken ölürse tutamadıkları oruçlar için fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekmez. Özrü ortadan kalkıp tutamadığı oruçlarını kaza edecek kadar bir zamana yetişir de oruçları daha kaza etmeden ölürse bu oruçlar için malının üçte birinden fidye verilmesini vasiyet etmesi lâzımdır. (Ölenin varisi yoksa malının tamamından vasiyet eder.) Eğer vasiyet etmezse, varislerinin teberru olarak ölenin fidyesini vermesi caizdir.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #34
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
RAMAZAN AYI
Ramazan Ayının Özellikleri
İbadetler belirli vakitlerde yapılır. Farz olan orucun vakti Ramazan ayıdır. Ramazan ayının dinimizde büyük bir önemi ve diğer aylar arasında seçkin bir yeri vardır. Bu sebeple oruç konusuna geçmeden önce Ramazan ayının taşıdığı özellikler hakkında bilgi vermek yararlı olacaktır.
Bu özellikler kısaca şunlardır:
1- İnsanlığı karanlıklardan çıkarıp aydınlığa kavuşturan Rabbimizin son mesajı Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim, bu ayda yeryüzüne inmeye başlamış ve böylece insanlık için yepyeni ve mutlu bir dönem başlamıştır.
Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildirilmiştir:
"Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi."(7)
Kur'an-ı Kerim Ramazan ayında inmeye başladığı için bu ay, bir anlamda Kur'an ayıdır. Kur'an-ı Kerimi Peygamberimize getiren büyük melek Cebrail, her yıl Ramazan ayında Peygamberimize gelir ve o güne kadar nazil olan Kur'an ayetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı. Peygamberimizin bu dünyadan göçtüğü yılın Ramazanında bu durum, son olarak ve iki defa gerçekleşmiştir.
Ramazan ayında camilerimizde ve evlerde okunan ve cemaatin büyük bir manevi zevk ve huşû içinde dinlediği mukabele ve Kur'an hatimleri Cebrail ile Peygamberimiz arasında yapılan mukabelenin devam ettirilmesidir.
Bu vesile ile Kur'an okumanın fazileti ve m******* anlamaya çalışmanın önemini belirtmekte fayda vardır.
Kur'an okumak ve okunan Kur'an'ı dinlemek sevabı çok olan bir ibadettir.
Peygamber Efendimiz:
"Kim Allah'ın kitabı Kur'an'dan bir harf okursa onun için bir sevap vardır. Her sevabın karşılığı da on kat verilecektir" Msn Note buyurarak Kur'an okuyanlara verilecek sevabın miktarını belirtmiş, ayrıca Kur'an-ı Kerim'in okuyucularına şefaat edeceği Peygamberimiz tarafından bildirilmiştir. Şöyle buyuruyor:
"Kıyamet günü oruç ve Kur'an kul'a şefaatçi olurlar. Oruç:
- Ya Rabbi, ben onu gündüzleri yemekten ve zevklerinden alıkoydum. Şimdi beni ona şefaatçi kıl, der. Kur'an:
- Ya Rabbi, ben onu gece uykusundan alıkoydum. Şimdi beni ona şefaatçı kıl, der.
Her ikisi de şefaat ederler."(9)
Kur'an-ı Kerim, insanlığın kurtuluşu için gönderilen son ilâhî mesajdır. Onu okumak ibadettir. Ancak sadece okumak yeterli değildir. Müslümanın asıl görevi, Kur'an'ı okuyup m******* anlamaya çalışmak ve onun gösterdiği nurlu yoldan yürümektir.
Kur'an-ı Kerim'in gönderilişindeki sebeb ve hikmeti, yine Kur'an'dan öğreniyoruz.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey Muhammed! Sana bu mübârek kitabı (Kur'an'ı) ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik." (10)
2. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en faziletlisi, Allah'ın en sevgili kulu, son peygamber, Hz. Muhammed Aleyhisselâm'a peygamberlik görevi bu ayda verilmiştir. Mekke yakınlarındaki Hira mağarasında "oku" emri ile başlayan ilk Kur'an ayetlerini Hz. Muhammed'e tebliğ eden büyük melek Cebrail (a.s.) daha sonra ona "Sen Allah'ın Rasûlüsün (Peygamberisin) ben de Cebrailim" diye hitap ederek onun insanlığın kurtuluşu için peygamber olarak görevlendirildiğini bildirdi. Hz. Muhammed (s.a.s.)'in bu kutsal göreve başlaması ile karanlıklar içinde bocalayan insanlık için nurlu bir ufuk açıldı. Onun kalplere yerleştirdiği iman ışığı sayesinde cehaletin yerini ilim, zulmün yerini hak ve adalet, kin ve düşmanlığın yerini insan sevgisi aldı ve gerçek anlamda huzur ve kardeşliğin temelleri atıldı.
3. Bin aydan daha hayırlı olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirilen ve mü'minlere Allah'ın en büyük lütuf ve ikramlarından biri olan "Kadir Gecesi" de bu ayın içindedir.
Bu gece, müslümanların iyi değerlendirmesi gereken büyük bir fırsattır.(11)
4. İslâm'ın beş şartından biri olan, insanı nefsinin aşırı arzularından ve maddî ihtiraslardan kurtarıp yücelten ve âdeta melekleştiren oruç ibadeti, bu aya tahsis edilmiştir.
Ramazan gecelerinde cemaatin büyük bir coşku ile kıldığı teravih namazı da bu aya mahsus bir ibadettir. Oruçlunun derin bir huzur ve manevî zevk duyduğu sahur ve iftar sofraları da bu aya ayrı bir anlam kazandıran özelliklerdir.
İşte böyle özellikler ve manevî güzelliklerle dolu mübârek Ramazan ayı, mü'minler için manevî değeri çok büyük bir rahmet mevsimidir. Bu ayı, Yüce Rabbimize ibadet ederek ve insanlara iyilik yaparak değerlendirdiğimiz takdirde kazancımız büyük olacak ve ebedî saadetin kapıları bize açılacaktır. Bu ayı, "Evveli rahmet, ortası mağfiret, (günahların bağışlanması) sonu da cehennemden kurtuluş" (12) olarak nitelendiren Peygamberimiz, ayrıca mü'minlere şu müjdeyi veriyor:
"Ramazan ayı gelince; cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar kösteklenir." (13)
Bu hadis-i şerifin ifade ettiği bir mânâ da şudur:
Ramazanda kendisini cennete götürecek iyi işler yapan mü'mine cennetin kapıları açılmış, cehenneme götürecek kötülüklerden sakındığı için de cehennem kapıları ona kapanmış demektir. Oruç sayesinde nefsine hakim olup şeytana uymadığı için de şeytanı etkisiz hale getirmiş olur. (14)
Esasen Ramazan kelimesinin sözlük anlamı da, oruçlunun günahlardan arınacağını ifade etmektedir.
Şöyle ki:
Ramazan; yaz aylarının sonunda ve güz mevsiminin başında yağan ve yerdeki tozları temizliyen yağmur anlamındadır. Bu yağmur, nasıl yeryüzünü yıkayıp tozlardan temizliyorsa, Ramazan ayı da mü'minleri günahlardan öylece temizler.
Diğer bir anlamı da yanmaktır. Buna göre Ramazan ayı oruçlunun günahlarını yakarak yok eder demektir.
Her iki mânânın birleştiği nokta; oruçlunun bu ayda günâhlardan arınacak olmasıdır.
ORUÇ
Oruç Neye Denir?
İslâm'ın beş temelinden biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır.
Oruç; niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (imsak vaktinden) itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.
Orucun Farz Oluşu
Oruç, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır.
Orucun müslümanlara farz olduğu Bakara sûresindeki:
"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız" (15) âyetiyle bildirilmiş, ayrıca aynı sûrenin 185. âyetinde de "sizden kim bu aya (Ramazan'a) erişirse oruç tutsun" buyurularak oruç ibadetinin yerine getirilmesi emredilmiştir. Peygamber Efendimiz de, İslâm'ın beş temelinden birinin Ramazan ayında oruç tutmak olduğunu bildirmiştir. (16)
Birinci ayetten açıkça anlaşılıyor ki oruç, ilk peygamber Âdem (a.s.)'den itibaren bütün peygamberlere ve onlara inananlara farz kılınmıştır. Oruç, insanlığın ilk zamanlarından beri yerine getirilmesi emredilen bir ibadettir. Çünkü, ruhen arınıp ahlâken olgunlaşmak bakımından insanın oruca ihtiyacı olduğu gibi maddî ve manevî pek çok faydaları da vardır.
Anlamlarını sunduğumuz ayetlerde orucun, müslümanlara farz olduğu bildirilmiş; hasta, yolcu ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler için getirilen kolaylıklar hakkında da şöyle buyurulmuştur:
"(Oruç) sayılı günlerdir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir."(17)
Bu ayette, geçerli mazereti olanların, orucu Ramazan'dan sonraya erteleyebilecekleri bildirildikten sonra sürekli mazereti olup da ömürboyu oruç tutmaya gücü yetmeyenlere bunun karşılığında fidye vermeleri emredilerek gerekli kolaylık sağlanmıştır. Ciddî ve geçerli bir mazeret olmadıkça belirli şartları taşıyan müslümanların ise bizzat oruç tutarak Allah'ın emrini yerine getirmesi gerekir.
Diğer Semavî Dinlerde Oruç
Orucun farz kılındığını bildiren Bakara sûresinin 183. ayetindeki; "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı..." ifadesi; orucun sadece biz müslümanlara değil, önceki ümmetlere de farz kılındığını göstermektedir.
Ancak onlara farz kılınan orucun-bazı rivayetler hariç-kaç gün olduğu, ne zaman ve nasıl tutulduğu hakkında bugün kesin bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü, önceki ilâhî kitapların büyük ölçüde tahrif edildiği ve dinî hükümlerin ve dolayısıyle orucun da değişikliğe uğradığı bilinmektedir. Bu sebeple, oruç ibadetinin onlara farz kılınan aslı bozulmamış şekli hakkında sağlıklı bilgi vermemiz mümkün değildir.
Ancak, Hristiyan ve Yahudilerin bugün değişik şekillerdeki oruç uygulamaları bilinmektedir.
İslâm Dinindeki oruca gelince;
Kur'an-ı Kerim Allah'tan gönderildiği gibi elimizde, Peygamberimizin hayatı en ince ayrıntılarına kadar ortadadır. Bu sebeple Kur'an, orucu nasıl emretmiş, Peygamberimiz nasıl tutmuş ise o tarihten itibaren müslümanlar bu ibadeti aynı şekilde yerine getirmektedir.
İslâm'ın en büyük özelliklerinden birisi de, onun hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş olmasıdır. Bundan sonra da öyle devam edecektir.
Yüce Allah, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ilâhî teminat altında olduğunu bildirmiş ve onu koruyacağını vadederek şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız." (18)
Orucun Karşılığı
Oruç tutmak suretiyle Allah'ın emrini seve seve yerine getiren mü'minlerin bağışlanacağını, günahlarının affedileceğini müjdeleyen peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bir kimse inanarak ve mükâfatını umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır." (19)
Lütuf ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, ibadetlerimize ve yaptığımız iyiliklere en az bire on kat mükafat vereceğini bildirmiştir. Bu mükâfatın bazı ibadetlerde bire yediyüz katına kadar artırılacağını peygamberimiz haber vermiştir. Ancak oruç bununla da sınırlı değildir, onun mükâfatı çok daha fazla olacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Âdemoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir iyilik on katından yediyüz katına kadar mükâfatlandırılır."
Allah Tealâ buyuruyor ki:
-"Ancak oruç müstesna, zira oruç, doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu yemesini, içmesini ve cinsel arzularını benim için bırakmıştır." (20)
Görülüyor ki, Yüce Allah, oruca ayrı bir değer vermiş, mükâfatının çok fazla olacağına işaret etmiştir. Çünkü oruç, büyük bir sabır ve fedakârlıkla yerine getirilen bir ibadettir. İnsanın yılda bir ay süre ile imsak vaktinden güneş batıncaya kadar en tabiî hakkı ve zorunlu ihtiyacı olan yemesini, içmesini bırakması, cinsel arzularından uzak durması sağlam bir inancın ve Allah'ın emirlerine tam bir teslimiyetin göstergesidir.
Bu sabır ve fedakârlık; Ancak Allah için yapılır. İnsanların görmediği ve vicdanı ile başbaşa kaldığı yerlerde de orucunu tutan bir mü'min, inancında samimî olduğunu ispat etmiş, büyük bir sınav kazanmıştır. Mükâfatı da ona göre büyük olacak, kat kat verilecektir.
Dünya işlerinde de görevinde üstün başarı gösteren kimseye ödülünü bizzat devlet başkanının verdiğini görürüz. Devlet başkanının verdiği bu ödül, maddî ve manevî büyük bir değer taşır. Oruç ibadetinin mükâfatı da böyledir.
Oruç ibadetini yerine getirenler, Cennete kendileri için özel olarak ayrılan bir kapıdan gireceklerdir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Cennette "Reyyan" denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde Cennete yalnız oruçlular girerler; o kapıdan onlardan başka hiç bir kimse giremez." (21)
Oruç ibadetini yerine getiren ve gerçek anlamda büyük bir sınav kazanan mü'min; ahirette Allah'a kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"... oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar vaktindeki sevinci, diğeri de (orucunun mükâfatını almak üzere) Ahirette Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir."(22)
Niçin oruç tutuyoruz?
Biz, herhangi bir menfaat düşüncesi ile değil yalnız Allah'ın emri olduğu için ve onun rızasını kazanmak maksadıyla oruç tutarız.
Hz. Ali (Allah ondan razı olsun) diyor ki:
- Karşılığında bir menfaat umarak yapılan ibadet, ticaretçinin ibadetidir.
- Korku sebebiyle yapılan ibadet kölenin ibadetidir.
- Allah'ın nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, hür olan kimsenin ibadetidir. (23)
Makbul olan ibadet, Hz. Ali'nin de belirttiği gibi Allah'ın nimetlerine karşı şükran borcunu yerine getirerek onun rızasını kazanmak maksadıyla yapılan ibadettir.
Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ile yapılan ibadetleri kabul eder.
Orucun hikmetleri ve faydaları
Allah'ın her emrinde olduğu gibi oruçta da birçok hikmetler ve bizim için pek çok faydalar olduğu bilinen bir gerçektir. Orucu Allah rızası için tutmakla beraber, bunları da gözönünde bulundurarak değerlendirmek durumundayız. Orucun başlıca faydaları şunlardır:
Oruç Kötülüklerden Korur
Kur'an-ı Kerimde orucun farz kılındığını bildiren ayetin sonundaki "ta ki korunasınız" ifadesi orucun hikmetine dikkatimizi çekmektedir.
Allah Tealâ, her derde bir deva, her hastalığa bir ilaç verdiği gibi kötülüklere karşı da korunma vasıtaları vermiştir. İşte orucun bir özelliği de bizi kötülüklerden koruyan bir ibadet oluşudur.
Nitekim Peygamberimiz orucun bu özelliğini hepimizin kolayca anlayabileceği şekilde güzel bir benzetme ile açıklayarak şöyle buyurmuştur:
"Oruç bir kalkandır, o halde oruçlu kötü söz söylemesin. Kendisi ile çekişip kavga etmek isteyen kimseye iki defa, "ben oruçluyum" desin." (24)
Bilindiği gibi kalkan, savaşlarda kişiyi düşmanın kılıcından koruyan bir vasıta idi. Kalkan, sahibini düşmandan koruduğu gibi oruç da aynı şekilde kişiyi kötülüklerden ve günah işlemekten korur. Oruçlu, kötülüğü başlatan kişi olmayacağı gibi, kendisine fena söz söyleyen ve kavga etmek isteyenlerin bu davranışlarına karşılık: "Ben oruçluyum, ben oruçluyum" diyerek nefsine hakim olacak ve kendisini kavganın içine çekmek isteyenlere uymayacaktır. Böylece oruç, bir kalkan gibi kişiyi kötülüklerden korumuş olacaktır.
Oruç, kişiyi sadece kötülüklerden korumakla kalmayacak, onu cehennem ateşinden de koruyacaktır. Çünkü, insanı cehenneme sürükleyen kötülüklerdir, bunlardan uzaklaşan cehennemden de uzaklaşmış demektir.
Her kötülüğün başı, Allah'ı unutmak ve sorumluluk duygusunu kaybetmektir. Halbuki oruç, bize daima Allah'ı hatırlatır, sorumluluk duygusunu geliştirir. Bir ay boyunca devam eden bu manevî eğitim sonucu Allah korkusu kalblere iyice yerleşir,bunun olumlu tesiri ile de insan davranışlarını kontrol altına alarak her türlü kötülükten uzaklaşmış olur.
Oruç Ahlâkımızı Güzelleştirir
Oruç, belirli bir süre basit bir aç kalma olayı değildir. Onu sadece bu yönüyle değerlendirmek son derece yanlış olur. Oruç, köklü bir irade terbiyesi, insanı kötü alışkanlıklardan temizleyen, çirkin davranışlardan uzaklaştıran ve iyi huylar kazandıran bir ahlâk eğitimidir.
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez." (25)
Bu hadis-i şerifte orucun yüksek hedefi açıkça gösterilmiş, oruç tuttuğu halde kötü huyları terketmeyenlerin oruçlarına Cenab-ı Hakk'ın değer vermeyeceği bildirilmiştir.
Konunun önemi hakkında peygamberimiz diğer bir hadis-i şerifinde biraz daha açıklık getirerek buyuruyor ki:
"Çok oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Çok gece ibadet edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur."(26)
Bu kimseler, helâl olan şeylerden uzaklaştıkları halde, esas uzaklaşmaları gereken haramlardan uzaklaşmadıkları için ibadetlerinden bekledikleri karşılığı bulamayacaklardır.
Görülüyor ki orucun asıl gayesi, insanı kötülüklerden uzaklaştırarak olgunlaştırmak, ahlâk ve fazilet sahibi olmasını sağlamaktır.
İslâm bilginleri orucun üç mertebesi olduğunu bildirmişlerdir:
Birincisi; imsaktan akşama kadar yemekten, içmekten ve cinsel arzulardan sakınmak suretiyle tutulan oruçtur. Bu oruç, şartları yerine getirildiği için sahihtir. Ancak bunun gayesine ulaşması için oruçlunun ikinci basamağa yükselmesi lâzımdır.
İkincisi; birinci maddedekilerle birlikte, kulak, göz, dil, el, ayak ve diğer organları günahlardan uzaklaştırmak suretiyle tutulan oruçtur. Makbul olan oruç budur. Çünkü bu, organlar üzerinde olumlu etkisini gösteren ve sahibine ahlâkî faziletler kazandırarak gayesine ulaşan oruçtur.
Üçüncüsü; birinci ve ikinci maddedekilerle beraber gönlünde Allah'tan başkasına yer vermemek, kalbini Allah'tan başka şeylerle meşgul etmemek suretiyle tutulan oruçtur. Oruçta ulaşılan en yüksek derece budur. Peygamberlerin ve Allah'ın veli kullarının tuttuğu oruç budur.
Oruçlu, önce helâl olan yiyecek içecek ve cinsel arzularından geçici bir süre uzak kalarak iradesine hakim olmayı öğrenir. Bu irade terbiyesi ile organlarının her türlü kötülükten uzaklaşmasını sağlayan mü'min, nihayet kalbini de kötü duygulardan arındırarak âdeta melekleşir. Maddî bağlardan, fani ihtiraslardan uzaklaştıkça kulluğun zirvesine ulaşır ve Allah'a yaklaşır.
Oruç İnsanı Sağlıklı Yapar
Orucun, ruh ve beden üzerinde olumlu etkileri ve vücut sağlığı bakımından faydalı sonuçları tıbben de kanıtlanmış bir gerçektir. Pek çok hikmetleri olan oruç emrinin bu yönüne de Peygamber Efendimiz dikkatimizi çekerek şöyle buyurmuştur:
"Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız."(27)
Peygamberimizin bu evrensel mesajının taşıdığı mânâ, çağlara ışık tutmakta, dinimizin emirlerindeki sır ve hikmetler zaman geçtikte daha iyi anlaşılmaktadır.
Burada sözü, konunun uzmanı olan tıp doktorlarına bırakarak orucun sağlık yönünden faydalarını bir kere de uzmanlarından dinleyelim:
"Sağlam insanlara orucun hiç bir zararı yoktur. Aksine "Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz" hadis-i şerifinde işaret buyurulduğu veçhile, vücûda faydası vardır. 8-16 saat sindirim cihazının, karaciğerin dinlenmesi kendi kendini toparlaması büyük bir faydadır." (28)
"Oruç normal sıhhatli olan insanlar için çok faydalı bir perhiz teşkil eder. Az yemek ve itidal ile yaşamak sonucu oruç tutanlar genellikle Ramazanda bir kaç kilo zayıflarlar. Bu suretle 11 ay zarfında vücutta depo edilen zararlı yağlar erimiş olur. Bu ise asrımızda herkese tavsiye edilen en mühim sağlık kuralıdır. Çünkü şişmanlık şeker hastalığına pek yakındır. Ayrıca damar sertliği, kalb hastalığı, tansiyon yüksekliği ve buna bağlı pek çok hastalığa müsait bir zemin hazırlar. Demek oluyor ki oruç, bütün bu dertlerden insanı koruyucu bir etki yapar." (29)
Bu gerçeği, sadece bizim bilim adamlarımız değil, konuyu inceleyen yabancı bilim adamları da dile getirmektedir:
1940 Nobel Tıp ödülünü kazanan ünlü bilim adamı, Dr. Alexis Carrel (Aleksi Karel) "L'Hamme, Cet İnconnu" adlı eserinde: "Oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme olduğunu ve orucun sağlık bakımından çok yararlı olduğunu." söyler. (30)
Orucun faydaları sadece bedenimizle ilgili değildir. Onun ruhumuzda ve sinir sistemi üzerindeki olumlu etkileri ve bu ibadetten oruçlunun duyduğu iç huzuru, pek çok manevî rahatsızlığı tedavî ederek kişiye güçlü bir moral kazandırır.
"Oruçta asıl sinir sistemi tam bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu bizdeki gerginliklerin, huzursuzlukların hemen hemen tümünü yok eder. Günümüzün en önemli iç sorunlarından olan stresler böylece büyük ölçüde kalkar." (31)
Oruç Nimetlerin Kıymetini Öğretir
Nimet elde iken değeri gereği gibi bilinemez. İnsan sahip olduğu nimetlerin değerini ancak bunlar elden çıktıktan sonra anlayabilir. Fakat iş işten geçtiği için artık bunun yararı olmaz.
Oruç tutmakla bir süre nimetlerden uzak kalan kimse bunların değerini daha iyi anlar. Sahip olduğu nimetlerden bir süre uzak kalmak insana, onları daha iyi korumasını, israf etmemesini ve nimetleri kendisine veren Allah'a daha çok şükretmesini öğretir. Nimetlere şükür ise onların çoğalmasına vesile olur.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Andolsun, şükrederseniz elbette (nimetimi) artırırım." (32)
Oruçlu Sabırlı Olmayı Öğrenir
Sabır, başarıya ulaşmanın en önemli şartlarından biridir. Sahip olduğu helâl şeylere oruçlu olduğu için el sürmeyen kimse; iradesine hakim olmuş, nefsini zorluklara alıştırarak terbiye etmiş ve üstün bir meziyet kazanmış olur.
Böyle bir insan hayatta karşısına çıkabilecek sıkıntılar karşısında sarsılmaz, bunlara kolaylıkla sabreder ve güçlükleri yenerek başarıya ulaşır. Acılı ve üzüntülü durumlar karşısında sabır ve tahammül göstererek soğukkanlılığını korur.
Orucun askerlik ve yurt savunması bakımından da ayrı bir önemi vardır. Savaş zamanlarında cephedeki asker, yiyecek ve içecek bulamadığı zaman açlığa ve susuzluğa katlanmak zorunda kalabilir. oruç tutmaya alışmış olanlar, böyle zorluklara daha kolay dayanırlar.
Orucun Sosyal Faydaları
Orucun fert bakımından pek çok faydaları yanında toplumun huzuruna da sağladığı çok önemli faydaları vardır.
Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde yansımasını sağlar.
Hayatında açlık nedir bilmeyen bir insan yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gereği gibi anlayabilir mi? "Bir eli yağda, bir eli balda" olan varlıklı bir kimse yoksulların çektiği ızdırabı yüreğinde duyabilir mi?
Elbetteki, gereği gibi duyamaz.
Fakat oruç tutan kimse açlığın ne demek olduğunu bizzat tatmış olduğundan yokluk içinde kıvranan fakirlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları içinde duyarak şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da fakirlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzur ve mutluluğuna katkıda bulunur.
Dinimiz, bütün müslümanları tek bir vücut gibi kabul etmiş, müslümanların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir.
Peygamberimizin, "Yanıbaşında komşusu aç olduğu halde tok yaşayan, olgun mü'min değildir" (33) anlamındaki sözü, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz insanların en cömerdi idi.
Ramazan ayında cömertliği doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.
Peygamberimizin saygı değer eşi Hz. Aişe diyor ki: "Allah'ın Rasûlü üç gün peşpeşe karnını doyurmamıştır. İsteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercih ederdi." (34)
Onun ahlâk ve fazilet dolu yaşayışını örnek alan müslümanlarda da aynı davranışları görüyoruz.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Ömer, "ihtiyaç sahipleri bize gelsin" diye halka duyuru yapmış; kendisi de, müslümanlar bolluğa kavuşuncaya kadar ekmekle beraber zeytin yağından başka katık yemeyeceğine yemin etmişti. (35)
Makbul Olan Oruç
Oruç, belirli bir süre sadece yemeyi, içmeyi bırakmak değil, aynı zamanda her türlü kötülükten de uzaklaşmıştır.
Helâl olan yiyecek ve içeceklerden uzak durduğumuz gibi;
- Dilimiz, yalandan,
- Ellerimiz, haram işlerden,
- Midemiz, haram lokmadan,
- Gözlerimiz, harama bakmaktan,
- Kulaklarımız, yalan ve dedikodu dinlemekten,
- Ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşarak, oruçtan nasibini almalı ve ömür boyu böyle devam etmelidir.
Oruçlu, çeşitli yemeklerle donatılmış sofranın başında iftar vaktine bir dakika kalsa bile, helâl olan yiyecek ve içeceklere elini sürmez. Çok acıkmış ve susamış olsa bile sabırla iftar vaktini bekler. Bu, zoraki bir bekleyiş değil, içten gelen umut dolu huzurlu bir bekleyiştir.
Mü'minin, Allah'ın emri karşısında gösterdiği bu teslimiyet nefis terbiyesi ve iradeye hakim olma eğitiminin çok olumlu bir sonucudur.
İnsanı, nefsanî arzularının esiri olmaktan kurtarıp âdeta melekleştiren gerçek bir eğitimdir bu.
Böyle bir eğitimden geçen mü'min;
- Helâl olan şeylere bile elini sürmezken, nasıl olur da harama el uzatabilir?
- Vücuda faydalı olan yiyecek ve içecekleri istediği zaman bırakabildiği halde, nasıl olur da vücuduna zararlı olan içkilerden ve kötü alışkanlıklardan vazgeçmez?
- Meşru olan cinsel arzularından vazgeçen mü'min, nasıl olurda haram yollara düşebilir? Zina ve fuhuş gibi meşru olmayan ilişkilerde bulunabilir?
Orucun olumlu etkileri hayatımıza yansıdığı ölçüde oruç gayesine ulaşmış ve oruçludan beklenen gerçekleşmiş olacaktır.
Orucun Vakti
Farz olan orucun vakti, Ramazan ayının günleridir. Oruç ay takvimine göre tutulur. Bilindiği gibi kameri aylar güneş takvimindeki aylara göre on gün önce gelir.
Böylece Ramazan orucuna her yıl on gün erken başlandığından Ramazan ayı yaklaşık 33 yılda sıra ile yılın bütün mevsimlerini dolaşmış ve oruç tutacağımız zamanlar da değişmiş olur. Bu durum, müslümanın değişik mevsimlerde oruç tutmasını ve dolayısıyla her mevsimin zorluklarına kendini alıştırmasını ve yoksulların çeşitli mevsim şartlarında çektikleri sıkıntıları anlamasını sağlar.
Bilindiği gibi dünya üzerinde bölgeler arasında önemli farklar vardır. Meselâ; Kuzey yarım kürede kış iken güney yarım kürede yaz hüküm sürmektedir. Eğer oruç, güneş takvimine göre belirli bir mevsimde tutulsaydı, bazı bölgelerdeki müslümanlar ömür boyu soğuk mevsimde oruç tutarken bazıları daima sıcak günlerde tutacak, aynı şekilde müslümanların bir kısmı daima uzun günlerde oruç tutarken, bir kısmı da kısa günlerde tutmuş olacaktı. Böylece bazı müslümanlar orucu her zaman kolaylıkla tuttuğu halde bazıları da daima güçlük içinde tutmak zorunda kalacaktı.
Orucun, yılın bütün mevsimlerini sıra ile dolaşan kameri bir ayda (Ramazanda) tutulması ile bu sakıncalar ortadan kalkmıştır.
Ramazan Orucu Kaç Gündür?
Ramazan ayı, bazı yıllarda 30 gün, bazı yıllarda da 29 gün olur. Peygamber Efendimiz bir kere iki elinin on parmağını açarak:
- Bir ay: "şöyledir, şöyledir" buyurmuş ve üçüncüsünde serçe parmağını kısarak: "şöyledir" demiştir ki bu, 29 oluyor. Sonra:
- Bazı ay da: "şöyle, şöyle, şöyledir" demiş ve on parmağını üç defa açıp kapayarak bazı ayın otuz olduğuna işaret etmiştir. (36)
Ramazan ayının 30 gün çektiği yıllarda tutulan oruç tam olduğu gibi, 29 gün olduğu yıllarda da yine tamdır. Çünkü farz olan ayın tamamını oruç tutmaktır. Bu sebeple Ramazan ayının 29 gün olduğu yıllarda orucun eksik olması sözkonusu değildir.
Nitekim Peygamber Efendimiz dokuz Ramazan orucu tutmuştur. Bu Ramazanların dördü 29 gün, beşi de 30 gün olmuştur.
Ramazan ayı girmeden önce, onu karşılamak maksadıyla bir veya iki gün oruç tutmak doğru değildir. Böyle bir oruç, farz olan ve kaç gün olduğu kesinlikle bilinen Ramazan orucuna ilâve endişesi taşıdığı için mekruh görülmüştür.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz Ramazanı bir gün veya iki gün oruçla karşılamasın. Ancak mu'tadı olan bir orucu tutuyorsa onu tutsun." (37)
Ancak, ayın ve haftanın belirli günlerinde oruç tutmayı alışkanlık haline getiren kimsenin oruç tuttuğu günler Ramazan öncesindeki iki güne rastlarsa bu oruçları tutmak mekruh olmadığı gibi, Ramazandan önce iki günden fazla oruç tutmak da (Ramazana ilâve endişesi ortadan kalktığından) mekruh değildir.
Ramazan Ayı Nasıl Belirlenir?
Ramazan ayının başlayış ve bitişi ile bayram gününün doğru olarak tesbit edilmesine gelince:
Kamerî aylar, özellikle Ramazan, şevval ve zilhicce aylarının tesbit edilmesi bu aylara ait hilâller, gözlemle tesbit edildiği gibi bunlar astronomik hesaplarla da belirlenebilir.
İslâmın ilk yıllarında astronomi ilmi, ayın hareketleri hakkında kesin ve doğru bilgi verecek seviyede olmadığından Ramazan ayının başlangıcı ile bayram hilâl'i görülerek tesbit ediliyordu.
Astronomi ilmi bu gün kesin sonuçlar vermekte, astronomik hesaplarla çok önceden ayın hareketleri saat, dakika ve saniyesine kadar tesbit edilmektedir.
Astronominin bugünkü kadar kesin ve yaygın olmadığı asırlarda bile İslâm âlimlerinin bir bölümü Ramazanın başlangıcı ile bitiminin astronomik hesaplarla tesbit edilebileceğini ve buna göre oruca başlanıp bayram yapılabileceğini belirtmişlerdir. Bu gün ise, astronomi ilmi ayın hareketleri hakkında doğru ve kesin bilgi verecek seviyeye gelmiş, kamerî aybaşlarının tesbitindeki şüpheler ortadan kalkmıştır. Ramazan ve bayram hilâllerinin tesbiti için yapılan gözlemler de astronomik hesapların doğruluğunu göstermiştir.
İster hilâli görerek, ister astronomik hesaplarla olsun maksat; Ramazanın başlangıç ve bitiş günleri ile bayram tarihlerinin doğru olarak belirlenmesidir.
Dinimiz, ilim ve tecrübeye büyük önem vermiş, İslâm bilginleri ilmin hemen her dalında olduğu gibi astronominin gelişmesinde de değerli çalışmalar yapmışlardır. Hal böyle iken, ayın ve güneşin hareketleri hakkında kesin bilgiler veren ve pek çok kolaylıklar sağlayan astronomiden oruç vaktinin belirlenmesinde ilme büyük değer veren bir dinin mensupları olan müslümanların yararlanması gerekmez mi?
Astronomik hesaplarla kameri ayların tesbiti, bu gün ortaya atılmış bir görüş değildir. Asırlarca öncesinden itibaren bu yolla, Ramazan ve bayramların tesbit edilmesinin caiz olduğu görüşünde olan pek çok İslâm âlimi geldiği gibi, günümüzdeki ilim adamlarının çoğunluğu da bu görüşü benimsemektedir.
Kaldı ki, namaz vakitleri de ilk zamanlar görünüşe göre güneşin hareketine (gerçekte ise dünyanın güneş etrafında dönmesine) bağlı olarak ışık ve gölge durumlarına göre çıplak gözle tesbit edildiği halde, günümüzde yine kitap ve sünnetteki ölçüler esas alınarak önceden hesapla belirlenip takvimlerde gösterilmektedir.
Günlük orucun başlangıç (imsak) ve bitiş (iftar) vakitlerinin tesbiti de yine güneşe göre namaz vakitlerinde olduğu gibi astronomik hesaplarla yapılmaktadır.
Hesapla yapılan bu tesbitleri dileyen kimse, gözlemle de yapabilir.
Orucu Kimler Tutar
Bir kimseye orucun farz olması için kendisinde şu üç şartın bulunması gerekir:
1. Müslüman olmak.
2. Akıllı olmak.
3. Erginlik çağına gelmiş bulunmak.
Bu şartları taşımayanlara oruç tutmak farz değildir. Ancak erginlik çağına gelmeyen çocukları, bünyelerine zarar vermeyecek şekilde oruç tutmaya alıştırmak uygun olur.
Orucun Edasının Şartları
Orucun farz olması için gerekli olan şartlardan başka oruç ibadetinin yerine getirilebilmesi için de bazı şartların bulunması lâzımdır. Bunlar:
1. Sağlıklı olmak.
2. Mukim olmak (yani misafir olmamak).
Oruç tutamayacak kadar hasta olanlarla, dinî ölçülere göre yolcu olanlar oruçlarını erteleyebilirler. Hastalar iyileşince, yolcular da ikamet ettikleri yere dönünce tutamadıkları günler sayısınca oruçlarını tutarlar.
Orucun Sıhhatinin Şartları
Oruç tutma şartlarını taşıyan bir kimsenin tutacağı orucun sahih, yani geçerli olabilmesinin şartları da şunlardır:
1. Oruç tutmaya niyet etmek.
2. İmsaktan iftara kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak.
3. Kadınların ayhali ve lohusa halinde bulunmaması.
Ayhali ve lohusa olan kadınlar, bu hallerinin devam ettiği günlerde oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Bu haller sona erince tutamadıkları günlerin oruçlarını kaza ederler. Fakat kılamadıkları namazları kaza etmezler.
Oruç Çeşitleri
Beş çeşit oruç vardır:
1- Farz Olan Oruçlar: Ramazan ayında oruç tutmak, Ramazanda tutulamayan orucu başka günlerde kaza etmek ve keffaret oruçları da farzdır.
2- Vacip Olan oruçlar: Adak oruçları ile, bozulan nafile oruçları kaza etmek vaciptir.
3- Sünnet Olan Oruçlar: Muharrem ayının dokuzuncu gününü onuncu günü ile veya onuncu gününü onbirinci günü ile birlikte oruç tutmak sünnettir.
4- Müstehab Olan Oruçlar: Kamerî ayların onüç, ondört ve onbeşinci günleri ile haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri ve Ramazandan sonra Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehabdır.
5- Mekruh Olan Oruçlar:
Mekruh olan oruçlar iki kısımdır:
a) Tenzihen Mekruh Olan Oruçlar: Muharrem ayının sadece onuncu günü ile yalnız cuma ve yalnız cumartesi günlerinde oruç tutmak, akşamdan iftar etmiyerek bir günün orucunu ertesi güne birleştirmek mekruh olduğu gibi, kişiyi zayıf düşürmesi ve orucu âdet haline getireceği için senenin tamamını oruç tutmak da mekruhtur.
Peygamberimiz, belirli zamanlarda tutulması emir ve tavsiye edilen oruçlar dışında sürekli olarak her gün oruç tutulmasını uygun görmemiştir.
Ashab-ı Kiram'dan Selman-ı Farisî Ebu'd-Derdâ'yı ziyarete gitti ve bulamadı. Eşini eski elbise içinde perişan bir durumda görünce:
- Bu ne haldir? diye sordu. Kadın:
Kardeşin Ebu'd-Derdâ'nın dünya ile işi yok ki, "gündüz oruç tutar, gece namaz kılar" diye yakındı. Bu sırada kocası Ebu'd-Derdâ da geldi. Selman'ı selâmladı ve onun için yemek hazırlayıp önüne getirdi. Selman ona:
- Haydi sen de ye! dedi. Ebu'd-Derdâ:
- Ben oruçluyum, deyince, Selman:
- Vallahi sen yemeyince ben de yemem dedi. Bunun üzerine o da, orucunu bozup misafiri ile yedi. (38) Gece olunca Ebu'd-Derdâ gecenin ilk saatlerinde namaza kalkmak istedi. Selman:
- Uyu; diye ona engel oldu. Ebu'd-Derdâ da uyudu. Sonra tekrar kalkmak isteyince yine Selman:
- Uyu! diyerek, ona engel oldu.
Gecenin geç vaktinde, Selman:
- Şimdi kalk! dedi ve ikisi de kalkıp abdest aldılar ve namaz kıldılar. Namazdan sonra Selman Ebu'd-Derdâ'ya:
- Kardeşim! Şüphesiz senin üzerinde Rabbının hakkı vardır.
- Kendinin de hakkı vardır.
- Ailenin de hakkı vardır.
Binaenaleyh, her hak sahibine hakkını vermelisin, dedi.
Sonra Ebu'd-Derdâ Peygamberimizin huzuruna gelip olanları anlatınca, Peygamber Efendimiz:
Selman doğru söylemiştir, buyurdu. (39)
Görülüyor ki bir müslüman'ın, yapmakla yükümlü bulunduğundan fazla olarak kendisini tamamen ibadete vererek vücudunu zayıf düşürmesi, dünya ile ilgisini kesmesi ve ailesini ihmal etmesi doğru değildir.
b) Tahrimen Mekruh Olan Oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ile kurban bayramının dört günü oruç tutmak tahrimen mekruhtur.
Bu günler, Allah'ın kullarına birer ziyafet günleridir. Oruç tutarak Allah'ın ziyafetinden kaçmak doğru değildir.
Oruca Ne Zaman ve Nasıl Niyet Edilir?
Orucun önemli bir şartı da niyettir. Niyetsiz oruç sahih değildir. Bu sebeple; niyetin ne zaman ve nasıl yapılacağının bilinmesi gerekir.
Niyet zamanı itibariyle oruçlar ikiye ayrılır:
1- Akşamdan itibaren gündüz kuşluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar;
Bunlar, Ramazan ayında tutulan, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar ile nafile olarak tutulan oruçlardır.
Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebileceği gibi gündüz kuşluk vaktine kadar da niyet edilebilir, gece niyet etmek daha faziletlidir.
Gündüz oruca niyetin caiz olması, imsaktan sonra birşey yemeyip içmemeye ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağlıdır. Eğer oruca aykırı bir şey yapılmış ise gündüz niyet caiz olmaz.
2- İmsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar:
Bunlar da; Ramazanda tutulamayıp başka zamanda kaza edilen Ramazan orucu ile her çeşit keffaret oruçları, başlanıp ta bozulan nafile oruçların kazası ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlardır.
Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadığından bunlar için imsaktan önce geceleyin niyet etmek lâzımdır. Bu oruçlara tan yeri ağardıktan yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.
Ramazan orucuna akşamdan itibaren kuşluk vaktine kadar niyet edilebilir. Şöyle ki;
Normal olarak oruca sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir şey yapmasın.
Sahura kalkmak istemeyen bir kimse akşamdan sonra yarının orucuna niyet edebilir, geceleyin kalkıp tekrar niyet etmesi gerekmez.
Niyet esasen kalb ile olur. Yani geceleyin, yarın oruç tutacağını kalbinden geçiren kimse niyet etmiş demektir. Oruç tutmak düşüncesi ile sahur yemeğine kalkan kimsenin bu düşüncesi de niyettir. Oruca kalb ile niyet etmek yeterlidir. Ancak kalb ile yapılan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir. Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet etmeli, hem de dili ile:
"Niyet ettim Ramazan-ı şerifin yarınki orucuna" diye söylemelidir. Her günün orucuna ayrı niyet etmek lâzımdır.
Oruçluya Müstehap Olan Şeyler
1. Sahura kalkmak.
2. Sahur yemeğini biraz geç yemek. Yemeği şüpheli bir vakte kadar geciktirmek ise mekruhtur.
3. Güneş battığı iyice anlaşıldıktan sonra iftarda acele etmek. İftarı namazdan önce yapmak da müstehaptır. İftarda şu duayı okumak sünnettir:
"Allahümme leke sumtu ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme'l-Ğadi min şehri Ramazane neveytü, feğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü."
Anlamı: "Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!" Sahur ve İftarın Fazileti
Sahurda kalkıp yemek müstehabdır. Peygamberimiz: "Sahurda yemek yeyiniz, çünkü sahur da bereket vardır"(40) buyurmuştur. Sahur yemeği, oruca dayanma gücü verir. Duaların kabul edildiği vakitlerden biri de sahur zamanıdır. Oruçlu sahura kalktığı zaman, dilekleri için dua etmeli ve Allah'tan günahlarının bağışlanmasını istemelidir.
Oruçlulara iftar yemeği vermek hayırlı bir davranış olduğu gibi bu sofralarda misafir ağırlamak unutulmaması gereken geleneklerimizdendir de.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
"Bir oruçluya iftar veren kimseye, o oruçlunun sevabı kadar sevap verilir. Ancak o oruçlunun sevabından da bir şey eksilmez." (41)
Oruç ibadetini tamamlayıp iftar vaktine yetişen kimse, bundan büyük bir mutluluk ve sevinç duyar. O, tuttuğu orucun mükâfatını almak üzere, kıyamet gününde Allah'ın huzuruna vardığı zaman en büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Oruçlunun iki sevinci vardır: Biri iftar ettiği vakit, diğeri de Allah'a kavuştuğu zamandır." (42)
İftar vakti yapılan dualar kabul edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Üç kimsenin duası geri çevrilmez, kabul edilir:
1- Oruçlunun iftar vaktindeki duası,
2- Adaletli hükümdarın duası,
3- Mazlumun duası."(43)
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #35
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Ramazan ayi,


. Ramazan ayi, insanlara yol gösterici, dogrunun ve dogruyu egriden ayirmanin açik delilleri olarak Kur'an'in indirildigi aydir. Öyle ise sizden ramazan ayini idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadigi günler sayisinca) baska günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylik ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayiyi tamamlamaniz ve size dogru yolu göstermesine karsilik, Allah'i tazim etmeniz, sükretmeniz içindir. 186. Kullarim sana, beni sordugunda (söyle onlara): Ben çok yakinim. Bana dua ettigi vakit dua edenin dilegine karsilik veririm. O halde (kullarim da) benim davetime uysunlar ve bana inansinlar ki dogru yolu bulalar.

Oruç gecesinde kadinlariniza yaklasmak size helâl kilindi. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiginizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bagisladi. Artik (ramazan gecelerinde) onlara yaklasin ve Allah'in sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahin beyaz ipligi (aydinligi), siyah ipliginden (karanligindan) ayirt edilinceye kadar yeyin, için, sonra aksama kadar orucu tamamlayin. Mescitlerde ibadete çekilmis oldugunuz zamanlarda kadinlarla birlesmeyin. Bunlar Allah'in koydugu sinirlardir. Sakin bu sinirlara yaklasmayin. Iste böylece Allah âyetlerini insanlara açiklar. Umulur ki korunurlar." (hep Buhari)

Yine Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurur:

"Oruç tutunuz ki, sihhat bulunuz!" (Taberânî)
"Iftari acele ediniz; sahûru geciktiriniz!.."
Oruçlarimizi sakatlayacak ihmâllerden kaçinmak îcâb eder. Öfkeden siddetle uzaklasmalidir.

Hadîs-i serîfde buyurulur:
"Oruç, sadece yemek, içmek vesaireden kesilmek degildir. Kâmil ve sevabli oruç, ancak faydasiz laftan, bos vakit geçirmekten, kötü söylemekten (dedikodudan) ve nefs-i emmârenin bütün temâyüllerinden vazgeçmektir. Sâyet biri sana söver, yahut sana karsi câhilce herhangi bir harekette bulunursa, kendi kendine: {_F deüphesiz ki ben oruçluyum!} de; sabret!" (Hakim , Beyhakî)

Zîrâ Ramazan-i Serîf’in bir adi da {_F feehru’s-sabir}dir.
Sabir, güzel ahlâkin agirlik merkezidir. Îmânin yarisi, ferah ve seâdetin anahtaridir. Cennet nîmetlerine kavusturan büyük bir nîmettir.

Dîn ve ahlâkda sabir, hosa gitmeyen ve izdirap veren hâdiseler karsisinda muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmakdir.

Enbiyâ ve evliyâ, sabirla Allâh’in yardimina nâil oldular. Onlar bizim yüksek örneklerimiz olmalidir.

Sabrin dünyevî tarafi aci, âhiret tarafi çok parlaktir. Sabrin acilarini sîneye çekenler, ebediyyet devleti olan cennete ve Allâh’in rizâsina kavusurlar.

Her hâlukârda Allâh’in emir ve yasaklarindaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtlari düsünmek, sabri kolaylastirir.

Sabrin ilk sarti da, hâdise ile ilk karsilasma zamaninda olmasidir. Tavi geçmis bir sabrin, fazla bir mükâfâti yoktur.

"Sabûr" ism-i serîfinin en güzel tecellî merkezi peygamberler ve evliyâullâhdir. Nitekim onlardan bizlere intikâl eden en güzel ahlâk-i seniyyeden biri olarak varlik ve darlik zamanlarinda sabir, çok mühimdir.

***
Oruçlarimizi Allâh -celle celâlühû- beraberliginde tutmamiz için "sahur, terâvih, zikir, Kur’ân ve duâ" gibi mânevî istinadlardan lezzet almak îcâb eder.

Iftar zamani da, duâlarin kabûl oldugu ince bir vuslat demidir. Bunun içindir ki, bu heyecanli anlarin birlikte yasanmasi da ayrica bir rahmet ve huzûr kaynagidir. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyururlar:

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun ecri gibi -oruçlunun sevabindan hiçbir sey eksilmeden- ecir alir." (Tirmizî)

Bu müjdeyi duyan ashâb-i kirâmin fakîrleri, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e gelerek kendilerinin zenginler gibi oruçluyu doyuracak derecede iftâr yemegi vermeye güçlerinin yetmedigini hüzünle arzettiklerinde de Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, söyle buyurdular:

"Kim bir oruçluyu bir hurma ile iftâr ettirirse veya bir içecek su ile veya tadimlik bir süt ile iftâr ettirirse, Allâh Teâlâ, ona ayni sevabi verir."

***
Nâfile oruçlarda ayri bir hassasiyet vardir. Zîrâ has kullarin amelinin esasi sidktir. Bu da, niyyetin hâlisiyyeti ve nefsin tezkiyesi nisbetindedir.

Bu husûsda gerek nâfile oruç tutmak, gerek oruçsuzluk, gerek oruç tutmayanlarin israri ile nâfile orucu bozmak, gerekse bozmamak seklinde saglam bir niyete bagli olan her amel efdaldir.û Saîd -radiyallâhü anh- anlatir:

"Ben Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi için bir yemek hazirlamistim. Yemegi kendilerine takdîm edince, aralarindan bir kimse çikip {REF Ben oruçluyum!} dedi. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

"–Kardesiniz sizi çagirdi ve sizin için hazirlik yapti. Simdi sen {REF oruçluyum} diyorsun. Orucunu boz ve onu bir baska gün kazâ et!» buyurdu." (Tirmizî, Ebû Dâvûd)
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:24
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #36
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

ORUCA NE ZAMAN VE NASIL NİYET EDİLİR?

Orucun önemli bir şartı da niyettir. Niyetsiz oruç geçerli değildir. Bu sebeple; niyetin ne zaman ve nasıl yapılacağının bilinmesi gerekir. Niyet zamanı itibariyle oruçlar ikiye ayrılır:

1- Akşamdan itibaren gündüz kuşluk vaktine kadar niyet edilebilen oruçlar: Bunlar, Ramazan ayında tutulan, belirli günlerde tutulması adanan oruçlar ile nafile olarak tutulan oruçlardır.

Bu oruçlara geceleyin imsak vaktinden önce niyet edilebileceği gibi gündüz kuşluk vaktine kadar da niyet edilebilir, gece niyet etmek daha faziletlidir.

Gündüz oruca niyetin caiz olması, imsaktan sonra birşey yemeyip içmemeye ve orucu bozan bir iş yapmamaya bağlıdır. Eğer oruca aykırı bir şey yapılmış ise gündüz niyet caiz olmaz.

2- İmsak vaktinden önce geceleyin niyet edilmesi gereken oruçlar: Bunlar da; Ramazanda tutulamayıp başka zamanda kaza edilen Ramazan orucu ile her çeşit keffaret oruçları, başlanıp ta bozulan nafile oruçların kazası ve mutlak olarak adanan (zamanı belirlenmeyen) oruçlardır.

Bu oruçlar için belirlenen bir vakit olmadığından bunlar için imsaktan önce geceleyin niyet etmek lâzımdır.

Bu oruçlara tan yeri ağardıktan yani imsak vakti geçtikten sonra niyet edilmez.

3- Normal olarak oruca sahur yemeğini yedikten sonra niyet edilir. Ancak sahurda uyanamayıp yeme içme zamanının bittiği imsak vaktinden sonra kalkan bir kimse, güneş doğmuş olsa bile, kuşluk vaktine kadar o günün orucuna niyet edebilir. Yeter ki, imsak vaktinden sonra orucu bozacak bir şey yapmasın.

Sahura kalkmak istemeyen bir kimse akşamdan sonra yarının orucuna niyet edebilir, geceleyin kalkıp tekrar niyet etmesi gerekmez. Niyet esasen kalb ile olur. Yani geceleyin, yarın oruç tutacağını kalbinden geçiren kimse niyet etmiş demektir.

Oruç tutmak düşüncesi ile sahur yemeğine kalkan kimsenin bu düşüncesi de niyettir. Oruca kalb ile niyet etmek yeterlidir. Ancak kalb ile yapılan bu niyeti dil ile söylemek daha iyidir.

Bu sebeple, oruç tutacak olan kimse, hem içinden niyet etmeli, hem de dili ile: "Niyet ettim Ramazan-ı şerifin yarın ki orucuna" diye söylemelidir. Her günün orucuna ayrı niyet etmek lâzımdır.
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:24
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
18 Mayıs 2006       Mesaj #37
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

FİDYE, KAZA VE KEFFARET NEDİR?

FİDYE: Oruç tutmaya gücü yetmeyen düşkün ve yaşlı kimseler ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, Ramazan ayının her günü için birer fidye verirler. Fidyenin tutarı aynen fitre kadardır. Bu fidyeler Ramazan'ın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazan ayı içinde veya sonunda da verilebilir.

Fidyenin hepsi bir fakire topluca verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de dağıtılabilir.

Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye gücü yetmiyorsa Allah'tan bağışlanmalarını isterler.

Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar eğer ileride tutabilecek duruma gelirlerse tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış sayılır.

KAZA: Kaza, bozulan orucun yerine gününe gün oruç tutmaktır. KEFFARET: Keffaret, Ramazanda bile bile bozulan bir gün orucun yerine iki kameri ay veya altmış gün peşpeşe oruç tutmak demektir.

Ayrıca bozulan orucun da kaza edilmesi gerekir. Keffaret, sadece Ramazan ayında tutulan orucun bile bile bozulmasının cezasıdır. Diğer oruçların bozulması halinde yalnız kaza, yani gününe gün oruç tutmak yeterli olur.

Ramazan orucu öbür aylarda kaza edilirken bilerek bozulsa yine kaza lâzım gelir, keffaret gerekmez.

Keffaret orucu, ara verilmeden peşpeşe tutulacağı için Ramazan ayına ve oruç tutulması haram olan günlere rastlamaması lâzımdır.

Keffaret orucuna kameri aylardan birinin ilk gününde başlanırsa iki ay ara vermeden oruç tutulur.

Bu aylardan ikisi de yirmidokuz gün çekse bile iki tam ay oruç tutulduğu için keffaret tamamlanmış olur.

Ayın ilk günü değil de diğer günlerde başlanırsa hiç ara vermeden 60 gün oruç tutularak keffaret tamamlanır. Herhangi bir sebeple keffaret orucuna ara verilir veya eksik tutulursa yeniden başlayıp altmış günü kesintisiz tamamlamak lâzımdır.b
Kadınlar keffaret orucu tutarken araya giren ayhali günlerini tutmazlar, ayhali yani âdet halleri bitince ara vermeden oruca devam ederek 60 günü tamamlarlar.

Kadın, adet hali bittiği halde oruç tutmayarak keffaret orucuna ara verirse, keffarete yeniden başlaması gerekir.

Birkaç defa keffareti gerektirecek şekilde orucunu bozan kimseye bunların hepsi için bir keffaret orucu yeterli olur. Ancak keffareti yerine getirdikten sonra yine kasten orucunu bozarsa bundan dolayı da ayrıca keffaret icab eder.

Yaşlı veya hasta olup keffaret orucu tutmaya gücü yetmeyen kimse keffaret olarak altmış fakiri sabah ve akşam yedirip doyurur. Veya yemek parasını fakirin eline verir. Her günlük yiyecek bir fitre miktarıdır.

Fitre miktarı bu parayı ayrı ayrı altmış fakire verebileceği gibi, hergün bir fitre miktarı olmak üzere altmış günde bir fakire de verebilir.

Altmış günlük yiyeceği veya fitre miktarı olan değerini bir günde bir fakire verirse sadece bir günlük yerine geçer.
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:25
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Mayıs 2006       Mesaj #38
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Orucu bozmamakla alâkali rivâyet ise söyledir:


"Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ve ashâbi, Bilâl -radiyallâhü anh-’in oruçlu oldugu bir mecliste yediler ve içtiler. Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-:

{ Biz rizkimizi yiyoruz.. Bilâl’in rizki ise cennettedir.} buyurdular." (Ibn-i Mâce)

Bu hadîs-i serîfler gösteriyor ki, niyet ve kalbin durumuna göre nâfile orucu îcâb ettiginde bozup bozmamak husûsunda her iki davranis da câizdir.

Amellerin degerlendirilmesi Allâh’a âiddir. Ömrün hayirlisi, O’nun yaninda geçen ve O’nun ugrunda harcanandir. Insan, mezara indirilirken fânî hayatin ancak hâtiralari ile gömülecektir. Mezarlar, amel-i sâlihden baska hiçbir seyin giremedigi mekânlardir.

Allâh rizâsina uygun düsmeyen bir hayat, çöllerdeki seraplara benzer. Hakîkatten nasîbsiz hayâlden ibârettir.

Hadîs-i serîfde:
"Mü’min öldügü zaman, namazi bas ucunda, sadakasi saginda, oruç gögsünde bulunur." buyurulmasi, bunun en güzel bir delîlidir.

Allâh’in sonsuz kereminden umulur ki, Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in buyruklari sebebiyle bizlerin mübârek Ramazan ayinin biraz daha fazla kiymetini bilmemize, ona daha fazla deger verip daha fazla sevap islememize ve daha az günâha girmemize sebep olur.

ARZULARIN KÖLELIGINDEN AZAT OLMAK

Yeryüzünde halife olarak yaratilan insan, Allahu Tealâ’ya kulluk etmedigi taktirde, Allah onu masivanin kölesi yaparak cezalandirir. Böylece insanoglu, kendisine hizmet için yaratilan seyleri gaye haline getirip onlari Allah gibi sevmeye baslar (Bakara/165). Bu da gönül ve fikir dünyasinin madde tarafindan tutsak edilmesi demektir.

Allahu Teâlâ, böyle nefsanî zevk ve sefa pesinde kosarak maddenin tutsagi haline gelen kâ­fir­lerin hallerini muhtelif ayetlerde söyle beyan etmektedir: “Hevâsini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?” (Furkan, 43). “Davarlarin yedigi gibi yer ve içerler. Onlarin yeri atestir.” (Muhammed/12). “Onlar hayvanlar gibi, hatta hayvan­lar­dan da asagidirlar.” (Araf/179).

Bu ayetler her ne kadar iman etmeyenleri tasvir ediyorsa da, madde, makam, söhret gibi seylerin tutsagi haline gelen müminler de anilan ayetlerin muhatabi olmaktan kurtulamazlar.

Iste müminleri bu esaretten kurtaracak en tesirli ibadet oruçtur. Çünkü oruç, nazarlari maddenin ve midenin ötesine çekerek, insana yaratilis gayesini hatirlatir. Bu yüzden bütün ilâhî dinlerde oruç vardir. Kur’an-i Kerim’de söyle buyurulur: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmis ümmetlere farz kilindigi gibi, size de farz kilindi. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara/183)

“Oruçlu için iki sevinç vardir: Birincisi orucu açtigi zamanki sevincidir. Digeri de Rabbi'ne kavustugu zamanki sevincidir." (Hadis-i Serif)

Ruh ve bedenden yaratilan insan, madde ile mananin birlesiminden meydana gelen bir güzelliktir. Oruç, madde ile mana arasinda bir denge ve maddenin lehine bozulan dengeyi aslina iadedir. Böylece, Allah’i tanimak ve O’na kulluk etmek için yaratilan insan, himmetini yaradilis gayesine yogunlastirarak Allah’in rizasina ulasir.

Hadîs-i serîfde buyurulur:
"Eger insanlar, Ramazan-i Serîf’in ne oldugunu lâyikiyla bilselerdi, senenin tamaminin Ramazan olmasini arzu ederlerdi."

Günlerimiz mübârek, Ramazan-i Serîf’imiz makbûl olsun!..
Istikbâl mü’minlerindir...
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:25
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
23 Mayıs 2006       Mesaj #39
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Oruç keffâreti
Keffâret, Ramazan ayının hürmet perdesini yırtmanın, ya'nî Ramazan orucunu bile bile bozmanın cezâsıdır. Oruç keffâreti için ard arda altmış gün oruç tutmak lâzımdIr. Ramazan günü özürsüz, bir orucu bozmanın cezâsı, altmış gün, bir gün kazâsı ile 61 gün oruç tutmaktır.
Bunun için keffârete halk arasında "61" denmektedir. Keffâret sadece Ramazanda kasten bozulan orucun cezâsıdır. Başka oruçlar bozulduğunda keffâret gerekmez.
Birkaç Ramazanda keffâretleri olan veya bir Ramazanda iki gün keffâreti olan kimse, birinci keffâreti yapmamış ise, ikisi için yalnız bir keffâret yapar. Birinci keffâreti yapmış ise, ikinci keffâreti de ayrıca yapması lâzımdır.
Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özür ile veya bayram günlerine rastlamak sebebi ile bozulursa veya Ramazana rastlarsa, yeniden altmış gün tutmak lâzım olur. Kadınlar özür sebebiyle bozunca, yeniden başlamaz. Özrü bitince geri kalan günleri tutarak, altmışa tamamlar.
Devamlı hasta veya yağlı olup altmış gün oruç tutamıyan kimse, bir fakîri, bir günde iki defa doyurmak üzere altmış gün yedirir. Altmış fakîrin her birine 1750 gram buğday veya un, yahut bunların kıymeti kadar ekmek, başka mal veya altın, gümüş vermek veya bunları bir fakîre altmış gün vermek de câiz olur.
Doyurmak için kâğıt para da verilir. Oruç tutabilen kimsenin fakîrleri doyurmak sûretiyle keffâretten kurtulmaya çalışması câiz değildir.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
28 Mayıs 2006       Mesaj #40
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

Kuran'da Ramazan Ayı ve Oruç


[Bakara 183] Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.

[Bakara 184] Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

[Bakara 185] (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.

[Bakara 187] Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikafta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.

İftar Duası


"Allahümme leke sumtu ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkıke eftartü ve savme'l-Ğadi min şehri Ramazane neveytü, feğfirlî mâ kaddemtü ve mâ ahhartü."

"Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!"

Kadir Gecesi'nin önemi


* Kur'an-ı Kerim bu gecede inmeye başlamıştır.
* Bu gecedeki ibadet, içerisinde Kadir Gecesi bulunmayan bin ayda yapılan ibadetten daha faziletlidir.
* Gelecek bir seneye kadar cereyan edecek olan her türlü hadiseler Allah'ın ezeli kaza ve takdiri ile ilgili meleklere bu gece bildirilir.
* Bu gecede yeryüzüne Cebrail ve çok sayıda melek iner.
* Bu gece tanyerinin ağarmasına kadar esenliktir, her türlü kötülükten uzaktır. Yeryüzüne inen melekler uğradıkları her mümine selam verirler.

Oruç Neye Denir?


İslâm'ın beş temelinden biri de Ramazan ayında oruç tutmaktır.
Oruç; niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından (imsak vaktinden) itibaren güneş batıncaya kadar yememek, içmemek ve cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir.

Orucun Farz Oluşu


Oruç, hicretin ikinci yılında farz kılınmıştır.
Orucun müslümanlara farz olduğu Bakara sûresindeki:
"Ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizlere de farz kılındı. Ta ki, korunasınız" (15) âyetiyle bildirilmiş, ayrıca aynı sûrenin 185. âyetinde de "sizden kim bu aya (Ramazan'a) erişirse oruç tutsun" buyurularak oruç ibadetinin yerine getirilmesi emredilmiştir. Peygamber Efendimiz de, İslâm'ın beş temelinden birinin Ramazan ayında oruç tutmak olduğunu bildirmiştir. (16)
Birinci ayetten açıkça anlaşılıyor ki oruç, ilk peygamber Âdem (a.s.)'den itibaren bütün peygamberlere ve onlara inananlara farz kılınmıştır. Oruç, insanlığın ilk zamanlarından beri yerine getirilmesi emredilen bir ibadettir. Çünkü, ruhen arınıp ahlâken olgunlaşmak bakımından insanın oruca ihtiyacı olduğu gibi maddî ve manevî pek çok faydaları da vardır.
Anlamlarını sunduğumuz ayetlerde orucun, müslümanlara farz olduğu bildirilmiş; hasta, yolcu ve oruç tutmaya gücü yetmeyenler için getirilen kolaylıklar hakkında da şöyle buyurulmuştur:
"(Oruç) sayılı günlerdir. Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir yoksulu doyuracak fidye gerekir."(17)
Bu ayette, geçerli mazereti olanların, orucu Ramazan'dan sonraya erteleyebilecekleri bildirildikten sonra sürekli mazereti olup da ömürboyu oruç tutmaya gücü yetmeyenlere bunun karşılığında fidye vermeleri emredilerek gerekli kolaylık sağlanmıştır. Ciddî ve geçerli bir mazeret olmadıkça belirli şartları taşıyan müslümanların ise bizzat oruç tutarak Allah'ın emrini yerine getirmesi gerekir.

Diğer Semavî Dinlerde Oruç


Orucun farz kılındığını bildiren Bakara sûresinin 183. ayetindeki; "Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı..." ifadesi; orucun sadece biz müslümanlara değil, önceki ümmetlere de farz kılındığını göstermektedir.
Ancak onlara farz kılınan orucun-bazı rivayetler hariç-kaç gün olduğu, ne zaman ve nasıl tutulduğu hakkında bugün kesin bir bilgiye sahip değiliz. Çünkü, önceki ilâhî kitapların büyük ölçüde tahrif edildiği ve dinî hükümlerin ve dolayısıyle orucun da değişikliğe uğradığı bilinmektedir. Bu sebeple, oruç ibadetinin onlara farz kılınan aslı bozulmamış şekli hakkında sağlıklı bilgi vermemiz mümkün değildir.
Ancak, Hristiyan ve Yahudilerin bugün değişik şekillerdeki oruç uygulamaları bilinmektedir.
İslâm Dinindeki oruca gelince;
Kur'an-ı Kerim Allah'tan gönderildiği gibi elimizde, Peygamberimizin hayatı en ince ayrıntılarına kadar ortadadır. Bu sebeple Kur'an, orucu nasıl emretmiş, Peygamberimiz nasıl tutmuş ise o tarihten itibaren müslümanlar bu ibadeti aynı şekilde yerine getirmektedir.
İslâm'ın en büyük özelliklerinden birisi de, onun hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiş olmasıdır. Bundan sonra da öyle devam edecektir.
Yüce Allah, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ilâhî teminat altında olduğunu bildirmiş ve onu koruyacağını vadederek şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki, Kur'an'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız." (18)

Orucun Karşılığı


Oruç tutmak suretiyle Allah'ın emrini seve seve yerine getiren mü'minlerin bağışlanacağını, günahlarının affedileceğini müjdeleyen peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Bir kimse inanarak ve mükâfatını umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır." (19)
Lütuf ve rahmeti sonsuz olan Yüce Allah, ibadetlerimize ve yaptığımız iyiliklere en az bire on kat mükafat vereceğini bildirmiştir. Bu mükâfatın bazı ibadetlerde bire yediyüz katına kadar artırılacağını peygamberimiz haber vermiştir. Ancak oruç bununla da sınırlı değildir, onun mükâfatı çok daha fazla olacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Âdemoğlunun her amelinin karşılığı kat kat verilir. Bir iyilik on katından yediyüz katına kadar mükâfatlandırılır."
Allah Tealâ buyuruyor ki:
-"Ancak oruç müstesna, zira oruç, doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun mükâfatını ben veririm. Oruçlu yemesini, içmesini ve cinsel arzularını benim için bırakmıştır." (20)
Görülüyor ki, Yüce Allah, oruca ayrı bir değer vermiş, mükâfatının çok fazla olacağına işaret etmiştir. Çünkü oruç, büyük bir sabır ve fedakârlıkla yerine getirilen bir ibadettir. İnsanın yılda bir ay süre ile imsak vaktinden güneş batıncaya kadar en tabiî hakkı ve zorunlu ihtiyacı olan yemesini, içmesini bırakması, cinsel arzularından uzak durması sağlam bir inancın ve Allah'ın emirlerine tam bir teslimiyetin göstergesidir.
Bu sabır ve fedakârlık; Ancak Allah için yapılır. İnsanların görmediği ve vicdanı ile başbaşa kaldığı yerlerde de orucunu tutan bir mü'min, inancında samimî olduğunu ispat etmiş, büyük bir sınav kazanmıştır. Mükâfatı da ona göre büyük olacak, kat kat verilecektir.
Dünya işlerinde de görevinde üstün başarı gösteren kimseye ödülünü bizzat devlet başkanının verdiğini görürüz. Devlet başkanının verdiği bu ödül, maddî ve manevî büyük bir değer taşır. Oruç ibadetinin mükâfatı da böyledir.
Oruç ibadetini yerine getirenler, Cennete kendileri için özel olarak ayrılan bir kapıdan gireceklerdir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Cennette "Reyyan" denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde Cennete yalnız oruçlular girerler; o kapıdan onlardan başka hiç bir kimse giremez." (21)
Oruç ibadetini yerine getiren ve gerçek anlamda büyük bir sınav kazanan mü'min; ahirette Allah'a kavuşup mutluluğun zirvesine çıktığı gün en büyük sevinci tadacaktır.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"... oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar vaktindeki sevinci, diğeri de (orucunun mükâfatını almak üzere) Ahirette Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir."(22)
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:26

Benzer Konular

7 Mayıs 2018 / Ziyaretçi Cevaplanmış
26 Eylül 2016 / KisukE UraharA Asker tr
11 Mart 2008 / BARIŞ Edebiyat tr
29 Haziran 2016 / Mira Din/İlahiyat
25 Eylül 2007 / Demir YumruK Müslümanlık/İslamiyet