Arama

Menkıbeler (Dini Hikaye, Öyküler) - Sayfa 8

Güncelleme: 16 Mayıs 2014 Gösterim: 391.006 Cevap: 177
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
16 Şubat 2007       Mesaj #71
vain - avatarı
Ziyaretçi
EVLENİLECEK HANIM Hazreti Ömer zamanında da kadılık yapmış olan meşhur, Kadı Şüreyh'e birgün bir genç gelerek evlenmek istediğini ve fakat evleneceği kadının tahsilli ve şehirli olmasını istediğini bildirerek nasihatta bulunmasını istedi.
Kadı Şüreyh, o gence Müslümanın evinin cennet olduğunu ve Hazreti Resûlüllah'ın böyle buyurduğunu naklederek başından geçen evliliği şöyle anlattı:
Sponsorlu Bağlantılar
-Gençtim, artık evlenme zamanımın da geldiğini düşünmeye başlamıştım. Birgün Benî Mahzun kabilesinin çadırlarının önünden geçerken bir kız görüp, ona talip oldum. Kız babası kısa bir tetkikten hemen razı olup işi bitiriverelim dedi.
Kısa zamanda düğünler yapıldı, dualar edildi ve evlilik hayatına ilk adımımızı atmış olduk. Fakat çok geçmeden beni bir pişmanlıktır almıştı. Çünkü ben bu bir köylü kızıdır, üstelik tahsil de görmemiş, bununla ben nasıl geçinebilirim diye düşünüyor bu kararımdan dolayı son derece pişman oluyordum.
Çok geçmeden bizim hanım birgün bana şu sözleri söyledi:
- Efendi! Sen alim ve şöhret sahibi bir kimse imişsin. Ben ise yaylalarda gezen şehir hayatından anlamayan bir köylü kızıyım. Aslında cen kendine göre bir evlilik, ben de kendime göre bir hayat kurmalı idim, ama kader bizi birleştirdi. Cenabı Allah benim gibi bir köylü kızını senin gibi bir şöhretli alime nasip etti. Şimdi sen bana benim bilmediğim tarafları anlat ki, ben onlara dikkat edeyim, mesela; senin evine benim sülalemden kimler gelebilir, senin akrabalarından kimleri misafirliğe alayım, kimleri kabul etmeyip onlara karşı soğuk davranarak eve gelmemelerine mani olayım dedi.
Ben kadının bu anlayışı karşısında düşündüklerimden dolayı pişman olup:
- Hatun sen bana öyle şeyler söylüyorsun ki, eğer bunları hakkiyle yaparsan beni bahtiyar edeceksin, dedikten sonra:
- Dindar olmayan hiçbir kimseyi eve almayacaksın, dindar olanlardan da senin tarafın çok çok gelmesin, benim tarafımdan ise; şu, şu şahıslar gelmesinler, şunlar ise hiç gelmesinler diye gerekli talimatı verdim. Tam bir sene huzur içinde yaşadım. Bir sene sonra fetva dairesinden eve döndüğümde evde son derece mütesettire bir hanım görüp kim olduğunu sordum. Hanım annesi olduğunu söyledi. Kayın validem olduğunu öğrenince elimden gelen hürmeti esirgemedim. Bir müddet sonra kayın validem bana:
-Oğlum hanımından memnun musun? Diye sordu. Ben:
-Allah senden razı olsun, kızınızdan çok memnunum. Bu zamana kadar hiçbir şikayetim olmadı, diyerek memnuniyetimi izhar ettiğimde, kayın validem bana şunları söyledi:
- Oğlum kızımdan tabii ki memnun olacaksın. Çünkü biz onu cennette büyüttük. Evimiz Resulüllah'ın bildirdiği gibi bir cennetti. Kur'an ahlakından başka birşey öğretmedik ona... Yine de sen hanımın üzerindeki otoriteni eksik etme! Çünkü kadınlar iki sebepten hemen şımarıverirler: Birincisi ona olan sevgini yüzüne söylediğinde, ikincisi ise bir hayırlı evlat dünyaya getirdiklerinde

KÜÇÜK BİR ÇOCUK ve DUA

Deniz kenarına oturmuş, gözlerinide ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:
- Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?
Küçük çocuk, başını çevirmeden;
- Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.
Adam, çocuğun yanına oturup:
- Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum.
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı.
Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
- Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur.
Çocuk, büyük bir sevinçle:
- Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
- Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.
Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah'tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük. Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı.
Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:
- Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.
Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
- Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde "av" diye bir şey kalmadı.
- Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de "rasgele" derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi. Çocuğun yanaklarını okşarken:
- Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
- Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim.
Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:
- Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu. Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
- Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!. Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
- Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdun o zaman?
Son düzenleyen vain; 16 Şubat 2007 19:47 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
20 Şubat 2007       Mesaj #72
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İnsanlık öldü denmesin diyeİki genç, birini tutup Hz. Ömer’in huzuruna getirirler:
- Bu delikanlı babamızı öldürdü. Davacıyız.
Sponsorlu Bağlantılar
Hz. Ömer suçlanan gence sorar:
- Söyledikleri doğru mu?
- Evet doğru.
- Peki niye öldürdün?
- Ben hali vakti yerinde olan bir insanım, gezmeye çıkmıştım. Çok sevdiğim güzel bir atıma ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve yemesine engel olamadım, bu iki kardeşin babası, içeriden hışımla çıkıp, atımın başına bir taş attı, beyni sarsılan atım oracıkta öldü. Çok üzüldüm, adeta kendimi kaybettim, o şuursuzlukla bir taş alıp babalarına attım. Taş babalarının başına geldi ve oracıkta hemen öldü. Arkadaşlar beni yakalayıp size getirdi, durum bundan ibaret.

Hazret-i Ömer dedi ki:
- Suçunu kabul ettiğine göre, cezana da razı olman gerekir. Öldürülmen gerekir.
Genç, bir maruzatta bulunur:
- Ben zengin biriyim, ayrıca, babam vefatından önce bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için bunları saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı hemen infaz ederseniz yetimin hakkı zayi olacağı için Allah indinde sorumlu olurum. Bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim.
- Peki senin kaçmayıp tekrar geleceğini nereden bilelim? Yerine birine bir kefil bulabilirsen git.

Genç, oradakilere bir bakar ve der ki:
- Bu zat benim için kefil olabilir.
O dediği zat, Amr ibni As hazretleri idi. Hazret-i Ömer ona der ki:
- Ya Amr, kefil oluyor musun?
O yüce sahabi tereddütsüz şöyle der:
- Evet, ben kefilim.

Genç serbest bırakılınca memleketine gider.
Üçüncü günün sonunda vâkit dolmak üzeredir ama gençten hiçbir ses seda yok. Medine'nin ileri gelenleri Hazret-i Ömer'e, gencin gelmeyeceğinin anlaşıldığını, dolayısıyla Amr ibni As'a yapılacak kısas yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler. Fakat gençler razı olmayıp, "Babamızın kanının yerde kalmasını istemiyoruz" derler.
Adaleti dillere destan olan şanlı Ömer:
- Merak etmeyin, kefil babam da, oğlum da olsa fark etmez, cezayı infaz ederim.
Amr ibni As hazretleri der ki:
- Ben de sözümün arkasındayım, infaza hazırım.

Talimat üzerine idam için sehpa sandalye hazırlanmaya başlanır. Bu sırada, uzaklardan bir atlının geldiği görülür. Oradakiler az duralım belki genç geliyordur derler. Az sonra gerçekten genç, kan ter içinde kalmış atı ile çıka gelir. Hazret-i Ömer gence der ki:
- Evladım neden geldin, nasıl olsa kefilin vardı?
Genç der ki:
- Ahde vefasızlık etti, sözünde durmadı denmesin diye geldim.
Hazret-i Ömer sorar:
- Ya Amr, sen bu genci tanımıyorsun, niye kefil oldun?
- Ya Ömer, nereden tanıyayım, genç, o kadar kimse içinde hüsnü zan edip, beni seçti. Ben de insanlık ölmüş denmesin diye kabul ettim.

Davalı gençler söze karıştılar:
- Biz bu davadan vazgeçtik.
Hazret-i Ömer onlara sorar:
- Ne oldu, az önce "babamızın kanı yerde kalmasın" diyordunuz, niye vazgeçtiniz?
Gençler şöyle der:
- Dünyada merhametli insan kalmamış denmesin diye.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #73
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Büyüklerin en gücüne giden şey


Evliya bir zata talebelerinden birisi sorar:
- Efendim, Büyüklerin en gücüne giden şey nedir?
- Hocasından devraldığı emanetin nasıl kullanılacağının ona öğretilmeye kalkışılmasıdır.

Talebe tekrar sorar:
- Sanki hocası ehli olmayana vazife vermiş gibi mi oluyor bu? Büyüklerin beğendiğini beğenmemek gibi mi oluyor?

- Evet, öyle oluyor. Büyüklere akıl vermek hem yanlıştır hem de çok çirkindir. Akıl verilmesi, hocan seni seçmekle yanlış yapmış demektir. Halbuki, eğer iddiası âlimlikse, o ondan daha âlim ki onu seçmişler. Eğer iddiası dervişlik ise, o ondan daha derviş ki onu seçmişler. Geriye bir şey kalmaz, kalan sadece nefsi ve bedbahtlığıdır. İnsan vasıtaya binmekte inmekte serbesttir, ama gemide olan kaptanın işine karışamaz.
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #74
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız
Hazreti Ömer, halifeliği zamanında sütçülerin süte su katmasını yasaklamış ve bu emrini her tarafa duyurmuştu. Şehrin asayişini kontrol etmek için bir gece Medine’de dolaşırken yoruldu ve biraz dinlenmek üzere bir evin duvarına yaslandı. Evin içinde anne ile kızı arasında geçen şu konuşmayı duydu:
Anne:
— Haydi kızım kalk da sütlere biraz su katıver.
Kız:
— Halifenin sütlere su katılmasını yasakladığını bilmiyor musun?
Anne:
— Evet, biliyorum.
Kız:
— Öyleyse Halifenin yasakladığı işi nasıl yapabilirim?
Anne:
— Kalk da su koy şu sütlere, Ömer seni nereden görecek?
Kız:
— Ömer görmez ama Rabb’im görür. Vallahi ben O’nun göreceği yerde yapmadığım bir işi görmediği yerde de yapmam.
Hazreti Ömer, bu konuşmaları dinledikten sonra evine döndü. İyi bir din terbiyesi görmüş bu yüksek ahlâklı fakir kızı oğlu Âsım ile evlendirdi.
İşte Allah inancının insanın davranışlarına olumlu tesiri…
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
3 Mart 2007       Mesaj #75
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Al sana Leyla


Arayan belasını da, Mevlasını da bulur derler. Aramak, ihlasla istemek, buna kavuşmak için azimle çalışmak demektir. Bir şeyi iyi yapmak, onu çok ve devamlı yapmakla mümkündür. İnsan zamanla o işin ustası olur. Allah yolunda azimle çalışan da Allahü teâlânın rızasına kavuşur. İnsan sevdiğini çok anar. Çok anınca ikisi arasında bilmediğimiz bir şekilde muhabbet hasıl olur. Onun için neyi aradığımıza, neyi çok andığımıza dikkat etmeli.

Delikanlının biri, ilk görüşte bir kıza âşık olmuş, kızın haberi yok. Kızın evini öğrenir, gider babasına kızıyla evlenmek istediğini söyler. Bunu ne kız tanır, ne annesi tanır ne de babası. Dolayısıyla adam kovar bunu.

Delikanlı da o bölgede olan evliya bir zata gitmiş, durumu anlatmış:
- Ben o kıza ilk görüşte aşık oldum, gittim istedim, beni kovdular. Ne olur bu işe bir çare bulun, beni o kızla evlendirin.
- Dediklerimi yaparsan, bu çok kolay.
- Efendim ne isterseniz yaparım, yeter ki o kızla evleneyim.
- Kızın adı ne?
- Leyla.

Bunun üzerine, o mübarek zat, genci bir odaya kapatır. Ona der ki:
- Burada Leyla Leyla diye bağır. Namaz, abdest, yemek haricinde bu odadan çıkma ve devamlı Leyla Leyla diye bağır; sevgi ve talebinde samimi isen merak etme Leyla’ya kavuşursun.

Aşık genç, inanamamış ama; başka çare olmadığı için bağırmaya devam etmiş.

Üçüncü gün genç bir kız dergaha gelir. Hoca efendiyle görüşmek istediğini söyler ve der ki:

- Efendim üç gün önce bize bir genç geldi, beni çok sevmiş, evlenmek istiyordu. Bunu hiç tanımıyorduk, ben de dahil olmak üzere ailece onu kovduk gitti. Sonra ne olduysa yavaş yavaş o gence kalbim meyletmeye başladı, derken ben de ona aşık oldum. Ben de şimdi onunla evlenmek istiyorum ama kimdir, nerdedir, hiç tanımıyoruz. Onu bulmanız için, yardım etmeniz için geldim.

Bunun üzerine mübarek zat, gencin bulunduğu odanın kapısını açar, al sana Leyla der.

Delikanlı, bakar ki gerçekten Leyla gelmiş. Demek ki başka şey isteseydim ona da kavuşacaktım diyerek, Leyla'dan vazgeçip hocanın talebesi olur.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Mart 2007       Mesaj #76
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Bir köylünün duası


Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini, büyük bir zat yapan bol dua almaktır. Bir gün alış veriş yaparken alış veriş yaptığı kişiden dua almadan köye döndü. Sonra tekrar o kişinin yanına gitti. Eskiden de köy öyle yakın bir yer değildi, ulaşım da ayrıca bir dertti. Köye geldiğinde adamı buldu. Adam, hayrola bir şey mi oldu neden geri döndün dedi. Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, benim bir âdetim vardır, her iş yaptığım kişiden dua alırım, eve gidince senden dua almadığımı hatırladım, dua almak için geldim deyince adam ellerini açarak, Ya Rabbi aç bunun kalb gözünü diyerek dua etti. İşte Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri yapan dua budur.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
10 Mart 2007       Mesaj #77
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı
olmak için
berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete
başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah
ile ilgili konu açıldı...
Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah'ın
varlığına
inanmıyorum." Adam: " Peki neden böyle diyorsun?"
Berber: " Bunu açıklamak çok kolay. Bunu görmek için
dışarıya
çıkmalısın. Lütfen bana söylermisin, eğer Allah var olsaydı, bu
kadar çok
sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş
çocuklar olurmuydu?
Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini
üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini
sanmıyorum..." Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir
tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi.
Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda
caddede
uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık
göründüğüne
göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçmişti. Adam berberin
dükkanına geri döndü.Adam: " Biliyor musun ne var, bence
berber diye bir şey yok"Berber: " Bu nasıl olabilir ki? Ben
buradayım ve bir berberim."Adam: " Hayır, yok. çünkü olsaydı,
caddede yürüyen uzun saçlı ve sakallı adamlar olmazdı."
Berber: " Himmm... Berber diye bir şey var ama o insanlar bana
gelmiyorsa,
ben ne yapabilirim ki?"
Adam: " Kesinlikle doğru! Püf noktası bu! Allah var, ve
insanlar ona
gitmiyorsa, bu gitmeyenlerin tercihi. Işte dünyada bu kadar
çok acı ve keder olmasının nedeni!"
Silent - avatarı
Silent
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #78
Silent - avatarı
Ziyaretçi
Muhammediye kitabının yazarı Yazıcıoğlu Muhammed Efendi, Edirne ve Gelibolu civarında yaşamıştır. Bu muhterem zatın bir de Ahmed-i Bîcan olarak bilinen kardeşi vardır. Ahmed-i Bîcan hazretleri, aynı zamanda Envar-ül Aşıkın kitabını Farsça’dan tercüme eden zattır.

İki kardeşten biri olan Ahmed-i Bîcan, bir gün bir camide vaaz etmekte iken ağabeyi Muhammed Yazıcıoğlu camiden içeriye girer ve küçük kardeşinin sohbetini dinlemeye başlar. Kardeşi ağabeyinin camiye geldiğinin farkındadır. Fakat bir de bakar ki, ağabeyi biraz sonra camiyi gülerek terk eder.

Kürsüde nasihat etmekte olan Ahmed-i Bîcan hazretleri, ağabeyinin bu halinden bir şey anlayamaz ve akşam eve geldiği zaman olayı annesine anlatıp durumu öğrenmesini ister. Anne, büyük oğlu Muhammed eve geldiği zaman, (Oğlum, kardeşin camiden niçin gülerek çıktığını soruyor, bir hata mı işledim diyor. Kardeşinin dersinden niçin gülerek çıktın) diye sorduğunda şöyle cevap verir:

“Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Ben bir insanoğlunun sohbetini dinlemeye ne kadar melek gelmiş, oturacak yer bulamıyorlar da birbirlerinin üzerine oturuyorlar, onların hâli çok hoşuma gitti de ona tebessüm ettim. Ben de meleklerden camide oturacak yer kalmadığı için çıkıp gittim.”

Annesi, ağabeyinin bu sözlerini anlattığında Ahmed-i Bîcan çok müteessir olup dedi ki:
“Anneciğim, ağabeyim melekleri görebiliyor da, ben niye göremiyorum. Bunu ondan bir sorar mısın?”

O güzide anne büyük oğluna bunu sorduğunda aldığı cevap şöyle oldu:
“Anneciğim, bu noksanlığı sen kendinde araman lazım, sen benden daha iyi bilirsin.”

O vakit düşünme sırası anneye geldi. Uzun müddet tefekküre daldıktan sonra bunun sebebini şöyle açıkladı:
“Oğlum sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ahmed’e ise henüz kundakta iken, ben namaza durmuştum, Ahmed de şiddetle ağlamaya başlamıştı. Bu sırada evimizde bir komşu kadın vardı. O, çocuk ağlamasın diye Ahmed’i aldı emzirmeye başladı. Ben hemen namazı kılıp elinden aldım ama, biraz emmişti. Sonra o kadına abdestli olup olmadığını sordum, bana abdestinin olmadığını söylemişti. Onun melekleri görmemesine sebep olsa olsa bu olmalı.”
Silent - avatarı
Silent
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #79
Silent - avatarı
Ziyaretçi
Uhud savaşında İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in şehit olduğu bile şayi oldu.
Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber (s.a.v)’in istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp Hz. Peygamber’i sorup arıyorlardı.
Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaştı ve aralarında şöyle bir diyalog geçti:

Hz. Peygamber- “Sabırlı ve tahammülü ol!”
Zeynep- “Ne için?”
Hz. Peygamber- “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı.”
Zeynep- “Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!”
Hz. Peygamber- “Sabret!”
Zeynep- “Ne için?”
Hz. Peygamber- “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.”
Zeynep- “Bizim hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!”

Hz. Resulullah (s.a.v) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu:
- “Sabırlı ol!”
Zeynep – “Şimdi ne için?”
Hz. Resulullah - “Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.”

Zeynep bu sözü duyunca, can yakıcı bir şekilde yüksek bir sesle ağlayıp sızlamaya başladı. Bunu gören Hz. Resulullah: “Hiçbir kimse, kocanın karısının kalbinde olan yerini alamaz” buyurdu.
Bu arada Zeynep; “Neden kocan için böyle ağlıyorsun?” diyenlere şu cevabı verirdi: “Ağlamam kocam için değildir. Çünkü o Peygamber (s.a.a)’in yanında şahadet makamına erişmiştir. Beni ağlatan çocuklarımın öksüz kalışıdır.”
Silent - avatarı
Silent
Ziyaretçi
12 Mart 2007       Mesaj #80
Silent - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Davut zamanında bir adam vardı. Her yerde ve herkesin yanında durmadan:

"Yarabbi bana zahmetsiz ve eziyetsiz bol rızık ve servet ver, beni tembel, hor, hakir ve miskin yaratan sensin. Yarabbi madem ki beni böyle yarattın, rızkımı da bana çalışmadan zahmetsizce ver," diye dua ederdi.

Adam gece gündüz her yerde bu duayı ededursun, herkes bu hâlinden dolayı ona güler, onunla alay ederdi:

"Rızık çalışarak elde edilir, bu adam deli mi, yoksa sarhoş mu ki böyle dua edip duruyor. Bu devrin Allah elçisi Hz. Davut bile bunca hünerine, sesinin bunca güzelliğine rağmen çalışıp çabalıyor, rızkını elde etmek için, bu adam şaşırmış olmalı," diye düşünürlerdi.

Halkın alay etmesi, hakkında böyle düşünmesine kınamasına, aldırmadan durmadan duasına devam ediyordu.

Adam böylelikle halk arasında: "Boş ambarda peynir ekmek arıyor," diye şöhret buldu.

Günlerden bir gün bir seher vakti yine böyle dua edip dururken bir öküz geldi, adamın kilitli olan kapısını boy-nuzlarıyla zorlayıp kırarak içeriye girdi. Adam kalkıp öküzü kesti, başını gövdesinden ayırdı. Gövdesinin derisini yüzmek için alıp kasaba götürdü.

Bir müddet sonra öküzün sahibi çıkıp geldi, bağırıp çağırmaya başladı:

"Bre ahmak, bre tembel, bre kötü insan senin olmayan bir öküzü nasıl kesip yersin!..," dedi.
Adamı alarak Hz. Davut'un yanına götürdü. Meseleyi Hz. Davut'a anlattı.

"Bu adamdan davacıyım öküzümü, haksız yere kesip yedi hakkımı ondan al!" dedi.

Hazreti Davut bu işte-bir başkalık olduğunu anladı:

"Bu dava hakkındaki hükmü benden hemen istemeyin, kararımı yarın vereceğim," dedi.

Bunun üzerine davacı ve halk dağılıp gitti. Hz. Davut bir kenara çekilerek, bu işin hakikatini, kendisine bildirmesi için Allah'a (c.c.) yalvardı.


* * *


Ertesi gün öküzün sahibi şikâyetçi olduğu adamı da alarak Hz. Davut'un huzuruna geldi, kalabalık bir grup halk da işin sonunu merak ettiği için oraya toplanmıştı.

Hazreti Davut öküzün sahibine:

"Gel sen bu öküzü, bu müslüman kardeşine bağışla," dedi.

Bunu duyan adam feryat etmeye başladı:

"Ya Davut bu nasıl bir adalettir, benim hakkımı gasp etmek sana yakışır mı? Ey ahali şahit olun Hz. Davut bile bile benim hakkımı kayıp ediyor," dedi.

Bunun üzerine Hz. Davut:

"Buna razı olman senin için daha hayırlıdır. Sızlanmayı bırak da gel buna razı ol," dedi.

Adam sesini daha da yükseltmeye daha çok bağırıp feryat etmeye başlayınca:

Hz. Davut:

"Malının yarısını da senin öküzünü kesip yiyene bağışlaman lazım," dedi.

Bunu duyan adam deliye döndü, halk da söylenmeye başlamıştı:

Hz. Davut:

"Eğer razı olsaydın bu senin için çok hayırlı olurdu," dedi.

Sonra halka döndü öküzün sahibini göstererek: "Bu adamı yakalayın çünkü bu bir katildir. Ve suçlu diye karşıma getirdiği şu adamın babasını falan zamanda felan yerde, filan ağacın altında öldürdü, başını keserek bıçakla birlikte şehir dışında felan yerdeki ağacın altına gömdü yürüyün oraya gidelim," dedi.

Hz. Davut'un bahsettiği ağacın altına geldiklerinde Hz. Davut:

"Şurayı kazın," diye işaret etti.

Gösterilen yeri kazınca adamın başını ve yanında bıçağı buldular, bıçağın üstünde katilin ismi vardı.
Hz. Davut öküzün sahibinin, öküzü kesen adamın babasının kölesi olduğunu efendisini öldürüp bütün mallarını aldığını söyleyerek katili cezalandırdı. Böylece adalet yerini bulmuş oldu.

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
2 Ekim 2006 / Misafir Din/İlahiyat
26 Ocak 2007 / Misafir Din/İlahiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar