Arama

Yedi Cihan Devleti - Sayfa 2

Anket Bu konuyu ne sıklıkta takip ediyorsunuz? Sebep?

Özel olarak takip ediyorum. İlgi çekici...
 
7 Oy
70.00%
Yeni mesajlar kısmında rastladı ondan baktım.
 
1 Oy
10.00%
İlgilenmiyorum. Nasıl oldu ben de anlamadım.
 
0 Oy
0%
Ara sıra bakıyorum...
 
2 Oy
20.00%
Güncelleme: 28 Mart 2015 Gösterim: 24.400 Cevap: 48
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
31 Ekim 2005       Mesaj #11
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
"Dinin toplum üzerindeki etkisi" azaldı. Millet, Batı istikamerinde 60 küsur yıl düşe kalka yürüdü veya cebren yürütüldü. Sonuç: Kültürden kaçan, kütüphanlere mezarlık gözüyle bakan, günde sadece iki buçuk-üç milyon gazete okuyan bir toplum... Şarkı küstüren, Garp tarafından da reddedilen az gelişmiş bir ülke ve boşlukta bırakılan nesillerin Batının "izm"leriyle birbirlerini vurması...

Sponsorlu Bağlantılar
İşin acı tarafo ise, bu tablodan mesul bulunanların hala alkışlanıyor olması...

Toplumlar bir kere şaşırtıldıktan ve bir fikrin güdümüne sokulduktan sonra, demek ki, kolay toparlanamıyor; kurbanlar verme pahasına, alıştırıldığı yolda yürümeyi sürdüyor.

"Tarih" de aynı görüşe verilmiş bir başka kurban. Zaten hepsi öylesine iç içe ki, birbirinden ayırmak mümkün değil. Yeniler eskiyi "hanedan tarihi" saydığından ve yeni devlet "redd-i miras" üstüne bina edildiğinden, millete yeni bir tarih gerekliydi. 1930'da bir "Tarih Tetkik Heyeti" kurularak işe başlandı. 1933'te ise Türk Tarih Kurumu, bu heyetin yerini aldı.

Devamı Yarın...

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
1 Kasım 2005       Mesaj #12
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Sponsorlu Bağlantılar
Aynı tarih kitabından olayı takip edelim:

Yeni bir tarih tezi ileri sürüldü. Bu teze göre medeniyetin ilk kurucuları Orta Asya'daki Türkler, Orta Asya'dan göç ederek medeniyeti dünyanın diğer bölgelerine yaymışlardı. Bugün kü Avrupa medeniyetinin öncüleri de Türklerdi. O halde türklerin Batıllılaşmak istemesi, doğmasında kendilerinin büyük payı olduğu bir uygarlığa tekrar dönmelerinden ibaretti. "Batılılaşmak" demek, kendilerinin de bir parçası olduğu uygarlığı yeniden benimsemek demektir.*

İkinci olarak, Anadolu'da tarih boyunca kurulan uygarlıklar incelenerek, bunların Türk uygarlıkları olduğunun gösterilmesine çalışıldı. Anadolu uygarlıkları arasında, özellikle Sümerler ve Etiler üzerinde duruldu. Sümerler ve Etilerin tercih edilmiş olması sebepsiz değildir. Osmanlı Devleti'nin kalıntılarının yıkılmak istendiği bir devrede, Osmanlı tarihi incelenemzdi. Sonra gerek Selçuklu, gerek Osmanlı tarihinin araştırılması, Türklerin İslam'a olan yakın ilgisini de belirtemk zorundaydı. Laikleşme döneminde İslam'ın bir araştırma konusu edilmesi uygun düşmezdi. Halbuki Sümerler ve Etiler, Anadolu'da yaşamış oldukları gibi, Selçuklu ve Osmanlıların ortaya çıkardığı sakıncalar (yani Müslümanlık) onlar için varit değildi. (Çünkü onlar müslüman değildi.) Dolayısıyla onların pek de kesin olmayan Türklükleri - ki, bugün Etilerle Sümerlerin Türk olmadığı konusundaki deliller kesindir- ğzerinde duruldu, kurdukları uygarlıkların "Anadolu Türk uygarlığı" olduğu ve Türklerin Anadolu'da uzun bir tarihe sahip olduğu gösterilmeye çalışıldı.

Çalışmalar belli bir gayeye hizmet etmek için yapıldığından zaman zaman bilimsellik dışına çıkmışlardır.

*Görüldüğü üzere "her yol Roma'ya," yani Batıya çıkacak tarzda ayarlanmıştır.

Devamı Yarın...

Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
2 Kasım 2005       Mesaj #13
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

"Belirli bir gaye"den muradın ne olduğunu bugün hepimiz biliyoruz. Kitleyi dininden, dilinden, kültüründen, medeniyetinden, tarihinden koparıp, Batılılaştırma gayesidir bu. Hatta bu "gaye"nin tahakkuku için isyanlar tertiplenmiş, sehpalar kurulmuş, arkada kandan bir iz bırakılmıştır. Ama acab umulan elde edilmiş midir? Eğer bir türlü belini doğrultamayan, kendi ayakları üzerinde duramayan, bir asra dünya çapında bir kaç deha oturtamayan fukara, ilmi gelişmelerin dışında, kabuğuna büzülmüş bir Türkiye murat ediliyordu ise, evet, umduklarını elde etmiş sayılabilirler. Yok, kültürlü, dünyada sözü geçen, ve ilim, fen, edebiyat, teknik sahalarında söz sahibi bir Türkiye murat ediliyordu ise, hepsinin uzağındayız. Zaten o yolda yürüyüp parıltılı bir noktaya gelmek, geçmişi inkar zeminine sağlam bir gelecek inşa etmek imkansızdı. Gele gele inkarcıların gelebileceği bir noktaya gelmişiz: Hüsran noktası... Bu noktadan geçmişi tahlile çalışırken kahırlanmamak elden gelmiyor. Ancak kahırlanıp kalmak da çare olarak gözükmüyor. Öyleyse çare nedir? Bizce ilk çare, kaybettiğimiz değerleri, kaybettiğimiz yarlerde aramaya başlamaktır. İşte bu sebeple "tahlili tarih"lere ve biyografilere ihtiyaç var. Böylece, bu yazılanların ne maksatla ve hangi tarz içinde kaleme alındığını da açıklamış bulunuyoruz.

Artık zaruret icabı açtığımız parantezi de kapatabilir, "büyük insan" hasretimize zengin bir örnek teşkil eden Yavuz Sultan Selim'in hayatına dönebiliriz...

Asıl Konumuz Yarın Başlıyor...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
6 Kasım 2005       Mesaj #14
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı... (Bayram Dolayısıyla Ara Verdim)

Çocuk ruhuna ilmin tekamül zırhını giydiren hocaları Molla Muhyiddin, Taşköprülü Muslihüddin, Mustafa Efendi ve Molla Halimi, ona tarih, fen ve edebiyat dersleri verdiler. Bir yandan müspet ilimleri öğrenirken, öte yandan siyaset ve askerlik öğreniyor, bir dakikasını dahi boş geçirmeden derin bir susamışlık içinde kendini derslerine verip mükemmele ulaşmaya çalışıyordu.

Giriftliklerden hoşlanmaz, daima kestirme yolu tercih ederdi. Söylemek istediği her şeyi doğrudan doğruya söylerdi. Belirli bir yaşa geldiğinde, ataları gibi sakal uzatmasını isteyenlere verdiği cevap meşhurdur:

"Babam gibi sakalı ele vermemek için uzatmayacağım"

Şehzade Selim'e göre babası Sultan İkinci Bayezid, sakalı, Şah İsmail'in eline vermişti. "Babacığım hitabıyla başlayan mektuplarına kanıp Anadolu'da şahın yapmak istediklerini görememesi, bunun deliliydi. Her konuda eğitimini tamamlayıp mükemmele yaklaştığında tayin edildiği Trabzon Valiliği boyunca şah oğlunu gözleyecek, aktif politikası karşısında babasının pasifliğine kahırlanarak sık sık kükreyecekti.

"Şah oğlu, layığını bulmalı!"

Devamı Yarın...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
8 Kasım 2005       Mesaj #15
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Trabzon'dan babasına mektuplar yazarak bu konuları konuşmak üzere randevu isteyecek, "Pederimle görüşüp ahval-i devleti şifahen arz etmek mukteza-yı maslahattır" diyecek, ancak her seferinde reddedilecekti. Çünkü padişahın ve sadrazamı Hadım Ali Paşa'nın maksadı, Amasya Sancakbeyi Şehzade Ahmed'i tahta oturtmaktı. Bu bakımdan Selim'in fazla parlamasını istemiyorlar, bunun için de mümkün mertebe payitahtın uzağında tutmaya çalışıyorlardı.

Şehzade Ahmet, babasının "sevgili oğlu"ydu. Geleneklere pek de uymadığı halde "veliaht" ilan edilmek istenmiş, ama Selim bunu önlemişti. Selim'in oğlu (istikbalin Kanuni Sultan Süleyman'ı) 14 yaşına gelip Bolu sancağına tayin edildiğinde Şehzade Ahmet itiraz etmiş, "Bu oğlan benüm yolun üzerinde n'eyler?" diyerek padişahın tasarrufuna karışmıştı. Maksadı açıktı: Babasının ölmesi halinde diğer şehzadelerden önce İstanbul'a ulaşıp tahta geçmek... Ve yeğeni Süleyman'ı "yol üzerinde bir engel" olarak görüyordu. Bunun üzerine padişah iradesini değiştirmiş, küçük şehzadeyi Kırım'da Kefe Sancakbeyliğine göndermişti. Tabii bu da Şehzade Selim'in yüreğine taş gibi oturmuştu.

Devamı Yarın... (Acıların Örgüsü)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
9 Kasım 2005       Mesaj #16
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Acıların Örgüsü;

Şehzadeler arasında, tarihimizin acı sayfalarından birini teşkil eden rekabet gün geçtikçe hızlanıyordu. Sultan İkinci Bayezid'in hayatta kalan dört oğlundan (Ahmed, Korkud, Şehenşah ve Selim) bir rivayete göre en büyüğü olan Hamid Valisi Şehzade Korkud, padişah babasından Manisa'ya tayinini istedi. Vaktiyle Manisa Valiliğinde bulunmasını sebep göstererek her ihtimale karşı saltanat merkezine, İstanbul'a yakın olma arzusunu gizlemeye çalıştı; ancak bu arzu, anlaşılmayacak gibi değildi. Zira bütün şehzadeler tahta yakın olmak istiyorlardı. Talebi reddedildi. Zaten reddedileceğini bildiği için, talebinin cevabı gelmeden bir ordu hazırlamış ve cebri yürüyüşle kısa sürede Antalya'ya gelmişti. "Bana saltanat gerekmez" diyor, niyetinin haccetmek ileri sürüyordu; ama padişaha gönderilen raporlar bunu doğrulamıyordu. Raporlara göre şehzade Korkud, Mısır'a giderek yardım toplayıp dönecek ve hakkı olmayanı almak için babasıyla, kardeşleriyle amansız bir mücadeleye girecekti.

Nitekim Şehzade Korkud, Antalya'dan 50'ye yakın adamı ve 80 civarında hizmetkarıyla bir gemiye binip İskenderiye'ye doğru yelken açmıştı (1509). Ve 29 Mayıs Salı günü, parlak bir törenle Kahire'ye girmişti.

Korkud'un ordu toplayıp dönme ihtimali, her gelişmeyi dikkatle takip eden Şehzade Selim'i harekete geçirdi. O da tahta yakın olmak maksadıyla babasından, Rumeli taraflarına naklini istedi. Kabul edilmeyince de, oğlunu ziyaret bahanesiyle Küfe'ye gitti.

Kırım Han'ı Mengli Giray, Selim'in kayınpederiydi. Şah İsmail tehlikesi karşısında padişahın takındığı ilgisizce tavırlar onu da üzüyordu. Devletin bütünlüğü tehlikedeydi. Tez elden bir çare bulmak ve şah tehlikesini bertaraf etmek lazımdı. Bunu da yapsa yapsa Selim yapabilirdi. Çünkü Selim'in cevvaliyeti, ataklığı, cesareti, diğer şehzadelerde yoktu. On binden fazla asker vermeyi vaad etti. Ancak sadece bin asker almakla yetindi. Silahlı bir mücadele düşünmüyor, sadece babasını kendisiyle görüşmeye ikna etmeye çalışıyordu.

Kırım'da görüşmeler sürerken, bir haber beyinlere bomba gibi düştü:

"Şehzade Korkud, Manisa üzerine yürüyor!"

Devamı Yarın...
Son düzenleyen Çakabey; 9 Kasım 2005 22:10 Sebep: Estetiği bozuk olmuştı :)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
12 Kasım 2005       Mesaj #17
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Kırım'da görüşmeler sürerken, bir haber beyinlere bomba gibi düştü:

"Şehzade Korkud, Manisa üzerine yürüyor!"


Gerçekten de Korkud, Mısır'da umduğunu bulmuş, alabildiği kadar yardım alıp sancağına döndükten hemen sonra Manisa üzerine yürümüş ve şehri ilk vuruşta almıştı. Hemen ardından da Şah Kulu isyanı patladı. Teke alevileri toplanıp "Karabıyıkoğlu Hasan" isimli Safevi halifesini "Şah Kulu" ünvanıyla reis seçmişler ve isyan etmişlerdi (9 Nisan 1511).

Şah Kulu, Anadolu Beylerbeyliği merkezi olan Kütahya'ya saldırdı. Karagöz Paşa komutasındaki hükümet kuvvetlerini yenerek işkenceyle öldürttü. Devletin birliği ve bütünlüğü iyice sarsılmıştı. Hadiseler, Şehzade Selimi haklı çıkarmıştı. Daha fazla Kırım'da kalamzdı. Oğlundan bir miktar asker alarak yelken açtı. Rumeli sahillerine çıktı ve Edirne'ye girdi. Hala saltanat talebi yoktu. Babasını görmek ve "ahval-i devleti şifahen arz etmek" istediğini ısrarla söylüyor, "Maksadımız 20 küsur senedir hasret kaldığımız mübarek yüzünü görüp elini öpmekten ve ahval-i devleti arz etmekten ibarettir."diyordu.

Padişah da oğlunu görmeye hasretti. Ancak ekseriyetle yumuşak başlı, her bakımdan babasını andıran Şehzade Ahmed'in padişahlığına yatkın bulunduğu için, vezirler bu görüşmeyi engellemeye çalışıyorlardı:

"Hünkarım, yüreğinizin yumuşaklığına kapılmayasüz; şehzadeniz el öpmeye değil, el öptürmeye gelmiştir! Ocak kulları [yeniçeriler] dahi onu ister. Asitaneye girmesine ruhsat verilirse, korkarız bir emrivaki ede!"

Devamı Yarın...
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
13 Kasım 2005       Mesaj #18
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Yani kendisini isteyen yeniçerileri arkasına takıp cebren tahta oturabilirdi. Böyle düşünüyorlardı. Belki de haklıydılar. Gerçekten ordu hemen hemen bğtğnğyle Selim'i istiyordu. Cesaretine hayrandılar.

Hele Erzincan taraflarında faaliyette bulunan Şah İsmail'i püskürtmesinden sonra yeniçerilerin hayranlığı bir kat daha artmış, Gürcüler üzerine yaptığı sefer dillere destan olmuştu. Selim'in ataklığı ve cesareti, sert karakterli askerlerin ne kadar hoşuna gidiyorsa, vezirlere o kadar ters geliyordu. Padişahtan izin almadan giriştiği faaliyetleri "birer isyan hareketi" biçiminde görüyor ve padişaha, Şehzade Selim'in "serkeşane vaziyet aldığı" yolunda telkinlerde bulunuyorlardı.

Nihayet Edirne'ye girmesi ve ısrarla babasını görmek istemesi, bu tehlikeyi kesinlikle bertaraf fırsatını uzun zamandan beri gözleyenlerin eline büyük bir koz verdi.

"Tehlike küçükken bertaraf edilmezse büyür, büyüyünce de bertaraf etmek zorlaşır, hatta imkansızlaşır; binaen aleyh derhal Şehzade Selim'in üzerine varılmalı, serkeşliğinin hesabı sorulmalıdır!" diyerek padişahı oğluna karşı çıkmaya zorladılar.

Devamı Yarın....(Hicran Sayfası)
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
23 Haziran 2007       Mesaj #19
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
HİCRAN SAYFASI


Dört kardeşten Şehenşah bir süre önce öldüğü için, padişahlık iddiasından bulunan üç kardeşin durumlarına kısaca bir daha bakalım.

Verilmeyen Manisa'yı zorla alan Korkud, tahta yaklaşmıştır. Ahmed, Amasya'da bulunması gerekirken bahaneler uydurup İstanbul civarında dolaşmaktadır. Ahmed'in oğlu ise Bolu Sancakbeyi görevindedir ve babasına her halükarda İstanbul yolunu açmakla görevlidir. Siyaset adamlarının tercihi Ahmed, ulemanın tercihi Korkud, yeniçerilerin tercihi ise Selim'dir. "Padişahın tahttan çekileceği, yerini büyük oğlu Ahmed'e bırakacağı" söylentileri yayılmıştır. Öte yandan Şah Kulu isyanı büyümektedir. Tedbir almada geciktirilmiş, bu da isyanı büyütmüştür. Neden sonra Veziriazam Ali Paşa, yanına şehzade Ahmed'i de alarak isyanı bastırmaya gitmiştir, ama gecikmenin faturasını canıyla ödeyerek, ilk çarpışmada şehit düşmüştür. Komutayı ele alan Şehzade Ahmed ise düşmanı takip etmek yerine, ihtimal, saltanat meydanını kardeşlerine bırakmamak için alelacele Amasya'ya dönmüştür. Bu da yeniçerileri çok kızdırmış, davranışı korkusuna verilerek protesto edilmiştir.

"Şehzadenin babası tarafından padişahlıkla müjdelendiği, bu yüzden dönmekte acele davrandığı" yolunda rivayetler vardır. Hatta saltanatını ilan ile biat istediği, ancak "Padişahımız hayattadır" diyen yeniçerilerin buna yanaşmadığı söylenir. Şehzade bu tavrıyla, yeniçeriler nazarında büyük prestij kaybetmiştir. Yavuz'u isteyenlerin sayısı artmıştır. Esasen yeniçeriler, artık eski askerlerin ağzında kalan zafer menkıbelerini dinlemekten bıkmış, bizzatihi sefere çıkıp zafer kazanma hasretiyle yürekli tutuşmaya başlamıştır. Bunu gerçekleştirip bu hasreti dindirebilecek tek namzet ise, Selim'dir.



Devamı Yarın...
Son düzenleyen Çakabey; 23 Haziran 2007 09:28 Sebep: Yazım hataları düzeltildi
Çakabey - avatarı
Çakabey
Ziyaretçi
25 Haziran 2007       Mesaj #20
Çakabey - avatarı
Ziyaretçi
Yazımızın Devamı...

Selim de zaten buna güvenmektedir. Edirne'den kalkmış, yine "baba eli öpme, hayır duasını alma ve ahval-i devleti şifahen arz etme" isteğini tekrarlayarak İstanbul'a yürümüştü. Çorlu civarındaki Uğraş Deresi mevkiinde dinlenirken, Nureddin Sarıgürz isimli alimin, babasından haberlerle geldiğini bildirdiler.

"Huzura buyursun."

Nureddin Hoca girdi. Şehzade, babasının elçisini ayakta karşıladı. Kaşları her zamanki gibi çatık, gözleri bulutlu idi. Hocanın tam gözlerinin içine bakıyor, sanki o yoldan beynine girip bütün düşündüklerini okumaya çalışıyordu. Şerbetler içildikten sonra hoca, padişahın tekliflerini açıkladı:

"Rumeli'den sancak istemeniz, törelerimize aykırı bulunmuştur. Bundan evvel hiç bir şehzadeye Rumeli'den sancak verilmemiştir. Bu talebinizden vazgeçerseniz, padişah pederiniz, Anadolu'da istediğiniz herhangi bir sancağı vermeye razıdır."

Selim'in bakışlarındaki bulutlar dağıldı; sert çelik bakışlarıyla hocaya baktı:

"Nicedir arzu izhar eyleriz, amma şimdi hatırlanırız. Oğlumuz Süleyman, Bolu sancakbeyliğine tayin olunduğu halde biraderimiz Ahmed'in itirazıyla Kefe'ye sürülür, sesimiz çıkmaz. Şah İsmail, akrabamız Dulkadiroğluna saldırma bahanesiyle topraklarımızı çiğner, ehl-i İslam içre fesat sokar, tedibe gittik deyü muaheze olunuruz, sesimiz çıkmaz. Karındaşımız Korkud, Manisa Sancağına cebren kurulduktan sonra babamıza gönderdiği bir mektupla gendini affettirir, sesimiz çıkmaz.
"Şah Kulu" nam "Şeytan Kulu" asi olur, koca veziriazam şehit düştükte serdarlığa geçip düşmanı takip ve tedip etmesi gereken karındaşımız Şehzade Ahmed, olmaya tahta ulaşamazsam korkusuyla cenk meydanını terk ile sancağına çekilir de iki lafla olsun muaheze edilmez, yine sesimiz çıkmaz. Velakin Rumeli'de bir sancak istedük diye kıyametler kopar! Biz bu işin encamın hayır görmeziz. Maksadımız babamızın mübarek yüzün görmek ve halleşmektir. Maksadımıza vasıl olmadan gitmeziz!"

Selim kararlıydı. Kararı hem yüreğindei hem sesindeydi...

Devam edecek...




Benzer Konular

22 Kasım 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
19 Aralık 2016 / Misafir Soru-Cevap
5 Ocak 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Eylül 2016 / ener Siyaset tr