Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 25

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 613.393 Cevap: 719
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
27 Ağustos 2006       Mesaj #241
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

'TÜKÜRSEM KAÇ KİLO VERDİM DİYE TARTIYA KOŞARIM'
Sponsorlu Bağlantılar

Ankara’nın gecekondu semti Kayaş’a doğru giderken, 20 kiloya kadar düşen anoreksiya nervoza hastası Hatice Danabaş’a (28) soracağım onlarca soru vardı aklımda.
27 Ağustos 2006 Pazar 14:18

Ankara’nın gecekondu semti Kayaş’a doğru giderken, 20 kiloya kadar düşen anoreksiya nervoza hastası Hatice Danabaş’a (28) soracağım onlarca soru vardı aklımda.

Ama her şeyden önce, onunla karşılaştığımda ne yapacaktım? Tokalaşacak mıydım? Elimi sıkacak kadar gücü var mıydı, hafifçe elini sıksam bile acaba ona zarar verir miydim? Bütün bunlar aklımdan geçerken elini sıkmaya karar vererek girdim kapıdan. Ama onu karşımda öyle bir deri bir kemik, kamburlaşmış görünce cesaret edemedim. "Merhaba" dediğimde, bana karşılık verebileceğinden, konuşabileceğinden bile emin değildim. Ama dişleri dökülmesine rağmen, gayet rahat konuşabiliyor, kendini ifade edebiliyordu. Hatta düşmesin diye arkadan tutturduğu eteğini göstererek, espri yaptı: "Arkadan fotoğrafımı çekmeyin, rezil olmayayım." Akıl almayacak şeyler söylüyordu. Sadece kemiklerini saran bir deriden ibaret kalçalarından(!) memnundu, kilosundan rahatsızlık duymuyordu, 20 kilo olmasına rağmen hálá her gün tartılıyordu. "Hayatımın tehlikede olduğunu biliyorum ama bir insan yemek yememekle ölmez" diyecek kadar şuur dışı laflar edebiliyordu. Hatice Danabaş, şu anda Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Gelişimi Bölümü’nde kontrol altında. Vücudunda hiç vitamin kalmadığı için serumla beslenecek, 26 kiloya çıktığında ise psikiyatri servisine yatırılacak. Gördüğü her diyet listesine hayat kurtarıcı iksir gibi sarılanlara, ibretlik bir hikaye Hatice’ninki.

Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz?

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler


- Anormal bir şey görmüyorum. Çevremde gördüğüm kişiler nasılsa, aynada kendimi öyle görüyorum.

Kendinizi güzel buluyor musunuz?

- Pek güzel bulmuyorum ama zayıf buluyorum. Zayıflık benim için güzellikten daha önemli. Zayıf olmak hoşuma gidiyor. Ama kilolu olduğumda daha mutluydum, şimdi zayıfım ama mutsuzum.

Beğenilmek için zayıflamadınız mı? Şimdi zayıfsınız ama beğenilmiyorsunuz? Bu sizi üzmüyor mu?

- Etrafımdakilerin güzelsin demelerinden daha çok, zayıfsın demelerini istiyordum. Zayıflamışsın ne kadar kötü olmuşsun, çirkinleşmişsin dediklerinde hoşuma gidiyordu. Hálá gidiyor. Bu kiloda olmaktan memnunum.

49 kiloyum. Şu an beni fil gibi mi görüyorsunuz? 49 kilo size ne ifade ediyor?
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler

- Korkunç bir kilo gibi geliyor. Asla o kadar şişman olmak istemem. Kendimi 49 kilo düşünemiyorum. Ama size baktığımda, sizi benden daha zayıf görüyorum. Sanki sizden daha kiloluyum.

Bunun psikolojik ve fizyolojik bir hastalık olduğunun farkında mısınız?

- Altı yıldır neredeyse hiçbir şey yemeden yaşıyorum. Ama bunun bir hastalık olduğunu, iki yıl önce Ankara Üniversitesi’ne tedavi olmaya gittiğimde öğrendim. Ondan önce gittiğim doktorlar, "Bu kızın midesi rahatsız" deyip, ona göre tedavi veriyorlardı. Üniversitedeki doktor bana bunun psikolojik bir hastalık olduğunu, insanların bu hastalıktan ölebileceğini söyledi.

Yaptığınız şeyin bir nevi pasif intihar olduğunu biliyor musunuz? Ölmek sizi korkutmuyor mu?

- Hayatımın tehlikede olduğunu, ölebileceğimi biliyorum. Doktorlar, benim gibi hastaların fotoğraflarını gösterip, öldüklerini söyledi. Doğru söylediklerini biliyorum ama inanmak istemiyorum. Bir insan hastalıktan ya da kaza sonucu ölür ancak. Yemek yememekle ölmez diye düşünüyorum.

ÇATLAYANA KADAR YİYİP SONRA KUSUYORDUM

Zayıf olma takıntınız ne zaman başladı?

- Konfeksiyon atölyesinde çalışıyordum. Oradaki arkadaşlarımın hepsi benden zayıftı. Bana kilolusun diyorlardı. Televizyonda mankenlere de özeniyordum. Önceleri öğlen yemeklerine inmemeye başladım, sonra akşam yemeklerini de kestim.

O zaman kaç kiloydunuz?

- Boyum 1.50 metre. Kilom 55.

Zayıflamaya yemek yemeyerek mi başladınız, yoksa yiyip çıkararak mı? Bulimia devresi olmadı mı?

- Önce bulimik oldum zaten. Tencere dolusu yemeği çatlayana kadar yiyip, sonra parmakla kusmaya çalışıyordum. Beş, on dakikada bir tuvalete gidiyordum. Üç yıl boyunca kustum. Başlarda ailem fark etmedi. Sonra tuvaletin kapısına dayanıp, "Ne yapıyorsun orada, iyi misin" diye sormaya başladılar. İçeri girmesinler diye tuvaletin kapısını da kilitliyordum. Annem kustuğumun farkına varınca, kilitlemeyeyim diye anahtarı attı. Babam benim bu hallerime dayanamayıp iki kez kalp krizi geçirdi. Ama ne yaparlarsa yapsınlar bildiğimi okudum. Sürekli gözleri üzerimde olduğu için, bu kez evde kimse yokken yemeye ve kusmaya başladım. Evdekileri dışarı yollamak için binbir türlü bahane uyduruyordum. Evdeki yemeklerin azaldığını görseler, kustuğumu anlarlar diye, kendime ayrıca yemek yapıyordum.

Şu anda bir günde ne içip, ne yiyorsunuz?

- 4 dilim salatalık ve domates yiyorum. Salatayı çok seviyorum, kilo yapmadığını bildiğim için bir kase salata yiyorum. Ama hiç zeytinyağı koymuyorum. Zeytinyağı zeytinden yapıldığı için yağ yerine geçsin diye yarım zeytin yiyorum. Salatanın bile kilo yaptığını düşünüp, bazen bir iki çatal alıp bırakıyorum. Akşama kadar 10-15 bardak çay içiyorum. Şekerin kilo yaptığını biliyorum ama nasıl olduysa çayın şekerini kısmadım. Beni zaten ayakta tutan o şekerlermiş.

Restoranların önünden geçerken neler hissediyorsunuz?

- İçeri dalıp her şeyi yemek istiyorum, mis gibi kokular geliyor burnuma. Ama artık yemek istesem bile midem kabul etmiyor. Açım, canım istiyor ama midem almıyor.
Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler

KALÇAM TAM 90’DI ŞİMDİKİNDEN MEMNUNUM

Dişleriniz çürümüş, saçlarınız dökülmüş, tırnaklarınız zayıf, regl olmuyorsunuz, çocuk doğurma şansınız artık yok. Zayıflık olmak bütün bunlara değdi mi?

- Değdiğini hiç zannetmiyorum. Dişlerim döküldüğü için artık konuşmak istemiyorum zaten. Bir yere hafif bile çarpsam acısı iki gün geçmiyor.

Kalçanız yok, memeleriniz yok. Bir kadın olarak memelerinizi hiç özlemiyor musunuz?

- Hayır özlemiyorum. Böyle daha iyi, babamın yanında soyunabiliyorum hatta. Zayıflamadan önce kalçalarım tam 90’dı. Bana çok fazla geliyordu. O yüzden şimdiki kalçalarımdan memnunum.

Dans edememek, koşamamak, takla atamamak sizi üzmüyor mu?

- Dans edemediğime çok üzülüyorum. Çok güzel oryantal oynardım. Çok hareketli biriydim, şimdi iki dakika bile yürüsem hemen yoruluyorum. Merdivenleri inebiliyorum ama çıkamıyorum.

Sokakta sizi görenlerin tepkileri ne oluyor?

- Bana bakıp gülüyorlar. "Kanser mi, verem mi, Afrika’dan mı geldi acaba" diyorlar. Görünümümün insanlara garip geldiğinin farkındayım ama zayıf olmak hoşuma gidiyor.

Kemiklerinizin elinize gelmesinden, insanların size bakamamasından ya da dokunamamasından rahatsız oluyor musunuz?

- Bana bakmaya ya da dokunmaya korkuyorlar mı, tiksiniyorlar mı bilmiyorum. "Sana baktığımda midem bulanıyor" diyenlerin lafları bana boş geliyor.

EN SON ALTI YIL ÖNCE ÇİKOLATA YEDİM

En çok ne yemeyi özlüyorsunuz?

- Spagetti. Eskiden bir tabak dolusu yerdim, şimdi bir çatal alınca hemen doyuyorum.

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler
Dondurma ya da çikolatayı doya doya en son ne zaman yediniz?


- Çikolatayı altı yıl önce. Yedi ay önce iki top dondurma yedim. Bitirmem neredeyse bir saat sürdü. Bir taraftan bayıla bayıla yedim, diğer taraftan pişman oldum. Hem yedim hem de atsam mı, atmasam mı, diye düşündüm.

NABZIM VE KALBİM DURDU SERUMLARLA 25 KİLO OLMUŞUM, ÇOK ÜZÜLDÜM

Üç yıl önce nabzım ve kalbim durdu. O anda bütün hayatım gözümün önünden geçti. Ama beni kurtarmışlar. Gözümü açtığımda kolumda serum vardı. Anneme, "Yaşıyor muyum" dedim. İşte o zaman ölebileceğime inandım. O an için yemeği kabul ettim. Birkaç gün az bir şeyler yedim. Ama sadece iki gün sürdü. Çünkü yine, yersem kilo alırım, diye düşünmeye başladım. Hatta o arada bana verilen serumlardan sonra 24-25 kilo olmuştum. Bunun kilo olduğunu zannettiğim için çok üzüldüm. Ama sonra onların sıvı olduğunu, idrarla dışarı çıkaracağıma ikna ettiler beni.

GÜNDE 35-40 KEZ TARTILIYORUM

Yemek yemeden önce ve sonra mutlaka tartılıyorum. Bir yudum çay içsem, bardağı bırakır kaç gram aldım diye tartıya koşarım. Tükürsem bu kez de kaç gram verdim diye koşuyorum. Birkaç gün önce tartımı kırdım. Ama biliyorum ki, iki gün sonra anneme "Tartı bul" diye tutturacağım. Almazlarsa bu kez ne yapıp edip, eczaneye gideceğim.

ANNE AYŞE DANABAŞ

Yiyip yiyip kustuğunu kan gelmeye başladığı zaman anladık

Hastalık olduğunu anlayana kadar zaten çok zaman kaybettik. Götürdüğümüz doktorlar ülseri var deyip, geçiyorlardı. İçine kapanık bir çocuktu zaten, derdini açmazdı. Yanımızda ölmüşçesine yer tıkanır, sonra kusardı. Biz onun kustuğunu artık kan gelmeye başladığı zamanlarda anladık. Ne dediysek olmadı. Bize sadece "Canım istemiyor" diyordu. Çok çabaladık ama elimizden bir şey gelmedi. Tükendik artık, yorulduk.

BABA HALİL DANABAŞ

Üzüntüden geçirdiğim iki kalp krizi bile onu durdurmadı

İşten eve geç geliyordu. Akşam yemeğini hazır bekletirdik ama o, "Ben işyerinde yedim" diyerek yemiyordu. Yalan söylediğini çok sonraları öğrendik. Kızım bu seni ölüme götürür, her duyduğun, okuduğun diyeti yapma dedim, yalvardım, ağladım. Hiçbir şey fayda etmedi. Gözümün önünde eriyordu ama ben bir şey yapamıyordum. Üzüntüden iki kez kalp krizi geçirmem bile onu durdurmadı. Eski resimlerine bakıp bakıp "Ne kadar şişmanmışım" diyerek ağlıyordu. Bir gün dayanamayıp ne kadar resim varsa hepsini sobada yaktım. Galiba bir iki resmi kaldı o kadar.

TELEVİZYONDA KENDİMİ GÖRÜNCE BU BEN MİYİM, DEDİM

Televizyonun ana haberlerinde kendimi görünce şoke oldum. "Bu ben miyim" dedim. Nefesim daraldı. Aynadaki görüntüm o kadar kötü değildi. Hálá kötü gelmiyor. Bir de aynaların farklı gösterdiğini düşünüyorum. Televizyonda o halimi gördükten sonra bile, akşam yiyeceğim küçücük balığın kızartmasını mı yesem, buğulamasını mı yesem diye düşünüyorum.

SENİ KADIN OLARAK GÖRMÜYORUM DEYİNCE KAFAMDAN KAYNAR SULAR DÖKÜLDÜ

Kız arkadaşlarımdan birinin erkek arkadaşına, "Bir erkek gözüyle bana bak, ne düşünüyorsun" dedim."Seni kadın olarak görmüyorum, zayıf olmak istiyorsun ama seni kimse kadın olarak koluna takıp gezdirmez" dedi. Kafamdan kaynar sular döküldü sanki. Bu kadar mı çirkin ve iticiyim diye düşündüm.

BİR ERKEK ARKADAŞIM OLSA, DESTEĞİYLE DAHA İYİ OLURUM GİBİ GELİYOR

Daha önce sevdiğim biri vardı, fakat hastalanıp hastaneye yatınca, "Ben seninle evlenmem, seni bekleyemem" dedi. Bir erkek arkadaşım olsa, sanki onun desteğiyle daha iyi olurum gibi geliyor. Ama şu halimle kimsenin bana bakmayacağını da biliyorum.

ÇOCUK PANTOLONDAN VAZGEÇTİ

Kıyafetlerimi çocuk reyonundan alıyorum. Bir gün, 5-6 yaşlarında bir çocuğun üzerinde bir blue jean gördüm, beğendim. Anneme, "Bunu alalım" dedim. O çocuğun giydiği pantolonun aynısını giydim. Çocuk bir kendi üzerindeki pantolona baktı, bir bana baktı, annesine dönüp "Anne ben bunu giymek istemiyorum" dedi.

Prof. Dr. Kerem Doksat

Anoreksiya nervozayla bulimia evresini birlikte geçirenlerde tedavi umudu fazla

Bu tür hastalarda vücuduyla ilgili idrak hatası vardır. Aynaya baktığında kendini normal algılar, görüntüyü kendisinin devamı olarak görür. Ama televizyonda kendisine yabancılaştığı için bir başkasıymış gibi görür. Bu bir idrak kusurudur. Meselá bir anorektik bir başka anorektiği beğenmez. "Sen de böylesin" dendiğinde, "Hayır, böyle değilim" der. Anoreksiya nervotikler tedaviye çok dirençlidirler. Ne yazık ki, bu hastaların tedaviye rağmen üçte biri ölür. Tedavileri oldukça zordur. Bulimia nervozada etkili ilaçlar var ama anoreksiya nervozada, gerçekten etkili olduğu ispatlanmış ilaç yok. Hálá pek çok ilaç deneniyor. Ama bu örnek gibi, anoreksiya nervozayla birlikte bulimia evresini de birlikte geçirenler için tedavi umudu daha fazladır. Anoreksik vakaların büyük çoğunluğu yetişkin kadın olma rolünü istemez. Önceleri bu hastalık, sosyo ekonomik düzeyi yüksek sınıflarda görülüyordu. Fakat kitle iletişim araçlarının çoğalmasıyla artık herkes her şeyden haberdar, sınıfsallık kalmadı. Literatürde, anoreksiya nervozaya yakalanan erkekler bildirilmedi. Bildirilen az sayıda vakanın hepsi gay.


(Şermin TERZİ hürriyet)
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 04:03
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
27 Ağustos 2006       Mesaj #242
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı

SKANDALI GİZLEDİLER!.. HASTANE MİKROBU 5 ÇOCUĞU DAHA ÖLDÜRDÜ
Sponsorlu Bağlantılar

ULUDAĞ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Hacımustafaoğlu, Çekirge Çocuk Hastanesi’nde yenidoğan yoğun bakım ünitesinde görülen mikrobik vakalarda 5 çocuğun öldüğünün kendilerine söylendiğini bildirdi.
26 Ağustos 2006 Cumartesi 20:12

ULUDAĞ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Hacımustafaoğlu, Çekirge Çocuk Hastanesi’nde yenidoğan yoğun bakım ünitesinde görülen mikrobik vakalarda 5 çocuğun öldüğünün kendilerine söylendiğini bildirdi. Kendilerine bilgi gelene kadar önce 2 ardından da 3 bebeğin yaşamını yitirdiğini açıklayan Prof.Dr. Hacımustafaoğlu, hastane yönetiminin ölümlerin ardından kendilerinden yardım istediğini belirtti.
Olayı, Çekirge Akşemseddin Çocuk Hastanesi Başhekimliği'nin kendilerinden yardım istemesi sonucu öğrendiklerini söyleyen Prof. Dr. Mustafa Hacımustafaoğlu, 21 Ağustos pazartesi günü hastane yönetimi ile bir araya gelip, durum değerlendirmesinde bulunduklarını kaydetti. Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’nde ciddi seyirli enfeksiyonlar olduğunun kendisine söylendiğini kaydeden Prof.Dr. Hacımustafaoğlu, şöyle konuştu:


“Birkaç olguda hastane enfeksiyonu olarak bilinen ‘klebsiella’ olduğu söylendi. Ayrıca birkaç hastanın kanında da birden fazla hastalık olduğu belirtildi. Buna bağlı olarak 5 çocuğun öldüğü bana bildirildi. Bölümde değerlendirme yaptık. Bu tip riskli olguların bulunduğu serviste, bu gelişme üzerine, diğer hastaların mikroptan etkilenmemeleri için tüm kademelerde, ciddiyet ve hassasiyetle önlemler alınmasına karar verdik.' Önlem olarak mikrobun görüldüğü servise hasta kabulünu durdurduklarını sözlerine ekleyen Prof.Dr. Mustafa Hacımustafaoğlu, o gün serviste 10 hastanın bulunduğunu, bunların ikisinin durumunun kritik, üçünün biraz daha iyi, diğerlerinin ise normal olduklarını ifade etti. Bu hastaların bir kısmında tipi belli olmamakla birlikte kanlarında bazı mikropların ürediğini öğrendiklerini vurgulayan Prof. Dr. Hacımustafaoğlu, “Şu anda yenidoğan yoğun bakım bölümünde bir anlamda karantina uygulanıyor diyebiliriz. Bunun başarılı olabilmesi içinde 3- 4 hafta süreye ihtiyaç var. Bu süreçte servise hasta kabul edilmemelidir' dedi.

HASTANE: BEBEK ÖLÜMLERİ BAŞKA NEDENLERDEN
Olayın duyulması üzerine dün basın açıklaması yapan Sağlık Müdür Vekili Serhat Yamalı ve Başhekim İlhan Dindar, serviste mikrobun 14 Ağustos'ta görüldüğünü, bu tarihten itibaren gerekli önlem ve tedbirlerin alındığını açıkladı. Yamalı ve Dindar, mikrobun serviste görülmesinden sonra bebek ölümlerinin gerçekleşmediğini, 14 Ağustos'tan önce yaşamını yitiren 6 bebeğe ise erken doğum veya beyin travması tanıları konduğunu söylemişti.


****



ÇOCUK HASTANESİ'NDE ÖLÜMCÜL ENFEKSİYON TESPİT EDİLDİ...

Bursa Çekirge Çocuk Hastanesi Yenidoğan Bakım Ünitesi'nde bebekler için tehlikeli klebsiella bakterisine rastlanması uzmanları alarma geçirdi.
25 Ağustos 2006 Cuma 14:00


SUAT ARVAS - UĞUR USLUBAŞ
BURSA - Bursa Çekirge Çocuk Hastanesi Yenidoğan Bakım Ünitesi'nde bebekler için tehlikeli klebsiella bakterisine rastlanması uzmanları alarma geçirdi. Yetkililer, "Panik yapacak bir durumun olmadığını" açıklarken, yenidoğan ünitesine hasta kabulü durduruldu, 5 bebek karantinaya alındı.


Çekirge Çocuk Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Uz. Dr. İlhan Dindar, yenidoğan yoğun bakım ünitesinde görülen enfeksiyonla ilgili açıklamalarda bulundu. Başhekim Dindar, Enfeksiyon Kontrol Komitesi'nin çalışmalar sırasında enfeksiyon tespit ettiğini, bu nedenle erken doğum ve düşük kilo ağırlığına bağlı olarak yaşamsal anlamda risk grubunda olan prematüre bebeklerin durumları göz önünde bulundurularak, bebeklerin koruma altına alındığını bildirdi. Başhekim Dindar, "Enfeksiyon Kontrol Komitemiz, hastanemiz bünyesinde karşılaşılabilecek enfeksiyonları saptamak amacıyla dün olduğu gibi bugün de düzenli olarak çalışmalarına devam etmektedir. Özellikle yenidoğan yoğun bakım ünitesi, komitemiz tarafından her zaman dikkatle takip edilmektedir. Çünkü bu ünite zaten adından da anlaşılacağı üzere sağlıklı bebeklerin değil, aksine yoğun olarak bakım ve takip edilmesi gereken bebeklerin olduğu bir ünitedir. Bu nedenle hafta içinde dışarıdan sevkle gelen bebeklerde saptadığımız enfeksiyona bağlı olarak yenidoğan yoğun bakım ünitemize hasta alımı durdurulmuş, Sağlık Müdürlüğümüz'e bilgi verilmiş, Uludağ Üniversitesi Pediatrik Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı ile irtibata geçilmiş, konuyla ilgili bilimsel görüş alışverişi de yapılmıştır" dedi.


İlgili birimdeki, yüksek risk grubuna sahip prematüre bebeklerin durumunun kontrol altında olduğunu ifade eden Dindar, "Panik halinde değiliz. Olmamızı gerektirecek bir durum da yok. Özellikle erken doğan prematüre bebeklerde her türlü hayati risk olabilir. Yaşanabilecek ölümleri, daha önceleri ülkemizdeki diğer hastanelerde karşılaşılan bebek ölümlerine benzer şekilde değerlendirmek doğru olmaz. Biz, panik halinde değiliz ama temkinliyiz, tedbirliyiz ve sürekli teyakkuz halindeyiz. Enfeksiyon Kontrol Komitemiz diğer hastanelerde olduğu gibi rutin çalışmalarına devam etmektedir" diye konuştu.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 04:03
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #243
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sanal ortam bağımlılıklar arasına girdi

İnternet kullanımının günlük yaşamda fazla yaygınlaşması sonucu, hastalık yaratabilecek ölçüde bağımlılık listesine girdiği öğrenildi. Kumar, madde, alkol, alış veriş gibi birçok önlenemeyen alışkanlık içinde yerini almaya başladığı bildirilen internet kullanımının, bağımlılıklar kümesi içinde ayrı bir hastalık olarak tedavi edilmesi gerektiği yolunda birçok psikiyatristin görüş birliği içinde bulunduğu kaydedildi.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Coşkunol, ucuz, kolay ulaşılabilir ve anonim olması nedeniyle daha çok tercih edilen internet kullanımıyla ilgili olarak özellikle ailelerden çok sık başvurular aldıklarını, bunların sayısının da giderek arttığını bildirdi.
Ege Üniversitesinde, alış veriş, kumar, madde, alkol gibi bağımlılıkların yer aldığı yüksek lisans ders programına, internet bağımlılığının da girdiğini belirten Prof. Dr. Coşkunol, bu konuda ülke ve dünyada çok yaygın çalışmaların bulunduğuna işaret etti.

İnternet bağımlılığının özellikle gençler ve sorunlu olabilecek insanlarda daha yaygın olarak görülebildiğini ifade eden Prof. Dr. Coşkunol, ''Gençler arayış içinde kendilerine bu şekilde bir kimlik buluyorlar. Ama bu zahiri bir kimlik. Bu sorun özellikle arkadaşlık ilişkileri, kimlik organizasyonları olmayan gençler arasında daha fazla yaygın'' dedi.
Kişilerin sosyal ve mesleki işlerini etkilemesi, buna engel olamaması ya da bu aktivitesinin sıkıntı yaratmasının, bağımlılığın işaretleri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Coşkunol, ''Bunun sorun haline geldiğinin belirtisi, kesme noktasında kişide kontrolün kalmamasıdır. Bu durum ciddi tedavi edilmesi gereken bir sorun haline gelebilmektedir'' dedi.
TheGrudge - avatarı
TheGrudge
Ziyaretçi
28 Ağustos 2006       Mesaj #244
TheGrudge - avatarı
Ziyaretçi
Hastalıklara Karşı Alınabilecek Önlemler

Pek çok insan, bedeninin kusursuz çalışmasını bekler, ona sınırsızca yük bindirebileceğini ve onun kendini iyileştirici güçlerinin sınırsız olduğunu sanır. Bu açıdan kendilerini aldatanların hayatları tehlikededir. Çünkü bedenimiz, anlayış, bakım, yeterince hareket ve yeni güçler oluşturabilmek için dinlenmek ister. Kendi sağlığını dikkatsizce sömüren hiç kimse cezasız kalamaz. Bedenimize özenle davranışımızın olumlu etkilerini kanıtlayabilmek ise tabi ki pek kolay değildir. Herhangi bir kişi alışılmış ilkbahar nezlesine yakalandığında, o kişinin şanslı olduğu düşünülebilir. Ama bu şanslı sayılan kişinin basit uygulamalarla bedenini güçlendirmiş olabileceğini çok az kişi düşünür. Pek çok kimsenin, neden bir ökseotu kürü yapayım ki, kan dolaşımımda hiçbir anormallik yok, dediği de düşünülebilir. Yani sonuç olarak, akılcılıkla uygulanacak bir sağlık önlemi ancak önerilebilir. Sağlığı için neyin önemli olduğuna herkes kendi başına karar vermelidir. Ama Yaradan, sağlıklı yaşam için gereken her şeyi yaratmış. Bizden beklediği ise, armağanlarından yararlanabilmek için biraz çaba göstermemiz.


Bedene dayanıklılık kazandırmak

Genel sağlık için hiçbir şey, ışık, açık hava ve su banyoları kadar önemli değildir. Bu yöntemlerle kişi bedenini sertleştirebilir ve hastalıklara karşı dayanıklılık kazandırabilir. Bu konuda soğuk su, kalbi ve dolaşım sistemini uyarması, derinin kan dolaşımını arttırması açısından, önemli ölçüde öne çıkmaktadır. Bu uygulamalar sırasında aşağıdaki kurallara özenle uyulmalıdır:

a) Soğuk su kullanımından önce bedenin sıcak olması gerekir. En doğrusu, sıcak yataktan kalktıktan hemen sonra soğuk su kullanılmasıdır. Akşamları ise, bir yürüyüşle veya uygun beden hareketleriyle beden ısıtılmalıdır.

b) Banyo odası soğuk olmamalıdır. Hava akımı oluşmaması için, pencerenin ve kapının kapalı tutulması gerekir. Soğuk su kullanımından sonra bedenin yeniden hızla ısıtılması gerekir. Bunun en uygun yolu, bir süre için sıcak yatağa girmektir.

c) Bedeni güçlendirme önlemleri sırasında aşırıya kaçılmamalıdır, aksi halde beden bu tür uyarılara alışabilir ve beklenen sonuç alınamayabilir.

Bu konudaki tüm olanaklardan sürekli yararlanmak yerine, duruma göre değişik uygulamalara yönelmek doğru olacaktır.

Özellikle çocuklar için gerekli olan sağlık önlemleri: Elden geldiğince açık havada bulunmak! Ama bir annenin çocuğuna verebileceği en değerli şey, belirli bir süre boyunca onu emzirmektir Böylece ona, gelecekte karşılaşabileceği enfeksiyon hastalıklarına karşı korunma gücü sağlamış olacaktır. Çünkü anne sütünün içinde pek çok savunma maddeleri bulunur. Her çocuk, bağışıklık ve savunma sistemlerini oluşturmak zorundadır. Deri ise, soğuğa ve sıcağa karşı tepki göstermeyi öğrenmelidir. Bu öğrenim en iyi biçimde, açık havada hareket etmekle gerçekleştirilebilir; elden geldiğince hafif giyimli, yazın ise en doğrusu çıplak olarak. Çocuk ayrıca açık pencereli bir odada uyumalı ve çıplak ayakla dolaşmalıdır, ki henüz yumuşacık olan ayakları ayakkabı içinde biçimsizleşmeye karşı direnebilsin. İki yaşından sonra çocuğu yavaş yavaş serin suyla banyo ve duş yapmaya alıştırmaya başlanmalıdır. Banyonun ardından hep soğuk suyla duş yaptırılmalıdır. Çocuk eğer dışarıda bir su birikintisine dalarak ayaklarını ıslatmışsa, onları hemen bir sıcak ayak banyosuna sokmalı ve banyo sonunda iyice ovalayarak kurutmalıdır. Banyonun yanı sıra çocuk sıcak bir limonlu bitki çayı içmeli ve gerçekten ısınabilmek için hemen yatağa girmelidir.

Sıcak birikimi tehlikeli olabilir. Bunun için çocuklara yazın kesinlikle sıkı ve hava geçirmeyen giysiler giydirilmemelidir. Kışın ise, sıcak bir yere girildiğinde, müflonlu kaban ve montlar hemen çıkartılmalıdır.

Soğuk suyla yıkanmalar

Sabahları başlayıp, geceleyin yatağa girmeden önce de uygulandığında beden güçlenir ve dayanıklılık kazanır. Güçsüz bedenlerin dayanamadığı soğuk havaya, grip hastalıklarına ve ısı değişimlerine karşı önemli ölçüde direnç oluşur.

Sağ ayaktan başlanan yıkanmada mutlaka küçük bir el havlusu kullanılmalıdır. Daha sonra bacaklar sağdan sola doğru, karın, kollar, sırt ve en önemli bölge olan kalp bölgesi ovalanarak yıkanır. Yıkanma işlemi hızla tamamlanmalıdır. Kalp bölgesi 2-3 kere dairesel hareketlerle ovalanabilir. Kuru bir havluyla ovalanarak kurulanma sırasında muhteşem bir sıcaklık tüm bedene yayılmaya başlar. Böylece eller ve ayaklar ısınır ve beden uyumlu bir dengeye kavuşur. Yatmadan önceki yıkanmalar her şeyden önce iyi bir uyku getirir.

Deri fırçalama

Doğal tüylü bir fırçayla sabahları kuru deri fırçalanır. Göğsün sağ tarafından başlanarak, hep kalp bölgesine doğru fırçalanır. Ayaklardan başlanarak omuzlara kadar çıkılır. Fazla bastırmaya gerek yoktur, derinin kızarması yeterlidir. Sağ taraf tamamlanınca sola geçilir. Sırtın fırçalanabilmesi için fırçaya sap eklenir ve ortadan iki yana doğru fırçalanır. Karın bölgesi dairesel hareketlerle, sağ aşağıdan başlanarak saat yönüne doğru uygulanır. Sonunda, kuru deri pullarından kurtulmak için duş alınır.

Çiyde yürüme

Çim kaplı bir bahçeyi kendi malı sayan kişiler, mayıs günlerinin erken saatlerinde çiy düşmüş çimlerin üstünde çıplak ayakla birkaç tur atmalıdır. Mayıs ayı bu uygulama için en uygun zamandır. Güneş yeryüzünü ısıtmaya başlamıştır, ama toprağın içsel kıpırtıları henüz devam etmektedir. Bu çıplak ayakla çiyde yürüme yalnızca kan dolaşımını uyarmakla kalmayıp, genel sağlık açısından da çok yararlı olacaktır: Tüm beden dikleştirilir, derin soluklar alınırken on dakika boyunca çiy düşmüş çimlerin üstünde elden geldiğince hızlıca yürünür veya koşulur. Eve dönüldüğünde ayaklar sıcak suyla yıkanır ve çorap giyilir. Bu arada üşütmemeye özen gösterilmelidir. Çiyle nemlenmiş çimde yürümek kan dolaşımını uyarır ve sonuç olarak, ayaklar hiçbir zaman soğuk kalmaz. Ayrıca, bu biçimde karşılanan gün boyunca kişi kendini fevkalade dengeli hissedecektir. Kuşların sabah cıvıltıları arasında güneşin ilk tanrısal ışıklarıyla yüzünüz yıkanırken fark ettiğiniz gökyüzünün genişliği adeta içinize yansıyacaktır. Denemeye değmez mi?

Koruma aşıları

Çocukların aşılanması zorunludur. Bu aşılar, bazıları ölümcül olabilen hastalıklara karşı çocuğu korurlar. Çocuğunuza hangi aşının ne zaman yapılması gerektiğini doktorunuz size söyleyecektir.
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
28 Ağustos 2006       Mesaj #245
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
OBEZİTEYLE SAVAŞTA İŞ BİRLİĞİ ÇAĞRISI


ANKARA - Selma Bıyıklı- Türkiye'de özellikle çocuk ve gençler arasında obezitenin giderek artması üzerine Sağlık Bakanlığı harekete geçti. Bakanlık, İçişleri Bakanlığına yerel yönetimler tarafından uygun fiziki düzenlemelerin yapılarak hareketli yaşamın teşvik edilmesine yönelik programların geliştirilmesi için iş birliği önerdi.

Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Turan Buzgan imzasıyla İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğüne gönderilen yazıda, Sağlık Bakanlığınca sağlığın korunması, geliştirilmesi ve yaşam kalitesinin artırılması amacıyla halkı fiziksel aktiviteyi teşvik etmek ve bunu hayatlarının bir parçası haline getirmeye çalışmak için çeşitli programlar yürütüldüğü belirtildi.

Sağlık Bakanlığı bünyesinde, toplumda hareketli yaşamın teşvik edilmesi ve fiziksel aktiviteyi özendirici faaliyetlerin gerçekleştirilmesi amacıyla ilgili kamu kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin yer alacağı çok sektörlü bir çalışma grubunun oluşturulmasının planlandığı belirtilerek, ayrıca ileriki dönemde gerçekleştirilecek aktivitelere yönelik hazırlıkların yapılması, başarılı belediye uygulamalarının değerlendirilmesi, bunların kamuoyuna duyurularak ödüllendirilmesi, böylelikle yerel yönetimlerin bu konuda desteklenmesinin hedeflendiği bildirildi.

Sağlık Bakanlığınca 2004 yılında yapılan ''Sağlıklı Beslenelim, Kalbimizi Koruyalım'' araştırmasına göre, ülkedeki erkeklerin yüzde 21.2'si, kadınların ise yüzde 41.5'inin obez olduğu tespit edildi.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:40
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
1 Eylül 2006       Mesaj #246
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
SİZİN Kİ 'DEPRESİF RUH HALİ' Mİ, YOKSA 'DEPRESYON' MU?

Sık sık 'depresif ruh hali'yle karıştırılan depresyon, beyin biyolojisiyle ilgili 'ciddi' bir psikiyatrik hastalık.
30 Ağustos 2006 Çarşamba 10:10
Son zamanlarda kendinizi değersiz, karamsar ve sinirli mi hissediyorsunuz? Nedensiz ağlama nöbetleri, konsantrasyon güçlüğü gibi şikâyetleriniz mi var? O halde dikkat, depresyon kapınızı çalıyor olabilir. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arif Verimli depresyonu ve belirtilerini anlattı.
Depresyon nedir?
Depresyon bir beyin hastalığıdır. Belirtileri tanımlanmış, tedavisi mümkün bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Halk arasında söylenen geçici, duygusal keder ve neşesizliklerden öte depresyon çok ciddi bir beyin rahatsızlığıdır, mutlaka iyi tanınmalıdır.
Genel belirtileri nelerdir?
Belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz: Sosyal yaşamdan uzaklaşma, günlük aktivitelere ilginin azalması, sık sık ağlama isteği, kişisel bakımda özensizlik, umutsuzluk, kimsenin kendisiyle ilgilenmediği düşüncesi, alkol ya da madde kullanımına başlama, suçluluk duyguları, karamsarlık, kaygılar, kendine güvenin azalması, konsantrasyon güçlükleri, sinirlilik, uzun süren üzüntü, tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri, çoğalan ya da azalan enerji düzeyi.


Uyku düzensizlikleri bir işaret
Depresyonda dikkat çekici bir başka belirti uykuda düzensizliklerdir. Bu, aşırı ya da çok az uyku şeklinde kendini gösterebilir. Bir diğer önemli belirti, iştahın aşırı artması veya azalması. Ayrıca hastalarda neşesizlik, hayattan keyif almama, tahammülsüzlük, cinsel istekte azalma, bakımsızlık, içekapanıklılık, sürekli geçmişe yönelik hataları düşünme, kendini değersiz görme, yorgunluk, kendini boşlukta hissetme de depresyonda sık görülen şikâyetler.
Depresyona girmede neler etkendir?
Bugünkü bilgimize göre, depresyondaki en önemli yatkınlık etkeni kalıtım. Araştırmalar, depresyon geçirenlerin akrabalarında da depresyonun sık görüldüğünü gösteriyor. Herkes her gün pek çok kederle karşılaşıyor. Bu faktörler yatkınlığı olanlarda depresyonu tetikliyor. Ama yakınlarında depresyon olanların tamamı depresyona girecek diye bir şey söylenemez.
Hormonlardaki bozukluklar depresyon nedeni mi?
Evet. Mesela mutluluk hormonları dopamin, serotonin, endorfinle duyguları dengeleyen hormon melatonindeki bozulmalar depresyon nedeni olabilir. Ayrıca depresyon bazı hastalıklar sonucunda da ortaya çıkabilir. Örneğin beyin kanaması, beyin travması ya da beyin damar hastalıklarıyla ilgili geçirilmiş bir rahatsızlıktan sonra depresyon görülebilir.


Hastalıklar ve depresyon
Alkol ve madde kullanımı, tiroit hormonundaki dengesizlikler, guatr hastalığı, şeker hastalığı, yatağa bağımlı hastalıklar depresyon yaratabilir. Ergenliğe, menopoza girme, doğum gibi vücut kimyasındaki değişikler önemli bir depresyon nedenidir.
İlaçlar depresyona yol açabilir mi?
Uzun süreli kullanılan bazı ilaçlar depresyondan sorumlu olabilir. Bazı kanserler ve yüksek tansiyon hastalığında da depresyon ortaya çıkar. Bununla birlikte panik fobiler, takıntılar gibi anksiyete bozuklukları, bulumia ve anoreksiya gibi yeme bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve şizofreni gibi rahatsızlıkların ortak paydası depresyondur. Depresyona işsizlik, boşanmalar, ayrılıklar, hava, yol durumu gibi faktörler de yol açabilir. Ancak bu faktörler depresyonda çok küçük oranda etkili.
Depresyon ile depresif olma farklı şeyler mi?
Farklılıktan da öte bir ayrımları vardır. Depresyonun belirtileri depresif belirtilerdir. Depresif belirtiler kimi zaman hepimizde görülür. Gün içerisinde depresif bir ruh haline bürünebiliriz. Kimi günler neşesiz, karamsar, tahammülsüz ve bakımsızızdır. Ancak bir sonraki gün bu durum geçebilir. Depresyonsa bir belirtiler topluluğu olup, yaşam kalitesini çok ciddi anlamda bozan, beyin biyolojisiyle ilgili son derece ciddi bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Depresyonda teşhis için depresif belirtilerin hiç aksamadan en az iki-üç ay boyunca devam etmesi gerekir.


Prof. Dr. Arif Verimli kimdir?
1954 yılında Antalya'da dünyaya gelen Prof. Dr. Arif Verimli ilkokul, ortaokul ve liseyi Antalya'da bitirdi. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni 1977'de tamamlayarak tıp doktoru oldu. Mezuniyetten sonra psikiyatri asistanlığı yaptı. 1982'de uzman olan Verimli, 1982-1983 yılları arasında Adana Askeri Hastanesi'nde askerlik görevini tamamladı. 1983'te zorunlu hizmet atamasıyla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde başasistan olarak göreve başladı. 1990'da doçent oldu. 1994-2003 yılları arasında Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin başhekimliğini sürdüren Dr. Verimli, aynı hastanede 5'nci Psikiyatri Klinik Şefi olarak görevini sürdürdü. Başhekimliği döneminde 'Evlilik Danışma Merkezi', 'UMATEM', '182 Umut Işığı Hattı', 'İntihar Müdahale Merkezi'ni kurdu. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nden emekli olan Verimli, Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı'nda profesörlük kadrosuna atandı. Halen aynı fakültede görevini sürdüren Prof. Dr. Verimli evli ve iki çocuk babası.

(radikal)


***


ETİ NASIL PİŞİRİRSENİZ KOLESTEROL YAPMAZ?

Dr. Chen, zeytinyağı dışındaki salamura malzemeleri üzerinde de araştırma yaptıklarını söyledi.
01 Eylül 2006 Cuma 11:25

Tayvan'daki Fu Jen Üniversitesi doktorları, eti zeytinyağında bir süre beklettikten sonra başka yağ koymadan pişirmek gerektiğini söylüyor. Zeytinyağında salamura edilen etin kötü kolesterol oranını düşürdüğünü belirten uzmanlardan ekibin başındaki Dr. Bing-Huei Chen, "Zeytinyağında bekletilen ette pişirildikten sonra antioksidan görevini gören kimyasallar oluşuyor. Bu kimyasallar sadece kötü kolesterolü azaltmakla kalmıyor, aynı zamanda kalp hastalıkları ve kansere yol açan hücreleri de öldürüyor" dedi. Dr. Chen, zeytinyağı dışındaki salamura malzemeleri üzerinde de araştırma yaptıklarını söyledi.


ALZHEİMERA KARŞI MEYVE VE SEBZE SUYU

Amerikalı araştırmacılar, çalışma kapsamında 2 bin kişinin yeme ve içme alışkanlıklarını on yıl boyunca gözlemiş.
01 Eylül 2006 Cuma 00:16


Meyve veya sebze suyu içmek, Alzheimer hastalığının gelişmesi riskini belirgin ölçüde azaltabilir.

Amerikan Tıp Dergisi'nde yayımlanan bir araştırma, haftada üç kereden fazla meyve veya sebze suyu tüketmenin, Alzheimer hastalığının oluşumunu önlediğini ortaya koydu.

Amerikalı araştırmacılar, çalışma kapsamında 2 bin kişinin yeme ve içme alışkanlıklarını on yıl boyunca gözlemiş.

Buna göre, haftada üç seferden daha fazla meyve veya sebze suyu tüketenlerde, haftada bir seferden az tüketenlere kıyasla, hastalığın gelişme riskinin yüzde 76 azaldığı saptanmış.

İngiliz Alzheimer Derneği'nden Susan Sorensen, bulgunun bilhassa yüksek Alzheimer riski taşıyanlar açısından büyük önem taşıdığı görüşünde.

"Çalışma, haftada bir seferden fazla meyva suyu içenlerde Alzheimer gelişme riskinin azaldığını açık biçimde gösteriyor. Bundan daha fazla tüketenlerde ise risk daha büyük ölçüde azalıyor. Bu, diyabet gibi başka nedenlerden yüksek risk taşıyanlar açısından ise özellikle önemli."

Dr Sorensen, meyve veya sebze suyunun hastalıkla nasıl mücadele sağladığını ise şöyle anlatıyor:

"Biz bu durumun meyvelerın içerdiği, ayrıca bir dizi sebzede de bulunan "polifenol" adlı birtakım bileşenlere bağlı olduğuna inanıyoruz. Beyne kan akışını sağlıyorlar ayrıca büyük olasılıkla oluşan hasarla da tepkimeye giriyorlar. Bu hasara hidrojen peroksitin neden olduğuna inanıyoruz. Bu madde, beyindeki bazı faaliyetlerin yan ürünü."




Alzheimer, beyinde "beta amyloid" adlı bir protein tortusu oluşturuyor. Bu birikim, beyin hücrelerini öldürüyor ve unutkanlığa yol açıyor.

İşte bu değişim sürecine "hidrojen peroksit"in neden olduğu tahmin ediliyor.

Serbest radikaller, hücrelerin zarar görmesine ve birçok hastalığa yol açan reaktif maddeler.

Yapılan pek çok çalışmaya göre ise birçok gıdada yer alan kimyasal maddelerden "polifenol", bu döngüyü yarıda kesip zarar veren serbest radikalleri etkisizleştirebiliyor.

Meyve ve sebzelerde ise bol miktarda polifenol bulunuyor.

Alzheimer Araştırma Vakfı'ndan Harriet Millward, "Pek çok bilim adamı, vücutta serbest radikal oluşumuyla Alzheimer'e yakalanan insanlarda beyin hücrelerinin değişimi arasında bir bağlantı olduğuna inanıyor" diye konuştu.

"Sebze ve meyve suları, serbest radikalleri ortadan kaldıran antioksidanları içerdiğinden, bu araştırma sayesinde mevcut teori de güçleniyor."

Dr Millward'a göre bu araştırmanın uzun vadeli olması ve büyük bir grup insanı kapsaması da teoriyi güçlendiren nedenlerden.

Uzmanlar, hangi meyve ya da sebze sularının daha fazla etkisi olduğuna ilişkin ise araştırmaların devam ettiğini belirtiyor.

/BBC
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 17:34 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Eylül 2006       Mesaj #247
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Omurilik Zedelenmesi
Vücudun iletişim sisteminin ana arteri sayılan omurilikte meydana gelen zedelenme ağrılara ve hareket aksamasına yol açıyor. Beklenmedik bir darbeyle omurilikte meydana gelecek zedelenmeler, vücudun yönetim sistemini aksatıyor. Karmaşık bir yapı olan vücut sinir sistemi, komuta merkezi olan beyin ve komutları tüm vücuda aktaran omurilikle sinir köklerinden oluşuyor. Beyinde tasarlanan veya otomatik olarak iletilmesi planlanan komutlar omurilik ve sinir kökleri vasıtasıyla uç organlara iletiliyor.
Böylesine önemli bir işlevi olan ve omurga kemlikleri tarafından korunan omuriliğin kaza sonucu zarar görmesi, omurilik yaralanması olarak tanımlanıyor.
Acıbadem Hastanesi Bakırköy Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Opr. Dr. Mustafa Şengün omurilik zedelenmesiyle ilgili şunları söylüyor:
“Omurilikte meydana gelen etkilenmeler bazı harf ve rakamlarla ifade edilir. Omurilik üzerindeki etkileri bası ve kesi diye tanımlıyoruz. Bası, genellikle tam olmayan yaralanmalar için kullanılır. Kesi ise tam yaralanmayı ifade eder. Omurilik yaralanmalarını ifadede kullanılan harfler omurganın anatomik bölümlerinin latince isimlerinin baş harfleridir. Harflerin yanındaki rakamlar ise omurun sırasını belirtir. C harfi boyun omuru anlamına gelen ‘Cervical’den,T harfi sırt omuru anlamına gelen ‘Torakal’den ve L harfi bel omuru anlamına gelen’Lomber’den kısaltılmıştır.”

Ne yapmalı?
Opr. Dr. Mustafa Şengün, omurilik yaralanması olduğunda öncelikle sağlık ekibinin beklenmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve şöyle devam ediyor:
“Yaralanan kişinin mutlaka kaza mahallinden uzaklaştırılması gerekiyorsa; hastanın başucuna geçilip, eller avuç içleri yukarı bakacak şekilde boynun yanlarından sırta doğru ilerletilir. Kol ve pazularla boynun sağa sola ve öne-arkaya hareketi engellenerek taşınır. Omurilik yaralanması olan kişi hastaneye ulaştırılınca ilk yapılan işlem solunum ve dolaşımın desteklenmesidir. Omurilik yaralanması için yüksek doz ‘kortizon’ yapılır. Kortizon, yaralanan omurilikte oluşabilecek olan ve tablonun kötüleşmesine neden olacak olan ödemin engellenmesi içindir. Sonrasında ise gerekiyorsa acil cerrahi girişim yapılır. Buradaki ana belirleyiciler, oluşan yaralanmanın ’tam’ yada ’kısmı’ olmasıdır. Yani ilk muayenesinde tam felci olan hastanın kortizon ya da cerrahi tedaviden fayda görme olasılığı, kısmı felci olan hastaya göre çok daha azdır ”

Tedavi süresi
Omurilik zedelenmelerinde hasar oluşmaması için hastane tedavisi gerekiyor. Bu tedavinin süresi ise zedelenmenin derecesine ve hasta üzerindeki etkilerine göre değişiyor.
Opr. Dr. Şengün hastanede tedavi süresiyle ilgili şunları söylüyor:
“En iyi durumda, yani, en az omurilik hasarı gören hastada bu süre 3 hafta kadardır. ‘Bası’ ile oluşan zedelenmelere maruz kalan hastalar, cerrahi ve fizik tedaviden fayda görürler. Tam yaralanma hali olan ’kesi’ durumunda, cerrahi müdahalenin başarı şansı yoktur. Ancak fizik tedavi ile hasta üzerindeki etkileri, belli seviyelere indirilebilir. Omurilik yaralanması olan hastalarda idrar, gaita ve fizik tedavi kontrolleri düzgün yapılmalıdır.”
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
4 Eylül 2006       Mesaj #248
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ BULAŞICI HASTALIKLARI ARTIRIYOR



NORWICH - İklim değişimi yüzünden Avrupa'da normalde görülmeyen hastalıkların ortaya çıkmaya başladığı bildirildi.
İngiltere'deki East Anglia Üniversitesi profesörü Paul Hunter, "Sellere ve kuraklığa neden olan değişken hava, bulaşıcı hastalıkların tekerrüründe de değişikliklere yol açacak" dedi.
Hunter, ABD'nin körfez eyaletlerinde görülen bir deniz organizmasının neden olduğu "Vibrio Vulnificus" adlı hastalığın, Baltık denizine giren 3 kişide görüldüğünü belirterek, Danimarka'da da bir kişinin bu hastalıktan öldüğünü bildirdi.
İtalya sahillerindeki halkın da "Ostreopsis ovata" adlı organizmanın bulaşması tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, ısınan deniz suları sayesinde bu organizmanın habitatını genişlettiği belirtildi. Hunter, 100 kadar tatilcinin ishal, deride kırmızı noktalar ve ateş gibi belirtilerle hastaneye kaldırıldığını söyledi.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi'nin de son yıllarda, daha önce herhangi bir sorunun olmadığı yerlerde ortaya çıktığına dikkat çekildi.
Hunter, bunun yazların daha sıcak olmasından ziyade, kışların eskisi kadar soğuk olmamasından kaynaklandığını belirtti.
Hunter, bulaşıcı hastalıkların iklim değişiklikleri yüzünden değişime uğradığı yönünde çok açık işaretler bulunduğunu kaydetti.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:40
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
5 Eylül 2006       Mesaj #249
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
SAĞ YANA YATARAK UYUYUN



Bir tarafa yatarak uyuma durumunda, yatılan yöne bağlı olarak burun deliklerimizin birisinin tıkanırken, diğerinin açıldığı ve solunumun açık olan burun deliğinden yapıldığı araştırmalarla belirlenmiştir.

Ayrıca nefes alınan burun deliği ile beynin yarımküreleri ve sempatik-parasempatik sinir sistemleri arasında da bir münasebet olduğu, çalışmalarla gösterilmiştir.
Sağ tarafa yatılması durumunda, sağ burun deliği tıkanmakta, sol burun deliği açılmaktadır.
Sol burundan yapılan nefes alma ile sağ beyin yarımküresinin aktivitesi artar.
Sağ beyin yarımküresinin uyarılmasi, parasempatik sinir sistemimizin faaliyetlerini artırmasına, kalb hizimizin yavaşlamasına, tansiyonumuzun düşmesine ve mide-bağırsak faaliyetlerimizin yavaşlamasına vesile olur.
Dolayısıyla kalbimiz daha az yorulur, uykuya dalmamız daha kolaylaşır, bu da istirahatimizin daha iyi olmasına imkân sağlar.
Diğer yandan sol tarafa yatılırsa ne olur?
Sol burun deliğinin tıkanması ile birlikte sağ burun deliğinden nefes alınması, sempatik sinir sisteminin faaliyetlerinde artışa yol açar; bu durumda kişi heyecanlanmış gibi olur ve kalb atışlarındaki hızlanma ile kalb daha da yorulur.
Bu yüzden uykuya dalma zorlaşır.
Çünkü kalb atım hızının, tansiyonun, heyecan ve dikkatin artması uykuya engel olabilir.
Sol tarafımız üzerine uyumada ise vücudumuz daha çok yıpranacaktır.
Sırtüstü veya yüzüstü yatınca durum ne olacaktır?
Yüzüstü yatmak zaten uzun süre mümkün olmadığı gibi, kalb, akciğerler ve mide bu durumda baskı altında olduğu için, ciğerlerimiz ve midemiz sıkışıp rahatsızlık verebilir.
Sırtüstü yatıldığında ise bu rahatsızlıklar olmayabilir.
Ancak uykuya dalmada gecikme olabilir.
Bu durum da vücudun tam dinlendirici bir uykuya geçmesine ve dinlenmesine engel olabilir.
Çünkü bu durumda gündüz olduğu gibi iki burun açık olacak ve parasempatik sistem uyarılamayacaktır.
Ayrıca sırtüstü yatılması durumunda mide ve bağırsakların fonksiyonlarını gerçeklestirmesi biraz daha zorlaşacaktır.
En faydalı ve belki de en az zarar görebileceğimiz yatış pozisyonun; "sağ yana yatarak ve ayakları vücuda doğru çekerek uyuma"
şeklinde olduğu, yapılan araştırmalarla ancak bugün doğrulanabilmektedir.
Bu yatış seklinde hem mide ve bağırsaklar korunmakta, hem de sindirimin daha kolayca tamamlanması mümkün kılınmaktadır.

(alıntı)
evo - avatarı
evo
VIP kirlenmek güseldir : )
9 Eylül 2006       Mesaj #250
evo - avatarı
VIP kirlenmek güseldir : )
GÜNEŞE KIŞIN DA DİKKAT


ANTALYA - Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ertan Yılmaz, güneşin zararlı etkilerinden kış aylarında da korunulması gerektiğini belirterek, ''Güneş her zaman güneştir. Hatta kışın daha tehlikelidir. Çünkü yazın çok sıcak olacağından güneşte fazla kalmaz, gölgeye kaçarsınız'' dedi.
21. Ulusal Dermatoloji Kongresine katılan Prof. Dr. Ertan Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, güneşin zararlı etkilerinden korunmanın önemine değinerek, güneş etkilerini yaz ve kış ayları diye ayırmanın ''ciddi bir yanılgı'' olduğunu kaydetti.
Güneş ışınlarının zararının sadece yaz aylarında etkili olmadığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, ''Güneş her zaman güneştir. Hatta kışın daha tehlikelidir. Çünkü yazın çok sıcak olacağından güneşte fazla kalamaz, gölgeye kaçarsınız. Halbuki kışın ısınıyorum diye güneşte daha fazla kalırsınız'' dedi.
Prof. Dr. Ertan Yılmaz, derinin yaz ayları boyunca güneşin etkisiyle kalınlaşacağını, eski haline dönmesi için basit nemlendiriciler kullanılabileceğini kaydetti. Yaz aylarında kalınlaşan deriden kurtulabilmek için keselenmek ve liflenmenin de doğru olmadığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, ''Aşırı soyma, deride ters tepki yapıyor'' diye konuştu.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:40

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış