Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 15

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.386 Cevap: 719
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Mayıs 2006       Mesaj #141
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Gözlük kullanmaya başlayan kişilerde, belli bir süre sonra bazı alışkanlıklar oluşur . Gözlüğü takıp, Çıkarırken, silerken, bir zemin üzerine koyarken, kordon veya zincirle boyunda asılı tutarken, baş üzerine kaldırırken, kılıfına yada kılıfsız cebe çantaya yerleştirirken ortaya çıkan bazı hareketler, hep benzer biçimde düşünmeden yapılır.
Bu alışkanlıkların hepsi, gözlüğün ömrünü, yapısını, ayarlarını etkiler . Eğer bu alışkanlıkların içinde yanlış bir zorlama, yanlış bir hareket varsa, gözlük zorlamanın olduğu bölgeden kırılabilir. Bu olumsuzlukları gidermek için, sırasıyla şunlara dikkat etmek gerekir:

Sponsorlu Bağlantılar

Gözlük kullanılmadığı zamanlarda,mutlaka sert koruyucu bir kılıfta muhafaza edilmeli ve mümkün olduğunca oturulan, dayanılan üzerinde eşya bulundurulan bir zemine konulmamalıdır.
Oturulan sandalye, koltuk, kanepe, yatak üzerine bırakılıp unutulan gözlükler her an bir kazaya uğrayabilir . Böyle bir alışkanlık edinilmişse hemen vazgeçilmesi gerekir.

Gözlüğün Ayarları Bozulursa
Bu durumu anlamak için gözlük sapları açılarak düzgün (masa üstü vs.) bir zemine konur. Şayet saplardan biri zemine değmiyorsa,gözlük yüzde eğri duracaktır. Bu pozisyondayken gözlük halkalarına yukarıdan bakıldığında, halkalardan biri içe doğru bir konumda ise, gözlük köprü kısmından eğilmiş demektir. Bu gözlük yüzde,bir halkası yüze yakın, diğer halkası gözden uzak duracaktır.
Bunların dışında, sap açıklıkları gövde ile 90 derecelik açı teşkil etmiyor ve dışa doğru açılmamışsa, gözlük yüze bol gelecek ve düşme eğilimi gösterecektir. Şayet bu sap bu şekilde açılmışsa, gözlüğün açılan sap yönünde yüze yaklaştığı görülecektir.
Metal ve plastik çerçevelerde sap vidalarının gevşemesiyle saplar sık sık cama çarpacak ve cam üzerindeki kaplama veya polisaja zarar vererek matlaşmasına neden olacaktır.
Gözlük katlandığında saplar düzgün kapanmıyor, aşağı veya yukarı doğru doğru açı teşkil ediyorsa, sap menteşelerinin eğimi yanlıştır. Bu durum gözlüğün kılıfa girmesini zorlaştır. Gözlük sapları genellikle düzgündür. Bazen yapımcı firma veya teknisyen gözlükçü tarafından şakaklar üzerindeki baskıyı azaltmak için hafif bir kavis verilir. Bilinçli yapılan bu işlem dışında saplardaki aşağı-yukarı, içe ve dışa eğimler gözlüğün yüzdeki konforunu olumsuz etkiler. Bu tür ayar bozuklukları görünümü de kötüleştirir.
Metal gözlüklerde, camları halka içine zapteden vidalar zamanla gevşeyip camların düşüp kırılmasına neden olabilir. Fakat bu durum kullanıcıyı daha önceden uyarır. Gözlük camları silinirken gevşemiş vidalar camın yatak içinde oynamasına ve ses çıkarmasına neden olur. Bu ses camın düşebileceğinin de habercisidir.
Özellikle plastik çerçeveleri veya plastik camlı,plastik ve metal çerçeveleri sıcaklığın 40 dereceyi geçtiği yerlerde bırakmamak gerekir. Bırakılan gözlükler,sıcaklıklarının 60-70 dereceye çıkmasıyla deforme olur, parlaklıklarını kaybederler. Özellikle yansımasız kaplamalı plastik camların kaplamaları, bu sıcaklığa dayanamaz.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:16
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Mayıs 2006       Mesaj #142
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Her sabah yataktan kalkıldığında su ile yüzün yıkanması gerekmektedir. Gece uykudan önce, yüzün sabunla yıkanarak temizlenmesi yüz derisi üzerindeki günün kirini arındırır. Cildin doğal kimyasal yapısına uygun sabunlar yüz temizliği için tercih edilmelidir.
Çoğu zaman görme keskinliğinin kaybedildiği farkedilmeyebilir. Bu nedenle düzenli aralıklarla göz muayenesi yaptırılmalıdır. Görme bozukluğu olanların gözlük yerine kontakt lens kullanması oldukça yaygındır. Bazı kişiler sadece göz rengini değiştirmek için estetik amaçlı kontakt lens kullanırlar. Kontakt lens kullanımında temizlik çok büyük önem taşımaktadır. Bu temizliğe ilk gün nasıl uyuluyorsa kontakt lens kullanıldığı sürece de aynı titizlikle uyulması gerekmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Bazen güzelliği daha belirgin hale getirmek için başta göz çevresi ve kirpikler olmak üzere makyaj amacıyla yüze sürülen çeşitli maddeler kullanmaktadır. Öncelikle bu maddelerin kaliteli olması çok önemlidir. Buna rağmen göz çevresinde ve yüzde mikrobik ya da allerjik sorunlarla karşılaşılabilir. Makyaj yapılıyorsa her akşam yatmadan önce muhakkak göz çevresinde ve yüzde kullanılan makyaj artıkları uygun krem ve solüsyonlar kullanılarak ya da su ve sabunla temizlenmelidir. Makyaj temizliğinde kullanılan malzemelerin niteliği de en az makyaj malzemeleri kadar önemlidir. Bu tür malzemeler yeterince kaliteli olmadığında cildin yıpranmasına, sivilce ve siyah noktaların oluşmasına hatta lekelenmelere yol açabilir.
Kulak temizliğinde kulak arkasının temizliği unutulmamalıdır. Kulak içine herhangi bir cisim sokulmamalıdır. Dış kulak yolunun zedelenmesi tehlikeli iltihaplanmalara neden olabilir.
Kulağa küpe takarken bunun kulakta allerji yapabileceği bilinmelidir. Bu nedenle kullanılacak küpelerin allerji yapma özelliği çok az olan altın ya da gümüşten yapılanları tercih edilmelidir.
Klipsi olmayan küpe kullananlar kulak memesinde delik açtırmaktadırlar. Bu deliği açarken kullanılan delici aracın ve peşi sıra takılan ip ya da halkanın mutlaka mikropsuz olması gerekir. Aksi takdirde kulak memesinde çok tehlikeli durumlara yol açabilecek iltihaplanmalar görülebilir. Ayrıca kulak memesine delik açılırken tek kullanımlık aletler kullanılmadığı taktirde bugün için çok yaygın hale gelmiş kan yolu ile bulaşabilen sarılık (hepatit B), AIDS (HIV) gibi, mikropların yol açtığı hastalıklara yakalanma tehlikesi vardır. Doğal olarak bu riskler kulak gibi vücudun başka yerlerine de takılan cildi delici takıların ve işlemlerin (dövme gibi) tümü için geçerlidir.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:16
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
10 Mayıs 2006       Mesaj #143
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Aşırı Uyuma
Uyku insanoğlunun her zaman çok ilgilendiği konular içerisinde yer almıştır. Bunun nedeni her birimizin günlük işlevselliğimizi sürdürebilmek için uyku uyumaya ihtiyacımızın olmasıdır.

Günlük aktivitelerimizi devam ettirebilmek için,verimli olabilmek için bir günde belli sürede uyumamız gerekmektedir. Ve biz,bu gerekli uykuyu alamazsak gün boyu bunun sıkıntısı çekeriz. Unutkan oluruz,sinirliliklerimiz artar, dikkatimiz dağılır, iç sıkıntısı duyarız. Ancak bazen de uykuyu fazla kaçırmaya başlarız. O zaman da, problem olur bizim için. Az uyumak gibi çok uyumakta bir problemdir. Altında yatan sebep araştırılmalıdır. En önemli sebeplerden biri depresyondur. Aşırı uyuma ile birlikte sinirlilik halleri öfke hayattan zevk almama halleri de eşlik edebilir. O zaman konuya daha hassas davranmalı kendimizi bunu sebebine yönelik araştırma yapmaya yönlendirmeliyiz.

“Uykunun normali nedir ?” diye bir soru sorulursa o zaman şöyle cevap vermek gerekir. Uyku uyuma hususunda herkes için geçerli olan bir normal olmamakla birlikte 6-8 saat normal uyku kabul edilebilir. Gerçi uykunun süresi kalitesi ile alakalıdır. Sık sık uykunun bölünmesi ile uyku süresi artar. Yani verimli bir dinlenme için daha uzun süre uyumak gerekir. Oysa rahat normal sıcaklık ve neme sahip bir ortamda uyanmadan uyunan bir uyku daha kısa da olsa yetebilir. Bu nedenle şartlar da göz önüne alınmalıdır.

Günlük olaylarla etkilenme uyku süresini bozabilir. Mesela sınavımız kötü geçmiş olabilir, eşimizle kavga etmiş olabiliriz yada o gün çok ciddi para kaybetmişizdir. Ama bu tür uyku bozuklukları gelip geçicidir . Sebep ortadan kalktıktan sonra tamamen düzelir.

Bazen de çok uzun uyunabilir. Eğer tembellik etmiyorsak ve uykumuzun aşırı olması çok uzun zamandır varsa ve biz buna rağmen dinlenmemiş kalkıyorsak o zaman ilk önce uyku hijyeni şartlarımızı gözden geçirmeliyiz. Yani yatağımız sağlıklı mı ? Odamızın havası temiz mi? Oda ısısı normal mi ? Geceleri sık sık uyanıyor muyuz ? Tüm bunları göz
den geçirdikten sonra hiçbir problemimiz yoksa ve fazla uyumamız hayatımızdaki baz işleri kısıtlamaya başlamışsa artık iş çığırından çıkıyor demektir. Biz uykumuz için bir hekime başvurmalıyız ve sebebe yönelik araştırma yapmalıyız. Kaynağını bulmalı ve bunu halletmeliyiz.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Mayıs 2006       Mesaj #144
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Burun akıntısını hafife almayın


Kayseri Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi Başhekimi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İlhan Özer, kafa travması, tümör, doğuştan kaynaklanan bazı beyin-omurilik anomalileri nedeniyle, beyin-omurilik sıvısının burun akıntısı olarak gelebileceğini söyledi.

Dr. Özer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, burun akıntısının çocukluk çağında çok sık görülen bir şikayet olduğunu kaydetti.

Burun akıntısının halk arasında bilindiği gibi sadece soğuk algınlığı durumlarında olmadığını ifade eden Özer, şöyle devam etti:

"Yeni doğanlarda, burunda darlık, tıkanıklık gibi doğumsal burun anomalileri ve akut sinüzit ile bronşit, kızamık, boğmaca gibi hastalıkların başlangıç dönemlerinde de su gibi burun akıntısı görülür. Bazen burun akıntısı ve burunda şişme, nazal mukozanın, soğuk hava, nem değişiklikleri, sigara içilmesi, baharatlı yiyecekler tüketilmesi, stres gibi çeşitli uyarılara verdiği tepkidir. Kafa travması, tümör, doğuştan kaynaklanan bazı beyin-omurilik anomalileri nedeniyle burundan beyin omurilik sıvısı akıntı olarak gelebilir." Dr. İlhan Özer, alerjiye bağlı burun akıntısı da görülebileceğini belirterek "Bunlar mevsimsel ya da yıl boyu devam edebilir. Burun akıntısı temiz ve su gibidir. Akıntı ile beraber aksırık, göz rahatsızlıkları tabloya eşlik eder" dedi.

Buruna yabancı cisim kaçması sonucu oluşan akıntının ise tek taraflı, kötü kokulu ve kanlı olabileceğine işaret eden Özer, bazı ilaçların ve uyuşturucuların da burun akıntısına neden olduğunu, bu nedenle akıntının nedeninin bir hekim tarafından değerlendirilmesinin doğru olacağını anlattı
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:11
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
10 Mayıs 2006       Mesaj #145
arwen - avatarı
Ziyaretçi
AZ YE, ÇOK YAŞA


Günlük kalori miktarını kısarak yaşam süresini uzatmak mümkün. Bilim adamları açlık çekmeden aç kalmanın yollarını arıyor.
Opera sanatçılarının şişman olması gerektiğine inanılır. Oysa Simon Fraser Üniversitesi'nden 25 yaşındaki opera bölümü öğrencisi Jamis Gifford , o kadar zayıf ki, opera temsillerinde üzerine kostüm uydurmak neredeyse imkansız. Bir düello sahnesinde ölmesi gerektiğinde, yere usturuplu düşmeye gayret ediyor. Aksi takdirde her tarafı çürüyor ve morarıyor. ''Yeterli miktarda koruyucu yağ tabakasına sahip olmadığım için vücudum darbelere karşı çok duyarlı'' diye konuşan Gifford, 1.80 metre boyunda ve 63 kilo.
Gifford, gerçek yaşamında ölümünü geciktirmek için rol icabı ölmesi gerektiğinde yaralanmayı göze alıyor. Bundan 6 yıl önce izlediği bir televizyon programında, su biti, solucan ve kemirgen gibi hayvanların az yedikleri zaman ömürlerinin uzadığını öğrenmiş. Normal olarak 40 ay yaşayan fareler, normalden yüzde 60 oranında daha az beslenirlerse yaşam süreleri 56 aya çıkabiliyor. Şu günlerde Gifford ortalama 1500 kilokalori ile idare ediyor. Bu miktar kendi boyutlarında birinin yediklerinin yüzde 50'sine eşit. Eğer bu miktarda bir gıda rejimi, fareler üzerindeki etkiyi yaratırsa, Gifford'un 150 yaşına kadar yaşaması gerekir. Bu da 1997 yılında 122 yaşında ölen Jeanne Louise Calment'in dünyanın en yaşlı kadını ünvanını yitirmesi anlamına geliyor.
Kalori kısıtlamasının yaşamı uzattığı ilk kez 1935 yılında ortaya çıktı. Şimdi Massachusetts Institute of Technology'den Leonard Guarente ve çalışma arkadaşları, SIR2 adı verilen genin bu konuda en önemli rolü üstlendiğini kanıtlamaya çalışıyor. Maya hücrelerinin daha uzun yaşamasına neden olan bu gen kalori miktarındaki kısıntıyla yakından ilgili.
''Enerji ve metabolizma arasındaki bağ inanılmaz derecede karmaşık'' diye konuşan Guarente, bu konudaki araştırmalarından elde ettiği sonuçları saygın bilim dergisi ''Nature''da geçtiğimiz ay yayımladı. SIR2'nin enerji ve metabolizma arasındaki anahtar gen olması durumunda, öğün atlamadan uzun yaşamı garantilemek isteyenlerin hedef geni olmaya aday.
SIR2'nin pek çok organizmada bir muadili olmasına karşın, kalori kısıntısının insanlarda uzun ömre yol açıp açmadığından henüz kimse emin değil. Maryland Üniversitesi'nden Barbara Hansen primatlar üzerinde yürütülen üç çalışmanın bu konuyu aydınlığa çıkartabileceğini söylüyor. Hansen'in 29 yaşındaki rhesus maymunları şimdiden benzerlerine oranla 6 yıl daha uzun yaşamış durumdalar. Bunların maksimum yaşam sürelerine göre daha uzun yaşayıp yaşamadıklarına karar verebilmek için 12 yılın daha geçmesi gerekir. Enerji kısıtlamasına gidilmemesine karşın bugün uzun yaşam rekoru 40 yaşındaki bir rhesus maymununa ait. 29 yaşındaki maymunlarda kan glükoz, insülin düzeyi, tansiyon, kan lipidi, kolestrol ve vücuk sıcaklığı normalin altında seyrediyor.
Biosphere 2 adı verilen deney (Arizona çöllerinde 1.2 hektarlık bir arazi üzerine kurulu balonda, çevresinden soyutlanmış bir ortamda kurulan ekosistem) bu konuya da açıklık getirmesi bakımından önem kazanıyor. Biosphere'de yaşayan insanlar kalorisi kısıtlı yiyecekler yedikleri zaman kan lipidi, glükozu ve insülini kemirgenlerde olduğu gibi düşme eğilimi gösterdi.
Biosphere sakinleri çevrelerinden tümüyle soyutlandıkları için ''çevresel caydırıcıların'' etkisinde kalmama şansına sahipler. Oysa normal yaşamda insanları yeme zevkinden mahrum etmek neredeyse imkansız. Pek çok insan keyifli ancak kısa yaşamı, dünyevi zevklerden arınmış uzun bir yaşama tercih edebilir. Bilim adamları kısıtlı kalorinin vücudumuzu nasıl etkilediğini ortaya çıkarttığı zaman, hem az yiyip hem de açlıkla birlikte gelen sıkıntıları çekmemek mümkün olabilecek. Ancak bu mekanizmayı tüm yönleri ile anlamanın zorluklarına dikkat çeken Hansen, şöyle konuşuyor:''Kalori kısıtlaması vücudumuzda çok büyük değişikliklere yol açmaktadır. Bu değişiklikler birbirine bağlı olduğu için tek tek ayıklamak çok zordur.''
Kabul gören kuramlardan biri az yemenin serbest radikallerin yol açtığı hasarları azalttığı yönünde. Serbest radikaller, yağ ve karbonhidratların parçalanması sırasında oksijen kullanıldığı zaman ortaya çıkan zararlı bir unsur. Diğer bir kurama göre de, kalori kısıtlaması insülin sinyal yolları üzerinde çok kritik bir rol oynar. İnsülin sinyal yolları, glükozun vücut tarafından nasıl kullanacağını düzenler. San Francisco, California Üniversitesi'nden Cynthia Kenyon ve çalışma arkadaşları solucanlarda bulunan ve adına Daf-2 denilen bir genin mutasyon geçirdiği zaman solucanın ömrünü 2 hatta 3 katına çıkarttığını keşfetti. Daf-2'in solucanlardaki rolü ile, insanlardaki insülin reseptörünün oynadığı rol arasında bir paralellik kurulabilir. Kolori kısıtlamasına tabi tutulan hayvanların şeker veya benzeri hastalıklara yakalanma olasılığı çok düşük olduğu için, glükoz metabolizmasını düzenleyen genler ile yaşlılık genleri arasında çok yakın bir ilişki olduğu düşünülebilir.
Wisconsin Üniversitesi'nden Richard Weindruch , açlıktan ölme derecesine vardırılan bir rejim sonucu değişime uğrayan genleri ortaya çıkartmak için çok büyük uğraş verdi. Weindruch ve arkadaşları 5 aylık ve 30 aylık farelerin kas hücrelelerindeki 6347 genin faaliyetini ölçtü. Daha yaşlı farelerdeki 58 genin faaliyetinin iki katına çıktığı görüldü. Diğer 55 gen ise bunun yarısı kadar faaldi. Genç yaşta perhize sokulan farelerde, gen faaliyetlerinde yaşlanmayla ortaya çıkan değişikliklerin ertelendiği görüldü. Bu da açlık rejiminin, metabolizmada gençlik özelliklerini çağrıştıran değişikliklere neden olması anlamına geliyordu. Açlık rejiminin yaşlanmayı geciktirmesi olgusunun altında çok sayıda genin yatması, kalori kısıtlaması ile aynı etkiyi yaratacak bir ilacın peşindeki ilaç şirketlerini hayal kırıklığına uğrattı. Los Angeles, California Üniversitesi'nden Roy Walford adında bir biyolog bu konuda iyimserliğini koruyor. ''Büyük bir olasılıkla bu çoklu değişimin altında birkaç önemli değişiklik yatmaktadır'' diye konuşan Walford, ''Metabolizma bir piramide benzer. En üstte birkaç anahtar değişiklik aşağı doğru inerken etki alanını genişletir ve yaşamı uzatır'' diyor. Walford'a göre bu üst düzey değişiklikler evrim boyunca özelliğini korumuştur.
Bu noktada devreye Guarente ve uzun ömürlü mayası giriyor. Guarente, SIR2'nin diğer genleri nasıl ''susturduğunu'' incelerken bu üst düzey değişikliklere rastlamış oalbileceğini belirtiyor. Bu susturma işlemini incelerken, DNA'nın hücrenin çekirdeğinde nasıl depolandığıni bilmek gerekiyor. Kromozomlarımızı oluşturan DNA'ların uzun kolları, ortalıklarda sallanıp durmaz; bir makaraya sarılı pamuk ipliği gibi, histon denilen protein disklerine sarılı olarak bulunur. Bu diskler DNA iplikleri boyunca gevşek bir şekilde yer alır, ya da sıkışık bir şekilde dizilmiştir. Kromatin (sarılı haldeki DNA) birbirine sıkıca bağlı ise genler dış etmenlerden etkilenmez, çünkü gen faaliyetini kontrol eden proteinler DNA'nın yakınına bile sokulamaz.
SIR2'nin genleri nasıl susturduğu hala gizini korumakla birlikte bilim adamları bu konuda birkaç kuram oluşturmuş. ''Histon kuyrukları'' DNA'nın sarılı olduğu disklerden dışarı çıkan uçlarıdır. Gevşek olarak dizilmiş bir kromatinde, çok sayıda asetil gurubu bu kuyruklara bağlanır. Oysa sıkıca dizili kromatin üzerine daha az sayıda asetil yapışır. Bundan da şu sonuç çıkar: Asetil guruplarını ortadan kaldırmak kromatini bir şekilde sıkılaştırmak anlamına gelmektedir. Bu sonuca ulaşmak için pozitif yüklü kuyrukların negatif yüklü DNA'lara yapışması sağlanır.
Susturulan genler
1996 yılında keşfedilen bir enzim, asetil guruplarını yok etme kuramını destekler nitelikte. Bu enzimler asetil guruplarını histonlara ekler veya çıkartır. Bazı araştırmacılar SIR2 proteinlerinin asetil guruplarını yok ettiğini iddia etse de, birbiri ardına yapılan deneyler bu sonucu desteklemedi. Geçen yıl Pittsburg Üniversitesi'nden Roy Frye ve Harvard Tıp Fakültesi'nden Danesh Moazed, SIR2'nin genleri asetil guruplarını ortadan kaldırarak değil, ADP-riboz denilen kimyasallara bağlanarak susturduğunu ileri sürdü. Vücutta ADP-riboz, NAD 'ın (metabolizmada önemli bir rol oynayan molekül) parçalanmasıyla oluşur. NAD oksidasyon sağlayıcı bir unsurdur ve glükoz parçalandığında ortaya çıkan enerji bakımından zengin elektronları tuzağa düşürür ve enerjiyi hücrenin kullanabileceği şekle dönüştürür.
Mutasyon geçirmiş maya üzerinde yapılan ileri deneyler, genlerin susturulmasında, asetillerin ortadan kaldırılması işleminin çok önemli olduğunu gösterdi. Guarente'ye göre SIR2 ve NAD'ın birlikte hareket ederek yarı açlık (veya yarı tokluğun) ile uzun yaşam arasındaki doğrudan ilişkiyi kurmuş olabileceği olasılığı çok yüksek. Guarente, ''Açıkça, enerji, SIR2 ve yaşlanma arasında çok sıkı bir ilişki olduğu görülüyor'' diyor.
Ne var ki Guarente, az yiyip genç kalma olgusunu açıklarken genlerin susturulması kuramına çok fazla güvenilmesini doğru bulmuyor. Öncelikle maya, ve diğer hayvanların yaşlanma süreci birbirinden farklı bir yol izliyor. Ayrıca SIR2'nin gen susturma özelliği mayada işe yararken, memelilerde etkili olmayabilir.
Tüm bu çalışmalar SIR2'nin, kalori kısıntısı ile yaşlanma arasındaki ilişkiyi açıklamakta ne denli önemli bir etmen olduğunu ortaya çıkartmayı hedefliyor. Bu arada İngiltere'de Gifford ve Phil Harris gibi kişiler, bilimsel çalışmaların sonuçlanmasını beklemeden açlığa talim etmeyi uygun bulmuşlar. Harris şöyle düşünüyor:''Biraz üşümek, biraz açlık hissetmek uzun bir gelecek için küçük bir bedel. Uzun yaşamak için daha zor koşullara bile razıyım.''
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:16
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
11 Mayıs 2006       Mesaj #146
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
arkadaşlar bu konu burda daha önce açıldı mı bilmiorum..
ama ben bunu daha yeni öörendiim için paylaşmak istedim..
bu yüzden aşağıdaki hayati önem taşıyan yazıyı okumanızı istiyorum...
burda harciicaınız hayatınıza veya bilgilendireceiniz kişilerin haytlarına malolabilir..


''Diyelim ki,mesai saati bitti ve siz de aksam 18:30
civarinda, alisilmadik derecede zorlu
bir is gününün ardindan (tabii ki tek basiniza) arabaniza binip evin yolunu tuttunuz . Cok yorgunsunuz ve caniniz da
fena halde sıkkın MÜTHIS GERGIN VE SINIRLI BIR HALDESINIZ... Birdenbire
gogsunuzde, kolunuza ve cenenize dogru
yayilmaya baslayan korkunc bir agrı hissediyorsunuz.
En yakin hastaneye sadece on dakikalik mesafedesiniz
ama hastaneye ulasmayi basarip basaramayacaginizdan bile emin degilsiniz.
NE YAPACAKSINIZ ???
ILK YARDIM KURSLARINA KATILACAK KADAR AKLI BASINDA
BIRIYDINIZ AMA KURSTAKI EGITMEN, SIZIN
BASINIZA BIR SEY GELDIGINDE
NE YAPACAGINIZI OGRETMEDI!!! YALNIZ
BASINIZAYKEN KALP KRIZI GECIRIRSENIZ NASIL HAYATTA KALIRSINIZ?
PEK COK INSAN KALP KRIZI
GECIRDIGI SIRADA TEK BASIN OLUYOR;
ETRAFTA YARDIM EDECEK KIMSE BULUNMUYOR.
KALP ATISLARI DUZENSIZLESEN VE
KENDISINI BAYILACAKMIS GIBI HISSEDEN BIRININ BILINCINI
YITIRMEDEN ONCE YALNIZCA 10 SANIYE KADAR ZAMANI VARDIR
BU DURUMDA NE YAPMANIZ GEREKIR ?
CEVAP:
PANIGE KAPILMADAN UST USTE KUVVETLICE OKSURMEYE BASLAYIN.
OKSURMEDEN ONCE HER
SEFERINDE DERIN BIR NEFES ALIN;
OKSURUKLERINIZ
GUCLU OLSUN,
DERINDEN GELSIN VE UZUN SURSUN, TIPKI
GOGSUNUZDE BIRIKMIŞ BALGAMI ATMAYA CALISIR GIBI OKSURUN.
HER IKI SANIYEDE
BIR DERIN NEFES ALIP OKSURUN VE BUNU
YARDIM GELENE DEK YA DA KALP
ATISLARINIZ TEKRAR NORMALE DONENE DEK
SUREKLI YAPIN.
neden???
-DERIN NEFES ALMAK
CIGERLERI OKSIJENLE DOLDURUR.
-OKSURMEK KALBE TAZYIK YAPAR
VE KAN DOLASIMINI RAHATLATIR.
-KALBE UYGULANAN
BU TAZYIK, KALBIN NORMAL RITMINE DONMESINI KOLAYLASTIRIR.
-BUTUN BUNLAR SIZE,
BILINCINIZI KAYBETMEDEN ONCE
HASTANEYE YETISECEK ZAMANI TANIR.
BU KONUDA MUMKUN
OLDUGUNCA COK KISIYI BILGILENDIRIN.
BU BILGI SAYISIZ INSANIN HAYATINI KURTARABILIR!!!
ASLA, "BENIM BASIMA GELMEZ!" DIYE DUSUNMEYIN.
HAYAT TARZIMIZIN
EPEYCE DEGISTIGI SU SON YILLARDA
ARTIK HER YASTA INSAN KALP KRIZI GECIRIYOR. ''
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 03:12
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #147
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Baharda alınması gereken önlemler

Uzmanlar, basit gibi görünen, ancak kronikleşmesi durumunda ciddi tehlikelere yol açabilecek olan bahar hastalıklarının aslında basit birkaç yöntem vasıtasıyla önlenebileceğine de dikkat çekiyor. İşte kendi kendinize alabileceğiniz önlemlerden bazıları:

* Alışılmış olan uyku ritimlerinde ani değişiklikler yapmayın. Yatış kalkış saatlerinizi birdenbire değiştirmeyin.
* Hayatınıza, giyim kuşamınıza ve beslenmenize dikkat edin.
* Baharın başlamasıyla birlikte vücudun daha çok vitamine ve minerale ihtiyacı olduğunu unutmayın. Özellikle B ve C vitaminleri içeren sebze ve meyveler, domates, patates ve kayısı yemeye çalışın.
* Günde ortalama 3 litre su için. Bunu yemek öncesi ve yatmadan önce azar azar yapın.
* Uyku ritmine dikkat edin ve rahat bir uyku için günlük bütün stresleri unutarak yatağa girmeye çalışın.
* Her gün sabahları en az 5 dakika yürüyün.
* Mevsimsel geçiş dönemlerinde alınan alkol miktarını düşürün. Alkolün vücudu olumsuz etkilediğini ve insanda daha çok bitkinlik ve yorgunluğa yol açacağını unutmayın
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #148
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
"Ya sigarayı bırakmak kilo aldırmıyorsa..."



Ya sigarayı bırakmak sandığınız gibi tartının ibresinde büyük ölçekli şiddetli kaymalara sebep olmuyorsa?


21smoking1

Belki de bu zamana kadar boşuna beklediniz, "Aman da sigarayı bırakırsam kilo alacağım..." diye. Belki alacağınız kilo 1-2 kiloyu aşmayacak bile. Belki bu işin de bir sırrı var, sigarayı bırakıp, kilo almamanın... Bir göz atın isterseniz...





Sigarayı bırakırsam kilo alır mıyım?
Sigarayı bırakan herkes kilo almaz. Yapılan bazı araştırmalar da, sigara bırakıldıktan sonra, ortalama olarak 4,5 kg alındığını gösteriyor. Eğer günde bir veya daha fazla paket sigara içiyorsanız, ya da 10-20 yıl kadar sigara içtikten sonra sigarayı bırakma kararı aldıysanız, kilo alma olasılığınız daha yüksek. Ancak kilo alma durumunuzu, dengeli bir beslenme programı ve bedensel aktiviteyle kontrol altına almanız mümkün. Belki başlangıçta bir iki kilo alırsınız, ama unutmayın ki sigarayı bırakma kararınızın getirisi alacağınız kilolardan çok daha fazla.




Sigarayı bıraktıktan sonra kilo almanın sebebi nedir?


Sigara içmeyi bıraktığınızda, nikotin de vücudunuzu terk eder. Bu durumda şunları yaşayabilirsiniz:
  • Kısa süreli kilo alma durumu. Nikotin, kiloyu düşük tutar ve sigarayı bıraktığınızda, kilonuz sigara içmediğiniz zaman olması gereken normal haline döner.
  • Sigarayı bıraktığınızın ilk haftası, suyun vücutta tutulup şişkinlik yapması nedeniyle 1 ila 3 kilo kadar alabilirsiniz.
  • Daha az kalori alma ihtiyacı.
Sigarayı bıraktıktan sonra alacağım kilo sağlığımı etkiler mi?


Sigara içmenin zararı alacağınız 2-3 kilodan çok daha fazladır. Alacağınız kiloların zararının, sigaranınkine ulaşması için, 50-60 kilo gibi anormal boyutlarda kilo almanız gerekir.


Sigarayı bıraktığımda kilo almamak için ne yapmalıyım?
Sigarayı bıraktığınızda kilo almamak için, beslenmenize dikkat etmek ve egzersiz yapmaya başlamak oldukça iyi sonuçlar verecektir. Böylece aldığınız kalorileri düşük tutup, egzersizle de bunları yakabilir ve böylece kilo almaktan kurtulabilirsiniz. Etkili bir sonuç için; beslenme ve bedensel aktivitelerinizdeki değişikliğe, sigarayı bırakmadan önce başlayın.


  • Bedensel aktivite: Kendinizi fiziksel anlamda meşgul etmeniz, hem kilonuzu kontrol etmek açısından, hem de düşüncelerinizi sigaradan uzaklaştırmak açısından yardımcı olacaktır. Sigarayı bırakan kadınlar üzerinde yapılan bir araştırmada, sigara yerine günde 45 dakikalık yürüyüşe başlayan kadınlardaki kilo artışının 1,5 kilodan düşük olduğu saptanmış. Egzersiz, kilo kontrolüne yardımcı olmasının yanı sıra, enerji verir, kendinize olan güveninizi artırır, nikotin alamamanın sebep olacağı stres ve depresyondan kurtulmanızda etkili olabilir.

    Her gün en az yarım saatinizi egzersize ayırmaya çalışın. Belli bir spor dalına yönelebileceğiniz gibi, evde kendi kendinize jimnastik yapabilir, dışarı yürüyüşe çıkabilir, hatta ev işiyle bile uğraşabilirsiniz. Tabii biraz daha fazla enerji harcayacağınız şekilde. Örneğin, dans da hoş bir egzersiz yöntemi olabilir. Hem farklı bir şey öğrenip, hem eğlenip hem de düşüncelerinizi sigaradan uzaklaştırabilir. Üstelik de vücudunuzu zinde tutar. Ayrıca egzersiz yapmanız gereken 30 dakikayı bölerek de kullanabilirsiniz. Mesela 10 dakika şimdi 20 dakika sonra ve farklı bir aktiviteyle geçirebilirsiniz.
  • Beslenme alışkanlıkları: Beslenme alışkanlıklarınızı adım adım değiştirin. Bir anda radikal değişiklikler yapmak, stresinize stres eklemekten başka işe yaramaz ve sonuç almanız da zorlaşır. Beslenme piramidinde yer alan besinlerin hepsinden tüketmeniz, sağlığınız için olumlu bir gelişme olacaktır. Tabii bu besinleri abartmadan, günlük ihtiyacınızı karşılayacak oranda tüketmelisiniz. Tahıl, sebze ve meyve yemeye özen gösterin. Yağsız ya da az yağlı ürünleri tercih edin. Şeker ve yağ oranı yüksek besinlerden kaçının. Bol su için.
Sigarayı bırakmaya hazır olduğunuzda...


Sigarayı bırakmak istiyorsanız; stres altında olmadığınız bir dönemi tercih edin ve bir gün seçin. Örneğin sigarayı bırakmak için tatil zamanını seçmek iyi bir seçim olmayabilir. Çünkü insan tatildeyken ve eğlence ile rahatlama modundayken, daha iştahla yemek yiyebilir. Bunun üstüne bir de sigarayı bırakacak olursanız, hıncınızı yemeklerden çıkarabilirsiniz. Gene stresli bir zamanda sigarayı bırakmaya çalışmak, ya sizi daha stresli yapar, ki bu durumda tekrar sigaraya başlamanız çok muhtemeldir; ya da sürekli atıştırmaya başlarsınız ki bu da kilonuzu olumsuz şekilde etkiler.



Unutmayın, ilk amacınız sigarayı bırakmak ve vücudunuzu nikotinin etkilerinden arındırmak. Bunu başardığınızda ve kendinizi daha iyi hissettiğinizde ise, beslenmenizi ve fiziksel aktivitelerinizi daha sıkı bir şekilde kontrol edebilirsiniz. Zaten sigarayı bırakmayı başardıktan sonra alacağınız 1-2 kilodan kurtulmak çocuk oyuncağı.



ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
12 Mayıs 2006       Mesaj #149
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
"Yorgunluk sendromu!" sizi de vurabilir!

Stres, bazı bedensel hastalıkları da beraberinde getiriyor. Bunlardan biri de ''kronik yorgunluk sendromu''...


Son yıllarda yaşam koşullarındaki değişmelerin stresli ortamları artırdığına dikkat çeken uzmanlar, buna bağlı olarak hastalıkların da arttığını ifade ediyorlar.

Türkiye Endokrinoloji ve Metobolizma Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Fahrettin Keleştimur, Avrupa ülkelerinde uzun yıllardır bilinen kronik yorgunluk sendromunun, son yıllarda Türkiye'de de tanınmaya başlandığını kaydetti.

Keleştimur, ''Türkiye bu sendromu yeni yeni tanımaya başladı. Bu nedenle kesin rakamlar bilinmemekle birlikte yaygın olduğunu düşündüğümüz bir hastalık'' dedi.

Keleştimur, kronik yorgunluk sendromunun nasıl ortaya çıktığı konusunda çok sayıda teori bulunduğunu belirterek, şöyle konuştu:


''Viral enfeksiyonlar ve bazı aşılar sonrasında ortaya çıktığı yönündeki bulgular değerlendiriliyor. Kronik yorgunluk sendromuna yakalanan kişi, günlük hayattaki fiziksel aktivitelere yerine getirmez, işine gidemez, hatta ileri aşamalarda yatağından kalkamaz olur. Sürekli bir yorgunluk ve bitkinlik hali hisseder, bununla birlikte hafif ateş ve boğaz ağrıları başlar.''



DEPRESYONLA KARIŞTIRILMAMALI

Keleştimur, kronik yorgunluk sendromunun depresyonla karıştırılmaması gerektiğine dikkati çekerek, ''Bu hastalarda zamanla ruhsal bozukluklar ve özellikle depresyon oluşabilir. Ancak bu depresyonu olan herkes de kronik yorgunluk sendromu var anlamına gelmemelidir'' dedi.



Stresin yaşamın bir parçası haline geldiğini belirten Keleştimur, şöyle devam etti:

''Stressiz bir yaşam düşünmek maalesef mümkün değil. Stresi kontrol etmeyi bilmeliyiz. Herkesin bir stres eşiği var, bu eşiği aşmamak gerekiyor. Düzenli hayat tarzı, hafif fiziksel egzersizler, ve ideal kiloyu korumak da kronik yorgunluk sendromu ve benzeri rahatsızlıklardan korunmak için uygulanması gereken temel kurallardır.''
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
12 Mayıs 2006       Mesaj #150
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Güzellik ve Bakım > Bacak Bakımı
Kadınların en çok dikkati çeken fiziksel özelliklerinden biridir bacakları.Bacakların dış görünümü bir kadın için çok önemlidir.
Genel
Kadınların en çok dikkati çeken fiziksel özelliklerinden biridir bacakları.Bacakların dış görünümü bir kadın için çok önemlidir.Birçok kadının isteği sütun gibi bacaklara sahip olmaktır.Bacak bakımına gereken önem verildiği sürece bacaklar daima aynı şekilde kalacaktır. Peki bacaklarımıza gerçektende gereken önemi veriyormuyuz.Aşağıda size vereceğimiz önerilerimizi uygulamanızı diliyoruz.

Yürüyüş ve spor
Herşeyden önce bacaklar için yürüyüş ve spor yapmak çok önemlidir.Egzersiz yaparak kan dolaşımın hızlanmasını ve bacak kaslarının beslenmesini sağlayabilirsiniz.
Bacaklarınız yorulduğu zaman dinlendirmelisiniz.Uygun bir yere uzanıp,bacaklarınız göğüs hizasında olmasını sağlayın.Ayağın altına çok yüksek olmayan bir yastık koyabilirsiniz.Bacaklarınızı teker teker havaya kaldırın elinizle kasları uzun eksenleri boyunca iyice sıkarak masaj yapın.ilk önce yumuşak olan kaslar masaj ilerledikçe sertleşecektir.

Nemlendiriciler
Bacaklarınza hergün nemlendirici kremler ve tonikler kullanılmalıdır.Bacak cildi kuru ve pütürlü ise bitkisel sütler kullanabilirsiniz.Yaz aylarında bacaklarınızı uv ışınlarına karşı korumanız için uv filtresiiçeren ürünler kullanmalısınız.

İstenmeyen tüyler
Bacaklarda görünen tüyler ince ise oksijen ile sarartabilir,kalın ise değişik epilasyon çeşitlerinden faydalanabilirsiniz.Birçok kadın en bilindik yöntem olan ağdayı tercih etmektedir.Günümüzde çalışan kadınlar için artık epilatörler büyük kolaylık sağladı.Bacaklar kalın ve fazla kasa sahip ise yapabileceğiniz yöntemlerden bazıları parafin banyoları,uygun spor ve zayıflatıcı beslenmedir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 17:48

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış