Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 3

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.213 Cevap: 719
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
8 Nisan 2006       Mesaj #21
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
AYAKÜSTÜ BESLENME

Sponsorlu Bağlantılar

Ayaküstü yiyeceklerle beslenen kişilerde glikoz oranının düzensiz olduğunu, şeker hastalığı riskinin ikiye katlanabildiğini gösterdi.
Hamburger türü yiyeceklerde çok fazla miktarda doymuş yağ ve tuz bulunduğu, bu yiyeceklerin düşük kalitede karbonhidrat içerdiği biliniyor. Yemekten sonra televizyon karşısında zaman harcamanın şişmanlık riskini artırırken, yemekten sonra mutlaka yürüyüş yapılması gerektiğine işaret edildi.

Büyük boy bir hamburger, patates kızartması ve kolanın 1600 kalori içerdiğine dikkat çeken araştırmacılar, bir yetişkine günde 2000 kalorinin yetebildiğini, fazla kalorinin yağa dönüştüğünü belirtti.

Araştırma sırasında, haftada iki defadan fazla ayaküstü yiyeceklerle beslenen ve her gün 2-2,5 saatini televizyon karşısında geçiren kişilerde şişmanlık riskinin üçe, şeker hastalığı riskinin ise ikiye katlanabildiği belirlendi.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 24 Aralık 2008 00:30
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Nezle, akut nazofarenjit. Rhinovirüsler denilen bir Virüs türünün denen olduğu ve acil tedavi gerektirmeyen, kendiliğinden 7-10 gün içinde geçen, burun akıntısı, ateş gibi belirtilerle ortaya çıkan enfeksiyon hastalığıdır.

Sponsorlu Bağlantılar
Havadan solunarak alınan rhinovirüsler burun mukozasına tutunurlar. Bağışıklık sistemi devreye girerek virüsü vücuttan uzaklaştırmaya çalışır. Virüsleri atma çabasıyla burun akması, hapşırma ve ateş gibi tepkilere neden olur. Vücut virüsten kurtulunca bu reaksiyonlar sona erer.

Toplumda grip ile nezle tabirleri eşanlamlıymış gibi kullanılmaktadır. Oysa bunlar farklı hastalıklardır. Nezle virüslerle meydana gelen bir hastalıktır ve hafif seyreder. Grip ise daha ani başlayan ve sıklıkla ateşin daha yüksek seyrettiği bir hastalıktır. Salgınlar yapar ve yatağa düşürür. Nezle veya grip için hiçbir bir antibiyotiği kullanmaya gerek yoktur.
Doktorlar bu tip rahatsızlıklarda vücudu güçlendirici vitamin ve minerallerle birlikte, vücudun savunma mekanizmasında oluşan açıklara karşı savunma amacıyla antibiyotik önerirler. Nezle iyi tedavi edilmediği durumlarda orta kulak iltihabına, sinüzite veya bronşite yol açabilir.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #23
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Baharda alınması gereken önlemler

Uzmanlar, basit gibi görünen, ancak kronikleşmesi durumunda ciddi tehlikelere yol açabilecek olan bahar hastalıklarının aslında basit birkaç yöntem vasıtasıyla önlenebileceğine de dikkat çekiyor. İşte kendi kendinize alabileceğiniz önlemlerden bazıları:

* Alışılmış olan uyku ritimlerinde ani değişiklikler yapmayın. Yatış kalkış saatlerinizi birdenbire değiştirmeyin.
* Hayatınıza, giyim kuşamınıza ve beslenmenize dikkat edin.
* Baharın başlamasıyla birlikte vücudun daha çok vitamine ve minerale ihtiyacı olduğunu unutmayın. Özellikle B ve C vitaminleri içeren sebze ve meyveler, domates, patates ve kayısı yemeye çalışın.
* Günde ortalama 3 litre su için. Bunu yemek öncesi ve yatmadan önce azar azar yapın.
* Uyku ritmine dikkat edin ve rahat bir uyku için günlük bütün stresleri unutarak yatağa girmeye çalışın.
* Her gün sabahları en az 5 dakika yürüyün.
* Mevsimsel geçiş dönemlerinde alınan alkol miktarını düşürün. Alkolün vücudu olumsuz etkilediğini ve insanda daha çok bitkinlik ve yorgunluğa yol açacağını unutmayın.

Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:57
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #24
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Levent Karabaş, diyabet hastalarının büyük çoğunluğunun, hastalıklarının körlüğe yol açabileceğini bilmediklerini belirtti.
Karabaş, diyabetin, vücudun pek çok organında olumsuzluğa yol açtığını, ancak en fazla küçük çaplı damarları etkilediği için göz ve böbreğin en ağır şekilde etkilenen organlar olduğunu bildirdi.
Diyabetin, diğer organlara yaptığı tahribata oranla gözde hem erken hem de çok ağır hasara neden olduğunu ifade eden Karabaş, dünyada çalışma çağındaki nüfusun kör olmasının en büyük nedeninin diyabet olduğunu söyledi.
Karabaş, diyabette, göz tedavisinde gecikilmesi halinde dönüşü olmayan, körlükle sonuçlanan sürece girildiğini bildirerek, "Diyabet hastalarının çoğu hastalıklarının göz bozukluğuna, hatta körlüğe yol açabileceğini bilmiyor. Hastalıklarının neden olduğu en dramatik bozukluğu, ayak parmaklarının kaybedilmesi olarak biliyorlar. Oysa bu gelişmenin çok öncesinde gözdeki bozukluklar ortaya çıkıyor.
Göz doktoruna da gitmeyen hasta gözü görmemeye başlayınca, 'yaşım ilerledi herhalde katarakt oldum' diyor. Bu durumun diyabetten kaynaklandığını söylediğimizde bu onun için acı bir sürpriz oluyor"dedi.
Erken dönemde, 'ileri derecede şeker hastalığım yok, o halde benim gözlerimde bir bozulma olmaz' diye düşünmemek gerektiğini savunan Karabaş şunları söyledi:
"Diyabet, erken dönemlerinde de yasal körlüğe (onda birin altındaki görme düzeyi) neden olabilir. Küçük damarlarda sızıntıyla görme noktasında ödeme neden olup, görme düzeyini onda birin altına düşürebilir. Bu aşamada bile gecikilir, lazerle tedavi uygulanmazsa görme noktasında kalıcı hasara neden olur. Bazı ilerlemiş durumlarda da gözün içinde bir kanama oluyor. Bu aşamada retinayı göremiyoruz ve lazer tedavisi uygulayamıyoruz. Hastanın göz tansiyonu yükseliyor; hem gözü görmüyor hem de ağrı çekmeye başlıyor. 'Gözümü al beni kurtar' diyen hastalarla karşılaşıyoruz. Yapacak bir şey olmadığı için ağrısını dindirebilmek adına gözünü almak zorunda olduğumuz hastalar var."
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
9 Nisan 2006       Mesaj #25
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Buerger Hastalığı


Sigara içmenin sakıncaları yazılsa sanırım bir kitap rahatlıkla dolardı. Sigara içmenin en önemli etken olduğu bir hastalıkta Buerger hastalığıdır. Buerger hastalığı (Tromboanjiitis Obliterans) 75 yıldan uzun süredir bilinen bir hastalıktır. Kol ve bacakların küçük ve orta büyüklükteki damarlarını tutar. Damarın beslediği bölgenin kangrenine kadar giden harabiyet yapabilir. Ortalama 28 yaş civarında görülen hastalık, %95 oranında sigara içen erkeklerde görülmektedir. Yaş, cinsiyet, ırk, ailesel faktörler, otoimmun mekanizma ve sigara bu hastalığın nedeni olabilecek diğer faktörler olarak bilinmektedir. Sigara, en önemli neden olan faktör olarak kabul edilmektedir. Hastalığın tekrarı, alevlenmesi ve ilerlemesiyle sigara arasında çok sıkı bağlantı vardır.




Belirtiler ve Bulgular: Hastalık en çok 25-35 yaşları arasında başlar. Bu hastaların yaklaşık yarısında bacaklarda ani gelişen damar tıkanmaları görülebilir. Hastalık genellikle bacakların en ufak damarlarında başlar daha sonra daha büyük artelere yani yukarıya doğru ilerlemeye başlar. Hastalık ataklar halinde olup her atak sırasında damarın belli bazı bölgelerinin iltihabı gelişir. Bu durumda damar tıkanıklıklarının en önemli sebeblerinden biridir. Bu atakların tekrarlaması sonrasıda tekrarlanan damarın tam olarak tıkanması ve kangren olması söz konusudur. Hastaların erken şikayetleri ayak tabanında ya da parmaklarda ağrı olarak ortaya çıkar. Ağrı genellikle dinlenme esnasında gelişir. Hastalık ufak damarlarda başladığı için genellikle yürümekle gelişen bacak ağrıları çok daha az sıklıkta görülür. Hastalığın başlangıç dönemlerinde tırnakta solukluk, bacak kıllarında azalma, dökülme gibi yapısal değişiklikler ile, renk değişiklikleri ve soğukluk şeklinde değişimler olabilir. Damarlardaki tıkanmaların devam ile bu belirtilerin yerini ileri dönemlerde, parmak uçlarında ya da ayakta gagren alabilir.




Tanı: Tanı için en basit ve güvenilir yöntem olan damarları gösteren doppler ultrason yöntemi kullanılır. Bu yöntemin uygulanması kolay ve kısa sürede sonuçlanır. Ancak bazı durumlarda anjiografi denilen damar içerisine damarın gösterilmesini sağlayan bir madde verilmesiyle yapılan girişimsel tanı yöntemleride gerekebilir.




Tedavi: Bu hastalığın tedavisinin temelinde sigaranın bırakılması bulunmaktadır. Sigaranın bırakılmasının yanında destekleyici bir takım ilaçların kullanılması söz konusudur. Bu hastalık için spesifik bir ilaç bulunmamaktadır. Ayak temizliği ve hijyeni önemlidir. Soğuk havalardan korunulması. Düzenli egzersiz, hastalığın bulunduğu bacağın darbelerden travmalardan korunması. Bazen cerrahi tedavi gerekebilir. Genellikle yöntem olarak seçilmiş hastalarda hastalıklı bölgeyi uyaran sinirlerin çıkarılması yapılabilir. Cerrahi tedavideki amaç damar kasılmasını sağlayan aktivitenin kaldırılarak kanlanmanın arttırılmasıdır. İlaç tedavisinde ise kan akışını artıran ilaçlar kullanılır. Bunlar aspirin, pentoksifilin gibi ilaçlardır. Yara iyileşmesinin olmadığı ve yayıldığı durumlarda ise parmak ya da ayak amputasyonu gerekebilir.




Prognoz: Her türlü tedaviye rağmen hastaların yaklaşık %2-4’ünde bacakların cerrahi olarak alınması gerekebilir. Ancak sigaranın bırakılması ve koruyucu önlemlerin alınması ile genellikle hastalık gidişatı iyidir.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Nisan 2006       Mesaj #26
arwen - avatarı
Ziyaretçi
- BANYO YAPMA
Mümkün olduğunca sık yıkanmak gerekir. Özellikle deri yüzeyinde bulunan mikropların, yığılan kirlerin, ter ve diğer bileşiklerin uzaklaştırılması ve dökülen yüzeysel hücrelerin atılması için de bu uygulama gereklidir.


Yıkanma, su ve sabun kullanarak derinin ovulması ve kirin akıtılmasıdır. Ter, yağ, diğer deri bezleri salgıları, deri üzerindeki mikroplar, deri döküntüleri, toz, çamur vb. birleşerek kir denilen tabakayı meydana getirir. Kirli ortamda çalışan kişilerde zararlı bir takım maddeler vücuda bulaşabilir. İşte tüm bunların günlük banyo ile hatta gereğinde daha sık banyo ile vücuttan uzaklaştırılması sağlanabilir. Vücuda bulaşan her tür zararlı kimyasal madde banyo ile hemen deriden uzaklaştırılmalıdır.


Yıkanma sırasında yıkanmayı kolaylaştıracak araç ve gereçlerden yararlanılabilir. Lif, kese mekanik etkinliği artırmak için yarar sağlayabilir. Lifler sabunun vücuda daha etkin olarak uygulanmasını sağlamaktadır. Sırt bölgesinin sabunlanmasında uzun saplı banyo fırçalarından yararlanılabilir. Kese geleneksel yıkanma araçlarındandır. Derideki döküntü hücrelerin uzaklaştırılmasına ve bir dereceye kadar deri dolaşımına yardımcı olabilir. Ancak soyucu etki yapacak şiddette kullanılmamalıdır.
Her banyodan sonra iç çamaşırları ve giysiler değiştirilmelidir. Çeşitli nedenlerle banyo yapılamadığı durumlarda da iç çamaşırlarının sık olarak değiştirilmesi gerekmektedir. Spor ve aşırı yorucu işler yaparak fazla terlenildiği durumlarda muhakkak banyo yapılmalı ve iç çamaşırları değiştirilmelidir
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:57
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #27
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Polenlere dikkat

Uzmanlar, astıma ve alerjik hastalıklara, özellikle saman nezlesi denilen hastalığa yol açan alerjilerin başında polenlerin geldiğini belirterek, "Çiçeklerin üremesine yarayan küçük tanecikler, duyarlı insanlarda hem saman nezlesine hem de astıma yol açabiliyor. Türkiye bitki örtüsü bakımından çok geniş bir ülke ve polen konusunda da çok zengin. Alerjik hastalıklar için asıl tehlike oluşturan havaya karışan ve boyutları çok küçük olan polenler. Özellikle çayır polenleri, hububat polenleri ve yöreye göre çeşitli ağaç polenlerinin alerjik hastalıkların ortaya çıkmasında rolü büyük" diyor.

Konuyla ilgili yapılan bir araştırmada ise, gelişmiş ülkelerde hem hava tahmin raporlarında hem de gazetelerde o dönemde havada uçuşan polen miktarlarının belirtildiği ve insanların uyarıldığı açıklandı. Türkiye de ise henüz böyle bir çalışma yok. Havada uçuşan polenler, insan sağlığı için ciddi tehlike oluşturmaya devam ediyor.

.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #28
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Akromegali Nedir?

Büyüme hormonunun aşırı salgılanması sonucu ortaya çıkarak kişinin fiziki görümünü değiştiren akromegali, Türkiye’de iki bin kişiyi etkiliyor.

Hipofiz bezinin büyüme hormonunu aşırı salgılaması sonucu ortaya çıkan “Akromegali” nadiren ergenlik öncesinde de görülüyor. Bu dönem jigantizm (Devlik) diye adlandırılıyor.

Yüzün görüntüsünün değişmesi, kabalaşması, el ve ayaklarda büyüme şikayetlerine neden olan hastalık kalp ve solunum sistemini etkileyerek ölüm riskini 2 kat arttırıyor. Hastalık, büyüme tamamlandıktan sonra görüldüğünde değişimin farkına geç varılıyor.

Türkiye’de yaklaşık 2 bin kişide hastalığının görüdüğünü bir çoğunun sorundan habersiz olduğuna dikkat çekildi. Yıllık sağlık kontrolleri düzenli bir şekilde yapıldığında hastalığın erken dönemde yakalanabileceği kaydedildi.
Hastalığın ilk tanısı 1888’de Fransız doktor Piar Mari tarafından konuldu. Tedavi cerrahi girişi ile bitmiyor. Erkek hastaların ölüm nedenleri genelde kalp hastalıkları, kadınların beyin damar sorunları, inme ve felç.


Nedeni İyi Huylu Tümör
Hastaların yüzde 90’ında neden hipofiz bezindeki iyi huylu tümör. Hastalığın ortaya çıkışında genetik faktörde etkili olabiliyor. İlk tedavi seçeneği ameliyat. Hastaların yaşam boyu takip edilmesi gerektiği için pahalı bir hastalık. Tedavi edilmediğinde diyabete, yüksek tansiyona neden oluyor. Hastaların yüzde 20’sinde diyabet, yüzde 32.5’inde hiper tansiyon görülüyor. Büyüme tamamlanmadan ortaya çıktığında aşırı boy uzaması nedeniyle hemen hastalıktan şüphelenilmesine rağmen erişkinlerde yavaş değişim nedeniyle 20 yıl sonra bile farkedilebildiğine dikkat çekilmekte.


Belli Başlı Şikayetler
· Ellerde, ayaklarda, ayakkabı numarasında artış, yüzüklerin parmağa dar gelmesi
· Yüz hatlarında kabalaşma, çenenin uzaması
· Ciltte kalınlaşma, sertleşme
· Seste kalınlaşma
· Dil, dudaklar, burunda büyüme
· Eklem ağrısı
· Terlemede artış
· Kalp ve diğer organların büyümesi
· Kollarda ve bacaklarda yorgunluk
· Horlama
· Baş ağrısı
· Görmede daralma
· Kadınlarda adet bozuklukları
· Kadınlarda göğüsten süt gelmesi
· Erkeklerde iktidarsızlık
Son düzenleyen GusinapsE; 22 Nisan 2006 03:21
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HIV/AIDS ve Korunma
Hazırlayanlar:
Prof. Dr. Serhat Ünal,Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Müdürü

Dr. Aygen Tümer, Hacettepe AIDS Tedavi Araştırma Merkezi (HATAM) Koordinatörü
  • Dünyada HIV/AIDS
    Türkiye’de HIV/AIDS
    HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma
    Cinsel yolla bulaşma
    Kan ve kan ürünleri ile bulaşma
    Anneden bebeğe bulaşma
    Sağlık personeline bulaşma
2000'li yıllara girerken dakikada 11 yeni olgunun aramıza katıldığı çağımızın salgını olarak kabul edilen hastalık, AIDS. İlk defa 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Haiti'den gelen göçmenlerde ender rastlanan Pneumocystis carinii pnömonisi (PCP) ve Kaposi sarkomu (KS) olgularının saptanması ile AIDS, "Edinsel İmmün Yetmezlik Sendromu" tanımlanmıştır. PCP ve KS olguları o tarihe kadar tek tek olarak görülmekte ve herhangi bir sorun olmamakta idi. Aynı tarihlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde sağlık merkezi klinisyenleri ve epidemiyologlar özellikle genç homoseksüel erkeklerde, birlikte görülen hastalık tablolarını fark etmişler ve bu olguları Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezine (Center for Disease Control and Prevention-CDC) bildirmişlerdir. 1981 yılının Haziran ayında sürveyans çalışmaları başlamış ve Şubat 1983 tarihine dek 1000 HIV/AIDS olgusu bildirilmiştir.
1980'li yılların başlarında olgu sayısının az olması ve homoseksüel erkek grubunda görülmesi nedeni ile hastalık fazla ilgi çekmemişti. Ne zaman ki biseksüel erkekler aracılığı ile kadınlara ve enfekte hamile kadınlardan da bebeklere enfeksiyon geçmeye başladı, olgu sayıları giderek arttı ve HIV/AIDS tüm dünyanın odak noktası durumuna gelmeye başladı.
Yayılma yollarının özelliği, hastalığın belirtisiz geçen uzun bir döneminin olması ve tanı koymanın kan testleri dışında olanaklı olmaması HIV enfekte olgu sayılarının giderek artmasına neden olmaktadır. Tıp dünyası, gönüllü kuruluşlar hastalığın öneminin anlatılabilmesi, toplumun bilgilendirilmesi ve korunma yollarının öğretilmesi için çalışmalar düzenlemeye başlamışlar ve 1 Aralık gününü de "Dünya AIDS Günü" olarak ilan etmişlerdir. Dünya Sağlık Örgütü her yıl 1 Aralık için bir slogan belirlemekte ve tüm ülkeler bu çerçevede toplumu bilgilendirmeye yönelik çalışmalar yapmaktadırlar. 1999 yılının sloganı "Dinle, Öğren, Yaşa!" olarak belirlenmiş olup bu slogandaki amaç, hastalıkla ilgili farkındalılığı artırmak ve AIDS programlarını güçlendirmek olarak düşünülmüştür.
Kan ve kan ürünlerinin rutin HIV yönünden taranması, antiretroviral ilaçların kullanıma girmesi, fırsatçı enfeksiyonların profilaksisinin (önlenmesinin) ve tedavisinin yapılabilmesi, yaygın ve etkili eğitim programlarının uygulanmaya başlanması ile HIV/AIDS epidemisinde (yaygınlığında) son yıllarda önemli değişiklikler gözlenmeye başlamıştır.
Dünyada HIV/AIDS
Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı (UNAIDS) verilerine göre dünyada 1994 yılında 17 milyon HIV/AIDS'li kişi yaşarken Aralık 1999 da bu rakamın 33.6 milyona ulaştığı bildirilmektedir (Şekil 1).

Epideminin (Salgının) başından beri 16.3 milyon kişi yaşamını HIV/AIDS nedeni ile yitirmiş olup, bu olguların 12.7 milyonu 15-49 yaş arası erişkin ve 3.6 milyonu 15 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. 1999 yılı içinde 5.6 milyon yeni olgu bildirilmiş olup, bu sayılara günde 16.000, dakikada 11 yeni olgu eklenmektedir. Veriler, son iki yıldır toplam HIV/AIDS olgularında bir önceki yıla göre %10 oranında bir artış olduğunu ve yeni enfekte olguların %10'unun 15 yaş altı ve %50'sinin ise 15-24 yaş arası gençler olduğunu bildirmektedir. Bu veriler göstermektedir ki; epidemideki en önemli değişikliklerden birincisi hastalığın ilk görülme yaşının 20’den 15’e inmesidir. İkinci önemli değişiklik ise epideminin başlarında %20 olan enfekte kadın oranının %40-50'lere yükselmiş olmasıdır. Epidemiyologlar kadın erkek oranındaki bu eşitlenme trendinin geriye dönemeyeceğini tahmin etmektedirler.
Dünyada HIV/AIDS olgularının %94'ü gelişmekte olan ülkelerde, %86'sı da Sahra-Altı Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya'da görülmektedir. İlk olguların görüldüğü yerler olan Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde 1994 yılından beri her yıl tanı konan yeni olgu sayıları bir önceki yıldan fazla değil iken, Afrika, Hindistan, Tayland gibi Asya ülkelerinde olgu sayıları katlanarak artmaktadır. Bu farkın asıl nedeninin eğitimden kaynaklandığı düşünülmektedir, çünkü gelişmiş ülkeler etkin eğitim programları ile HIV/AIDS' i ve korunma yollarını öğretebilmeyi başarmış gözükmektedir. Eğitimde programların yanı sıra bir diğer önemli etkende ekonomik güç olarak kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler kısıtlı bütçeleri ile giderek artan sayıdaki hastalarını tedavi için gerekli masrafı yapmakta zorlanırken, beraberinde eğitim programlarını yürütememektedirler.
Bazı gelişmekte olan ülkelerde ve sanayileşmiş ülkelerde HIV enfeksiyonunun yayılımını engellemeye yönelik çeşitli programlar düzenlenmektedir. Damar içi madde kullanımının önlenmesine yönelik çalışmalar, ithal kan kullanımını sınırlayan politikalar, temiz enjektör değiştirme programları yapılmış olsa da bunların hiçbiri tek başına HIV bulaşını önlemede yeterli programlar olarak gözükmemektedir.
Türkiye’de HIV/AIDS
Türkiye'de cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili yeterli önlemlerin alınamaması ve eğitim programlarının yeterli etkinlikte olamaması nedenleri ile HIV/AIDS büyük bir sorun olmaya başlamaktadır. Ancak ülkemizde sağlık kayıt sistemlerinin özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda yeterli çalışmaması ve hastalığın uzun süren belirtisiz döneminin olması nedeni ile gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu düşünülmektedir. Türkiye'de ilk olguya 1985 yılında tanı konmuş ve o tarihten başlayarak 1992 yılına kadar olgu sayılarında bir önceki yıla göre fazla artış saptanmaz iken, 1992 yılından beri olgu sayıları katlanarak artmaktadır.
Türkiye'de HIV/AIDS olgu sayılarının artma nedenleri şöyle sıralanabilir
  • Ülke nüfusunun genç olması,
    Cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusunda bilgilerin kısıtlı olması,
    Turizm sektörünün ülkemizde giderek gelişmesi: Ülkemize her geçen gün daha fazla sayıda turist gelmektedir. Özellikle HIV/AIDS olgularının sık olduğu ülkelerden gelen turistler arasında bu hastalığa yakalanmış kişilerin bulunma olasılığı fazladır.
    Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının çok sayıda olması ve giderek artması: Özellikle yurt dışında uzun süreli kalan vatandaşlarımızın bulundukları ülkedeki hasta sayısının sıklığına bağlı olarak bu hastalığa yakalanma riski artmaktadır.
    Damar içi madde kullanımının giderek artması: HIV/AIDS bulaş yolları arasında damar içi madde kullananlar ikinci sırayı oluşturmaktadır. Damar içi madde kullananların sayılarının giderek artması HIV enfekte olgu sayılarının da artmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde cinsiyete göre dağılımda
%73.5 erkek,
&.5 kadın olarak saptanmaktadır.
Olguların %20'sinin sürekli yaşadığı yerin yurtdışı olduğu, toplam 57 ilden bildirim yapıldığı ve en fazla bildirimin Ankara, İstanbul ve İzmir'den olduğu bildirilmektedir.
HIV/AIDS'in Bulaş Yolları ve Korunma

/ Risk gruplarına göre HIV/AIDS olguları incelendiğinde:
  • %46.3 heteroseksüel,
    %9.48 damar içi madde kullananlar,
    %9 homoseksüel,
    %5.5 kan transfüzyonu (%1.5 hemofili hastaları, %4 diğer) yolu ile,
    %0.85 anneden bebeğe geçiş,
    %28.1 ise bilinmeyenlerden oluştuğu görülmektedir.
%28.1 gibi büyük bir oran göstermektedir ki eksik bildirim söz konusudur ve bu da ülkemizdeki epideminin boyutunu öğrenmedeki güçlüğü gözler önüne sermektedir.
Cinsel yolla bulaşma
HIV enfeksiyonunun en önemli bulaş yolu cinsel temastır. HIV/AIDS her türlü cinsel temasla (homoseksüel, heteroseksüel, vajinal, oral, anal) bulaşmaktadır. Semen (meni) ya da kanla temasa neden olabilecek her türlü cinsel etkinlikte bulaş riski bulunmaktadır. Bu tür bulaşa bağışık hiç kimse bulunmamaktadır. Bulaş için HIV (+) kişi ile yapılan tek bir cinsel temas bile yeterli olmakta ancak cinsel temas sayısı arttıkça bulaş riski artmaktadır.
Cinsel aktiviteden bütünüyle kaçınarak ya da enfekte olmayan eşle monogamik bir ilişki sürdürerek HIV enfeksiyonunun bulaşı önlenebilmektedir. Cinsel temas sırasında *********** (kondom, kılıf) kullanılmasının koruyuculuğu, kondomun lateks olması, doğru ve sürekli kullanılması, yırtık ya da delik olmaması kaydıyla kanıtlanmıştır. Kadınlar için hazırlanmış olan intravajinal kondomlar da doğru ve sürekli kullanımla etkili olmaktadırlar.
Kan ve kan ürünleri ile bulaşma
Kanda virüsün yoğun miktarda bulunması nedeni ile virüsü taşıyan kişilerden alınmış kan ve kan ürünleri ile hastalık bulaşabilmektedir. 1985 yılında antikor testlerinin bulunması ile dünyanın her yerinde kan ve kan ürünlerinin hastaya verilmeden önce HIV yönünden test edilmesi zorunlu kılınmıştır. Türkiye'de 1987 yılından beri tüm kan ve kan ürünlerine ELISA yöntemi ile antikor saptandıktan sonra hastaya verilmektedir, bu nedenle kan ve kan ürünleri ile olan bulaş azalmış gözükmektedir. Ancak hastalığın pencere döneminin olması, acil durumlarda test yapılmadan kan ve kan ürünlerinin kullanılabilmesi nedenleri ile oranı çok azda olsa bu yolla geçiş bildirilmektedir. Damar içi madde kullanımı alışkanlığının önlenmesi, tedavi edilmesi, kullanılıyorsa ortak enjektör kullanımı risklerinin anlatılması bu grup hastalarda HIV bulaş riskini azaltmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri'nde devlet tarafından temiz enjektör dağıtım programları uygulanmakta ve çalışmalar önemli ölçüde başarı sağlandığını bildirmektedir. Gelişmiş ülkelerde enjektör paylaşımının azaldığı, steril iğne satın alınışında ve iğne temizleme işlemlerinde artma gözlendiği saptanmaktadır.
Anneden bebeğe bulaşma
HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve postpartum (doğum sonrası) dönemde emzirmekle bebeğe geçebilmektedir. Bu oran %20-30'dur. Ancak HIV (+) anneye gebeliğinin son üç ayında, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanır ve elektif sezaryen uygulanırsa bu oran %8-10'lara düşebilmektedir.
Perinatal(Doğum sırasında) geçişte korunmada önemli olan öncelikle HIV prevalansı(görülme sıklığı) yüksek olan bölgelerde doğurganlık yaşındaki ve HIV enfeksiyon riski olan kadınlara hastalığı öğretebilmektedir. Eğer kadın HIV (+) ise doğum kontrol yöntemleri öğretilmeye çalışılmaktadır. Buna karşın gebe kalan HIV (+) kadınlara erken dönemde kürtaj yapılması pek çok ülke tarafından kabul edilmektedir. Eğer anne adayı bebeği doğurmak istiyorsa gebeliğin son üç ayında anneye, doğumdan sonra da bebeğe antiretroviral tedavi başlanmakta ve hasta yakın izleme alınmaktadır.
Sağlık personeline bulaşma
Sağlık personeline kan ile kontamine olmuş (bulaşmış) vücut sıvılarıyla temas sonucunda HIV'nin geçişi olanaklı olabilmektedir. Kontamine iğne batmasını izleyen serokonversiyon riski %0.3 iken, mukoza ya da derinin kanla kontamine vücut sıvılarıyla teması sonucunda serokonversiyon riski çok daha düşüktür. Sağlık personeli öykü ve fizik inceleme ile enfekte hastaları ayırt etme olanağına sahip olamadıklarından korunmak için tüm hastaların kan ve diğer vücut sıvılarını potansiyel enfekte kabul ederek evrensel önlemlere uyarak çalışmalıdırlar.
Ülkemizde henüz sayıları bini bulan HIV enfekte olgular için hasta sayıları milyonları bulan ülkelerden örnek alarak, sayıların daha da artmasını engellemek için çalışmalarımızı artırmalıyız. HIV infeksiyonunun bulaş yollarını bilmek, korunmayı öğrenmek, öğretmek ve davranış değişikliğinde bulunulmasını sağlamak, HIV/AIDS'li hastaları toplumdan dışlamadan hep birlikte elele vererek yaşamakla bu hastalığa karşı savaşım verebiliriz.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 24 Aralık 2008 00:32
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #30
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Kadınların kalbi erkeklerden sağlam

Kadınlarda kalp hastalıkları ve kalp krizi riskinin, erkeklere göre daha az olduğu bildirildi. Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Abdurrahman Oğuzhan, kadınlarda üremeyi sağlayan östrojen hormonunun, kalp hastalıkları ve kalp krizi riskini azalttığını belirtti. İnsan vücudundaki damarların 'endotel' adı verilen hücrelerle kaplı olduğunu, östrojen hormonunun ise bu hücreleri koruyarak, kalp hastalıklarına karşı koruma sağladığını ifade eden Doç. Dr. Oğuzhan, şu bilgileri verdi:
''Damarların iç yüzeyini kaplayan endotel hücreleri, damar içinde kanın akışkanlığını kolaylaştırır, damarın genişleyebilme kapasitesini artırır ve kanın pıhtılaşmasını önler. Östrojen hormonu bu hücrelerin korunmasını sağlar. Bu sayede, kalp damarlarında daralma ve pıhtılaşma riski azalır, kanın akışkanlığı ile damarın tıkanması ihtimali durumunda genişleyebilme kapasitesi korunur. Bunun sonucunda, kadınlarda damar tıkanıklığına bağlı olarak ortaya çıkan kalp ve damar hastalıkları ile kalp krizi riski azalır.''

Menopozdan sonra koruma kalkıyor
Kadınlarda menopoz döneminden sonra damarları ve dolayısıyla kalbi koruma altına alan östrojen hormonunun azaldığını belirten Doç. Dr. Abdurrahman Oğuzhan, bu nedenle korumanın da bu dönemde ortadan kalktığını kaydetti.
Östrojen hormonunun kalp hastalıklarına karşı korumasının menopozdan sonra da devam etmesi için bazı bilim adamlarının girişimde bulunarak, vücuda dışardan hormon vermeyi denediklerini bildiren Doç. Dr. Oğuzhan, ancak dışarıdan verilen hormonun damarları ve kalbi koruyamadığının, hatta başka bazı sağlık sorunlarına yol açtığının belirlendiğini sözlerine ekledi.

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış