Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 62

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.174 Cevap: 719
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
23 Şubat 2009       Mesaj #611
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Erken Yaşta Gebeliğin Psikolojik Etkileri

Sponsorlu Bağlantılar
Sebebi her ne olursa olsun ergen gebeliğinin birçok fizyolojik riskleri olabileceği gibi önemli psikolojik sıkıntılara da sebep olması mümkün. Peki bu psikolojik etkenler nasıl şekilleniyor?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ergenliği (adölesan) kişinin 10 – 19 yaş aralığı olarak tanımlamaktadır. Günümüzde bu yaş grubunda olup gebe kalan gençlerin sayısı günden güne artmaktadır. Amerikan Hastanesi’nden Uzman Psikolog Aslı Akkan, “Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki gebeliği erken evlilik ve modern topluma göre iki ayrı grupta incelendiklerini” belirtiyor.

1: Erken Evlilik


Türkiye’de ergen hamileliğinin en temel nedeni kültürel olarak erken yaşta yapılan evliliklerdir. Yapılan araştırmalar ülkemizde özellikle Doğu Anadolu bölgesinde her 10 kadından en az birinin 15 yaşından önce evlenmiş (evlendirilmiş) olduğunu göstermektedir. Aynı kültürel yapı sonucunda da bu gençler doğum kontrol methodlarını bilmemekte hatta gebe kalmaya teşvik edilmekte ve erken yaşta gebe kalmaktadırlar.


2 : “Modern” Toplum


Her ne kadar batı ülkelerinde olduğu kadar sık olmasa da ülkemizde özellikle büyük şehirlerde evlilik dışı gebe kalımlar vardır ve sayıları her geçen gün artmaktadır. Kentleşme ve gelişmeye bağlı olarak evlilik yaşının ilerlemesi ve gençlerin evlilik öncesi (gençlik/ergenlik dönemlerinde) cinsel yaşam ve tutumlarının eskiye oranla farklılık göstermesine bağlı olabilir.
Sebebi her ne olursa olsun ergen gebeliğinin birçok fizyolojik riskleri olabileceği gibi önemli psikolojik sıkıntılara da sebep olması mümkündür. Böyle bir durumda yaşanılabilecek ilk sıkıntı gebeliğin devam ettirilip ettirilmemesi ile ilgilidir. Evlilik dışı gebe kalımların büyük kısmı sonlandırılmaktadır. Ancak işlem sonrası genç kız yeterli sosyal ve psikolojik desteğe sahip değil ise ciddi bir travmaya maruz kalmaktadır. Hele bu durumu ailesi ve/veya yakınlarıyla paylaşma olanağı olmayan bir genç bu travmayı daha da şiddetli yaşayacaktır. İstediğinde tekrar gebe kalıp kalamayacağı ile ilgili sıkıntılar, gebelik sonlandırma ile ilgili suçluluk, aile/çevreye yalan söylemek/saklamakla ilgili suçluluk ve tüm bunların stresör olarak baskı yapmasıyla partneriyle yaşanabilecek ilişki problemleri bu tip travmaların en majör sebepleridir.
Gerek evli olunması ve zaten teşvik edilmesine bağlı olarak gerekse bir şekilde gebeliğin öğrenilmesinden sonra ailelerin onayı (reşit olmama nedeniyle) ile apar topar evlenilip sürdürülmesine karar verilen ergen gebeliklerinin de açabileceği psikolojik sıkıntılar vardır. Ergen zaten içinde bulunduğu yaş dönemi itibariyle birçok hormonal ve psikolojik değişimi bir arada yaşamaktadır. Daha kendini tanımaz, kendi kimliğiyle ilgili bocalamalar yaşarken ebeveyn kimliğini alacak olması başlı başına bir stresördür. Bu duruma bağlı olarak anne adayının ciddi duygulanım problemleri yaşaması, travmatize olması ve bu durumun eşlerin ilişkilerine yansıması çok olasıdır. Ayrıca yetişkin olmayan bir ebeveyn tarafından Dünya’ya getirilip büyütülecek olan çocuğun da psikolojik sağlığının boyutlarından süphe edilmelidir.
Şekli, sebebi veya sonucu ne olursa olsun ergen hamileliğinin oluşturabileceği psikolojik travmayla başaçıkmanın en etkin şekli bunun engellenmesi için baştan önlemlerin alınmasıdır. Gebe kalınması halinde ise kararı ne olursa olsun gerekli psikososyal desteğin sağlanmasına çalışılmalıdır.

Kaynak : Milliyet Sağlık

Tarih : 21 Şubat 2009

Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
2 Mart 2009       Mesaj #612
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Depresyon kabus değil!

Sponsorlu Bağlantılar
Depresyon cinsiyet, meslek, yaş ve gelir gözetmeksizin herkeste görülebiliyor. Peki ya korkulu bir rüya olarak hayatımızda kalmaya devem mı edecek?

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rüstem Aşkın, depresyonun cinsiyet, meslek, yaş ve gelir gözetmeksizin herkeste görülebileceğini ifade ederek, "Dikkat edilmesi gereken konu, depresyonun insanların hayatını mahveden önemli bir problem olmadığıdır" dedi.
Prof. Dr. Rüstem Aşkın, yaptığı açıklamada, depresyonun günlük yaşantıda sık rastlanan bir olay olduğunu belirtti.
Her 20 kişiden birinin depresyona girme riski olduğunu ifade eden Aşkın, depresyonun yaşam olayları ve beyin kimyasında değişikliklerle ilişkili olarak ortaya çıkabileceğini, mutsuzluk, dikkat azalması, hayattan zevk almama ya da bedensel belirtilerle kendini gösterebileceğini kaydetti.
Depresyonun zayıflık olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayan Aşkın, "Depresyon cinsiyet, meslek, yaş ve gelir gözetmeksizin herkeste görülebilir. Kişi kontrolü dışında gerçekleşen birçok sebebe bağlı olarak mutsuz olabilir. Burada dikkat edilmesi gereken konu, depresyonun insanların hayatını mahveden önemli bir problem olmadığıdır" diye konuştu.
Aşkın, depresyonun üstesinden gelinebilir ve tedavisi mümkün olan bir hastalık olduğuna dikkati çekerek, depresyonun genellikle önemli olaylarla açığa çıktığını ifade etti.
Boşanma ya da ayrılık, iş kaybı veya maddi sıkıntılar ya da yaşlı insanların bir anda yalnız kalmalarının depresyon sebebi olabileceğini dile getiren Aşkın, "Bazı insanlar için hissettikleri durumun, görülebilir bir nedeni yoktur. Depresyonu harekete geçiren durum ne olursa olsun hiçbir olay depresyonun hafife alınmasını gerektirmez" şeklinde konuştu.
Aşkın, depresyonlu hastaların ilaç ve konuşma terapileri ile tedavi edildiğini belirterek, eğer tedaviden dolayı hastanın normal aktivitelerinde zorlanma varsa veya hasta tedaviyi bırakmak istiyorsa doktora başvurması gerektiğini kaydetti.


DEPRESYON TEDAVİSİNDE UYGUN SÜRE EN AZ 4-6 AYDIR
Dünya Sağlık Örgütü’nün depresyon tedavisinin en az 4-6 ay sürdürülmesi gerektiğini tavsiye ettiğine işaret eden Aşkın, şöyle konuştu:
"Depresyon tedavisi gören hasta, daha iyi olacağını düşünmelidir. Eğer hasta antidepresan alıyorsa ilk iki-üç hafta zor geçecektir. İlacın etkisini göstermesi zaman alsa da etkisini göstermeye başladıktan sonra ortaya çıkan fark anlaşılacaktır."
Depresyon tedavisinde kullanılan antidepresan ilaçların bağımlılık yapmadığını belirten Aşkın, doktorun, hastanın durumuna göre uygun ilacı yazacağını ifade etti.
Aşkın, tedaviye devam etmenin iyileşme kaydetmede en önemli nokta olduğunu vurgulayarak, "Tedavinin birinci ayının sonunda kendinizi daha iyi hissedeceksiniz. Güne daha uyumlu başladığınızı ve depresyonun üstesinden geleceğinizi göreceksiniz. Önemli olan tedaviyi sürdürmeye devam etmeniz. Kendinizi iyi hissetmeye başladıktan sonra yeniden eski depresif duruma dönmemek açısından tedaviyi yarım bırakmamanız gerekir" diye konuştu.


-DEPRESYON BELİRTİLERİ-
Doktorun tedavi şeklini, hastalığın ciddiyeti, görülen semptomlar, hastalığın süresi, alınan diğer ilaçlar ve yaşam tarzına göre belirlediğini dile getiren Aşkın, depresyon belirtilerini şöyle sıraladı:
"Bir türlü geçmeyen üzüntü ve rahatsızlık duygusu, hobileriniz ya da daha önce yapmaktan hoşlandığınız aktivitelerden aldığınız zevkte ya da ilginizde azalma, kilo ya da iştahta değişiklik. Uyumakta zorlanma, çok erken kalkma ya da aşırı uyuma gibi uyku bozuklukları, konsantrasyon yeteneğinde azalma, yorgunluk
ya da enerji kaybı, hareketlerde yavaşlama, yaşam hakkında değersizlik, intihar veya ölüm düşünceleri depresyon belirtileri olabilir."

Prof. Dr. Aşkın, depresyonlu hastanın aile çevresinden destek almasının tedaviyi olumlu etkileyeceğini sözlerine ekledi.

Sağlık Haber
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
7 Mart 2009       Mesaj #613
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Göz tansiyonuna dikkat!

Göz tansiyonunun çok sinsi bir hastalık olduğuna işaret eden uzmanlar bu konuda dikkatli olunmasını öneriyorlar.

Göz hastalıkları uzmanı Doç. Dr. Özlem Evren, glokom hastalığında erken tanının önemine işaret ederek,
"Hastalar başlarda görme duyularında bir kayıp hissetmedikleri için hastalığı fark etmez. Çünkü önce çevredeki görme alanı daralır, görme keskinliği zamanla azalır. Hastalık ilerlediği zaman da çok geç kalınmış olur" dedi.

Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi göz hastalıkları uzmanı
Evren, Dünya Glokom Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, glokomun, göz içi basınca
bağlı olarak gelişen, görme sinirinin hasarı ve görme hücrelerinin kaybıyla
sonuçlanan bir hastalık olduğunu bildirdi.

Halk arasında "göz tansiyonu" olarak bilinen glokomun geriye dönüşümü
olmayan körlük nedenleri arasında 2. sırada yer aldığını belirten Evren, hiçbir
belirti vermeden ilerlediği için "sinsi" bir hastalık olduğuna dikkati çekti.
Evren, hastaların başlarda görme duyularında bir kayıp hissetmedikleri
için hastalığı fark etmediklerini, önce çevredeki görme alanının daraldığını ve
görme keskinliğinin zamanla azaldığını anlatarak, hastalık ilerlediği zaman da
geç kalındığını söyledi.

Glokomlu hastalarda görme kaybı meydana geldikten sonra bunun telafi
edilemediğini, ancak tanı konulduktan sonra ilerleyişin durdurulabildiğini
belirten Evren, hastalığın yeni doğan bebeklerden ileri yaşlardaki kişilere kadar
herkeste görülebildiğini kaydetti.

Evren, risk altındaki kişilerle ilgili şu bilgileri verdi:
"Yaş, glokoma yakalanma açısından önemli bir risk faktörüdür. 40
yaşından sonra göz içi basıncı normal seviyenin üzerine çıkmaya başlar. Göz içi
basıncı yüksek olanlarda 5-10 yıl içinde glokom gelişme riski artar. Bu risk
60-65 yaş arasındakilerde 6 kat fazladır. 70-75 yaş arasındakilerde ise her 6
kişiden birinde görülür. Ailede glokom öyküsü varsa, glokoma yakalanma riski
büyüktür. Ailesinde glokom hastası olanlarda risk 4-9 kat yüksektir. Şeker,
yüksek tansiyon, kalp, migren, guatr hastaları, astım, alerjik rinit, romatizmal
hastalıklar nedeniyle kortizon kullananlarla organ nakli, yüksek miyop ve
hipermetrobu olanlar ve göz travması geçirenler de risk altındadır. Bu tür
hastalığı bulunanlar göz hekimine gittiklerinde bu durumlarını
anlatmalıdırlar."

-TEDAVİ-
Risk grubundakilerin belirli aralıklarla kontrolden geçmelerinin
hastalığın erken evrede yakalanmasını sağlayacağını anlatan Evren, "40 yaş
üzerindekilerde yakın gözlük ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu kişiler bir göz
doktoruna başvurduklarında göz içi tansiyonuna bakılırsa, hastalığın erken
teşhisi mümkün olabilir" dedi.

Hastalarda ilaç ve damla tedavisi uygulandığını, bunların yaşam boyu
kullanılmasının büyük önem taşıdığını bildiren Evren, "Hastalar bir süre sonra
faydası olmadığı kanısına kapılıp ilaçlarını bırakıyor. Oysa bu ilaçlar
hastalığın geriye dönüşümünü sağlamıyor, ilerlemesini durduruyor. Bu nedenle
mutlaka doktor gerekli gördüğü sürece ilaçlarını kullanmaları gerekir" uyarısını
dile getirdi.

Evren, yan etkisinden kurtulmak için hastaların damla uygulamasından
sonra göz pınarlarını 1-2 dakika bastırmalarının faydası olacağını söyledi.
Erken teşhis ve ilaçların düzenli kullanılması halinde glokomdan korkmak
için hiç bir neden bulanmadığını vurgulayan Evren, ilaç tedavisinden yanıt
alınmadığında cerrahi müdahaleye başvurulduğunu söyledi.
Evren, cerrahi müdahaleden sonra 5-10 yıl süreyle göz içi basıncının
normal seviyede tutulabildiğini anlattı.

Görme kusurlarının giderilmesine yönelik lazer tedavisi görenlerin
kornealarının incelmesinden dolayı göz tansiyonlarının düşük çıkabildiğini
belirten Evren, bu kişilerin ileri yaşlardaki göz muayenelerinde bu durumu
hekimlerine bildirmelerinin faydalı olacağını söyledi.



ÇOCUKLARDA GÖZ TANSİYONU
Göz tansiyonunun bebeklerde de görülebildiğini ifade eden Evren,
normalden büyük göze sahip, sulanma ve ışığa bakamama sorunları olan bebeklerde
göz tansiyonundan şüphelenilmesi gerektiğini bildirdi.
Evren, bu gibi rahatsızlıkların cerrahi müdahale gerektirdiğini
kaydederek, göz tansiyonu olan ileri yaşlardaki çocuklarda ise teşhisin daha zor
olduğunu söyledi. Evren, "Ailede herhangi bir çocukta göz tansiyonu varsa, diğer
çocuklar için de aynı risk söz konusu olabilir. Bu nedenle böyle aileler
çocuklarını kontrol ettirmelidir" dedi.



Sağlık Haber
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
11 Mart 2009       Mesaj #614
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Ekonomik kriz psikolojimizi nasıl etkiliyor?

Günümüz şartlarında bireyler ve aileler ekonomik krizden farklı olarak etkileniyorlar. Peki bu etkileri en aza indirmek için neler yapmalıyız?

Amerikan Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzman Psikolog Aslı Akkan bu normalin dışındaki kriz durumlarında sistemin eninde sonunda düzene gireceğini ve bu sürecin geçici bir durum olduğunu unutmamak gerektiğini söylüyor.
Aile sahibi olmak, ebeveyn olmak başlı başına bir sorumluktur. Aile kuranlar, anne baba olmaya karar veren bireyler farkında olarak ya da olmayarak hayatları boyunca bir çok zorluğa göğüs germeleri gereken bir yolculuğa başlarlar. Günümüz ekonomik şartları ne yazık ki zaten zorlayıcı olabilen/olan bu yolculuğu daha da zorlaştırmaktadır.
İçinde bulunduğumuz ekonomik krizin aile kurumu üzerindeki etkisini üç ana başlık altında inceleyebiliriz:
Bireye (ebeveyne) etkisi: Kriz dönemlerinde bireyler, geçinebilme kaygısı hatta iş kaybı endişesi içine girebilirler. İş ve ekonomik konumu ile ilgili belirsizlik yaşayan birey büyük bir güvensizlik duygusu yaşayarak gelecek kaygısı içine girecektir. Oysaki insan doğası, geleceğine güvenmek ve bu geleceği sağlamak adına temel gereksinimlerini karşılamak ihtiyacı içindedir. Bunların karşılanamayacağını ve engellendiğini hisseden kişi hem kendisini hem de çevresini yıpratabilecek duygu durumları yaşayabilir. Bunların en sık rastlanan iki tanesi: 1) öfke ve öfkenin tepkisi olan saldırganlık davranışları ile 2) umutsuzluk ve motivasyon eksikliği duygusuna bağlı gelişebilecek depresif süreçtir. Birey aynı zamanda ailesi olan birisi ve ebeveyn ise sorumluluk duygusu ve kaygısı altında daha da çok ezilebilecektir.
Çocuğa etkisi: Anne babalar ekonomik kriz sürecine bağlı olarak yaşanabilecek sıkıntıları çoğu zaman hatalı olarak çocuklarına hiç yansıtmamayı, yaşadıkları sıkıntıları çocuklarına “yokmuş” gibi aksettirmeyi tercih etmektedirler. Oysaki çocuklar anlamıyor göründüklerinde bile aile içinde yaşanmakta olan gerginliği hissedeceklerdir. Ayrıca eşler arası ilişkilerin krizin tetiklediği olumsuz yansımaları da çocuk üzerinde unutulmaz izler ve ömür boyu taşıyacağı bir güvensizlik, kaygı yaratabilir.
Eşler arası/aile içi etkisi: Kriz dönemlerinde eşlerin ilişkileri de tehdit altındadır. Geçim sıkıntısı, iş kaybı ya da yetersiz gelirden kaynaklanan güvensizliğin yarattığı tepkiler eşler arasındaki iletişimi zedeleyebilir. Bazı aileler bu durumdan diğerlerine göre daha çok etkilenirler. Bunlar, halihazırda sorunları, çatışmaları, sıkıntıları olan ve iletişimi çok iyi olmayan, birbirine güven duygusu yerleşmemiş ailelerdir. Bu tür ailelerde yıkımlar, ayrılıklar daha da fazla görülür. Yukarıda da ifade edildiği üzere krizin çocuklar üzerinde doğrudan etkisinden de fazla olarak, eşler arasındaki ilişkilerin olumsuz etkilenmesinin çocuklara yansıması olacaktır.
Ne Yapılmalı?
Kriz durumları adından da anlaşılacağı gibi beklenmeyen, istenmeyen ve “normalin” dışındaki durumlardır. Sistemin eninde sonunda düzene gireceğini bilmek ve bu sürecin geçici bir durum olduğunu unutmamak gerekir. Önemli olan minumum zararla bu süreci geçirebilmektir. Kişinin bu stresli durum sırasında kendini iyi tanıyor olması, bu durumun suçlusunun kendisi olmadığını bilmesi çok önemlidir.

Kişi işini de kaybetse, ekonomik özgürlüklerinin boyutları da değişse de bu mümkün olduğunca onun kendine güvenini ve motivasyonunu engellememelidir. Aile bireyleri olarak bunların açık açık konuşulması ve
etkin/açık/doğru iletişim içerisinde olunması çok önem taşır. Anne babanın bu süreç için çocuklarının yaşına göre uygun lisanda bu gergin dönemi açıklamaları, tutumlu ve anlayışlı olma kavramlarını öğretmeleri durumu kolaylaştıracaktır.

Etkin/açık/doğru iletişim ve kişinin kendini doğru analiz etmesine rağmen kişi de ve ya çocuğunda ‘normalin dışında’ davranışlar sergilemesi
- Daha içine kapanık oluşu,
- İştah azalması/artması,
- Uyku düzeni bozuklukları,
- Somatik rahatsızlıklar (fiziksel sebebi olmadık baş/boyun ağrıları, mide/bağırsak rahatsızlıkları vs.) yaşaması vb. halinde ise bir uzmandan yardım alınması tavsiye edilebilir.


Kaynak: Sağlık Haber
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
12 Mart 2009       Mesaj #615
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Az yemek kanseri önlüyor!

Az yemenin bazı kanserli tümörlerin gelişimini yavaşlatmasında bir enzimin kilit rol oynadığı belirlendi.

Bilim adamları, son araştırmalarında, yaklaşık bir yüzyıldan bu yana bilinen, ancak nedeni saptanamayan bu yavaşlamayı bir enzimin varlığına bağladı.
ABD’deki Massachusetts Institute of Technology’den (MIT) Nada Kalaany ve David Sabatini adlı araştırmacılar, farelere naklettikleri beyin, kolon, prostat ve meme kanserinin değişik biçimleri gibi çeşitli insan kanserleri üzerinde az beslenmenin etkilerini inceledi.
Çalışmalarını İngiliz Nature dergisinde yayımlayan bilim adamları, bazı tümörlerin (kolon ve meme kanserinin iki türü) az beslenmenin etkisiyle küçüldüklerini, prostat, beyin ve meme kanserinin bir türünün ise az yemeyle bir değişikliğe uğramadığını tespit etti.
Az yemenin etkisinin olmamasının, kanserli hücrelerin yayılmasında kilit rol oynayan "fosfatidilinozitol 3-kinaz (PI3K)" adı verilen bir enzimin faaliyetine bağlı olduğunu keşfeden araştırmacılar, bu enzimin değişik derecelerde aktivasyonunun da az beslenmede değişik hassasiyetlere yol açtığını buldu.
Araştırmacılar, makalelerinde, "PI3K’nın faaliyeti perdelenerek, az beslenmeye karşı dirençli bir tümör, hassas bir tümöre dönüştürülebilir" dediler.

Sağlık Haber
MaRCeLLCaT - avatarı
MaRCeLLCaT
Ziyaretçi
24 Mart 2009       Mesaj #616
MaRCeLLCaT - avatarı
Ziyaretçi
DÜZENLİ YAŞAM VE UYKU

Sağlık ve zindelik için düzenli yaşam ve uyku da vazgeçilmez şartlardır. Uyku gereksinimi insan yaşamı boyunca süre açısından değişkendir. Yeni doğmuş bir bebek neredeyse günün tamamını uyuyarak geçirir. Aylar içinde uyku gereksinimi giderek azalır. Oyun çocukluğu döneminin özellikle ilk yıllarında öğlen uykuları pek çok çocuk için vazgeçilmezdir. Büyüme hormonu uykuda salgılandığından çocukların büyüme ve gelişmesinde düzenli ve yeterli uyku çok önemlidir. Yetişkinlik döneminde 7-8 saatlik uykunun yeterli olduğu kabul edilir. Yaşamın ilerleyen yıllarında yaşlılıkta gece uykuları dört saate kadar inebilir. Bunun yanında gün boyunca uyuklamalarla (şekerleme) gece uykusu telafi edilir. Bireyler arasında uyku gereksinimi ve ritmi farklılık gösterir. Bazı insanlar 4-6 saatlik uyku ile yetinirler kimileri ise 10-12 saat uyurlar. Bazıları erken yatıp erken kalktıklarında, bazılarıysa geç yatıp geç kalktıklarında kendilerini daha zinde hissederler. Uyku aynı zamanda ruh sağlığının bir göstergesidir. Streste ve pek çok psikiyatrik hastalıkta uyku ritmi ve süresi bozulur. Bunun yanında yeterli uyku uyunmadığında kişinin fiziksel ve ruhsal streslere dayanıklılığı azalır.
Yeterli süre uyunduğu halde uykudan zinde kalkılmıyorsa, üzerinde yatılan yatak, kullanılan yastık, odanın ısısı, ortamda yeterli temiz hava olup olmadığı, ortamda bulunan ısıtıcıların, eşya ya da malzemelerin cila, boya, deterjan gibi kimyasallar yoluyla ortam havasını kirletip kirletmediği, uyku sırasında süre giden bir gürültü kaynağının olup olmadığı gibi etkenler gözden geçirilmelidir. Doğal olarak burun tıkanıklığı ve nefes almada zorlukla birlikte seyreden tüm hastalıklarda ve aşırı şişmanlıkta da uykunun kalitesi bozulur.
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
3 Nisan 2009       Mesaj #617
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Kanserin cinsiyeti yok, agresif olanı var!

Kanserin çevresel etkenler ve yanlış yaşam tarzları nedeniyle görülme sıklığı artıyor. Tedavi sürecinde hasta ve hasta yakınları birçok yanlış bilgi edinebiliyor ya da herhangi bir etkisi olmayan tedavi yöntemlerine başvurabiliyor.

Bu da kanserin ilerlemesine neden olabiliyor. Anadolu Sağlık Merkezi’nden (ASM) Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, kanser hakkındaki yanlış inanışların doğru yanıtlarını verdi.

02 Nisan 2009, İstanbul – Çevresel etkenler ve yanlış yaşam tarzları nedeniyle görülme sıklığı artan kanser ile ilgili olarak tedavi sürecinde, gerek hasta gerekse hasta yakınları yanlış bilgi edinebiliyor, etkisiz tedavi yöntemlerine başvurabiliyorlar. Anadolu Sağlık Merkezi’nden Medikal Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, Kanser Haftası nedeniyle yaptığı açıklamada doğru bilinen yanlışlara dikkat çekti.

Hastanın kanser olduğunu öğrenmemesi gerekir. Öğrenirse morali bozulacağı için bağışıklık sistemi çöker.

Yanlış. Kanser bağışıklık sistemi çökmeden başlamaz. Kanserin ortaya çıkması için öncelikle bağışıklık sisteminin çökmesi gerekir. Kanser olduğunu öğrenmek kişide şok etkisi yaratabilir. Ancak hastaya gerçekleri anlatmak önem taşır. Zaten ne kadar gizlense de hasta, bir süre sonra hastalığını tahmin eder. Bu nedenle özellikle tedavi olanağı olan kanser hastalarına gerçek mutlaka anlatılmalıdır. Çünkü hastanın tedaviye katılımı çok önemlidir. Kişi hastalığını bildiğinde tedaviye katılımı da sağlıklı olur, bu durum da sonucu olumlu yönde etkiler.

Babam ve dedem 50 yıl sigara içti kanser olmadı ben niye olayım?

Yanlış. Genetik, kanserin risk faktörlerinden birisidir. Bazı kişilerde ailesel olarak tümöre yatkınlık daha az olabilir. Bu kişiler çok uzun süre sigara kullansa ya da diğer kanserojen maddelere maruz kalsa bile bu maddelere karşı daha güçlü direnç gösterebilir. Ama bunun garantisi hiçbir zaman verilemez. Kanserojen maddelerin de belli bir kümülatif özelliği vardır. Belli bir dozdan sonra mutlaka kanseri oluşturur. Dolayısıyla bir kişinin dedesi ya da babası uzun süre sigara içmesine rağmen kansere yakalanmamış olabilir ama bu, o kişinin kansere yakalanmayacağı anlamına gelmez. Bir kişinin babası ya da dedesi kadar dayanıklı olduğunu bilmek mümkün değildir. Ayrıca genetik yatkınlığın birebir aynı olmama olasılığı da çok yüksektir.

Kanser, gençler ve yaşlılarda farklı seyreder.

Yanlış. Bazı kanserler gençler ve yaşlılarda farklı seyreder. Örneğin meme kanseri. Bu kanser türü genç hastalarda çok daha saldırgan ve agresiftir. Meme kanserinde, 35 yaşın altındaki kişiler yüksek riskli grubu oluşturur. Fakat bu, tüm kanser tiplerinde geçerli değildir. Örneğin akciğer kanserinde genç, yaşlı çok fark etmez. Kanser her ikisinde de aynı hızda ilerler.

Kemoterapi artık Amerika ve Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde kullanılmıyor.
Yanlış.

Yanlış. Bugün kanser tedavisinde en geçerli yöntemler hala kemoterapi, radyoterapi ve cerrahidir. Bunların yanı sıra hedefe yönelik tedaviler, kanser aşıları, genetik tedaviler de başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. Kemoterapi kanser tedavisinde hala en geçerli yöntemlerden birisidir. Bugün ABD’deki tüm ünlü kanser merkezleri hala kemoterapiyi yoğun olarak kullanmaktadırlar.

Hedefe yönelik tedaviler hem çok etkindir hem de hiç yan etkileri yoktur.

Yanlış. Hedefe yönelik tedaviler bazı kanser türlerinde kolaylık sağlamaktadır. Bu tedavi yönteminde kullanılan bazı ilaçlar tablet şeklinde kullanılabilmektedir. Hedefe yönelik tedaviler, gastrointestinal kanserler gibi bazı tümörlerde yüksek oranda etkili olabilmektedir. Ancak yan etkisinin bulunmadığını söylemek doğru değildir. Yan etkilere baktığımızda neredeyse kemoterapiye eş düzeyde olduğunu söyleyebiliriz.

Üzüntüden kanser oldum tek nedeni stres.

Yanlış. Stres faktörü kanser tedavisinde oldukça önemlidir ancak kanseri başlatan nedenlerden biri değildir. Kanserin oluşması için öncelikle bir tümörün başlamış olması gerekir. Stres, mevcut kanserin gelişimini hızlandırabilir.

Kanser tedavisi olanın çocuğu olmaz.

Yanlış. Bu durum, kanser tedavisinde kullanılan ilaçlara bağlıdır. Bazı ilaçlar spermleri bir daha geri gelmeyecek şekilde yok edebilir. Bu nedenle hasta, eğer çocuk sahibi olmak istiyorsa tedaviye başlamadan önce bunu mutlaka hekimine iletmelidir. Kimi ilaçlar ise bir süreliğine doğurganlığı etkiler. Bu ilaçların kullanımı sona erdikten 3- 6 ay sonra üretkenlik yeniden kazanılabilir. Burada hekimin hastayı doğru yönlendirmesi gerekir.

Kanseri aslında bir mikrop yapıyor o mikrop bulunabilse kökten çözüm olacak.

Yanlış. Bazı kanserler türlerinin bakterilerle ve virüslerle ilişkisi bilinen bir gerçek. Ama bu dolaylı bir ilişkidir. Örneğin hepatit B ve hepatit C virüsü karaciğerde hasara neden olur. Kronik karaciğer hastalığı; kronik aktif hepatit, arkasından siroz ve onun sonunda da karaciğer kanserine neden olabilir. Rahim ağzı kanserine yol açan Human Papilloma Virus (HPV) dışında doğrudan kanser oluşumuna neden olan bakteri ya da virüs yoktur.

Kanser bulaşıcıdır.

Yanlış. Kanserde bulaşıcılık diye bir şey yoktur. Sadece rahim ağzı kanserinde bulaşıcılık söz konusudur. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi kanser bir enfeksiyon ajanıyla ilişkiliyse partnerler arasında geçiş olabilir. Ancak bunun dışında kanser hastadan sağlam bir kişiye geçmez.

Kanserin dişi ve erkeği vardır. Dişi kanser daha hızlı yayılır.

Yanlış. Kanserin cinsiyeti olmaz. Özellikle Anadolu’da agresif bir şekilde yayılan kanserlerin dişi kanser olduğu konusunda yanlış bir kanı var. Ancak tıpta böyle bir şey yok. Tıpta kanseri, agresif ya da nonagresif (agresif olmayan) diye adlandırırız.

Kanser tedavisinde alternatif tıp yakında konvansiyonel tıbbın yerini alacak.

Yanlış. Halk arasında doğanın her türlü hastalığı iyileştirebileceği gibi yanlış bir inanış var. Bitkiler, destek tedavilerinde belki kullanılabilir ama hiçbir zaman bugün tıbbın kullandığı tedavi yöntemlerinin yerini alamaz. Bazı hastalar bu yanlış inanış nedeniyle alternatif tedavi yöntemlerine yönelebilmekte ve bu nedenle hastalıkları ilerleyebilmektedir.

Sağlıklı bilgiler
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
4 Nisan 2009       Mesaj #618
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Erken doğumlar engellenebilir

Doğum sancılarının başlamasına neden olan hormonların tespit edilmesi ile birçok erken doğum önlenebilecek...

Doğum sancılarının başlamasına neden olan hormonları tespit eden Avustralyalı bilim adamları, gelecekte erken doğumları önleyebileceklerini, hatta doğum sancılarını öne alabileceklerini umuyor.
Journal of Clinical Endocrinology & Metabolism dergisinde yayımlanacak makaleye göre, Newcastle'deki John-Hunter hastanesinde görevli bilim adamı Roger Smith ve ekibi, gebelik boyunca östradiol ve östriol adlı östrojenlerin dengede olduğunu, bu dengenin bozulması halinde doğum sancılarının başladığını tespit etti.
Bilim adamları, hamilelik sırasında östradiol ve östriol hormonlarının takip edilmesi sayesinde hem doğum sancılarının ne zaman başlayacağını belirleyebileceklerini, hem de hormon düzeyine yapılacak müdahalelerle sancıların erken ya da geç başlamasını sağlayabileceklerini ve böylece gelecekte erken doğumları bile önleyebileceklerini söylediler.
Araştırma 500 hamile üzerinde yapıldı. Doğum yaklaştığında östradiol ve östriol hormonlarının dengede olduğunu belirleyen bilim adamları, östradiol hormonu hızlı arttıktan sonra doğum sancılarının başladığını gözlemlediler.


Sağlık Haberleri
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
12 Nisan 2009       Mesaj #619
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
Masa başında çalışanların kâbusu Metabolik Sendrom




İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Endokronoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, modern çağın yaşamı kolaylaştırmasıyla ortaya çıkan ''Metabolik sendrom'' hastalığının, daha çok masa başında oturan ve yoğun stres altında çalışanları etkilediğini söyledi.

Antalya'da düzenlenen 6. Metabolik Sendrom Sempozyumu'na katılan Prof. Dr. Karşıdağ, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hareketsiz ortamlarda çalışan bireyleri tehdit eden metabolik sendromun görülme sıklığının, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de artış gösterdiğini ifade etti. Prof. Dr. Karşıdağ, ''50-100 yıl önce görülmeyen metabolik sendrom, modern çağın yaşamı kolaylaştırmasıyla sık görülmeye başladı'' dedi.

50-100 yıl önce metabolik sendrom diye bir sorun olmadığını, çünkü o dönemde insanların yaşam stilinin çok farklı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karşıdağ, eskiden insanların daha çok hareket ettiklerini, daha az yiyecek tükettiklerini anlattı. İnsanların yaşam tarzlarının giderek değiştiğine, insanların daha az hareket edip, daha çok yağlı, kalorili, şekerli yiyecekler tükettiğine değinen Prof. Dr. Karşıdağ, şöyle konuştu:

''İnsan vücudu buna göre dizayn edilmiş değil. İnsan vücudu, gelen fazla kaloriyi depolamak ve gerektiğinde saklamak, ileride lazım olursa kullanmak üzerine kurulmuş. Bu kadar fazla enerjiyle karşılaşınca, (ileride lazım olur) diye bunları saklıyor. Nasıl saklıyor? Vücut bunu yağ olarak biriktiriyor. Yağı, karın içindeki organların etrafında depoluyoruz. Bu aslında masumane bir koruyucu mekanizma. Ancak, birikim o kadar fazla ki, depolanan yağlar zarar vermeye başlıyor. Yağ dokusu istemediğimiz bazı hormonların salgılanmasına yol açıp, vücutta bir seri hastalığa yol açıyor.''

METABOLİK SENDROMA BAĞLI ÇIKAN HASTALIKLAR

Metabolik sendromun, genetik olarak uygun kişilerde, çevre faktörü, hareketsizlik ve fazla kalorili beslenme sayesinde ortaya çıktığına işaret eden Karşıdağ, bunun en önemli bulgusunun da bel çevresi kalınlığı ve göbek şeklinde kendisini gösterdiğini vurguladı.

Karşıdağ, metabolik sendroma bağlı çıkan hastalıklar konusunda da şu bilgileri verdi:

''Metabolik sendrom, damar sertliğini tetikliyor. Karın bölgesinde depolanan yağlar, salgılama yoluyla böbreğe ve kalbe giden damarlarda tutulunca böbrek ve kalp hastalıkları ortaya çıkıyor. Kan yağlarındaki yükseklik nedeniyle kötü huylu kolesterol miktarı artıyor, iyi huylu kolesterol miktarı düşüyor ve damar sertliğine yol açıyor. Damar sertliği sonucu yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı, böbrekler ve kalbe giden damarlarda daralma meydana geliyor. İleriki yıllarda şeker hastalığı ortaya çıkıyor.''

Prof. Dr. Karşıdağ, bel çevresinde fazlalık nedeniyle tansiyon, kan yağlarında dengesizlik, karaciğerde yağlanma ve şekerin günümüzde en sık görülen hastalıklar olduğunun altını çizerek, bu durumun kadınlarda yumurtalıklarda kist oluşması, tüylenme ve sivilcelerde artış, adet düzensizliği gibi sorunlara da yol açtığını ifade etti.

Karşıdağ, metabolik sendromun, alzheimere (erken bunama) hastalığına da neden olduğu yolunda ön düşünceler bulunduğuna dikkati çekti.

METABOLİK SENDROMU DURDURMA YOLLARI

Porf. Dr. Kubilay Karşıdağ, metabolik sendromunun durdurulabileceğini ifade ederek, şunları söyledi:

''Bunun için geniş politikalar oluşturulmalı. Devlet, medya, sağlık kuruluşları metabolik sendromun ortaya çıkmasını önleyen çalışmalar yapmalı. Çocuklar, anneler, öğretmenler bilinçlendirilmeli. Metabolik sendromun en iyi tedavisi, ortaya çıkmasını engellemek. Hastalığa yönelik tedavi yöntemleri de var. Ancak hastalık ortaya çıkmadan önlemek en iyi yoldur. Bunun için daha fazla hareket ve sağlıklı beslenmeyi öneriyoruz. Anneler çocuklarına sabah kahvaltısını yaptırıp, ıvır zıvır yiyeceklerden uzak tutmalı. Bu sendromdan en çok etkilenen grup, masa başında oturan, beslenmesi düzensiz, yoğun stres altında çalışanlar oluyor. Bu nedenle başta masa başı çalışanlar olmak üzere,herkes, günde en az 30 dakika tempolu yürümeli, egzersiz yapmalı. Belediyeler daha fazla egzersiz yapabilecek alanlar, çocuklar için oyun parkları oluşturmalı. Doktor doktor dolaşmamak için, baştan daha fazla yürümeli, egzersiz yapmalıyız. Çabuk uygulanabilir en kolay spor yürümektir. Her yerde yürünebilir. Eğer ayağınızda bir sorun varsa, vücudunuzun üst kısmını çalıştırabilir, germe egzersizleri yapabilirsiniz.''
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 19:51
Sivoy - avatarı
Sivoy
Ziyaretçi
8 Mayıs 2009       Mesaj #620
Sivoy - avatarı
Ziyaretçi
Hastalıklara yakalanma riskiniz nedir?

Obezite veya diyabete yakalanma riskinizi mi merak ediyorsunuz? Yoksa kansere yatkınlığınızın olup olmadığını mı? Genetik test ile bu sorularınıza yanıt alabilirsiniz.
Obezite veya diyabete yakalanma riskinizi mi merak ediyorsunuz? Yoksa kansere yatkınlığınızın olup olmadığını mı? Genetik test ile bu sorularınıza yanıt alabilirsiniz. Üstelik size özel sunulan yaşam tarzı değişiklikleri ve tıbbi destek ile yatkın olduğunuz hastalıklara yakalanma riskinizi azaltabilir, hatta önleyebilirsiniz!
Genetik alanında her geçen gün birbirinden ilginç gelişmeler kaydediliyor. Yapı taşlarımızı oluşturan genler hakkında elde edilen her yeni bilgi de bizlere daha sağlıklı bir hayat için ümit veriyor. Örneğin hangi hastalıklara yakalanma riskimizin yüksek olduğu 'Genetik Test' ile kolayca tespit edilebiliyor. Test sonucunda elde edilen veriler ışığında da kişiye özel sunulan yaşam biçimi düzenlemeleri ve tıbbi destek ile yatkın olunan hastalıkların ortaya çıkması önlenebiliyor. Bir başka deyişle genetik yapıma, önlem aldığımız takdirde artık kaderimiz olmayabiliyor. Biz de son yıllarda oldukça rağbet gören Genetik Test ile belirlenebilen hastalıklardan en önemlilerini ve ortaya çıkmalarını engellemek için test sonrasında nasıl bir yol izlendiğini Antiaging Uzmanı Dr. Banu Özmen'e sorduk.

Korunma programları

Yakalanma riskinizin yüksek olduğu hastalıkların oluşumunu önlemek için size özel hazırlanan 'korunma programını' hayatınız boyunca uygulamanız isteniyor. Hem sağlık durumunuza göre programda bazı değişikliklerin yapılması, hem de yakından takip edilebilmeniz için doktor kontrolüne de belirli periyotlarda devam etmeniz gerekiyor.


Osteoporoz riskiniz varsa...

• D vitamini ve kalsiyum takviyesine daha erken yaşlarda başlanıyor.
• Kimyasal yapısı insan vücudu tarafından yapılan hormonlarla aynı olan doğal hormon tedavisi uygulanabiliyor
• Kalsiyumdan zengin besinlerin ağırlıkta olduğu, size özel ve düşük kalorili bir diyet listesi oluşturuluyor. Kuru baklagiller, kuru yemişler (badem, ceviz ve fındık) ve yeşil sebzeler kalsiyumdan zengin besinlerden. Toksik bir madde olduğu için süt ve ürünleri bıraktırılıyor bunun yerine soya sütü öneriliyor.
• Vücudunuzun ihtiyacı olan D vitaminini alabilmesi için her gün en az 30 dakikalık güneş banyosu yapmanız tavsiye ediliyor.
• Kemik yapımını hızlandıran egzersizler öneriliyor. Örneğin her gün veya haftada 3-4 kez, en az 30 dakika boyunca hızlı tempoda yürümeniz isteniyor.
• Kemik yoğunluğunuzu, doktorunuzun uygun gördüğü periyotlarla ölçtürmeniz gerekiyor.


• Kalp ve damar hastalıkları riskiniz varsa...

• Risk faktörlerinin belirlenmesi sonrasında destek ürünlere karar verilebiliyor. CoEnzyme Q10, folik asit, vitamin F33, F35, B6, B12 ve D vitamini ile diğer antioksidanlara ihtiyaç duyulabiliyor.
• Kimyasal yapısı insan vücudu tarafından yapılan hormonlarla aynı olan doğal hormon tedavisine başlanabiliyor.
• Kanda kötü huylu kolesterol LDL, trigliserid veya total kolesterol değerleriniz yüksek çıkmışsa, Omega 3, 6 ve 9 yağ asidinden zengin, size özel ve düşük kalorili bir diyet oluşturuluyor. Ayrıca günde 5 porsiyon meyve tüketmeniz, kırmızı et tüketimini de azaltmanız tavsiye ediliyor.
• Antioksidan destek tedavisi, kalp krizi riskini de azaltıyor.


GENETİK TEST NASIL UYGULANIYOR?

• 'Genetik Test' yaptırmak istediğinizde; sağlık durumunuz, uyku düzeniniz, beslenme tarzınız, spor alışkanlıklarınız, psikolojik durumunuz, geçirmiş olduğunuz hastalıklar, sigara ve alkol gibi alışkanlıklarınız dahil olmak üzere sizinle ayrıntılı bir görüşme ve muayene yapılıyor.
• Sizinle ilgili detaylı bilgilerin edinildiği görüşmeden sonra özel bir çubuk ile ağzınızdan, yani yanak içindeki mukozadan doku örneği alınıyor. Laboratuara gönderilen doku örneğinde kadınlarda 45, erkeklerde 47 gen yapısı inceleniyor ve elde edilen sonuçlar doktorunuza ulaştırılıyor.
• Test ile çeşitli kanser türleri, osteoporoz, diyabet, obezite Alzheimer, depresyon, kalp krizi ve hipertansiyon gibi pek çok hastalığa yatkın olup olmadığınız belirlenebiliyor.
• Test sonucunda elde edilen veriler ışığında, doktorunuz hastalıkların ortaya çıkışını önleyebilmeniz için size özel yeni bir sağlık planı oluşturuyor. Dr. Banu Özmen, bu planda; diyet ve egzersiz programlarından bitkisel takviyelere, detoks yöntemlerinden ilaç tedavisine kadar pek çok yöntemin yer aldığını belirtiyor. Bu yöntemlerle zayıf olan yönleriniz güçlendiriliyor ve size uygun hayat tarzı belirleniyor.
• Test sonucunu kişiye özel yorumlamak, sağlık stratejisinde anahtar rol üstleniyor. Dolayısıyla size kardiyo egzersizleri önerilirken, bir başkasına ağırlık egzersizleri ya da ikisi de verilebiliyor. Veya sizin bol sebze ve meyve tüketmeniz gerekirken, bir başkasının proteinli besinlere ağırlık vermesi gerekebiliyor.
• Fazla kilolar için beslenme tarzı değişil diyet öneriliyor.
• Sigarayı hemen bırakmanız öneriliyor.
• Kardiyo egzersizleri büyük ve küçük tansiyonunuzun düşmesini sağlayabiliyor. Hipertansiyonu önlemek için her gün 30 dakikalık yürüyüşünüze haftada bir 45 dakikalık kardiyo egzersizleri ilave etmeniz istenebiliyor.
Kanser riskiniz varsa...
• Sadece 40 derece ısıtılarak pişirilmiş, sebze ve meyve tüketiminin ağırlıkta olduğu bir beslenme türü olan makrobiyotik beslenme öneriliyor.
• Antioksidan takviyesine başlanabiliyor.
• Vücudunuzdaki toksinlerin atılması için detoks yapmanız istenebiliyor. Örneğin bağırsak kanserine yakalanma riskiniz yüksekse düzenli olarak doğal lif kullanımı, besin chsjpksu, sıvı orucu, hatta lavman yaptırmanız tavsiye edilebiliyor, kanserine karşı da D vitamini takviyesi ve düzenli olara banyosu yapmanız gerekiyor.
• Her gün ya da haftada 3-4 gün düzenli olarak egzersiz yapmanız isteniyor.
Alzheimer riskiniz varsa...
• Alzheimer hastalığının ortaya çıkmasını önleyecek çok fazla bir şey yok aslında. Antioksidan takviyesi ve bazı bitkisel ilaçlarla önlem almaya çalışılıyor.
• Erken teşhis için doktorunuzun önerdiği periyotlarda nörolojik muayeneden geçmeniz isteniyor. Çünkü erken teşhisle en ağır hastalıkların tedavisinde bile başarılı sonuçlar elde edilebiliyor.
Diyabet riskiniz varsa...
• Glikojen indeksi düşük besinlere dayanan, yine size özel, düşük kalorili bir diyet programı oluşturuluyor. Aynı zamanda gün boyunca hangi sıklıkta ve hangi saatlerde beslenmeniz gerektiği gibi pek çok önemli konular hakkında bilgiler veriliyor.
• Folik asit, krominyum ve tarçın takviyesine gerek duyulabiliyor. Gerekirse ilaç desteği de kullanılıyor.
• Kardiyo egzersizlerinin yanı sıra kaslarınızı çalıştıran egzersizleri düzenli olarak yapmanız isteniyor. Çünkü diyabete yatkınlığı olan kişilerde aynı zamanda obezite riski yüksek oluyor. Obezite kontrolünde yağ yakımını güçlendirmek için kas güçlendirme çalışmalarına da ihtiyaç duyuluyor.
Obezite riskiniz varsa...
• Obezite riskiniz yüksek çıkmışsa, vücudunuzdaki bazı vitaminler eksik olabiliyor. Dolayısıyla önce vücudunuzda eksik vitamin olup olmadığı tespit ediliyor. Ardından ya diyetinize bu vitaminleri içeren besinler de İlave ediliyor ya da dışarıdan takviye yoluna gidiliyor.
• Size özel bir diyet oluşturularak kilo almanızın önüne geçiliyor.
• Her gün veya haftada 3-4 kez, 45 dakika düzenli olarak kardiyo egzersizi yapmanız öneriliyor.
Dr. Banu Ozmen, genetik testin yararlarını şöyle sıralıyor:
• Genetik test sizin bazı hastalıkları taşıyıp taşımadığınızı ortaya koyuyor.
• Bazı hastalıklara diğer kişilerden daha yatkın olup olmadığınızı gösteriyor.
• Hayat kalitenizi yükseltmede kişisel bir rehber oluşturuyor.
% Genetik yapının bilinmesi, önleyici koruyucu tedavinin planlanması ve erken teşhis için en önemli fırsat. Hastalıklara yakalanma olasılığınızı oldukça azaltıyor, hatta önlüyor.
• Testten çıkan sonuçlara göre bilinçli hayat tarzı değişikliği yapmanızı sağladığı gibi, hayat tarzı değişikliklerine uyum konusunda sizi motive de ediyor.
• Doktorunuz sizi hangi konularda, hangi sıkılıkta kontrol edeceğini kesin olarak belirleyebiliyor.
• Hastalığı önleyici tedaviye erkenden başlama şansınız oluyor.


Formsante Dergisi

Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış