Arama

Sanat Nedir?

Güncelleme: 3 Mayıs 2016 Gösterim: 164.198 Cevap: 15
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
10 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir düğmeye basit bir dokunuşla, zaman ve mekânı birkaç yüzyıl kısaltabilecek güce erişen insan düşüncesi, yepyeni ve şiddetli korkuları da beraberinde getirdi. Bilim, endüstri, teknik ve politika alanında meydana gelen birbirine bağlı ve sürükleyici
Ad:  sanat.jpg
Gösterim: 2257
Boyut:  39.5 KB
gelişmeler, toplumlara özgürlük getirdiği kadar, huzursuzlukları da arttırdı. Özellikle 1945 sonrası, insanların gökyüzüne tırmanışları, yeryüzündeki büyük sermaye hareketleri, insana yakışmayacak katliamlar, endüstriyel ve teknik gelişmeler, şiddetli ve yıpratıcı korkuları da beraberinde getirdi. Bütün bunlar, bugünkü insanın sanata bakış tarzını da biçimlendiren gelişmelerdir.
Günümüzde, insanların karşı karşıya kaldığı psiko-sosyal sorunlara çözüm olabilecek alanlardan biri de sanattır. İnsan duyarlığının karmaşık ürünleri olan ve daima insan özgürlüğünün hakkını arayan sanat eserleri, bazı kalıpları sürekli olarak zorlayıp aşar, onların nitelik olarak daha üstün ve yoğun yeni seviyelere ulaşmasını sağlar.
Sponsorlu Bağlantılar
Tolstoy, "İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı" der. İnsan, nasıl duymaya, düşünmeye başladığı andan itibaren kelimenin gerçek anlamıyla hayata girmiş olursa, insanlık da duygularını ve düşüncelerini sesler, çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren, gerçekten tarih sahnesine çıkmış olur. Sanat; din ve felsefe gibi, insanı günlük hayatın dar kalıplarından kurtaran bir teneffüs anı gibidir. Sanatta güzeli, bilimde doğruyu arayan insan ruhu ve zekâsı, aslında kendini aramaktadır. Din, felsefe, bilim, sanat ve hatta teknik gibi alanlar, birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Her sanat eseri, var olan bir şey ile, bir nesne ile ilgilidir; belli bir varlığı anlatır, ondan bir kesit ortaya koyar. Bir resim, belli bir tabiat parçasının resmidir veya bir insan görüntüsüdür. Bir tiyatro oyunu, belli olayların simgelenmesidir. Bir şiir ya da müzik parçası, ya tabiattan ya da insan ruhundan, insan duygularından bir anlatımdır. Sanatçının gördüğü, kavradığı ve gerçeklik olarak belirlediği varlığın bilgisi, sanatın öz konusunu oluşturur.
Bugün Türkçe'de, iyi yapılan her iş için «sanat» kelimesi kullanılmaktadır. Türkçe'deki «sanat» kelimesi, kapsamı bakımından, pek çok oluş ve nesnelere ilişkin durumu içine almaktadır. Bugün, hiç şüphe duymaksızın en yaygın biçimde kullandığımız «sanat» kelimesi, etimolojik bakımından Osmanlıca'ya dayanmaktadır. Osmanlıca'nın kelime kaynakları olan Arapça ve Farsça'da, sanat kavramını ifade etmek için kullanılan durumu oldukça farklıdır.
Sanat kelimesi Arapça'da amel, iş yapma anlamlarını veren «san'a» kökünden gelmektedir ve yapılan iş, alet yardımıyla, belirli bir el becerisiyle sürdürülen marangozluk, duvarcılık gibi meslek dallarını kapsamaktadır. Görüldüğü gibi bu kelime Arapça'da, insanın akıl ve zekâsını kullanarak yaptığı işleri anlatır. Bugünkü Türkçe'de kullandığımız «sanat» kelimesi, Osmanlıca'da bir değişiklik geçirmiş, yeni kazandığı anlam ve muhtevayla birlikte benimsenmiştir.
Bir an için, karmaşık yapısını, ilgili olduğu pek çok kavramı bir yana bırakıp, sanatı " insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir araç " olarak kabul edebiliriz. Bugün Türkçe'de iyi yapılan her iş için "sanat" kelimesinden yararlanıp; "askerlik sanatı", "güzel konuşma sanatı" gibi kalıpları tekrarlar dururuz. O halde, yapılan bir iş veya hareketin, güzel, gelişmiş ve etkileyici bir biçimde görünmesi, onu bir sanat olarak tanımlamamıza sebep olmaktadır. Bu, şu demektir; insan yaptığı işi yüceltebildikçe, ona bir parıltı katabildikçe, sanat olgusuna biraz yaklaşabilmiş sayılır. Yani sanatın ayırıcı özelliklerinden biri, onun günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır. Sanatı bazen, şöyle de tarif ederler: "İnsan aklının eşya üzerindeki pırıltısı" . Bu, yüzlerce tariften yalnızca bir tanesidir.
Halk arasında "sanat" kelimesi; "insanların ihtiyaçlarından birisinin karşılanması konusunda öğretilen ve yapılan iş" anlamında kullanıldığı gibi, "ustalık, hüner, marifet" anlamında; "Bu işte sanat vardır; kolay değil o da bir sanattır." şeklinde de kullanılmaktadır. Maddi fayda gözeten sanatlardan ayırabilmek için "GÜZEL SANAT" kavramı içinde, sanat'ı şöyle tanımlamak mümkündür: "İnsanların, tabiat karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritm gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyetti.

Son düzenleyen Safi; 3 Mayıs 2016 20:01
PiSiK0PATR - avatarı
PiSiK0PATR
Ziyaretçi
7 Ekim 2006       Mesaj #2
PiSiK0PATR - avatarı
Ziyaretçi
Sanat, en kaba anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır.
Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile
Ad:  sanat2.jpg
Gösterim: 2069
Boyut:  34.2 KB
hararetli bir tartışma konusudur. Açık olan nokta ise sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu, kısıtlı veya değişik şekillerde bile olsa her kültürde görüldüğüdür.
Sponsorlu Bağlantılar
Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır. Sözcüğün bugünkü kullanımı, batı kültürünün etkisiyle, ingilizcedeki 'art' sözcüğüne yakın olsa da halk arasında biraz daha geniş anlamda kullanılır. Gerek İngilizce'deki 'art' ('artificial' = yapay), gerek Almanca'daki 'Kunst' ('künstlich' = yapay) gerekse Türkçe'deki Arapça kökenli 'sanat' ('suni' = yapay) sözcükleri içlerinde yapaylığa dair bir anlam barındırır. Sanat, bu geniş anlamından Rönesans zamanında sıyrılmaya başlamış, ancak yakın zamana kadar zanaat ve sanat sözcükleri dönüşümlü olarak kullanılmaya devam etmiştir. Buna ek olarak Sanayi Devrimi sonrasında tasarım ve sanat arasında da bir ayrım doğmuş, 1950 ve 60'larda popüler kültür ve sanat arasında tartışma kaldıran bir üçüncü çizgi çekilmiştir.

Sanatın tanımlanması

Başat Biçim Görüşü
Clive Bell, 1914 yılında Cezanne'dan etkilenerek yazdığı Sanat ('Art') isimli kitabında sanatın başat biçim ('significant form') olduğunu savunmuştur. Bell'e göre her biçim bu klasmana girmez, çünkü önemli olan çizgi, şekil ve renk ilişkilerinin kendi aralarındaki kombinasyonudur. Bu görüş temsilin sanatsal beğeniye etki etmediğini söyler. Sanatı tamamen estetikle bağlantılı olarak tanımlayan bu görüş, 20.yy'da Marcel Duchamp, Andy Warhol, Josef Beuys gibi bildiğimiz anlamda estetik nesneler üretmeyen, görünümden çok kavramlara önem veren sanatçıların eserlerini kapsamadığından, bugün zamanında olduğu kadar etkili değildir.

Sanatın Duyguların Dışavurumu Olduğu Görüşü

R.G. Collingwood, 1938'da basılan Sanatın İlkeleri ('The Principles of Art') isimli kitabında sanatın temel olarak duyguların yaratıcı ifadesi veya dışavurumu olduğunu söylemiştir. Bunun yanında sanat ve zanaat arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre zanaat, malzemenin bir plan doğrultusunda daha önceden tasarlanmış bir son ürüne dönüştürülmesi iken sanatsal aktiviteler, araçlar ve amaçlar arasında, planlama ve uygulama arasında ayrım yapmayı gerektirmez. Bunun yanında bu görüşe göre, sanat herhangi bir duygunun da dışavurumu değildir. Bu duygu, ifade edildiği ana kadar açıklık kazanmamış olup, ifade edilişi onun keşfedilmesine neden olacak bir duygu olmalıdır. Bu aynı zamanda izleyiciyi de araştırmanın içine alır. Bu teori de sanat olarak kabul edilmeyen bazı aktiviteleri (örneğin bir psikoterapi seanslarını) sanattan ayırt edemediği gibi, sanat olarak kabul edilen bazı eserleri (örneğin Rönesans Döneminde, sanatçının duygularını açığa çıkarmak değil, dinsel duygular uyandırmak amacıyla yapılan resimler) kapsamadığı için, yerini değişik kuram aramalarına bırakmış, hatta tüm bu tanımlama çabalarının başarısız olması sanatın tanımının yapılmaya çalışılmasının ne kadar doğru olduğu tartışmalarını başlatmıştır.


Neo-Wittgenstein'cı Görüş

Morris Weitz'ın 1956'da, Wittgenstein'ın görüşlerinden ve şeylerin özünü bulmaya karşı direncinden yola çıkarak ortaya attığı görüştür. Weitz'a göre Fry ve Bell, Tolstoy, Croce, Collingwood gibi kuramcılar, yaptıkları tanımlarda kendi kişisel sanat görüşlerini ifade etmekten öteye gidememişlerdir. Neo-Wittgenstein'cı görüşü özetlemek gerekirse, sanat açık bir kavramdır ve tanımlanamaz. Ancak bu, Weitz'a göre felsefi açıdan bir sorun yaratmamalıdır, çünkü aile benzerliği yöntemi kullanılarak neyin sanat olup olamayacağı konusunda hükümler getirmek olasıdır.

Kurumsal Sanat Görüşü
Kurumsal sanat kuramı, Weitz'ın Neo-Wittgenstein'cı görüşünü reddederek sanatın tanımlanabileceğini ileri sürer. Bu fikir George Dickie tarafından ilk olarak 1973'te ortaya atılmıştır.
Dickie’nin ilk tanımı, Arthur Danto'nun da sanat dünyası fikirlerinden etkilenerek aşağıdaki şekilde oluşturulmuştur:

Sanat eseri:
Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır.
Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.

Sanatın özellikleri
Bu özellikler sanat hakkında bir fikir verse de, kavramı bütünüyle kapsamadığı gibi kavramı oluşturan gerekli koşullar da değildir:
  • Hem sanatçı hem izleyici için yaratıcı algılama gerektirmesi,
  • İçerdiği fikirlerin akla kolay gelir türden olmaması,
  • Birçok farklı katmanda algılanabilme özelliği olması ve değişik yorumlara açık olması,
  • Bir beceri izlenimi vermesi,
  • Kendini bilinç ve bilinçaltı arasında veya gerçek ve yanılsama arasında bir oyun olarak göstermesi,
  • İçinde işlevsel amaç dışında bir fikir barındırması,
  • Sanat olarak tecrübe edilmesi amaç edinilerek yaratılmış olması.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 3 Mayıs 2016 20:01
nünü - avatarı
nünü
Ziyaretçi
24 Aralık 2007       Mesaj #3
nünü - avatarı
Ziyaretçi
Bugün için, sanatın ortaya çıkışına tam ve kesin bir cevap verebilecek durumda değiliz. İlk insandan günümüze kadar geçen zaman içinde insanoğlu, çeşitli amaçlarla maddeye biçim vermiş, maddeye hükmetmeye çalışmıştır. Bütün bu faaliyetler içerisinde, sanatın başlangıç noktasını kestirmek oldukça zordur. Sanatın başlangıcı sorununu aydınlatmak üzere, pek çok yazar, kitaplarının giriş bölümlerinde uzun sayfalar ayırmaktadırlar. Bütün bu çabalara rağmen, bu konunun pek az aydınlatılabildiğini söyleyebiliriz.
Sanatın başlangıcı olarak kabul edilen örnekleri "ilkel sanat" başlığı altında toplamak, alışkanlık halini almıştır. "İlkel sanat" terimi, ilk bakışta ve çabucak bazı şeyleri çağrıştırmakla birlikte; geniş anlamda kullanılan " ilkel" kelimesinin kapsamından dolayı, bazı anlam kaymalarına da yol açmaktadır. Bu yanlış anlamalara fırsat vermemek için, bizi ilgilendiren " ilkel sanat ", tarihî kronolojinin başlangıcında yer alan ilkel sanattır.

1. Paleolitik Çağ
Alet yapabilen insanlar ile ilgili rastlanabilen en eski izler, aşağı yukarı 40 bin yıl önceye aittir. İzlerini, örneklerini bulabildiğimiz bu ilkel el hüneri işlerin bulunduğu çağa Paleolitik çağ ya da Eski Taş veya Yontma Taş Çağı adı verilir. Paleolitik çağın insanı madeni tanımamış, bütün aletlerini taştan, ağaçtan ve kemikten yapmıştır.
İnsan elinin, ilk defa çakmaktaşını işleyip bir bıçak yapıncaya kadar geçen zamanla, bizim bildiğimiz tarihî dönemler arasında, pek büyük bir zaman mesafesinin olduğu açıktır. Taşı eline alan ilk insandan piramitleri yapanlara kadar geçen sürecin uzunluğu, zaman katmanlarının korkutucu derinliği, bir dizi karanlık çağları da içine almaktadır. Fakat, sanat için, ilk aletin yapılmasıyla ilk adım atılmıştır.
Paleolitik çağ insanı ilk buzul çağında yaşamış, taştan yontarak yaptığı baltaları, mızrak uçları, kesiciler, kazıyıcılar gibi çeşitli araçları kullanmışlardır. Bu insanların alet ve araç yapımında kemikten de çok yararlandıkları görülmektedir.
Bu çağdan kalan ilk eserler, bazı küçük heykellerdir. Bunların en eskisi Garonne (Garon) ırmağı vadisinde bulunan fildişi kadın başıdır. Mamut dişinden oyularak yapılmış bu baş, dört santimetre kadardır ve 40 bin yıl öncesine ait olduğu sanılmaktadır. Bu heykelin dışında, 1922 yılında Yukarı Garonne'da bir mağarada bulunan bir kadın heykeline rastlanmıştır. Lespugue (Lespüg) Venüsü denilen bu heykel de mamut dişinden yapılmış olup, 15 cm. boyundadır. Kadın vücudu bu heykelde, bir takım yuvarlakların, küreciklerin üstüste yığılması şeklinde tasvir edilmiştir ve 30 bin yıl öncesine aittir (Halen Paris'de "İnsan Müzesi"nde bulunmaktadır). Viyana Doğa Tarihi Müzesi'ndeki Willendorf (Vilandorf) Venüsü ise 11 cm. yüksekliğinde olup, kireç taşından yontulmuştur. Bu kadın heykelinde baş, tıpkı bir dut ya da böğürtlene benzer şekilde işlenmiştir.
Mağaralardaki kadın resimleri ile göğüs, kalça ve karın kısımları şişirilmiş olarak gösterilen kadın heykelciklerinin, soyun devam ettirilmesinde , üremede en büyük rolü oynayan, bereketin sembolü olarak kadını kutsallaştırmak veya doğumun artmasını sağlamak için yapılmış oldukları düşünülmektedir. Bunlar, sihir veya büyü ile de ilgili olabilirler.
Bu seriden sonra, yalnız yontulmuş değil; geyik kemiklerine, taşlara ve mağara duvarlarına kazılmış hayvan figürcükleri gelir. Bunlar, başarı ile ifade edilmiş çok sayıda geyik, yaban öküzü, at, mamut, yaban domuzu gibi hayvanlardır. Mağaralarda bulunan resim kalıntıları, eskilik bakımından ancak yirmi, otuz bin yıl öncesine kadar gidebiliyor. Bu mağaralardan ilk önce keşfedileni, İspanya'daki Altamira Mağarası'dır. Buradaki resimler, kalem biçimine yakın şekillere getirilmiş toprak veya taş çubuklarla yapılmış oldukları anlaşılmıştır. Çünkü, bu çubukların kalıntıları bulunmuştur. Renk olarak yalnız kırmızı, sarı, siyah ve kahverengi kullanılmıştır.
Bu resimler, önce kenar çizgileri taşa oyularak, sonra da araları renklendirilerek yapılmıştır. Renklendirme; odun kömürü, manganez toprağı ve kırmızı tebeşir gibi maddelerin ezilmesi ve su ile karıştırılması ile elde edilen bir boya ile yapılıyordu. Boyalar ise ya parmakla, ya kıldan veya tüyden fırça ile, ya da çomaklarla sürülüyordu.
En son bulunan resimli mağara Fransa'daki Lasque (Laskö)'dür. Bilinen en eski mağara resimleri, bu mağarada bulunmaktadır. 30 bin veya 25 bin yıl eskiye ait olduğu tahmin edilmektedir. Altamira mağarasındaki resimlerden daha güzel, daha iyi korunmuş ve daha zengindir. Duvarlarda beş metre boyunda hayvan resimleri bulunmaktadır. Bu mağaranın duvarlarına beş metre boyunda öküz resimleri çizmek, günümüzde dahi oldukça zor bir durumdur. Çünkü bu figürleri çizerken görebilmek ve iyi çizilip çizilmediğini kontrol etmek için geriye çekilebilecek bir mesafe yoktur. Bu sebeple, oldukça ilkel bir çağdaki bu insanların, bu resimleri nasıl yapabildiği oldukça düşündürücüdür.
İnsanlığın bu en eski sanat eserlerini anlamak ve değerlendirmek için, bugünkü estetik değerlerimizi bir tarafa bırakmamız gerekmektedir. Bütün bu eserler, ne belirli bir güzellik duygusunun ifadesi, ne de sanat için yapılmış eserlerdir. Bunların, bir amaç için ortaya konduğu anlaşılıyor. Yaygın kanaate göre bu resimler, ilkel insanların avcılıktaki başarılarını artırmak için başvurduğu büyüye yardım etmek için yapıldıkları sanılmaktadır. İlkel insanlara göre, bir varlığın hayaline sahip olmak, onu elde etmek demektir. Yani resimdeki hayvanı yaralamak veya öldürmek, gerçek hayattaki av hayvanının da ölmesine veya gücünden kaybetmesine yol aşacağına inanılıyordu. Bu inanış, halen yaşayan bazı ilkel kavimlerde de benzer şekillerde devam etmektedir. Mağaraların duvarlarında resmedilmiş hayvanların üzerinde, parmakları açık eller görülür. Ya da çoğunlukla, hayvan bir okla yaralı gösterilir. Bunlar; ele geçirme işaretleri midir? Şu halde, doğarken; sanatın sihir ve büyü karakteri olması gerekir.
Sonuç olarak paleolitik çağ (Eski taş) mağaralarında özellikle dikkati çeken durum, gün ışığı ile aydınlanan bölümlerde hiç bir tasvirin yapılmamış olmasıdır. Resimli kısımlar, genel olarak mağaraların girişlerinden 90 metre kadar içeride bulunmakta, bazı hallerde de, bu zeminlere ulaşmak için, dehlizlerden sürünerek ilerlemek gerekmektedir. Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki; bu resimler, mağara duvarlarını süslesin diye yapılmış olamaz.
Birçok durumlarda mağara resimleri üst üste yapılmışlardır. Yani çizilip boyanmış bir hayvan resminin üzerine bir başkası, sonra onun da üzerine bir başkası yapılmıştı. İlkel insan bu resimlerin güzel olup olmadığına, saklanmaya değip değmediğine bakmıyordu. Eğer resmin büyüsel etkisi kalmamışsa, üstüne bir yenisi yapılabiliyordu.

2. Neolitik Çağ
Bu çağın, M.Ö. 7. bine kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Bu çağın insanları ovalarda, su kenarlarında, verimli ve savunması kolay yerlerde yaşamaya başlamışlardır. Paleolitik çağda olduğu gibi, karada ve suda avcılık halâ önemli bir yer tutmakla beraber, bu çağın insanı hayvanı evcilleştirmiş, üretici olarak tarım yapmış, köyler kurmuşlardır. Kullandıkları taş aletler önceki çağdakilerden çok daha gelişmiştir. Mağaralarda yapılan resimlerin yerini, kerpic evlerin duvarlarını süsleyen ve bugüne kadar canlı renklerini koruyabilen duvar resimleri almıştır.
Neolitik çağ insanları, mağaraları bırakarak kendilerine kerpic, saz ve kamıştan kulübeler yapmışlar ve köyler meydana getirmişlerdir. Bu köyler bazen açıktı; bazılarının etrafı ise hendek ve çitlerle çevriliydi; bazen de göllerin ortasında kazıklar üzerinde yapılan kulübelerden meydana geliyordu.
Yapı sanatının Neolitik çağda başladığı söylenebilir. Meydana getirilen bu yapılara Megalitik yapılar, bu kültüre de Megalitik kültür adı verilir. (Megalit kelimesi, Yunanca mega = büyük, lithos= taş kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur, büyük taş anlamına gelmektedir.) Bu yapıların birer mezar yapıları veya yıldızlarla ilişkili yapılar olduğu sanılmaktadır.
Megalitler başlıca iki grupta toplanabilir:
1- Dayanak gerektirmeden ayakta duran taşlar; bunlar yalnızken "Menhir", bir doğru üzerinde dizilir veya daire şeklinde sıralanırsa "Cromlech" (Kromlek) adını alırlar.
2- Paralel düzenlenmiş bir döşemeyi taşıyan taşlardan meydana getirilen odalar ki; bunlara da "Dolmen" denir. Dolmen'ler, birer mezar odalarıdır. Bu mezar odalarının üstü toprakla örtülürse, ortaya çıkan tepeciklere Tümülüs = Höyük adı verilir. Dolmenler, basit dolmen, örtülü koridor, kubbeli dolmen adını alan türlerde olur.
Menhirler, Fransa'da ve İngiltere'de çok sayıda bulunmaktadır. Bunlar 10-12 metre yüksekliğinde dev taşlardır. Menhirlerin çoğunun mezar taşı olduğu ispatlanmıştır. Büyüklükleri sebebiyle de, sanki canlıymışlar gibi halk masallarına konu olmuşlardır. İlgili efsanelerde menhirler; doğarlar, büyürler, dans ederler ve ağlarlar.
Bazı menhirler tarihî bir hatırayı sonsuzlaştırırlar. Menhirler, toprak sınırını belirtmek için de kullanılmış olabilirler. Menhirlerin dikilme sebeplerine en uygun açıklama ise, bunların ilkel idoller yani dinî semboller olduklarıdır.
Genel olarak yalnız duran menhirler, bazen bir çizgi üstünde dizilmiş de olabilirler. Daire şeklinde dizilmiş olanlar, belki dinî anıtlar veya kurban sunaklarıydı. Cromlech (Kromlek) denilen bu dizilerin yönleri yıldızlara göre olduğu için, güneş tapınağı da olabilirler.
Dolmenler'in içinde bazı kil eşyalar bulunmuştur. Fakat, çoğu soyulmuş olan bu mezar odalarında, neolitik çağı aydınlatabilecek çok az eşya kalmıştır. Buna karşılık dolmenlerin çoğunun üstünde, geometrik ve sembolik figürler kazılıdır.
Dolmenler çeşitli şekiller gösterirler:

Basit Dolmen: Ayakta duran iki veya birkaç taşın üstünde, yatık durumdaki büyük bir taştan oluşur. Bu ilkel dolmen, bazen bir tümülüs ile örtülüdür.

Kubbeli Dolmen: Bu tip dolmende, harçsız taşlarla örtülmüş ve kilit taşıyla kapanmış bir kubbe görülür. Yunanistan'da "Tolos" denilen bu tür inşaata, Fransa ve İrlanda'da bugün dahi çoban kulübeleri arasında rastlanmaktadır.

Örtülü Koridor: Son çağ dolmenlerinin hepsi bu türdedir. Bütün anıt, üstü örtülü bir geçitten ibarettir. Bunun bazı kısımları delikli bir taşla ayrılır ve bazılarında rölyeflere rastlanır (Rölyef, kabartma olup, heykel sanatının bir çeşididir. Bir figürün çıkıntıları, derin bir şekilde zemine bağlı olarak çıkarılmışsa "yüksek rölyef", eğer çıkıntılar hafif bir biçimde belirtilmişse "alçak rölyef" adını alır).
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
23 Kasım 2009       Mesaj #4
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Sanat

Ad:  sanat2.jpg
Gösterim: 2193
Boyut:  24.6 KB

Sanat en genel anlamıyla, Çağla Kıralcılığın ve/veya hayalgücünün ifadesi olarak anlaşılır.Tarih boyunca neyin sanat olarak adlandırılacağına dair fikirler sürekli değişmiş, bu geniş anlama zaman içinde değişik kısıtlamalar getirilip yeni tanımlar yaratılmıştır. Bugün sanat terimi birçok kişi tarafından çok basit ve net gözüken bir kavram gibi kullanılabildiği gibi akademik çevrelerde sanatın ne şekilde tanımlanabileceği, hatta tanımlanabilir olup olmadığı bile hararetli bir tartışma konusudur. Açık olan nokta ise sanatın insanlığın evrensel bir değeri olduğu, kısıtlı veya değişik şekillerde bile olsa her kültürde görüldüğüdür.
Sanat sözcüğü genelde görsel sanatlar anlamında kullanılır.
Son düzenleyen Safi; 3 Mayıs 2016 19:33 Sebep: sayfa düzeni
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Aralık 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sanat Nedir?
MsXLabs.org

Bir düğmeye basit bir dokunuşla, zaman ve mekânı birkaç yüzyıl kısaltabilecek güce erişen insan düşüncesi, yepyeni ve şiddetli korkuları da beraberinde getirdi. Bilim, endüstri, teknik ve politika alanında meydana gelen birbirine bağlı ve sürükleyici gelişmeler, toplumlara özgürlük getirdiği kadar, huzursuzlukları da arttırdı. Özellikle 1945 sonrası, insanların gökyüzüne tırmanışları, yeryüzündeki büyük sermaye hareketleri, insana yakışmayacak katliamlar, endüstriyel ve teknik gelişmeler, şiddetli ve yıpratıcı korkuları da beraberinde getirdi. Bütün bunlar, bugünkü insanın sanata bakış tarzını da biçimlendiren gelişmelerdir.

Günümüzde, insanların karşı karşıya kaldığı psiko-sosyal sorunlara çözüm olabilecek alanlardan biri de sanattır. İnsan duyarlığının karmaşık ürünleri olan ve daima insan özgürlüğünün hakkını arayan sanat eserleri, bazı kalıpları sürekli olarak zorlayıp aşar, onların nitelik olarak daha üstün ve yoğun yeni seviyelere ulaşmasını sağlar.

Tolstoy, "İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı" der. İnsan, nasıl duymaya, düşünmeye başladığı andan itibaren kelimenin gerçek anlamıyla hayata girmiş olursa, insanlık da duygularını ve düşüncelerini sesler, çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren, gerçekten tarih sahnesine çıkmış olur. Sanat; din ve felsefe gibi, insanı günlük hayatın dar kalıplarından kurtaran bir teneffüs anı gibidir. Sanatta güzeli, bilimde doğruyu arayan insan ruhu ve zekâsı, aslında kendini aramaktadır. Din, felsefe, bilim, sanat ve hatta teknik gibi alanlar, birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Her sanat eseri, var olan bir şey ile, bir nesne ile ilgilidir; belli bir varlığı anlatır, ondan bir kesit ortaya koyar. Bir resim, belli bir tabiat parçasının resmidir veya bir insan görüntüsüdür. Bir tiyatro oyunu, belli olayların simgelenmesidir. Bir şiir ya da müzik parçası, ya tabiattan ya da insan ruhundan, insan duygularından bir anlatımdır. Sanatçının gördüğü, kavradığı ve gerçeklik olarak belirlediği varlığın bilgisi, sanatın öz konusunu oluşturur.

Bugün Türkçe'de, iyi yapılan her iş için «sanat» kelimesi kullanılmaktadır. Türkçe'deki «sanat» kelimesi, kapsamı bakımından, pek çok oluş ve nesnelere ilişkin durumu içine almaktadır. Bugün, hiç şüphe duymaksızın en yaygın biçimde kullandığımız «sanat» kelimesi, etimolojik bakımından Osmanlıca'ya dayanmaktadır. Osmanlıca'nın kelime kaynakları olan Arapça ve Farsça'da, sanat kavramını ifade etmek için kullanılan durumu oldukça farklıdır.

Sanat kelimesi Arapça'da amel, iş yapma anlamlarını veren «san'a» kökünden gelmektedir ve yapılan iş, alet yardımıyla, belirli bir el becerisiyle sürdürülen marangozluk, duvarcılık gibi meslek dallarını kapsamaktadır. Görüldüğü gibi bu kelime Arapça'da, insanın akıl ve zekâsını kullanarak yaptığı işleri anlatır. Bugünkü Türkçe'de kullandığımız «sanat» kelimesi, Osmanlıca'da bir değişiklik geçirmiş, yeni kazandığı anlam ve muhtevayla birlikte benimsenmiştir.

Bir an için, karmaşık yapısını, ilgili olduğu pek çok kavramı bir yana bırakıp, sanatı " insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir araç " olarak kabul edebiliriz. Bugün Türkçe'de iyi yapılan her iş için "sanat" kelimesinden yararlanıp; "askerlik sanatı", "güzel konuşma sanatı" gibi kalıpları tekrarlar dururuz. O halde, yapılan bir iş veya hareketin, güzel, gelişmiş ve etkileyici bir biçimde görünmesi, onu bir sanat olarak tanımlamamıza sebep olmaktadır. Bu, şu demektir; insan yaptığı işi yüceltebildikçe, ona bir parıltı katabildikçe, sanat olgusuna biraz yaklaşabilmiş sayılır. Yani sanatın ayırıcı özelliklerinden biri, onun günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır. Sanatı bazen, şöyle de tarif ederler: "İnsan aklının eşya üzerindeki pırıltısı" . Bu, yüzlerce tariften yalnızca bir tanesidir.

Halk arasında "sanat" kelimesi; "insanların ihtiyaçlarından birisinin karşılanması konusunda öğretilen ve yapılan iş" anlamında kullanıldığı gibi, "ustalık, hüner, marifet" anlamında; "Bu işte sanat vardır; kolay değil o da bir sanattır." şeklinde de kullanılmaktadır. Maddi fayda gözeten sanatlardan ayırabilmek için "GÜZEL SANAT" kavramı içinde, sanat'ı şöyle tanımlamak mümkündür: "İnsanların, tabiat karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritm gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyetti.

Sanat nedir, ne işe yarar?


Ad:  snta.gif
Gösterim: 1315
Boyut:  17.5 KB

Dada akımının öncülerinden Marcel Duchamp'ın bir dükkândan alıp galeriye yerleştirdiği ünlü pisuvarı, neyin sanat olup neyin olmadığıyla ilgili sanat tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.


Bitmeyen bir tartışma:
Sanat nedir, ne işe yarar, yüksek sanat-popüler sanat ayrımı var mı? John Carey: Herhangi biri bir şeye sanat diyorsa o sanattır. Bülent Erkmen: Sanat bir işe yaramaz...

İSTANBUL - Sanat nedir, ne işe yarar? Bir şeyin sanat olup olmadığına kim, nasıl karar verir? Bunun birtakım olmazsa olmaz ölçütleri var mıdır? Sanat bizi daha iyi insan yapar mı? 'Yüksek sanat', 'popüler sanat' diye bir ayrım yapılabilir mi? Oxford Üniversitesi'nden Prof. John Carey'in İngiltere'de yayımlanan 'What Good Are the Arts?' (Sanat Ne İşe Yarar?) kitabı, sanat tarihi kadar eski bu tür soruları bir kez daha gündeme getirdi. Milliyet Sanat dergisi de ağustos sayısında bu soruların cevabını arıyor.

John Carey'in kendi sanat tanımı tartışma yaratacak cinsten: "Herhangi biri bir şeyin sanat olduğunu söylüyorsa o sanattır." Bu anlamda John Carey, yüksek sanat -popüler sanat ayrımı da yapmıyor.

Milliyet Sanat'ın görüşüne başvurduğu Prof. Ünsal Oskay ise sanatı "İnsanın 'herhangi bir insan' olmaktan kurtulma, birey olma; 'kişi' olmaktan, kitle toplumunun edilgin bir birimi olmaktan kurtulma çabasıdır" şeklinde tanımlıyor. Sanatın bir tartışma, karşı çıkış, insanın ifade alanını genişletebilmek için açılmış en eski, en sürekli, en şiddetli başkaldırı olduğunu belirten Prof. Hüsamettin Koçan, Carey'in yaklaşımını günümüzde kaybolan öznenin, bu kayboluş içindeki dünyasına bir onayı olarak görüyor. Prof. Koçan'ın sanat-yarar konusundaki yaklaşımı ise "Sanat boş sofraları doldurmayabilir ama boş sofralara karşı hep itirazı olmuştur" şeklinde...

The Observer gazetesine bu konuda görüş belirten yazar Hari Kunzru, öncelikle, sanatın herkesi mutlaka iyi insan yapmayacağını söylüyor. "Aynı zamanda hem sanatsever hem sadist bir katil olunabileceğini biliyoruz" diyen Kunru, örnek olarak da bir yandan çello süitlerini dinleyerek duygulanan, gözyaşı döken ama diğer yandan başka insanları ölüme gönderen Nazi kumandanını gösteriyor. Üstelik Nazi komutanının durumunu 'yüksek sanat'/'alçak sanat' ayrımıyla açıklıyor: "Yüksek sanat eşittir sanat artı güç. Bach sevginiz sizi üst sınıf bir insan yapıyor, diğerleri Bach'ı takdir edemedikleri için daha alt tabakadır, dolayısıyla onları öldürebilirsiniz. Bana göre yalnızca iyi ve kötü sanat vardır ve aradaki farkı da izleyicinin belirleyeceği konusunda Carey'e katılıyorum. Eğer sadece bir gıcırtı sesi duyuyorsam Çello süitleri benim için sanat değildir."

Yazar Jeanette Winterson'a göre de 'alçak sanat-yüksek sanat' yok, gerçek olan ve olmayan var. Oyun yazarı David Hare, sanatı "Nerede ve ne zaman sergilendiğine göre izleyene farklı şeyler ifade eder ve dünyaya bakışınızı değiştirir" diye tanımlıyor. İngiliz eleştirmen Matthew Collings'e göre sanat kesinlikle bizi daha iyi insan yapar.

Sanatın işlevi noktasında Bernard Shaw'ın 'Sanat varolmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı' sözüne atıfta bulunan fotoğraf sanatçısı Şakir Eczacıbaşı'nın yüksek sanat-popüler sanat ayrımına yaklaşımı şöyle: "Popüler sanat 'kötü ürünler ortaya koyan insanlara takılan bir taçtır. Gerçek sanatçı popüler olmak için bir şey yaratmaz." İngiliz sanat eleştirmeni Matthew Collings ise 'yüksek sanat'ın tartışmasız üstünlüğüne inananlardan. Collings "Yüksek sanat popüler sanattan daha mı değerlidir? Elbette öyledir, onun için ona 'yüksek' sanat deriz zaten. Altın da sudan daha değerlidir, çünkü daha az bulunan bir şeydir. Nadir olan şey daha değerlidir" diyor.

Radikal gazetesi sanat eleştirmeni Ahu Antmen, sanatın ne işe yaradığı sorusunu "Sanat aslında, insanın kendisine, yaşadığı topluma dair en azından bir soru işaretini şekillendirebilmesine katkıda bulunabiliyor, her anlamda daha yaratıcı olabilmesinin yolunu açabiliyor. Dada ve diğer bütün avangartları bu bağlamda düşünerek gerçekte yoğun bir toplumsal bilinçten hareket ettiklerini görebiliriz. Öte yandan, bazen de yalnızca duygulandırıyor insanı sanat, ne bileyim ağlatıyor, güldürüyor, o da az şey mi?" şeklinde yanıtlıyor.

Tasarımcı Bülent Erkmen ise sanatın bir işe yaramadığını savunanlardan:

"Sanat bir işe yaramaz, sanat yararlanmak niyetiyle tüketilecek bir şey değildir, bir yararının olmaması, gereksiz olması onu sanat yapar, sanat yararsız ve gereksiz olanla ilişki kurma, kurabilme halidir."

Doğan Hızlan, "Sanat her şeye yarar. Yararlanmasını bilene elbette" derken tasarımcı Naz Erayda'ya göre sanatın tanımı kısa ve net: "Sanat, halüsinasyon görmektir, duyarlılık yaratır." Prof. İhsan Derman

ise herhangi bir şeyin sanat olup olmadığını tespit etmenin kimsenin harcı olmadığını düşünüyor. Derman: "Tartışmanın kritik noktası, bir şeyin ne kadar 'iyi' sanat olup olmadığını ölçmek olabilir ki, bu da yüksek/popüler sanat gibi ayrımlar yapmaktır. Bu tip ayrımların sanatta varolması mümkün değildir."

Sanatın dünyayı nasıl yaşanılır kıldığını belki en güzel yazar Jeanette Winterson'ın sözleri anlatıyor: "Sanat bizi daha iyi insan yapar, çünkü bize alternatif bir değerler sistemi sunar. Kapitalizme karşıdır. Sanatı Hong Kong'dan ucuza satın alamazsınız, laboratuvar ortamında ya da hormonlusunu yetiştiremezsiniz. Bir 'deadline'ı yoktur ve bankaya yatırılamaz." (Kültür Sanat)
Son düzenleyen Safi; 3 Mayıs 2016 19:35
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
27 Aralık 2009       Mesaj #6
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  sanat4.jpg
Gösterim: 12747
Boyut:  16.7 KB
Sanatın Tanımı

Sanat, insanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evrimler yaşama biçimlerini, yaşama bakışlarını, sanat biçimlerini ve sanata bakışlarını değiştirmiş, her dönemde ve her toplumda, sanat farklı görünümlerde ortaya çıkmıştır.

Bugün sanatın "duygusal ve düşünsel etkileme gücü"ne sahip oluşu daha belirleyicidir. Bu anlayışa en uygun tanımı yapan Thomas Munro'ya göre; "sanat doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisidir." Sanat, güzel ile uğraşır. Güzel göreceli bir kavramdır. Kendi içinde tutarlı bir bütünlüğü taşıyan şey çirkin, acı verici, iğrendirici bile olsa estetik açıdan güzeldir.

Sanat, nesnel ve öznel yaklaşımlara göre farklı açıklanır. Nesnel yaklaşımda sanat, toplumsal etkilerle, öznel yaklaşımda ise salt bir bireysellikle yaratılır.

Sanat İçin Ne Dediler
Kant'a göre; sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. Onun tek amacı kendisidir. Güzel Sanatı ancak deha yaratabilir.

Hegel'e göre; sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. Sanat, insan aklının ürünüdür. Kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır.

Marks'a göre; yaratıcı eylem, insanın ve doğanın karşılıklı etkileşiminin bir aşamasıdır. Bu, toplumsal bir karakter taşır. Sanat, yaşamı insanileştiren bir olgudur. Araştırıcı, yaratıcı, çok yönlü tümel insana ulaşma çabası içinde sanatlar gelişebilir.

B. Croce; güzelliğin yerine anlatımı öne çıkarır. Sanat, sezginin ve anlatımın birliğidir. Bireysel ve teorik bir etkinliktir. Doğa, sanatçının yorumu ile güzel olabilir.

Sonuç olarak Sanat, deha düzeyindeki zekanın, var olana karşı tepkisinin, tutarlı bir bütünlük içerisinde somutlaştığı bir alandır. Sanatçı, zekası ve sezgileriyle çağının önünde giden insan olduğu için, gerçek sanatın anlayanı azdır. Onu anlamak için çaba gerekir.

KAYNAKÇA
Doğan, Mehmet. 100 Soruda Estetik. Gerçek Yayınevi: İstanbul: 1975.
Sena, Cemil Estetik sanat ve Güzelliğin Felsefesi. Remzi Kitabevi.lstanbl11: 1972.
Sözen, Metin; Uğur Tanyeli. sanat Kavram ve Terimler Sözlü Remzi Kitabevi İstanbul: 1986.
Timuçin, Afşar Estetik. 2. Baskı BDS Yayınları. 1993.


Sanat Çeşitleri
Pratik sanatlar (zanaat):

Aşçılık, duvarcılık, marangozluk, dokumacılık gibi günlük hayatımıza girmiş alışkanlık ve ustalık isteyen meslekler bu bölüme girer. Halk arasında bu işlere aşçılık sanatı, duvarcılık sanatı, marangozluk sanatı denilmektedir. Burada sanat deyimi, o işin bilgi ve ustalık isteyen yönüne göre kullanılır. Aslında elle ya da aletle yapılan bu tür işlere zanaat, bu işleri yapanlara da zanaatkar denir.
Tahtadan bir sandık yapmak, pratik bir sanat olan marangozluktur. Yapılan bu sandığı oyarak süslemek işi bir sanattır.

Güzel sanatlar:
Duygu ve düşüncelerimizi çizgi, boya, hacim ya da ses gibi anlatım araçlarıyla başkalarına hissettiren sanatlardır. Göze güzel görünmek, kulağa hoş sesler duyurmak, ruhta heyecan yaratmak güzel sanatların amacıdır.
Güzel sanatlar duyguların etkilemesi bakımından iki bölüme ayrılır.

İşitsel sanatlar (fonetik sanatlar):

Ses ve sözle işitme duygumuza seslenen bu sanatlar duygusaldır.

Edebiyat:

Kelimelerle yapılan bir güzel sanattır. Düz yazılar (hikaye, roman..vs.) ve şiir bu bölüme girer.

Müzik:

Sesleri melodi haline getirme sanatıdır.

Görsel sanatlar (plastik sanatlar):

Çizgi, boya ve hacim veren maddelerle göz duyumuzu algılayan bu sanatlar ise şekilcidir.

Heykel:

Doğada var olan ya da hayalde canlandırılan varlıkları çamur, tahta, taş, maden gibi maddeler kullanarak şekillendirme sanatıdır.

Mimari:

Konut, tapınak, anıt gibi yapıtları, güzellik duygusunu karşılayacak biçimde yapılandırma sanatıdır.

Resim:

Resim; çizerek, kazıyarak yapılan ve düşündüren, duygulandıran şekiller topluluğudur.

Tiyatro, bale ve opera: Sessel ve görsel sanatların karışımından oluşmuştur.

Fotoğraf, sinema:
Bunlar da görsel sanatların bir dalıdır.
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2016 23:23
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Ocak 2010       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  sanat3.jpg
Gösterim: 1627
Boyut:  27.0 KB
Sanat

Tolstoy, “İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştı” der.
İnsan, nasıl duymaya, düşünmeye başladığı andan itibaren kelimenin gerçek anlamıyla hayata girmiş olursa, insanlık da duygularını ve düşüncelerini sesler, çizgiler ve renklerle canlı ve cansız simgeler halinde şekillendirmeye başladığı andan itibaren, gerçekten tarih sahnesine çıkmış olur. Sanat; din ve felsefe gibi, insanı günlük hayatın dar kalıplarından kurtaran bir teneffüs anı gibidir. Sanatta güzeli, bilimde doğruyu arayan insan ruhu ve zekâsı, aslında kendini aramaktadır. Din, felsefe, bilim, sanat ve hatta teknik gibi alanlar, birbirine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Her sanat eseri, var olan bir şey ile, bir nesne ile ilgilidir; belli bir varlığı anlatır, ondan bir kesit ortaya koyar. Bir resim, belli bir tabiat parçasının resmidir veya bir insan görüntüsüdür. Bir tiyatro oyunu, belli olayların simgelenmesidir. Bir şiir ya da müzik parçası, ya tabiattan ya da insan ruhundan, insan duygularından bir anlatımdır. Sanatçının gördüğü, kavradığı ve gerçeklik olarak belirlediği varlığın bilgisi, sanatın öz konusunu oluşturur.
Bugün Türkçe’de, iyi yapılan her iş için «sanat» kelimesi kullanılmaktadır. Türkçe’deki «sanat» kelimesi, kapsamı bakımından, pek çok oluş ve nesnelere ilişkin durumu içine almaktadır. Bugün, hiç şüphe duymaksızın en yaygın biçimde kullandığımız «sanat» kelimesi, etimolojik bakımından Osmanlıca’ya dayanmaktadır. Osmanlıca’nın kelime kaynakları olan Arapça ve Farsça’da, sanat kavramını ifade etmek için kullanılan durumu oldukça farklıdır.
Sanat kelimesi Arapça’da amel, iş yapma anlamlarını veren «san’a» kökünden gelmektedir ve yapılan iş, alet yardımıyla, belirli bir el becerisiyle sürdürülen marangozluk, duvarcılık gibi meslek dallarını kapsamaktadır. Görüldüğü gibi bu kelime Arapça’da, insanın akıl ve zekâsını kullanarak yaptığı işleri anlatır. Bugünkü Türkçe’de kullandığımız «sanat» kelimesi, Osmanlıca’da bir değişiklik geçirmiş, yeni kazandığı anlam ve muhtevayla birlikte benimsenmiştir.
Bir an için, karmaşık yapısını, ilgili olduğu pek çok kavramı bir yana bırakıp, sanatı ” insanlar arasında anlaşmayı sağlayan bir araç ” olarak kabul edebiliriz. Bugün Türkçe’de iyi yapılan her iş için “sanat” kelimesinden yararlanıp; “askerlik sanatı”, “güzel konuşma sanatı” gibi kalıpları tekrarlar dururuz. O halde, yapılan bir iş veya hareketin, güzel, gelişmiş ve etkileyici bir biçimde görünmesi, onu bir sanat olarak tanımlamamıza sebep olmaktadır. Bu, şu demektir; insan yaptığı işi yüceltebildikçe, ona bir parıltı katabildikçe, sanat olgusuna biraz yaklaşabilmiş sayılır. Yani sanatın ayırıcı özelliklerinden biri, onun günlük, basit ve sıradan şeylerin üstünde olmasıdır. Sanatı bazen, şöyle de tarif ederler: “İnsan aklının eşya üzerindeki pırıltısı” . Bu, yüzlerce tariften yalnızca bir tanesidir.
Halk arasında “sanat” kelimesi; “insanların ihtiyaçlarından birisinin karşılanması konusunda öğretilen ve yapılan iş” anlamında kullanıldığı gibi, “ustalık, hüner, marifet” anlamında; “Bu işte sanat vardır; kolay değil o da bir sanattır.” şeklinde de kullanılmaktadır. Maddi fayda gözeten sanatlardan ayırabilmek için “GÜZEL SANAT” kavramı içinde, sanat’ı şöyle tanımlamak mümkündür: “İnsanların, tabiat karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritm gibi unsurlarla güzel ve etkili bir biçimde ve kişisel bir üslûpla ifade etme çabasından doğan ruhsal bir faaliyettir.”

Sanat Eseri :

Bilinçli olarak insan elinden veya fikrinden çıkmadır.
Belli bir sosyal kurum (sanat dünyası) adına hareket eden kişi veya kişiler tarafından, bazı kısımları hakkında fikir birliğine varılmış olunmalı, beğeni kazanmaya aday olmalıdır.


Sanatın Özellikleri :

Bu özellikler sanat hakkında bir fikir verse de, kavramı bütünüyle kapsamadığı gibi kavramı oluşturan gerekli koşullar da değildir:
  • Hem sanatçı hem izleyici için yaratıcı algılama gerektirmesi,
  • İçerdiği fikirlerin akla kolay gelir türden olmaması,
  • Birçok farklı katmanda algılanabilme özelliği olması ve değişik yorumlara açık olması,
  • Bir beceri izlenimi vermesi,
  • Kendini bilinç ve bilinçaltı arasında veya gerçek ve yanılsama arasında bir oyun olarak göstermesi,
  • İçinde işlevsel amaç dışında bir fikir barındırması,
  • Sanat olarak tecrübe edilmesi amaç edinilerek yaratılmış olması



Son düzenleyen Safi; 3 Mayıs 2016 19:36
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
8 Şubat 2010       Mesaj #8
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi
sanat
isim Arapça ¹an¤at

1 . Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık:
"Bir oyunun on beş gün sürmesi bir sanat hadisesi olduğunu gösterirdi."- T. Buğra.
2 .
Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım:
"İtiraf edelim ki dünkü halkımız henüz sanata karşı hazırlıklı olmadığı için çok büyük müşkülata maruz kalıyordu."- A. H. Çelebi.
3 .
Bir şey yapmada gösterilen ustalık:
"Konuşma sanatı."- .
4 .
Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü:
"Askerlik sanatı."- .
5 .
Zanaat.
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2016 22:54
meleimmxx - avatarı
meleimmxx
Ziyaretçi
18 Ocak 2011       Mesaj #9
meleimmxx - avatarı
Ziyaretçi
Sanat Nedir?

Türk kültüründe güzel sanatların dallarından resim, heykel ve müziği XI. yüzyıldan bu yana incelemeye başlamadan önce, sanatın tanımını ve sınıflandırılmasını yapmanın bir gereklilik olduğunu inanıyorum.

“Sanat”, bir form meydana getirebilme yetenek ve becerisidir. Sonsuz sayıda değişik ve değişen formlar üreten doğa karşısında insan, yetenek ve becerisi ile değer kazanabilmekte ve bir ölçüde de yaratıcı olabilmektedir. Doğa, sanatçıya tümüyle ya da alabildiği ölçüde kaynak olmakta, ışıkları, renkleri, sesleri, formları ve şaşmayan ritim ve ahengi ile onu etkileyebilmektedir.”
Bir başka tanıma göre ise sanat; insanın yeteneklerini, kişisel bunalımları yatıştırmak, heyecanlarını doyurmak ve başkalarına duyurmak, ruhsal özlemlerine uygun düzeyde yaşayabilmek isteğiyle kullanması ve değerlendirmesi anlamına gelir.
Sanatları geleneksel sınıflandırmaya göre altı dalda toplayabiliriz:
A. Plastik ve görsel olarak:
1. Mimarlık
2. Heykeltıraşlık
3. Resim
B. Ritmik, fonetik olarak:
4.Dans
5. Müzik
6. Şiir
1895 yılında sanat dalları arasına giren sinema, 7. sanat dalı niteliğiyle yer almıştır. Bu grupta toplanan sanatlara “Güzel Sanatlar” denilmektedir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Candy_Girl - avatarı
Candy_Girl
Ziyaretçi
26 Şubat 2012       Mesaj #10
Candy_Girl - avatarı
Ziyaretçi
Güzellik duygusu (fikri ve dışavurumu) her medeniyet ve kültürde farklıdır. Öz, içerik, şekil, genel yöneliş ve tavır, yaklaşım tarzı, diğerlerinden yararlanma fakat ilhamını kendinden alma, kendine özgü algılama ve aktarma bakımlarından her medeniyet farklı bir güzellik ideası ortaya koyar. Aslında mantığın doğruluk (gerçeklik), ahlakın iyilik, sanatın güzellik kavramları üçlü bir sacayağı teşkil ederler, yani bir bütündür ve birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Doğrulukta bir güzellik ve iyilik yönelişi de bulunmaktadır. İyilik, güzellik ve doğruluğun ana baba bir öz kardeşidir. Güzellik, iyilik ve doğruluktan ayrılırsa çirkinliğe dönüşür. Kesiştikleri bölgelerin büyük genişliğine rağmen, sadece kendilerine ait alanları da vardır, ama bu durum bizim bunları birbirinden tamamen bağımsız kabul etmemizi gerektirmez. Nitekim yazının ileri satırlarında güzelliğin, doğruluğun ve iyilikle ilişkisinden de bir nebze daha söz edeceğiz.

Güzellik duygusu tabirini kullandık. Çünkü güzellik fıtrattandır ve tabii ki Allah (c.c.) vergisidir. “Yaratanımız güzeldir ve güzeli sever.” Kâinatı ve insanları da en güzel bir surette yaratmış ve onların içine de güzellik duygusunu koymuştur. Birden bire gördüğümüz bir kır çiçeğini hatta bir dikenini neden hemen beğeniriz, güzel bulur ve hayran oluruz? Bu, fıtratımızdaki güzellik duygusunun sevkiyledir; Allah’ın güzel yarattığı bir şeyi, içimizdeki güzellik hissiyle algılayıp beğenme olayıdır. Güzellik fikri dedik, çünkü güzeli bilmek, algılamak, değerlendirmek; aynı zamanda öğrenilebilir bir şeydir, tefekkür ve akletmenin bir eylemidir.

Dışavurum, Farklılık ve Sanat
Güzellik duygusu ve fikrinin dışavurumu ise beğenme, hayran olma ve üretme olarak karşımıza çıkmaktadır ve bunlar birbiriyle ilişki içindedir. Güzelliği üretme, güzelliği beğenip hayran olmakla beraberdir. Kendinden güzel olan ile güzel olsun diye üretilen arasında sıkı bir ilişki vardır. Güzelliğin, genel olarak, dışavurumuna sanat diyoruz. Sanat, somutla soyutun, fizikle metafiziğin, insanla doğanın, fikir ile duygunun güzellik için buluştuğu amaç ve ortamdır.
Uygarlıkların, güzellik kavramı ile ilgili olarak, birbirlerinden ayrıldığı en temel nokta, varlıklara ve nesnelere anlam yüklemede ortaya çıkmaktadır. Mesela gül, bizim için diğer medeniyetlerden daha anlamlı bir biçimde güzeldir. Gül güzeldir ve herkes için böyledir ama bizde, Hz. Peygambere (s.a.v.) sembol olmuştur, gül koklarken biz ona salâvat getiririz. Şiirimiz ve edebiyatımız gülle donanmıştır. Yani gül gibi bir güzeli, uygarlığımız bir kat daha güzelleştirmiştir. Bir örnek daha verelim: Ay, her yerde güzeldir ama biz ona bambaşka bir anlam ve düşüncelerle bakarız. Hz. Peygamberin (s.a.v.) mucizelerin en büyüklerinden biri ayı bölmesi değil midir? Hilal, İslam’ın da sembolü değil midir? Takvimimiz, ay takvimidir; orucumuzu ayla tutar, diğer ibadetlerimizde onu esas alırız.
İnsanlığın temel disiplinleri aynıdır. Bunlar değişik uygarlıklarda birbirinden ayrı kılan, yaklaşım tarzları ve değerlendiriş biçimlerinin farklı oluşudur; Dışavurumlarında ki ayrılık da bundandır. Farklı anlamlar yüklenen nesne ve varlıkların ifadesi ve yeniden üretimi elbette farklı olacaktır.

Bilim ve Sanat
Müslümanlar, sanata sadece güzellik ideasının gerçekleştirilmesi olarak bakmamışlardır. Aynı zamanda bir terbiye biçimi yani ruhu inceltme ve yüceltme, nefsi eğitme yolu olarak da kabul etmişlerdir. İnsanlara hizmet etme, topluma olan borcunu ödeme ve tabii ki sevap kazanmanın bir usulünü de sanatta bulmuşlardır.
Sanatın veya güzelliğin faydalı olup olmaması tartışmak gereksizdir. Lakin sanat da bir üretme biçimidir, dolayısıyla faydaya yöneliktir. Medeniyetleri, devletleri, toplumları ve bireyleri kalıcı yapan olgulardan birisi bilim ve diğeri sanattır. Bu iki alan, birçok bakımdan ortaktır ve kaçınılmaz olarak birbiriyle irtibat içindedir. Bilimsiz sanat kötürümdür, sanattan uzak ilim ise susuz ve katkısız ekmek gibidir. İşin içine bilgi kavramı girince gerçeklik (doğruluk) ideası da karşımıza çıkar. Ortaya konan her insani eylemin doğru ve gerçek olması beklenir. Diğer yandan, ahlaktan yani iyilik fikrinden soyutlanmış sanat da makbul değildir. Sanatın din ile irtibatının gerekliliği de buradadır. Çirkinlik, kötülük ve yanlışlıktan arınmayı kim istemez ki…
Sanat yüceltilmeye layıktır. Çünkü Yaratana götüren yolların en önemlilerindendir. Rabbimiz, gerçek sanatkârdır; sanatı da bize rahmetinden ihsan etmiştir, kendini idrak edelim diye, evreni ve insanı nasıl yarattığını tefekkür ederek… Bir işi yapmaya çalışan, o işi en iyi yapanı daha iyi anlar ve ona hayran olur.

Uyum ve Denge
Sanatta uyum ve denge çok önemlidir; İslam sanatlarında da bu iki olgu altın oranında vardır. Keskinlik ve yumuşaklık, düzlük ve yuvarlaklık, yatay ve dikeylerin kıvamında kullanılması, renkler ve tonları arasındaki ahenk; ruh ile beden, akıl ile duygu, anlam ile söz arasındaki uyum, medeniyetimizin ve sanatımızın ana ilkeleridir. Batıdaki gibi ya hep sert ya hep yumuşak, ya hep aynı ton veya her milimetrekarede ayrı renkler, ya tamamen boşluk ya da tamamen doluluk yoktur. Müslüman sanatkârlar her yerde ve alanda tabiattaki dinginliği yansıtmasını bilmişlerdir.
Şiirimiz, müziğimiz, mimarimiz, hat ve tezhip sanatlarımız, çiniciliğimiz, ahşap ve demirle ilgili sanatlarımız vb. bütün dünyanın da takdirini kazanmıştır aslında. Meşhur ressam Picasso’ya “İşte sanatın ulaşmak istediği son nokta bu!” dedirten, hat sanatımızın harikuladeliği değil midir? Matematiğin en derin konuları bile Mimar Sinan’ımızın Selimiye’sindeki üç ayrı merdivenle çıkılan minaresinde aciz kalmıyor mu? Kitaplarımızdan fermanlarımıza, çinilerimizden mezar taşlarımıza kadar her sanatımız Batıya niçin kaçırılıyor? Turistler neden Süleymaniye’ye İshak Paşa Sarayına İsabey Camii’ne akın akın geliyorlar.

* * *

Neden Süleymaniye’yi seyrederken, o muhteşem mimarinin duvarlardan ve taşlardan ötedeki güzelliği karşısında neredeyse yok olup başkalaşıyor muşuz duygusuna kapılıyoruz? Neden Sultanahmed Camii’ni bin defa da olsa seyretmekten bıkmıyoruz? Neden, Selimiye’yi sadece kartpostallardan görmüş bile olsak hayranlıktan kendimizi alamıyoruz?
Güzellik duygusu, düşüncesi ve dışavurumu, İslam uygarlığının en ağırlıklı konularındandır ve bugün maalesef en fazla ihmal ettiğimiz konulardandır. Güzelliğe ve sanata değer verilmediği gibi üretilen yeni işlerin güzel ve bize ait olmasına dikkat edilmiyor.
İslam Medeniyeti yeni bir atılım çağının eşiğinde olabilir. Güzellik ve sanat ise bir uygarlığın en çok sınandığı alanlardandır. Bu yüzden gelin, hep beraber, güzelliği ve sanatı yeniden uyandıralım. Tarih ve birikimlerimizden alabildiğine yararlanarak yepyeni bir sanat ve yepyeni bir güzel oluşturalım. Sabırla, sevgiyle, dikkat ve hassasiyetle sanatlarımıza sahip çıkıp yeni bir ruh ve heyecan, aşk ve şevkle, yeni bir içerik ve üslupla bütün dünyaya güzelliğin ne olduğunu yeniden gösterelim.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.

Benzer Konular

10 Kasım 2012 / Misafir Sanat
26 Aralık 2012 / Misafir Sanat
9 Mayıs 2012 / ThinkerBeLL Sanat
15 Eylül 2007 / Misafir Sanat
28 Ekim 2009 / ThinkerBeLL Sanat