Arama

Adolf Hitler

Güncelleme: 20 Şubat 2017 Gösterim: 80.694 Cevap: 12
PiSiK0PATR - avatarı
PiSiK0PATR
Ziyaretçi
4 Ekim 2006       Mesaj #1
PiSiK0PATR - avatarı
Ziyaretçi

Adolf Hitler

Ad:  Adolf Hitler1.jpg
Gösterim: 4288
Boyut:  129.5 KB

(d. 20 Nisan 1889, Braunauam Inn, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu - ö. 30 Nisan 1945, Berlin, Almanya)
Sponsorlu Bağlantılar
Alman siyaset adamı. Nazi Partisi’ne önderlik etmiş, 1933-45 arasında ülkeyi diktatörlükle yönetmiştir.

Gençliği


Gümrük memuru Alois Hitler’in oğluydu. Çocukluğunun büyük bölümü Yukarı Avusturya’nın yönetim merkezi olan geçti. Başarısız ve tembel bir öğrenciydi. 1905’te ortaöğrenimini tamamlayamadan okuldan ayrıldı. Sonraki iki yılını, Linz’de çalışmadan geçirdi. 1903’te ölen babasından 5 yıl sonra annesi de ölünce, Viyana’ya giderek bir süre orada yaşadı. Çocukluğundan beri duyduğu sanatçı olma isteğiyle, iki kez Güzel Sanatlar Akademisi’nin sınavlarına girdiyse de başarılı olamadı. Ardından, geçimini sağlamak için posta kartları ve reklam afişleri çizmeye başladı. İnsanlarla zor ilişki kurma, Alman olmayanlara, özellikle Yahudilere karşı hoşgörüsüz davranma ve onlardan nefret etme, düş dünyasına sığınma gibi sonraki yıllarda yaşamını belirleyecek kişisel özellikleri de çevreden kopuk ve yalnız bir yaşam sürdüğü bu yıllarda ortaya çıktı.

1913’te Münih’e giden Hitler, ertesi yıl askerlik için Avusturya’ya geri çağrıldıysa da, uygun bulunmadığından orduya alınmadı. Düş kırıklığıyla geçen amaçsız yıllardan sonra I. Dünya Savaşı’nı coşkuyla karşıladı ve gönüllü olarak 16. Bavyera Piyade Alayı’ na katıldı. Savaş boyunca ön saflarda çarpıştı, yaralandı ve gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle Demir Haç Nişanı aldı.

Siyasete atılışı


Ateşkes imzalandığı sırada hastanede olan Hitler, ülkesinin yenilgisi karşısında büyük bir düş kırıklığına uğradı. Savaştan sonra, orduya bağlı olarak siyasi etkinlikleri izleyip rapor etmekle görevlendirildi. Eylül 1919’da yeni kurulmuş olan Alman İşçi Partisi’ne girdi. Ertesi yıl partinin propaganda sorumlusu oldu ve bütün zamanını partiye ayırabilmek için ordudaki görevinden ayrıldı. Aynı yıl partinin adı Nasyonal Sosyalist Alman işçi Partisi (Nazi Partisi) olarak değiştirildi.

Bu yıllarda Weimar Cumhuriyeti kurulmuş, savaş yenilgisi, olumsuz barış koşulları ve ekonomik sorunların yarattığı hoşnutsuzluğun etkisiyle Nazi Partisi’nin gelişmesine uygun bir ortam doğmuştu. Partinin ilk üyelerinden Emst Röhm’ün örgütlediği SA’ lar (Sturmabteilung) hareketin güçlü olduğu izlenimini uyandırmak için şiddet kullanıyor, sosyalistlerle komünistlerin toplantılarını basıyorlardı. Bu arada Hitler’in propaganda yöntemleri ve saldırgan tutumu parti içinde tartışmalara yol açmaya başlamıştı. Ama partinin güçlenmesinin Hitler’e bağlı olduğunu gören parti yönetimi, onu Temmuz 1921’de sınırsız yetkiyle parti başkanlığına getirdi. Hitler göreve başladıktan hemen sonra, kendi önderliğinde güçlü bir kitle hareketi yaratabilmek için partinin yayın organı Völkischer Beobachter'de (Halkın Gözlemcisi) makaleler yazarak ve mitingler düzenleyerek yoğun bir propaganda etkinliğine girişti. Öte yandan, sonraki yıllarda ülke yönetiminde önemli görevler üstlenecek olan Alfred Rosenberg, Rudolf Hess, Hermann Göring ve Julius Streicher gibi Nazi önderlerini çevresinde toplayarak parti içinde güçlü bir kadro oluşturdu.

Hitler, Nazi Partisi’nin giderek güçlendiği bu dönemde, Weimar Cumhuriyeti’ne duyulan hoşnutsuzluktan yararlanarak yönetimi ele geçirebileceğini düşünüyordu. Bu konuda I. Dünya Savaşı’nın ünlü komutanlarından General Erich Ludendorff’un desteğini aldıktan sonra, Kasım 1923’te Münih’teki bir birahanede düzenlenen toplantıda yandaşlarına darbe planını açıkladı. Ama, Birahane Darbesi olarak bilinen tasarısını gerçekleştirmek için ertesi gün başlattığı yürüyüş polis tarafından dağıtıldı ve Hitler arkadaşlarıyla birlikte tutuklandı.Beş yıla mahkûm olmasına karşın yalnızca dokuz ay hapis yatan Hitler, Landsberg Cezaevi’nde oldukça rahat koşullarda geçen hapislik döneminde Mein Kampf (1925-27; Kavgam, 1940,1978) adlı iki ciltlik kitabının birinci cildini yazdı. Kitap, Hitler’in kendi görüşlerini ortaya koyduğu bir yapıt olmaktan çok, sağcı düşünür ve yazarların görüşlerinin özetlendiği bir derleme niteliğindeydi. Birinci cildi “Die Abrechnung” (Ödeşme), ikinci cildiyse “National-sozialistische Bewegung” (Nasyonal Sosyalist Hareket) başlığını taşıyordu. Hitler bu kitapta ırklar ve bireyler arasındaki eşitsizliğin doğal düzenin değişmez özelliği olduğunu vurguluyor, insanlığın öncüsü olarak nitelendirdiği “Âri ırkı” yüceltiyordu. Ona göre insanlığın temel birimi “halk”, en büyük halk ise “Alman halkı”ydı. Almanlar kendilerine “yaşam alanı” (Lebensraum) bulmak için doğuda Slavların topraklarına doğru yayılmak zorundaydılar. Devletin varlık nedeni halka hizmetti, ama Weimar Cumhuriyeti bu görevi yerine getirememiş, halka ihanet etmişti.

Demokratik yönetimlerin en büyük yanlışı da bireylerin eşit olduğu ve halkın kendi çıkarlarını koruyabileceği varsayımınıda yanmasıydı. Mutlak yetkeye sahip olan Fuhrer halkın birliğini sağlayabilecek tek güçtü. Führer'den sonra, Hitler’in genellikle hareket diye adlandırdığı Nazi Partisi geliyordu. Nasyonal Sosyalizmin en büyük düşmanı çökmekte olan liberal demokrasi değil, enternasyonalizmi savunan Marksizmdi. Marksizmden sonraki en büyük tehlike ise Yahudilikti.

Hitler’in serbest bırakıldıktan sonraki ilk işi bölünmeler nedeniyle eski gücünü yitirmeye başlayan partiyi yeniden örgütlemek oldu. 1929’da Almanya’nın savaş tazminatlarını çözüme bağlayan Young Planı’na karşı Alman Ulusal Halk Partisi’nin önderi Alfred Hugenberg’le ittifak kurdu. Bu ittifak, Hitler’in Hugenberg’in parti örgütü ve denetlediği basın organları aracılığıyla adını bütün ülkeye duyurmasını sağladı. Hitler bu dönemde, bir yandan güçlü bir sağcı hükümetin kurulmasını isteyen sanayi çevrelerinin mali desteğiyle partisini güçlendirirken, öbür yandan da yürüttüğü propaganda çalışmalarının yardımıyla dar gelirli ve işsiz kitleleri kendine bağlamayı başardı. Hükümetin iç ve dış politikadaki başarısızlıkları ve Hitler’in yürüttüğü propaganda etkinliklerinin sonucunda Nazi Partisi 1930 seçimlerinde toplam 6 milyon oy alarak ülkenin ikinci partisi durumuna geldi.

Bu yıllarda geçimini parti kaynaklarından ve yazılarından aldığı paralarla sağlayan Hitler, üvey kız kardeşi Angele Raubal’ın kızı Geli’yle duygusal ilişki içindeydi. Geli, Hitler’in baskılarına ve kıskançlıklarına dayanamayarak Eylül 1931’de intihar etti. Hitler sonraki yıllarda Eva Braun adlı Münihli bir tezgâhtar kızla yaşamaya başladı.

İktidara gelişi ve diktatörlük yılları (1933- 39). Hitler, 1932’de cumhurbaşkanlığı seçimlerine katıldıysa da Paul von Hindenburg karşısında seçilmeyi başaramadı. Aynı yılın kasım ayında yapılan seçimlerde de partisi oy kaybına uğradı. Bu yenilgilere karşın başbakanlık umudunu yitirmeyen ve iktidara gelebilmek için her durumdan yararlanmakta kararlı olan Hitler, bu yolda yoğun bir propagandaya girişti. Hindenburg sonunda sanayi çevrelerinin de baskısıyla, ülkedeki siyasal bunalımı çözmek için Hitler’i şansölyeliğe getirmek zorunda kaldı (Ocak 1933).

Hitler’in iktidara geldikten sonraki ilk işi Reichstag'da (Parlamento) çoğunluğu elde etmek için, cumhurbaşkanını yeni bir seçimin gerekliliğine ikna etmek oldu. Seçim kararının hemen ardından çıkan Reichstag yangınının (27 Şubat 1933) sorumluluğunu komünistlere yükleyen hükümet, bu olayı gerekçe göstererek kişisel özgürlükleri kısıtladı ve geniş çapta tutuklamalara girişti. Bu koşullar altında yapılan seçimlerde (5 Mart 1933) Nazi Partisi oyların yüzde 44’ünü aldıysa da salt çoğunluğu sağlayamadı. Ama Hitler, Merkez Partisi ve Alman Ulusal Halk Partisi’yle kurduğu ittifak aracılığıyla, hükümeti olağanüstü yetkilerle donatan yasanın (Ermachtigungsgesetz) Reichstag'dan geçmesini sağlayarak, özlediği diktatörlük yönetiminin yasal temellerini hazırladı.

Bu arada ordunun ileri gelenleri SA’lann etkinliklerinden huzursuz olmaya başlamışlardı. Ülkeyi tek elden yönetebilmek için ordunun desteğini almak zorunda olduğunu gören Hitler, 29 Haziran 1934’te S A birliklerinin kurucusu Ernst Rohm ve yardımcısı Edmund Heines’i, ayrıca Gregor Strasser ve Kurt von Schleicher gibi siyasi muhaliflerinin birçoğunu tutuklatarak yargılanmadan öldürttü. Böylece ordunun isteği yerine getirilmiş oldu; komutanlar da Hindenburg’ un ölümünden (2 Ağustos 1934) sonra Hitler’in şansölyelık ve cumhurbaşkanlığı görevlerini birleştirmesine karşı çıkmadılar. Bu tarihten sonra Führer und Reichkanzler (Almancada “Önder ve Şansölye”) unvanını kullanan Hitler, 19 Ağustos’ta yapılan plebisitte oyların yüzde 90’ını alarak yeni görevine başladı.

1933-45 arasında Almanya’da totaliter bir polis devleti kuruldu. Hitler, Kutsal-Roma Germen împaratorluğu’nun ve Bismarck’ın Alman İmparatorluğumun vârisi olarak gördüğü bu devleti Üçüncü Reich olarak adlandırıyordu. Devletin başlıca denetim araçları Heinrich Himmler’in yönetiminde birleştirilmiş olan polis, istihbarat ve SS (Schutz- staffel) örgütleriydi. Bu dönemde basınla birlikte bütün eğitim ve sanat kurumlan parti denetimine alındı ve gençlerin Nazi ideolojisi doğrultusunda eğitilmesi için Hitler Gençliği adlı bir örgüt kuruldu. Önce Katolik Kilisesi, ardından da Hitler Gençliği’nin etkinliklerine karşı çıkan Protestan Kilisesi baskı altına alındı. Nisan 1933’te Yahudiler kamu görevlerinden ve üniversitelerden atılırken, serbest meslek alanlanna girmeleri de engellendi. 1935’te çıkarılan Nürnberg Yasaları ile Alman kanı taşıyanlarla evlenmeleri yasaklanan Yahudiler hemen bütün yurttaşlık haklarını yitirdiler. Bu baskılar, SS’lerin yönettiği Yahudi kıyımıyla (9-10 Kasım 1938) doruğuna ulaştı. Yahudilerin mal varlıklarına el kondu ve büyük bölümü gettolarda yaşamak zorunda bırakıldı.

Hitler’in asıl amacı, Kavgam'da da belirttiği gibi, Almanlâra “yaşam alanı” sağlayabilmek için doğuya doğru yayılmaktı. Bu amacı gerçekleştirebilmesi için öncelikle I. Dünya Savaşı’nm sonunda imzalanan Versailles Antlaşmasıyla Almanya’nın silahlanma etkinliklerine getirilmiş olan kısıtlamaların kaldırılması gerekiyordu. Hitler ilk önce Almanya’yı, yayılmacı görüşlerine ters düşen Milletler Cemiyeti’nden ve Silahsızlanma Konferansından çekti (Ekim 1933). Ertesi yıl Almanya’yla Polonya arasında bir saldırmazlık paktı imzalandı. Ocak 1935’te yapılan bir plebisitle Saarland bölgesi Almanya’ya geri verildi. Hitler, aynı yılın mart ayında yeni bir ordu kurmak için hazırlıklara girişti. Batılı ülkeler Versailles Antlaşmasının açıkça ihlali anlamina gelen bu olayı protesto etmekle yetindiler. Bu durumdan cesaretlenen Hitler, Mart 1936’da silahtan arındırılmış Ren bölgesini işgal etti. Ardından, Etiyopya’yı işgali nedeniyle Fransa ve İngiltere’yle arası açılmış olan İtalya’yla ittifak kurdu.

Artık sıra yıllardan beri Almanya’yla birleştirmek istediği Avusturya ve Çekoslovakya’nın ilhakına gelmişti. 1937’de Hitler bu isteğine karşı çıkan Hjalmar Schacht, Wer- ner von Blomberg ve Werner von Fritsch gibi önde gelen komutan ve devlet adamlarını görevden aldı. Şubat 1938’de Avusturya şansölyesi Kurt von Schuschnigg’le Ber- chtesgaden’de bir araya gelerek ona Almanya’yla Avusturya’nın birleşmesi plamm kabul ettirmeye çalıştı. Schuschnigg, Hitler’in baskılarına boyun eğmeyerek, birleşme konusunda plebisit yapmaya karar verince de bu ülkeyi işgal etti. Ardından ikinci hedefi olan Çekoslovakya’ya yöneldi. Fransa ve İngiltere Eylül 1938’de toplanan Münih Konferansında Almanya’nın yayılmacı politikasına son vermesi koşuluyla Südet bölgesinin bu ülkeye bırakılmasını kabul ettiler. Ama Hitler Slovaklarla Çekler arasındaki çekişmeyi gerekçe göstererek 16 Mart 1939’da Çekoslovakya’nın geri kalan bölümünü işgal etti. Ardından, Almanya’nın konumunu güvence altına almak için SSCB’yle saldırmazlık paktı imzaladı (24 Ağustos 1939). Alman birlikleri 1 Eylül’de Polonya’ya girince, İngiltere ve Fransa Almanya’ya savaş açtılar. Böylece, II. Dünya Savaşı başlamış oldu.

II. Dünya Savaşı


Savaş sırasında Alman ordularının izleyeceği ana stratejiyi Hitler belirledi. Almanlar savaşın başlarında büyük başarılar elde ettiler. Alman birlikleri Nisan 1940’ta Norveç ve Danimarka’ya girdi. Ardından, Hollanda, Belçika ve Fransa işgal edildi. Çok geçmeden Hollanda ve Belçika teslim oldu. İngilizler Dunkerque’i boşaltmak, Fransızlar da ateşkes istemek zorunda kaldılar. Hitler, Fransa’nın yenilgisinden sonra İngiltere’nin işgali için bir plan hazırlanmasını emretti. Ama hava saldırılarının başarısızlığı karşısında bu plan bir süre için ertelendi ve 1940 yazında SSCB’nin işgali için hazırlıklar başladı. Bu arada, Almanya’nın başarılarından yüreklenen Mussolini, İtalya’yı Almanya’nın safında savaşa soktu (10 Haziran 1940).

Alman birlikleri Haziran 1941’de Sovyet topraklarına girdi. Şiddetli kış koşulları ve Sovyet askerlerinin güçlü direnişi nedeniyle başarıya ulaşamayan bu saldırı, Hitler’in komutanlarıyla anlaşmazlığa düşmesine yol açtı. Japonların düzenlediği Pearl Harbour Baskım’ndan (Aralık 1941) sonra ABD de savaşa girdi. Bu savaşı başlatırken ABD’nin gücünü hesaba katmamış olan Hitler, 1942 yılı boyunca çeşitli stratejik hatalar yaptı. Aynı yılın sonlarındaki Stalingrad ve el-Alameyn yenilgileri savaşın dönüm noktası oldu Savaş sırasında SS önderi Heinrich Himmler’e işgal edilen bölgelerde “yeni düzen” kurma görevi verilmiş ve “Yahudi sorunu”nu ortadan kaldırmak için kurulan toplama kamplarında milyonlarca Yahudi öldürülmüştü. Alman komutanlar Stalingrad ve el-Alameyn bozgunlarından sonra yenilginin kaçınılmaz olduğunu düşünmeye başlamışlardı. Ama karargahını Doğu Prusya’ya taşımış olan Hitler bu görüşe katılmıyor ve zafer düşleri kurmayı sürdürüyordu. 1943’te İngilizler Kuzey İtalya’yı geri aldılar. Aynı yıl Mussolini devrildi ve Müttefikler İtalya’yı işgal ettiler.

Hitler’in politikasının ülkeyi felakete götürdüğünü gören bazı çevreler, 1943-44 yıllarında çeşitli suikast planları hazırladılar. Bunların en önemlisi Albay Claus von Stauffenberg’in Hitler’in karargâhına düzenlediği bombalı saldırıydı (20 Temmuz 1944). Saldırıdan küçük bir yarayla kurtulan Hitler’in sağlığı bu olaydan sçnra bozuldu. 1945 başlarında Fransızlar ve İngilizler batıdan, Sovyetler de doğudan Alman topraklarına girmeye başladılar. Hitler ise artık sonunun geldiğini anlamakla birlikte Berlin’ den ayrılmayı reddediyordu. 28-29 Nisan gecesi Eva Braun’la evlendi. Ardından cumhurbaşkanlığına Kari Dönitz’in, şansölyeliğe ise Joseph Goebbels’in getirilmesini öngören vasiyetini yazdırdı. 30 Nisan’da çevresindeki Nazi önderleriyle vedalaştıktan sonra Eva Braun’la birlikte intihar etti. Cesetleri, Hitler’in vasiyeti uyarınca Naziler tarafından yakıldı.

Hitler’in konuşmalarını kapsayan Die Reden des Führers nach der Machtübernahme (1939; Hitler’in İktidara Geldikten Sonraki Konuşmaları) ile Hitler: Reden und Proklamationen (1962, der. Max Domanis; Hitler: Konuşmalar ve Duyurular) adlı kitapların bazı bölümleri Türkçede çeşitli adlarla yayımlanmıştır.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:38
Biyografi Konusu: Adolf Hitler nereli hayatı kimdir.
MaTTo - avatarı
MaTTo
Ziyaretçi
12 Şubat 2007       Mesaj #2
MaTTo - avatarı
Ziyaretçi

Siyasi Kariyeri

Ad:  Adolf Hitler2.jpg
Gösterim: 2783
Boyut:  96.2 KB

1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde (Birahane Darbesi) bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Bu kitap, partinin bundan sonraki faaliyetlerine yön verdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.
Sponsorlu Bağlantılar

1932 yılında yapılan üçüncü genel seçim, 31 Temmuz tarihlidir. Seçim sonuçlarından yine parlamentoda çoğunluğu sağlayabilen bir parti çıkmamıştır. Toplam oyların yüzde 37’sini alan Nazi partisi, parlamentoda çoğunluğu sağlayamamakla birlikte en çok sandalye sayısına sahip partiydi.

1933 yılının Ocak ayında, Komünistlerin bir genel grevle tüm ekonomiyi işlemez hale getirerek bir “devrimci durum” yaratacakları ya da ülkede içsavaş çıkacağı konusundaki endişeler o derece derinleşmişti ki, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Ancak Katolik Merkez Parti’yle bir anlaşma sağlanamadı. Milliyetçi Parti’nin de desteğini alan Hitler, ülkeyi yeniden bir genel seçime götürmüştür.

Hükümette olmak dolayısıyla devletin tüm olanaklarını kullanan bir seçim kampanyası yürütülmüştür. Öte yandan Hitler, hiçbir şekilde ulusalcı bir sosyalist olmadığını, gerçekte ne olduğunu çok net bir şekilde, gereken yerlere anlatabilmişti. Bu seçim kampanyası sırasında endüstri ve finans-sigorta devlerinden büyük miktarda mali destek sağladılar.

27 Şubat 1933 akşamı Reichstag’ta bir yangın çıkmıştır. Büyük ihtimalle Nazi partisi tarafından yapılmıştır. Soruşturma kısa sürede polisi Marinus van der Lubbe adından yarı-deli bir komüniste götürdü. Yangını çıkaranın kendisi olduğunu itiraf etti.

Ertesi gün, Hitler Hindenburg’a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı. İzleyen günlerde Nazi partisi ve Milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durduruldu.

5 Mart 1933 günü yapılan seçimlerde Nazi partisinin oyları yüzde 44 düzeyine çıkmıştır. Milliyetçi partilerin oyları düşmüş olmakla birlikte parlamentoda çoğunluk sağlanabiliyordu. Seçimlerin hemen ertesinde parlamentodan bir “yetki kanunu” çıkartıldı. Bu kanun, Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrediyor, ve çalışmalarına bu süre için ara veriyordu.

Ancak böyle bir kanun için parlamentoda üçte iki çoğunluk kararı gerekmektedir. Bu çoğunluk kararının nasıl sağlandığı Nürnberg Mahkemeleri tutanaklarına da geçmiştir. Oylamanın yapılacağı gün parlamento SA tarafından kuşatılmış, bazı Sosyal Demokrat parlamenterler içeri alınmamıştır. Zaten 81 komünis parlamenter de seçimlerden önce göz altına alınmıştı.

23 Mart 1933 günkü parlamento oturumunda “Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adındaki yetki tasarısı kabul edilmiştir. Bu kararnameyle yürütme ve yasama erklerini eline almıştır. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Büyük bir propaganda faaliyeti yürüterek ve olağanüstü hitabet ve ikna kabiliyetini kullanarak bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi. Kendisini, Almanların yanılmaz büyük lideri ilan etti ve halkı da buna inandırdı. Bundan sonra Alman halkı ölümüne kadar Hitler'in peşinden körü körüne gitmiştir.

Halka, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtaracağına söz verdi ve bu yolda çalışmalarına başladı. Almanya'da aşırı artış gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi.

Ülkedeki bütün aksaklıkların nedeni olarak Yahudileri ve çingeneler gibi bazı azınlıkları gösteriyor, Alman ırkının üstün ırk olduğunu söylüyordu. Bütün bir Alman halkını da bunlara inandırmayı başardı ve tarihin en büyük soykırım faaliyetine girişti. Bütün Yahudileri toplama kamplarında topladı. Çalışabilecek durumda olanlar ayrıldıktan sonra diğerleri gaz odalarında öldürülüp, fırınlarda yakıldılar. (Bu faaliyetler sadece Almanya'da değil, daha sonra işgal edilen bütün ülkelerde de gerçekleştirildi. Bu şekilde tüm Avrupa'da yaklaşık olarak 5.5 milyon Yahudi ve yarım milyon çingene öldürüldü.) Alman ırkını iyileştirmek adına, binlerce zihinsel engelli insan da hastanelerde, verilen gizli emirlerle öldürülmüştür.

Hitler, tüm Almanca konuşan insanları bir çatı altında toplamak istiyordu (Avusturya ile Almanya sınırında bulunan bir kasabada doğması bunun nedenlerinden biri olarak gösterilir). Bu amaçla önce Avusturya'yı, daha sonra Çekoslavakya ve Polonya'yı Sovyetlerle beraber işgal etti. Bu işgaller, İkinci Dünya Savaşı'nı başlatan kıvılcım oldu. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı(ne kadar Polonya'yı paylaşsalarda aralarındaki savaşın kaçınılmaz olduğunu iki tarafta biliyordu. İkisininde istekleri çakışıyordu) karşısına aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu daha sonradan Amerika Birleşik Devletleri'nin de savaşa dahil olması yenilgiyi hazırladı.

Bir süre, neredeyse bütün Avrupa'yı elinde tutması bunuda 1.Dünya Savaşı'ndan yenilgi ve büyük tazminatlarla ayrılmış, 1929 Büyük Buhramı'yla tamamen sıfırlanmış bir devleti beş yıl içerisinde bir süper güce çevirip bütün dünya'ya kafa tutması, savaş planlarını generallerine bırakmadan kendisinin yapması, kendi savunduğu ve haklı olduğu fikirler nedeniyle Yahudileri öldürmesi onun bir askeri, ekonomik ve siyasi bir deha olduğu gerçeğini ortaya koyar. Yıllarca batı toplumu onlarda açtığı yara nedeniyle Hitler'in iyi yönlerini saklayıp sadece Yahudileri öldüren bir manyak olarak göstermiştir. Onun Almanya'sının 5 yılda ulaştığı sınırlara daha önce Avrupa'da bir Roma İmparatorluğu yüzyıllarda ulaşmıştır. Birde Napolyon Bonaparte(Hitler'le bir çok ortak yönü vardır ve ne kadar Hitler öyle bir şey söylemesede Napolyon'dan etkilendiği öne sürülür) 20 yılda ulaşmıştır ama onun da yıllarca kazandığı savaşlar, kazandığı topraklar unutulup kaybettiği tek savaş yüzünden tahttan indirilmiş, kin ve nefretle küçük bir adaya sürgüne yollanmıştır. Fransa'da heykelinin dikilmesi, bütün Dünya tarafından imrenilcek bir lider haline gelmesi yüz yıllar almıştır. Belki şimdi adı anılmayan Adolf Hitler yüzyıl sonra Almanya'da heykeli dikilecektir ama şu anda tüm dünya tarafından ABD'nın Japonya'ya atom bombalaları attığı bir dönemde Yahudileri öldürdüğü için nefret edilmektedir.

Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 29 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir. Tüm bu 'resmi' hikayeye rağmen Hitler'in sonuyla ilgili çeşitli iddialar 'komplo teorileri' seviyesinde de olsa hala tartışılmaktadır.

Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu seçimlerinde yüzde 18 oy ile Hitler’i, Katolik Merkez Parti’yle bir koalisyon kurarak istikrarlı bir hükümet kuracağı umuduyla başbakan atamıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:40 Sebep: başlık ve sayfa düzeni foruma uygun resim eki
MaTTo - avatarı
MaTTo
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #3
MaTTo - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  Adolf_Hitler.JPG
Gösterim: 2908
Boyut:  37.3 KB

Hitler ABD'ye savaş ilan ediyor


1941, Almanya

1941 Aralık ayının ilk haftasıydı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıların belki de ülkelerine en sadık haftasıydı. Birçok Amerikalı Pearl Harbor olayına orduya yazılarak yanıt vermişti. Sonra da Japonya'ya savaş ilan edildi. Ancak Almanya ile ilgili bir karar çıkmadı. İşte bu yüzden Alman Führeri Adolf Hitler bazı yanlış kararlar aldı.

Ne oldu da Almanya Amerikalıları karşısına aldı? Almanya hızla Avrupa'da ilerlemiş ve Önce Polonya, sonra Norveç, Danimarka, Fransa, Yunanistan, Balkan ülkeleri derken, Batı Rusya da ele geçmek üzereydi. Bu noktada iki pürüz çıktı. Biri başarısız İngiltere saldırısı, öteki de Almanların Kuzey Afrika'daki küçük gücü Rommel'in İskenderiye'den gelen İngiliz kuvvetleri tarafından sıkıştırılmasıydı.

Rusya'daki saldırı ilerliyordu. Sovyetlerin kalbi olan Ukrayna düşmüştü. Leningrad kuşatılmış ve insanlar açlıktan ölmek üzereydi, Alman ordusu Kremlin'e yaklaşıyordu. Ancak Moskova yolundaki ordu Hitler'in emriyle kuzey Ukrayna'ya çağrıldı ve oradaki Rus ordusunun etrafı çevrildi. Sonuçta askeri tarihin en büyük toplu katliamlarından biriyle Sovyetler Birliği 700 bin asker kaybetti. Ardından Moskova'nın da düşüşüyle direniş kırılacak ve Stalin kaybedecekti.

Bunun hevesiyle Almanlar o son saldırıya geçti. Ancak Rusya'da son elli yılın en soğuk kışı başlamıştı. Alman ordusunun bu şartlar için donanımı yetersizdi. 5 Aralık'a gelindiğinde Almanlar Mançurya ve Sibirya sınırındaki Rus güçlerinin 10 bin km. uzakta olduğunu düşünüyordu. Ama güçlü ve iyi eğitimli Sibirya ordusu Moskova'yı kurtarmak üzere gelmişti.

Japon uçaklarının Pearl Harbor'u bombaladığı gün Sibirya ordusunun birlikleri de Moskova'da Almanları durduruyordu.

Şimdi İkinci Dünya Savaşı'nın kaderini değiştiren başarısız planlara bir bakalım. Savaştan önce Almanya ve Japonya görüşme yapmıştı ve Japonya Pasifik'teki Fransız-İngiliz birliğine karşı bir müttefik arıyordu. Hitler de Japonları yanında savaşa sokup Rusya'ya Sibirya'dan saldırtmak istiyordu. Japon ordusundan da bu fikre sıcak bakanlar vardı. Ancak Stalin bu planları öğrenmişti. O yüzden Almanlar saldırır saldırmaz Sibirya birliklerini harekete geçirmişti.

Rusya'ya karşı saldırı başlatılır başlatılmaz Alman Dışişleri Bakanı Japonlara Sibirya'nın alınmak için onları beklediğini bildirdi ama Japon tarafında sessizlikle karşılandı. Japonlar Pearl Harbor planıyla meşguldü. Hemen hemen tüm Alman Genelkurmayı, Japonya'nın ABD ve İngiltere'ye saldırdığını duyunca şaşırdılar. En azından İngiltere'ye saldırmaları ilginç bir haberdi. Bu, İngiltere'nin kaynaklarını bir savaş için daha parçalayacağı anlamına geliyordu. ABD'ye gelince, Alman subayları nefeslerini tuttu.

ABD hala olaylardan uzak kalma duygusu içindeydi ve savaşın dışındaydı. Amerikalılar İngiltere'ye ve Sovyetler'e yapılan anlaşmalar çerçevesinde bazı desteklerde bulunuyordu. Bir ay önce Amerikan birlikleri İzlanda'ya çıkmış, Almanlar ve Amerikalılar karşılaşmış ancak ABD hala işin içine pek girmemişti.

Hitler'in danışmanlarının Japon saldırısına tepkisi farklı farklıydı. Japonların Rusya'ya saldırmamasından duyulan bir rahatsızlık vardı. (Aslında sonraki on yılda Japonlar Ruslarla diplomatik ilişkileri geliştirmişti.) Almanlar Pearl Harbor saldırısını Amerikalıların Almanya'ya da savaş açmak için bahane olarak kullanmasından korkuyorlardı.

Ardından 11 Aralık'ta Hitler ABD'ye savaş ilan etti.
Bu sefer Hitler'in danışmanları şaşkınlık içindeydi. Neden ABD'ye savaş ilan etmişlerdi ki? Rusların işinin hala bitmemiş olduğu ortadaydı, İngiltere'nin hala bir çobana ihtiyacı vardı ve Japonların da güvenilmez bir müttefik olduğu belli olmuştu. Japonlar Rusya'ya saldırmayı reddediyorlardı. Bu da Sibirya ordusunu serbest bırakmak demekti.

Anlaşmaları bir zamanlar yırtıp atan Hitler, Almanya ve Japonya arasında bir dostluk anlaşması olduğunu ve Almanya'nın Japonya'yı ABD'ye karşı desteklediğini açıkladı. Japonların San Francisco'da yapılacak bir anlaşmayla istediklerini yaptıracakları kehanetinde de bulundu.

Hitler'e Amerikalıların Birinci Dünya Savaşı'ndaki rolü, özellikle Fransızlara ve İngilizlere yaptıkları sınırsız yardım hatırlatıldı. Ayrıca Almanya'nın ABD'ye saldıracak yeterli donanımı yoktu. ABD yıllardır oturup güçlü bir donanma yarattıysa onunla başa çıkmak zor olacaktı.

Danışmanları Amerikan propagandasının etkisinde kalınca Hitler öfkeyle karşı çıktı. Japonlar ABD'nin zayıf yönünün farkına varmış ve bunu kullanıyordu. ABD de Museviler yüzünden "bozulmuş"tu. Artık Amerikan halkını yola getirmenin zamanı gelmişti.

Ancak Hitler'e Moskova'daki durumun kötüye gittiği anlatıldı. Hitler bunun geçici bir durum olduğunu söyledi ve orduyu geri çekip baharda daha güçlü bir şekilde saldırma fikriyle dalga geçti.

Sert, kesin ve tartışmasız bir şekilde Sibirya ordusuna karşı savaşılmasını emretti.
Sonraki bahar Almanya gerçekten de yeni birliklerle saldırdı ancak 1941'deki ordu kadar güçlü eğildi. Wehrmacht kışın bir milyondan fazla kayıp vermişti. Leningrad'ı kuşatıp Moskova'yı alacak güçleri kalmamıştı. Ukrayna'nın kontrolü de elde tutulamıyordu. Bu arada Kuzey Afrika'da da Alman askerleri vardı.

Rusya'da savaşa devam edip ABD'ye savaş ilan etmek o zaman için iyi bir fikir gibi görünmüş olabilir, ancak bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 21:06 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
29 Ekim 2008       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ad:  Adolf Hitler6.jpg
Gösterim: 3377
Boyut:  71.9 KB

Adolf Hitler


(1889-1945)
1933'ten ölümü­ne kadar 12 yıl Almanya'yı diktatörlükle yöneten Adolf Hitler, tüm Avrupa'yı ege­menliği altına almak amacıyla II. Dünya Savaşı'nı başlatmıştır.

Inn Irmağı'nın Avusturya kıyısında Braunau adlı küçük bir kasabada doğdu. Bir gümrük memurunun oğlu olan Hitler, ressam olmak istiyordu. Anne ve babasının ölümün­den sonra, sanat eğitimi görmek için Viyana'ya gittiyse de, Güzel Sanatlar Akademisi' nin giriş sınavını kazanamadı. Sık sık iş değiştirdi; posta kartları için resim yaparak geçimini sağlamaya çalıştı. 1913'te taşındığı Münih'te de yoksul, aylak ve amaçsız bir yaşam sürdü. 1914'te I. Dünya Savaşı çıkınca gönüllü olarak Alman ordusuna katıldı ve onbaşı rütbesiyle haberci oldu. Almanya'nın 1918'deki yenilgisine öfkele­nen Hitler bütün suçu, sosyal adalet ve demokrasiden yana olan Sosyal Demokrat Parti ile sendikalara ve aşağı bir ırk olarak gördüğü Yahudiler'e yükledi.

1919'da Münih'e döndü. Kendisi gibi du­rumdan hoşnut olmayanların kurduğu bir partiye üye oldu. 1920'de bu parti Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi adını aldı. Bir yıl sonra da Nazi Partisi olarak bilinen bu parti­nin başkanı oldu.

1923'te yönetimi ele geçirmek amacıyla Münih Ayaklanması olarak adlandırılan bir darbe girişiminde bulunduysa da, polis ayak­lanmayı bastırdı ve Hitler tutuklandı. Beş yıl hapis cezası verilmesine karşın, cezaevinde dokuz ay kalan Hitler burada kendi yaşamöy-küsünü kapsayan ve demokrasi yanlıları ile Yahudiler'e karşı nefretini dile getirdiği Kav­gam (Mein Kampf; 1925-27) adlı kitabını yazmaya başladı.

Serbest bırakıldıktan sonra partisini yeni­den örgütleyen Hitler, kitlelere iktidara gel­diklerinde iş, ekmek, güçlü ve büyük bir Almanya vaat ediyordu. 1920'lerde büyük sanayicilerden yalnızca Thyssen tarafından desteklenen Nazi Partisi, 1929-30 Dünya Bunalımı'nı izleyen yıllarda öbür büyük sanayicilerce de desteklendi. Onlar da güçlü ve otoriter bir hükümetin sorunlarını çözeceğine inanıyorlardı.

Naziler güçlü olduklarına kitleleri inandırabilmek için bir yandan görkemli törenler düzenlerken, bir yandan da Fırtına Bölüğü (Sturmabteilung-SA) olarak adlandırılan si­lahlı parti çeteleriyle kendilerinden olmayan herkese saldırıyorlardı. Hitler parti üyelerine askeri üniformalar giydirerek ve kendi emir­lerinin soru sorulmadan yerine getirildiği bir ortam yaratarak Nazi Partisi'ni özel ordusu durumuna getirdi.

Ocak 1933'te Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından başbakanlığa getirilen Hitler, Nazi Partisi dışındaki tüm partilerin etkinliklerini yasakladı. Alman parlamentosunu etkisizleştirdi. Almanlar'ın "üstün ırk" olduğunu, ara­larında Yahudiler'in yaşamasına izin verilme­yeceğini açıklayarak Yahudiler'e acımasız bir baskı uyguladı ve sonunda bir Yahudi soykırı­mını gerçekleştirdi. Bazı Yahudiler Alman­ya'dan kaçmayı başardılarsa da milyonlarcası toplama kamplarına sürüldü. Hitler'in düşün­celerine ve uygulamalarına karşı çıkan herke­sin başına aynı şey geliyordu. Toplama kamp­ları büyük barakalarla dolu, dikenli tellerle çevrili, gözetleme kulelerinin bulunduğu yer­lerdi. İnsanlar buralarda korkunç koşullarda tutuluyordu. Birçoğu açlık ve işkenceden ölüyor ya da öldürülüyordu. Hitler baskıcı ve ırkçı uygulamalarında Gestapo (Devlet Gizli Polisi) adlı örgüt ile çok geniş yetkileri olan ve acımasızlıklarıyla ün salan "kahverengi göm­lekli" (SA) çetelerinden çok yararlandı. 1934'te Cumhurbaşkanı Hindenburg'un ölümünden sonra führer (önder) sanıyla dev­let başkanlığını da üstlenen Hitler, "üstün ırk" ilan ettiği Almanlar'ın, aşağı ırk olarak gördüğü öbür ülkelerin halklarını egemenliği altına alması amacıyla ülkenin kaynaklarının büyük bir bölümünü silahlanmaya ayırdı.

1936'da Alman birlikleri Ren bölgesine doğru harekete geçti. 1938'de Avusturya'yı, 1939'da da Çekoslovakya'yı işgal etti. Eylül 1939'da Hitler'in Polonya'ya girmesiyle II. Dünya Savaşı başlamış oldu (bak. ikinci dünya savaşı). 1939'da Almanya ile SSCB arasında imza­lanan saldırmazlık paktına karşın, Haziran 1941'de Alman orduları birdenbire bu ülkeye saldırdı; 1943'te Almanlar Stalingrad'da bü­yük bir yenilgiye uğradıktan sonra savaş Almanya'nın aleyhine bir gelişme göstermeye başladı. Hitler II. Dünya Savaşı'nın başlama­sından beri önemli kararları ve stratejileri kendisi belirliyordu. Zafer kazandığı sürece kaç askerin öldüğü Hitler için önemli değildi. Zaferin olanaksız göründüğü anlarda bile tüm Almanya'nın yok olmasını, teslim olmaya yeğ tutuyordu. Bunu anlayan bir grup subay Temmuz 1944'te onu öldürmek istediyse de planları başarıya ulaşamadı. Ocak 1945'ten başlayarak Hitler tüm zama­nını kendi özel sığınağında geçirdi. Müttefik­ler Mayıs 1945'te sığınağı ele geçirdiğinde Hitler orada bulunamadı. Yakalanıp suçların­dan dolayı yargılanmaktansa intihar etmeyi yeğlemişti. İntiharından kısa bir süre sonra da yandaşları cesedini yakmışlardı.

Hitler'in yol açtığı II. Dünya Savaşı'nda en büyük kaybı SSCB verdi. Bu ülke yaklaşık 20 milyon insanını yitirdi. Bunun yanı sıra, Hitler Almanya'yı yönettiği dönemde Al­manya'da ve Almanya'nın işgal ettiği ülkeler­de 5 milyon Yahudi'yle birçok suçsuz insan da yaşamını yitirdi.

MsxLabs & TemelBritannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:40 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
AeraCura - avatarı
AeraCura
Ziyaretçi
17 Mart 2009       Mesaj #5
AeraCura - avatarı
Ziyaretçi

Adolf Hitler' in sanat koleksiyonculugu



1. Adolf Hitler’in resim sanatındaki kişisel tercihi 19. yüzyıl avusturya-bavyera tür resmiydi. Carl Spitzweg ve Eduard Grützner’in eserleri hitler’in ilk satın aldığı tablolardır. mfa’nin (monuments, fine arts, and archives, u.s. army) raporuna göre mayıs 1945 tarihinde hitler’in koleksiyonunda 5350’si eski ustalara ait olmak üzere 6755 tabloya rastlanmıştı. bugünkü araştırmalar ise koleksiyondaki resimlerin sayısının 4800 ile 5000 arasında değiştiğini göstermektedir.

Adolf Hitler’in koleksiyonunun üç farklı kaynağı bulunmaktaydı: sanat tacirleri aracılığıyla para karşılığı satın alınan eserler, ülke içindeki yahudilerin koleksiyonlarından ve işgal edilen ülke koleksiyonlarından el konularak elde edilen eserler ve hitler’e hediye edilen eserler. 1920li yılların sonunda sanat eseri satın almaya başlayan hitler’in ilk kaynağı “mein kampf”’ın satışlarından elde ettiği gelirdi. nsdap’ye yapılan bağışlardan da pay alan hitler, 1933 yılında iktidara gelince kamu kaynaklarından mümkün olduğunca fazla faydalanmaya başladı. 1937 yılında devlet içinde kulturfonds (kültür fonu) oluşturdu. kulturfonds, posta idaresi’nin çıkarttığı sonderbriefmarken (özel pul) satışından elde edilen gelire dayanmaktaydı. kurulduğu tarihten iii.reich’ın çöküşüne kadar bu fonun senede ortalama 6,5 milyon rm (reichsmark) geliri olmuştur. adolf hitler koleksiyonunun kendisine ait olmadığını, devlet için eser satın aldığını belirterek kamu kaynaklarından faydalanmasını meşru bir zemine oturtmak istemiştir.

Adolf Hitler koleksiyonculuk hayatı boyunca kırk sekiz sanat taciri ile çalışmıştır. ilk yıllarda fotoğrafçı Heinrich Hoffmann’ın danışmanlığından faydalanan hitler, yıllar geçtikçe çalıştığı tacirlerin sayısını arttırmıştır. iii.reich’daki sanat piyasasının merkezi konumunda olan münih’te maria alma dietrich, berlin’de karl haberstock gibi isimler aracılığıyla eser satın alan hitler yurtdışında da eser satın almak için bağlantılar kurmuştur. sanat tacirleri aracılığıyla daha çok eski ustaların ve 19. yüzyıl avusturya-bavyera ressamlarının eserlerini satın alan siyasetçi aynı zamanda nazi sanatı koleksiyoncusudur. her sene grosse deutsche kunstausstellung’u ziyaret ederek ortalama 200-300 eser satın alan koleksiyoncu sadece 1938 yılında söz konusu sergide 582.185 rmlik bir harcama yapmıştır. ortalama aylık gelirin 150 rm olduğu iii.reich’da adolf hitler tüm koleksiyonculuk hayatı boyunca 163.975.000 rm harcamıştır. führer’in koleksiyonculuk faaliyetleri tek başına tüm iii.reich sanat piyasasını etkilemekteydi. kendisinin 19.yüzyıl avusturya-bavyera tür ressamlarına olan tutkusu nedeniyle carl spitzweg, defregger, thorma gibi ressamların eserlerinin fiyatı oldukça artmıştı.

almanya ve avusturya’daki yahudilerin koleksiyonlarına el konularak ve alfred rosenberg’in kurduğu einsatzstab reichsleiter rosenberg’in (err, yani rosenberg birimi) faaliyetleri aracılığıyla adolf hitler’in koleksiyonuna bedel ödenmeden çok sayıda eser kazandırılmıştır. örneğin sadece viyana yahudilerinden el konularak alınan parça sayısı 324’tür.

adolf hitler’in koleksiyonunun diğer bir kaynağı da kendisine verilen hediyelerdir. nazi ileri gelenlerinin özel günlerde birbirlerine hediye vermek gibi bir alışkanlığı bulunmaktadır. özellikle göring ve goebbels hitler’e çok sayıda sanat eseri hediye etmişlerdir. göring’in hediyeleri arasında, bir lenbach portresi, iki pannini tablosu, rembrandt’ın “democritus ve heraclitus” isimli tablosu, dürer’in yirmi sekiz adet çizimi bulunmaktadır. hitler’e verilecek hediyelerin seçiminde oldukça titiz davranılıyordu. örneğin ribbentrop, 1944 yılında hitler’e doğumgününde vereceği hediyenin seçimi için paris’te bir birim kurmuştur. söz konusu birim hitler’e verilecek hediye olarak büyük friedrich’in bir büstünü seçmiştir. yabancı devlet başkanları da hitler’e birçok hediye vermiştir. örneğin çekoslovakya başkanı emil hacha, 1939 yılında ellinci yıl doğumgünü hediyesi olarak hitler’e spitzweg’in “gümrük bekçisi” isimli tablosunu hediye etmiştir. hitler’in spitzweg tutkusu ve babasının gümrük memuru olması hediye seçiminde ne kadar dikkatli davranıldığının göstergesidir. almanya ve italya 1936 yılında dostluk anlaşması imzaladıktan sonra hitler ile mussolini arasında yoğun bir hediye alış verişi gerçekleşmeye başlamıştır. adolf hitler 1938 yılında gerçekleştirdiği roma ziyaretinde mussolini’den bir giovanni pannini tablosunu, italyan faşist partisi’nden bir etrüsk vazosu’nu hediye olarak almıştır. ii. dünya savaşı’nın başlamasıyla hediyelerin değeri yükselmeye başlar. 1940 yılında mussolini tarafından hitler’e hans makart’ın “floransa’da veba” isimli triptiki hediye edilir. ispanya diktatörü francisco franko’nun da 1939 yılında hitler’e ispanyol ressam zuloaga’nın üç tane tablosunu hediye ettiği bilinmektedir.

adolf hitler, 20 haziran 1939 tarihinde dresden resim galerisi yöneticisi hans posse’yi makamına çağırarak, memleketi linz’de “tarih öncesi dönemlerden günümüze kadar üretilmiş en iyi sanat eserlerinin” toplanacağı bir müze kurmak istediğini belirtmiş, posse’yi bu projenin başına getirmiştir. 26 haziran 1939’da tüm kamu kurumlarına adolf hitler imzalı, posse’ye her türlü yardımın sağlanmasına yönelik bir emir gider. projenin adı sonderauftrag linz (özel görev linz) olarak belirlenir. projeye yönelik ilk somut adım temmuz 1939’da atılır ve posse hitler’in emriyle, anschluss sonrasında gestapo tarafından el konulan louis de rothschild koleksiyonu’nu incelemek üzere viyana’ya gider. posse, rothschild koleksiyonu’ndan ve viyana’daki diğer koleksiyonlardan 269 esere el koyar. içlerinde holbein, cranach, rembrandt, tintoretto, fragonard, boucher gibi ustaların eserlerinin de bulunduğu 122 tablo sonderauftrag linz için seçilir. linz’de kurulacak müze için uygun bulunup el konulan eserler münih’teki sonderauftrag linz merkezinde toplanmakta, burada fotoğrafları çekilerek kataloglanmaktaydı.

adolf hitler koleksiyonunu oluştururken gerekirse almanlara bile baskıcı yöntemler uygulayabiliyordu. buna en iyi örneklerden biri czernin ailesi’ne yapılan baskıdır. adolf hitler, posse’den viyana’da yaşayan alman czernin ailesi’nin elinde bulunan jan vermeer’in “stüdyosundaki sanatçının portresi” isimli tablosunun mutlaka satın alınmasını ister. kont czernin tabloyu adolf hitler’e satmayı reddeder. bunun üzerine aileye baskı oluşturmak için maliye bakanlığı’nca vergi soruşturması başlatılır. herhangi bir vergi borcu bulunmayan aile tabloyu satmamakta diretince gestapo’nun elinde bulunan çeşitli aile yakınları pazarlık konusu yapılır. kont czernin bunun üzerine zamanında amerikalı andrew mellon tarafından altı milyon rm teklif edilmiş tabloyu 1,4 milyon rm’a hitler’e satmak zorunda kalır.

posse, haziran 1940 tarihinde yazdığı senelik raporda, bir sene içinde sonderauftrag linz için 465 resmin toplandığından bahseder. senelik bütçesi on milyon rm olan posse, işgal edilen her ülkeyi ziyaret ederek proje için eser topluyordu. posse’nin 1942 yılında kanserden ölmesiyle sonderauftrag linz’in başına hermann voss atandı. voss’un ilk önemli başarısı fransız koleksiyoner adolphe schloss’un ağırlıklı olarak 17. yüzyıl hollanda resimlerinden oluşan koleksiyonunu elde etmek olmuştur. fransa ile yapılan anlaşma sonucu louvre müzesi’nin koleksiyondan kırk dokuz eseri seçme hakkı vardı. geriye kalan 262 eser ise hitler’in koleksiyonuna dahil edildi. voss, göreve geldiği ilk sene büyük bir başarı göstererek projeye 881 eser kazandırmıştır.

sonderauftrag linz 1943 yılına kadar mümkün olduğunca gizli tutulmaya çalışılır ve ilk kez 1943 yılında adolf hitler’in doğumgünü dolayısıyla kunst dem volk isimli dergide yazılan bir yazıda projeden bahsedilir. yazıda führer’in tüm koleksiyonunu savaş sonrasında gerçekleştirilecek ülkeyi güzelleştirme projeleri çerçevesinde inşa edilecek olan linz müzesi’ne bağışlamış olduğu ve tüm alman ulusunun bu bağış nedeniyle hitler’e şükran borcu olduğu belirtilmekteydi.

1945 yılında adolf hitler’in koleksiyonundaki binlerce eserden önemli bir kısmı 19. yüzyıl alman ve avusturya ressamlarına aitti. buna göre yetmiş beş lenbach, elli sekiz stucks, elli sekiz kaulbach, elli beş waldmüller, elli iki menzel, kırk altı grützner, kırk dört spitzweg tablosu koleksiyonda bulunuyordu. eski ustalardan rembrandt’tan on beş, bruegel’den yirmi üç, vermeer’den iki, canalettos ve tintoretto’dan on beşer, tiepolo’dan sekiz, tiziano’dan dört, leonardo da vinci’den iki, botticelli, guardi, pannini, veronese’den de birer eser koleksiyonun parçasıydı.

adolf hitler intihar etmeden önce yazdığı vasiyette şöyle demiştir:”senelerdir oluşturduğum koleksiyona kattığım resimleri kesinlikle kendim için değil, memleketim linz’de kurulacak olan müze için satın aldım” savaş sonrasında amerikan ordusu eserleri geldikleri ülkelerine göre ayırarak ülke hükümetlerine iade eder. fakat hükümetler eserleri gerçek sahiplerine vermekte istekli davranmaz. örneğin fransa’da özel koleksiyonerlerin çoğu eserlerini geri alamamıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Aralık 2016 16:19 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Eylül - avatarı
Eylül
Ziyaretçi
12 Mayıs 2010       Mesaj #6
Eylül - avatarı
Ziyaretçi

Adolf Hitler


(d. 20 Nisan 1889, Braunau, Yukarı Avusturya - ö. 30 Nisan 1945, Berlin, Almanya),
1933 itibari ile Almanya'nın başbakanı ve 1934'den ölümüne kadar Almanya'nın "Führer"(Lider) iydi. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi(NSDAP)'nin kurucusu ve lideriydi.

Hitler, Almanya'da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan krizden güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede nasyonalizm, anti-semitizm ve anti-komünizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler saldırgan bir dış politika izleyerek Alman "yaşam alanı"nı (Lebensraum) genişletmek amaçıyla Polonya'ya saldırdı. Hızlı saldırgan savaş taktikleri ile Avrupa'nın büyük bölümünü istila etti. ABD'nin 2. Dünya Savaşı'na katılımı ve Rusya'ya lojistik desteği sonucu gerilemeye başlayan Alman ordusu, sonunçta müttefiklerin Berlin'e girmesi ile 3. İmparatorluk tarihe karıştı. İntihar eden Hitler'in yakılmış cesedi ise büyük bir ihtimalle Kızıl Ordu tarafından yok edildi. Nazi'lerin ırkçılığı sonucu yaklaşık 11 milyon kişi savaşta öldürüldü. Bunların arasında 6 milyon musevi vardı, ve Yahudi Soykırımı olarak tanındı. Hitler'in başlattığı 2.Dünya Savaşı boyunca toplam 62 milyon insan hayatını kaybetmiştir.

Savaşın son günlerinde Rusya'nın Kızıl Ordu'su tarafından istila edilen Berlin'de; Hitler, eşi Eva Braun ile Berlin'deki yeraltı sığınağında intihar etti. Yakılan cesetleri daha sonra ortadan koybolmuşsa da, Kızıl Ordu tarafından yok edildikleri tahmin edilmektedir.

Çocukluğu ve İlk Gençlik Yılları


Hitler'in çocukluğuAdolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Almanların yoğunlukta olduğu Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında doğdu. Avusturya vatandaşı idi. Bir gümrük memuru olan Alois Hitler (1837–1903) ve Klara Poelzl (1860-1907) 'ün beş çocuğundan üçüncüsüdür. İlk tahsilini doğduğu kasabada yaptı. Orta tahsiline Linz şehrinde başladı. O sıralarda, ilerde memur olmasını isteyen babasıyla zıtlaşıyor, ileride ressam olmak istediğini söylüyordu. Sevmediği dersleri asıyor, hiç ilgilenmiyordu (ileride öğretmenlerini çok sert biçimde eleştirmiş, sadece tarih öğretmenini çok sevdiğini ve ona çok şey borçlu olduğunu belirtmiştir).
Ad:  Adolf Hitler3.jpg
Gösterim: 3187
Boyut:  71.2 KB
On üç yaşında tüberkülozdan babasını kaybetti. Daha sonra ağır bir ciğer hastalığı geçirmiş, bir yıl kadar okuldan ayrı kalmış, sonrada maddi sorunlar nedeniyle okula geri dönememiştir. Annesine bakma sorumluluğuyla inşaatta işçi olarak çalışmaya başladı. Gençliğinde kazandığı küçük miktarda paranın önemli bir kısmını kitaplara ayırıyordu. İçindeki anti-semitizim(yahudi düşmalığı) ise o zamanlar başlamıştır. İlk başlarda bu fikre karşı çıksada yahudilerin birbirlerini kültür, sanat, politika, iş hayatı gibi bütün alanlarda kayırdıklarını düşünmeye başlayınca, Yahudileri sevmemeye başlamştır. Kendisi bu konuyu şöyle der: "Ne zaman bir tiyatro gösterisi, bir müzik abartılsa yahudi yapımı bir şey olduğunu görüyordum. Bunu abartanlarda yahudilerdi. Bir çok alanı ele geçirdikleri için tüm alanlarda birbirlerini kayırıyorlardı. Güzel bir alman yapıtı 10 üzerinden 5 alamazken yahudi yapıtları 10 alıyordu. Bu yüzden bir anti-semitist olmaya karar verdim."

Babasız ve parasız zor yaşam şartlarının üstüne bir de on dokuz yaşına geldiği 1907 yılında annesini kaybetti. Annesiyle hep ayrı bir bağ olduğundan söz eder ve o öldüğünde babasının ölümünden daha fazla üzüldüğünü anlatır.

Adolf HitlerRessam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavına girdi ancak başarısız oldu. Bir süre, yapıp sattığı resimlerden kazandığı parayla, sefalet içinde yaşadı. 1912'de Viyana'dan Münih'e geldi.

1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei/ Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi" ismi verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği programın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşkil eder. Völkischer Beobachter adlı gazeteyi yandaşları çıkarıyordu. Josef Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.


Siyasi Kariyeri


Adolf Hitler ve İngiltere başbakanı Neville Chamberlain1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde (Birahane Darbesi) bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Bu kitap, partinin bundan sonraki faaliyetlerine yön verdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy ile SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.

1932 yılında yapılan üçüncü genel seçim, 31 Temmuz tarihlidir. Seçim sonuçlarından yine parlamentoda çoğunluğu sağlayabilen bir parti çıkmamıştır. Toplam oyların yüzde 37’sini alan Nazi partisi, parlamentoda çoğunluğu sağlayamamakla birlikte en çok sandalye sayısına sahip partiydi.

1933 yılının Ocak ayında, Komünistlerin bir genel grevle tüm ekonomiyi işlemez hale getirerek bir “devrimci durum” yaratacakları ya da ülkede içsavaş çıkacağı konusundaki endişeler o derece derinleşmişti ki, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg Hitler’i, Katolik Merkez Parti’yle bir koalisyon kurarak istikrarlı bir hükümet kuracağı umuduyla başbakan atadı.

Ancak Katolik Merkez Parti’yle bir anlaşma sağlanamadı. Milliyetçi Parti’nin de desteğini alan Hitler, ülkeyi yeniden bir genel seçime götürdü.

Hükümette olmak dolayısıyla devletin tüm olanaklarını kullanan bir seçim kampanyası yürütülmüştür. Öte yandan Hitler, hiçbir şekilde ulusalcı bir sosyalist olmadığını, gerçekte ne olduğunu çok net bir şekilde, gereken yerlere anlatabilmişti. Bu seçim kampanyası sırasında endüstri ve finans-sigorta devlerinden büyük miktarda mali destek sağladılar.

27 Şubat 1933 akşamı Reichstag’ta bir yangın çıkmıştır. Büyük ihtimalle Nazi partisi tarafından yapılmıştır. Soruşturma kısa sürede polisi Marinus van der Lubbe adından yarı-deli bir komüniste götürdü. Yangını çıkaranın kendisi olduğunu itiraf etti.

Ertesi gün, Hitler Hindenburg’a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı. İzleyen günlerde Nazi partisi ve Milliyetçiler dışındaki tüm partilerin yayınları ve seçim çalışmaları durduruldu.

5 Mart 1933 günü yapılan seçimlerde Nazi partisinin oyları yüzde 44 düzeyine çıkmıştır. Milliyetçi partilerin oyları düşmüş olmakla birlikte parlamentoda çoğunluk sağlanabiliyordu.

Seçimlerin hemen ertesinde parlamentodan bir “yetki kanunu” çıkartıldı. Bu kanun, Reichstag’ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile kabineye devrediyor, ve çalışmalarına bu süre için ara veriyordu.

Ancak böyle bir kanun için parlamentoda üçte iki çoğunluk kararı gerekmektedir. Bu çoğunluk kararının nasıl sağlandığı Nürnberg Mahkemeleri tutanaklarına da geçmiştir. Oylamanın yapılacağı gün parlamento SA tarafından kuşatılmış, bazı Sosyal Demokrat parlamenterler içeri alınmamıştır. Zaten 81 komünist parlamenter de seçimlerden önce göz altına alınmıştı.

23 Mart 1933 günkü parlamento oturumunda “Halkta ve Almanya’daki Sıkıntının Kaldırılmasına Dair Kanun (Gesetz zur Behebung der Not von Volk und Reicht) adındaki yetki tasarısı kabul edilmiştir.

Bu kararnameyle yürütme ve yasama erklerini eline almıştır. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Büyük bir propaganda faaliyeti yürüterek ve olağanüstü hitabet ve ikna kabiliyetini kullanarak bütün Alman halkını Nazi bayrağı altında birleştirdi. Kendisini, Almanların yanılmaz büyük lideri ilan etti ve halkı da buna inandırdı. Bundan sonra Alman halkı ölümüne kadar Hitler'in peşinden körü körüne gitmiştir.


Adolf Hitler ve Benito Mussolini Yugoslavya gezisindeHalka, ülkeyi içinde bulunduğu durumdan kurtaracağına söz verdi ve bu yolda çalışmalarına başladı. Almanya'da aşırı artış gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi.

Ülkedeki bütün aksaklıkların nedeni olarak Yahudileri ve çingeneler gibi bazı azınlıkları gösteriyor, Alman ırkının üstün ırk olduğunu söylüyordu. Bütün bir Alman halkını da bunlara inandırmayı başardı ve tarihin en büyük soykırım faaliyetine girişti. Bütün Yahudileri toplama kamplarında topladı. Çalışabilecek durumda olanlar ayrıldıktan sonra diğerleri gaz odalarında öldürülüp, fırınlarda yakıldılar. (Bu faaliyetler sadece Almanya'da değil, daha sonra işgal edilen bütün ülkelerde de gerçekleştirildi. Bu şekilde tüm Avrupa'da yaklaşık olarak 5.5 milyon Yahudi ve yarım milyon çingene öldürüldü.) Alman ırkını iyileştirmek adına, binlerce zihinsel engelli insan da hastanelerde, verilen gizli emirlerle öldürülmüştür.

Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 29 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir. Tüm bu 'resmi' hikayeye rağmen Hitler'in sonuyla ilgili çeşitli iddialar 'komplo teorileri' seviyesinde de olsa hala tartışılmaktadır.

Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu.

İç politikadaki politika ve uygulamalar [değiştir]Hitler, iktidara gelmesinin hemen ardından Alman ekonomisinin düzenlemesini hedef almıştır. Gerek I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının, gerekse de 1930 yılındaki genel ekonomik buhranın sonucunda Alman ekonomisi ciddi sıkıntılar içindeydi. Yaşanan hiper enflasyon, aşırı boyutlara varan işsizlik ve bunlara bağlı olarak sanayideki kapasite düşüklüğü, Hitler’in izlediği ekonomi politikalarıyla kısa sürede kontrol altına alınmıştır.

Hitler'in iktidara geldiği 1933 yılını izleyen yıllardaki Alman ekonomisinde gözlenen gelişmeler, çoğu kez Hitler'in olağanüstü başarısı olarak kabul edilir. Hitler'in iktidarın tüm kontrolünü ele geçirmesinin hemen ardından tüm sendikalar kapatılmış, tüm çalışanlar bir "işçi birliği" çatısı altında toplanmış, işçi aidatları, genel bütçeye aktarılmıştır. Ücret artışları ve bunun sonucu olan grev olasılığının kalktığı ekonomide, doğal olarak bir istihdam artışı yaşanmıştır. İşgücü maliyetinin düşmesi ve "iş dünyasındaki barış ve istikrar", işgücü talebini artırmıştır. Teknolojik ve askeri alanlarda büyük yatırımlar yapmıştır.

Dış politika


Hitler ve Benito Mussolini halkı selamlarkenAlman ekonomisinin canlandırılmasının ardından Hitler, izleyeceği dış politikanın temelini oluşturan askeri stratejisini hayata geçirmeye yönelmiştir. Bu stratejinin ilk adımında Alman kara, deniz ve hava kuvvetlerinin, Versay anlaşmasıyla getirilen sınırlamalardan kurtulmasını sağlamıştır. Bunun sonucunda büyük tonajlı savaş gemileri ve denizaltı, zırhlı kara savaş araçları üretimine geçilmiş, kara ordusunun mevcudu artırılmıştır.

Hitler'in ikinci stratejik hedefi, Almanca konuşan nüfusun yaşamakta olduğu bölgelerin, Alman topraklarına katılmasıdır. Bu stratejik evrenin adımları, 12 Mart 1938 de, Avusturya’nın ilhak edilmesiyle başlamıştır. Ardından ikinci adım olarak Çekoslovakya toprakları içindeki Sudet bölgesidir. Hitler’in baskısıyla 29 Eylül 1938 günü imzalanan Münih Anlaşmasıyla Sudet bölgesi Almanya’ya veriliyor. Konferans, Alman, İtalyan, İngiliz ve Fransız başbakanlarının katıldığı, Çekoslovakya’nın temsici bulundurmadığı bir anlaşmadır. Anlaşmanın hayata geçirilmesi konusunda Hitler, hiç zaman kaybetmemiştir. 1 Ekim 1938'de yine silah kullanılmaksızın, uluslararası anlaşmalara dayanılarak, nüfusunun yüzde elliden fazlasını Almanların oluşturduğu Sudet bölgesi Almanlarca işgal edilecektir. 15 Mart 1939'da ise Çekoslovakya’nın kalanını da topraklarına ekleyeceklerdir.

Hitler'in stratejisinin üçüncü evresi, "Kavgam"'da açıklamış olduğu üzere Doğu Avrupa topraklarının ilhak edilmesidir. Ancak bu, askeri operasyonları gerektirecektir ve Hitler'in askeri stratejisini oluşturacaktır.

Askeri strateji


Amerikan Newspaper Adolf Hitler'in Ölüm HaberiHitler ve kurmaylarının II. Dünya Savaşı öncesi stratejileri, esas itibariyle I. Dünya Savaşı öncesi Alman stratejileriyle ana hatlarda örtüşmektedir. Hitler'in en büyük endişesi yine, iki cepheli bir savaşı sürdürmek zorunda kalmaktır. Bundan kaçınabilmek amacıyla I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, Schlieffen Planı kabul edilmiştir. Önce, seferberliğini daha hızlı gerçekleştirebilecek olan Fransa ile savaşılacak, bu ülkenin savaş dışı kalmasının hemen ardından Rusya'nın istilasına girişilecektir. Hitler, Almanya'nın kuzey ve güneyindeki İskandinav ve Balkan ülkelerini istilayı başlangıçta düşünmemiştir. Bu ülkelerin tarafsız kalmasını sağlamayı, bu şekilde güney ve kuzeyde güvenli bir tampon bölge oluşturmayı hedeflemişti. Ancak savaşın ileriki aşamalarında Kuzey Cephesini, Norveç'i istila ederek, Güney Cephesini de Balkanlar'ı istila ederek açmak zorunda kalmıştır.

Fransa Seferi ile bu ülkenin savaş dışı bırakılmasıyla batıda bir cephe açmak tehlikesi kısmen önlenmişti. Hitler, en güçlü müttefiki Fransa'nın teslim olması ardından İngiltere'nin barış masasına oturmak zorunda kalacağı düşünmekteydi ama bu olmadı. Hava akınlarıyla İngiliz Hava Kuvvetleri'nin etkisiz hale getirilmesi ve ardından İngiltere'ye bir çıkartma harekatının başlatılması girişimi de, İngilizlerin sert direnişi karşısında başarısızlığa uğradı.

Alman orduları Rusya Seferi sırasında başlarda parlak başarılar kazandılar ise de sonunda yenilgiye uğradılar. Askeri tarihçiler bu yenilgi üzerine çeşitli analizler ortaya atmışlardır. Rus kışının soğuğu, kış aylarındaki kar ve buz, bahar aylarındaki yağışlar, Rusya'daki yolların kötü durumda olması, ikmal hatlarının fazlasıyla uzaması, bu hatlar üzerindeki Rus partizanlarının etkinlikleri, çok geniş bir cepheye yayılmak durumunda olunması, Hitler'in hatalı kararları, Müttefiklerin malzeme yardımları gibi.

Fakat sonuçta Alman orduları, Kızıl Ordu karşısında yenilgiye uğradılar. Analizler genellikle "Alman Orduları niçin yenildi" sorusunu irdeler. Çok az analizci, "Kızıl Ordu nasıl yendi" sorusunu irdelemiştir.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:41 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Eylül - avatarı
Eylül
Ziyaretçi
5 Haziran 2010       Mesaj #7
Eylül - avatarı
Ziyaretçi

Hitler'le ilgili saklanan ilginç belge ( Adolf Hitler'in bilinmeyen yönleri)


Ad:  Adolf Hitler4.jpg
Gösterim: 2697
Boyut:  81.9 KB
"48 saat içinde imha edilmesi" uyarısı yer almasına rağmen bugüne kadar saklanan belge ortaya çıktı. Telegraph gazetesinin haberine göre, "Führer"in bu bilinmedik yönleri, 2. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru sığınakta birlikte olduğu üst düzey bir Nazi subayı tarafından kaleme alındı. Adolf Hitler'in bilinmeyen yönlerini anlatan yeni belgelerde, Nazi diktatörünün sofra adabını bilmediği ve mide şişkinliğinden mustarip olduğu ortaya çıktı.

İngiltere'de bir evde yapılan temizlik sırasında ortaya çıkan belgelerin bu Nazi subayı tarafından bir İngiliz ajanına verildiği tahmin ediliyor.

EŞCİNSEL OLDUĞU İDDİASI BİLE VAR


Üzerinde "48 saat içinde imha edilmesi" uyarısı yer almasına rağmen bugüne kadar saklanan bu belgeler "Führer"in sığınaktaki günlük yaşamına, Rudolp Hess'e olan hayranlığına ve eşcinsel olduğu iddialarına ışık tutuyor.

SOFRADA TIRNAKLARINI YİYORDU


1945 Mayıs tarihli belgelere göre, günlük yaşamında Adolf Hitler'in sofrada tırnaklarını yeme ve sinirlendiğinde işaret parmağıyla bıyığını kaşıma alışkanlığı bulunuyor. Çok hızlı ve mekanik bir şekilde yemek yiyen Hitler, sigara kullanmıyor ve larenjiti olduğu için huzurunda sigara içilmesine izin verilmiyor.

Hitler'in deli olduğuna ikna olan Nazi subayı, notlarında küçük bir kızın annesine Hitler için "Anne, bu deli bizim halılarımızı da mı yiyecek?" sorusuna yer vermiş. Hitler'in çok fazla kek tükettiğine de notlarda değiniliyor.

KADINLARLA İLİŞKİSİ PLATONİK OLMAKTAN ÖTEYE GİTMİYORDU


Sofrada yapılan sohbetin Hitler üzerinde bir müzik etkisi yarattığını ve diktatörü rahatlattığını yazan subay, Hitler'in, meydanlarda yaptığı sert konuşmalara rağmen daha normal zamanda ağır başlı bir tonda konuştuğuna dikkati çekiyor.

Gece olunca özel odasına çekilen Hitler'in burada bitki çayını içtiği ve gramofon dinlediği belirtilen belgelerde, Hitler'in çoğu zaman itibar ettiği bazı kadınlarla inzivaya çekildiği ve bu kadınlarla ilişkisinin platonikten öteye geçmediği ifade ediliyor.

SS SUBAYI RUDOLPH HESS'İ KARDEŞİ GİBİ SEVİYORDU


Hitler'in, Nazi Almanyası'nın önde gelen isimlerinden SS subayı Rudolph Hess'i bir kardeş gibi sevdiği belirtilen belgelerde, Hitler'in, Hess'in İskoçya'ya gitmesinden sonra üzüldüğüne dikkat çekiliyor.

Nazi Almanyası'nın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in etkili teknikleri sayesinde de Hitler'in, "savaş biliminde" istisnai bir yetenek olduğuna inanmaya başladığı bu belgelerde ifade ediliyor.

“Yakınlarının anlattıklarına göre Adolf Hitler geceleri çığlıklar atarak uyanıyordu;
titreyerek anlaşılmaz sözcükler söylüyor, soluk soluğa yatağından fırlıyor, odanın ortasına dikiliyor, görmeyen gözlerle bakarak ‘İşte o, buraya da gelmiş, işte o’ diye inliyor sonra yine anlamsız garip sözcükler mırıldanmaya başlıyordu. Zorla teskin edilip yatağına yatırılıyor ama yine fırlayarak ‘İşte yine orada, köşede..’ diye haykırarak tepiniyor ve çığlıklar atıyordu.” Herman Rausching, “Hitler Bana Dedi ki” adlı kitabında Hitler’le ilgili bu iddialarda bulunuyor.

Dünyayı titreten Nazi liderini korkutan ne olabilirdi? Çok yazılıp çizilen siyasi ve askeri kişiliğinin ötesinde Adolf Hitler kimdi? On iki yıl basın sözcülüğünü yapmış olan Otto Dietrich, “Çılgınca milliyetçi düşünceleri olan şeytani bir adam” diyordu Hitler için.

Yenik bir ulusun kırılan gururu, açlıktan perişan bir milletin bilinçsizce umut arayışı, bir ırkın hedef gösterilmesi, komünizmin ülkeyi kaosa sürüklemesi ve daha bir sürü sebep, Hitler’in kitleler üzerindeki etkisini ve büyüsünü tek başına açıklamaya yetmiyordu. Dahası I. Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar veren Avrupa 2. Dünya Savaşı’nın kapıda beklediğinin farkında değildi. Savaş birden bire, Hitler’in bütün dünyaya meydan okumasıyla başladı. Milyonlarca insan öldü, sınırlar değişti. Savaşın yaraları hâlâ sarılabilmiş değil. II. Dünya Savaşı bilinen yönleriyle, siyaset bilimciler ve uluslararası ilişkiler uzmanları tarafından enine boyuna tartışıldı, üniversitelerde ders olarak okutuldu. Oysa bu büyük savaşın pek bilinmeyen ve fazlaca da ele alınmayan garip nedenleri bulunuyordu. Kısa süreli aralıklarla dünyayı kana bulayan savaşların acaba gizemli sebepleri bulunabilir mi?

Bu sorunun yanıtını bulabilmek için Hitler’i ve II. Dünya Savaşı’nın bilinmeyen yönlerini araştırdık.

Büyüsel güçlerle ilgili kitap yazdı
Hitler’in bu gizemli konumuyla ilgili en önemli kaynaklardan biri olan Rausching’in “Hitler Bana Dedi ki” kitabı Hitler’le ilgili başka tanıklıklarda daha bulunuyor:

“Hitler, sürekli olarak zamanın çok az kaldığı endişesindeydi ve sürekli korkuyordu. Sık söylediği şeyler arasında, ‘Evrenin Kesin Dönemeci’ sözü vardı ama eğitilmemiş olan bizler, gezegende olacak bir kıyameti tam anlamıyla kavrayamazdık. Kitle için ‘ruhun yanlış yolu’ deyimini kullanıyordu. ‘Büyüsel görüşe’ sahip olmak, insan tekamülünün amacıydı. Kendisi, o andaki ve gelecekteki başarıların kaynağı olan gizemli bilginin eşiğindeydi. İlkel dünyaya ait efsaneleri inceliyor, ilk toplumları ve kitleleri etkileyen mitleri araştırıyordu. Doğa yasalarının değiştirilmesi için kullanılan büyüsel antik yöntemler hakkında bir kitap bile yazdı. Kendi gücünün, gizli güçlerden kaynaklandığına emindi. İnsanlığa yeni İncil’i bir an önce bildirmek hevesi içindeydi.”

Rausching’in bu sözleri eğer doğruysa Hitler’in büyüyle olan ilişkisi açıkça görülüyor. Nitekim ünlü Fransız bilim adamı Jacques Bergier, “Büyü ve Politika” adlı çalışmasında büyünün 20. yüzyılda bir çok biçimde politikayı gizli olarak yönettiği düşüncesini ortaya koyuyor. Bergier, büyünün soyut olmadığını ve her şekilde ortaya çıktığını söylerken, çok gizli politik büyü gruplarının gizli bir savaş içerisinde olduklarını, bu savaşta hatanın kabul edilmediğini ve acımasızlığın ana ilke olduğunu belirtiyor. Artık bu akıl ötesi politik—büyü örgütleri, ulusların ötesinde, kendi çıkarları için mücadele etmektedirler, bu güce bilinçsizce karşı çıkanlar, aldatılarak silinmekte ya da kurban edilmektedir.”

Rausching’in kitabında, Hitler’le özel olarak görüşen bir yakınının şu konuşmasına da yer veriliyor:

“Führer’im, kara büyüyü tercih etmeyiniz, kara büyüyü seçerseniz, artık o yaşamınızdan ve kaderinizden bir daha asla çıkmayacaktır. Çamura bulanmış mahlukların sizi iyi yoldan çevirmelerine izin vermeyin.”

Bazı görüşlere göre Hitler, Nazi öğretisinden çok daha ürkütücü güçlerin kontrolü altındaydı. Hitler kendisinden çok daha büyük olan ve kendisini aşan öğretinin basitleştirilmiş, küçük bir kısmını halka açıklıyordu... Bütün gezegendeki yaşamı değiştirmekle ilgili düşüncelerini Rausching’e ve diğer arkadaşlarına zaman zaman şöyle ifade ediyordu:

“Hakkımda hiçbirşey bilmiyorsunuz. Parti arkadaşlarım, peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman temelleri atılmış olacak olan o görkemli yapı hakkında ufak bir görüşe bile sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Sizler anlamayacaksınız ama gezegen altüst olacaktır. Olup bitenler yeni bir dinin oluşumunu çoktan aşmıştır.”

Thule Efsanesi’nden etkilenmişti
İddialara göre Hitler, Germen mitololojisindeki Thule Efsanesi’nden etkilenmişti. Thule Efsanesi de tıpkı Atlantis gibi kayıp bir ülkenin efsanesiydi ve Hitler’in arkasındaki gizli ve büyülü güç de Thule örgütüydü. Bu örgütün en önemli ismi Münih Üniversitesi profesörlerinden Karl Haushoffer adlı bir bilim adamıydı.

Karl Haushoffer’ın kimliği de en az Hitler kadar ilgi çekici. Haushoffer ile Hitler’i tanıştıran Rudolf Hess’ti. Thule grubunun yaşayan son üyesi Rudolf Hess, barış görüşmeleri için silahsız bir uçakla İngiltere’ye gönderilmiş ancak beklenmedik bir şekilde tutuklanmıştı. Savaştan sonra da Hess, Nazi savaş suçlularının kapatıldığı Spandau Cezaevi’nde ömür boyu tutuldu. Diğer mahkumların bazıları idam edildiler veya cezalarını çekip tahliye oldular, ancak Hess Spandau Cezaevi’nin tek mahkumu olarak yıllarca İngiliz, Fransız, Amerikalı ve Ruslar’dan oluşan bir birliğin gözetimi altında kaldı. Hakkında bir çok kitap yazıldı. Bunlardan birisi on yıl önce “Dünya’nın En Yalnız Adamı” ismi ile Türkçe’ye çevrildi.

Hess, çok yaşlanmasına, aradan uzun yıllar geçmesine ve ötekiler kadar ağır bir savaş suçlusu olmamasına rağmen neden ölünceye kadar hapiste tutulmuştu? Hess’i farklı kılan, savaşın farklı sebepleriyle ilgili olarak bildikleri, Hitler ve Haushoffer’e olan yakınlığıydı. Hitler iktidara gelişinden önce yaşanan ayaklanmadan ötürü hapse atılınca, Haushoffer onu hergün ziyaret ediyordu. 1869 doğumlu olan Haushoffer, Hindistan ve Uzak Doğu’nun çeşitli yerlerinde uzun yıllar görevli olarak bulunmuştu. Japonya’ya gitmiş ve Japonca öğrenmişti. Ona göre Alman ırkının kökenleri Orta Asya’da idi. Haushoffer, en gizli Budist örgütlerinden birine alınmış ve görevinin başarısızlıkla sonuçlanması durumunda harakiri yapmaya yemin etmişti. 1914 yılında genç bir generalken olayları önceden isabetle tahmin etmesi ile dikkatleri üstüne toplamıştı. Düşmanın saldıracağı saati, top mermilerinin düşeceği yerleri, fırtınaları, yabancı ülkelerdeki siyasal değişimleri önceden biliyordu. Hitler de ordusunun Paris’e ilk gireceği günü, çeşitli cephelerde düşmanın ne kadar dayanabileceğini ve Roosvelt’in ölüm tarihini önceden doğru tahmin etmişti.

Haushoffer, I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden öğretim hayatına döndü. Çeşitli bilimsel içerikli dergiler yayınladı. Nazi Partisi’nin sembolü olan Gamalı Haç’ı seçen de oydu. Nitekim “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında Wulf Schwartzwaller iddiaları doğruluyor:

“Hitler, Landsberg Hapishanesi’ndeyken en düzenli ziyaretçileri Münih Üniversitesi Jeopolitik Enstitüsü Profesörü General Karl Haushoffer ile Rudolf Hess’ti. Hitler, ‘Kavgam’ adlı kitabını bu iki önemli ismin yardımıyla yazmıştı. Haushoffer, Hitler ve Hess çok uzun söyleşilere, müzakerelere dalıyorlardı. Haushoffer gizli bilimlerin yanısıra Zen Budizmi’ne de ilgi duyuyordu. Tibetli Lama rahiplerinden ders almıştı. Dietrich Eckart’tan sonra Hitler’i etkileyen ikinci kişiydi. Berlin’de Berlin Luminous Locası’nı o kurmuştu. Haushoffer ünlü Rus büyücü ve metafizikçisi Gregor İvanovich Gurdyev’in öğrencisiydi. Gurdyev ve Haushoffer dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün dünya dışı bir tür ile ilişki içerisinde olduklarına emin oldukları Tibet Locası’na üyeydiler. Hitler, Alfred Rosanberg, Himler, Goring ve Hitler’in hemen hemen yanından hiç ayırmadığı fizikçisi Dr. Morell de aynı zamanda bu Loca’ya üyeydiler.” (The Unknown Hitler, Wulf Schwartzeller, Berkeley Books, 1990)

Nazi Karargahında Tibet rahipleri
Hitler’in başında bulunduğu Nazi Partisi 1925 yılından itibaren hızla büyümeye ve iktidara yürümeye başladı. Partinin yedi kurucusu da kara güçler tarafından yönetildiklerine ruhen ve bedenen emindiler. Onları birleştiren yemin, enerji ve şans kaynağı bir Tibet Efsanesi’ne dayanıyordu. Araştırmacı yazar Ergun Candan, “Gizli Sırlar Öğretisi” adlı kitabında bu konuyla ilgili son derece çarpıcı bulgulara yer veriyor:

“II. Dünya Savaşı sonlarına doğru yıkılan Nazi Karargahı’na girildiğinde, hiç akıllara gelmeyen bir şeyle karşılaşılmıştı. Yıkıntılar arasında 12 Tibetli rahibin cesetleri bulunuyordu. Bu duruma o yıllarda hiç bir anlam verilememişti. Aslında savaş atmosferi içinde bunu hiç kimsenin düşünecek hali de yoktu. Savaş bitip de her şey normale dönmeye başladıktan sonra bu durum bir çok kimsenin dikkatini çekmeye başladı:

Nazi Karargahı’nda 12 Tibetli rahibin işi neydi? Bu soru uzun bir süre zihinleri meşgul etti. Naziler ile Tibetli rahiplerin ne gibi bir birlikteliği olabilirdi? İşte bu konu inceden inceye araştırılmaya başlandı. Ortaya çıkan sonuçlar bir hayli düşündürücüydü: Naziler bir yer altı uygarlığı olduğuna inanılan Şambala ile irtibatlıydılar!

Her şey Thule Efsanesi’yle başlıyordu. Thule Efsanesi’nin kökeni ise kayıp bir uygarlığa dayanıyordu. Bu da Nazizm’in temelini oluşturuyordu. Bu efsane etrafında birleşen bir grup, Thule adında gizli bir tarikat kurdu. Nazi Partisi’nin yedi kurucusundan biri olan Diettrich Eckardt, Thule tarikatinin temel felsefesini şöyle açıklıyordu:

“Thule’un tüm sırları, eski kayıp bir uygarlığa dayanır. İnsanoğlu ile ‘dış zekalar’ arasında bulunan bazı aracı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. Bu güç kaynağı Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkmasını ve insan türünün değişimini sağlayacaktır.”

İşte bu sözler özetle Nazizm’in de temelini oluşturmaktaydı. Gizli Thule Tarikati’nin üyeleri arasında Rudolf Hess, Karl Haushoffer, Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi önde gelen isimler bulunmaktaydı. Daha sonraları Hitler’in büyü çalışmaları da gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bunlardan en belirgin olanı radyodan yaptığı konuşmalarda kullandığı ‘ses büyüsü’ denilen bir yöntemdi. Bu yöntem büyük kitlelerin etki altına alınmasında büyük bir fonksiyon görmüştü.”

Ergun Candan’a göre bir başka ilginç nokta da Naziler’in bayraklarında kullanmış oldukları semboldü. Bu şekil öyle rastgele seçilmiş bir sembol değildi. Gamalı Haç insanlığın kullanmış olduğu en eski sembollerden biriydi. Dünyanın pekçok köşesinde bu sembole rastlanmıştı. Eski uygarlıkların en önemli sembollerinden biri olan Gamalı Haç’ı daha da ilginç yapan özellik, bunun bir Mu sembolü olmasıydı. Mu kültürüyle karşılaşan tüm eski uygarlıklar da, bu sembolü kullanmışlardı.

Gamalı Haç, Mu kültüründen alınma
Gamalı Haç, Mu tabletlerinde ilk bulunduğu şekle dayanıyordu. Bu sembol dünya üzerinde yüze yakın yerde bulunmuş ve Mu uygarlığı ile ilgili bilgi ve belgeleri ortaya çıkaran Niven ve Churchward’ın kayıtlarında da yer almıştı. Bu sembol Mu’nun gizli bilgilerinin en önemli sırlarından birini bünyesinde saklıyordu. Sembolün anlamı Eski Mısır ve Tibet’teki mabetlerde bulunan rahiplerce, büyük bir sır olarak saklanmış ve kimseye bu sırla ilgili bir açıklama yapılmamıştı. Bu sembolün sırrını sadece gizli eğitimden geçen rahipler bilmekteydi. Kökeni Mu’ya dayandığı için bu sembol iki yer altı uygarlığı olan Agarta ve Şambala’da bilinen ve kullanılan bir semboldü. Naziler’in bu sembolü ele geçirmeleri de Tibet’teki gizli çalışmalarına dayanmaktaydı. Şambala üyesi bazı rahiplerden öğrendikleri sırlar arasında bu sembol de bulunmaktaydı. Böylece sembol Şambala’nın karanlık güçlerine hizmet eden Naziler tarafından dejenere edilerek karanlık amaçları doğrultusunda bayraklaştırıldı.

Hitler, kendi liderliğindeki dönemde ateş çağının yaşanacağına, buz ve soğuğun yenileceğine inanıyordu. İddialara göre, Rusya’daki buz çöllerine askerlerini yazlık elbiselerle göndermesi bu yüzdendi. Kafkasya’ya girdikten sonra yüksek rütbeli üç SS subayı, yüksek bir dağın zirvesine Gamalı Haçlı kara tarikat bayrağını dikti. Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi söylevcisi Goobels haykırıyordu. “Anlamıyor musunuz? Evrensel anlayış yenildi, ruhsal güçler yeniliyor. Hüküm saati geliyor, tüm insanlar acı çekecekler ve çekmeliler.” Hitler ekliyordu: “ Yeterince kayıp verilmedi!”

Hitler ve yandaşları korkuyorlardı. Karşıt güçler harekete geçmişti ve cezalandırılacaklardı. Son anda bile, Berlin düştüğünde, metroya sığınmış 300 bin Alman için Hitler çılgınca emir verdi: “Metroyu sular altında bırakın, herkes ölsün, bu bir ayindir ve kurban gerektirir, böylece yerdeki güçler yardımımıza koşacaktır.” Gerçekten çıldırmış mıydı yoksa öğretisini mi uyguluyordu?

“Ya Masonlar, ya biz” Rausching’in kitabında Hitler ve arkadaşlarının kendilerine başka tarikatları rakip gördükleri açıkça ortaya konuyor ve son derece önemli ipuçları bulunuyor:

“Düşmanlarımdan çok şey öğrendim. Katoliklerden, Marksistlerden veya masonlardan. Masonlar hakkında bir rapor hazırlattım. Simgeler, esrarlı törenler. Bu adamlarda tehlikeli olan tek şey, benim de kullandığım tarikat sırrı yöntemidir. Bir tür ruhani aristokrasi oluşturuyorlar. Hiyerarşik bir örgüt kuruyor ve simgeler kullanıyor ve ayrı ayrı ibadetler yapıyorlar yani zekayı yormadan. Alıştırarak simgelerin büyüsel etkilerini kullanıyorlar. İşte masonların en tehlikeli yönü budur. Dünyada bir kaç örgüte yer yoktur. Ya masonlar ya biz...”

‘Zaman Gezmenleri’ adlı kitapta da konuyla ilgili ilginç bazı ayrıntılar bulunuyor:

“Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi’lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilim ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkansızdı. Adolf Hitler’in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi ‘Thule Örgütü’ idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı.

1923 sonbaharında Münih’te, şair Dietrich Eckardt ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, ‘İşte benim Hacer—i Esved’im’ dedi. Astronomik bilimin kurucularından Prof. Oberth’e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınarak dostu Houshoffer’e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı. Thule örgütü yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.”

Thule’n son temsilcileri
D. Eckardt’la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920’lerde Hitler’i tanımışlar, üç yıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler’e Doğu bilgisinin gizemlerini, gizli dilini ve konuşmayı öğreten Eckardt’tı. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü; gizli öğreti ve propaganda planları. Eckardt, 1923 yılının temmuz ayında kurulan Hitler’in Nasyonel Sosyalist Partisi’nin yedi kurucu üyesinden biriydi.

Kitaba göre Thule örgütünün ardında Cermen kökleri yatıyordu. Dünyanın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet ediliyordu. Kökleri Mu uygarlığına dayanıyordu. Öğretinin temel taşlarını “insan psikolojisinin bilinmeyen yanları” ve “zaman boyutları” oluşturmaktaydı. Eckardt ve dostları, Thule’un dünyadaki temsilcileriydi. Dünyanın kaderini değiştirip üstün bir ırk meydana getirerek, “üst zekalılarla” diyaloğa geçmeyi hedefliyorlardı. Thule’un temsilcileri Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess’i kendi amaçları için kullanmışlardı.

1926 yılında Berlin’de, Berlin ve Münih’e küçük bir Tibet kolonisi yerleşti. Ruslar Berlin’e girişleri sırasında cesetler arasında rütbesi olmayan bin kadar Tibet ölüm gönüllüsüne rastladı. Nazi hareketi başarıya ulaşır ulaşmaz Tibet’e heyetler gönderilmiş ve bu 1943’e kadar kesintisiz devam etmişti. Thule grubu üyeleri uzlaşmayı bozacak bir hata işleyecek olurlarsa intihar etmeye yemin etmişlerdi ve 14 Mart 1946’da Karl Haushoffer, karısı Martha’yı öldürüp, Japon usulü harakiri yaptı. Mezarına hiç bir anıt ya da haç dikilmedi. Oğlu, Hitler’e karşı düzenlenen süikaste karışanlardan biri olarak idam edildi. Ceketinin cebinde şiir şeklinde yazılmış olan şu yazı bulundu: “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:41 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
27 Haziran 2012       Mesaj #8
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi

Adolf Hitler


(1889 Braunau/Avusturya - 1945 Berlin)
Alman diktatörü ve devlet adamı.

Babası Avusturya'da küçük bir gümrük memuru idi. İlkokuldayken çok çalışkan bir öğrenci olmasına karşın, lise öğrenimi hiç de parlak geçmedi. Babasının ölümünden sonra okulu terk ederek Linz kentinde düzensiz olarak resim ve çizim işleriyle uğraştı. Ressam olmak istiyordu. Bu amaçla Viyana'ya gitti (1905). Ancak Viyana Güzel Sanatlar Akademisi'ne giremedi. Viyana'daki hayatı yoksulluk içinde geçti. Bu maddî ve manevî yoksulluk ortamında Yahudi düşmanı akımların etkisi altında kaldı. Azılı bir Yahudi düşmanı kesildi. 1913'te Münih'e yerleşti.

I. Dünya Savaşı çıkınca Bavyera ordusuna gönüllü olarak katıldı. Savaş sırasında iki kez yaralanan, onbaşılığa yükseltilen ve gösterdiği yararlıklardan ötürü Alman Demir Haç nişanı ile de iki kez ödüllendirilen Hitler, bir zehirli gaz saldırısı sırasında geçici bir körlüğe uğradı ve savaş bitinceye kadar hastanede kaldı. 1919 - 1920 yıllarında Alman Ordusu'nda Bolşevikler'le mücadele ve milliyetçilik propagandası yapmakla görevlendirildi. Bu görev onun topluluklar karşısında konuşma ve toplulukları etkileme yeteneğini geliştirdi. Bu yıllarda (1919) Münih'te küçük, adı bile duyulmamış olan Alman İşçi Partisi'ne yedinci üye olarak girdi. Gerçekte partinin varlığı ile yokluğu birdi. Fakat Hitler bu partiye yepyeni bir canlılık ve ruh getirdi. Kısa bir süre içinde partinin tek şefi ve lideri oldu.

I. Dünya Savaşı yenilgisi, savaştan sonra İngiltere ve özellikle Fransa'nın tazminatları ve nihayet işsizlikten bunalmış, şaşkına dönmüş Almanları, ortaya attığı sloganlarla etkilemeyi bildi. Partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirdi (1920). Reich ordusu ve işveren sendikalarıyla parti adına yararlı ilişkilere girişti. Yarı askerî bir örgüt olan hücum taburlarını (S.A.) kurdu. 8 Kasım 1923'te General Erich Ludendorff ile birlikte Bavyera hükümetini devirmeye teşebbüs etti. Fakat başaramadı. Beş yıl hapse mahkûm edildi. Bu muhkûmiyetinin ancak bir yılını hapiste geçirdi. Affa uğrayıp çıkmasına kadar geçen bir yıllık hapis süresince Alman faşizminin temel kitabı olan "Mein Kampf"ın (Kavgam) birinci cildini Rudolf Hess'e dikte ettirdi.

Hapisten çıkınca, 1925 yılında Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni yeniden kurdu. Partinin vurucu güçleri olarak da S.A. ve S.S. (Güvenlik Birlikleri) örgütlerini faaliyete geçirdi. Yasal yollardan iktidara gelmenin çarelerini araştırdı. Çok etkili bir propaganda mekanizması geliştirdi. İşsizliği daha da artıran 1929 ekonomik bunalımından yararlanmasını bildi. Nazi Partisi'nin 1928'de 12 olan milletvekili sayısı, 1930 seçimlerinde 107'ye, Temmuz 1932 seçimlerinde de 230'a kadar yükseldi. Her seçimde partisini daha büyük başarılara ulaştıran Hitler, 30 Ocak 1933'te en güçlü partinin lideri olarak Reich Şansölyesi (Başbakan) oldu. Hitler iktidara geldikten sonra önce parlamentoyu feshetti. Komünistler yasadışı ilân edildi. Yeni meclis, şansölyeye dört yıl süreyle tam yetki tanıdı. 30 Haziran 1934 gecesi (Uzun Bıçaklar Gecesi) tüm siyasî hasımlarını ortadan kaldırttı.

2 Ağustos 1934'te Cumhurbaşkanı Hinderburg öldü. Hitler, başvurduğu plebisitle oyların % 88'ini kazanarak Führer unvanıyla başkanlık ve şansölyelik yetkilerini kendinde topladı (Ağustos 1934). Gestapo adlı devlet polis örgütünü kurdu ve toplama kampları açtı. Dış politikadaysa, savaşa girmeden önce Almanya ve Avusturya - Macaristan imparatorluklarına ait olan yerleri ilhak etme, Almanya'yı Versailles Antlaşması hükümlerinden kurtarma yollarını izlemeye başladı. Avusturya'yı (13 Mart 1938) işgal etti. Kademeli olarak 30 Eylül 1938'de Çekoslovakya'yı işgale başladı ve 22 Mart 1939'da işgali tamamladı. Alman-Rus saldırmazlık paktını imzaladıktan (23 Ağustos 1939) sonra da, Polonya'yı istilâya başlayınca (1 Eylül 1939) İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş açtılar. Böylece II. Dünya Savaşı başladı. Alman zaferleri birbirini kovaladı. Almanya, Avrupa'nın üstünde egemenlik kurdu. İşgal ettiği ülkelerde,işbaşına kukla hükümetler getirdi. 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'ne saldırdı. Savaş 1941 ve 1942 sonuna kadar Alman başarılarıyla sürdü. Ama Stalingrad bozgunundan (2 Şubat 1943) ve Normandiya'da ikinci cephenin açılmasından sonra (6 Haziran 1944) Almanya'nın yenilmesi kaçınılmaz hâle geldi.

20 Temmuz 1944'te Hitler'e başarısız bir suikast yapıldı. 20 Nisan 1945'te Almanya'nın kesinlikle yenildiğini anlayınca, yüksek komutayı Amiral Dönitz ile Göring'e verdi. 29 Nisan'da metresi Eva Braun ile evlendi ve Dönitz'i kendine halef olarak bıraktı. 30 Nisan 1945'te de Eva Braun ile birlikte intihar etti.

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Aralık 2016 18:30 Sebep: başlık ve sayfa düzeni
okugezgör - avatarı
okugezgör
Ziyaretçi
17 Temmuz 2012       Mesaj #9
okugezgör - avatarı
Ziyaretçi

Adolf Hitler


MsXLabs.org

Hitler 1889 da Avusturyanın Braunau ilçesinde doğmustur.6 yaşındayken ailesiye birlikte linze taşınmıştır ve burda büyümüştür.Babası Alois hitler bir gümrük memuruydu.Ve kendilerini idare edebilecek ölçüde para kazanıyorlardı ve babası küçük oğlunun da kendisi gibi memur olmasını istiyordu.Hitler ilkokuldayken güzel notlar almasına ve başarılı bir öğrenci olmasına karşın babasının isteğini yerine getirmek istemediği için derslerini çalışmaz ve okulu sallamaz olmuştu.Babasının bu davranışından nefret ediyordu ve asla onun gibi bir memur olmak istemiyordu.Fakat babası çok inatçı ve sert bir insandı ona karşı gelmek mümkün değildi ama hitler onun gibi olmayacağını söyleme cesaretini göstermişti fakat evde büyük kıyametler kopmuştur.Hitler 14 yaşına geldiğinde babası ani bir şekilde vefat etmiştir hitler üzülmüştür elbette ama hitler annesini sevdiğini babasına saygı gösterdiğini her zaman dile getirmiştir.Babası öldükten sonra üzerindeki baskının azalmış olmasıyla okulu iyice takmaz olmuştur ve 16 yaşında okulu bırakmıştır.O zamanlar başına geleceklerden habersizdi okulu bırakmasının neleri ona kaybettirdiğini daha sonra anlayacaktı.18 yaşındayken de annesini kaybetmişti hitler hayatında iki kez ağlayan hitlerin ilk kez annesi öldüğünde ağladığını söylenmektedir.Artık hayatında kimsesi kalmamıştı.Daha sonra hitler 19 yaşında viyanaya gitmeye karar verir viyana güzel sanatlar okulunun sınavına girmeye karar verir.Hitlerin hayalı ressam olmaktı ressam olamazsa ise en kötü mimarlığı istiyordu .Çocukluk arkadaşı AUGUST KUBİZEK le birlikte sınavlara girer kubizek müzik dalından girer ve akademiyi basarıyla gecer ama hitler sınavı gecememişti bu onun icin bir şok olmuştur.Kendisi sınavı gececeğinden o kadar emindi ki bu onu cok sarsmıştır.kubizekle aynı odayı paylaşan hitler kaybettiğini öğrendiği zaman arkasında bir not bile bırakmadan odayı terk etmistir.bu bilgileri cocukluk arkadası kubizek in yazdığı kitaptan biliyoruz 'The Young Hitler I Knew '.arkadaşlar eğer yazımı okuduysanız begendiyseniz bana soru şeklinde dönemlerini merak ettiklerinizi sorabilirsiniz kendisiyle ilgili bir çok kitap okudum ve araştırma yaptım sizi bilgilendirmeye çalışırım.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Baturalp; 26 Aralık 2016 18:30
kerberosss - avatarı
kerberosss
VIP cambaz
30 Ağustos 2013       Mesaj #10
kerberosss - avatarı
VIP cambaz
Hitler, gizli bir Müslüman olduğu öğrenildiği için yenildi.
Ad:  Adolf Hitler5.jpg
Gösterim: 2593
Boyut:  49.7 KB

Hitler, 1939'dan 1943' kadar, Rusya ile savaştığı Stalingrad cephesine kadar hiç mağlubiyet tatmadı.

Polonya varlık bile gösteremedi. Fransa'da iki milyon Fransız askerini esir aldı. İngiltere kendi derdine düşüp kendini bile koruyamadı. Alman bombardımanlarına karşı şehirlerin üzerlerini tel örgülerle örme projeleri bile düşünmek zorunda kaldılar.

Hitler, önce beraber hareket edip Polonya'yı beraber işgal ettikleri Rusya'ya da sonradan savaş ilan etti. Rusya da neye uğradığını şaşırdı. Yüzlerce kilometre geriye kaçtı Ruslar... Köylerini, kasabalarını, hayvanlarını, ticarethanelerini bırakıp kaçtılar. Savaş için gerekli olacak fabrikaları da yüzlerce kilometre geriye taşıdılar. Rus kadınları her gün 15-20 saat cephane imal ederken, aşırı yorgunluktan can veriyorlardı. Rus askerleri, Alman taarruzları karşısında neye uğradıklarını şaşırıyorlardı. Her şey mükemmel gidiyor ve Rusya gibi bir dev de diz çöküyordu ki, galip durumda bulunulan Stalingrad cephesinde Almanlar bir bozgun yaşadılar. Bir anda çöküş başladı ve tam üç yüz bin kayıp verdiler. Şoktu bu, korkunç bir rakamdı Almanlar için... Sebebi de Rusların taktikleri, gizli teknolojileri, şusu busu değildi. Bir anda Alman askerlerinin inançlarını kaybetmeleriydi. Çünkü Ruslar, Hitler'in namaz kılarken çekilen görüntülerini uçaklardan Alman askerlerinin üzerlerine atmışlardı...

Hitler kendisine itaat etmeyen yüz binlerce asker ve yüzlerce üst rütbeli subaya rağmen Stalingrad bozgununu kurtarmaya çalıştı. Kendisine bağlı SS'lerden ve Rusya'da yaşayıp Stalin karşıtı olanlardan bir çakma ordu oluşturdu. Bununla bile yine de Rusları zor duruma soktu. Ama olmadı... Bir anda tersine dönüş başladı ve yıllardır hiç mağlup olmamış Hitler bir daha galip olamadı.

Bu bozgunda sonra bile Alman ordusu, yüksek rütbeli subayları, Hitler'e itaat etselerdi, Hitler yine başarıya ulaşırdı. Zira Rusya'nın hali de çok çok perişan olmuştu.

Hitler işgal ettiği bölgelerde Müslümanlara kötü davranmamıştı. Kudüs Müftüsü Emin el Hüseyni, Hitler'le beraber çok vakit geçirmiş ve Müslümanların faydasına olacak çok projeler geliştirmişlerdi. El Hüseyni, Hitler'in gizlice Müslüman olduğunu ifade edenlerden, Hitler'in Müslümanlığına şehadet edenlerdendi. Hitler'in emrindeki Müslüman Nazi ordularını manen motive eden biriydi el Hüseyni...

Silsile-i Saadat'ın 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) da Hitler'in gizlice Müslüman olduğunu talebelerine anlatmıştı.

Hitler'in dahiyane siyasetleri ile Batı dünyası akıl almaz bir çöküş yaşadı, kendi dertlerine düştüler ve sömürgeleri ile ilgilenemediler. Bu sayede batının sömürgesi haline düşmüş pek çok Müslüman milletler bağımsızlıklarına kavuştular.

Eğer, süpriz bir şekilde Hitler Müslüman olmasaydı, onu iktidara getiren, finanse eden, ordularını ve hava kuvvetlerini bile kuran Siyonistler, dünyanın süper gücü olarak Almanya'yı çıkartacaklar ve onun üzerinden dünya hâkimiyetine gitmeye çalışacaklardı. Olmayınca, ABD kartını kullandılar. Hitler’in Müslüman oluşu tarihi bir kırılma noktasını oluşturdu. Bir anda bütün planlar ve hedefler değişiverdi.

Geçenler de İsrail eski Başbakanı Ehud Barak "Eğer Stalin Hitler'i durduramasaydı. Şu anda İsrail devleti yoktu." mealindeki açıklamasını da her halde bu yüzden yaptı. Hitler biraz daha mesafe alabilseydi, Filistin'e ve bütün Ortadoğu’ya Müslümanların hâkimiyetini getirecekti.

Kuşkusuz bu konu daha çok araştırılıp tartışılacaktır. Bizim şu anda söyleyeceklerimiz bu kadar.

| Mehmet Fahri SertkayaAkademiDergisi.com
30 Ağustos 2013
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 20 Şubat 2017 22:43
"Kendi yaralarını kendin dikebilirsin." dedi tanrı ve bana bir iğne verdi...

Benzer Konular

26 Aralık 2016 / Misafir Cevaplanmış
26 Aralık 2016 / Misafir Cevaplanmış
6 Eylül 2008 / KisukE UraharA Bilim ww
9 Ekim 2008 / Kral_Aslan Asker ww
25 Eylül 2015 / Safi Siyaset ww