Arama

Müzikte çok seslilik kavramı nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 3 Aralık 2012 Gösterim: 89.054 Cevap: 55
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
müzikte çok seslilik kavramının açıklanması...?
EN İYİ CEVABI _KleopatrA_ verdi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

çok sesli müzik nedir???? salı gününe gitcek lütfen cavaplayın

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

çok seslilik nedir

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

1:)çok seslilik ne demektir?

Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

çok seslilik nedirrrrrrr

Çok Sesli Müzik
Türlü sesleri, kulağa hoş gelecek şekilde dizme sanatına verilen ad. Güzel sanatların bir kolu olan müzik, insanlığın doğuşu ile başlamıştır. İlkel toplumlarda yapılan din törenlerinde bu törenlerin kutsallığı, çoklukla çalınan müzik aletlerinin, söylenen dini şarkıların yardımı ile daha da artmıştır, ilk çağlarda eski Yunanlıların, din törenlerinde müziğe verdikleri önemin büyüklüğü, bunu gösteren örneklerdir. Ortaçağ boyunca, halk müziğinin yanı sıra dini müziğin de önem kazanması, bulunan yeni yeni müzik aletleri ile toplumlara daha geniş ölçüde etki yapan bir sanat durumuna gelmesi sonucunu doğurmuştur.
Sponsorlu Bağlantılar

Fakat, müzik alanında asıl gelişmeler, Yeniçağla birlikte başlar. Ortaçağda meydana çıkan çok sesli müzik, Yeniçağda daha büyük gelişmeler kazanmış, matbaacılığın keşfi müzik notalarının çok yaygın olması sonucunu doğurmuş, yetişen büyük besteciler, müziği insanlığın ölmez bir sanatı haline getirmiştir.

Müzik, ses ve ritm arasındaki bağlantılarla meydana gelir. Zaman içinde akıp giden ses, ölçülebilen ve tckrarlanabilen parçalara bölünebiliyorsa, başka bir deyimle ritmleşmişse, o sese müzik denir.

Müzik sesleri, bir çeşit müzik yazısı olan nota ile tespit edilebilmektedir.
tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
tHeBruTaLiTyOfHeLL
Ziyaretçi
21 Aralık 2008       Mesaj #2
tHeBruTaLiTyOfHeLL - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye Müzik Kültürü
Sponsorlu Bağlantılar
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
21 Aralık 2008       Mesaj #3
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Çok seslilik/Tek seslilik


Müzik - 02.10.2008 - 11:48
Aslında, ne yalan söyleyeyim en az bildiğim konudur müzik... Hadi itiraf edeyim, neredeyse hiç bilmediğim....
Ama, Milliyet Blog dostum ZELİN ARTUG: "Hocam, ille yaz, bir şeyler." deyince aklımın erdiği dilimin döndüğünce bir şeyler yazayım dedim....
En bilinen ve doğru tanımıyla BATI' nın müziği ÇOKSESLİ; DOĞU'nun TEKSESLİ'dir.
Bunun nedenini şöyle "ayaküstü" düşününce, çoksesli ve teksesli müziğin temelinde DİNİN yattığını söyleyebilirim...
Hıristiyanlık, İslamlık'a (Hıristiyanlık oluyor da İSLAMLIK neden olmasın?) göre, özellikle ibadet açısından çok faklı bir dindir...
En başta Hıristiyanlıkta bir RUHBAN sınıfı vardır... (İslamlık'da RUHBAN sözde yoktur da bizde özellikle son dönemlerde halka dini açıklayan ve bundan para kazanan bir ULEMA sınıfı doğmuştur...Arap'ta zaten bin zamandır böyle bir ULEMA SINIFI vardı... Yani, KUR'AN da olmasa da pratikte İslamlık'ta da bir RUHBAN sınıfı vardır...) Hıristiyanlık, halkın bu RUHBAN kişilere GÜNAH ÇIKARMASI ve bunun karşısında GÜNAHLARININ AFFEDİLMESİ geleneğini ya da kuralını getirmiştir....
Hıristiyanlık'ta İki bin yıldır, işleyen bu GÜNAH ÇIKARMA aslında çağdaş anlamda bir tür psikolojik danışmanlık olduğundan (öyle ya birey, kendi kendini bir başkasına anlatıyor, hem de en mahrem sırlarını....) belki de amacı dışında bir şeyi, BİREYİN KENDİ BİREYSELLİĞİNİ FARK ETMESİ' ni, sağlamıştır.
Nihad Sami Banarlı'da "roman" türünün neden DOĞU'da değil de BATI'da doğduğu bu GÜNAH ÇIKARMA ile açıklar... Roman, bireyin anlatılmasıysa, GÜNAH ÇIKARMA da bireyin bir tür kendiyle İÇ HESAPLAŞMASIYSA "roman" türünün BATI' da yani Hıristiyan toplumlarında doğaması dolaldır, diye düşünür BANARLI.... Sanırım da haklıdır...
Bunu bir kenara yazın.....
İbadet etme açısından Hıristiyanlık'ı İslamlık'tan ayıran bir başka önemli nokta ise, resmi ibadet gününün tek olması (pazar sabahı) ve ibadette ille de MÜZİK olmasıdır....... Pazar ayini sonrası kilise ayinine katılan halk, genellikle org ve piyano eşliğinde toplu halde (bu KORO demek) ihahi okurlar ve ayin sona erer... Çok sesli müziğin ilk adımları demek değil midir bu?
Her kilise de genellikle çocuklardan, oluşan bir kilise korosu bulunur... Bu koroya seçilen çocuklar toplumda ayracılıklı düşünülür... Sonraları, emekli olan yaşlılar, ev hanımları da bu kilise korolarında görev almışlardır....
İki bin yıldır nesilden nesile gelen bu "kilise korosu eşliğinde müzik" , özellikle 17.yy larda başlayan ve devam eden KLASİK BATI MÜZİĞİNİN temelini oluşturur....
(Antik Yunan da TRAGEDYA'da arasında duygular yoğunlaştığında da KORO vardı.... Hıristiyanlığın bir YUNAN ve LATİN kültürü üzerine de inşa edildiği aklınızda olsun.)
İslamlık'ın klasik anlayışında ise ibadet esnasında MÜZİK yasaktır... İslamlık'ın aslında "kaçak sokak çocukları" olan TASAVVUF ve ALEVİLİK'te ibadet esnasında MÜZİK serbest olsa da bu iki kol; resmi İslamlık'ta hep SOKAK ÇOCUĞU muamelesi görmüş, küçümsenmiştir... Bugün ülkemizde hâlâ CEM EVLERİ İSLAMLIK'ın İBADET EVLERİ sayılmamaktadır.... Cem evlerinde müzik eşliğinde kadınlı erkekli sema geçilmesini klasik İSLAM asla kabul etmemekte, hatta onu ibadet saymamaktadır....
Bu aklımca açıklayıcı bilgiler ışığında baktığımızda, BATI toplumunun ÇOK SESLİ müziğe yatkınlığı, neredeyse Hristiyanlık öncesine bile dayandırılabilirken, DOĞU toplumlarında gerek İslamlık öncesi gerek İslamlık sonrası müzikte böyle bir ÇOKSESLİLİK söz konusu değildir...
Doğu toplumlarının en belirgin çalgı aletleri başta saz veya onun türevleri, ardından tambur, kanun dur en genel anlamda.... Elbet, biz doğu toplumlarında da Itri, Dede Efendi, Cemil Bey gibi besteci ve icracılar gelse de (ki yaptıkları müzik asla küçümsenmez...) ama onlar, çoksesli müzik formatında değildirler....
19.yy içinde din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçen BATI, dinden gelen müziğini de soylulardan gelen müziğini de laik/birey /burjuva toplumunda halklaştırmış, "TU KAKA" deyip ne LAİK olduğu için DİNDEN gelen müziğini, ne de artık BİREY olduğu için kölelik/soyluluk düzeninden gelen müziğini reddetmemiştir...
Oysa, İslamlık ve Budizm'e dayalı doğu toplumlarında bir din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçiş zaten gerçekleşmediğinden, müzikte Batı toplumları benzeri bir çoksesliliğe geçiş de söz konusu olmamıştır....
Bizim ülkemiz, M. Kemal sayesinde laik / birey toplumuna geçmeyi başaran ilk İslam ağırlıklı nüfusa sahip devlet olsa da, kültürünü halka yayacak gelişmiş bir burjuvaya sahip olmamasından (başka bir deyişle burjuvası bile hâlâ köylü olduğundan) ekonomik anlamda bir üstyapı kurumu olan müzikte de köylü kalmış, ancak saz çalmayı becerebilmiştir.... Yeni cumhuriyet, bir de kendinden önceki Osmanlı Kültürünü, hepten red edince bu kez elde Dede Efendi'ler, İtri'ler de kalmamıştır....
Eh ilerleyen zaman içinde ülkemizde ortaya çıkan SOL İDEOLOJİ de, zaten çok sesli BATI MÜZİĞİ bilmediğinden, (bilenlerde BURJUVA MÜZİĞİ saydığından) gerici düşündüğü Osmanlı müziğine de sırt çevirdiğinden elinde kala kala SAZ VE SÖZ e dayalı halk müziği ve edebiyatı kalmıştır...
Bu nedenle saçı başı ağarmış, artık torun sahibi olmuş 68 ve 78 kuşakları devrimcilerinin hepsi saz çalar; (ben de dahil) DEVRİMCİ ARABESK Ahmet Kaya'ya hayran olur; azıcık akıllıları çok sesliliği en azından eserlerinde deneyen Sezan Aksu ve Nilüfer' hayran olur; ama gene de KLASİK BATI MÜZİĞİ konserlerlerine sadece İLERİCİLİKLERİ ne ZELAL gelmesin diye gider de konserde genellikle uyurl....
Son zamanlarda bir de şu gelişmiştir ülkemizde müzik alanında....
Teksesli müzikte, yönetici olmaz.... Olursa saçma olur...
Ama halk müziği korosunda bir yönetici elinde değneği bir o yana bir buya sallar da, ne saz çalanlar ne de türkü söyleyenler yöneticiye bakar....
Bunlar, tek saz ve tek kişiyle söylenecek bir halk müziği ezgisini, on saz, üç darbuka ile söylenirse çok sesli MÜZİK yaptım sanmaktadırlar.....
Bir saz varken, on saz kullanmak, eğer o sazları çalanların hepsi aynı notalara basıyorsa benim müzik cahili aklımla bile ÇOKSESLİ olmaz... Olsa olsa saz sesini daha fazla yükseltmek olur... Peki o zaman bu sazların başında elinde sopası sağa sola sallayan adam ne yapmaktadır?
Saz çalanların hiçbiri, ne önlerindki notaya ne de yöneticiye bakmaktadır oysa.... Halk müziğinde ritm billedir.... Çalanlarda bin zamandır ezberlemiştir.... TV'lerde yakın çekim gösterdiğinde çoğu saz çalan sanatçı gözlerini kapatıp ritme uymaktadır..... Ama önlerine notalar, başlarında da yönetici vardır.....
En azından derim ya... Hadi ÇOKSESLİLİĞİ beceremedik; bari bu saçmalığı yapmayın.....
Aynı şey TÜRK SANAT MÜZİĞİNDE de geçerli..... Yahu "Avuçarımda hâlâ sıcaklığın var..." çalan bir saz heyetine ve bunu söyleyen kişiye veya koroya yönetici gerekir mi......?
Az müzikten anlayanların, kendisiyle dalga geçtiğini düşünmez mi o yönetici.....?
Yoksa her şeyimiz gibi bu da mı göstermelik ?.....
UFUK KESİCİ Antalya
Quo vadis?
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
23 Aralık 2008       Mesaj #4
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
müzikte çok seslilik nedir? sizin sitenize güveniyorum saatlerdir bu konuyu arıyom bir türlü bulamadım hadi çabuk cvp yazın bu ödevi yarın götürcem çünkü
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Aralık 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Keten Prenses adlı kullanıcıdan alıntı

Çok seslilik/Tek seslilik


Müzik - 02.10.2008 - 11:48
Aslında, ne yalan söyleyeyim en az bildiğim konudur müzik... Hadi itiraf edeyim, neredeyse hiç bilmediğim....
Ama, Milliyet Blog dostum ZELİN ARTUG: "Hocam, ille yaz, bir şeyler." deyince aklımın erdiği dilimin döndüğünce bir şeyler yazayım dedim....
En bilinen ve doğru tanımıyla BATI' nın müziği ÇOKSESLİ; DOĞU'nun TEKSESLİ'dir.
Bunun nedenini şöyle "ayaküstü" düşününce, çoksesli ve teksesli müziğin temelinde DİNİN yattığını söyleyebilirim...
Hıristiyanlık, İslamlık'a (Hıristiyanlık oluyor da İSLAMLIK neden olmasın?) göre, özellikle ibadet açısından çok faklı bir dindir...
En başta Hıristiyanlıkta bir RUHBAN sınıfı vardır... (İslamlık'da RUHBAN sözde yoktur da bizde özellikle son dönemlerde halka dini açıklayan ve bundan para kazanan bir ULEMA sınıfı doğmuştur...Arap'ta zaten bin zamandır böyle bir ULEMA SINIFI vardı... Yani, KUR'AN da olmasa da pratikte İslamlık'ta da bir RUHBAN sınıfı vardır...) Hıristiyanlık, halkın bu RUHBAN kişilere GÜNAH ÇIKARMASI ve bunun karşısında GÜNAHLARININ AFFEDİLMESİ geleneğini ya da kuralını getirmiştir....
Hıristiyanlık'ta İki bin yıldır, işleyen bu GÜNAH ÇIKARMA aslında çağdaş anlamda bir tür psikolojik danışmanlık olduğundan (öyle ya birey, kendi kendini bir başkasına anlatıyor, hem de en mahrem sırlarını....) belki de amacı dışında bir şeyi, BİREYİN KENDİ BİREYSELLİĞİNİ FARK ETMESİ' ni, sağlamıştır.
Nihad Sami Banarlı'da "roman" türünün neden DOĞU'da değil de BATI'da doğduğu bu GÜNAH ÇIKARMA ile açıklar... Roman, bireyin anlatılmasıysa, GÜNAH ÇIKARMA da bireyin bir tür kendiyle İÇ HESAPLAŞMASIYSA "roman" türünün BATI' da yani Hıristiyan toplumlarında doğaması dolaldır, diye düşünür BANARLI.... Sanırım da haklıdır...
Bunu bir kenara yazın.....
İbadet etme açısından Hıristiyanlık'ı İslamlık'tan ayıran bir başka önemli nokta ise, resmi ibadet gününün tek olması (pazar sabahı) ve ibadette ille de MÜZİK olmasıdır....... Pazar ayini sonrası kilise ayinine katılan halk, genellikle org ve piyano eşliğinde toplu halde (bu KORO demek) ihahi okurlar ve ayin sona erer... Çok sesli müziğin ilk adımları demek değil midir bu?
Her kilise de genellikle çocuklardan, oluşan bir kilise korosu bulunur... Bu koroya seçilen çocuklar toplumda ayracılıklı düşünülür... Sonraları, emekli olan yaşlılar, ev hanımları da bu kilise korolarında görev almışlardır....
İki bin yıldır nesilden nesile gelen bu "kilise korosu eşliğinde müzik" , özellikle 17.yy larda başlayan ve devam eden KLASİK BATI MÜZİĞİNİN temelini oluşturur....
(Antik Yunan da TRAGEDYA'da arasında duygular yoğunlaştığında da KORO vardı.... Hıristiyanlığın bir YUNAN ve LATİN kültürü üzerine de inşa edildiği aklınızda olsun.)
İslamlık'ın klasik anlayışında ise ibadet esnasında MÜZİK yasaktır... İslamlık'ın aslında "kaçak sokak çocukları" olan TASAVVUF ve ALEVİLİK'te ibadet esnasında MÜZİK serbest olsa da bu iki kol; resmi İslamlık'ta hep SOKAK ÇOCUĞU muamelesi görmüş, küçümsenmiştir... Bugün ülkemizde hâlâ CEM EVLERİ İSLAMLIK'ın İBADET EVLERİ sayılmamaktadır.... Cem evlerinde müzik eşliğinde kadınlı erkekli sema geçilmesini klasik İSLAM asla kabul etmemekte, hatta onu ibadet saymamaktadır....
Bu aklımca açıklayıcı bilgiler ışığında baktığımızda, BATI toplumunun ÇOK SESLİ müziğe yatkınlığı, neredeyse Hristiyanlık öncesine bile dayandırılabilirken, DOĞU toplumlarında gerek İslamlık öncesi gerek İslamlık sonrası müzikte böyle bir ÇOKSESLİLİK söz konusu değildir...
Doğu toplumlarının en belirgin çalgı aletleri başta saz veya onun türevleri, ardından tambur, kanun dur en genel anlamda.... Elbet, biz doğu toplumlarında da Itri, Dede Efendi, Cemil Bey gibi besteci ve icracılar gelse de (ki yaptıkları müzik asla küçümsenmez...) ama onlar, çoksesli müzik formatında değildirler....
19.yy içinde din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçen BATI, dinden gelen müziğini de soylulardan gelen müziğini de laik/birey /burjuva toplumunda halklaştırmış, "TU KAKA" deyip ne LAİK olduğu için DİNDEN gelen müziğini, ne de artık BİREY olduğu için kölelik/soyluluk düzeninden gelen müziğini reddetmemiştir...
Oysa, İslamlık ve Budizm'e dayalı doğu toplumlarında bir din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçiş zaten gerçekleşmediğinden, müzikte Batı toplumları benzeri bir çoksesliliğe geçiş de söz konusu olmamıştır....
Bizim ülkemiz, M. Kemal sayesinde laik / birey toplumuna geçmeyi başaran ilk İslam ağırlıklı nüfusa sahip devlet olsa da, kültürünü halka yayacak gelişmiş bir burjuvaya sahip olmamasından (başka bir deyişle burjuvası bile hâlâ köylü olduğundan) ekonomik anlamda bir üstyapı kurumu olan müzikte de köylü kalmış, ancak saz çalmayı becerebilmiştir.... Yeni cumhuriyet, bir de kendinden önceki Osmanlı Kültürünü, hepten red edince bu kez elde Dede Efendi'ler, İtri'ler de kalmamıştır....
Eh ilerleyen zaman içinde ülkemizde ortaya çıkan SOL İDEOLOJİ de, zaten çok sesli BATI MÜZİĞİ bilmediğinden, (bilenlerde BURJUVA MÜZİĞİ saydığından) gerici düşündüğü Osmanlı müziğine de sırt çevirdiğinden elinde kala kala SAZ VE SÖZ e dayalı halk müziği ve edebiyatı kalmıştır...
Bu nedenle saçı başı ağarmış, artık torun sahibi olmuş 68 ve 78 kuşakları devrimcilerinin hepsi saz çalar; (ben de dahil) DEVRİMCİ ARABESK Ahmet Kaya'ya hayran olur; azıcık akıllıları çok sesliliği en azından eserlerinde deneyen Sezan Aksu ve Nilüfer' hayran olur; ama gene de KLASİK BATI MÜZİĞİ konserlerlerine sadece İLERİCİLİKLERİ ne ZELAL gelmesin diye gider de konserde genellikle uyurl....
Son zamanlarda bir de şu gelişmiştir ülkemizde müzik alanında....
Teksesli müzikte, yönetici olmaz.... Olursa saçma olur...
Ama halk müziği korosunda bir yönetici elinde değneği bir o yana bir buya sallar da, ne saz çalanlar ne de türkü söyleyenler yöneticiye bakar....
Bunlar, tek saz ve tek kişiyle söylenecek bir halk müziği ezgisini, on saz, üç darbuka ile söylenirse çok sesli MÜZİK yaptım sanmaktadırlar.....
Bir saz varken, on saz kullanmak, eğer o sazları çalanların hepsi aynı notalara basıyorsa benim müzik cahili aklımla bile ÇOKSESLİ olmaz... Olsa olsa saz sesini daha fazla yükseltmek olur... Peki o zaman bu sazların başında elinde sopası sağa sola sallayan adam ne yapmaktadır?
Saz çalanların hiçbiri, ne önlerindki notaya ne de yöneticiye bakmaktadır oysa.... Halk müziğinde ritm billedir.... Çalanlarda bin zamandır ezberlemiştir.... TV'lerde yakın çekim gösterdiğinde çoğu saz çalan sanatçı gözlerini kapatıp ritme uymaktadır..... Ama önlerine notalar, başlarında da yönetici vardır.....
En azından derim ya... Hadi ÇOKSESLİLİĞİ beceremedik; bari bu saçmalığı yapmayın.....
Aynı şey TÜRK SANAT MÜZİĞİNDE de geçerli..... Yahu "Avuçarımda hâlâ sıcaklığın var..." çalan bir saz heyetine ve bunu söyleyen kişiye veya koroya yönetici gerekir mi......?
Az müzikten anlayanların, kendisiyle dalga geçtiğini düşünmez mi o yönetici.....?
Yoksa her şeyimiz gibi bu da mı göstermelik ?.....
UFUK KESİCİ Antalya

.......
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
1 Ocak 2009       Mesaj #6
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Müzikte Çok Seslilik
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
1 Ocak 2009       Mesaj #7
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
cok seslilik uzerine

"batı müziği, bizim halkımızın çoğunluğunca daima bir yabancıdır, anlaşılması güç bir dildir. kültürümüzün kökleriyle başka dünyalarda oluşumuz bunun nedenlerinin başında gelir. bizim geleneğimizde çokseslilik yoktur. biz bu aşamaya batı kültürüne yöneldiğimiz bir anda geldik. batı kültürüne yönelişimizin tarihi de iki yüzyılı bulur. yanlız müzik değil, bir uygarlık yaratılabilirdi bu süre içinde. demek ki giysilerin ya da faydası kolayca anlaşılan diğer araçların değiştirilmesi gibi kolay olmuyor, müzikte değişiklik. onun gelişebilmesi daha köklü dönüşümlerle ilgili. bir toplumun müziği, konuştuğu dil kadar hayatına bağlıdır. ve bundan dolayı da konuştuğu dil kadar kendisine anlamlı ve sıcak gelir. bunda ayıplanacak bir şey yok: İnsan, tamamıyla yabancılaşmadıkça ne dilinden, ne de müziğinden kopabilir. toplum ileri bir toplumsa, müziği de ilerlemiş olur. xiii.- xiv. yüzyıl batı müziği, bizim bugünkü alaturkadan daha yeterli bir müzik değildi. bugünkü batı müziği ise bilim ve teknikte rönesans'la uzay çağı arasındaki gelişmeyle orantılıdır. bilimin ve tekniğin yanlız ürünlerini alıp da dünyada uygar olabilmiş bir toplum yok. marifet, bu ilerici bilimin ve tekniğin içinde olabilmekte...

armoni, bugünkü batı müziğine gücünü kazandırmış olan çokseslilik kurallarının bilimidir. armonize etmek, mevcut bir melodi çizgisini çoksesli bir hale getirip, zenginleştirmek demektir. çokseslilik nedir bilmeyen bizim gibi bir toplumda bunun, halkı da, sanatçıyı da yetiştirici iki yönlü bir faydası vardır. çoksesliliğe kendi türkülerinin eşliğinde girmesi hem halka daha ilginç gelir, hem de sanatçıya bu kurallar içinde kendi diliyle düşünmeyi öğretir. gerçi sadece türkülerin armonize edilmesi batı müziği, ya da bir müziğin geleceği demek değildir ama, bu anlamdaki bir müziğe hem yolunu açan, hem kişiliğini kazandıran bir çabadır. zira bir sanat, kural ve teknik bir yabancı ya da yabancı bir unsur olmaktan çıktığı zaman, kişiliğini bulur. yanlız kişiliğini değil, kişiliğinin kurallarını da bulur. edebiyatımızdaki gelişmeyi düşünelim: destandan, masaldan, halk hikayelerinden ve halk şiirinden bugün ki batı romanına, batı hikayesine ve batı şiirine geçerken batıdan neler aldığımızın bir okuyucu olarak farında mıyız? batı tekniği ile işlenmiş müziğimizi dinlerken de kendi dilimizi ve kendi yaşantılarımızı bula bula çoksesliliğin tadını anlamaya alışacağız ve böylece batı müziği içindeki yerimizi alacağız. "


kaynak
Quo vadis?
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
5 Ocak 2009       Mesaj #8
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
yhaaa ben bulamadım size soruom nedir çok seslilik????
keskin55 - avatarı
keskin55
Ziyaretçi
6 Ocak 2009       Mesaj #9
keskin55 - avatarı
Ziyaretçi
slm
müzikte çok seslilik nedir acil cvp
MesirKentli - avatarı
MesirKentli
Ziyaretçi
6 Ocak 2009       Mesaj #10
MesirKentli - avatarı
Ziyaretçi
Çok seslilik/Tek seslilik


Müzik - 02.10.2008 - 11:48
Aslında, ne yalan söyleyeyim en az bildiğim konudur müzik... Hadi itiraf edeyim, neredeyse hiç bilmediğim....
Ama, Milliyet Blog dostum ZELİN ARTUG: "Hocam, ille yaz, bir şeyler." deyince aklımın erdiği dilimin döndüğünce bir şeyler yazayım dedim....
En bilinen ve doğru tanımıyla BATI' nın müziği ÇOKSESLİ; DOĞU'nun TEKSESLİ'dir.
Bunun nedenini şöyle "ayaküstü" düşününce, çoksesli ve teksesli müziğin temelinde DİNİN yattığını söyleyebilirim...
Hıristiyanlık, İslamlık'a (Hıristiyanlık oluyor da İSLAMLIK neden olmasın?) göre, özellikle ibadet açısından çok faklı bir dindir...
En başta Hıristiyanlıkta bir RUHBAN sınıfı vardır... (İslamlık'da RUHBAN sözde yoktur da bizde özellikle son dönemlerde halka dini açıklayan ve bundan para kazanan bir ULEMA sınıfı doğmuştur...Arap'ta zaten bin zamandır böyle bir ULEMA SINIFI vardı... Yani, KUR'AN da olmasa da pratikte İslamlık'ta da bir RUHBAN sınıfı vardır...) Hıristiyanlık, halkın bu RUHBAN kişilere GÜNAH ÇIKARMASI ve bunun karşısında GÜNAHLARININ AFFEDİLMESİ geleneğini ya da kuralını getirmiştir....
Hıristiyanlık'ta İki bin yıldır, işleyen bu GÜNAH ÇIKARMA aslında çağdaş anlamda bir tür psikolojik danışmanlık olduğundan (öyle ya birey, kendi kendini bir başkasına anlatıyor, hem de en mahrem sırlarını....) belki de amacı dışında bir şeyi, BİREYİN KENDİ BİREYSELLİĞİNİ FARK ETMESİ' ni, sağlamıştır.
Nihad Sami Banarlı'da "roman" türünün neden DOĞU'da değil de BATI'da doğduğu bu GÜNAH ÇIKARMA ile açıklar... Roman, bireyin anlatılmasıysa, GÜNAH ÇIKARMA da bireyin bir tür kendiyle İÇ HESAPLAŞMASIYSA "roman" türünün BATI' da yani Hıristiyan toplumlarında doğaması dolaldır, diye düşünür BANARLI.... Sanırım da haklıdır...
Bunu bir kenara yazın.....
İbadet etme açısından Hıristiyanlık'ı İslamlık'tan ayıran bir başka önemli nokta ise, resmi ibadet gününün tek olması (pazar sabahı) ve ibadette ille de MÜZİK olmasıdır....... Pazar ayini sonrası kilise ayinine katılan halk, genellikle org ve piyano eşliğinde toplu halde (bu KORO demek) ihahi okurlar ve ayin sona erer... Çok sesli müziğin ilk adımları demek değil midir bu?
Her kilise de genellikle çocuklardan, oluşan bir kilise korosu bulunur... Bu koroya seçilen çocuklar toplumda ayracılıklı düşünülür... Sonraları, emekli olan yaşlılar, ev hanımları da bu kilise korolarında görev almışlardır....
İki bin yıldır nesilden nesile gelen bu "kilise korosu eşliğinde müzik" , özellikle 17.yy larda başlayan ve devam eden KLASİK BATI MÜZİĞİNİN temelini oluşturur....
(Antik Yunan da TRAGEDYA'da arasında duygular yoğunlaştığında da KORO vardı.... Hıristiyanlığın bir YUNAN ve LATİN kültürü üzerine de inşa edildiği aklınızda olsun.)
İslamlık'ın klasik anlayışında ise ibadet esnasında MÜZİK yasaktır... İslamlık'ın aslında "kaçak sokak çocukları" olan TASAVVUF ve ALEVİLİK'te ibadet esnasında MÜZİK serbest olsa da bu iki kol; resmi İslamlık'ta hep SOKAK ÇOCUĞU muamelesi görmüş, küçümsenmiştir... Bugün ülkemizde hâlâ CEM EVLERİ İSLAMLIK'ın İBADET EVLERİ sayılmamaktadır.... Cem evlerinde müzik eşliğinde kadınlı erkekli sema geçilmesini klasik İSLAM asla kabul etmemekte, hatta onu ibadet saymamaktadır....
Bu aklımca açıklayıcı bilgiler ışığında baktığımızda, BATI toplumunun ÇOK SESLİ müziğe yatkınlığı, neredeyse Hristiyanlık öncesine bile dayandırılabilirken, DOĞU toplumlarında gerek İslamlık öncesi gerek İslamlık sonrası müzikte böyle bir ÇOKSESLİLİK söz konusu değildir...
Doğu toplumlarının en belirgin çalgı aletleri başta saz veya onun türevleri, ardından tambur, kanun dur en genel anlamda.... Elbet, biz doğu toplumlarında da Itri, Dede Efendi, Cemil Bey gibi besteci ve icracılar gelse de (ki yaptıkları müzik asla küçümsenmez...) ama onlar, çoksesli müzik formatında değildirler....
19.yy içinde din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçen BATI, dinden gelen müziğini de soylulardan gelen müziğini de laik/birey /burjuva toplumunda halklaştırmış, "TU KAKA" deyip ne LAİK olduğu için DİNDEN gelen müziğini, ne de artık BİREY olduğu için kölelik/soyluluk düzeninden gelen müziğini reddetmemiştir...
Oysa, İslamlık ve Budizm'e dayalı doğu toplumlarında bir din/ümmet toplumundan, laik/birey toplumuna geçiş zaten gerçekleşmediğinden, müzikte Batı toplumları benzeri bir çoksesliliğe geçiş de söz konusu olmamıştır....
Bizim ülkemiz, M. Kemal sayesinde laik / birey toplumuna geçmeyi başaran ilk İslam ağırlıklı nüfusa sahip devlet olsa da, kültürünü halka yayacak gelişmiş bir burjuvaya sahip olmamasından (başka bir deyişle burjuvası bile hâlâ köylü olduğundan) ekonomik anlamda bir üstyapı kurumu olan müzikte de köylü kalmış, ancak saz çalmayı becerebilmiştir.... Yeni cumhuriyet, bir de kendinden önceki Osmanlı Kültürünü, hepten red edince bu kez elde Dede Efendi'ler, İtri'ler de kalmamıştır....
Eh ilerleyen zaman içinde ülkemizde ortaya çıkan SOL İDEOLOJİ de, zaten çok sesli BATI MÜZİĞİ bilmediğinden, (bilenlerde BURJUVA MÜZİĞİ saydığından) gerici düşündüğü Osmanlı müziğine de sırt çevirdiğinden elinde kala kala SAZ VE SÖZ e dayalı halk müziği ve edebiyatı kalmıştır...
Bu nedenle saçı başı ağarmış, artık torun sahibi olmuş 68 ve 78 kuşakları devrimcilerinin hepsi saz çalar; (ben de dahil) DEVRİMCİ ARABESK Ahmet Kaya'ya hayran olur; azıcık akıllıları çok sesliliği en azından eserlerinde deneyen Sezan Aksu ve Nilüfer' hayran olur; ama gene de KLASİK BATI MÜZİĞİ konserlerlerine sadece İLERİCİLİKLERİ ne ZELAL gelmesin diye gider de konserde genellikle uyurl....
Son zamanlarda bir de şu gelişmiştir ülkemizde müzik alanında....
Teksesli müzikte, yönetici olmaz.... Olursa saçma olur...
Ama halk müziği korosunda bir yönetici elinde değneği bir o yana bir buya sallar da, ne saz çalanlar ne de türkü söyleyenler yöneticiye bakar....
Bunlar, tek saz ve tek kişiyle söylenecek bir halk müziği ezgisini, on saz, üç darbuka ile söylenirse çok sesli MÜZİK yaptım sanmaktadırlar.....
Bir saz varken, on saz kullanmak, eğer o sazları çalanların hepsi aynı notalara basıyorsa benim müzik cahili aklımla bile ÇOKSESLİ olmaz... Olsa olsa saz sesini daha fazla yükseltmek olur... Peki o zaman bu sazların başında elinde sopası sağa sola sallayan adam ne yapmaktadır?
Saz çalanların hiçbiri, ne önlerindki notaya ne de yöneticiye bakmaktadır oysa.... Halk müziğinde ritm billedir.... Çalanlarda bin zamandır ezberlemiştir.... TV'lerde yakın çekim gösterdiğinde çoğu saz çalan sanatçı gözlerini kapatıp ritme uymaktadır..... Ama önlerine notalar, başlarında da yönetici vardır.....
En azından derim ya... Hadi ÇOKSESLİLİĞİ beceremedik; bari bu saçmalığı yapmayın.....
Aynı şey TÜRK SANAT MÜZİĞİNDE de geçerli..... Yahu "Avuçarımda hâlâ sıcaklığın var..." çalan bir saz heyetine ve bunu söyleyen kişiye veya koroya yönetici gerekir mi......?
Az müzikten anlayanların, kendisiyle dalga geçtiğini düşünmez mi o yönetici.....?
Yoksa her şeyimiz gibi bu da mı göstermelik ?.....
UFUK KESİCİ Antalya

Benzer Konular

8 Ocak 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
26 Mart 2019 / ali mert Cevaplanmış
4 Aralık 2014 / elif pek Soru-Cevap
29 Aralık 2011 / misafir Soru-Cevap
25 Mayıs 2009 / elif pek Soru-Cevap