Arama

Atatürk'ün sanata, sanatçıya ve müziğe verdiği önem nedir? - Sayfa 6

En İyi Cevap Var Güncelleme: 23 Kasım 2014 Gösterim: 71.339 Cevap: 65
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Kasım 2011       Mesaj #51
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürkün müzik sanatçısınaq verdiği önem acilllllllllllllllllllll
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Aralık 2011       Mesaj #52
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”

Sponsorlu Bağlantılar
—“Sanat güzelliğin ifadesidir… Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık… olur.”

—“Sanatkar, toplumda uzun mücadele ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır.”

—“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat, insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz. Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”

—“İnsanlarda bir takım ince, yüksek ve asil duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve asil duyguları en çok duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir.”

—“Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihi bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onunla yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlar sevgisini ve milli birlik duygusunu devamlı olarak ve her türlü vasıta ve önlemlerle bağlayarak geliştirmek milli idelimizdir.”

—“Güzel sanatların her dalı için, T.B.M.M.’nin göstereceği ilgi ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.”

—“Hepiniz millet vekili olabilirsiniz, Bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız.”

—“Güzel sanatlarda başarı; bütün inkılapların başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olmayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında, yüksek insanlık sıfatıyla tanımaktan daima yoksun kalacaklardır.”

—“İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, millet ki, heykel yapmaz, millet ki, tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.”

—“Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde ***ürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bu ulusun yani değişikliğine ölçü, müzikte değişikliği alabilmesi, kavraya bilmesidir…”

—“İnsanlarda bir takım ince, yüksek ve asil duygular vardır ki insan onlarla yaşar. İşte o ince, yüksek, derin ve asil duyguları en çok duyabilen ve diğer insanlara duyurabilen şairdir.”

—“Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir.”

—“Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltıraşlığı en üst derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesinde atalarımızın ve bunlardan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir.”

—“Sanatkar, cemiyette uzun ceht (aşırı çalışma) ve gayretlerden sonra anlında ışığı ilk hisseden insandır.”

—“Bunun içindir ki milletimizin… güzel sanatlara sevgisini… her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.”

—“Sanatçı, esaslı kültür sahibi olmalı ve tarihi iyi bilmelidir.”

—“Sanatkar el öpmez; sanatkarın eli öpülür!”

—“Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.”

—“Türk milletinin tarihi bir vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin güzel sanatlara sevgisini mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
12 Aralık 2011       Mesaj #53
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
lütfen bugün bulmam lazımmm
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Aralık 2011       Mesaj #54
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ödevimin konusu zor ama çok önemli bir konu herkesin yapması lazım
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Aralık 2011       Mesaj #55
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ya bana acilen atatürkün sanata ve santçıya verdiği değer lazım ama maddeler halinde
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2012       Mesaj #56
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Beyler ne demek istediğinizi anlamadım açıkca yazın??
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Ocak 2012       Mesaj #57
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk’ün sanat ile ilgili sözleri;
* Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

* Hepiniz mebus olabilirsiniz vekil olabilirsiniz hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat bir sanatkâr olamazsınız.

* Bir millet sanat ve sanatkârdan mahrum ise tam bir hayata malik olamaz.

* Süngülerle, silahlarla ve kanla kazandığımız askeri zaferlerden sonra, kültür, bilim, fen ve ekonomi alanlarında da zaferler kazanmaya devam edeceğiz.

Atatürk’ün müzik ile ilgili sözleri;

“Müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”

“Hayatta müzik lazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar insan değildirler. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten mevcut olamaz.”

“Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade söz ile olursa şiir, nağme ile olursa musiki, nakş ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”

“Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk müziğidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”

“Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.”

“Ulusal; ince duyguları, düşünceleri anlatan; yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce, modern müzik kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu düzeyde Türk ulusal müziği yükselip, evrensel müzikte yerini alabilir.”

“Halkın da musiki ihtiyacını düşünmek gerekir. Halkın musiki zevkinin gelişmesi için bu musikiye (batı musikisine) alışması ve bu musikiden hoşlanması için, köklü bir musiki eğitimine ihtiyaç vardır.”
“Birçok defa bu musikinin (Türk musikisinin) tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte bu dinlediğimiz musiki hakiki bir Türk musikisidir ve hiç şüphesiz yüksek bir medeniyetin musikisidir. Bu musikiyi dünyanın anlaması lâzımdır. Onu bütün dünyaya anlatabilmek için, bizim milletçe bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz gerekir.”

Atatürk ve Müzik;
Atatürk, şiir ve edebiyat dışında müziğe de büyük bir ilgi duymuştur. Şarkı ve türküleri dinlemekten büyük bir zevk alan Atatürk, zaman zaman okunan şarkılara eşlik etmiş, oynanan halk oyunlarına katılmıştır. Bazı Rumeli türküleri, onun sesinden notalara dökülmüş ve müzik repertuarımızda yer almıştır.
Atatürk, askerî ataşe olarak Sofya da görevli bulunduğu dönemde çok sesli müziğe ilgi duymaya başlamıştır. Klâsik müzik konserlerine ve operalara giderek bu müzik türlerini tanıma fırsatı bulmuştur. Cumhuriyetin ilânından sonra, ülkemizde bu müzik türlerinin sevilmesini ve müzik kültürümüzde yer almasını sağlamak amacıyla yapılan çalışmalara önderlik etmiştir. Ülkemizde müzik sanatının gelişmesi için bütün olanaktan kullanmıştır.
Atatürk’ün zamanında yapılmış bazı binaların güzelliği, ülkemizdeki çağdaşlaşma hareketini ifade edebilecek nitelik taşımaktadır. Ayrıca mimarî eserlerin korunmasına verdiği önem de Atatürk’ün mimarîye olan ilgisinin önemli kanıtlarındandır.
Atatürk’ün, tiyatro, bale, edebiyat, heykeltıraşlık, mimarî, resim, müzik gibi sanat dallarıyla ve sanatçılarla ilgilenmesi, onları desteklemesi Atatürk’ün sanatla çok yakın bir ilişki içinde olduğunun göstergesidir.
Atatürk, sanatla ilgili düşüncelerini, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki konuşmalarında, Çankaya Köşkünde sanatçılarla yaptığı sohbet ve tartışmalarda belirtmiştir. Atatürk’ün bu konuşma ve tartışmalarda dile getirdiği sanatla ilgili düşünceleri, Türk halkına ileti niteliği de taşımaktadır.
Atatürk, sanatın tanımını şu sözlerle açıklamıştır: "Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu anlatım sözle olursa şiir, ezgi ile olursa müzik, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur."
Sanatın, bir toplumun ilerlemesindeki öneminin ve vazgeçilmezliğinin bilincinde olan Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade ediliştir: "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir," "Bir millet sanata önem vermedikçe büyük bir felâkete mahkûmdur," "Dünyada medenî, ileri ve gelişmiş olmak isteyen herhangi bir millet, mutlaka heykel yapacak ve heykeltıraş yetiştirecektir." Atatürk’ün bu sözleri, sanalla ilgili temel düşüncelerini ifade etmesi bakımından önemlidir.
Atatürk’ün sanatçılarla ilgili düşüncelerini ifade ettiği sözleri ise şunlardır: "Sanatçı, toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır." "Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta Cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkâr olamazsınız."
"Adımız Andımızdır" adlı şarkıyı öğrenelim. Şarkıyı, sınıfımızda seslendirelim.
Büyük bir sanatsever olan Atatürk’ün gönlünde, müziğin ayrı bir yeri vardı. Bu nedenle millî kültürümüzde önemli bir yer tutan güzel sanatlar içinde müziğe ayrı bir önem vermiştir. Müziğin önemiyle ilgili düşüncelerini, şu sözleriyle ifade etmiştir: "Hayatta müzik gerekli değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzik ile ilgisi olmayan varlıklar, insan değildirler.

Atatürk ve Sanat;

Bir milleti meydana getiren unsurların başında, dil, tarih ve kültür birliği gelmektedir. Bu unsurlar içerisinde en önemli yeri kültür tutmaktadır. Kültür bir milletin geçmişi ile geleceği arasında köprü olan, geçmişten getirdiği birikimleri geleceğe aktaran bir unsur olması bakımından da ayrıca önemlidir. Kültür kavramı ile yüzlerce tarif yapılmaktadır. Bunlar içerisinde kültürün en genel tarifi "Bir milletin bütün hayatını ilgilendiren her şey. "İşte bu her şey içerisinde sanat ilk sıralarda yer alır
Lider olmak bir sözüyle veya bir işaretiyle kitleleri peşinden sürüklemek, çok büyük zaferlere imza atmak her insana mahsus bir durum değildir. Mustafa Kemal Atatürk, yok olmak üzere olan bir ulusu yeniden şaha kaldırarak, ona gerçek kimlik ve kişiliğini kazandırması bakımından tarihin yetiştirdiği en büyük liderler arasında ilk sırayı alır.
Atatürk'ü birçok yönüyle tanıtan, onun hayat anlayışı, liderliği. Devlet adamlığı üzerinde duran yüzlerce eser kaleme alınmıştır. Bu eserlerin hemen tamamında Atatürk.Çeşitli yönlerden değerlendirilirken. Onun sanat anlayışı üzerinde de durulur.
Atatürk'ün dünyaya geldiği 1881 yılında Osmanlı Devleti, çeşitli iç ve dış sıkıntılarla karşı karşıya bulunuyordu. Devletin kendi bekasını sağlamak için aldığı tedbirler, çoğu zaman olumlu sonuçlar vermiyordu. Aydınlar ise, kaleme aldıkları eserlerinde çareler üretiyor, yön ve yol gösterici olmaya çalışıyorlardı.. 8u aydınlar arasında Namık Kemal Ziya Paşa ve Şinasi ilk sıralarda yer alıyordu. Bu aydınlarımız yeniliğin ve gelişmenin savunucuları olarak, gelenekçi anlayışa karşı amansız bir mücadeleye girdiler. Eserlerini halkı aydınlatmak, onlara yeni: bir ruh ve heyecan kazandırmak için kaleme alıyorlar, sanatı toplumun faydasına kullanmaya çalışıyorlardı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün ilk gençlik yılları bu sanatçıların eserlerini okumak- ve onlardan ilham almakla geçer. Manastır Askeri İdadisinde bir ara şiir ve edebiyata ilgisi artar. Bunda arkadaşı Ömer Naci'nin de etkisi olmuştur. Ancak İdadi hocası, kendisini, şiir ve edebiyatla, askerlik mesleğini olumsuz etkileyeceği için uğraşmamasını tembihler: Bunun üzerine şiire ara verir
Manastır İdadisinden mezun olduktan sonra Harp Okuluna kaydolan Mustafa Kemal bu okulun ikinci sınıfında kültür ve edebiyatla yeniden ilgilenir. O yıllara ait hatıralarında şöyle diyor ~
"İkinci sınıfa geçtikten sonra askerlik derslerine merak sardırdım. Şiir yazmak hakkında İdadi hocasının ikazlarını unutmuyordum. Fakat güzel söylemekle yazmak hevesi sürekli vardı. Teneffüs zamanlarında hitabet talimi yapıyordum. (1)" Harp Okulundan mezun olan Mustafa Kemal'in bundan sonraki hayatı ağır mücadelelerle geçer. Cephelerde askerlik sahasındaki dehasını gösterir Çanakkale'de bir destanın yazılmasında başrol oynar ve en büyük savaş sanatçısı unvanına sahip olur. İkinci Dünya Savaşından sonra hiç hak etmediği halde yenik sayılan Türk devleti bir baştan bir başa işgal edilir. Artık tek çare kalmıştır; O da milletin kaderini-yine milletin azim ve kararından. Başka kimsenin kurtaramayacak olmasıdır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Ocak 2012       Mesaj #58
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk’ün Sanata verdiği önem
Genç Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında ve Kurtuluş Savaşı için başlama gongunu çaldığında ne arkasında donanımlı, tam teçhizatlı bir ordu, ne bir büyük rütbe, ne bir dini sıfat, ne de tonlarca külçe altın vardı. O yalnız bu büyük manevrayı beraber örgütleyeceği halkına güveniyordu. Onlarla beraber adım adım, tırnaklarıyla toprağı kazarak, tarihin akış yatağını değiştireceği unutulmaz hamleleri hazırlayacaktı.
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919′dan Cumhuriyet’in ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar geçen o kısa sürede halkıyla beraber yükseldi ve onlarla birlikte tarih yarattı. Cumhuriyet’in kurulması yolunda seve seve canını veren bu isimsiz kahramanlar halkın ta kendisiydi.
Cumhuriyet’in temel harcını koyan bu insanlarla Mustafa Kemal arasında oluşan bu güven ve dayanışma paha biçilmez bir zenginlikti. Belki bu yüzden de Ulu Önder dünyada başka hiçbir devrimcinin girişemeyeceği boyutta değişimleri inanılmaz kısa sürede yaşama geçirmeyi başardı. Kıyafet Devrimi, Harf Devrimi, Medeni Kanun, Anayasa bu inanılmaz atılımın ilk akla gelen öğeleri oldu. Zaten Mustafa Kemal her kararını, her eylemini, her devrimini de kurduğu mecliste halkın temsilcileriyle tartışarak, oylayarak, demokratik olarak kabul ettirerek gerçekleştirdi. 2. Cumhuriyetçilerin iddia ettiği gibi hiçbir atılım tepeden inme ve zorlamayla olmadı.
“Fuad, eğer matematiğin üzerinde durduğum kadar şiir ve resmin üzerinde dursaydım, Harbiye’de dört duvar arasında kapanıp kalmazdım. Mehtaplı gecede okuldan kaçıp buraya gelir ve şiir yazardım. Sabahleyin ortalık aydınlanır aydınlanmaz da resim yapmaya başlardım”
Lord Kinross’un kitabından yaptığımız bu alıntı, Mustafa Kemal’in her şeyden önce bir birey olarak sanata ne kadar yakın durduğunu bize en iyi anlatan verilerden biridir. M. Kemal içinden çıktığı Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüş nedenleri arasında kültürel temele dayalı olanları çok iyi görmüştür. “600 yıllık Osmanlı döneminin son 300 yılı yenilgi ve çöküntülerle geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıl boyunca egemenlik kurması hep onun büyük örgütlenme gücünde ve hukuk düzeninde görülür. Ama Osmanlı’nın o görkemli fütuhat döneminde Avrupa’nın ortaçağ düşüncesi içinde olduğu, yani Osmanlı karşısında güçsüz kaldığı düşünülmez; Rönesans’la birlikte Avrupa uyanıp bilim, sanat ve teknik alanda büyük ilerleme yaparak güçlenince, ona ayak uyduramayan Osmanlı Devleti’nde de yenilgi ve çöküntüler başladığı nedense görülmez. Avrupa’da bilimsel düşünüş daha önce başlamış olsaydı, o ‘mükemmel teşkilat’ işe yarar mıydı acaba? Avrupa’nın teokrasi içinde olması yüzünden bilimsel düşünüşü gerçekleştirememesi ve bilimin gelişmemiş olması Osmanlı fütuhatlarına karşı durmasını engelleyip geciktiriyordu. Ancak yeniden doğuşla birlikte uyanan Avrupa, bilimsel kültürel gelişmesiyle Osmanlı egemenliğini kırabilmiştir”.
M. Kemal her şeyden önce büyük bir asker, devlet adamı, diplomat olmanın ötesinde, büyük bir kültür devrimcisi ve gerçek medeni bir ‘rafine sanatsever’, mükemmelliyete erişmiş bir ‘Aydınlanma Dehası’dır. Hayatının her noktası ve vücudunun her zerresiyle Atatürk ömrü boyunca her fırsatta sanata ve sanatçıya yakınlığını en açık şekilde ortaya koymuştur. 1919′da Ankara’da yerleştiği bağ köşkünün oturma odasında Molteke’nin alçıdan bir büstü ve Bonaparte’ın aynı büyüklükte yarım bir heykeli vardır. Kendisi cephede bile her fırsatta Alphonse Daudet, Rousseau ve Tevfik Fikret gibi birçok Türk ve yabancı yazarı okuyacak kadar kendini edebiyatla ve kitaplarla geliştirmeye açık tutmuştur. Ayrıca, hangi zor şartlar içinde yaşarsa yaşasın, Mustafa Kemal daima bulunduğu ortamın en şık giyinen insanı olmuştur. Adeta bir moda tasarımcısı veya bir karizmatik manken gibi iddialı ve temiz giysilerini taşır.
Sürekli olarak kütüphanesi ve ansiklopedileri, dil kitapları ile kendini geliştirmesi, dansı ve güzel içkileri, sohbeti sevmesi onu bir yaşam artisti haline getirmektedir. Paris, Berlin, Viyana ve Sofia’da bulunmuş olmak, ileri uygar toplumların yaşayış stilini yakından görmek, Mustafa Kemal’de büyük bir imrenmeyle beraber, bu toplumların seviyesini Türkiye’de aşma arzusu yaratmıştır.
Dolayısıyla Alman şehirci Jantsen’i getirterek Ankara’ya çağdaş bir görünüm veren M. Kemal, ayrıca daha Cumhuriyet’in ilanından bile önce, 1 Mart 1923′de bu konuda hedeflerini ortaya koymuştur: “Vatanın önemli merkezlerinde modern kitaplıklar, konservatuvarlar, müzeler, güzel sanatlar sergileri kurmak, bütün ülkeyi basımevleri ile donatmak”.
Bu önemli karar lafta kalmadı ve uygulamaya hemen geçildi. Sonucunda da 1923′de Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi kuruldu, bunu Antalya, Bursa ve Edirne Arkeoloji müzeleri izledi. 1 Nisan 1924, Topkapı Sarayı eşyaları ile müzeye çevrildi. 24 Kasım 1934′de Ayasofya, 1925′de Eski Şark Eserleri Müzesi, 1926′da Konya Mevlana, Tokat, Amasra ve Sinop Müzeleri, 1927′de İslam Eserleri Müzesi, İzmir, Sivas, 1929′da Kayseri, 1931′de Afyon Müzesi, 1934′de Efes, Diyarbakır, 1935′de Manisa, Silifke, Isparta, 1937′de Dolmabahçe Sarayı’nın bir bölümü Resim ve Heykel Müzesi olarak düzenlendi.
Oldukça tutucu bir yapıda olan o günkü toplum yapısını çağdaşlaştırmaya gayret ettiği günlerde, ilk meclisinde bir hoca mebus “Bu asri kelimesi ne demektir?” diye sorunca, reis yerinde bulunan Mustafa Kemal “Adam olmak demektir hocam, adam olmak” der.
Birçok ressamla tanışmış, onlarla yakın dostluklar kurmuştur. “Büyük Sanatçı” olarak nitelediği İbrahim Çallı’yı defalarca sofrasına davet etmiştir. Mihri Müşfik hanım ise, en sevdiği portresini yapan ressamdır.
M. Kemal sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması konusunda hiçbir baskı veya tavır koymaz. Onun kafasındaki sanatçı, tabii ki dokunulmazlığı olan ve her şeyden önce özgür olan bir yapıdadır. Bir istisna anektodu ise şudur: Bir Yunanlı’nın göğsüne süngüsünü saplayan Mehmetçik’i betimleyen bir tablonun kendisine gönderilmesi üzerine “Kapatın ve kaldırın şunu… Ne iğrenç bir manzara, gönderenin şaşarım aklı perişanına” diye tepki gösterir.
O bir sanat eserinin bile uluslararası dostluklara ve barış kavramına karşı gelmesine müsamaha gösteremeyecek kadar temiz ve tutarlı bir çizgide kalacaktır.
Cumhuriyet’in 10. Yılı’nda Anadolu’ya “Yurt Gezileri” adı altında ressamlar gönderilir. Yapılan resimler, Ulus’ta 1947 yılında yanan Eski Maarif Vekaleti binasının çatı katında “Türk İnkılap Sergisi” adı altında sergilenir. Açılışı bizzat kendi yapar. Saatlerce sergide kalır. Tüm resimleri dikkatle inceler. Sergide Çallı İbrahim de vardır. O’na “Efe hiç böyle örtü üzerine oturur mu” ya da “Nerede bu üçünün (efelerin) atları?” gibi sorular yöneltir. Aslında sanatçıların işlerine hiç karışmaz. Amaç, onların şevkle çalışmasıdır. Sergilerdeki yapıtların alınması için çevresine önerilerde bulunur.
O’nun yarattığı yeni Ankara, sanatçıların uğrağı olur ve sonunda 1929′lardan bu yana bu yeni bozkır kentine yerleşmeye başlarlar. Atölyelerin harıl harıl çalıştığı görülür. Yabancı heykelciler de çağrılır. Yarışmalar düzenlenir. Binalara sanat yapıtları girmeye başlar. Cadde ve meydanların heykellerle donandığı görülür. Sanat sergileri başkentte birbirini izler.
Bütçesi 198 milyon iken, 1927′de 4. Ankara Sergisi’nde “Maarif Vekaleti”nin aldığı 34 tablo karşılığı 2300 TL. ödenmiştir. Bugünkü bütçeyle oranlarsak 2 trilyon eder. Ülke, savaştan çıkalı henüz 5 yıl olmuştur. Bunu günümüzün sanata ve sanatçıya tek kuruşluk bir katkı yapmaktan kaçmak için olmadık kılıflara bürünen çağdaş (!) devlet anlayışı ile Büyük Önder’in tavrını kıyaslayabilir misiniz?
Atatürk’ün özel ilgi alanlarından birisi de arkeoloji olmuştur. Türk kültür varlıklarının kazılarla gün ışığına çıkarılması, korunup sergilenmesine, tarih için bir belge olarak kullanılmasına büyük önem vermiştir. Alacahöyük, Eti Yokuşu gibi kazılara bizzat katılmış, tiyatro, müzik, Karagöz, halkoyunları gibi güzel sanatların bütün alanlarıyla yakından ilgilenmiştir.
Tiyatroya ve sinemaya verdiği önem de son nefesini verdiği yıla kadar hep gündeminde kalmıştır. Muhsin Ertuğrul, Bedia Muvahhit gibi isimlerin birçok oyununu takip eden Atatürk, sinemanın da parlak geleceğini keskin zekasıyla en başında tespit etmiştir:
“Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini tanımalarını, sevmelerini temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş ve düşünüş farklarını silecek; insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz…”
Cumhuriyet’in kurulduğu yıl, 1923′de Bursa’da yaptığı bir konuşmada, kelimelerin üstüne basa basa heykelin ülkenin sanatla olan ilişkisindeki yerini vurgulamış, dinimizin canlı tasvir yapmaya ve heykel dikmeye karşı olduğunu öne sürenlerin yanılgı içinde bulunduğunu vurgulamıştır:
“Dünyada medeni, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihi anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gerektiği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki ulusumuz, gerçek araçlarıyla ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır” tezini büyük bir ustalık ve ciddiyetle ortaya koyan Atatürk, fikir hareketlerini sistemleştirmiş ve sanatı başlıca görevleri arasına almıştır.
3 Mart 1924′de çıkarılan üç yasayla (Halifeliğin kaldırılması, Din işleri ve Evkaf Başkanlığı’nın kaldırılması, Eğitim ve Öğretim Birliği) ulusun önünü açan M. Kemal’in girişimleriyle, 1931′de Türk Tarih Kurumu, 1932′de Türk Dil Kurumu kuruldu. Üniversite reformu 1933′da yapıldıktan sonra 1936′da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Devlet Konservatuvarı da hayata geçebildiler.
Bu 1924 tarihli üçlü yasanın en önemlisi “Tevhid-i Tedrisat” yani “öğretmi birleştirme” yasasıydı. Mustafa Kemal eğitim için “Eğitimdir ki bu ulusu ya özgür, bağımsız, ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır, ya da tutsaklığa sürükler” demişti. Özellikle Hasan Âli Yücel’in bakanlığı döneminde eğitimde birçok hamle yapıldı. 17 Nisan 1940′da Köy Enstitüleri Yasası devreye girdi. Ülke, 21 eğitim bölgesine ayrıldı ve biner öğrencilik yatakhaneli, eğitim, kültür ve sporu ön plana çıkaran aydınlık siteleri kurulmuş oldu. Köy Enstitüleri ve Halkevleri genç Cumhuriyet’in yüz akı oldular. Edebiyat, resim, folklor, el işleri ve her türlü sanatsal faaliyet yurdun her noktasından başlayarak vatandaşların buluşup beraberce kendilerini geliştirebildikleri kültürel kozalar haline geldi.
Şayet Köy Enstitüleri ve Halkevleri büyüyerek varlıklarını sürdürebilselerdi bugün çağdaş sanat, jazz, klasik müzik, dünya edebiyatı gibi konular herhalde 3-5 milyonun değil, 30-40 milyonun ilgi alanı içine girerdi. Türkiye’nin yetiştirdiği dünyaca ünlü sanatçı sayısı çok daha fazla olurdu. Ve toplum bugün olduğu gibi medyanın dayattığı yoz bir kültür anlayışına esir düşmezdi.
İstememesine karşın kendi heykellerinin dikilmesine izin vermesi, heykel ve resim yapmanın günah olduğu düşüncesindeki bir toplumun yaşamına sanatı sokma amaçlarından biri olarak değerlendirilmelidir. O tutucu ortamda meydanlara anıt diktirebilmenin anlamını, heykellerin kırıldığı ve kaldırıldığı, sanatın içine tükürenlerin ülkeyi idare eder duruma geçtiği bugünkü ortamda daha iyi kavrayabiliyoruz.
Ne de olsa sonuçta sanatla ilgili en meşhur sözleri, “Efendiler, herkes mebus olabilir, başvekil olabilir ve hatta reisicumhur olabilir ama sanatkar olamaz, sanatkar el öpmez, eli öpülür” “Sanatkar, cemiyette uzun ceht ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hissedendir” ve “Sanattan uzaklaşmış bir toplumun en önemli hayat damarlarından biri kopmuştur” gibi iddialı olanlardır.
Tutuculuğu yenmek için kendi karizmatik görüntüsünü “kullanıma açmaya” izin verecekse, bu fazlasıyla değer ve “amacına hizmet eden” bir ödündür!
Umalım ki 21. yüzyıldan itibaren bu ülke, artık geçen yüzyılda başaramadıklarının acısını içinde taşıyarak sanata hizmet etmeyi gerçek anlamda içinde hissederek sorumluluk alan yeni devlet adamlarıyla tanışsın.
Yine umalım ki, sahte demokrasi yorumlarıyla Mustafa Kemal’e sinsi düşmanlıklar planlayan kimi medyatik yazarlar çizerler de bugün sanat ve yazın alanında kullandıkları tüm özgürlükleri büyük öndere borçlu olduklarını anlasınlar ve şer odaklarının küçük maşaları olmaktan vazgeçsinler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Kasım 2012       Mesaj #59
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Atatürk sanata ve sanatçıya önem verir.Şöyle bir sözü vardır bir arkadaşına "Sen bir bakan,cumhurbaşkanı olabilirsin,ama bir sanatkar olamazsın" demiştir.Ve "Sanatçı el öpmez,sanatçının eli öpülür." demiştir.Atatürk nerdeyse geometri ile sanatı eş değerde tutacak kadar değer verir.Sanatı asla arka plana atmaz,sanatı da önde tutar . Her sanat dalına önem verir.Mimari,edebiyat,şiir,tiyatro,müzik vb.dir.Kısacası Ata'mız sanata da diğer herşey gibi önem verir.



Ödev için yazılmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Kasım 2012       Mesaj #60
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürk önem verrir sanata ve müziğe

Benzer Konular

28 Nisan 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
4 Kasım 2015 / Misafir Cevaplanmış
22 Kasım 2011 / bla_bla_bla Soru-Cevap
5 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış
18 Nisan 2014 / Misafir Soru-Cevap