Arama

Ebeveynler ve Çocuklar - Sayfa 13

Güncelleme: 24 Ekim 2016 Gösterim: 177.754 Cevap: 202
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #121
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
İstismar ve İhmal Edilen Çocuk

En genel anlamda “çocuk istismarı ve ihmali”, 18 yaşın altındaki çocuğun, ondan sorumlu kişi ya da kurumlar tarafından, gelişimini her yönden zedeleyici biçimde fiziksel, cinsel ve zihinsel zarar görmesi olarak tanımlanmaktadır. Bazı uzmanlar çocuk istismarını, çocukların maruz kaldığı zararların bir türü olarak belirtmektedirler. Çocuk istismarı olarak değerlendirilebilmesi için, olgunun, insan için de zararlı görülmesi, çocuğa zarar verici etkide bulunması ve önlenebilir olması gerekmektedir.
Sponsorlu Bağlantılar
Çocuğun terk edilmesi, gerektiğince beslenip giydirilmemesi, denetlenmemesi ve sağlık kontrolünün yapılmaması fiziksel ihmal; sevilmemesi ve ihtiyacı olan duygusal ilgi ve yakınlığın gösterilmemesi, duygusal ihmale; cinsel sömürüye karşı yeterince korunmaması da, cinsel ihmale örnek sayılmaktadır.
Çocuk ve gençlerin psikolojik olarak kötüye kullanılması, yapılan veya yapılması ihmal edilen, toplumsal ve bilimsel ölçülere göre psikolojik açıdan zarar verici oldukları saptanan davranışlardır. Eğer yetişkin davranışlarından dolayı çocuğun fiziksel, bilişsel ve psiko-sosyal gelişiminde duraklama, gerileme ve engellenme görülüyor ise erişkinlerin bu davranışları duygusal istismara yol açan davranışlar olarak kabul edilmektedir.

Sonuçta, duygusal istismara yol açtığı düşünülen ebeveyn davranışları şöyle gruplandırılmıştır:

1- Reddetme
2- Aşağılama
3- Ayırma, yalnız bırakma
4- Yıldırma, korkutma
5- Kışkırtma
6- Görmezlikten gelme
7- Duyguların ifadesini engelleme

Çocuğun yaşı ve içindeki bulunduğu gelişim dönemi, duygusal istismarın çocukta meydana getireceği sonuçların farklılaşmasına yol açabilmektedir. Duygusal istismar sonucu çocukta meydana gelen zarar depresyon, kaygı, içedönüklük ve saldırganlık şeklinde olabilmektedir.

Araştırmalar, gençlerin çocukluklarında maruz kaldıkları bu tür zedeleyici ebeveyn davranışlarıyla şimdiki ruh sağlığı düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkinin bulunduğunu, duygusal kötü muamelenin kişilik gelişimi ve genel ruh sağlığı üzerindeki uzun süreli zararların dikkat çekici nitelikte olduğunu göstermektedir.
Çocuklar anne-babaların kendilerine söylediklerine inanırlar

“Midemi bulandırıyorsun”
“Zavallının birisin. Hiçbir şeyi doğru yapmıyorsun.”
“Sen benim çocuğum olamazsın.”
“Aptal. Doğru dürüst dinlemeyi de mi beceremiyorsun?”
“Suratını görmekten bıktım.”
“Keşke hiç doğmasaydın.”

· Sözcükler de yumruk kadar can yakabilir. Bir dahaki sefere durun ve kendi söylediklerinizi dinleyin. Kulaklarınıza inanamayabilirsiniz.

· İnciten sözcüklerden vazgeçin. Destekleyen sözcükler kullanın.

· Biraz gevşeyin. Hıncınızı çocuğunuzdan çıkarmayın.

Bu bilgiler ışığında çocuk istismarı ve ihmalinin önlenmesi için çocuğun yeterli ve sağlıklı bir duygusal etkileşim ortamına ihtiyacı olmaktadır. Bu ortam çocuğun, bedensel, sosyal ve duygusal ihtiyaçlarına cevap verdiği taktirde çevreye ve kendine güvenen uyumlu bir çocuğun gelişimi mümkün olabilecektir.

Prof. Dr. Haluk Yavuzer


ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
30 Nisan 2006       Mesaj #122
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
BEBEKLERİ tanıdığımızı, haklarında her şeyi bildiğimizi sanıyorduk... Ama bilim adamları artık aynı fikirde değil. Bu konuda başlattıkları yeni çalışmalar her şeyin gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Soru işaretleri de giderek çoğalıyor.

Sponsorlu Bağlantılar
Eski teorilere göre bebek, “istediğin bilgiyi üzerine basabileceğin boş, beyaz bir sayfa” gibidir.

Bebeklere farklı bir gözle bakan bilim adamları bu boş, beyaz sayfa teorisinin yanlış olduğunu ispatlamak üzere yola çıktılar. Ve işte araştırmalarının şaşırtıcı neticeleri:

Bebekler, anne babalarının dışında daha pek çok büyüğe birkaç saniyede etki ederler.

Gözbebeklerinin, bizimkilerden çok daha büyük olduğunu fark ettiyseniz, bunun da bir sebebi olduğunu bilmelisiniz. Çünkü o kocaman gibi görünen gözlerle insana baktıklarında etki etmemeleri mümkün değil.

Gözler konuşur derler ya... Bu söz bebekler için bile geçerlidir. İnsanda gözbebeği, ruh hâlini gösterir. Bebeklerde de öyle. Hoşuna giden şeyler oldu mu gözbebekleri büyür. Ama kızdığı ya da rahatsız olduğu zaman gözbebeği küçülür.

Eski inançlara göre bebekler pek iyi görmezler. Büyüdükçe görme yetenekleri de fazlalaşır. Günümüzde ise bunun kısmen de olsa yanlış olduğu ortaya çıktı.

Bebeklerin uzak mesafedeki şeyleri net olarak görmediklerini, ancak yarım metre kadar mesafede bulunan her şeyi bizler kadar net gördüklerini söyleyen araştırmacılar, “Bu bile onların yararına. Kendini savunamayacak durumda oldukları için, bebekler sadece kendilerine yakın şeylerle ilgilenirler ve bu yakın şeyleri bir bir öğrenmek, böylelikle kolaylaşır” diyorlar.

Duyma konusunda bebekler oldukça kabiliyetli. Hem de bizleri şaşırtacak kadar kabiliyetli.

İlim adamları yaptıkları araştırmalar sayesinde artık bebeklerin anne karnındayken bile bazı sesleri duyabildiklerine kanaat getirmişler.

Bu konuda da “Bebekler anne karnındayken sadece kuvvetli sesleri duyarlar. Ne de olsa dış dünyadan izole edilmiş bir dünyada bulunuyorlar. Doğumda ise plasenta sıvısından bir miktar orta kulağa kaçar ve dış dünyanın sağır edici seslerini duymazlar. Bebekler, onlar için en önemli ses olan anne sesini duyabiliyorlar. İşte bu yüzden insan sesine kolayca alışır ve taklit edebilirler” deniyor.

Diğer enteresan bir araştırma da, yeni doğan bebeğin kokuya ait kabiliyetinin olduğudur. Bebeğin anne sütü kokulu bir yastığı, temiz bir yastığa tercih ettiği görülmektedir.

Daha da garibi şudur ki, altı günlük bir çocuk kendi annesinin sütünün kokusunu, diğer annelerin sütünün kokusundan ayırabilmektedir. Yine bebekler amonyum hidroksit (idrar) gibi keskin ve kötü kokulardan kaçmakta, güzel kokulara ise sevinçle karşılık vermektedir. Bütün bu ve benzeri kabiliyetler, bir refleks olmayıp şahsiyet ifade etmektedir. Yani her bebek, belli sınırlar içinde ayrı bir davranış ortaya koymaktadır.

Çocuk gelişme psikoloji Laboratuarları’nda görevli Profesör Roger Leeuver’e göre, bebekler “Birer halkla ilişkiler uzmanı.” Nasıl olup da gülümsemeyi öğrendikleri henüz bir sır olarak kalsa bile, bunun çok işe yaradığı kesin. İlk dört-beş ay, sadece gülümserler ama ondan sonra gülmeyi de öğrenirler.

Konuyla ilgili araştırmalarıyla tanınan başka bir ilim adamı Desmond Morris ise, “Demek ki gülümseme insan genlerine kaydedilmiş, çünkü hayvanların hiçbiri gülümsemez. Oysa dünyadan haberi olmayan küçücük bebekler gülümsemeyi çok iyi bilirler. Hem de onlara öğretilmediği halde... Durum böyleyken bebeklerin daha pek çok şey bildiklerini düşünüyorum” diyor.

Bebekler yalnızlığı sevmez. Ama yanlarında en çok anne ve babalarını isterler.
İşte bu noktada Montpellier Tıbbî Araştırmalar Enstitüsü müdürü Profesör H. Montagner’in araştırmaları son derece ilgi çekiciydi. Çünkü birkaç haftalık bebeklerin nasıl olup da anne ve babalarını hemen tanıdıkları gerçekten de şaşırtıcı.

Her bebek, annesini ya da babasını uzaktan gördüğü anda hemen tanır. Karanlıkta bile, yanındakiler annesiyle babası mı, ya da bir başkası mı anlar.
Çünkü karanlıkta koku duygusu devreye girer. Hiçbir şey görmüyor ya da koku almıyorsa, annesi ile babasını seslerinden tanır.

Bu arada bir başka deney sırasında her annenin, uykusunda bile kendi bebeğinin sesini hemen tanıdığı ortaya çıktı.


Profesör Montagner deneyi şöyle anlatıyor:

“20 kadar kadından oluşan bir grup anneyi büyük bir yatakhaneye yerleştirdik. Bebeklerini de aynı yatakhanenin öbür ucundaki yataklara yerleştirdik. Geceleri yapılan kayıtlara göre kadınlar, uyku sırasında kendi bebeklerinin seslerini duyup ânında uyanıyorlar. Kadınların uyku sırasında nasıl olup da o kadar çok bebek sesi arasından kendi bebeklerinin sesini ayırt edip uyandıklarını hâlâ anlayamadık.”


Bu tanıma mekanizmasının nasıl işlediği ise tam olarak açıklık kazanmış değil.
Kesin olan bir şey varsa o da İlâhî Rahmetin, anne ile bebeği arasında mucizevî bir şefkat bağı dokuduğudur. Bebeklerin bu inanılmaz halleri, onların biyolojik formüllerin ifadeye yanaşamadıkları insan ruhunu barındırdığına ne güzel bir delildir. Bizlerin yolculuğa çıkarken hazırlık yapmamız gibi, bebekler de, bu uzun hayat yolculuğuna gönderilmeden gerekli şeylerle âdeta donatılıyorlar.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #123
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Çocuklar Neden Evden Kaçar


EVDEN KAÇAN çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda, zihinsel özürlüleri hariç, hemen hepsinin aileleriyle sorunları olduğu görülmektedir. Ailede şiddetli geçimsizlik, işsizlik, fakirlik, dayak, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar, öncelikle çocukları etkilemektedir. Çocuklar sıcak aile ortamından, sevgiden, ilgiden ve şefkâtten mahrum olarak büyümektedirler. Bu çocuklar kendi ayakları üzerinde duracak yaşa geldikleri zaman sıkıcı aile ortamından, dayaktan, kötü muameleden ve sefaletten kurtulma hayalleri kurarlar. İlk fırsatta ellerine biraz para geçince—bu para genellikle evden çaldıkları paradır—iyi bir iş bulmak, ses veya sinema sanatçısı olmak, kısa yoldan şöhrete kavuşmak ümidiyle evden kaçarlar.

Bazı çocuklar, ailenin maddî durumu iyi olduğu halde, anne ve babanın sevgisini denemek için evden kaçarlar. Ancak fazla uzağa gitmeyi göze alamazlar. Genellikle evin bodrumuna, bir akraba veya arkadaş evine sığınır; kısa zamanda geri dönerler. Anne babanın affedemeyeceği bir suç işlediklerinde, karneleri zayıf geldiğinde, dayak korkusuyla eve gelmeyip geceyi sokakta geçiren çocuklar da vardır.

Eğer sık sık evden kaçan bir çocuğunuz varsa, bir yerlerde yanlış yapıyorsunuz demektir. Yaptığınız yanlışların farkında olmadığınız için çocuğunuzun evden kaçmasına engel olamıyorsunuz. Bu durumda bir çocuk psikiyatrından veya uzman bir psikologdan yardım almanız gerekir. Psikiyatr, çocuk ve aile üzerinde yaptığı araştırma sonunda yanlış tutum ve davranışlarınızı ortaya çıkaracak, çocuğa nasıl davranmanız gerektiğini anlatacak, bir süre bunları denemenizi ve sonuçlarını gelip anlatmanızı isteyecek, deneme sonunda yeni tavsiyelerde bulunacaktır.

Sebepleri bilindiği taktirde evden kaçma probleminin çözümü kolaylaşır. Evden kaçan çocuğun terapisi, yukarıda açıkladığımız gibi, anne babanın tutumunu değiştirmeye ve aile ortamını yaşanır hale getirmeye yönelik olacaktır.


Evden Kaçmayı Önleyici Yaklaşımlar

Psikolojide ve koruyucu hekimlikte esas olan hastalık ortaya çıkmadan önce hastalığa yol açan sebepleri ortadan kaldırmaktır. Bu prensibi evden kaçma olayına uygulayacak olursak, amaç çocuk evden kaçtıktan sonra onu eve bağlama çareleri aramak değil, evden kaçmasına yol açan tutum ve davranışlardan kaçınmak olmalıdır.

Aile içinde kendisini mutlu ve değerli hisseden bir çocuk evden kaçmayı düşünmez. Çocuğumuzu eğitirken onun kendisini mutlu ve değerli hissetmesi için anne baba olarak üzerimize düşen sorumlulukları şöyle özetleyebiliriz:

• Çocuğun ruhsal ve sosyal gelişimi için sevgi, ilgi ve güven duygusu çok önemlidir. Maddî ihtiyaçların yerine getirilmesi çocuğun kendisini mutlu hissetmesine yetmez. Evet, aile için fakirlik gerçekten zor bir sınavdır. Ancak çocuğun ruhsal ihtiyacı olan sevgi ve ilgi, maddî imkânla ilgili değildir. Nice fakir aileler vardır ki çocuklarını sevgi ve ilgi ile büyütmekte, maddî imkânsızlıklara rağmen onları okutmaya ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmaktadır. Çocuklar bu sıcak aile ortamında kendilerini mutlu hissetmekte, evden kaçmayı akıllarından bile geçirmemektedir. Yine öyle aileler vardır ki geniş maddî imkânlarına rağmen, anne baba sorumluluğunu yerine getirmez, çocuklarından ruhsal ihtiyaçları olan sevgiyi ve ilgiyi esirger, onlara zaman ayırmazlar. Bu anne babalar, çocukların maddî ihtiyaçlarını karşılamakla ve yatılı özel okullarda okutmakla görevlerini yaptıklarını zannediyorlar. Yanıldıklarını anladıkları zaman iş işten geçmiş oluyor. Zira çocuklar anne babalarından bulamadıkları sevgi ve ilgiyi arkadaş çevresinden, eğlence dünyasından veya uyuşturucudan sağlamaya çalışır, aileden gittikçe uzaklaşırlar.

•Çocuklar küçük yaşlardan itibaren anne babalarına duygularını, düşüncelerini, sevinçlerini, hayallerini, korkularını, endişelerini ve sıkıntılarını çekinmeden açabilmelidir. Onları yargılamadan, suçlamadan dinlemeli, kendimizi çocukların yerine koyarak anlamaya çalışmalıyız. Böyle yaptığımız zaman çekinmeden bize her türlü sıkıntılarını açacak, bizim şefkatli kollarımızda kendilerini güçlü hissedeceklerdir.

• Her konuda çocuklarımıza karşı adil ve tutarlı olmalıyız. Koyduğumuz kurallar onların bağımsızlık çabalarını engelleyici, uygulaması zor kurallar olmamalıdır. Onlara aile içinde yapabileceği basit işler vererek öz güvenlerini güçlendirmeliyiz. Aileyi ilgilendiren ortak kararlarda onlara da söz vermeli, kendilerini değerli hissetmelerini sağlamalıyız. Yetenek ve becerileri konusunda gerçekçi olmalı, onlardan yapamayacakları şeyler istememeliyiz.

• Çocukların bizi taklit ederek kişilik kazandıklarını unutmayalım. Çalışkanlıkta, dürüstlükte, yardımlaşmada, iş bölümünde onlara iyi örnek olmalıyız. Bizleri izleyerek başarının tembellikten ve kolaycılıktan değil; çok çalışmaktan, sabırdan ve dürüstlükten geçtiğini öğreneceklerdir.

• Çalarak, yolsuzluk yaparak, görevini kötüye kullanarak zengin olan insanların toplum tarafından saygı görmediğini, haram yoldan servet yapanların sonlarının kötü bittiğini örnekler vererek anlatmalıyız. Çocuklar bu örneklerden lüks içinde yaşayarak değil, sıcak aile ortamında karşılıklı sevgi ve saygı içersinde insanca yaşayarak mutlu olunacağı sonucunu çıkaracaklardır.

• Gazete haberlerinden ve televizyon programlarından faydalanarak kolay yoldan şarkıcı ve artist olmak için evden kaçan gençleri bekleyen tehlikeler konusunda çocuklarımızı bilgilendirmeliyiz. Böylece evden kaçarak, kolay yoldan sanatçı olunamayacağını öğreneceklerdir.

• Dayak ve baskı ancak cahil anne babaların başvurduğu eğitim araçlarıdır. Disiplin dayak ve baskı ile değil, kurallarla sağlanır. Çocuklarımız kuralları çiğnediğinde karşılıklı konuşarak ve onların da fikirlerini alarak çözüm üretmeliyiz.

• Özellikle ergenliğe geçiş sürecinde çocuklarımıza karşı sabırlı ve hoşgörülü olmalı, onların yeni bir kimlik ve bağımsız kişilik kazanma çabalarını anlayışla karşılamalıyız. Çocuklarımız bu fırtınalı ve zor dönemi bizim yardımımız, anlayışlı ve sabırlı davranmamız sonucunda atlatabileceklerdir. Evden kaçmaların çoğu ergenlik dönemine rastlaması tesadüf değildir.

• Evde adam yerine konan, görüşleri ve duyguları önemsenen, kendisine ait bir odası ve eşyaları olan, boş zamanında müzik ve sporla ilgilenen, ailesi ile birlikte sinema, tiyatro, düğün, nişan gibi sosyal etkinliklere katılan çocuklar ve gençler alternatif heyecanlar arama ihtiyacı duymayacaklardır. Çocuğun hayatında arkadaşın önemi büyüktür. “Ya kötü arkadaş seçerse” endişesi ile çocuklarımızın arkadaş seçimine müdahale etmek doğru değildir. Evinde mutlu olan çocuklar kötü arkadaş seçmezler. Yani hiçbir çocuk kötü arkadaş kurbanı olmaz. Çünkü çocuklar arkadaş seçerken ailelerinden aldıkları eğitim ve terbiyeye uygun arkadaşlar arar ve bulur. Çocuk çeteleri üzerinde yapılan araştırmalar, çeteye mensup çocukların hemen hepsinin aileleriyle problemleri olduğunu göstermektedir.

• Çocuklarımız arasında ayırım yapmamaya, onları birbiriyle ve başka çocuklarla kıyaslamamaya, kardeş kıskançlığına yol açacak davranışlardan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Kardeşleriyle ve başkalarıyla kıyaslanan çocuklarda, onlara yetişemediği ve onlar gibi olamadığı için kıskançlık ve düşmanlık duyguları açığa çıkar. Onlar yüzünden ailede istenmediğini, sevilmediğini ve değer verilmediğini düşünür.

• Çocuk ailede bulamadığı yakınlığı arkadaş çevresinde arar, grup içersinde yer edinmek için kolayca grup liderinin güdümüne girer. Liderden aldığı güç ve telkin ile anne ve babasına karşı gelir. Anne baba da onu uslandırmak ve itaate zorlamak için dayağa başvurur. O genç için aile ocağı önemini yitirir ve sıkı bir yer olur. Kendi hayatını yaşamak için evi terkeder.

• Çocuklar anne babayı kavga ederken gördükleri zaman, ailenin bir gün dağılacağından korkar, geleceğe ait ümitlerini yitirirler. Eşler mümkün mertebe çocukların yanında tartışmamalı, birbirine ağır sözler söylememeli, boşama ile tehdit etmemelidir.


Mutsuzluk kadar mutluluk da bulaşıcıdır. Mutlu çocuklar ancak mutlu ailelerde yetişir. Sevgi, saygı, şefkât, yardımlaşma ve iş birliği gibi sosyal değerler ancak anne ve babadan görerek ve yaşayarak kazanılır.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #124
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Çocuklar Ara Tatillerini Nasıl Değerlendirmeli?

15 günlük Şubat tatili öğrencileri bekliyor. Bu süreyi en doğru ve sağlıklı bir şekilde değerlendirmek şart. Tatilden maksimum verimi alabilmenin yolu ise oyun, ders ve spor arasında denge kurmaktan geçiyor.
Çocuklar dört gözle bekledikleri tatile kavuştular. Bir dönemin yorgunluğunu 15 günde atmaya çalışacaklar. Bu tatilden öğrencilerin en iyi şekilde faydalanmalarını sağlamak ise anne ve babalara düşüyor. Acıbadem Hastanesi Bakırköy Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. İbrahim Çelik “ ‘Hadi ders çalış’ ‘Dersin yok mu senin’ ‘Niye ders çalışmıyorsun’ gibi sözlerle çocuğa baskı yapmamalı ve çocuğun tatil keyfi kaçırılmamalı. Bu tarz bir yaklaşım, hem çocuğun ders çalışmasında isteksiz davranmasına hem de veli-çocuk arasında olumsuz duygulara neden olur.” diyerek aileleri uyarıyor.


Birlikte dışarı çıkın
Havaların soğuk olması çocukların sürekli evde kapalı ortamlarda kalmasını gerektirmiyor. Tabii ki soğuk havalarda dışarıda dolaşmak uygun değil. Ancak ev ortamından çıkmakta yarar var. Çocuğun ailesi ve arkadaşlarıyla sinema, cafe, alış-veriş merkezi gibi yerlere gitmesinin birçok faydası bulunuyor Dr. İbrahim Çelik “Soğuk havayı bahane edip sürekli evde oturmak çocuğun televizyon veya bilgisayar karşısında çok fazla vakit geçirmesine neden olur. Böylece çocuk hareketsiz kalır, avare olur ve verimsiz bir gün geçirir. Günün belli saatlerinde bilgisayar ile oynamanın veya televizyonda ilgi çeken bir programı izlemenin bir sakıncası yoktur. Ancak bütün bir gün evde kalmış bir çocuğun biraz da sıkıntıdan bilgisayar veya televizyon karşısında oyalanmak zorunda kaldığını unutmamak gerekir.” Bu durumda çocuğun psikolojik ve fizyolojik sağlığı açısından mümkün olduğunca dışarıdaki çeşitli aktivitelere katılmasına izin vermek doğru bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor.


Spor ve oyun
Her yaşta spor yapmak gerekiyor. Çocukların hem fiziksel hem de ruhsal sağlıkları açısından spor yapmalarında sonsuz yarar var. Dr. Çelik “Çocuğun yaşına ve ilgi alanına göre yapabileceği pek çok spor dalı vardır. Bu spor dallarından bir veya birkaç tanesi çocuk ve velisi tarafından tercih edilip uygulanmalıdır. Sporun her çeşidi kişiyi hem bedensel hem de ruhsal yönde çok olumlu etkiler.” diyerek ailelere çocuklarına spor yaptırmalarını öneriyor.
Tatil boyunca çocukların en çok tercih ettiği aktivite ise oyun oynamak. Çocuklar yaş, ilgi ve becerilerine göre ne tip oyunlar oynamak istediklerine genelde kendileri karar veriyor.Dr. İbrahim Çelik “Oynadıkları oyunlar veya oyuncaklar tehlike arz etmediği sürece velilerin bu konuda endişe duymalarına gerek yoktur.” diyor. Ancak veli, çocuğunun ne tip oyunlara zaman ayırması gerektiğini kendisi belirlemek istiyorsa daha çok zeka ve el becerilerini güçlendiren, geliştiren oyunları tercih etmeli.


Biraz da ders
Şubat tatili, tatil zamanı olduğu için çocuk haklı olarak derslerden ve ders çalışma ortamından uzak durarak kendisini strese sokmak istemiyor. Ama bu durum, çocuğun 15 gün boyunca hiç ders çalışmaması gerektiği anlamına gelmemeli. Dr. Çelik bu noktada ailelere şu tavsiyelerde bulunuyor: “Çocuk eğer çok önemli bir sınava hazırlanmak veya yetişmek zorunda değilse tatilin ilk haftası çok hafif bir ders programı ile ders çalışabilir. 2. haftasında ise, ders çalışma programını daha uzun sürelere yayıp ilk haftaya göre tempoyu arttırabilir. Burada velinin en önemli dikkat etmesi gerektiği konu ise, sürekli çocuğuna ders çalışması yönünde baskı yapmamaktır.”


Bu önerileri atlamayın

Tatil öncesi çok yoğun bir dönem geçiren çocuklar, haklı olarak tatilde rahatlamak ve stresten uzak kalmak istiyorlar. İşte çocuklara ve ailelere tatili rahat ve keyifli geçirebilmek için bazı öneriler:
· Olanak varsa yurtiçinde veya yurtdışında birlikte tatil yapın.
· Sinemaya, tiyatroya, bowlinge, cafeye gidin.
· Alışveriş merkezlerinde gezin.
· Çocuğunuza sevdiği ve ilgi duyduğu kitapları okuyun.
· Günde bir-iki saati geçmemek kaydıyla bilgisayar oyunları oynayın.
· Sabah erken kalkma zorunluluğu olmamanın keyfini geç uyanarak çıkartın ve evde rahatça hareket edebilmenin özgürlüğünü yaşayın.
· Çocuğunuzla birlikte zaman geçirin. Her gün en az bir saati çocuğunuz için ayırın.Çocuğunuza alacağınız en pahalı oyuncak bile, sizin onunla birlikte geçirdiğiniz zamandan daha önemli olamaz, verdiği mutluluktan daha fazlasını veremez
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #125
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İyi emzirmenin püf noktaları

Hem anneye hem bebeğe sayısız faydası olan emzirme, doğru yapılmadığında yarar yerine zarar getiriyor.


Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Şule Yazgan, emzirmenin püf noktalarını şöyle sıraladı:
# Bebeğinizi her ağladığında emzirin.
# Bebeğinizin yüzü, omuzları ve vücudu bir çizgide, sizin vücudunuza paralel ve yakın olacak şekilde memenize yaklaştırın.
# Bebeğinizin burnu meme ucu hizasında olmalı.
# Memeyi yakaladığında ağzını kocaman açmış olması ve yalnızca meme ucunu değil çevresindeki kahverengi alanı da mümkün olduğunca alttan ağzına alması gerekli.
# Bebeğiniz memeden kendiliğinden ayrılana kadar emzirin.



Çocuğun anadilini öğrenirken yapılacak aşırı baskının kekemeliğe yol açabileceğine dikkat çeken Durukan, sözlerini şöyle sürdürdü:



''Çocuğun anadilini doğru kullanmayı öğrenmesini sağlamaya çalışırken aşırıya kaçmamak gerekir. Anne ve babanın yanlış tutumları, çocukların dil gelişiminde birtakım bozukluklara neden olabilir. Bu bozukluklardan biri de kekemeliktir. Yapılan araştırmalar daha çok ebeveynlerin çocuğa karşı tutumlarının kekemeliğe yol açtığını göstermiştir. Bunda özellikle çocuğun ilk kez konuşurken yaptığı yanlışlar ve kuşkular karşısında gösterilen sert tutum ile aceleci davranış büyük önem taşır. Bu nedenle çocuğun dil gelişimi sırasında teşvik edici bir tutum takınmak gerekir. Hatta yaptığı bazı yanlışlar görmezlikten gelinmelidir. Çünkü çocuk bazen anne ve babanın dikkatini üzerine çekebilmek için de bazı sözcükleri yanlış söyleyebilir hatta kekeme taklidi yapabilir. Ayrıca konuşmak için çocuğun yeteri derecede bir olgunluk göstermesi beklenmelidir. Zamansız yapılacak alıştırmalar, dil gelişimine olumsuz etki yapacaktır.''



REFLEKSLERİ GELİŞMEDİĞİ İÇİN IŞIĞI SÜZEMEZ



Yeni doğmuş bir bebeğin reflekslerinin de tam olarak gelişmediği için, gelen ani ışığa tepkisinin yeteri kadar olmayacağını anlatan Özkağnıcı, bebeğin, flaşın yaratacağı ani ve parlak ışığı göz kırpma hareketi ile süzemeyeceğini ifade etti.

Bu durumda anne ve babaların, bebeklerinin gözleri konusunda daha duyarlı olmaları gerektiğini dile getiren Özkağnıcı, bebeğin fotoğrafının bebek başka bir tarafa bakarken, uyurken veya flaş kullanılmadan çekilmesinin daha doğru olacağını kaydetti



Bebeklerinizi kundaklamayın!

Anadolu'da hala yaygın olan bebekleri kundaklama alışkanlığının kalça çıkığına neden olduğu belirtiliyor


Harran Üniversitesi (HRÜ) Tıp Fakültesi Ortopedi Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Erdem Uğur Işıkan, bebeklerde kundak uygulamasının kalça çıkıklığına yol açtığını söyledi.
Prof. Dr. Işıkan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bebeklerin, düzgün bir omurga yapısına sahip olmaları için doğumdan sonraki aylarda kundağa sarıldığını ifade etti.

Bebeklerde, sıkı kundak uygulamasının ciddi sakatlanmalara yol açtığını belirten Işıkan, şöyle dedi:

''Anneden geçen hormonların etkisiyle eklemlerde gevşeklik olur. Anne karnında yeterli gelişim gösteremeyen bebeklerin, doğumdan sonra kundağa sarılması kalça çıkıklığına yol açıyor. Bu tür durumlarda zaman kaybetmeden hekime başvurulmalı ve tedaviye başlanılmalıdır. Erken teşhis sakatlık riskini azaltır. Aksi halde cerrahi müdahale gerekebilir.''

Prof. Dr. Işıkan, bebeklerde kalça çıkığını önlemek için kundak uygulamasından vazgeçilmesi gerektiğini belirterek, ''Bebeklere, içinde rahat edebilecekleri giysiler giydirilmeli'' dedi.


Bebeğinizi nasıl yıkayacaksınız?

Yeni anneleri en çok korkutan şeylerden biri de bebeğe banyo yaptırmak. İşin inceliklerini bilenler içinse hiç de zor değil!

Bebeğe annesi tarafından yaptırılan banyonun, anne ile bebek arasındaki sevgi bağlarını kuvvetlendirmesi açısından çok önemli bir faktör olduğu biliniyor.
Bebeklerin ciltlerinde yeterince koruyucu yağ tabakası oluşmadığı için kolay üşüdüklerini ve ısı değişikliklerine hemen uyum sağlayamadıklarını kaydeden uzmanlar, "Bebeklerin ciltlerindeki bariyer fonksiyonu gelişmediği için, ciltleri çabuk nem kaybediyor. Bu sebeple banyo suyunun sıcaklığının 36 derece, oda sıcaklığının ise 22-24 derece olması gerektiği unutulmamalıdır. Bebek cildi yetişkin cildine göre daha ince olduğu için bebekler çabuk üşür. Bu nedenle banyo süresinin ise 5-6 dakikadan fazla olmaması gerekiyor" diye konuştu.


Son düzenleyen GusinapsE; 10 Mayıs 2006 02:05
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
2 Mayıs 2006       Mesaj #126
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
ÖNCELİKLE tırnak yeme davranışını parmak emme davranışından ayırmamız gerekir. Parmak emme belli bir yaşa kadar davranış bozukluğu olarak değerlendirilmezken, tırnak yeme hangi yaşta ortaya çıkarsa çıksın kesinlikle davranış bozukluğu olarak değerlendirilir.

Emme refleksi doğumdan itibaren başlar. Bebek yaşamak için emmek zorundadır. Annenin memesinden emdiği süt, hem yemek hem de içmek ihtiyacını karşılamaktadır. Bebek eline geçen her şeyi ağzına götürür. Zira emmek beslenmenin de ötesinde bir alışkanlık halini almıştır. Aylarca tek haz kaynağı olan bu alışkanlığını terk edip kaşıkla beslenmeye geçmesi kolay değildir. Bunun için zamana ihtiyacı vardır.

Bebeği 6. aydan önce memeden ayırmak doğru değildir. Ek besinlere geçiş yavaş ve az miktarda olmalı, ek besin bebek aç iken verilmelidir. Ek besinler bebeğin kolayca hazmedeceği, besleyici değeri yüksek, alerji yapmayan, kokusu ve tadı çekici olan besinlerden seçilmelidir. İlk olarak meyve sularından ve pürelerinden başlanabilir. Bir müddet sonra tatlandırılmış sebze çorbalarına geçilebilir. Çocuğu memeden kolay ayırmak için ek besinler kaşık veya bardakla verilmeli, kaşık ve bardak çocuğa tutturularak memeden ayrılmaya özendirilmelidir.

Araştırmalar anneye bağımlı çocukların memeden kolay kopamadığını göstermektedir. Bu çocukların memeden kesilmesi zor olmakta, memeye olan bağımlılığını parmak emerek devam ettirmektedir. Sevgi ve güven eksikliği olan, memeden erken koparılan, ek besine zorlanan çocuklarda da parmak emme davranışına sık rastlanmaktadır. Parmak emen çocuğa baskı yapmak, parmağına acı sürmek, eline eldiven geçirmek ve korkutmak çözüm getirmediği gibi, alışkanlığı daha da pekiştirir.

Anne baba parmak emmeyi fazla önemsememeli, çocuğu parmak emerken gördüğünde uyarmamalı, bunun zararlı ve kötü bir alışkanlık olduğunu söyleyerek çocuğun suçluluk duygusuna kapılmasına yol açmamalıdır. Bilakis, bunun kötü bir alışkanlık olmadığını, istediği taktirde bırakabileceğini, bunu yapacak güçte bir çocuk olduğunu söyleyerek cesaretlendirmek gerekir.

Beslenme saatlerini ilgi çekici hale getirmeli, sevmediği yemeği yemeye veya tabağındakini bitirmeye zorlamamalı, aç bırakmakla tehdit edilmemelidir. En doğru hareket çocukla konuşmak ve parmak emmenin altında yatan sebebi bulmaya çalışmaktır.

“Tırnak yeme” aslında tırnağı/tırnak etini dişiyle koparma veya kemirme eylemi için kullanılan bir terimdir. Gerçek anlamda kopardığı tırnağı yiyen çocuk sayısı pek azdır. Tırnak yeme çocuklar arasında, özellikle ergenliği geçişte, çok sık görülen bir davranış bozukluğudur. Yüz çocuktan 35’inde, yüz ergenin ise 45’inde tırnak yeme görüldüğünü söylersek durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır. Yetişkinlik döneminde tırnak yemeyi devam ettiren bir çok insan vardır.


SEBEPLER:

Tırnak yemeye zemin hazırlayan sosyal ve psikolojik sebepleri şu başlıklar altında toplayabiliriz:

1— Üzüntü ve sıkıntı
2— Gerilim ve kaygı
3— Öfke ve saldırganlık
4— Korku ve endişe
5— Kardeş kıskançlığı
6— Değersizlik ve güvensizlik duyguları
7— Aile huzursuzlukları ve iletişim problemleri

Çok sevdiği büyükannesini, dedesini, oyun arkadaşını veya köpeğini ölüm sebebiyle kaybeden çocuk üzüntüye kapılır ve can sıkıntısından tırnak yiyebilir. Aileden birinin hastalanması, babanın uzun süreli iş seyahatine çıkması, aileye yeni bir kardeşin katılması, çocuklar arasında ayırım yapılması, aşırı kuralcı ve baskıcı eğitim çocukta gerilim ve kaygı uyandırarak tırnak yemesine yol açabilir. Okulda arkadaşlarına, evde ailesine kendini doğru biçimde ifade edemeyen çocuk üzüntü ve sıkıntı duyar. Tırnak yiyerek sıkıntısını açığa vurur. Herhangi bir sebepten dolayı haksızlığa uğradığını düşünen bir çocuk haksızlığı yapan anneye, babaya veya öğretmene kızar, onlara karşı öfke duyar. Öfkesini açıkça dile getirme cesareti gösteremediği zaman tırnak yiyerek öfkesini kendine yöneltebilir.

Yaptığı yanlış davranışlardan dolayı öğretmeninden veya ailesinden korkan ve devamlı cezalandırılma endişesi taşıyan çocuk tırnak yiyebilir. Aile içinde yaşanan huzursuzluklar, kavgalar, boşanmalar, ayrılmalar çocukta gelecek endişesi ve tek başına kalma korkusu uyandırarak tırnak yemesine yol açabilir. Okul başarısızlığı, vücut sakatlığı, aileye evlatlık olarak katılma, zekâ geriliği gibi eksiklikler çocukta öz güven kaybına, kendini değersiz ve aşağı görmesine, bunun bir yansıması olarak tırnak yemesine sebep olabilir.

Parmak emme daha çok iki yaşından önce memeden ayrılmakta zorlanan, anneye bağımlı çocuklarda görülen bir davranıştır. Üzerinde durulmadığı ve çocuğun bağımsızlık girişimleri desteklendiği zaman kendiliğinden geçtiği görülmektedir. Üzerinde fazla durulduğu zaman çocuk bunu dikkat çekmek, anne ve babayı kendisi ile meşgul etmek için kullanmakta, dolaysıyla parmak emme alışkanlığı devam etmektedir.

Baskıcı ve otoriter ailelerde çocuğu bu alışkanlığından vazgeçirmek için çoğu anne babalar korkutma, eline vurma, ellerini bağlama, parmağına acı sürme, aşağılayıcı ve suçlayıcı ifadeler kullanma gibi sağlıksız ve sonuç getirmeyen yöntemlere baş vurmaktadır. Tırnak yemede de buna benzer engelleyici yöntemler kullanılmakta, gerçek sebep bulunup tedavi edilmediği için, alışkanlık daha da kökleşerek devam etmektedir.


TEDAVİ:

• Üç-dört yaşlarına kadar ortaya çıkan tırnak yeme davranışlarında en etkili yöntem anne baba tarafından görmezlikten gelinmesidir. Daha sonra bu alışkanlık devam ederse, bir psikoloğun yardımı ile çocuğun uyumsuzluk sebepleri iyice araştırılıp ortaya çıkarılmalı ve çözüm getirilmelidir.

• Çocuğu azarlamak, korkutmak, ceza vermek gibi zorlayıcı yöntemlerin sonuç getirmediği, kimi zaman daha ağır duygusal problemlerin ortaya çıkmasına yol açtığı anne ve baba tarafından bilinmelidir.

• Çocuklar korku, tehdit, kaygı, kıskançlık ve güvensizlik doğuracak durumlardan uzak tutulmalıdır. Bu itibarla küçük çocuklara şiddet içerikli korku filmleri izlemelerine izin verilmemelidir.

• Tırnak yiyen çocuklara geceleri yatarken hafif eldivenler giydirmek, gece tırnaklarını yemek veya ısırmak istediğinde hatırlatıcı olması bakımından yararlı olabilir. Bu yöntem ağır bir psikolojik sebebe dayanmayan, daha çok dikkat çekmek için baş vurulan durumlarda işe yaramaktadır. Aynı sebeple parmak ve tırnağa acı fakat zararsız bir sıvı sürülebilir. Bu hem hatırlatıcı ve hem de tırnağını ağzına götürdüğü zaman acı ile birleştiğinde terk etmeye yardımcı olabilir.

• Çocuk ilgi çekmek veya anne babasını kızdırmak için parmağını ağzına götürdüğü zaman görmezden gelinmeli, o mekân terk edilerek çocuk yalnız bırakılmalı, çocuğa hissettirmeden uzaktan gözlenmelidir. Eğer yalnız kaldığında tırnak yemekten vazgeçmiş ise, alışkanlığın sebebi kesinlikle dikkat çekmek içindir. Çocuk tırnak yemek için parmağını ağzına götürdüğünde ilgisini başka tarafa çekmek de işe yarayabilir. Ancak ilgi çekilen şey, tırnak yemekten daha çekici ve işe yarar olmalıdır. “Gel seninle bir oyun oynayalım,” “Videoda güzel bir çizgi film izlemeye ne dersin?,” “Bana bir bardak su getirir misin?” gibi yönlendirmeler dikkatini başka tarafa çekmek için işe yarayabilir. Sinema veya televizyon izlerken mısır patlağı, kuru yemiş, sakız gibi ağzını meşgul edecek ve tırnak yemenin yerine geçecek şeyler de işe yarayabilir.

• Çocukları ara sıra başarılarından dolayı ödüllendirme bazı durumlarda yarar sağlayabilir. Ancak bunun kısıtlı ve uygun şekilde kullanılması gerekir. Aksi takdirde çocuk yeni ödüller almak için bunu kullanabilir.

• Kız çocuklarına düzgün kesilmiş bakımlı tırnakların onu daha güzel gösterdiğini söylemek, ağır psikolojik sıkıntılardan kaynaklanmayan durumlarda işe yarayabilir.
•Aslında en akılcı ve kalıcı çözüm, tırnak yemeye yol açan asıl problemi ortaya çıkarmak, çocuğun problemle yüzleşmesini sağlamak, bu davranışın çok kötü bir alışkanlık olmadığını, eğer isterse bırakabileceğini telkin ekmektir. Çocuk buna inandırıldığı zaman elinden gelen çabayı gösterecektir.

Anne babalar bir psikologdan profesyonel yardım alacak olurlarsa çocukla birlikte tırnak yeme problemini daha kolay aşacaklardır.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #127
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk ve Korku

Çocuk yaşta ortaya çıkan korkuları düşündüğümüz zaman, genellikle hepimizin kafasında başka şeyler oluşur. İlk aklımıza gelenler arasında okul korkusu, karanlık korkusu, yalnız kalma korkusu, anneden ayrılma korkusu, yabancı korkusu bulunur. Bu listeyi tabii ki daha da uzatmak mümkündür.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, korku normal gelişimin bir parçasıdır ve kişinin kendini tehlikelerden sakınmasını sağlar. Korku, bebeklikten ergenlik dönemine kadar, sıkça rastlanan bir durumdur, öyle ki araştırmalar, çocukların yüzde 90’ında gelişimlerinin bir döneminde herhangi bir şeyden korktuklarını göstermektedir. Bu nedenle çocuklardan kayıtsız, şartsız korkusuz olmalarını beklemek çok gerçekçi olmaz.


Fobiler:

Öncelikle korku ve fobileri ayırmakta yarar vardır. Bir korkunun fobi olarak adlandırılabilmesi için şu ölçütlere uyması gerekir:
· Çocuğun yaşadığı korkunun, durumun verileriyle orantısız şekilde büyük olması, örneğin parkta bir kez bir çocuğun salıncaktan düştüğünü gördüğü için hiç salıncağa binememek gibi.
· Çocuğun açıklamalarla ikna olmaması
· Çocuğun isteminin dışında aşırı derecede korkması
· Korkulan durumdan bilinçli olarak sakınması
Fobi uzunca bir süre devam eder ve herhangi bir yaş dönemine özgü değildir. Fobilerin bazılarında, bu duruma neden olan bir olay saptanabilirken, bir çoğunda böyle bir olayı saptamak mümkün değildir.


Korkular:

Bazı korkular, belli yaş dönemleri için normal sayılır. Örneğin, bebeklik döneminde yüksek sesten ve fiziksel desteğin aniden yitirilmesinden korkulması doğaldır. Bebeğin yaklaşık 8. ayda geliştirdiği ve bir – bir buçuk yıl kadar sürebilen yabancı korkusu da normal kabul edilir. Çocuğun beş yaş civarında geliştirdiği; örneğin, cadı, canavar gibi birtakım hayali figürlerden korkması da ruhsal gelişimi için beklenebilir bir durumdur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bazı korkuların belli yaş dönemlerinde ortaya çıkabilecekleri, ancak bu korkuların bir süre sonra ortadan kaybolmalarının da gerekli olduğudur. Örneğin, 6 yaşındaki bir çocuk hala yabancılardan korkuyorsa, bu üstünde durulması gereken bir durumdur.


Korku tepkisi nasıl gelişir?
Bebeğin anneye bağlanmasının en önemli nedenlerinden birisi, annenin bebekteki korkuyu azaltma kapasitesidir. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde, yeni bir durumla karşı karşıya kalındığı zaman, çocuğun göstereceği tepkide annenin tepkisi çok belirleyicidir. Çocuk, örneğin ilk kez bisiklete binmeyi öğrenecekken annenin yüzündeki ifadeyi ve davranışlarını inceler. Eğer anne, çocuğa destek veriyorsa ve onun gittikçe kendine güven kazanmasını ve bağımsız olmasını sağlıyorsa, çocuk bisiklete binmeyi zevkli bir durum olarak algılayacak ve bütün dikkatini bu etkinliğe yöneltecektir. Öte yandan, anne ya da çocukla ilgilenen diğer bir kişi, çocuk bu öğrenme sürecini yaşarken sürekli endişeli bir yüz ifadesiyle onu izler ve uyarılarda bulunursa veya onu azarlarsa, çocuk dikkatini vermesi gereken etkinlikten ziyade, hayatında kendisi için çok önemli olan kişiyle ilgilenecek ve o durumla bağlantılı olarak ortaya çıkan endişesi giderek yükselecektir. Bu da çocuğun o durumdan kaçınmasına ve bir daha karşılaşmak istememesine neden olacaktır. Bu kaçınma davranışına biz “korku” diyoruz.
Korku bir kaçınma davranışı olarak ortaya çıkabileceği gibi, bir şartlanma olarak da ortaya çıkabilir. Bebeklik döneminde yüksek sesten korkmanın normal olduğundan bahsetmiştik. Bu dönemde, bebek tam banyosunu yaparken, dışarda çok büyük bir gürültü meydana geldiğini varsayalım. Bu talihsiz durum, bebeğin bir su veya banyo fobisi geliştirmesine neden olabilir.
Kaçınma ve şartlanmanın yanısıra, korkuya neden olan bir diğer faktör de endişelerdir. Endişenin yarattığı korkuya en çok karanlıkta ve uykuya dalarken yalnız kalındığında rastlanır. Çocuk, yaklaşık 3 yaşından itibaren toplumun kurallarıyla annesi ve babası aracılığıyla daha çok tanışmaya başlar. Artık istediğini yapmada eskisi kadar özgür değildir. Bunun sonucunda, çocuk kendini bu sıkıntılı duruma sokan anne ve babasına karşı bir öfke duymaya başlar, ancak bu duygusunu onlara yansıtmaya çekinir. Yine de böyle bir duyguya sahip olduğu için suçluluk hisseder. Ona rahatsızlık veren bu durumla başedebilmek için, anne ve babasını ya da genel olarak toplumu ve kuralları temsil eden birtakım korkutucu figürler bularak, korku ve suçluluk duygularını onlara yansıtır; bunlar bir cadı, hayalet ya da ejderha olabilir. Uykuya dalmadan önce çocuk bilinçle bilinçdışı arasındadır. İçinde biriktirdiği öfkelerin farkına varır, bunları bastıracak gücü kendinde bulmakta zorlanır. O zaman da, aslında bu duyguların yaşanmasına neden olan, ama aynı zamanda da ona destek olan ve güven veren annesini ya da babasını yanında ister. Onlar yanında olduğu zaman onların varlığından ve sevgisinden emin olur ve uykuya dalabilir. Karanlıkta, çocuğun kendini yine kontrolünü kaybetmiş olarak hissettiği bir andır ve endişe vericidir. Bu endişeyle başetmek için de yine bir dış desteğe ihtiyaç duyabilir.
Korkunun bir diğer kaynağı da, çocuğun başkalarını korktukları durumlar içinde izlemesidir, yani korkuyu görerek öğrenmesidir. Örneğin, çocuk annesini uçağın içinde bembeyaz olmuş bir yüzle görür ve annenin panik içinde olduğunu anlarsa, o da uçaktan korkmaya başlayabilir.
Ayrılma korkusunda, korkunun nedeni genillikle çocuk değil, annedir. Anne, çocuğun kendisinden ayrılıp, örneğin okula başlamasını istemez ve bunu çok dolaylı ve ince mesajlarla çocuğa aktarır. Anne, çocuğa o okula başladığında kendisinin bütün gün onu bekleyeceğini, bunu yaparken onu çok özleyeceğini, birlikte ne kadar güzel zaman geçirdiklerini anlatmaya başladığında ve bunu uzunca bir zaman sürdürdüğünde, çocuk okula başlamayı adeta annesine ihanet etmekle eşanlamlı tutmaya başlar ve okula gitmek istemeyebilir. Bu da okul fobisi veya ayrılma endişesi olarak tanımlanabilir.
Sonuç olarak çocukluk döneminde çok çeşitli nedenlerden kaynaklanabilen, çok çeşitli tiplerde korkular olabileceğini gördük. Çocukta korkuyla başederken, korkunun bir yaş döneminin özelliği mi olduğu, korkuya neden olan belli bir olayın olup olmadığı iyice araştırılmalıdır. Anne ve babalar, çocukla kurdukları ilişkiyi gözden geçirmeliler, çocukla birlikte bu konuyu ele almalılardır. Bütün bunlara rağmen çocuğun korkusunda bir azalma olmuyorsa, bu konuyla ilgili profesyonel bir yardım aramakta yarar vardır.

Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #128
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
DEHB nedir?


Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, benzer bir gelişim düzeyindeki bireylerde gözlenene kıyasla daha sık ve şiddetli seyreden kalıcı ve sürekli bir dikkatsizlik ve/veya hiperaktivite-dürtüsellik ile tanımlanan tıbbi bir hastalıktır.
adhdgirlDEHB olarak da bilinen Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu milyonlarca çocuk ve erişkini etkilemektedir. En yaygın olarak çocuklarda görülen bu hastalığa ilk tanı genellikle ilkokul yıllarında koyulmaktadır. Günümüzde, okul yaşındaki nüfusun yaklaşık %3 ila %7'sini etkilemekte, erkek çocuklarda kız çocuklara kıyasla 3-4 kat daha fazla tanı koyulmaktadır. Gereken dikkat verilmediğinde, DEHB ergenlik ve erişkinlik döneminde de devam edebilmektedir.
Araştırmalar, erişkinlerin yaklaşık %2 ila %4'ünde görüldüğüne işaret etmektedir. Cinsiyet oranı 2'ye 1 veya daha düşük olup, erkeklerde DEHB bulunma olasılığı kadınlara kıyasla daha yüksektir. Semptomlar ergenlik ve erişkinlik döneminde çoğu zaman daha düşük şiddette seyretmektedir. Profesyoneller arasında, çocukların erişkinlik dönemine kadar DEHB'i 'atlattığı' yönündeki yaygın inanış yanlıştır. Burada en önemli nokta, çocukluk çağında doğru tanı ve etkili tedavidir; bu, benlik saygısını arttırmaya, akademik ve sosyal becerileri geliştirmeye, davranış sorunlarını düzeltmeye ve DEHB'in erişkinlik dönemindeki uzun süreli etkilerini azaltmaya yardımcı olabilir.
Haberdarlığın artmasına karşın, DEHB hala yeterli ölçüde fark edilmemekte ve etkilenen bireylerin yarıdan azı uygun tanı almaktadır. Tanı konulanların ise çok azı uygun tedavi almaktadır.
Ebeveynler ve bakicilar neler yapabilir?



Ebeveynler ve bakıcılar doğru tanı koyulmasını ve çocuğun uygun bakımı almasını sağlamada yaşamsal bir rol oynamaktadır. Tanı sürecinde ebeveynler hemen sonuçlar çıkarmamaya dikkat etmelidir. Bir çocukta tek başına yüksek bir enerji düzeyi çocuğun DEHB'i olduğu anlamına gelmez.
Eğer ebeveynler DEHB'den kuşkulanıyorlarsa:
  • Hangi tip semptomların hangi durumlarda ortaya çıktığının bir kaydını tutmalıdır.
  • Öğretmenle temasa geçmelidir, çünkü onun sağlayacağı veriler son derece önemli olabilir.
  • DEHB konusunda uzmanlığı olan bir sağlık görevlisinden randevu almalıdır.
Çocuğa DEHB tanısı koyulduğunda, ebeveynler aşağıdakileri yaparak yardımcı olabilirler:
  • Bu bozukluk ve tedavileri konusunda doğru bilgiler edinmek.
  • Etkili ve uygun bir tedavi planının geliştirilmesi ve uygulanması.
  • Hangi ilaç tedavilerinin (doz dahil) alındığının ve çeşitli tedavilerin hangi etkilerinin olduğunun kaydını tutmak.
  • Çocuğa düzenli bir ortam sağlamak.
  • Çocuğun davranışını ve benlik saygısını iyileştirmek.
  • Çocuğa arkadaş edinmede yardımcı olmak.
  • Diğer DEHB'li çocuk ebeveynleriyle iletişim kurmak.
  • DEHB ile başa çıkmanın etkili yollarını öğrenmek.
  • Özellikle eğer yılgınlık hissetmeye başladıklarında, kendileri için destek ve danışmanlık almaya çalışmak.
  • Sabırlı olmak, çünkü tedavi uygulansa bile semptomların düzelmesi zaman alabilir.
Bazı ipuçları ebeveynlerin DEHB'li çocukla başa çıkmasına yardımcı olabilir:
  • Çocuğun davranışını ve benlik saygısını iyileştirmek için:
    • Eşinizle ve çocukla net ve tutarlı beklentiler, talimatlar ve sınırlar üzerinde önceden anlaşmaya varın.
    • Etkili bir disiplin sistemi kurun. Hatalı davranışa uygun ve tutarlı bir biçimde cevap verin ve olumlu davranışı ödüllendirin. Olumsuz davranışın karşılığını ve olumlu davranışın ödüllerini belirleyin. .
    • En olumsuz davranışları değiştirmekle başlayın.
    • Her gün, ekstra pozitif dikkat harcayabileceğiniz bir 'kaliteli zaman' dilimini çocuğunuzla birlikte geçirin.
    • Güçlü yönlerini açığa çıkararak ya da örneğin ona özel bir görev vererek, benlik saygısını iyileştirmesinde çocuğunuzu destekleyin.
  • Arkadaş edinmesinde çocuğa yardımcı olmak için:
    • Çocuğunuzu arkadaşlarıyla etkinliklere sokun.
    • Daha iyi sosyal beceriler geliştirmesine yardımcı olun ve diğer çocuklarla nasıl oynayacağı konusunda ona antrenörlük yapın.
    • Çocuğunuzun sağlayabileceği ilerleme ya da ortaya çıkabilecek sorunlar sorunlar konusunda diğer ebeveynler, spor antrenörleri ve diğer ilgili kişilerle iletişim kurun.
  • Ebeveynlerin yardım için düşünebileceği diğer kaynaklar:
    • DEHB'li çocuklarda davranış yönetimi için beceri eğitimi veren kurslar.
    • DEHB ile ilgili deneyimleri paylaşmak için destek grupları.
    • Danışmanlık sağlayabilecek bir sosyal görevli ya da mental sağlık profesyoneli.
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #129
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
Saldırganlık Önlenebilir ve Öfke Kontrol Edilebilir

Uzm. Psk. Eda Kargı ve Doç. Dr. Gülsen Erden

Saldırganlık, başkalarına fiziksel veya psikolojik zarar verme niyeti taşıyan tüm davranışları içerir. Niyet saldırganlığın temel ögesidir. Saldırganlık, başkalarına zarar vermeye yönelik bir davranış olduğu gibi aynı zamanda saldırganca davranma güdüsü olarak da kabul edilmektedir. Yapılan çalışmalar saldırganlığın engellenme ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Ancak engellenme duygusu her zaman saldırganlığa neden olmamaktadır. Bireyler engellenmeye karşı farklı tepkiler gösterirler. Bazıları yardım ve destek ararken bazıları da engellenmenin kaynağından uzaklaşmayı tercih ederler. Sadece, saldırganlığı engellenme, istenmeyen bir durumla başetme yolu olarak öğrenmiş kişilerde saldırganlığa yol açmaktadır. Yani saldırganlık çok farklı uyarıcılara gösterilen öğrenilmiş bir davranış olmaktadır. Saldırganlığı arttıran birçok fiziksel, çevresel etken de vardır. (ısı, çeşitli kokular, sigara dumanı vb.)

Şiddete tanık olma, sık sık engellenme ile karşılaşma , saldırganlığı ortaya çıkaran nedenler arasındadır. Örneğin, aile içi şiddete tanık olan çocuklar, saldırgan davranışları öğrenebilir, amaçlarına hizmet edeceğine inandıkları zamanlarda da bu saldırgan davranışları gösterebilirler. Eğer bir çocuk azarlanır, dövülür, cezlandırılırsa
kendini değersiz hisseder. Kendini değersiz hissetme de başkalarına karşı saldırgan davranışlarda bulunma eğilimini arttırmaktadır.
Öfkesini uygun şekilde yönlendiremeyen bireylerin de kendini önemsiz hissetmesi, saldırganlığı ortaya çıkarabilir.
Özellikle yaşamın erken döneminde çocuklara öfkelerini kontrol edebilmenin öğretilmesi, saldırganlığın önlenmesinde önemli bir adımdır. Bebeklik döneminde hoşlanma, kızma gibi duygular ağlama aracılığıyla gösterilir. Çocuk 2-3 yaşlarına geldiğinde öfke nöbetleri sıkça ortaya çıkabilir. Bu yaş dönemin de duygu ve düşüncelerini yeterince ifade edememe nedeniyle öfke artar. Öfke nöbetleri olduğunda ailenin çocuğu öncelikle sakinleştirmesi gerekir. Sonra da öfkeyi ortaya çıkaran nedeni anlamaya çalışması gerekir.

Bu yaş dönemin de çocuğu kucaklamak, okşamak sarılmak, gülümseyerek, sakin ve tutarlı bir biçimde yaklaşmak gereklidir.
Birebir ilişki kurma ve ilgi gösterme, anlaşıldığını, onaylandığını hissetmesi ve sakinleşmesi için önemlidir. Öfke nöbeti geçirdiği anlarda, ses, renk, ışık, doku gibi çeşitli uyarıcılardan yararlanılarak dikkatinin hemen başka bir alana yönlendirilmesi de, öfkesinin dağılması için yararlı olacaktır.

Tıpkı yetişkinler gibi, bazen çocuklar da kolayca öfkelenebilirler. Basit nedenler de bu çocukların öfke patlamalarını ortaya çıkarabilir. Zaman zaman da zorlu yaşam olaylarının
arkasından çocuklarda da öfke gözlenir. (Hastalık, istismar, çeşitli travmatik yaşantılar vb.) Öfkeyi kontrol edebilmesi için çocuğun öncelikle neden öfkeli olduğunu bilmesi, bunun farkında olması gerekir. Öfkesini nasıl yönlendireceğini de bilmesi gereklidir. Çocuğun neden öfkelendiği konusunda farkındalık sağlayabilmesi için ailesinin kendisini etkili dinlemesi gerekir. Öfke anında çocuklar, sakin, anlayışlı ve kendilerini anlayacak yetişkinlere gereksinim duyarlar. Öfkeli olduğu için veya saldırgan davranışından dolayı çocuğun azarlanması, çocuğa öfkesini nasıl ifade edeceği ve nasıl sakin olacağı konusunda bir fikir vermez. Çocuğa seçenekleri olduğunu göstermek asıl hedeftir. Bağırmak, ağlamak, vurmak, öfke nöbeti geçirmek bir seçimdir, ancak çocuğa ne hissettiğini söylemenin de bir seçim olduğu gösterilmelidir. Hangi seçimin en iyi sonucu doğuracağı çocukla birlikte konuşulmalıdır.

Öfkeyi kontrol etme becerisinin gelişimi, iletişim becerileri, duyguları ve duygu ifadelerini tanıma becerisi, sorun çözme becerisi, yaratıcılık, yaratıcı düşünebilme becerisi, duyguları denetleme becerisi, girişkenlik becerisi gibi becerilerle de yakından ilişkilidir.

Ebeveynler ve eğitimciler olarak,

Ψ Öfkeli olmadığı anlarda ya da zor bir durumla başedebildiği anlarda çocuğu bu davranışını tanımlayarak ödüllendirmeliyiz.
Ψ Çocuklarınızın duygularını resim yaparak ifade etmelerine izin verin. Resimlerini anlattırın, dinleyin ve onları bu konuda yüreklendirin. Resim yapmak çocuklar ve yetişkinler için rahatlama araçlarından birisidir.
Ψ Herşeyden önemlisi anne-babaları olarak çocuklarımıza sağlıklı model olmalıyız. Arkadaşına vurduğu için çocuğu azarlarsak, döversek, sorunları çözmek için bağırma, azarlama, küsme, dövme ve vurma gibi davranışları bizi gözleyerek öğrenmesini sağlamış oluruz.

Bu sorunlarla başedebilmek için sakin olmayı, gülümsemeyi ve olumlu düşünmenin sihirli etkilerinden yararlanmayı unutmamalıyız.......
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #130
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Çocuğumuza bunlar ’bakıcı’ buluyorlar

Ebeveynler ve ÇocuklarUğur Dündar’ın hazırladığı Arena programı, bu kez çalışan anne-babaların çocuklarını emanet ettikleri bakıcıları ve danışmanlık şirketlerini mercek altına aldı. Arena ekibi, önce iş arayan bir bakıcı gibi, daha sonra da dadı arayan bir aile gibi bu şirketlerle görüştü. Gizli kamera ile kayda alınan diyaloglarda bakıcıların çocuk bakımından habersiz ve verilen referansların sahte olduğu ortaya çıktı.


Müşterinin yanında sigara içme, içtiğini belli etme
Son derece iddialı ilanlar veren bu firmalar, çocuk bakıcılarını acaba nasıl buluyorlar? Dahası o güne kadar hiç çocuk bakmamış bir genç kız, bu firmalarda çalışabilir mi? Bunun yanıtını yanıtını almak üzere iki Arena elemanı, bakıcı adayı gibi firmalarla görüştü. Arena ekibinden sözde bakıcı adayı genç kızlar, bebek bakmaktan habersiz. Hem deneyimsizler, hem de ailelerin onay vermeyeceği sigara alışkanlığı ve asabi davranışlar gibi kusurları var. İlk başvurdukları firma yetkilisi, sigara içtiğini beyan eden sözde bakıcıya "Müşterinin yanında içme, içtiğini de belli etme" tavsiyesinde bulunuyor.


Eğitim problem olmaz, seni işe yerleştirebiliriz

Ebeveynler ve Çocuklar

Sözde bakıcı rolündeki Arena muhabiri, şirket görevlisine "Ben çocuk gelişimi mezunu değilim, eğitim problem olur mu" diye soruyor. Aldığı cevap son derece rahatlatıcı:
"Yok, öyle bir şey aramıyorlar. Yani sonuçta ilkokul mezununu da işe sokuyoruz. O kadar bir şey aramıyorlar. 22 yaşında bir kız var şimdi onu yerleştireceğim."
Firmalar için eğitimsiz olmak, sigara alışkanlığına sahip bulunmak sorun değil. Ayrıca sabıka kaydına da gerek görülmüyor. Hatta çocuk bakıcısı adayı olan genç kızlara "Fiziksel ya da psikolojik bir hastalığınız var mı" sorusunu sormak bile kimsenin aklına gelmiyor.

Sorarsa, daha önce çocuk baktım dersin

Ebeveynler ve Çocuklar

Ama bir firma var ki, İşkur’a bağlı olmasına rağmen uyguladıkları yöntem insanı şaşkına çeviriyor. İş için başvurup hiç çocuk bakmadığını söyleyen bakıcı adaylarına tavsiyeleri şu: "Biz size referans ayarlarız. Baktık deyin, yoksa öbür türlü işe giremezsiniz. Sen Sarıyer’de bakmış ol, sen de Acarkent’te. Seninki villa 3 katlı, seninki iki katlı bir dubleks. Senin baktığın yerde adam yabancı, kadın Türk olsun. Onlar yurtdışına gittiler dersin. Sen çocuğu 1,5’ta aldın 2,5 yaşında verdin. Erkek çocuğa baktın. Gittiler, sende telefonları yok. Ulaşılamıyor."

Bu kızları sakın kaçırmayın süper kızlar, temizler.
Aynı firmaya birkaç gün sonra bakıcı arayan aile olarak başvuran Arena ekibine, Arena ekibinin daha önce iş arayan sözde bakıcıları tavsiye ediliyor. Bakıcı arayan çift son derece titiz ve kuşkulu bir aile profili çizmesine rağmen firma sahibi, deneyimsiz iki genç kızı bir yığın yalanla övüyor ve "Bunlar süper kızlar, çok temizler, çok iyiler. Çocuk bakmışlar" diyor.

Firmanın sahibi eski pasta ustası
Bahçelievler’de tek bir oda ve masadan ibaret danışmanlık firmasının sahibi eski bir pastane ustası. Yabancı uyruklu bir kadınla evli. İçeriye girip çıkanların görünümünden, temizlikçi ya da bakıcı olarak daha çok yabancıları çalıştırdıkları anlaşılıyor. Sözde bakıcı rolünde iş arayan Arena muhabiri iki genç Türk kızının yaptığı başvuru, belli ki kaçırılacak gibi değil. Genç kızlardan ne sağlık raporu ne de sabıka kaydı isteniyor. Başka firmalara gitmemeleri için de kızları uyarıyorlar: "Gitmeyin, şirketler çok kötü, ama çok kötü yani. Hanımefendi satarlar, satarlar... Daha bunun izahı var mı? Şunun içine atarlar bir hap, bakmışsın Mersin’desin, Antalya’dasın."


UZMANLAR NE DİYOR

En büyük görev ailelere düşüyor
Ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı Dr. Arzugül Pektaş, Türkiye ’de çocuk bakıcılığının mesleksiz insanların tekelinde olduğunu söyledi:
"Ülkemizde ekonomik özgürlük içinde olmayan, yapacak hiçbir işe uygun özelliği bulunmayan hanımlar, ’ne yaparız, çocuk bakarız’ diye düşünüyorlar. Sanki en kolay, en eğitim gerektirmeyen, en basit işmiş gibi. Bu, bence çocuk sahibi olan anne babaların en büyük sorunlarından biri. Çünkü sağlıkla ilgili problem olduğunda kurum seçme şansı varken, bu alanda başvurabileceğiniz düzgün kurum bulmak çok zor."
Dr. Pektaş, bu işe kabul edilecek kişilerin mutlaka psikolojik bir testten geçirilmeleri gerektiğini belirtiyor. Bu konuda en önemli sorumluluğun anne babalara düştüğünü ve bakıcılar üzerinde mutlaka bir kontrol mekanizması geliştirmeleri gerektiğini belirtiyor.



Benzer Konular

7 Temmuz 2012 / asla_asla_deme Taslak Konular
24 Mayıs 2009 / barış Tıp Bilimleri
13 Şubat 2012 / AeraCura Taslak Konular