Arama

Ebeveynler ve Çocuklar

Güncelleme: 24 Ekim 2016 Gösterim: 173.087 Cevap: 202
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
1 Mart 2006       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Kararınızı vermeniz için gerçekten ikna edici nedenlere mi ihtiyacınız var? Bebek sahibi olmanın gerçekten en büyüleyici yanı sevgidir, basit ve saf sevgi. Eşinizi, kendinizi ve bebeğinizi sevmeniz gerekiyor. Dikkate alınması gereken başka nedenler de var kuşkusuz. Esasında, bebek sahibi olmak insanlarda bir sürü özel, hatta sihirli, başka şartlarda ulaşılamayacak duyguları harekete geçiriyor. Aşağıda bebek sahibi olmanın bazı müthiş sonuçları gözden geçirilecektir:

Sponsorlu Bağlantılar
#Sabırlı olmayı öğreneceksiniz.
#Takım ruhuyla çalışma becerileriniz gelişecek.
#Kendinizi değişen şekillerde genç, bitkin ve enerjik hissedeceksiniz.
#Çok şey öğreneceksiniz.
#Ellerinizi bir sanat gibi kullanmayı öğreneceksiniz, çocuğun altını değiştirmek gerçekten sanattır!
#Kendinizi adayarak kişiliğinizin gelişmesine katkıda bulunacaksınız.
#Size ya da eşinize benzeyen minik bir yaratığa bağlanacaksınız.
#Zamanınızı yeni ve yaratıcı şekillerde değerlendireceksiniz.
#Vermeyi ve paylaşmayı öğreneceksiniz.
#Bir öğretmen olacaksınız.
#Sevgi, sevilme ve sevme kavramları asla açıklığa kavuşmayacak.
#Çok yorgun olduğunuzda bile gülümsemeyi öğreneceksiniz.
#Televizyonda çok ama çok geç saatlerde yayımlanan, her zaman merak ettiğiniz şovları izleme şansını yakalayacaksınız.
#Eşinizi başka şekilde sevmeye ve takdir etmeye başlayacaksınız, çünkü bu güzel varlığı ikiniz birlikte yarattınız.

Son düzenleyen kompetankedi; 21 Eylül 2006 12:04
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk da yaparım kariyer de deyince annelik erteleniyor
Annelik her kadının hayatı boyunca tatmak istediği çok özel bir duygu... Ancak yoğun iş yaşamı ve kadının aldığı sorumlulukların hızlı artışı, ileri yaşta anne olmayı da beraberinde getiriyor. Ama ilerleyen yaşlarda gebelik zorlaşırken, sağlıklı bebek doğurmak da güçleşebiliyor.......İleri yaş gebelikleri sıkı bir takip gerektiriyor. Özellikle 40 yaş üstü gebelerin durumunu mutlaka bir iç hastalıkları uzmanı veya kardiyolog da takip etmeli. Anne adayının hiçbir sağlık sorunu olmasa bile tansiyonu ve kan şekeri ölçülmeli, bunlardan çıkan sonuçlara göre bir diyet programı uygulanmalıdır.
Sponsorlu Bağlantılar

Pek çok kadının 50'sinden sonra hamile kalmasını sağlayan Dr. Halil İbrahim Tekin, ileri yaş anneliğinin riskleriyle ilgili merak edilen soruları yanıtladı.

İleri yaşlarda kadınların doğal yoldan hamile kalması mümkün mü?

Bazen çok çocuk doğurmuş kadınlarda menopoza girme yaşı uzayabiliyor. 'Çok çocuk' derken 7-8 doğumu kastediyorum. Onlarda bazen 45-46 yaşında da hamilelik görebiliyoruz. Ancak son derece nadirdir, 50 yaşından sonra ise çok ender görülen bir durumdur. Mutlaka yardımcı üreme tekniklerinin kullanılması gerekir.

İleri yaştaki hamileleri ne gibi riskler bekliyor?

Yoğun iş hayatı ve kadınların sorumluluklarının hızlı artışı, ileri yaşta anne olmayı da beraberinde getiriyor. Annelik her kadının tatmak istediği bir duygudur. Ama ileri yaşlarda gebe kalmak zorlaşırken, aynı zamanda sağlıklı bir gebelik dönemini sürdürmek ve sağlıklı bebek doğurmak da güçleşiyor. Düşük riskindeki artışla birlikte bu gebeliklerin çoğu, yardımcı üreme teknikleriyle gerçekleşmiş olmasının verdiği çoğul gebelik riskleri ile birleşiyor. Sistemik hastalıklar ilerleyen yaşla birlikte baş gösteriyor. Bu sorunlardan en önemlileri de şeker hastalığı ve hipertansiyon oluyor. Bu iki hastalığın yanı sıra gebelikte ortaya çıkan kalp yetmezliği, doğum sonrası kanamalar, erken doğum, ölü doğum ve plasenta bozuklukları da görülebiliyor.

İleri yaş gebelikleri nasıl takip edilmelidir?

Birçok risk faktörünü bir arada tutan, belki de en riskli gebelikler sayılan ileri yaş gebeliklerinde; çok yakın ve dikkatli bir takip gerekiyor. Her gebelik özen gerektirirken, bu tür gebeliklerde çok daha fazla özene ve bilgiye ihtiyaç duyuyorlar. Bu nedenle gebe takibi mutlaka, işin en ehli ve tecrübeli ellerde olması gerekiyor. Multidisipliner yaklaşım ve yakın ilgi gerektiren ileri yaş gebelikleri, mutlaka bu konuda uzmanlaşmış ve tecrübe edinmiş merkezlerde takip edilmeli ve gerekli olan tahlilleri yaptırarak, destekleyici tedavilerini almalıdır. Hastaların hiç bir tansiyon sorunu olmasa bile, evinde tansiyon takibi yaptırmaları ve bunları düzenli kayıt etmelerini istiyoruz. Özellikle 40 üstündeki gebeler mutlaka bir iç hastalıkları uzmanı veya kardiyolog ile birlikte takip edilmeli. Düzenli olarak belirli aralıklarla kan şekeri ölçülmeli ve çıkan sonuçlara göre diyet ayarlanmalı veya insülin kullanılmalı. Birçok menopoza giren veya tüp bebek dahil gebelik şansı elde edememiş kadınlar, yurtdışında yumurta bağışı (donasyon) yöntemi ile gebelik elde ediyorlar. Türkiye'de Sağlık Bakanlığı bu yöntemin kullanılmasına izin vermiyor. Özellikle bu şekilde elde edilmiş gebeliklerin ilk 3-4 aydaki takibi belirli hormon takviyeleri gerekiyor. Bu sebeple gebelik takipleri tecrübeli ve bu konuda uzmanlaşmış doktorlar tarafından yapılmalı.

İleri yaş gebeliğin bebek üzerinde etkisi var mı?

Anne adayı üzerine riskli bir durum oluşturan ileri yaş gebeliği; bebeğin veya bebeklerin üzerinde de olumsuz etkiye sahiptir. Artan tansiyon şikayeti ile birlikte bebeğe giden kan miktarında azalma, plasenta ayrılması, pıhtılaşma bozuklukları ve sıvı azalması ile birlikte bebekte hafif gelişme geriliğinden anne karnında ölüme kadar geniş bir risk yelpazesi taşıyabilir. Şeker yükselmesi ve kontrol altına alınmamış diyabet de bebekte aşırı büyüme ve buna bağlı doğum travması, doğum sonrası şeker düşüklüğü, şeker hastalığına ve obeziteye yatkınlık ve ani ölümler bekleyebilmektedir. 35 yaşından sonra oluşan gebeliklerde de kromozom anomalileri de artmaktadır. Bu anomalilerden en yaygın olanı 'trizomi21' denen 'Down sendromu' ya da bilinen adı ile 'Mongolizm' tanısı, gebeliğin erken haftalarında yapılan CVS veya amniyosentez ile konulmalıdır.

İleri yaş gebeliklerinde doğum ile ilgili sorunlar var mı?

İleri yaş gebeliklerinde erken doğum 4 kat daha fazla görülmektedir. Bunun sebebi olarak 'yaş', tek başına bir faktör olarak gösterilirken, artan gebelik sorunlarını engellemek amacıyla erken gebelik sonlandırılabilir. Özellikle 'preeklampsi' denilen artmış tansiyon ve idrarda protein kaybı ile giden oldukça riskli bir durum olan bu hastalığın tek tedavisi gebeliğin sonlandırılmasıdır. Preeklampsi sonlandırılmaz veya fark edilmezse 'eklampsi' denilen nöbet atakları ve beyin ödemi ile seyreden ölümcül bir durum ortaya çıkabilir, bu gibi durumlarda da gebelik sonlandırılmalıdır. Gebelik haftasına bakılmaksızın yapılan bu sonlandırılmalar sonucunda erken doğuma bağlı prematürite oranı artmaktadır. Kontrol altına alınmamış şeker hastalığına bağlı olarak anne karnında bebek aşırı kilo almaktadır ve buna bağlı olarak doğum travmaları görülebilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı ileri yaştaki anne gebeliklerinde sezaryenle doğum oranı normal gebeliklere göre iki kattan fazla artış gösteriyor.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tartışma şekli ilişkinin falı gibi
Aşklar, evlilikler umutla başlar. Geliştirmek ve korumak çaba ister. Gereken özenin gösterilmediği ilişkiler er ya da geç karaya oturur. Bu durumda kişilerin kendini sorgulamak yerine sığındığı gerekçe çoğu kez aynı: "Erkekler Mars’tan, kadınlar Venüs’ten." Aile terapisti İbrahim Eke ise bu teze karşı çıkıyor.

Aralık Gönüllü Eğitim ve Kültürel Araştırma Derneği’nde "İlişkiler, sondan az önce" başlıklı seminerler veren uzman psikolog Eke "Hurafeleri bir kenara bırakıp kendimize bakalım. Kadın ile erkek aynı gezegenden" diyor.

Başarılı bir ilişki için asgari hangi koşullar gerekiyor?

Tercihlerde anlaşma, karşılıklı saygı, dürüstlük, farklı mekanlardayken bile partnerle ilgili pozitif şeyler düşünebilme, uzaklaşmak yerine birbirine yönelme, partneri ilgiyle dinleme, etkileşime açık olma, karşıdakini rahatlatabilme, kendini onun yerine koyabilme koşulları sağlanıyorsa ilişki sağlıklı yoldadır.

Başarılı ilişki için aşk şart mı?

İyi olur, ama şart değil. Aşka yüklenen anlam önemli. Binlerce tanımı var. "Çok mutluyuz, aşığız" diyen çiftleri ayrı odalara alıyoruz. Aşktan ne anladıklarını, ne beklediklerini soruyoruz. Farklı ifade ediyorlar. Bana göre aşk, tutkudur, ergenliktir. Gözün hiçbir şey görmemesidir. Ergen gibi hayatında hiçbir şeyi umursamadan yaşamaktır. Tahtını terk etmektir.

Aşkın kuralları, sınırları olur mu?

Hayır olmaz. Kural, sınır oldu mu aşk değil, ilişkidir artık. Yetişkinler normlara uyarlar, aşk onlara çok uygun değildir. O yüzden 55 yaşında aşık olanlar ergen gibi saçmalıyor. Çünkü bu duygu durumuna giriyor, beklenmedik davranışlar gösteriyorlar. Güzel olan da bu.

İki cins arasında fark var mı gerçekten?

Kadınlar Venüs’ten, erkekler Mars’tan hikayesi gerçek değil. Bu varsayımlara dayanan, insanların ilgisini gıdıklayan bir kitap olsa da iddiaları kanıtlayacak tek bilimsel veri yok. Tam tersi, bilime göre erkek de kadın da aynı gezegenden, benzer özellikleri var. Dolayısıyla bir kez daha söylüyorum: Aşka yüklenen anlam önemli.

Aşk gibi güzel olan bir şey neden tükeniyor? Dünyada sonsuz olan nedir? Kişiler aşık olacaklarını seçiyor mu?

Bu soru beyinle ilgili çalışma yapanların alanına giriyor. Kadın dölünü yaymak için güçlü erkek arar, türündeki hikayeler gerçek dışı. Bilime aykırı. Yalan söylüyorlar. Hurafeleri bir kenara bırakalım. Belki insanlar 400 bin yıl önce böyleydi. Bugün yaşamda birlikte yürüyebilecekleri eşi arıyorlar.

Kişilerin ruh ikizi var mıdır?

Bildiğim kadarıyla, bilimsel tanımı yok. Eğer bir kişi "Ruh ikizim var" diyorsa, buna anlam verip davranışlarını yönlendiriyorsa "evet" var derim ben de.

Kişilik benzerlikleri ilişkiyi güçlendirir mi?

"Bunlar varsa ilişki çok iyi, yoksa kötü" demiyoruz. Sorun çıkabilecek alanları söylüyoruz. Sorun tespit edildiğinde, çözülürse hayat iyi gider. Çözülmezse ilişki biter. Birey kendisine olduğu kadar, çevresindekilere de değer vermeli, dostluk kurabilmeli. Partnerlerini kendiyle eşit görmeli. Kadınlar dahil, artık herkes "Erkek egemen" saçmalıkları bir kenara bırakmalı.

Sürekli sorun çözmeye çalışmak zor değil mi?

Günlük hayatımızda zaten sürekli problem çözüyoruz. Neden ilişkidekileri çözmek zor olsun? Sağlıklı ilişki isteyen, emek vermek zorunda. Emek vermek yerine harita ya da hap istiyorlar. İlişkilerde, bireylerin kişilik yapısı çok önemli. Mutlu ilişki karşılıklı dengeden geçer.

Hangi işaretler iletişimde ve ilişkide ciddi sorunların habercisidir?

Çok önemli kararlar birlikte verilmiyorsa, sık sık ayrılıp tekrar bir araya geliniyorsa, partnerlerin eleştirisinden korunmak için duygusal ilişkiden uzaklaşılıyorsa sorun vardır. Tartışma yöntemi de çok önemli ipucu. Uzayıp bir sonuca bağlanmıyorsa, kıskançlık sık gündemdeyse, tartışmalarda kişiliğe yönelik suçlamalar, aşağılama, küçük görme ifade eden sözler, mimikler, jestler ve bol bol eleştiri varsa, küsülüyorsa, basit şeyler büyütülüyorsa, kırıcı bir tartışmadan sonra ilişkiyi tamir etmek için çaba harcanmıyor veya bu konuda başarılı olunamıyorsa, durmadan "aslında ne yapmak istendiği" anlatılmak zorunda kalınıyor, sert bir dille tartışılıyorsa, partnerler sık sık eleştiriliyorsa, kendini savunurken, partner suçlanıyorsa, tartışmalar sırasında tepkisiz kalınıyorsa ve konuşulmuyorsa sorun büyük.

Sorunsuz ilişki için tek kişinin çabası yeter mi?

Tabii ki yetmez. İlişki tek başına yaşanabilir mi?

Karşımızdakini daha iyi anlamak ve kendimizi anlatmak için ne yapabiliriz?

Çok basit bir yöntemi var. Duygularımızı açık şekilde ifade etmeliyiz. Düşündüğümüzü karşımızdakine söylemeliyiz. Karşımızdakini anlamak için de zihnini okumaya çalışmak yerine yine açıkça ne düşündüğünü sormalıyız.

Her kötü ilişki, evlilik kurtarılabilir mi sizce?

Her ilişki ancak iki taraf da istiyorsa kurtarılabilir. Taraflar istiyorsa, çözümsüz diyalog yoktur.

Aşklar, evlilikler çabuk mu tüketiliyor?

Kişinin hayata bakışı sadece tüketim üzerine kuruluysa, örneğin "bunu diktirmek yerine atarım, yenisi daha ucuza gelir" diyorsa ilişkiye emek vermeye yanaşmaz. Bu olmazsa mutlaka yeni biri vardır, diye düşünür. Bir anlamda ilişkiler de dondurulmuş yemekler gibi, hazırlamak için emek harcamadan, ısıtılıp hayata sokuluyor. Başka bir çok şey için emek veriliyor; neden ilişki, evlilik için verilmesin?

İlişkinin sonunu hızlandıran adımlar

Kırıcı bir tartışmadan sonra ilişkiyi tamir etmek için çaba harcanmıyor veya girişim başarısız kalıyorsa.

Sık sık sizi beğendiğini, sonra da hiç beğenmediğini söylüyorsa.

Sık sık ayrılıp, tekrar bir araya geliniyorsa.

Kızgınlık ve öfke sıkça dışa vuruluyorsa.

Tartışmalar uzayıp, sonuca bağlanmıyorsa.

Basit şeyler büyütülüyor ve sorun ediliyorsa.

Kıskançlık sık gündeme geliyorsa durum kötü.

Sondan az önce

İlişkiyle ilgili sorunlar çok ciddi bulunur.

Sorunlardan söz etmek yararsız görünür.

Sorunları kendi başına çözmeye çalışır.

Paralel yaşamlar kurulur.

Yalnızlık tercih edilir.

Sadece seks ilişkiyi kurtarmaz

Cinsellik ilişkide önemli.

İlişkinin ana motorunun seks olması da geleceğini riske sokar. Öte yandan cinsel ilişkinin sıklığı açısından memnuniyet, cinsel ilişkiden beklentilerin açıkça paylaşılabilmesi, karşı tarafın cinsel isteklerine karşı duyarlılık, her iki taraf için tatmin ediciliği ve cinsel ilişkide korunma yollarında hemfikir olmak da önemli.

Ailede yaşananlar ilişkinin kaderini etkiliyor

Bireylerin geldikleri ailelerin önemli rolü var. Alkol bağımlısı, ruhsal sorun yaşanan, çocuklarına karar alma fırsatı vermeyen, ilişkilerini onaylamayan, geçimsiz, boşanmış ailelerin çocuklarının ilişkileri riskli. Ebeveynlerin çocuklarının ilişkilerine sürekli müdahale etmesi, taraf tutması ilişkiyi zora sokar. Geçmişte şiddet, cinsel taciz, terk, ihmal gibi travmatik olaylar yaşayan bireylerin ilişkisi daha çok emek ister. İlişkinin başlangıcıyla ilgili güzel anılar yoksa, aldatma yaşanmışsa biraz daha çabaya ihtiyaç duyulabilir.

Çocuk da yaparım kariyer de deyince annelik erteleniyor
Annelik her kadının hayatı boyunca tatmak istediği çok özel bir duygu... Ancak yoğun iş yaşamı ve kadının aldığı sorumlulukların hızlı artışı, ileri yaşta anne olmayı da beraberinde getiriyor. Ama ilerleyen yaşlarda gebelik zorlaşırken, sağlıklı bebek doğurmak da güçleşebiliyor.......İleri yaş gebelikleri sıkı bir takip gerektiriyor. Özellikle 40 yaş üstü gebelerin durumunu mutlaka bir iç hastalıkları uzmanı veya kardiyolog da takip etmeli. Anne adayının hiçbir sağlık sorunu olmasa bile tansiyonu ve kan şekeri ölçülmeli, bunlardan çıkan sonuçlara göre bir diyet programı uygulanmalıdır.

Pek çok kadının 50'sinden sonra hamile kalmasını sağlayan Dr. Halil İbrahim Tekin, ileri yaş anneliğinin riskleriyle ilgili merak edilen soruları yanıtladı.

İleri yaşlarda kadınların doğal yoldan hamile kalması mümkün mü?

Bazen çok çocuk doğurmuş kadınlarda menopoza girme yaşı uzayabiliyor. 'Çok çocuk' derken 7-8 doğumu kastediyorum. Onlarda bazen 45-46 yaşında da hamilelik görebiliyoruz. Ancak son derece nadirdir, 50 yaşından sonra ise çok ender görülen bir durumdur. Mutlaka yardımcı üreme tekniklerinin kullanılması gerekir.

İleri yaştaki hamileleri ne gibi riskler bekliyor?

Yoğun iş hayatı ve kadınların sorumluluklarının hızlı artışı, ileri yaşta anne olmayı da beraberinde getiriyor. Annelik her kadının tatmak istediği bir duygudur. Ama ileri yaşlarda gebe kalmak zorlaşırken, aynı zamanda sağlıklı bir gebelik dönemini sürdürmek ve sağlıklı bebek doğurmak da güçleşiyor. Düşük riskindeki artışla birlikte bu gebeliklerin çoğu, yardımcı üreme teknikleriyle gerçekleşmiş olmasının verdiği çoğul gebelik riskleri ile birleşiyor. Sistemik hastalıklar ilerleyen yaşla birlikte baş gösteriyor. Bu sorunlardan en önemlileri de şeker hastalığı ve hipertansiyon oluyor. Bu iki hastalığın yanı sıra gebelikte ortaya çıkan kalp yetmezliği, doğum sonrası kanamalar, erken doğum, ölü doğum ve plasenta bozuklukları da görülebiliyor.

İleri yaş gebelikleri nasıl takip edilmelidir?

Birçok risk faktörünü bir arada tutan, belki de en riskli gebelikler sayılan ileri yaş gebeliklerinde; çok yakın ve dikkatli bir takip gerekiyor. Her gebelik özen gerektirirken, bu tür gebeliklerde çok daha fazla özene ve bilgiye ihtiyaç duyuyorlar. Bu nedenle gebe takibi mutlaka, işin en ehli ve tecrübeli ellerde olması gerekiyor. Multidisipliner yaklaşım ve yakın ilgi gerektiren ileri yaş gebelikleri, mutlaka bu konuda uzmanlaşmış ve tecrübe edinmiş merkezlerde takip edilmeli ve gerekli olan tahlilleri yaptırarak, destekleyici tedavilerini almalıdır. Hastaların hiç bir tansiyon sorunu olmasa bile, evinde tansiyon takibi yaptırmaları ve bunları düzenli kayıt etmelerini istiyoruz. Özellikle 40 üstündeki gebeler mutlaka bir iç hastalıkları uzmanı veya kardiyolog ile birlikte takip edilmeli. Düzenli olarak belirli aralıklarla kan şekeri ölçülmeli ve çıkan sonuçlara göre diyet ayarlanmalı veya insülin kullanılmalı. Birçok menopoza giren veya tüp bebek dahil gebelik şansı elde edememiş kadınlar, yurtdışında yumurta bağışı (donasyon) yöntemi ile gebelik elde ediyorlar. Türkiye'de Sağlık Bakanlığı bu yöntemin kullanılmasına izin vermiyor. Özellikle bu şekilde elde edilmiş gebeliklerin ilk 3-4 aydaki takibi belirli hormon takviyeleri gerekiyor. Bu sebeple gebelik takipleri tecrübeli ve bu konuda uzmanlaşmış doktorlar tarafından yapılmalı.

İleri yaş gebeliğin bebek üzerinde etkisi var mı?

Anne adayı üzerine riskli bir durum oluşturan ileri yaş gebeliği; bebeğin veya bebeklerin üzerinde de olumsuz etkiye sahiptir. Artan tansiyon şikayeti ile birlikte bebeğe giden kan miktarında azalma, plasenta ayrılması, pıhtılaşma bozuklukları ve sıvı azalması ile birlikte bebekte hafif gelişme geriliğinden anne karnında ölüme kadar geniş bir risk yelpazesi taşıyabilir. Şeker yükselmesi ve kontrol altına alınmamış diyabet de bebekte aşırı büyüme ve buna bağlı doğum travması, doğum sonrası şeker düşüklüğü, şeker hastalığına ve obeziteye yatkınlık ve ani ölümler bekleyebilmektedir. 35 yaşından sonra oluşan gebeliklerde de kromozom anomalileri de artmaktadır. Bu anomalilerden en yaygın olanı 'trizomi21' denen 'Down sendromu' ya da bilinen adı ile 'Mongolizm' tanısı, gebeliğin erken haftalarında yapılan CVS veya amniyosentez ile konulmalıdır.

İleri yaş gebeliklerinde doğum ile ilgili sorunlar var mı?

İleri yaş gebeliklerinde erken doğum 4 kat daha fazla görülmektedir. Bunun sebebi olarak 'yaş', tek başına bir faktör olarak gösterilirken, artan gebelik sorunlarını engellemek amacıyla erken gebelik sonlandırılabilir. Özellikle 'preeklampsi' denilen artmış tansiyon ve idrarda protein kaybı ile giden oldukça riskli bir durum olan bu hastalığın tek tedavisi gebeliğin sonlandırılmasıdır. Preeklampsi sonlandırılmaz veya fark edilmezse 'eklampsi' denilen nöbet atakları ve beyin ödemi ile seyreden ölümcül bir durum ortaya çıkabilir, bu gibi durumlarda da gebelik sonlandırılmalıdır. Gebelik haftasına bakılmaksızın yapılan bu sonlandırılmalar sonucunda erken doğuma bağlı prematürite oranı artmaktadır. Kontrol altına alınmamış şeker hastalığına bağlı olarak anne karnında bebek aşırı kilo almaktadır ve buna bağlı olarak doğum travmaları görülebilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı ileri yaştaki anne gebeliklerinde sezaryenle doğum oranı normal gebeliklere göre iki kattan fazla artış gösteriyor.

Annelik kadınların beyinlerini değiştiriyor
Hamilelik ve annelik, dişinin beyin yapısını değiştiriyor ve anneleri bebeklerine karşı daha duyarlı hale getiriyor. Üreme ve doğum sonucunda, dişi memelinin beyninde, davranışlarını ve yeteneklerini geliştiren bir değişim yaşanıyor. Annelik davranışları aslında evrimde dişinin başarı şansını artırıyor. 40 yaşından sonra anne olanların, uzun yaşama şansı daha çok.

Anne olarak doğulmaz, anne olunur. İnsanlardan farelere ve maymunlara kadar dişi memeliler, hamilelikleri döneminde ve anneliklerinin başlangıcında temel yapısal değişimlerle karşı karşıya kalıyor.

Daha önce yalnızca kendi gereksinimlerine ve yaşamına yönelik olarak gelişen dişinin organizması, hamilelikle birlikte kendi yavrusunun bakımı ve ihtiyaçları doğrultusunda gelişim gösteriyor.

Yeni araştırmalar hamilelik, doğum ve emzirme döneminde son derece yoğun olarak yaşanan hormonal dalgalanmaların dişinin beyin yapısını değiştirdiğini, bazı bölgelerde nöronların büyüklüğünü değiştirdiğini ve diğer bölgelerdeki nöronları da yapısal değişimlere uğrattığını ortaya koyuyor.

Bazı bölgeler yuva yapmak, yavrularını temizlemek, onları daha büyüklerden korumak için düzenlenirken, düşünce, kontrol hafızası, öğrenme, korku ve strese karşı korunma gibi bazı bölgeler de yeniden yapılandırılıyor.

Hamilelik hormonu ve çocuk arzusu

Hormonların beyinde yol açtığı değişim yalnız annenin yavrusunu korumasına ve bakımına yönelik değil, aynı zamanda anneye yavrusuna daha iyi yaşam koşulları sağlayabilmesi için yeni yetenekler de kazandırıyor. Hatta beyindeki bu yeni donanımlar anne fare yaşlanana kadar sürüyor. Bütün araştırmalar yalnızca dişi fareler üzerinde yapılsa da, insanda da aynı özelliklerin söz konusu olduğu üzerinde duruluyor.

Memelilerin büyük çoğunluğunda annelik davranışları beynin aynı bölgeleri tarafından kontrol ediliyor.

50 yıl kadar önce bilim dünyası şunu keşfetti: Hamilelik hormonları, dişinin yavrusu için duyduğu arzuyu körüklüyor. 1940’larda Yale Üniversitesi’nden Frank A. Beach, dişi üreme hormonları olan östrojen ve progesteronun farelerde, hamsterlarda, kedilerde ve köpeklerde kızgınlık ve cinsellik gibi tepkileri düzenlediğini keşfetti.

Bunun ardından, Rutgers Üniversitesi’nde Hayvan Davranışları Enstitüsü’nden Daniel Lehrman ve Jay Rosenblatt, aynı hormonların farelerde annelik davranışları için de gerekli olduğunu ortaya koydu.

1984 yılında Robert Bridges, hamilelik döneminde östrojen ve progesteron salgılanmasının arttığını belirledi. Aslında, hormonlar kadar sinir sistemini etkileyen diğer kimyasalların da annelik davranışları üzerinde etkisi var. Örneğin, beynin hipotalamus bölgesinde üretilen ve acıyı dindirici özelliği olan endorfin salgılanması, hamilelik döneminde özellikle de doğumun hemen öncesinde artıyor.

Geç anne olanlar geç yaşlanıyor

Massachusetts Medical School’dan Craig Ferris, manyetik rezonanslı (MRI) görüntüleme tekniklerinden yararlandı ve anne farelerin beyinsel aktivitelerindeki değişimleri belirledi. Buna göre, süt veren annelerin beyinlerinde ödüllendirme ile ilişkili bölümde hareket daha da hızlanıyor. Bilim dünyasına göre bunun yorumu şu: Annenin bebeğini emzirmesine karşılık anneye verilen bir ödül, bir nimet!..

Güney Carolina Tıp Fakültesi’nden Jeffrey Lorberbaum, yine MRI tekniğini kullanarak, bebeklerinin ağlamasını duyan annelerin beyinlerini inceledi. Kadınların beyinlerindeki aktivite, farelerin beyinlerindeki aktivitenin aynısı oldu. Hipotalamus’un aynı bölgesi ve prefrontal ve orbifrontal bölgeler aydınlandı.

Anneler üzerinde yapılan araştırmalar, başka ilginç bulguları da ortaya çıkardı. Örneğin 40 yaş ve üzerinde hamile kalan ve çocuk doğuran annelerin, daha küçük yaşlarda hamilelik geçiren kadınlara kıyasla, uzun yaşama şansları daha yüksek. Bilim dünyası, bu bulguyu, 40’larında anne olan kadınların daha yavaş bir hızda yaşlanmalarına bağlıyor.

Baba beyinleri ne durumda?

Peki ya çocuk sahibi olmak, babaların beyinlerini nasıl etkiliyor? Kadınlarda olduğu gibi onlarda da bir değişim meydana geliyor mu? Yavrularına bakan babalar, bu durumdan dolayı beyinsel açıdan kazançlı çıkıyor mu? Bilim dünyası, elbette babaların durumunu da araştırıyor. Bunu için, küçük bir Brezilya maymun türü olan marmoset’ler inceleniyor. Marmosetler, monogam bir yaşam sürüyor ve yavrularının bakımını erkek ve dişi birlikte üstleniyor. Bugüne kadar elde edilen bulgular şunu gösterdi: Baba marmoset, yiyecek bulma konusunda, baba olmayan erkek bir marmosetten daha başarılı.

Her yere yetişen mucize kadının sırrı da annelik mi?

Nasıl oluyor da, anneler aynı anda birkaç işi birden yapabiliyor? Kadının annelikle birlikte kazandığı o geleneksel hünerin sırrı ne? Bilim dünyası, bir yandan da bunu çözmeye çalışıyor. Belki de anne beyninde meydana gelen değişimler, kadına, ortaya çıkan bir dizi yeni isteği karşılamada o hassas dengeyi kurduruyor: Çocuk bakımı, çalışma yaşamı, sosyal aktiviteler, ev işleri... Doğrusu, bilim henüz bu sorunun yanıtını bilmiyor. Ancak araştırmalar gösteriyor ki, beynin yapısı ve aktiviteleri gerektiğinde değişebiliyor. Regensburg Üniversitesi’nden Arne May ve meslektaşları, havaya 3 topu atıp düşmeden tutmasını öğrenen kadın beyinlerinde, algılama ile ilgili bölgenin değişim gösterdiğini belirlediler.
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #4
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Annelik Nedir?
Doğduğu gün daha önce hiç yaşamadığınızı hissetmektir annelik. Aynaya bakıp benden bu kadar güzel bir melek nasıl doğdu diyebilmektir annelik. Ne güzel bir yavrumuz var diye eşinizin üzerine titremektir annelik. Topuğundan kan alınırken kendi topuğuna da iğne batırmaktır annelik. O her ağladığında kendi gözyaşlarını içine akıtmaktır annelik. Yavrusunun tırnaklarını keserken üşür mü diye tırnak makasını ısıtmaktır annelik. Uyuduğunda yanına alıp, yavrum uyanmasın diye yattığın gibi kalkmaktır annelik. Emerken ısırdığında ona kızdığını sanmasın diye ciğerinize çöken acıyı yutmaktır annelik. Onun parmağına kıymık batsa sizin elinizin kanamasıdır annelik. Kesilen tırnakları yüzünü çizmesin diye parmaklarına bebe yağı sürmektir annelik. Yavrusunun kaç damla sütle doyduğunu sayabilmektir annelik. Gece uyurken yavrusunun kirpiğinin kıpırdadığını hissedebilmektir annelik. Yavrusu henüz uyanmadan, şimdi uyanır diye yanına koşmaktır annelik. Yavrusunu doyurmadan yemek yiyememek, su içememektir annelik. Kokusu sinmiş diye bütün gün elin burnunda dolaşmaktır annelik. Hic uyumadığınız bir gece bile ağladığı an "geliyorum meleğim" diye yanına koşabilmektir annelik. Gördüğünüz her bebeği kendi evladınız gibi sevebilmektir annelik. Hayata komplekslerinden arınmış olarak gülümseyebilmektir annelik. Koşulsuz ve karşılıksız tek sevginin evlat sevgisi olduğunu fark etmektir annelik. Her ne şartta olursa olsun, onun için inadına yaşamaya çalışmaktır annelik. Ve her gece tanrıya yavrumdan beş dakika fazla ömrüm olmasın diye yalvarmaktır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
siir100589qp



HİÇ BİR ÇOCUK BANA "BABA" DEMEDİ...



Hiçbir çocuk bana "baba" demedi,
Ben hiç baba” olmadım ki..

"Baba" diyen tatlı sesi
Sokaklarda, komşularda duydum
Sokaklarda, komşularda gördüm onları.
Koşuyorlar, gülüyorlar, oynuyorlardı,
"Ana" diyorlardı, "baba" diyorlardı,
Koşup sarılıyorlardı boyunlarına.
Analar, babalar çocuklarını
Öpüyorlar, okşuyorlar, seviyorlardı;

Hiçbir çocuk içtenlikle,
Sevecen atılmadı, sarılmadı boynuma
Benim hiç çocuğum olmadı ki...

Sevgilerin en kutsalı çocuk sevgisi
Seslerin en güzeli "baba" diyen ses.
Ben, hep bu türkülü sesi dinlerim
Ben, hep "baba" diyen sesi duyarım
Bir çocuk bana doğru koşsa uzaktan
Onu, birden sımsıcak ruhumla kucaklarım..

Geceyarısı bir çocuk ağlasa uzaklarda,
Anasından, babasından önce duyarım..

Günün haber saatlerinde,
Radyoda, televizyonda
Dergilerde, gazetelerde
Yollarda, sokaklarda
Öldürüldü, öldü derler
Ah... Yavrum derim..

Oysa ne öleni bilirim,
Ne öldüreni.
Çaresiz alıp başımı giderim,
Ağlayan analarla, babalarla beraber
Uykuyu gözlerime haram ederim...

Oysa hiç bir çocuk bana "baba" demedi,
Ben hiç baba olmadım ki...
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #6
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUK NE YAŞIYORSA ONU ÖĞRENİRSpacerCizgiEgitselKollar
EĞER BİR ÇOCUK
SÜREKLİ ELEŞTİRİLMİŞSE, KINAMA VE AYIPLAMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
KİN ORTAMINDA BÜYÜMÜŞSE, KAVGA ETMEYİ ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
ALAY EDİLİP AŞAĞILANMIŞSA, SIKILIP, UTANMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
UTANÇ DUYGUSUYLA EĞİTİLMİŞSE, KENDİNİ SUÇLAMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
HOŞGÖRÜYLE YETİŞTİRİLMİŞSE, SABIRLI OLMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
DESTEKLENİP YÜREKLENDİRİLMİŞSE, KENDİNE GÜVEN DUYMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
ÖVÜLMÜŞ VE BEĞENİLMİŞSE, TAKDİR ETMEYİ ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
HAKKINA SAYGI GÖSTERİLEREK BÜYÜTÜLMÜŞSE, ADİL OLMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
GÜVEN ORTAMI İÇİNDE YETİŞMİŞSE, İNANÇLI OLMAYI ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
KABUL VE ONAY GÖRMÜŞSE, KENDİNİ SEVMEYİ ÖĞRENİR.


EĞER BİR ÇOCUK
AİLE İÇİNDE DOSTLUK VE ARKADAŞLIK GÖRMÜŞSE,
BU DÜNYADA MUTLU OLMAYI ÖĞRENİR.
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Mayıs 2006 02:20
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #7
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLARA ÖZEL SÖZLERSpacerCizgiEgitselKollar
  • Çocuk, bugünün yarını, yarının umududur.
  • Çocukların nasihatten çok, iyi örneklere ihtiyacı vardır.
  • Çocukluğunu yaşayamamış bir insan, tam bir insan olamaz.
  • Çocuklar, yeni dökülmüş beton gibidirler. Üzerlerine ne düşse iz yapar.
  • Çocuk kokusu cennet kokularındandır.
  • Çocuğuna değer veren uluslar ölmez.
  • Bu günün küçüğü, yarının büyüğüdür.
  • Çocuk ulusun en kutsal varlığıdır.
  • Çocuk yuvanın mutluluğudur.
  • Çocuğun en önemli gudası sevgidi
Son düzenleyen GusinapsE; 24 Mart 2006 18:41
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUK GELİŞİMİ VE ALLAH İNANCI

ANA RAHMİNİ terk eden yeni doğmuş bir bebek bir süre için ‘anneden ayrılma anksiyetesi’ dediğimiz yeni hayata adapte olamama sıkıntısı yaşar. Sıkıntının süresi annenin bebeğine karşı gösterdiği ‘annelik tutumu’ ile yakından ilgilidir. Bebek için ana rahmindeki o zahmetsiz lüks hayat bitmiş; yeni ve alışık olmadığı zor bir hayat başlamıştır. Acıkmakta, altı kirlenmekte, yüksek sesten, ışıktan, karanlıktan, soğuktan ve sıcaktan rahatsız olmaktadır. Sıkıntısını ağlayarak ifade etmenin dışında elinden bir şey gelmez.

Ancak ne zaman ağlasa ve korku ile titrese kendisini saran şefkatli kollar, yanağına öpücük konduran sevgi dolu dudaklar olduğunu hissetmeye başlar. Acıktığında süt veren, altı kirlendiğinde temizleyen eller vardır. Bu yabancısı olduğu yeni dünyada yalnız ve sahipsiz değildir. Onu koruyan, ihtiyaçlarını yerine getiren, seven, değer veren biri vardır. Onun adı annedir. Annenin varlığını hissettikçe korkunun yerini güven duygusu almaya başlar. Onun şefkatli kollarında kendisini güvende hisseder; gülücükler dağıtarak ve kuş dilişle cıvıldayarak mutluluğunu dile getirir.
Araştırmalar, doğumdan sonra çeşitli sebeplerle anneden ayrı kalan çocuklarda güven duygusunun gelişmediğini; annenin yerini alacak bir kadın bulunamadığı zaman çocukta ruhsal çöküntü başladığını göstermektedir. Çocuk esirgeme kurumunda çok iyi bakılıp beslense dahi duygusal ve sosyal gelişimi yaşıtlarına göre geri kalmaktadır. Bu sebeple ilk üç yıl anne-çocuk beraberliği çok önemlidir. İlk üç yılını anne sevgisinden ve şefkatinden yoksun geçiren bir çocuk kendisine gösterilen sevgiye karşılık veremez. Anne şefkatinden mahrum kalan bir çocuğa “Allah çocuklara karşı annelerinden daha şefkatlidir,” demeniz bir anlam ifade etmez. Çünkü daha önce sevgi ve şefkat görmediği için bu alanda duyguları kapalıdır.
Güven duygusunun gelişmesinde babanın rolü de çok önemlidir. Güçlü biri tarafından korunduğunu bilmesi çocuğun korkularını azaltır. “Benim babam senin babanı döver,” diyen çocuk, bir bakıma “Beni her türlü tehlikeye karşı koruyan güçlü bir babam var,” demektedir. Her çocukta babanın gücünü abartma eğilimi vardır. Bu güce sığınarak kendini güvende hisseder. Okul öncesi dönemde babanın gücüne sığınarak kendini güvende hisseden bir çocuk okul çağına geldiğinde, babanın her şeyi bilmediğini, dünyanın en güçlü adamı olmadığını kavramaya başlar. Soyut zekânın da gelişmeye başlaması ile birlikte, babanın gücüne sığınma ihtiyacını Allah’ın gücüne sığınarak telafi eder.
Baba sevgisinden ve korumasından mahrum büyümüş bir çocuğa, “Allah çocukları sever ve onları her türlü tehlikelerden korur,” demeniz fazla bir anlam taşımaz. Çocukluğunda baba şefkati ve koruması yaşamadığı için, ileri yaşlarda dara düştüğünde, ona Allah’a sığınmayı ve Allah’tan yardım istemeyi öğretmeniz çok zordur.
Çocuk yürümeye ve ihtiyacını anlatabilecek dil becerisini kazanıp konuşmaya başladıktan sonra yavaş yavaş annenin yardımınıza gerek duymadan yeme, içme, elini yüzünü yıkama, tuvalet ihtiyacını giderme, giyinme, oyuncaklarını toplama gibi kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek şekilde eğitilmelidir. İki yaşına kadar hazıra alışmış olan çocuk bu becerileri kazanmada acemilikler yaşayabilir, tembellik yapabilir. Yemek yerken, su içerken üzerine dökebilir, elini yıkarken üstünü ıslatabilir, tuvalet ihtiyacını giderirken tuvalet taşını kirletebilir, ayakkabılarını ters giyebilir, bağcıklarını bağlarken zorlanabilir, elbisesinin, düğmelerini iliklerken sırayı şaşırabilir. Bütün bu acemiliklerini anlayışla karşılamalı, ona zaman tanımalı, deneme-yanılma girişimleri desteklenmeli ve cesaret verilmelidir.
Yürüme ve konuşma yaşına gelip kendi ihtiyaçlarını yerine getirebilecek fiziksel ve zihinsel olgunluğa ulaştığı halde anne baba, özellikle anne, yardım etmeye devam ederse. “Dur sen yiyemezsin ben yedireyim, dur sen içemezsin ben içireyim, dur sen giyemezsin ben giydireyim, dur sen tuvaletini yapamazsın ben yaptırayım...” derse. Çocuk aileye bağımlı hâle gelecek, kendi ayakları üzerinde dikilmeyi öğrenemeyecek, karşılaştığı bir problemi anne babanın yardımı olmadan çözemeyecek, “öğretilmiş acizlik” dediğimiz beceriksiz bir kişilik kazanacaktır.
Aileye bağımlı hâle getirilen çocuklarda Allah inancı da buna uygun gelişecektir. Bir güçlükle karşılaştığında, işi ters gittiğinde, güçlüğü kendi aklı ve yeteneği ile aşmaya çalışmak yerine Allah’tan yardım bekleyecek; “Neden bu terslikler hep beni buluyor! Allah neden bana yardım etmiyor!” diye yakınacaktır.

3-6 Yaş Gelişim Özellikleri
Aile, anne, baba, çocuklar ve aile büyüklerinin birlikte yaşadığı sosyal bir kurumdur. Her kurum gibi ailenin de uyulması gereken kuralları ve bu kurallar tarafından belirlenmiş bir hiyerarşi ve iş bölümü vardır. Aile hayatının dirlik ve düzenlik içinde devam etmesi için her aile üyesi kurallara uymalı, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli, diğer aile üyelerine güçlük çıkarmamalıdır.
Altı yaşına kadar çocuğun kişiliği üç aşamadan geçerek büyük çapta tamamlanmış olur: Güvenli veya güvensiz kişilik, bağımlı veya bağımsız kişilik, sorumlu veya sorumsuz kişilik. Çocuğa üç yaşından sonra kendi ihtiyaçlarını yerine getirecek beceriler kazandırılırken; olumsuz davranışlarına, yersiz ve zamansız isteklerine sınır konmalı, her istek ve davranışının kabul görmeyeceği öğretilmelidir. Ancak bunu yaparken anne baba zor ve baskı kullanmamalı, niçin sınır koyduğunu anlayacağı bir dil kullanarak açıklamalı, hoşgörü ve anlayışla yaklaşmalı, çocuğa zaman tanımalıdır. Sevgi eğitimin sihirli anahtarıdır. Sevildiğini bilen bir çocuk, anne ve babanın bu sevgisini kaybetmemek için, olumsuz istek ve davranışlarında ısrar etmez, bilerek kuralları çiğnemez.
Çocuğun kendisini değerli hissetmesi ve özgüven kazanması için aile meclisinde söz verilmeli, fikri alınmalı, adam yerine konmalı, ailenin sevilen bir üyesi olduğu hissettirilmelidir.. Ayrıca bakkaldan ekmek almak, çöp dökmek, sofra kurmada ve kaldırmada yardımcı olmak, yatağını yapmak, oyuncaklarını ve odasını toplamak gibi küçük işler verilerek sorumluluk duygusu kazandırılmalıdır.
Bazı anne babalar: “Ben sıkıntı çektim, çocuğum sıkıntı çekmesin, rahat büyüsün” diyerek, gerekli olup olmadığına bakmaksızın, çocuğun her isteğini yerine getirir, davranışlarına sınır koymazlar. Aslında her isteği yerine getirilen, davranışlarına sınır konmayan, kafasına estiğini yapan, devamlı yardım gören bir çocuk doyumsuz olur. Anne babaya karşı da saygısızdır. Sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmez. Kendi başına bir iş beceremediği için özgüveni zayıftır. Karşılaştığı güçlükleri anne ve babanın yardımı olmadan aşamaz. Kendisine bir iş verildiği zaman yapmaz, sorumluluk almak istemez. Büyüdüğü zaman, alışık olduğu üzere, yine başkalarından yardım ve anlayış bekler, kendisi gayret göstermez.

Sorumsuz kişilik sahibi insanların Allah inancı da tutarsızdır. Her istekleri yerine getirildiği ve davranışlarına sınır konmadığı için, bir taraftan Allah’tan her işinin yerine gelmesi için yardım beklerken diğer taraftan Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız davranırlar. “Allah’ın benim ibadetime ne ihtiyacı var?” derler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUK ve ÖĞRETİM

Mustafa İslamoğlu

ÖĞRENMENİN yaşı yoktur, ancak her şey, her yaşta öğretilemez ve öğrenilemez. Çocuğun her yaşının öğretimi birbirinden farklıdır. Dokuz aylık bir bebeğe tuvaletini haber vermeyi öğretmeye kalkmak, kargaya saz çalmayı öğretmeye kalkmakla eşanlamlıdır. Yine dört yaşındaki bir çocuktan misafirlere yetik adam gibi nezaketli ve kibar davranmasını beklemek de aynıdır. Bu ve buna benzer öğretilebilecek her şeyi çocuğun öğrenebileceği yaşta öğretmek demiri tavında dövmek demektir.
?
Çocuğun, mümkün olduğunca çok ve çeşitli öğrenme araçlarından yararlanması sağlanmalıdır. Bunlar okuma, deney, gözlem, duyu, sezgi ve hepsinden önemlisi yaşamadır.
?
Kitap hâlâ bilginin en sadık taşıyıcısıdır. Bir çocuk daha bir-iki yaşlarında kitapla tanıştırılmalıdır. Bu yaşta bir çocuğun kitap okuyamayacağını ve onun kitabı eline alır almaz yırtacağını ya da ağzına götüreceğini herkes bilir. Siz de ona işinize yaramayan kitap ve dergiler verirsiniz. Onun kitabı yırtması, kâğıdı keşfidir. Oyuncakları arasında kitaplar bulunan bir çocuk, kitaba daha küçük yaşlardan âşina olacaktır.
?
Anne-babasını hiç kitap okurken görmeyen çocuklara kitap okuma alışkanlığını kazandırmak, anne-babasını kitap okurken gören çocuklara göre çok daha zordur. O hâlde, çocuğa okuma zevki aşılamanın en kestirme yolu öncelikle anne-babanın kitaplı olmasıdır.
?
Dört yaşından itibaren çocuklar resimli kitap ve dergilere ilgi duyarlar. Ayrıca çocuğa ilgisini çekecek kitaplar okumak da çocukta okuma ve öğrenme arzusunu kamçılayacaktır. Bu yaştaki bir çocuğun elinden tutup kitapçılara, kitap fuarlarına ve kütüphanelere götürmek, onda kitaba karşı bir sevgi ve ilgi uyandıracaktır.
İlkokul çağına geldiğinde çocuğa mutlaka küçük bir kütüphane kurması telkin ve temin edilmelidir. Çocuğun mümkünse bilgisayarla tanışması sağlanmalı ve yaşı geldiğinde internet gibi bilgi ağlarından, cinsellik ve şiddet gibi menfî durumlara karşı önlemler alınarak yararlanması sağlanmalıdır. ABD’de 1995 yılında ilkokul çağındaki çocuklarını örgün eğitime vermeyip evde eğiten ailelerin sayısı beş yüz bindir. Bu rakam 1997’de bir milyon iki yüz bine çıkmıştır. Aileler, katı ideolojik sistemlerin elinde oyuncak hâline getirilen, aklı ve yüreği dağlanan çocuklarına alternatif öğrenim yolları bulmak ve bu konuda birbirleriyle dayanışmak zorundadırlar.
Özel öğrenim kurumları hiç kuşkusuz alternatif yöntemlerden sadece biridir. Ne ki, son yıllarda bu işi yapanların bir çoğunun çocuk eğitim ve öğretimini değil de ekonomiyi önceleyen tutum ve davranışları, çocuklarına iyi bir öğretim vermek isteyen aileleri zora sokmakta ve kimi zaman aileler çocuklarını özel bir öğretim kurumunda okutabilmek için maddî-manevî bir çok ıstıraba katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Bizce ailenin malî dengelerini bozma pahasına çocuklarını özel bir eğitim kurumuna veren aileler doğru yapmamaktadırlar. Kaldı ki, bu sözümona fedakârlığın, ilerde çocuk için başkakıncına dönüşmesi ihtimali de vardır. Bu durumda, olayın menfî boyutu müspet boyutunu geçecektir.
?
Çocuklarını özel eğitim kurumlarında okutan ailelerin dikkat etmeleri gereken bir diğer husus da, bu tür okullardaki arkadaş ve çevre ortamının çocuğun insanî çevreyle uyumunu bozacak denli bir ‘kast’ sistemine dönüşmesidir. Çocuğun kendisinin ‘üstün kasta’ ait olduğu vehmine kapılması, onda, ilerde davranışlarına yansıması kaçınılmaz olan ahlâkî sapmalara ve tavır bozukluklarına neden olacaktır.
?
Çocuğunuza mutlaka bilgiyi seçerek öğrenmesini ve öğrendikten sonra ayıklayarak kullanmasını ve içselleştirmesini öğretmelisiniz. O bilmeli ki, kitapta yazıyor olması bir şeyin doğruluğunun mutlak ölçütü değildir ve kitaplar pirince ya da karpuza benzerler. Her kitabın taşını ayıklamak ya da kabuğunu soymak, onu okuyanın feraset ve basiretine kalmış bir şeydir.
?
Çocuğunuzun bazı şeyleri yaşayarak öğrenmesi için ona fırsat veriniz. Çünkü, kimi zaman ‘kırk öğütten bir serence hayırlıdır.’ Telâfi edilebilir hatalar yapmasına izin vermeniz, onu da, sizi de rahatlatacak bir tecrübeye dönüşecektir.
?
Çocuğunuzun elinden tutarak ara ara kabirleri ziyaret edip onunla geçmişi, kaybettiğiniz büyüklerinizi konuşunuz. Bu onun, hayatın öteki yüzü olan ölüme yabancılaşmasının önüne geçecek ve ilerde kronik ölüm korkusuna düşmeyecektir.
?
Çocuğunuzu kötü örneklerden korumanın yolu, ona iyi örnekleri tanıtmaktır. Bunun en kestirme yöntemi, ona iyi örneklerin hayatını anlatan bir kitap koleksiyonu yapmak ve bunları okumasını sağlamaktır. Elbette bu en kestirme yol olmakla birlikte, en etkin yol değildir. En etkin yol, ona iyi örnekler tanıtmak ve onlara yakın tutmaktır, fakat bu her zaman mümkün olmayabilir.
? On üç-on yedi yaş arasındaki ilk gençlik çağında çocuklar çok şey öğrendiklerini sanırlar ve çoğunlukla anne-babalarının hiçbir şey bilmediklerini düşünürler. Tıpkı Mark Twain’ın dediği gibi: “On altı yaşındayken babamın dünyanın en bilgisiz, en aptal adamı olduğunu düşünürdüm. Yirmi bir yaşına geldiğim zaman, bizim ihtiyarın beş yıl içerisinde bu kadar çok şey öğrenebilmiş olmasına şaştım kaldım.” ?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sigara bebekte zayıf doğum nedeni!

bebek03 Selçuk Üniversitesi’nde (SÜ) yapılan bir araştırmada, hamilelik döneminde sigara içen annelerin bebeklerinin yüzde 23’ünün, normalden daha zayıf olarak dünyaya geldiği ortaya çıktı.

Prof. Dr. Selma Çivi, “araştırmamızda hamilelikte içilen sigaranın, her çocuktan ortalama 130 gram aldığını tespit ettik” dedi.

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Selma Çivi, insan vücuduna birçok zararı olduğu bilinen sigaranın, erkeklerin yanı sıra hamile kadınlar ve anne karnındaki bebekleri için de büyük zararları olabileceğini söyledi. Sigaranın, hamile kadınların çocukları üzerinde ne derece etki yaptığını ortaya çıkarmak için bir araştırma yaptıklarını ifade eden Çivi, söz konusu araştırmanın, SÜ Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Doğum ve Hastalıkları Kliniği’ne gelen 600 hamile kadın ve bebekleri üzerinde gerçekleştirildiğini söyledi. Araştırmada, gönüllü hamile kadınlara sigara alışkanlıkları, sigara içme sıklıkları gibi konularda toplam 64 soru yönelttiklerini vurgulayan Çivi, şunları kaydetti:

“Doğumdan sonra, mülakat sonuçlarıyla, yeni doğan bebeklerin fiziksel özellikleri ve sağlık durumlarına ilişkin veriler karşılaştırıldı. Yaklaşık 6 ay süren çalışma sonrasında, hamile kadınların yüzde 7.3’ünün gebeliğin herhangi bir döneminde, yüzde 2.5’inin de gebelik süresince devamlı sigara içtiğini tespit ettik. Buyüzde 2.5 sigara içen grubun yüzde 81.8’inin de kocalarının, hamilelikdöneminde eşinin bulunduğu kapalı ortamda sigara içtiği ortaya çıktı. Buradan da görüleceği gibi hamile kadınlarda sigara içme oranları küçümsenmeyecek kadar yüksek. Ancak aynı araştırmamızda gebelikte bu sigara içme oranının eğitimle bir ilgisi olmadığını gördük.”

Çivi, anket uyguladıkları hastalardan aldıkları sonuçları yeni doğan çocuklarının tahlil ve test sonuçlarıyla karşılaştırdıklarını belirterek, bu karşılaştırma sonunda, sigaranın genel olarak insan sağlığına ve özellikle anne karnındaki çocuğa zararı açısından çok çarpıcı sonuçlara ulaştıklarını kaydetti.

SİGARA İÇEN ANNENİN ÇOCUĞU ZAYIF
Araştırma sonucunda hamilelik döneminde devamlı sigara içen yüzde 2.5 oranındaki kadınların çocuklarının, sigara içmeyen annelerin çocuklarına göre daha zayıf olarak dünyaya geldiğini belirlediklerini anlatan Çivi, şöyle devam etti:

“Devamlı sigara içen annelerin yüzde 4.5’inin çocuklarının ölü doğduğunu, içmeyenlerin ise 2.7’sinin ölü doğduğunu tespit ettik. Bu sigaranın anne karnındaki çocuğa zararının açık bir kanıtıdır. Yine, hamilelik boyunca sigara içen annelerin yüzde 23’ünün çocuklarının, normal olarak kabul edilen 2.5 kilogramın altında doğduğunu belirledik. Sigara içen kadınların çocukları ortalama 2.899 kilogram, içmeyenlerin çocukları ise ortalama 3.029 kilogram doğdu. Yani araştırmamızda hamilelikte içilen sigaranın her çocuktan ortalama 130 gram aldığını tespit ettik. Bu sonuçlar, sigaranın daha anne karnındaki çocuk üzerindeki zararının en açık ve çarpıcı bir göstergesidir.”

Benzer Konular

7 Temmuz 2012 / asla_asla_deme Taslak Konular
24 Mayıs 2009 / barış Tıp Bilimleri
13 Şubat 2012 / AeraCura Taslak Konular