Arama

Ebeveynler ve Çocuklar - Sayfa 2

Güncelleme: 24 Ekim 2016 Gösterim: 173.064 Cevap: 202
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #11
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Üvey Annelik

Sponsorlu Bağlantılar
Ali Çankırılı


Bana “Dünyanın en zor mesleği nedir?” diye sorsalardı, hiç düşünmeden “Üvey anneliktir” cevabını verirdim.

Halbuki sadece üvey anneler yoktur, üvey babalar da vardır. Neden üvey babalar değil de üvey anneler böylesine kötü bir şöhrete sahiptir? Çocuk edebiyatı, üvey çocuklarını döven, aç bırakan, işkence eden üvey anne tipleriyle doludur. Masallarda, hikayelerde ve filmlerde çocukların acımasız, kötü kalpli üvey annenin elinden çektiklerini okudukça ve izledikçe yüreğiniz burkulur, gözleriniz yaşarır. Her toplumda, az veya çok, üvey anneye karşı böyle soğuk bir önyargı vardır.
Üvey anneye karşı takınılan bu soğuk tutumun sebebi tamamen psikolojiktir. İnsanlar, kocasını kaybeden çocuklu bir kadın evlendiği zaman çocuklarına sahip çıkacağını, onları üvey babaya ezdirmeyeceğini düşünürler. Bu bir dereceye kadar doğrudur. Çünkü anne gün boyu çocuklarıyla beraberdir, üvey baba işi sebebiyle gününü dışarıda geçirir. Akşam eve geldiğinde eşi tarafından iyi karşılanır, karnı doyarsa fazla problem çıkarmaz.
Üvey anne için durum farklıdır. Çocuklu bir erkekle evlenmeye karar veren kadın, ister kız olsun ister dul olsun çok farketmez, daha baştan işinin zor olduğunu bilir. Babayı sevdiği ve çocuklara kanı ısındığı için bütün zorluklara katlanmaya, çocuklara iyi bir anne, babaya iyi bir eş olmaya niyetlidir. Ancak iyiniyet her zaman yeterli değildir. Çünkü doğurup büyütmediği, huyunu suyunu bilmediği, yabancı çocuklarla karşı karşıyadır.
Üvey çocuklar ya annelerini kaybetmişlerdir ya da boşanma sonucu anneden ayrı düşmüşlerdir. Her iki durumda da tedirgin ve güvensizdirler. Üvey anne, öz annenin bıraktığı yerden görevi sürdürmek zorundadır. İşe iyi dileklerle başlar. Çocuklara annelerinin yokluğunu hissettirmemek için kolları sıvar. Bunda, acıma duygusu kadar, kocasını memnun etme isteğinin de payı vardır.
İlk günlerde üvey anne sabırlı olmaya, kızmamaya çalışır. Çocukları yedirir, içirir, giydirir, onları sevindirecek işler yapar. Ancak çocuklardan beklediği yakınlaşmayı bulamaz. İçi burkulsa da belli etmez. Söz dinlemeyişlerine, yaramazlıklarına, dağınıklıklarına sabırla katlanır. Önceleri nazikçe ikaz eder, sorumluluklarını hatırlatır. Yine aldırmadıklarını görünce içinden ceza vermek gelir, ama vazgeçer. Yanlış birşey yapma korkusuyla öfkesini içine atar. Ancak o da bir insandır ve her insan gibi onun da bir katlanma sınırı vardır. Küçük uyarılarda bile çocukların başkaldırmaları üvey anneyi sertleşmeye zorlar. “Eğer böyle davranmaya devam ederseniz size ceza vermek zorunda kalırım!” der. Çocuklar zaten böyle bir çatışmaya hazırdır, genellikle büyük çocuk beklenen karşılığı verir: “Sen bize karışamazsın, sen bizim annemiz değilsin! Bize yaptıklarını babama söyleyeyim de gör!” Bu sözler karşısında üvey annenin bütün iyiniyetleri söner.
Çocukların üvey anneyi babaya şikayet etmeleri, ağlayıp sızlanarak duygu sömürüsü yapmaları, babayı taraflı olmaya zorlar. Üvey anneye, çocuklarına karşı iyi davranması için baskı yapar. Babanın işe karışması ile üvey annenin işi daha da zorlaşır. İyiniyetinin karşılığını alamadığı için sitem eder: “Ne yapsam senin çocuklarına yaranamıyorum, onlarla baş edemiyorum!” der. İşte üvey annenin kötü şöhreti bu noktadan sonra başlar.
ÜVEYANNEGERÇEKÇİOLMALI

Üvey anne ne kadar iyiniyetli ve ne kadar fedakâr olursa olsun, kendisini üvey çocuklara sevdiremez. Bu onların nankör olduğu anlamına gelmez. Kendinizi o çocukların yerine koyarsanız, onları anlamanız kolaylaşır.
Her çocuk, baştan, annesinin yerini alan yabancı bir kadına karşı kızgınlık duyar. Annesinden ayrı kalmanın verdiği tedirginlik ve güvensizlik duyguları içinde üvey anneye yakınlaşamaz. En iyi davranışlarını bile şüpheyle karşılar. Üvey annenin sevgisini hissetse dahi karşılık veremez. Yabancı bir kadını sevmekle öz annesine karşı nankörlük ettiğini düşünür. Öte yandan bazı ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamadığını, üvey anneye muhtaç olduğunu, bu yüzden ona katlanmak zorunda olduğunu, babanın bu ihtiyaçlarını karşılayamadığını bilir. Kendisini ortada bırakılmış gibi hisseder. Üvey anne tarafından eleştirilmeye, azarlanmaya katlanamaz. Odasına kapanır, gizliden gizliye ağlar. Babasını yabancı bir kadınla paylaşmak istemez. Üvey anneyi babaya yakın görünce kıskanır. İçten içe kin duyar. Babayla üvey anneyi birbirine düşürdüğü zaman sevinir.
Şimdi kendimizi bir de babanın yerine koyup, durumu onun açısından ele alalım. Evleneceği kadın veya kız için ne kadar araştırma yapmış olursa olsun, kalbinin bir köşesinde hep yeni eşinin çocukları sevip sevemeyeceğine dair bir kaygı vardır. Çoğu baba, çocuklarını üvey anneye ezdirmeme kararıyla ikinci evliliğe başlar. Bu yüzden üvey anne ile çocuklar arasındaki anlaşmazlıklarda tarafsız davranamaz. Ancak vicdanı yeni eşini incitmekten ve sevgisini kaybetmekten yana da değildir. İkilem içerisindedir. Çocukların tarafını tutsa eşi incinecek, eşinin tarafını tutsa çocukları incinecektir. Öz ve üvey çocukların birarada olduğu durumlarda anlaşmazlıklar daha karmaşık bir hâl alır. “Ayrım yaptın, yapmadın!” tartışmaları başlar. Eğer çocuklar boşanma sonucu anneden ayrı kalmışlar ise, öz anneyi görüp geldikten sonra daha tedirgin, daha şımarık, daha söz dinlemez olurlar.
Zor olmakla beraber, konu yine psikoloji bilgisi ile çözülebilir. Çocuklu bir erkekle evlenmeye karar veren bir kadın, yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı, ne yapsa çocukların öz annesi gibi olamayacağını, onun yerini tutamayacağını bilmek durumundadır. Halk arasında bunu çok güzel anlatan bir deyiş var: “Üveyden öz olmaz, ipekten bez olmaz.” Bu gerçeği bilerek işe başlayan bir üvey annenin başarı şansı yüksektir. Ne yaparsa yapsın ilk başlarda çocuklar tarafından sıcak karşılanmayacağını bildiği için, çocukların tedirginliğini, güvensizliğini, hırçınlıklarını, nankörlük gibi görünen başkaldırılarını normal karşılar. Çünkü, çocukların bu davranışlarıyla üvey annenin iyiniyetini sınadıklarının bilir. Kendisini onların yerine koyar, duygularını anlamaya çalışır.

ÇOCUKLARINDUYGULARINI
ANLAMAYAÇALIŞIN

Kendinizi çocukların yerine koyun, üvey annenin sizi yanına çağırıp şöyle dediğini düşünün: “Sizin yerinizde olsaydım, ben de öz annemi unutamaz, yabancı bir kadına anne diye sarılamazdım. Öz annenizin yerini tutamayacağımı biliyorum. Bana anne demek zorunda değilsiniz, sizden bunu istemeye hakkım yok. Teyze deyin, hala deyin, içinizden nasıl geliyorsa öyle çağırın. Babanızla evli olduğum için size karşı görevlerim var. Elimden geldiğince bunları yerine getirmeye çalışıyorum. Babanızın beni sevmesi size olan sevgisini azaltmaz. Babanızı elinizden aldığımı düşünmenizi istemem. Eş sevgisi ile evlat sevgisi farklı şeylerdir.”
Üvey anneyi dinledikten sonra çocuklar şöyle düşünecekler: “Bu kadın bizim duygularımızı anlıyor. Onu sevmediğimizi bildiği halde bizi suçlamıyor, bize karşı iyi davranıyor. Her türlü olumsuzluğumuza katlanıyor. Kötü bir insana benzemiyor. Galiba ona haksızlık ediyoruz.”
Bir doktor arkadaşımla birlikte yaşlı bir hastasını ziyarete gitmiştik. Genç bir bayan bizi kapıda karşıladı. Hastanın odasına girdiğimiz zaman, beş-altı yaşlarında bir erkek çocuğu sevinçle bağırdı: “Anneanne, doktor geldi!” Genç bayan, yarı uyur halde yatan yaşlı kadına yaklaştı, alnına bir öpücük kondurdu: “Anneciğim, bak, doktorun geldi. Haydi, aç gözlerini de seni muayene etsin.” Yaşlı kadın, gülümseyerek gözlerini açtı. İltifat etmek için, “Hanımefendi,” dedim, “çok vefalı bir kızınız var, onunla ne kadar övünseniz azdır.” Gözlerinde mutluluk ışığı vardı. “Evet beyefendi, çok haklısınız...” dedi. “O benim dünyadaki tek varlığımdır. O olmasaydı ne yapardım, bilemiyorum. Size birşey daha söyleyeyim, bu güzel bayan benim üvey kızımdır...” Çok şaşırmıştım. Genç bayan, yaşlı kadına sarıldı: “Benim güzel anacığım,” dedi, “öz annemde bulamadığım sevgiyi sende buldum. Bana karşı her zaman iyi bir anne oldun. Senin hakkını nasıl öderim?” Bu yaşlı kadın kesinlikle sabrının, şefkatinin ve karşılıksız sevmenin meyvesini topluyordu.
Yaşlı hasta ile yaptığımız sohbette, on sene önce kaybettiği kocası ile çok mutlu bir evlilikleri olduğunu, ancak çocukları olmadığı için gündüzleri kendisini yalnız ve amaçsız hissettiğini, kocasıyla konuşarak bir evlatlık almaya karar verdiklerini anlattı. “Bu güzel kızımı yuvadan aldığımızda pek küçüktü, beş aylık bir bebekti,” diye devam etti sözlerine. “Bize gösterilen onbeş-yirmi bebek arasından onu seçmiştik. Kucağıma aldığımda bana ilk gülümseyişini hiç unutamam. İçim birden ısınıverdi. O dünyanın en güzel bebeğiydi. Evimiz onunla şenlendi. Artık boş ve amaçsız değildim. Ancak, içimde hep ya annesi bir gün çıkıp geliverirse diye bir korku vardı. Çok şükür böyle birşey olmadı. Ama olsaydı da buna kendimi hazırlamıştım. Anlayacak yaşa geldiğinde kızıma herşeyi anlattım. Sevgimizin yalan üzerine kurulmasını istemedim. Bir gün nasıl olsa evlatlık alındığını öğrenecekti. Birbirimize karşı hiç yalan söylemedik; bunun çok faydasını gördüm.”
ÜVEYÇOCUK,
EĞİTİMİENZOR
ÇOCUKTUR

Üvey çocuk ile evlatlık alınan çocuk, eğitilmesi ve disiplin altına alınması en zor çocuktur. Üvey anne, çocuğun eğitimini devraldığında yani annelik görevine başladığında çocukların yaşı ne kadar ileri ise eğitimi o kadar zorlaşmaktadır. Çünkü o zamana kadar çocuk, iyi veya kötü, bir kişilik kazanmış bulunmaktadır.
Genç bir üvey anne bize gönderdiği e-mail’de yaşadığı güçlükleri anlatıyor, kendisine yardımcı olmamızı istiyordu. Onüç ve ondört yaşlarında iki çocuklu dul bir beyle hayatını birleştirmeye karar vermiş. Evleneli üç-dört ay olmuş. Çocukların annesi vefat etmiş. Baba, eşini kaybettikten sonra evlendiği ikinci eşiyle çocuklar yüzünden anlaşamayarak boşanmış.
“İlk günlerde herşey yolunda gidiyordu” diyen üvey anne şöyle devam ediyordu: “Çocuklar kısa zamanda bana alışmış, ‘Seni çok seviyoruz, sen bize öbür üvey annemiz gibi kötü davranmıyorsun’ diyorlardı. Ancak çok geçmeden sevgimi kullanmaya başladıklarını fark ettim. Beni dinlemiyorlar, derslerine çalışmıyorlar, kafalarının dikine gidiyorlar, sıkıştıkça yalan söylüyorlar. Güzel sözden, nasihatten anlamıyorlar. Kızdığımı anlayınca, ‘Sen bizi dövmezsin ki’ diyorlar. Kocamı üzmemek için herşeyi içime atıyorum. Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyorum. Neden bu çocuklar sevgiden, iyilikten, güzel sözden anlamıyorlar? Beni üzdüklerini bildikleri halde, neden sözümü dinlemiyorlar? Lütfen bana yardımcı olun, bir çıkış yolu gösterin.”
Üvey annenin işi gerçekten zordu. Kendi yetiştirmediği, huyunu suyunu bilmediği çocuklara nasıl davranacağını, onları nasıl eğiteceğini bilmiyordu. Çocuklar, ‘ön ergenlik’ dediğimiz kritik bir dönemden geçiyorlardı. Öz anne-babaların bile sağlıklı bir iletişim kurmakta zorlandığı bu fırtınalı dönemde üvey annenin çaresiz kalması gayet normaldi. Yazdığımız cevapta, üvey anneyi bekleyen güçlüklere dikkat çektikten sonra bunları en az zararla nasıl atlatabileceğini anlattık.
Üvey evlat edinmek isteyen veya çocuklu bir erkekle evlenmeye niyetlenen kadınların, kendilerini bekleyen bu gibi eğitim güçlüklerini peşinen kabul etmeleri gerekir. Bir üvey anne, kendisini bekleyen güçlükler hakkında ne kadar bilgi sahibi olursa, üvey çocuğa karşı davranışları ve beklentileri o kadar gerçekçi olur.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #12
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Yeni doğan bebeğin özellikleri ve yapabilecekleri

Sponsorlu Bağlantılar
Ebeveynler ve ÇocuklarYeni doğan bebeğin değerlendirilmesi, doğuştan gelen bozuklukları tespit şansı olduğu için özellikle önemlidir. Zamanında doğan bir bebek 2.5-4 kg arası ağırlıkta, pembe renklidir. Vücutta hafif katılık vardır. Yani hamur gibi, pelte gibi değildir. Kol ve bacakları bükük, elleri yumruk hâlindedir. Yüz üstü yatırılınca poposunu kaldırarak secde vaziyeti alır. Gövdesinden tutularak dik olarak kaldırıldığında başı öne düşer. Yüz üstü yatırılınca yüzünü sağa-sola çevirebilir.

Genital organlar da dikkatle incelenmelidir. Testislerin yerinde olup olmadığı, torbalarda sıvı toplanması, ağlama sırasında kasıklarda şişlik oluşup oluşmadığı gözlenebilir. Kız bebeklerde anneden geçen hormonların etkisiyle ilk 1 hafta içinde vajinal akıntı veya kanama gözlenebilir. Tüm bebeklerde ilk 24 saat içinde idrar ve gayta çıkışı olmalıdır.

Görmesi iyi değildir. Parlak renkleri ve ışığı görebilir. Takibi ve ilgisi iyi değildir. Avucuna bir şey yaklaştırıldığı zaman yakalar. Çıkarabileceği tek ses ise ağlamadır. Günün çoğunu uykuda geçirir. Koku alabilir. Özellikle keskin ve kötü kokuları hisseder.

Doğumdan sonraki ilk günlerde aşılarımız, Hepatit B aşısıyla başlar.

Uzman Dr. Tuba Söylemezoğlu

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #13
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ebeveynler ve ÇocuklarYAŞLARINA GÖRE ÇOCUKLAR

1 YAŞINDAKİ ÇOCUK

Bir elinden tutulursa kolayca yürür. Mobilyaya tutunarak yan yan çok iyi ilerleyebilir. Bazı çocuklar yardımsız da yürüyebilir, ancak yürümemesi onun geri kaldığını göstermez. Çocuk yürüme konusunda zorlanmamalıdır, tam tersi etki yapabilir. Çocuğa güven sağlayacak hareket alıştırmaları, sevgi dolu konuşmalar, resimli kitaplara bakmak, oyun oynamak, şarkı söylemek bu süreci hızlandırabilir. Kendi adı söylendiğinde tepki verir, küçük emirleri yerine getirebilir, 2-4 kelimeyi anlayarak söyleyebilir. Bir yaşından sonra sofraya oturup anne-babanın yediği gıdaları yiyebilir. Tabiî ki fazla yağlı ve baharatlı olmamak şartıyla.


minikmelegim

15 AYLIK ÇOCUK

Yardımsız olarak ayağa kalkıp yürüyebilir. Ancak henüz köşe dönememekte ve aniden duramamaktadır. Yürüyüşü paytak, adımları düzensizdir. Merdivenleri emekleyerek çıkar. Basit emirleri yerine getirebilir. Kalem ile çizgi çizebilir. İki küpü üst üste koyabilir. Düğmeyi şişenin içine atabilir. Topu yuvarlayabilir. 10-15 kelime söyler. Çok konuşur, ancak söylediklerinin çoğu anlaşılmaz. İsteklerini işaretle belirtir. Altını ıslattığı zaman bunu annesine gösterebilir. Eşyayı yere atmaktan hoşlanır. Bu dönemde kaza riski özellikle artar. Anne-baba ya da bakıcısının daha dikkatli olması gerekmektedir.


Ebeveynler ve Çocuklar


18 AYLIK ÇOCUK

Bir buçuk yaşını dolduran çocuğumuz artık koşabilir. Alçak iskemleye oturabilir. Merdivenler bir engel olmaktan çıkmıştır. Bir elinden tutulduğunda ya da parmaklıklara tutunarak merdivenleri inip çıkabilir. Bir yerlere tırmanmak hoşuna gider. Yürürken bir şeyler taşıyabilmekte ve bir oyuncağını ardı sıra çekebilmektedir. Oyun oynarken artık daha uzun süre bir şeyle meşgul olabilir. Üç küpü üst üste koyup kule yapabilir. Düğmeyi şişeden çıkarabilir. Topu kısa mesafe atabilir. Düz çizgi çizebilir. Resimleri tanır ve adlandırır. Çekmece ve dolapları karıştırır. Kendisi yemek yemeye başlar. Tepinme gibi kızgınlık reaksiyonları göstermeye başlar. Bu ayda rutin yapılması gereken aşıları da tamamlanmıştır.


cocugum

2 YAŞ

Rahat olarak koşar. Tek ayağını kullanarak yardımsız merdiven inip çıkabilir. Topa tekme vurabilir. Kitap sayfası çevirir, kapı tokmağı açabilir, koltuklara tırmanır. Ayakkabı ve çoraplarını giyip çıkarabilir. Altı küpü üst üste koyabilir. Kalemle enine çizgi ve daire çizebilir. Kağıdı ikiye katlayabilir. Cümle kurabilir. Kulak, ağız, burun gibi yüz kısımlarını anlar, gösterir. Çatal ve kaşığı iyi tutar. Masal dinlemekten hoşlanır. Ani seslerden korkar. Tuvalet eğitimi bu dönemde yavaş yavaş başlayabilir.
Son düzenleyen GusinapsE; 24 Mart 2006 18:42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #14
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gençlik, Uyuşturucu ve Şiddet

Dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini 15 - 25 yaşlarında gençler meydana getiriyor. Toplam iki milyar gencin dörtte üçü ise az gelişmiş ülkelerde yaşıyor. Toplumların en dinç insan gücü ve en verimli kaynağı olan gençlerin çok boyutlu ve karmaşık sorunları vardır. Ancak başta gelen problemleri eğitimsizlik ve işsizliktir. Gelişmiş ülkelerde eğitim meselesi büyük bir oranda çözülmüş, ancak işsizlik problem olmaya devam eder. Gençlerin cemiyet hayatının dışında tutulması gelecek toplumların problemlerini kat kat arttıracaktır. Cemiyet hayatına katılımı sağlanmayan gençlik boşa akan bir kaynak gibi kuruyacak, gelişme duracak, barış gerçekleşemeyecektir.

Gençler, ana babalar için sevinç ve mutluluk kaynağı olabildikleri gibi, üzüntü ve sıkıntı sebebi de olabilirler. Kimi gençler büyüdükçe problemleri de artar. Çocukluğun önemsenmeyen uyumsuzlukları gençlik çağında birden alevlenip ağır bunalımlara dönebilir. “Gençlik Problemleri” çoğunlukla bu çağın bocalamalarından ileri gelir ve genellikle geçicidir. Kimi zaman da ağır ve kalıcı ruhsal hastalıkların habercisidirler. Gençlerle anlaşmak ve geçinmek kolay değildir. Gençler, kendileri bocaladıkları gibi ana babaları da bocalatırlar, ilişkileri gerginleşip kopma noktasına gelebilir. Bu sebeple gençlik çağı ana babalar için de sınav dönemidir.

Ülkemizde 12 yaşından küçüklerin ceza sorumluluğu yoktur. Ceza yasaları küçüklerin doğru ile yanlışı, suçla suç olmayanı ayırt edemediğini kabul eder. On altı yaşına gelmiş bir genç ise işlediği suçlardan dolayı her türlü cezayı çeker, ölüm cezası bile verilebilir. Aslında yasaların erişkinlik sınırı olarak belirlediği 18 yaşından sonra da bir genç tam bağımsız bir erişkin konumuna yükselemez. Çalışacağı iş, yaşayacağı ülke ve seçeceği eş konusunda ana babasının onayını almak zorundadır.

Gençlik deyince kiminin aklına kötü alışkanlıklar gelir ki, yanlış değildir. Sigara, içki ve uyuşturucularla ilk tanışma gençlikte başlar ve sürer gider. Kimine göre de gençlik denince akla haylazlık, serserilik, kavgacılık, şiddet ve terör gelir. Bu da belli ölçüde doğru bir gözlemdir. Gençlik çağı sağlıklı ve ölüm oranı düşük bir çağdır; başlıca ölüm sebeplerinden biri araba kazaları, diğeri de intiharlardır. Gençlik çağının bunalımlı bir çağ olduğunu söyleyen ruh hekimlerine hak vermek gerekir.

Özellikle gelişmiş ülkelerde gençler arasında serbest cinsel ilişkiler hızla yayılmakta ve daha küçük yaşlara inmektedir. Bunun sonucu ortaya istenmeyen gebelikler, evlilik dışı doğumlar, cinsel hastalıklar, artan düşükler, ya da zoraki evlilikler çıkıyor. Sigara ve alkol tüketimi gençler arasında hızla artıyor. İşsiz gençler arasında toplu suçlar, çeteleşme ya da topluma sırt çevirmiş hippi, punk, ağır metalciler gibi sorumsuz topluluklar ortaya çıkıyor.
Ülkemiz gençliği bu bakımdan problemsiz bir gençlik olarak nitelenebilir. Çünkü varlıklı toplumların gençlerine özgü hastalıklara daha tutulmadı. ülkemizde gençler arasındaki uyuşturucu kullanımı büyük boyutlara varmamıştır. Gençlik suçluluğu da nüfusumuza ve genel suçluluk oranına göre düşük sayılır. Bildiğimiz kadarı ile intihar oranı yüksek değildir ve araba kazalarından ölüm de şimdilik büyük boyutlara ulaşmamıştır, ancak ürkütücü bir artış söz konusudur. Gençler arasında yayılma eğilimi gösteren cinsel özgürlük akımı sorumsuz cinsel ilişkileri arttırsa bile evlilik dışı doğumlardaki artış dikkat çekici değildir.
Eğitimsizlik ve işsizlik varoldukça gençliğin topluma katılımı imkansızlaşır. Eğitilmiş, sağlıklı bir gençlik olmadan gelişme başarılamaz. Dışlanan ya da toplumun değer vermediği gençlik olmadan gelişme başarılamaz. Dışlanan, ya da toplumun değer vermediği gençlik ise geleceğin güvencesi olamaz. Gelişme, gençlik kesiminin katılımı olmadan gerçekleşemez. Gençlik; yeniliğe ve ileriye doğru atılımların yapıldığı, kendini kanıtlama ve kendi kimliğini arayıp bulma çabalarının yoğunlaştığı dönemdir. Gençler tutkuludurlar, huysuz ve öfkelidirler. kendilerini iç reaksiyonlarına kaptırır, tutkuların kölesi olurlar. İsteklerinin önüne dikilen en küçük engele bile katlanamazlar. Onura ve başarıya paradan çok değer verirler, çünkü paraya ihtiyaçları olmamıştır. Eli açık ve iyilikseverdirler, çünkü kötülükleri tanımamışlardır. Çabuk güvenir, çabuk bağlanırlar, çünkü aldatılmamışlardır. Yüksek amaçları ve hayalleri vardır; çünkü daha yaşamın sillesini yememişler, şartların sınırlayıcı etkisini öğrenmemişlerdir.

Gençler yanılgılarında bile inatçıdırlar. Sevgide de, nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi bildiklerini sanır, onun için yanlışlarında sonuna dek direnirler.
Alkol ve madde kullanımıyla saldırgan davranışlar ve şiddet eylemleri arasında birbirini tırmandıran bir ilişki vardır. Bir başka deyişle alkol ve madde kullanımı saldırgan davranışlara ve şiddet eylemlerine yol açar; saldırgan davranışlar ve şiddet eylemleri alkol ve madde kullanımını arttırır. Alkol ve madde kullananlarda ve bağımlısı olanlarda şiddet eylemlerinin asıl sebebi, bağımlıların ruhsal durum ve içinde bulundukları toplumsal ortamdır. Bu bağımlıların ruhsal durumu ve içinde bulundukları toplumsal ortam alkol ve madde alt kültürünü oluşturur. bu alt kültürün kendine özgü amaçları, beklentileri, değer yargıları, ilkeleri, kuralları, duyguları, düşünceleri ve dünya görüşü vardır. Madde bağımlılığı; kullanılan madde, bu maddeyi kull*****n kişilik yapısı ve içinde bulunduğu alt kültürlerden meydana gelen bir davranış biçimidir.

Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu
İ. Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
İç Hastalıkları Uzmanı (Psikiyatri)
__________________
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #15
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hiperaktif çocukların beslenmesi


Ebeveynler ve ÇocuklarRaflardaki rengarenk şekerlemeler, çeşit çeşit çikolatalar çocuklarımızı cezbediyor ancak onların beslenme dengelerini de bozuyor. Özellikle hiperaktif çocuklarda bu durum ebeveynleri epey sıkıntıya sokuyor.

Markete girdiniz, çocuğunuz hemen şekerlemelerin olduğu reyona gitti ve "bunu alalım" diye tutturmaya başladı. İstediği ürünü sepete atar atmaz "bunu da" diyerek başka bir ürünü işaret etti. Söz dinleyen bir çocuksa, uyarınızı anlayacak ve aldıklarıyla yetinecektir. Ya yerinde duramayan, kıpır kıpır, içi içine sığmayan bir çocuksa... Yerlere yatacak, o ürünü sepete koydurana kadar inadından vazgeçmeyecektir. Bir an önce kasaya ödemeyi yapıp çıkabilirseniz şanslı sayılırsınız.

Uzmanlar hiperaktif çocukların beslenmesine dikkat edilerek, davranışlarında olumlu gelişmeler kaydedilebileceğini belirtiyorlar.

On Dokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Beslenme Uzmanı Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, beslenme modelinin kişinin davranışı etkileyen etmenlerden biri olduğunu, gıda sanayinde besinlere eklenen kimyasal katkı öğelerinin hiperaktivite olgularında davranış değişikliğine neden olduğunun saptandığını belirtiyor.

Hiperaktivite sendromu ve beslenme arasındaki ilişkiyle ilgili 1985 yılında yapılan bir çalışmada, katkı maddeleri eklenmiş besinlerin tüketilmesinden sonra hiperaktif çocuklarda rahatsızlık, huzursuzluk, dikkat kaybı gibi davranış bozuklukları görüldüğünü anlatan Elmacıoğlu, çalışmaların katkı maddeli gıdaların hiperaktif çocuklarda kısıtlanması gerektiği sonucunu ortaya çıkardığını bildirdi.

Elmacıoğlu, davranış bozukluğuna yol açan çok sayıda katkı öğesi ve bu öğelerin bulunduğu yiyecek grubu olduğunu söyledi.

Etsuyu, tavuksuyu tabletleri, hazır toz çorbalar, salam, sucuk gibi raf ömrü uzun et ürünler, margarinler, hazır kekler, şekerlemeler, hazır toz tatlılar, pudingler, dondurmada veya evde yapılan keklerde kullanılan vanilya, gazoz, hazır meyve suları, bisküviler ve şekerlerde bulunan katkı maddelerinin davranış bozukluğuna neden olduğunu araştırmaların ortaya çıkardığın anlatan Elmacıoğlu, bu konuda ebeveynleri uyardı.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #16
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Çocuk ve Oruç

Ebeveynler ve Çocuklar
Dr. Ayşe İzci

Bütün anne-babalar kendilerine şu soruyu soruyorlardır: Acaba çocuklarımızın iyi birer insan olması için üstümüze düşen vazifeleri yeterince yapıyor muyuz? Yoksa onları “nasıl olsa zamanı gelince kendileri doğru yolu bulur, öğrenir” diye düşünerek başıboş mu bırakıyoruz?

Çocuklarımıza güzel dinimizin değerlerini aktarma çabası içinde bulunduğumuz şu mübarek günlerin çocuklarımızı oruç ibadetine alıştırma zamanı olduğunu hatırlatalım. Üstelik onlar gerçekten şanslılar; çünkü onları zorlayacak kavurucu sıcaklar yok. Ne güzel değil mi?

Hemen belirtelim, burada çocuklara farz olmadığı halde oruç tutturmaktan değil, oruç ibadetini kavratabilmek, sevdirmek ve alıştırmaktan söz ediyoruz. Yani içinde bulunduğumuz rahmet iklimini acı bir ilâç gibi değil, bal gibi sunmaktan söz ediyoruz. Hiç şüphe yok, bu konuda farklı yaş gruplarındaki çocuklar için farklı izahlar ve uygulamalar gereklidir.

Normal bir aile ortamında anne-babaların çocuklarını ibadetlere özendirici tutum ve davranışları kolayca bulabileceklerini varsayarak, biz birkaç noktayı hatırlatmakla yetinelim.
Hassasiyet... En fazla çocuklara.

Bu konuya bağlı olarak yapılan diğer bir hata ise, çocukların “küçüksün” diye sevap işlemesinin ve ibadet etmesinin teşvik edilmemesidir. Yaşı ve bünyesi uygun bir çocuk oruç tutmak istediğinde, ibadetinin geçerli olmayacağı, boşu boşuna aç kalmaması söylenirse çocuğun şevki kırılmaz mı? Allah’ın, kendini muhatap bile kabul etmediğini, hiçe saydığını düşünmez mi? Yazık ki, çok sayıda anne-babanın bu hataya düştüğünü görmek mümkün.

Bir çocuk “niçin oruç tutmalıyım?” diye sorduğunda “Allah böyle emrettiği için” şeklinde bir cevap alırsa büyük ihtimalle tatmin olamaz. Onlarla konuşmalı ve oruç ibadetinin kazandırdığı irade, sabır, akılda tutma, nefs hakimiyeti, öz denetim, paylaşma, sahip olunanların değerini anlama, şükretme gibi önemli özellikleri izah etmeye çalışmalıyız.

Hangi yaşta oruç?

Tabiidir ki, okul öncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir. Sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam gün tutmuşçasına sevindirilebilir. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları müsaitse, hiç olmazsa hafta sonları veya bir-kaç gün oruç tutturulabilir. 10-13 yaşlarda ise, oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır.

Çocuğun oruç ile birlikte namaza alıştırılması da, üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır. Beş vakit namaz kılmasalar da, çocukların babayla birlikte teravih namazına gitmesi teşvik edilebilir. Teravihte camiye giden çocuklar, yer darlığı veya gürültü gibi sebebiyle asla dışarı çıkmaya zorlanmamalıdır. Çocukların cemaati rahatsız eden davranışları olabilir. Yetişkinler yine sabırlı, hoşgörülü davranmalı, çocukları şefkatle aralarına alarak grup psikolojisi içinde şımarmalarına engel olmaya çalışmalıdır. Bu noktada tüm çocukların bizim olduğunu, hepsinden sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Çünkü onlar geleceğin toplumunu oluşturacaklar.

Evet; başta değindiğimiz gibi çocuklarımızı terbiye ederken, onlara güzel değerlerimizi aktarırken, dünyadaki en ciddi görevlerden birini yaptığımızı dikkate almamız gerekiyor. Çocuklarımızı önce biz eğitemezsek, bize yabancılaştılar diye şikayet etmeye hakkımız olabilir mi
?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #17
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gençlerde Depresyon

"16 yaşında ve depresyonda olmanın nasıl bir duygu olduğunu hala hatırlıyorum. Hüznümü, ümitsizliğimi, “benim karakterim böyle herhalde” diye düşündüğümü ve o bir şeylerin doğru gitmediği duygusunu acı bir şekilde hatırlıyorum. Ne olduğunu anlamıyordum. 70’li yılların sonlarıydı ve aslında hiç kimse bilmiyordu. O yıllarda tıp çevreleri gençlerin veya çocukların depresyonda olabileceklerine inanmıyordu. Neyse ki artık bu görüş değişti. Fakat hala klinik depresyon konusunda birçok yanlış inanış var ve bu yüzden de gençler bazen depresyonda olduklarını bilmediklerinden, bazen de yardıma ulaşamadıkları için tedavi olamıyorlar."

Depresyondayken neler hissedersiniz?

· Hep mutsuzsunuz
· Ya çok heyecanlı ya da donuksunuzdur
· Her şey ümitsiz gelir
· Suçluluk duyarsınız
· Sebebi bilinmez bir sürü fiziksel şikayetiniz vardır -durduk yerde karnınız veya başınız ağrır ya da göğsünüz sıkışır
· Gerginsinizdir
· Herkes ve her şey sizi sinir eder
· Piliniz bitmiş gibidir, kendinizi hep yorgun hissedersiniz
· Huzursuz ve kıpır kıpır olursunuz
· Dikkatinizi hiç bir yere toplayamazsınız
· Ölüm ya da intihar hakkında uzun uzun düşünürsünüz

Hayatınızı Nasıl Etkiliyebilir?

· Notlarınız düşer
· Ya sürekli uyursunuz ya da bir türlü uyuyamazsınız
· Kilo alabilir veya kilo verebilirsiniz
· Artık canınız arkadaşlarınızla birlikte olmak istemez
· Eskiden sevdiğiniz şeyleri canınız istememeye başlar
· Durduk yerde ağlamaya başlarsınız

Anneme Babama Nasıl Anlatacağım?

Anne babanızın dengeli insanlar olduğunu, sizi sevdiklerini ve sizin için her şeyin en iyisini istediklerini varsayalım önce. Ama yine de bilmeden yardım almanızı zorlaştırabilirler. “Bu kadar bunalacak neyin var ki?” diyebilirler ya da bu duygularınızın gençlik çağında normal, büyümenin bir parçası olduğunu savunabilirler. Burada iki etken devreye girer. Birincisi inkar. Hiç bir anne - baba çocuğunun bir sorunu olduğuna inanmak istemez. Üstelik bir de ruh sağlığ gibi tabuya yakın konularda asla! Küçükken düşüp diziniz kanadığında ayağınıza bir bant yapıştırıp, sorunu halledebilirler.Ancak halledemiyecekleri bir sorunla karşı karşıya geldiklerinde, size bakma konusunda kendilerini yetersiz hissettikleri için, kendilerini suçlu hissedebilir ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalışabilirler. İkinci etken ise anne - babanın bilgisizliğidir. Bu konuda tek bilgisiz olan sizin anne babanız değil. ABD’de yapılan bir kamuoyu araştırmasında yetişkinlerin yüzdae 70’den fazlası depresyondaki insanların bütün yapması gerekenin, kendine çeki düzen vermek olduğunu ve her şeyin kolayca çözüleceğine inandığını söylemiş. Bilgisiz oldukları için suçlu değiller. Sadece biraz eğitilmeleri gerek. Büyük olasılıkla onlara biraz bilgi verdiğiniz taktirde sizin yardım görmeniz için gerekeni yapacaklardır.

Tabii anne babanız bu kategoride olmayabilir. Kendileriyle fazlasıyla meşgul olabilirler. Alkolizm gibi kendi problemleri olabilir, hatta sizi hırpalıyor bile olabilirler. Bu durumda sizin güçlü olmanız ve kendi başınıza yardım aramanız gerekir. En ihtiyacınız olduğu anda anne - babanızın yanınızda olmayışı, işleri daha da zorlaştırır. Fakat bu durumda büyük olasılıkla zaten kendi işinizi kendiniz görmeye alışkınsınızdır. Depresyondaysanız, olumlu herhangi bir şey yapabilmek çok güçtür. Ancak yardım almak zorundasınız. Bu durumun hayatınızı mahvetmesine izin veremezsiniz.

Eğer size yardım edebilecek hiçbir erişkin yoksa, doğruca bildiğiniz, tanıdığınız bir doktora gidip, onun size bir psikiyatrist önermesini isteyin. Bir sağlık ocağına ulaşın. Burada yardım almanız her şeyden önemlidir. Hiçbir şeyin buna engel olmasına izin vermeyin

Nasıl Yardım Alabilirim?

Anne - babanız birinci kategoridekilerden ise, büyük olasılıkla onlara, kendinizde depresyon belirtileri olduğunu ve bir doktora görünerek bir psikiyatriste gitmek istediğinizi söylemek yeterli olur. Depresyon hakkında edineceğiniz bilgileri onlarla paylaşır ve onları eğitirseniz, inkar etme sürecini ve itirazlarını oldukça kolay atlatabilirsiniz. Onlar gerçekten sizin için her şeyin en iyisini isterler ve büyük olasılıkla sizdeki değişikliklerin de farkındadırlar.

Eğer anne babanız ikinci kategoriden ise, iki seçeneğiniz var. Birinci seçenek, sizi anlayacak ve anne babanızı yardıma ihtiyacınız olduğuna ikna edecek bir büyükten destek istemek. Bu kişi aileden biri, sevdiğiniz bir öğretmeniniz ya da anne babanızın bir arkadaşı olabilir. Gerekirse bu kişiyi depresyon hakkında bilgilendirebilir ve anne babanızla konuşmasını isteyebilirsiniz.

Bu metin, ABD Sağlık Bakanlığı tarafından orta okul ve liselere dağıtılan rehberin çevirisidir.

Arkadaşınız depresyondaysa;

Genç olmak kolay değildir. Okul yılları komplike ve zor olabilir. Bazen aslında kim olduğumuzu, ileride nasıl biri olacağımızı, yapmak zorunda olduğumuz bir sürü seçimin doğru seçimler olup olmadığını kestirmek güç gelebilir.

Çevremizdeki değişimler ve baskılar bizi zaman zaman bunaltabilirler. Bu yüzden de ara sıra kendimizin veya bir arkadaşımızın “bunalmış”, “deprese” ya da morali bozuk olması çok doğaldır. Ama ya bir arkadaşınızın bu “bunalmış” ya da “bezgin” hali haftalarca sürer ve ilişkinizi etkilemeye başlarsa? Eğer bu durumda olan bir arkadaşınız varsa, depresyonda olabilir. Arkadaş olarak ona yardım edebilirsiniz.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #18
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
90-100 (mükemmel uyumlu ilişki)

Hemen her konuda bebek ve anne-baba birlikte vakit geçirmekten çok mutludur ve karşılıklı olarak çok olumlu bir bakış vardır. Karşılıklı ilişkide olağan üstü derecede uyumlu ve karşılıklı anlayış vardır. Arada çok nadir olarak çatışma alanları mevcut olup , anne - baba çocuk ile birlikte çok güzel ve eğlenceli vakit geçirir. Çocukta herhangi bir uyku- yeme - davranış sorunu (psikolojik kaynaklı) yaşansa bile son derece hafiftir. Bakım verene karşı bağlanması tamdır

70-90 (çok iyi uyumlu ilişki)

Çoğunlukla anne-baba bebek ile uyumlu ve olumlu bakış açısındadır. Anne-baba bebek ile genellikle çok iyi vakit geçirir , anlamlı derecede karşılıklı vakit geçirmeden ve meşguliyetten hoşnutluk vardır. Bebeğin uyku -yeme-davranış sorunu (psikolojik kaynaklı ) bir miktar yaşanır ama kısa süreli olarak sorunlar oluşur , genel olarak karşılıklı anlayış içerisinde problemler halledilir. Çocuğun bakım verene bağlanması tamdır.

50-70 ( orta derecede iyi uyumlu ilişki )

Çoğunlukla anne-baba bebek ile iyi anlaşır ve uyumludur. Olumlu bakış genele göre ağırlıktadır fakat bazı zamanlarda anne-baba ile bebek arasında önemli sorunlar yaşanır ( önemli davranış sorunları , uyku , yemek sorunları ) bu sorunlar ara sıra olmasına karşın önemli şiddette ve geçici olarak ilişki bozulmalarına yol açmaktadır. Ama bu problemler uzun sürmez kısa sürede çözülür , karşılıklı olumlu bakış ve uyum devam eder. Çocuğun bağlanmasında sorun yoktur.

30-50 ( orta derecede bozuk uyum gösteren ilişki)

burada çoğunlukla anne-baba ile bebek arasında sorunlar yaşanır , olumlu bakış ve karşılıklı uyumda bozulmalar belli dönemlerde krizlere yol açar. Anne-baba bebek ile bir arada olmaktan genelde hoşlanmamamakla birlikte karşılıklı ilişkinin iyi olduğu dönemlerde vardır ama genele göre azınlıktadır. Zamanın çoğu ilişkinin bozuk olduğu durum veya vakitlerdir. Anne-baba bebek arasında uyum bozulmuştur ve karşılıklı ilişki kurarak birlikte hoşça vakit geçirme zamanları azalmıştır. Davranış-uyku-yeme konusunda çoğu zaman sorun yaşanır. Anne-baba bebekleri ile ilgi konusunda eksiklikler göstermektedir. Çocukta bağlanma sorunu olabilir.

10-30 (ileri derecede uyumsuzluk gösteren ilişki )

Burada anne baba ile bebeğin ilişkisi bozulmuştur. Anne baba bebeği ihmal etmekte , ilgi ve sevgide ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bebeğe yönelik sözel -fiziksel istismar ara ara yaşanmaktadır. Bebek anne-baba yanında durmakta iken gergin ve kaygılıdır. Anne-baba bebeğin bakımını yapmak istemez , bebek ile bir arada olmaktan hoşlanmaz. Uyku-yeme-davranışlar konusunda çok ileri derecede krizler yaşanır ve düzen bozulmuştur. Çocuğun duygusal ve fiziksel bakımı konusunda ihmal durumu ağırlıklı olmaktadır. Birbirine karşı olumsuz bakış her iki tarafta da yoğundur. Çocukta bağlanma sorunu yaşanma ihtimali çok artmıştır.

0-10 ( kopmuş ilişki )

Anne-baba bebek ile hiç ilgilenmez , sözel ve fiziksel istismar vardır. Bebekte hemen her alanda sorunlar vardır. İleri derecede psikiyatrik sorunlar yaşanır. Anne-baba bebeği istemez , sevmez , ihtiyaçları ile ilgilenmez. Çocuğun uyku-yeme- davranış olarak ileri derecede sorunları ve krizleri vardır. Çocuğun tıbbi bakımı ihmal edilir. Anne -baba çocuğun varlığından rahatsızdır. İleri sorunların yaşanabilirliği artmıştır. Çocukta ciddi derecede bağlanma sorunu vardır..
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Mart 2006       Mesaj #19
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Msn Cry Bebekler de depresyona girer Msn Cry

Çocukların yanı sıra bebeklerin de 6 aydan sonra depresyon riski yaşadığını belirten uzmanlar, "Anne ya da anne gibi bağlandığı kişiden ayrılan bebeklerde, ayrılmadan hemen sonra çok şiddetli ve uzun süreli ağlamalar izlenir.

Bu ağlamaların ardından sessizlik ve küskünlük ortaya çıkar" uyarısında bulundu.

Psikolog Derya Toparlak, sadece çocuklar değil bebeklerin de depresyon riski ile karşı karşıya olduğunu, depresyondan şüphelenen ailelerin çocukları için uzman desteği alması gerektiğini söyledi. Günümüzdeki çalışmalarla çocukların; hatta bebeklerin de depresyon yaşadığının ortaya çıktığını belirten Psikolog Toparlak, "Depresyon, çocuklukta ve yetişkinlikte görülen bir duygu durum bozukluğu. İnsan hayatında en erken depresyon yaşantısı bebeklik çağında, bağlandığı kişiden ayrılma sonucu ortaya çıkar. Bebekler yaklaşık 6 aydan sonra bağlandıkları kişiden ayrılmaya tepki gösterirler. Anne ya da anne gibi bağlandığı kişiden ayrılan bebeklerde, ayrılmadan hemen sonra çok şiddetli ve uzun süreli ağlamalar izlenir. Bu ağlamaların ardından sessizlik ve küskünlük ortaya çıkar" dedi.
Toparlak, bebeğin bağlandığı ebeveynin kısa süre içinde dönmesi durumunda çocuğun düzeldiğini ifade ederek, "Ancak kaybın sürmesi halinde belirtiler ağırlaşır. Çevredeki uyaranlara cevap azalır, olduğu yerde sallanma, vurma hareketleri görülür. Yemek yeme azalır, kusma ve ishaller başlar. Fiziksel gelişme duraksar, kilo kaybı artar, üzüntü ve küskünlük belirgindir. Yalancı zeka geriliği denen zihinsel işlevlerde gerileme olur. Uygun önlemler alınmazsa kalıcı geriliğe neden olabilir" diye konuştu.

Depresyonun belirtileri

Psikolog Derya Toparlak, depresyon belirtilerini şöyle sıralıyor:
"Mutsuzluk, kendini boşlukta hissetme, kolay ağlama, sık ağlama, sevdiği şeyleri yapmama, zevk almama, oyun oynamama, değersizlik duyusu, kimse tarafından sevilmediğini söyleme ya da az sevildiğinden şikayet etme, suçluluk duyguları, olup biteni kendi suçu olarak yorumlama, umutsuzluk, gergin ve sıkıntılı olma, kolay öfkelenme, az ya da çok yemek yeme, uyku bozuklukları, özellikle uykuya dalmada güçlük, huzursuz uyuma, kabuslar, alınganlık, aşırı hareketlilik, dikkat dağınıklığı, okul başarısında düşme, aile ilişkilerine bozulma, söz dinlememe ya da çok sessiz kalma, arkadaş problemlerinde artma, kendini dışlanmış ve yalnız hissetme, ölümden söz etme, korkma, intihar girişimi."
Belirtilerin zaman zaman tüm çocuklarda görülebildiğinin altını çizen Toparlak, "Depresyon tanısının konması için çoğu belirtinin 15 günden daha uzun sürmesi gerekiyor. Çocuklarda belirtiler ev ortamlarında daha belirgin olarak göze çarpıyor. Bir çocukta depresyondan şüphelendiğinde yapılan gereken, durumu önemseyip bir uzman desteği almak. Depresyonu tek bir nedene bağlamak doğru değil. Kişinin temel ve psikolojik özelliklerine ve çevrenin etkilerine göre ortaya çıkıyor. Ailesinde depresyon bulunma, hem kalıtımsal hem de olumsuz çevre koşulu olarak depresyon riskini arttırır" şeklinde konuştu.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mart 2006       Mesaj #20
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
icon7 Çocuğunuzu mutlu edin
Çok sevdiğiniz bir yavrunuz var ve çok mutlusunuz... Peki çocuğunuza 'mutlu olma kapasitesi' kazandırdığınızdan emin misiniz?

Anne ve babanın çocuğuna verebileceği en güzel hediye 'mutlu olma kapasitesi'dir. Çocuğunuza, ruhunu hayatı boyunca besleyecek 'pozitif bakış açısı' kazandırın. Bu çocukları, kendinden emin, optimist ve başarılı yapıyor. İşte şu basit yolları deneyin:

- Derslere, kurslara ara verip çocuğunuzla bire bir vakit geçirin. Onunla beraber yerde oturup yap boz yapın, mutfakta beraber omlet yapın, banyo yapmadan önce beraber yüzünüzü boyayın, parkta beraber kaydıraktan kayın.

- Değer yargılarını geliştirin. Ona sorumlulukları olan değerli bir vatandaş olduğunu aşılayın. Etrafındaki insanların hayatında fark yaratacak kapasitede olduğunu gösterin. Mesela kullanmadığı oyuncakları beraber biriktirip, bir derneye bağışlayın. Eski gazeteleri biriktirmeyi, geri dönüşümü ona onun dilinde anlatın.

- Aktivitelerde ona katılın, beraber bisiklete binin, beraber yüzmeye gidin, hem onu teşvik edersiniz hemde bol bol spor yapmış olursunuz.

Onu tebrik edin
- Çocuğunuzu iyi bir iş yaptığında tebrik edin, ona hangi konularda başarılı olduğunu açıkça anlatın. Mesela ödevini bitirdiğinde 'resminde kullandığın renkleri çok beğendim ...' gibi detay verin. Yaptığı proje hakkında konuşun. Çocuğunuzu hediye ile değil övgülerle ödüllendirin.

- Çocuğunuzun iyi yemek yemesine özen gösterin. Yemek aralarında yoğurt, meyva ve bol su verin. Yemek yemez diye öğün araları çocuğunuzu aç bırakmayın, hem piskolojisini etkiler hem de kilo kaybına neden olur.

- Çocuğunuza hayal gücünü kullanabileceği oyunlar yaratın. Resim yapmak hem hayal gücünü geliştirecektir hemde yaptığı resimden dolayı tatmin hissi doğacaktır.

- Günde 4 kere çocuğunuzu kucaklayın, 8 kere öpün, 16 kere ona gülümseyin. Tüm bunlar size kat kat geri dönecektir.

Lafını kesmeyin
- Çocuğunuzu dinlemesini öğrenin, lafını yarıda kesmeyin, başka bir işle ilgileniyorsanız, bırakın ve ona konsantre olun. Söylediği şeylerin önemli olduğunu onu dinleyerek gösterebilirsiniz. Bırakın aynı şeyleri tekrar etsin, siz hep aynı dikkatle dinleyin.

- Mükemmeliyetçiliği bırakın. Çocuğunuzun yarıda bıraktığı bir işi bitirmeye veya düzeltmeye çalışmanız onun kendine güvenini sarsar. Masayı silerken atladığı köşeyi tekrar silmeniz veya beraber diktiğiniz saksıyı düzeltmeniz ona yaptığı işin iyi olmadığı hissini verecektir. Bir daha çocuğunuzun yaptığı işi düzeltmek için elinizi uzattığınızda düşünün. Eğer yaptığı iş tehlike yaratmıyorsa, sağlığa zararlı değilse elinizi geri çekin.

- Karşılaştığı güçlükleri kendi başına aşmasını öğretin. Ayakkabı bağlarını yavaşta olsa bekleyin kendi bağlasın, çamaşırları asmanızda yardım etmek istiyor, beraber asın. Üstünden gelemeyeceği bir problemle karşılaştığında size problemi anlatmasını söyleyin ve çözümüne beraber karar verin.

Benzer Konular

7 Temmuz 2012 / asla_asla_deme Taslak Konular
24 Mayıs 2009 / barış Tıp Bilimleri
13 Şubat 2012 / AeraCura Taslak Konular