Arama

Filistin ve Filistin Tarihi

Güncelleme: 29 Temmuz 2011 Gösterim: 20.146 Cevap: 3
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
3 Ekim 2006       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Kudüs merkezli Filistin, İ.Ö. 2000'de Arap, İ.Ö. 1800'de Hitit, İ.Ö. 1286'da Mısır hakimiyetine girdi ve takiben Hz. Musa öncülüğündeki İsrailoğulları buraya yerleştiler. Hz. Davud ve Hz. Süleyman'ın yönetimlerine sahne olan bölgede, sürgünler ve işgallerle dolu yıllardan sonra İ.Ö. 64'te Roma egemenliği başladı. Bu dönemde 30 yıllarına kadar Hz. İsa ortaya çıktı.

Sponsorlu Bağlantılar
395'te Bizanslılara geçen Filistin, 637 yıllarını takiben tümüyle İslam hakimiyetine girdi. Sırayla Emeviler, Abbasiler, Fatımiler ve Selçuklular dönemlerini geçirdi ve 1516'da Osmanlı toprağı oldu. 400 yıllık Osmanlı hakimiyetinde bölge Kudüs, Gazze ve Nablus sancaklarına ayrıldı. Ancak, Yahudilerin Filistin hayali tarihin hiçbir döneminde sönmedi.

1896'dan sonra aslen gazeteci olan Theodor Herzl'in önderliği altında, dünyaya yayılan Yahudilerin tekrar Filistin'de toplanıp bir devlet kurması için çalışmalara başlandı. Herzl, 21-31 Ağustos 1897'de Basle'de topladığı I. Siyonist Kongre'de temel hedef ve yöntemleri tespit etti. Bu amaçla Avrupa'da örgütler kuruldu, fonlar oluşturuldu. Toplanan paralarla Filistin'de yaşayan Araplardan geniş topraklar satın alındı ancak; asıl amaç için bunlar yeterli olmadı.

Theodor Herzl, 19 Mayıs 1901 tarihinde II. Abdulhamid ile yaptığı bir görüşmede, "Avrupa borsasını ellerinde tutan Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün borçlarını ödemesi karşılığında Filistin'de bir yurt verilmesini" (gizli kalmak şartıyla) teklif etti, ancak kabul edilmedi.

Meşrutiyet ile birlikte azınlıklara verilen haklar, Yahudilerin de işine yaradı ve özellikle 1914 yılından sonra Filistin'deki Araplardan geniş topraklar satın alıp yerleşmeye başladılar. 1916'da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M.F.George Picot arasında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, Osmanlı topraklarını İngiltere, Fransa ve Rusya arasında paylaştırırken Filistin için de uluslararası bir statü öngörüyordu.

1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı James Balfour, Yahudilerin lideri Edmond De Rothshild'e gönderdiği bir mektupla; "Yahudilerin Filistin'de yurt kurmalarını desteklediğini" ifade ederek İsrail devleti yolunu açtı. 1918 yılında Osmanlı askerleri Filistin'den çekildi ve bölge İngiliz hakimiyetine girdi. 1880 ile 1918 arasında Filistin'deki Yahudilerin sayısı 24 binden 65 bine, nüfusun %10'una çıktı. Ardından Araplar ile Yahudiler arasında gerginlikler başladı.

1933 yılıyla birlikte Nazilerden kaçan Yahudi göçmenler de Filistin'e gelmeye başladılar. 3 yıl içinde Yahudi sayısı toplam nüfusun dörtte birine ulaştı ve 335 bin kişi oldu. 1938 yılına kadar Atatürk yönetimindeki Türkiye'den çekinen İngilizler bölgede bir Yahudi devleti kurulması yönünde açık bir girişimde bulunamadılar. Hatta 1937 yılındaki ünlü Peel Paylaşım Planı'na göre Yafa ve Tel Aviv, İngilizlerce Araplara terk edilirken, Yahudilere verilen önemli bir yerleşme merkezi bulunmuyordu. Ancak Faysal, bu planı reddetmekle Filistin Arap Devleti'nin kurulmasına daha o yıllarda engel olmuştu.

Filistinliler, bu şekilde bir yandan Araplar bir yandan Batı tarafından yalnız bırakılıyordu. İngilizlerin paylaşımda Araplara karşı bu kadar tavizkar davranmasında Atatürk'ün dış politikasının ve Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni'nin büyük tesiri vardı. Emin Hüseyin Türk asıllıydı ve Filistin politikasında büyük bir ağırlığa sahipti. Atatürk'ün ölümünden sonradır ki İngilizler Peel paylaşma planından vazgeçtiler. Takiben de Filistin'de İsrail devletinin kurulması yolunda birbiri ardınca adımlar atıldı. Fakat, II. Dünya Savaşı'na rastlayan yıllarda Yahudiler daha çok Hitler zulmü ile uğraşmak durumunda kaldılar.

Araplar, İngilizler ve Yahudiler arasında yıllar süren mücadeleler, 1947 yılında Birleşmiş Milletler'e aksetti. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin'in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Kudüs'ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını önerdi. Ancak öneri Arap ülkeleri tarafından kabul edilmeyince, Yahudiler 14 Mayıs 1948'de İsrail Devleti'nin kuruluşunu ilan ettiler. İsrail'in kuruluşu ile birlikte Arap-İsrail Savaşları başladı.

Savaş sonunda Batı Şeria Ürdün, Gazze Şeridi Mısır, kalan topraklar da İsrail tarafından işgal edildi. Tabiatıyla olan yine Filistin halkına oldu ve durumdan komşu Arap ülkeleri ve İsrail kazançlı çıktı. Takibeden yıllarda pek çok Filistin kurtuluş örgütleri kuruldu. Bunlardan en önemlisi gizli olarak 1950'de kurulan Yaser Arafat öncülüğündeki el-Fetih idi. Bu arada Arap ülkeleri, 1964'te Kudüs'te Filistin Kurtuluş Örgütü ve buna bağlı olarak Filistin Kurtuluş Ordusu'nun kuruluşuna yardımcı oldular. Ancak Ahmet Şukayri önderliğindeki FKÖ, 1967 yenilgisi ile etkinliğini yitirdi.

Gazze, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Suriye'ye ait Golan Tepeleri İsrail'in eline geçti. 1 milyondan fazla Filistinli komşu Arap ülkelerine ve özellikle de Ürdün'e kaçtı. 1967 Kasım'ında George Habbaş'ın Filistin Halk Cephesi kuruldu. 1968 Haziran'ında el-Fetih hareketi FKÖ'ye hakim oldu. El-Fetih, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların eşit haklara sahip olduğu demokratik, laik bir Filistin devleti kurulmasını önerdi.

1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında İsrail'in Gazze ve Batı Şeria'dan çekilme eğilimine girmesi üzerine FKÖ, bu bölgelerde bir devlet kuracağını açıkladı. Ancak, İsrail'in bölgedeki varlığını da kabul eden bu tavır, Suriye desteğindeki örgütler ve Arap ülkeleri tarafından reddedildi ve Red Cephesi oluşturuldu, Filistin Kurtuluş Hareketi parçalandı.

Suriye'nin bölgeye müdahale etmeye başladığı bu dönemden sonra, çatışmalar daha da hızlandı. Lübnan'a da giren Suriye, barış yaparak bölgedeki etkinliğini yitirmek istemiyordu. Bu yüzden Yaser Arafat başkanlığındaki FKÖ, Suriye ve Libya karşıtı Arap ülkelerinin desteğini aldı ve aynı tavrını sürdürerek Filistin'in tek yasal temsilcisi olduğunu belgeledi.

1978 Eylül ayında Enver Sedat İsrail ile Camp David antlaşmasını imzaladı. 1985 Şubat ayında bu kez Ürdün Kralı Hüseyin ile Yaser Arafat ortak harekette anlaştılar. İsrail ile FKÖ arasındaki karşılıklı terör eylemlerinin ardından Arafat, aynı yılın Kasım ayında Filistin mücadelesinin sadece işgal edilen topraklarda süreceğini açıkladı. FKÖ, bir yandan Lübnan'da Suriye yanlısı örgütlerle, diğer yandan işgal altındaki topraklarda İsrail ile mücadeleye girişti.

1986'da Ürdün ile arası bozulsa da 1987 yılında Birleşmiş Milletler'in 242 sayılı kararından sonra 15 Kasım 1988'de bağımsız Filistin Devleti Cezayir'de ilan edildi. Yaser Arafat devlet başkanı seçildi. 1988'de Filistinliler, işgal altındaki bölgelerde silah kullanmadan taşlarla yaptıkları meşhur İntifada hareketini başlattılar.

13 Eylül 1993 tarihinde İshak Rabin ve Yaser Arafat arasında Washington'da imzalanan "Filistin Özerklik İlkeleri Deklerasyonu" ile 5 yıllık bir süre içerisinde Gazze ve Eriha'da "Özerk Filistin Devleti" kurulması kararlaştırıldı. Bölgede başlayan normalleşme sürecinde, 26 Ekim 1994 tarihinde bu kez İsrail ile Ürdün arasında bir barış anlaşması imzalandı. 4 Kasım 1994 tarihinde barışa imza atan İshak Rabin, İsrail Gizli Servisi'nin bir şubesi tarafından öldürüldü.


*
Son düzenleyen kompetankedi; 28 Mart 2007 11:32
P.u.S.u - avatarı
P.u.S.u
Ziyaretçi
3 Haziran 2007       Mesaj #2
P.u.S.u - avatarı
Ziyaretçi
FİLİSTİN'İN TARİHİ

Sponsorlu Bağlantılar
» İslam Öncesi Dönem Üzerinde hüküm süren farklı kavim ve hakimiyet kuran siyasi güçlerle çok gerilere uzanan Filistin, birçok medeniyete beşiklik etmesi ve medeniyetlerin geçiş bölgeleri üzerinde kavşak noktası olması ile bilinmektedir. Filistinin semavi dinlerce de önemi tartışılmayacak derecededir. Arap tarihçilerce ve bazı araştırmacılarca kabul edildiği üzere bu toprakların bilinen ilk sakinleri Amalika kavmidir.
» İslami Dönem İslam tarihinde oldukça nadide bir yere sahiptir. Hz. Muhammed (sav)in İsra ve Miraç mucizesinin mekanı Kudüstür. Bu anlamda Kudüsün fethedilmesi için Hz. Muhammed (sav) döneminden itibaren fetihlerin yönü kuzeye yönelmiş ve 629 tarihinde Bizans Devleti ile İslam orduları arasında Mute Savaşı yapılmıştır.
» Osmanlı Dönemi Haçlı seferlerinin ardından başlayan ve yaklaşık iki asır süren Memlük hakimiyetinden sonra Filistin, Yavuz Sultan Selim döneminde Mercidabık Savaşından sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı yönetimine geçti. Bölgenin tamamının fethi ise Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlandı.
» 1897den İsraile Günümüzde uluslararası gündemin en üst sıralarında bulunan Filistin-İsrail sorununun çok eski bir geçmişi vardır. Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak 20. yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, bu topraklar üzerinde 1948 yılında İsrail devletinin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir.
» 48den 91e
» Osmanlı Döneminde Filistinde Demografik yapı Filistinde bir Yahudi topluluğunun oluşturulması 19. yüzyıl boyunca yükselen bir seyir izlemiştir. Bu dönemde Filistin topraklarında üç farklı Yahudi grup bulunmaktadır: İlki uzun yıllar önce bu topraklara gelmiş olan ve büyük ölçüde bölge halkı ile kaynaşmış bulunan Sefarad Yahudileridir. Yüzyıl içerisinde parça parça gelen ve daha çok Kudüs, Safed, Taberiye ve el-Halil gibi bölgelere yerleşmiş bulunan ve yerleşik bulunan Yahudilerden de uzak durmaya çalışan Eşkenazi Yahudi tabaka, ikinci grubu oluşturmaktadır. Üçüncü grup ise yüzyılın sonlarına doğru Siyonizm hareketinin güçlenmeye başlaması ile birlikte bu topraklara göçen Yahudilerden oluşmaktadır.
» Yahudi yerleşimi konusundaki Osmanlının tavrı Osmanlı Devleti, Filistinde Yahudi yerleşimini arttırmayı planlayan Siyonist harekete karşı daima ihtiyatlı bir politika takip etmiştir. II. Abdülhamid, Siyonizmi siyasal bir sorun olarak görmüş ve Yahudilerin kitlesel olarak Filistine yerleştirilmelerinin İmparatorluk içinde yeni bir milliyetçilik akımı ya da başka deyişle bir Yahudi sorunu doğurmasından endişe duymuştur. Siyonist hareketin lideri Theodar Herzl 1901 yılının Mayıs ayında II. Abdülhamide gelerek, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen Yahudi göçmenlerin Osmanlı Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlatmış ve Filistine yerleşmek için izin istemiştir. Ancak bu talep II. Abdülhamid tarafından açıkça reddedilmiştir.
» 1936-1939 Olayları 1936'da bir araya gelen Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi'ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin'e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını, Filistin'in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporunu yayınladı. Bu rapor Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu.
» Balfour Deklarosyonu İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour daha sonra Balfour Deklarasyonu olarak adlandırılacak olan mektubu 2 Kasım 1917de Siyonist lider Lord Rothschilde gönderdi. Balfour, İngilterenin Filistide bir Yahudi devletinin kurulması için tüm imkanlarını kullanacağını bildiriyordu:
» Birinci Dünya savaşında Siyonist Hareket ve Filist Ortadoğuya güçlü bir şekilde yerleşmek için bekleyen İngiltere ve Fransa için I. Dünya Savaşı bulunmaz bir fırsat olarak görüldü. Savaşta Osmanlı-Alman İttifakının karşısında yer alan bu güçler, Osmanlının Ortadoğudaki topraklarında yaşayan Arap halkı Osmanlıya karşı harekete geçirmeyi başardılar.
» Manda yönetimi 1917de fiilen başlamış olan İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920de yapılan San Remo Konferansında Filistin üzerinde İngiliz Mandasının kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel Filistine ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi.
» Siyonist hareketin kuruluşu Siyonizm politik bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İlk etapta Siyonizm diasporadaki Yahudilerin durumunun iyileştirilmesi ve geri dönüş fikrinden ibaretti. Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin... diyen Israel Zangwill Filistinde Arap varlığını inkar eden Siyonist hareketin tavrını açıkça ortaya koymaktadır.
» İkinci Dünya Savaşı ve Filistinin kuruluşu II. Dünya Savaşının nedenlerini ve olayların başlangıcını, I. Dünya Savaşının çözümlenmeden bıraktığı veya getirdiği yeni sorunlar oluşturmaktaydı. Almanyanın 1 Eylül 1939da Polonyaya saldırması üzerine İngiltere ve Fransa da 3 Eylül 1939da Almanyaya savaş açtı. Böylece tarihin tanık olduğu en büyük savaş olan II. Dünya Savaşı başladı. Savaşın başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistine Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların yanına itmek istemeyen İngilterenin muhalefetiyle karşılaştılar.
» Altı Gün Savaşı 1956 II. Arap-İsrail Savaşının ardından dokuz yıl boyunca Mısırla İsrail arasında ciddi bir problem yaşanmadı. 1964te FKÖnün kurulması ve Suriyede Nasırın görüşlerini benimseyen Baas Partisinin iktidara gelmesi, bunalımı yeniden başlattı.
» Beyrut Kuşatması Kara Eylülden sonra Arafatın üs olarak Lübnanı seçmesi zaten hassas olan dengeleri kırılma noktasına getirdi. 13 Nisan 1975te Hıristiyan Falanjistlerin Filistinlilerin bulunduğu bir otobüsü taraması üzerine Lübnan iç savaşı patlak verdi. Merkezi hükümetin zayıflaması Filistinli örgütlerin Lübnandaki etkisinin artmasına neden oldu.
» Birinci Arap İsrail Savaşı Filistinde İngiliz manda rejiminin sona ermesinin hemen ardından 14 Mayıs 1948de, Tel-Avivde toplanan Yahudi Milli Konseyi, yayınladığı bir bildiri ile İsrail Devletinin kurulduğunu ilan etti. Bunun hemen ardından ABD ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsraili tanıdığını açıkladı. Bu gelişmelerin öncesinde ise İngiliz birlikleri bölgeyi terk etmeye başlamışlardı...
» Kara Eylül 1967 savaşı öncesi toplam rakamı 1.300.000e ulaşan Filistinli mültecilerin yarısı Ürdüne sığınmıştı. Ürdün ise ekonomik açıdan zayıftı ve bu kadar mülteciyi kontrol edecek bir güçten uzaktı. Ayrıca Ürdün, buradaki Filistinlileri kendi beşinci kolları olarak gören Nasır gibi güçlerden çekiniyordu. 1967 Savaşının ardından Arafat, büyük bir yekuna ulaşan Filistinlilerden de güç alarak İsraile karşı düzenleyeceği operasyonlar için üs olarak Ürdünü seçti.
» İkinci Arap İsrail Savaşı İlk savaşın Yahudiler nezdinde dünyanın tavrının görülmesi açısından ayrı bir anlamı bulunmaktaydı. İsrail durumdan memnundu ve artık bölgede daha rahat hareket ediyordu. 50li yılların başından itibaren 187 köyün tamamen tahrip edilmesi, insanların katledilmesi ve göçe zorlanması bunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu şekilde 1956ya gelindi. Nasırın, 28 Temmuz 1956da Süveyş Kanalının uluslararası trafiğe açık olmakla birlikte, Mısıra ait olduğu için millileştirildiğini açıklaması üzerine, İsrail saldırmak için beklediği fırsatı elde etti.
» İntifada 8 Aralık 1987, Filistinde İsrail işgaline karşı topluca başkaldırma niteliği taşıyan intifada hareketinin başlangıç tarihidir. Filistinliler aleyhine sonuçlar doğuran barış görüşmeleri ve Sabra-Şatilla Katliamının ardından FKÖnün Lübnandan çıkarılması, Filistin halkının tepkisinin büyümesine neden oldu. İntifada olarak adlandırılan ayaklanmanın ilk adımı 7 Aralık 1987de atıldı. Gazze bölgesinde bir Yahudi kamyoneti, Filistinli işçileri taşıyan bir araca çarparak dört Filistinlinin ölümüne ve dokuzunun da yaralanmasına neden oldu.
» Yom Kippur Savaşı 1967 Savaşında büyük bir yenilgi yaşayan Mısır, Suriye ve Ürdün, 1973 yılında Sina Yarımadasında ve Golan Tepelerinde bulunan İsrail kuvvetlerine saldırdı. 6 Ekim 1973 günü başlayan bu savaş altı gün süren 1967 Savaşının yarattığı tepkinin bir sonucuydu. İsrail Altı Gün Savaşından, işgalindeki toprakları yaklaşık üç kat genişleterek çıkmıştı. Golan Tepeleri, Kudüs'ün tümü, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Gazze İsrail'in eline geçmişti.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 7 Eylül 2010 14:16 Sebep: Rutın Kontrol
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Ekim 2008       Mesaj #3
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
FİLİSTİN toprakları Akdeniz'in doğu kıyısın­da yer alır; Aşağı Litani Irmağı, Gazze vadisi ve Arabistan Çölü ile sınırlanır. Bugün İsrail ve Ürdün ile Mısır'ın bir bölümü bu topraklar içinde kalır. Filistin adını İÖ 12. yüzyılda bölgenin güneyine yerleşen Filistiler diye bili­nen bir halktan alır. Bölge Museviler, Hıris­tiyanlar ve Müslümanlar'ca kutsal sayılır.
Bu tektanrılı üç büyük din için kutsal kabul edilen yerlerin büyük bölümü Kudüs yöresin­de toplanmıştır. Hz. İsa'nın doğduğu yer ve gömüldüğü Kutsal Kabir, Hz. Muhammed'in göğe çıktığı (miraç) yer sayılan Mescid-i Aksa, Hz. İbrahim'in kurban kestiği kaya Sahra (Hacer-i Muallak) Kudüs yöresindeki önemli kutsal yerlerden birkaçıdır. Kutsal Kitap'ta (Tevrat-İncil) Hz. İsa'ya ilişkin anlatılan öykülerin çoğu da Celile bölgesinde geçer.
Filistin'de bilinen en eski yaşam izleri İÖ 5000-4000 yıllarına uzanır. O yıllarda Filistin halkı, göçebe ya da yarı göçebe yaşamı sürdüren küçük topluluklardan oluşuyordu. Daha sonra Mısırlılar ile Hititler'in uzun süre uğruna savaştıkları bölge İÖ 1286'da Kadeş Savaşı'yla kesin olarak Mısır egemenliği altı­na girdi. Bu yıllarda İsrailoğulları da Hz. Musa önderliğinde Mısır'dan kaçarak Filis­tin'e yerleştiler. Bu toprakların tanrı tarafın­dan kendilerine vaat edildiğini öne sürerek İsrail Krallığı'nı kurdular. Filistin, İslamiyet' in doğup yayılmasına kadar İran, Mezopotam­ya, Yunan, Roma, Mısır ve Makedonya dev­letleri arasında sık sık el değiştirdi. Hali­fe Hz. Ebubekir döneminde, 634-637 yılları arasında Filistin'in üç büyük kenti Gazze, Ecnadeyn ve Kudüs Araplar'ın eline geçti. Yörenin tümünün Araplar'ca fethi ise Abba­siler döneminde tamamlandı. 1099'da Ku­düs'ü ele geçiren Haçlılar UOO'de burada bir Latin Krallığı kurdularsa da kısa ömürlü olan bu krallığa 1187'de Eyyubiler son verince, Filistin yeniden Müslüman egemenliğine gir­di. Filistin 1516'da Yavuz Sultan Selim tara­fından Osmanlı topraklarına katıldı. Bölgede 400 yıl süren Osmanlı egemenliği 1918'de sona erdi; Filistin İngiliz kuvvetlerinin eline geçti.

Filistin'de Yahudiler'in devlet kurma eği­limleri 19. yüzyılın ikinci yarısında hız kazan­maya başlamıştı. 1882'de Rusya'dan göçen Yahudiler Filistin'e yerleşerek tarımla uğraş­maya başladılar. Böylece Siyonizm denen ve Yahudiler'in Filistin'de bir devlet kurması amacını güden hareket başlamış oldu. Bu hareketin öncüsü Theodor Herzl'di. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde de II. Meşruti­yetken sonra Yahudiler'in Filistin'e yerleşme­lerine ve toprak almalarına izin verilmesi bölgede Yahudi nüfusunun artmasına yol açtı.
I. Dünya Savaşı'nın ardından toplanan SanRemo Konferansı Filistin'i İngiliz manda yönetimine bıraktı. İngiltere daha 1917'de Balfour Bildirisi'yle Filistin'de Yahudiler için ulusal bir yurt oluşturulmasını destekleyeceği
ni açıklamıştı. San Remo Konferansı'nda dakabul edilen bu bildiri 1922'de Milletler Cemiyeti'nce Yahudi göçünün kolaylaştırılmasına ilişkin hükümlerle genişletildi.
İngilizler'in Yahudiler'i yanlarına alarak bir Yahudi devleti kurma çabalarına, Araplar sert tepki gösterdiler. 1920'de çeşitli ayak­lanmalar olduysa da İngilizler 1922'de Filis­tin'e Yahudi göçünü düzenleyen bir program uygulamaya başladılar. Filistinli Araplar ile Yahudiler arasındaki çatışma 1929'da çok sayıda kişinin ölümüne yol açtı. Ne var ki, İngiliz mandası altında bulunan Filistin'de Yahudi varlığı hızla büyümekteydi. Ekono­mik, toplumsal ve kültürel bakımdan önemli adımlar atılıyor, Yahudi yerleşim yerlerindeki kentleşme ve sanayileşme gelişiyordu. Alman­ya'da Yahudiler'i yok etme siyaseti güden Na-ziler'in iktidara gelmesinden sonra Filistin'e bu ülkeden Yahudi göçü daha da yoğunlaş­tı. Üç yıl içinde 135 bin Yahudi Filistin'e geldi. Kuşkusuz bu durum Araplar'ın tepkile­riyle karşılaştı ve Yahudiler'le olan çatışmalar daha da arttı. Araplar'ın büyük eylemlerin­den biri de 1936'da, Nisan ve Ekim ayları arasında yaptıkları genel grevdi. Bu grevi Filistin halkını temsil eden iki büyük parti örgütlemişti. 1937-38 yıllarındaki Arap ayak­lanmalarında çok sayıda Filistinli yaşamını yitirdi.
II. Dünya Savaşı daha başlamadan İngilizler, Araplar'la dostluk kurmayı Ortadoğu'daİngiliz egemenliği için zorunlu gördüler.Araplar'ı yanlarına çekmek için, Filistin'eYahudi göçünü sınırladılar. Yahudiler'in Filistin'de toprak satın almalarını yasakladılarve 10 yıl içinde bağımsız bir Filistin devleti kurulması için söz verdiler.
II. Dünya Savaşı bittikten sonra Filistin ile ilgilenmeye başlayan ABD, Yahudiler'in ya­nında yer aldı. Bu sırada savaş süresince Yahudi terör örgütlerinin uyguladığı şiddet eylemleri daha da yoğunlaştı. Londra'da ABD, İngiltere, Yahudi ve Arap temsilcileri­nin sürdürmekte oldukları görüşmeler Yahu­di terörünün sürmesi nedeniyle 1947 başında yarıda kesildi. Bunun üzerine İngiltere soru­nu Birleşmiş Milletler'in gündemine getirdi. Birleşmiş Milletler'in kurduğu komisyon, Fi­listin'de Arap ve Yahudi devleti olmak üzere iki devlet kurulmasını, ekonomik bakımdan bu iki devletin birbirine bağımlı olmasını ve Kudüs'ün de Birleşmiş Milletler'in denetimin­de kalmasını kararlaştırdı. Komisyonun öne­risi 1947 sonunda Birleşmiş Milletler'ce de benimsendi. Ama Araplar bu öneriyi kabul etmediler. Birleşmiş Milletler kararının he­men ardından Filistin'de Yahudiler ile Arap­lar arasında iç savaş başladı. 14 Mayıs 1948'de İngilizler'in Filistin'den çekildikleri gün İsrail Devleti'nin kurulduğu ilan edildi. Birkaç saat içinde ABD, yeni devleti tanıdığını dünya kamuoyuna açıkladı. Bu durum karşısında Mısır, Irak, Suriye ve Ürdün orduları ertesi gün İsrail'e savaş açarak Filistin'e girdiler. 1949 yılına kadar süren savaşın sonunda İsrail Birleşmiş Milletler kararıyla belirlenen top­raklardan çok daha fazlasına sahip oldu.
Büyük devletlerin desteği ile terör ve şidde­te dayanılarak Filistin toprakları üzerinde İsrail Devleti'nin kurulmasından sonra 200 bin Filistinli yurtlarından koparak komşu Arap ülkelerine göç etti. Bölgeyi sürekli bir çatışma alanına çeviren bu durum 1967, 1973 ve 1982 yıllarında yeni Arap-İsrail savaşları­nın çıkmasına neden oldu . Bu savaşlar sonunda İsrail bölge­de daha da yayılarak, Filistinliler'i yok etme­ye yönelik girişimlerini yoğunlaştırdı. Filistin­liler, 1964'te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile temsil ediliyorlardı ). Filistin Kurtuluş Örgütü, topraklarından atılan Filistinliler'in yurt öz­lemlerini dile getirme görevini çok çeşitli eylem biçimleriyle sürdürdü. Filistin direnişi­ni dünyaya duyurmaya çalıştı. Ama, İsrail nasıl çalıştığını inceleyen bilim dalıdır. Hay­van ve insan vücudunun işleyişini konu alan hayvan fizyolojisi ile bitkilerdeki doku ve organların işlevlerini araştıran bitki fizyolojisi olmak üzere iki bölüme ayrılır. Bitki fizyoloji­sinin temel konuları ansiklopedinin BİTKİ maddesinde anlatılmıştır; bu maddede yalnız­ca insan fizyolojisi ele alınacaktır.
Vücuttaki her doku ve organın belirli bir görevi vardır. Fizyoloji bilginleri de her şey­den önce bu görevlerin nasıl yürütüldüğünü, organların nasıl çalıştığını, nasıl denetlendiği­ni ve aralarındaki eşgüdümün nasıl sağlandı­ğını araştırırlar. Organların işlevleriyle ilgi-lenmeksizin, en küçük hücresine kadar canlı­nın biçimini ve yapısını inceleyen anatomi ile fizyoloji birbirinin bütünleyicisidir .
Eski Yunan bilginleri anatomi çalışmaları­na önem verdikleri halde fizyolojiyle hemen hiç ilgilenmemişlerdi. Rönesans döneminde, anatomide çok ileri olan İtalyan bilginleri vücudun yapısını en ince ayrıntılarına kadar incelemeye başladılar. Sanctorius (1561-1636) gibi ilk fizyoloji bilginleri de o dönemin sonlarına doğru gene İtalya'da yetişti. Nabız atışlarının, vücut sıcaklığının ve ağırlığının yapılan hareketlere bağlı olarak günden güne nasıl değiştiğini deneylerle belirleyen Sancto­rius metabolizma araştırmalarının öncüsü sa­yılır .
Kalbin ve damarların anatomisi yüzlerce yıldır biliniyordu, ama kanın vücutta nasıl dolaştığı 17. yüzyıla kadar tam olarak açıkla­namamıştı. NVilliam Harvey'in, kalbin tıpkı bir pompa gibi çalıştığını ve kan dolaşımını açıklayan bulgularını 1628'de yayımlamasıyla fizyoloji bir bilim dalı olarak gelişmeye başla­dı (bak. Kan). Artık bilim adamlarının yalnız­ca gördüklerini tanımlamakla yetinmeyip her organın nasıl işlediğini araştırmaya yöneldik­leri yeni bir çağ açılıyordu.
Çağımızda fizyoloji, yapılan her çalışmayla ufku biraz daha genişleyen uçsuz bucaksız bir araştırma alanıdır. Vücuttaki kimyasal tepki­meleri inceleyen biyokimya, sinir sisteminin nasıl çalıştığını araştıran sinir fizyolojisi ve sinirsel uyarı ya da mesaj denen çok küçük elektrik akımlarının nasıl iletildiğini inceleyen elektrofizyoloji bu bilim dalının başlıca çalış­ma alanlarıdır.
Bazı fizyoloji bilginleri vücut işlevlerini hücre düzeyinde inceleyebilmek için, örneğin kan hücrelerinin nasıl hareket ettiğini ya da kas hücrelerinin nasıl kasıldığını izlemek üze­re mikroskop çalışmalarına ağırlık verirler. Bazıları da vücut sıcaklığı, nabız hızı, ter ve idrar olarak atılan su miktarı, kandaki ve idrardaki kimyasal maddeler gibi çeşitli gös­tergeleri ölçerek insanların yorgunluk, stres, bazı yiyecekler ya da ilaçlar karşısındaki fizyolojik tepkilerini incelerler. Bu noktada, normal ve sağlıklı olanı araştıran fizyoloji, hastalıkların ve olağandışı durumların vücut işlevlerini nasıl aksattığını inceleyen patoloji­ye doğru kayar.
Fizyolojinin araştırma alanlarından biri de refleksler, yani istemsiz olarak kendiliğinden doğan tepkilerdir. Kas hareketlerinin çoğu ve salgıbezlerinin çalışması hep refleks hareket­lerdir. Herhangi bir cisim gözünüze doğru yaklaştığında, bu organınızı korumak için hiç düşünmeden gözünüzü kırparsınız. Bacak ba­cak üstüne atmışken elinizin kenarıyla dizka-pağının hemen altına sertçe vurduğunuzda ayağınızın yukarıya doğru fırlaması da basit bir reflekstir.
Bu tip refleksler, sinir uçlarıyla algılanan bir vuruş, bir gıdıklama ya da sıcak, soğuk, ağrı gibi çeşitli değişikliklere karşı sinirin verdiği yanıttır. Bu yanıtı ortaya çıkaran değişikliklere uyaran denir. Sinir ucu böyle bir uyaranın varlığını algıladığı anda, omurilik ve beyinden oluşan merkez sinir sistemine bir işaret ya da sinyal gönderir .
Öte yandan, bisiklete binme, yüzme, bir Fransız'ın sorusuna Fransızca yanıt verme, yemek zamanı yaklaştığında acıkma gibi öğre­nilmiş refleksler de vardır. Bunlara koşullu refleksler denir. Her günkü davranışlarımızın bir bölümü koşulsuz ve koşullu reflekslerden oluşur. Bunların incelenmesi de sinirlerin ve beynin çalışmasını açıklamaya yardımcı ola­cak değerli ipuçları verir.
İnsan vücudu, her gün yiyeceklerle alınan temel besinlerin bir bölümünü yaşamını sür­dürmek için yakıt olarak, bir bölümünü de dokularını geliştirip onarmak için yapıtaşı olarak kullanır. Et, ekmek, balık gibi yiye­cekler vücutta sindirim denen bir süreçten geçirilerek dokuların kullanabileceği besin maddelerine dönüştürülür
Bu besin maddeleri, kasların, salgıbezleri­nin ve sinir sisteminin yapısındaki hücrelerin gelişmesi ve üzerine düşen görevleri yerine getirebilmesi için gereklidir. Vücudun büyü­yüp güçlenmesini, sıcaklığını korumasını ve yaşam için gerekli enerjiyi sağlayan bu besin­lerin bir bölümü, tıpkı otomobil motorundaki benzin gibi "yakılır". Hiçbir madde oksijen olmadan yanamayacağı için, çevredeki hava­dan solunum yoluyla vücuda oksijen alınma­dıkça yaşamsal etkinlikler sürdürülemez . Akciğerler havayla dolunca, kandaki alyuvarlar havanın oksijeni­ni alarak vücudun bütün hücrelerine taşır.
Besinlerin geri kalan bölümü de, vücuda ısı ve enerji sağlamak üzere "yakılarak" karbon dioksit gazı ile suya dönüştürülür. Daha sonra bu "atıklar" solunum yoluyla vücuttan dışarı atılır. Yediğimiz yiyeceklerin bazı bölümleri hiç sindirilemediği için, bunlar da sindirim kanalından geçerek dışkı halinde vücuttan uzaklaştırılır. Vücuttan atılması gereken mad­delerden biri de üredir. Kanda çözünmüş durumda olan bu madde, böbrekler kanı süzerken ayrılır ve idrar dediğimiz sıvıya karışarak dışarı atılır.
Vücudun hiçbir bölümü kendi kendine, bağımsız olarak çalışmaz. Her organ öbür organları, vücudun geri kalan bölümleri de o organı etkiler. Bir elin yukarıya kaldırılması gibi en basit bir hareket bile salgıbezlerinin, kasların ve vücudun öbür bölümlerinin o anki işleyişinde bir değişikliğe yol açar. Kısacası vücudun her parçası, son derece karmaşık bir makine gibi tam bir uyum ve işbirliği içinde çalışır. Bu eşgüdümün nasıl sağlandığı, nasıl denetlendiği ve vücudun dış ortamdan gelen uyaranlara nasıl tepki gösterdiği de fizyoloji­nin en karmaşık araştırma konulanndandır.

MsxLabs & Temel Britannica
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
29 Temmuz 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Filistin

Yakın Doğu'da bölge.

Kuzeyde Lübnan, doğuda Ürdün, güneyde Sina Yarımadası, batıda Akdeniz ile sınırlanır. Günümüzde bu bölgenin 20.085 km2lik bölümünde İsrail, 1.000 km2'lik bölümünde Mısır, 9.925 km2lik bölümünde Ürdün yer alır. Bölgede 4.000.000 kadar Yahudi ve Arap yaşar.

Eski çağlarda Yunanlılar "kıyı bölgesi"ni belirlemek amacıyla bu adı kullandılar. Eski İbranice "Kenan" adının yerini, sonraları "Filistin" (Filistler ülkesi) aldı. Bölge, İbraniler döneminde Yahuda ve İsrail krallıklarına bölündü. İslâmiyet'in doğup yayılmasına dek bölge, İran, Mezopotamya, Yunan, Roma, Mısır ve Makedonya devletleri arasında, sık sık el değiştirdi. Filistin'in Araplar tarafından fethi, Muaviye döneminde tamamlandı. 16. yüzyılın başlarına dek Arap yönetimi altında kalan ve bu arada birçok saldırıya uğrayan bölge, Yavuz Sultan Selim'in 24 Ağustos 1516'da kazandığı Mercidabık Zaferi'nden sonra Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlılar Filistin'i Suriye sınırları içinde Şam'a bağlı Kudüs, Gazze, Nablus adlı üç sancağa ayırdılar. Bu sancaklar sonraları Kudüs kentine bağlı birer eyalet oldu. İmparatorluğun zayıf düştüğü son dönemlerde eyaletler bağımsız birer emirlik durumuna geldiler. Bir ara Napoléon tarafından işgal edilen Filistin 1779'da Cezzar Ahmet Paşa tarafından geri alındı. Daha sonra Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa kumandasındaki ordu bütün Filistin'i fethetti. Bölge, 1840'ta yeniden Osmanlıların eline geçti.

Osmanlılar döneminde Filistin halkının din, inanç ve mezhep işlerine karışılmadı. Ve bu arada Yahudilerin kutsal tapınaklarına dokunulmadı. 20. yüzyılın başlarında Filistin'de "Kudüs-i Şerif" adı altında, Filistin'in Hayfa, Akka, Taberiye illerini içine alan bağımsız bir eyalet bulunuyordu. Bölge, siyasal bakımdan Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetimi altındaydı. I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlılar Mısır'da üslenen İngiliz ordusuna karşı, Filistin'i karşı üs olarak kullandılar. Osmanlıların yapılan savaşları kaybetmesi üzerine Filistin 29 Ekim 1918'de imzalanan ateşkes antlaşmasıyla bağlaşıklara bırakıldı. İngiltere, Arapların da yardımıyla Filistin topraklarında üslenerek askerî bir yönetim kurdu. 1920'de bu yönetimin başına bir yüksek komiser atayarak askerî yönetimi sivil yönetime dönüştürdü. 1922'de Milletler Cemiyeti, Filistin'i Birleşik Krallık yönetimine bıraktı. 1922 yılından başlayarak bölgeye özellikle Avrupa'dan birçok Yahudi göçmen geldi. Hitler'in iktidara gelmesinden sonra (1933) bu göç daha da hızlandı. Göçler nedeniyle azınlıkta kalacaklarını anlayan Araplar, İngilizlere karşı 1939'da ayaklandılar. II. Dünya Savaşı'nda Filistin'deki Yahudiler, bağlaşıkların saflarında savaştılar. Savaştan sonra, ülkeye gizli olarak Yahudiler sokuldu. Bu arada Filistin'de İrgun ve Stein adlı Yahudi tedhiş grupları, Araplara karşı yürüttükleri yıldırma hareketlerini artırdılar. Bu durumda Birleşik Krallık, Filistin üzerindeki "manda"sını bıraktı. 1947'de İsrail Devleti'nin kurulmasından sonra İngilizler, Yahudi-Arap çatışmasına müdahale etmeden Filistin'i boşalttı. Birleşmiş Milletler'in karma ateşkes komisyonu, Filistin'i üç bölgeye ayırarak, Mısır'a işgal ettiği Gazze şeridini, Ürdün'e Yahudiye'nin ve Gor Çukuru'nun (Ürdün Çukuru) büyük bölümünü ve İsrail'e Taberiye Gölü bölgesini, batı yaylalarını ve Necef Çölü'nü verdi. İsrail Devleti'nin Filistin toprakları üzerinde kuruluşu, Araplar ile İsrail arasında 1949-1950, 1967, 1973 ve 1982 yıllarında bir dizi savaş çıkmasına yol açtı. Filistinliler yurtlarından ayrılarak çeşitli Arap ülkelerinde mülteci olarak yaşamaya ve bu arada kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü çerçevesinde birleşerek Filistin topraklarının tekrar Filistinlilere verilmesi amacıyla savaşmaya başladılar. Filistin komandoları gerek Filistin, gerekse Avrupa'nın çeşitli yerlerinde İsrail ve İsrail yanlılarına karşı çeşitli eylemlere giriştiler. 1982'de İsrail ordusu Lübnan topraklarına girerek burada üslenmiş olan Filistin gerillalarının ülke dışına çıkartılmalarını sağladı. Bu arada, özellikle İsrail'in desteklediği Hristiyan Falanjistler'in Beyrut'taki Filistin kamplarında giriştikleri katliamlarda yüzlerce Filistinli sivil öldü. Eylül 1982'de ABD, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin barış görüşmelerinde Ürdün tarafından temsil edilmesi ve Gazze Şeridi ile Batı Şeria'da oluşturulacak özerk bir siyasal birimin Ürdün'e bağlanması önerisini ortaya attı. Aynı ay Fez'de toplanan Arap zirvesi, BM Güvenlik Konseyi'nin Ortadoğu'daki bütün devletler arasında barışı garanti etmesini öngörüyor ve FKÖ'nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu vurguluyordu. Fez Plânı, ABD ve İsrail tarafından reddedildi. Ocak 1983'te, Arafat önderliğindeki FKÖ yönetimini uzlaşmacılıkla suçlayan beş Filistin örgütü, Libya'da bir araya gelerek Fez Plânı'na karşı çıktılar. Aynı yıl Suriye'nin desteğini alan Arafat karşıtları, Arafat'a bağlı birlikleri sıkıştırmaya başladı. Arafat ve askerleri 20 Aralık'ta Trablusşam'ı terk etti. 1985'te Ürdün Kralı Hüseyin ile Arafat, İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürmek için anlaştılar. Ancak bir yıl sonra Kral Hüseyin, ortak girişimin sona erdiğini açıkladı ve El-Fetih'in Ürdün'deki bürolarını kapattı. Bunun üzerine FKÖ, güçlerini yeniden Lübnan'da toplamak zorunda kaldı.

1987'de Ortadoğu'da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği'nin aracılığıyla örgüt içinde birlik yeniden sağlandı. Öte yandan İsrail'de ve işgal altındaki topraklarda yaşayan 2 milyon Arap arasındaki huzursuzluk 1987'nin son günlerinde, silâha başvurmaksızın genel bir ayaklanmaya dönüştü. 14 Kasım 1988'de Cezayir'de toplanan Filistin Ulusal Konseyi, bağımsız Filistin Devleti'ni ilân etti. Suriye dışındaki tüm Arap ülkeleri bağımsız Filistin Devleti'ni desteklediklerini bildirdiler. Türkiye, bağımsız Filistin Devleti'ni ilk tanıyan ülkeler arasında yer aldı. FKÖ Merkez Konseyi, 2 Nisan 1989'da Arafat'ı oybirliğiyle, bağımsız Filistin Devleti başkanlığına getirdi. Kararın amacı, Filistin Devleti'ni tanıyan ülkelerle diplomatik ilişkileri kolaylaştırmaktı.

Aralık 1988'de FKÖ'nün terörist eylemlere son verdiğini açıklamasından sonra ABD, FKÖ ile diyalog başlatılmasını destekleyeceğini bildirdi. Körfez Savaşı sonrasında Ekim 1991'de, barış görüşmeleri kapsamında, ABD'yle BDT'nin (Bağımsız Devletler Topluluğu) himayesinde bölgesel bir konferans düzenlendi. 4 Mayıs 1994'te FKÖ'yle İsrail, birbirlerini karşılıklı tanıdıklarına ilişkin bir antlaşma imzaladılar:Gazze ve Eriha ilk özerk Filistin toprakları ilân edildi. 29 Ağustos 1994'te İsrail'in 27 yıldır işgal altında tuttuğu Batı Şeria'da, sivil iktidarın Filistinlilere devrini öngören bir anlaşma, Erez şehrinde imzalandı.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi


Benzer Konular

30 Haziran 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap
29 Temmuz 2011 / asla_asla_deme Taslak Konular