Arama

Dış Türkler: Türkiye Dışındaki Türk Boy ve Kavimleri - Sayfa 2

Güncelleme: 28 Eylül 2007 Gösterim: 75.953 Cevap: 52
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #11
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
AVRASYA’NIN ORTAK BAYRAMI NEVRUZ

Sponsorlu Bağlantılar
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.

Nevruz, Türk dünyasının kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır.

Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli, pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş ilâhî orkestranın musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları arasında baş veren bin bir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu, coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu, diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış...

Genellikle Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor. Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:

"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!"

Bu sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir. Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik. İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i kabul etmiş olan ilk Müslüman konargöçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası olarak intikal etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir gelenektir.

Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetname’sinden Melikşah'ın takvimine kadar, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I. Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin, şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını da biliyoruz.

Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî (1224–1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde makam bulunmaktadır.

Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.

1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan edilmiştir.

Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Avrasya’nın, Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.


Kaynak: Hatice Emel AŞA, Yeni Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:29
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #12
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)CizgiUzun
NEVRUZUN TÜRK DÜNYASINDAKİ İSİMLERİ
Sponsorlu Bağlantılar

Türk dünyasında, Hunlardan bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle kutlandığı biliniyor:

• Nevruz,
• Navruz,
• Novruz,
• Sultan-ı Nevruz,
• Sultan-ı Navrız,
• Navrez,
• Nevris,
• Naorus,
• Novroz,
• Navrıs Oyıx,
• İlkyaz Yortusu,• Nevruz Norus,
• Ulustın Ulu
• Küni,
• Ulusun Ulu Günü,
• Ulu Kün,
• Ergenekon,
• Bozkurt,
• Çağan,
• Babu Marta,
• Kürklü Marta,
• Mevris• Yeni Gün,
• Yengi Kün,
• Yeni Yıl,
• Mart Dokuzu,
• Mereke,
• Meyram,
• Nartukan,
• Nartavan,
• Isıakh Bayramı,
• Altay Ködürgeni,
• Bahar Bayramı,
• Yörük Bayramı,

NEVRUZ’UN FONKSİYONLARI

Bu bayramdaki kutlamalar, Türk toplum hayatında farklı fakat bütünleştirici fonksiyonlara da sahiptir. Bunları şu noktalar etrafında toplamak mümkündür:
• İnsanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı kuvvetlendirme.
• Dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe kucaklaştırma.
• Milli birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin güçlenmesi ve dayanışmayı sağlama.
• Geleneklerin, göreneklerin, inançların sergilendiği bir bayram.
• Bolluk ve bereketin işareti, sembolü.
Huzur ve barış havasının evrensel ölçülerde geliştirilmesi.


TÜRKLERDE TAKVİM İHTİYACI VE NEVRUZ

İnsanların hayatlarında takvim, gerekli bir kültür unsurudur. Günümüzde bu konu bir bilim, meslek haline gelmiştir. Geçmişte ise bu ihtiyaç bugünden farklı olarak karşı karşıya kalınan şartlara göre şekillenmiştir. Türkler de konargöçer bir toplum olarak hayatlarını sürdürdükleri için kır ekonomisi yapısı içinde takvimi bilmek zorundaydılar. Böylece takvim ihtiyacı içinde bir kültür kalıbı olarak ortaya çıkmıştır. Geçimlerini toprağa bağlı olarak sürdüren Türkler, genellikle yazın, baharın başlangıcı ile hayvan sürülerinin otlağa çıkarılması, çiftçilik yapanların ekin döneminin başlaması için geleneklere uygun olan bir takvim kullanmışlardır. Bilindiği üzere, Türklerde yılların adları da, ayların adları da, hayvan isimlerine bağlı olarak söylenmiştir. Yeni yılın başı ise 21 Mart'tır. Ancak Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark bulunduğundan, 21 Mart tarihi, bazı topluluklarda Mart'ın 9'una, nadiren bazı topluluklarda 1 – 3 Nisan ve 21 Haziran'a tekâbül eden kutlamalara yol açmıştır.

Tabiat dinlerinin bu cins kutlamaları bünyesine alarak kutsallaştırdığı bilinmektedir. Hanefilik özelliği taşıyan, "Şamanlık" denilen Türklerin milli inanışında yer yer Türk destanlarının (Ergenekon, Göç, vb.), yer yer inanışların bünyesine karışmış olan "Yılın Başı" yahut "Yeni Gün", Türklerin Müslümanlığa geçişi sırasında farklı anlayışlarla İslâmîleştirilmeye çalışılmıştır. Bazı Türk topluluklarında Hz. Ali'nin doğumu, bazı Türk topluluklarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın evliliği, bazı Türk topluluklarında isme Hz. Hüseyin'in hilâfeti almak üzere arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasıyla, bazılarının ise Hz. Hasan veya Hüseyin'in doğum tarihi olarak kabul ettikleri "Mart Dokuzu", destandan menkabeye, menkabeden efsaneye, efsaneden tevâtüre ve oradan da kültür tavrının görünüşü olmuştur.

Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve Balkanlar'a ulaşmış, Milâttan sonra 800'den itibaren Hazar'ın güneyinden Anadolu'ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınışla birlikte yeni bir coğrafyada yaşatılmaya başlanmıştır. Hatta son yıllarda yapılan ve yeni bir kıta da, Amerika'da yaşayan Kızılderililer hakkında yapılan karşılaştırmalı halk bilimi çalışmalarına göre bu coğrafyada da Nevruz aynı ruhla kutlanmaktadır. Geçmişten gelen bu bayramın Müslüman Türkler arasında sadece gerekçesinin İslâmîleştirilmeye çalışıldığı görülmüştür. Takvimin başlangıcı kimilerince Hz. Nuh'a, Hz. Yunus'a, kimilerince Hz. Ali'ye bağlı yorumlara sığınılarak fakat hep Şamanlık kalıntısı ile sürdürülmüşt
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:30
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #13
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
NEVRUZ BAYRAMI (21 Mart)CizgiUzun
TÜRK DÜNYASINDAKİ NEVRUZ KUTLAMALARI İLE İLGİLİ ADETLER

Çeşitli adlarla ve yaygın olarak Nevruz adıyla kutlanan bu bahar bayramıyla ilgili olarak Türk topluluklarında çeşitli gelenekler meydana gelmiştir. Orta Asya'dan, Balkan Türkleri'ne ve hatta Amerika'daki Kızılderililerin yaşatılan âdetlerinde bu gelenekleri ve törenleri tespit edebiliyoruz.

K. K. Yudahin'in eserinden Kırgız Türkleri'nde Nevruz gününün, Mart ayında olduğu ve yeni yılın ilk günü anlamına geldiği ifade edilir. Bu günde "Nouruz Köcö " denilen özel bir yemek yaparlar. "Köcö", darı yarması veya bulgur konulmak suretiyle yapılan bir nevi tirittir.

Kazak Türkleri de Kırgız Türklerinin yaptığı aşı pişirirler. Ayrıca Nevruz törenlerinde mevlit okuturlar. O günü evler baştanbaşa temizlenir, yeni elbiseler giyilir. Nevruz törenleri sırasında ev duvarlarına veya çeşitli eşyaların üzerine kil kaplar atılarak parçalanır. Ateş üzerinden atlanır. Çadırlar kurulup sofralar açılır.

Özbekistan'ın Semerkant, Buhara, Andican taraflarında, Nevruz günü başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Halk bu törenlerde çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretlerde ikram edilen yemek "aş" adı verilen pilavdır. Köpkarı, güreş, at yarışları, horoz dövüşleri gibi gösteriler düzenlenir.

Tacikistan'da Nevruz Mart ayının başından, 21 Mart gününe kadar baharın gelişini ve tabiatın canlanmasını karşılamak amacıyla kutlanır. Nevruzda yenilen "Ş" harfi ile başlayan 7 yiyecekten süt; temizliği, tatlı; yaşama sevincini, şeker; serinlik ve dinlenmeyi, mum; ateşe tapınmayı, tarak; kadının güzelliğini temsil eder. İslâmiyet’ten sonra İslâmî geleneklere göre "Ş" ile başlayan 7 nesne bunların yerini almıştır.

Afganistan'da Nevruz, Türkler arasında doğum günü olarak kutlanır. Bugün herkes en yeni elbiselerini giyerler. Kabir ve akraba ziyaretleri yapılır, güreş tutulur ve oğlak oyunu oynanır. İnsanlar arasındaki dargınlıkların kaldırılmasına çalışılır. Yeni yıla nasıl başlanırsa, yılın öyle geçeceğine inanılır.

Türkmenistan'da Nevruz bayramında halk gününü ülkemizdeki dini bayramlara benzer bir şekilde geçinmekte, karşılıklı ev ziyaretleri yapılmakta, tebrik mesajları gönderilmektedir. Nevruz kutlamaları basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer almaktadır.

Azerbaycan'da her yıl Mart'ın 2123'ünde, Nevruz bayramı büyük törenlerle kutlanır. Mezarlık ziyareti yapılır. Bu ziyaretlerde hazırlanan helva pilav ve diğer yiyecekler fakirlere dağıtılır. "Gapı Pusma", "Suya Yüzük Atma", "Su Başı", "Baca Baca" adetlerinde uzun yılların gelenekleri çeşitli motif ve oyunlarla sürdürülür. Semeni göğertilir. Yani tohum çimlendirilir.

Nevruz; Karapapaklar'da Nevruz, Kırım Türkleri'nde Navrez, gündönümü; Batı Trakya Türkleri'nde Mevris, Makedonya ve Kosova Türkleri'nde Sultanı Navrız, Gagauzlarda İlkyaz bayramı adıyla yukarıda bahsettiğimiz ortak coşku ve geleneklerle kutlanmaktadır.

Çok geniş coğrafyaya yayılmış olan topluluklarda Nevruz törenlerinde genellikle şu oyunların değişmeden devam ettiği gözlenir: Gökböri Oyunu. Türkistan'da oynanan milli oyunların başında yer alır. Bu oyuna "gökböri, köpkâri, oğlak/ulak, buzkaşi, kökpar, kükbar" gibi isimler de verilir. At yarışları, cirit oyunu, kılıç sallama, yamba kapma, güreş, at üzerinde güç gösterisi, sinsin oyunu, huntu oyunu. Bu oyunlar genellikle spora dayalıdır.

Oyunların bir kısmı ise seyirliktir. Bunları halk tiyatrosu veya Orta oyunu şeklinde değerlendirebiliriz: Koskosa oyunu; deve oyunu; ekende yoh, biçende yoh, yeyende ortag gardaş oyunu; kış bovay; yolbars; argımak.
Nevruz bayramında mahalli eğlencelere de yer verilir. Gençler aralarında mani ve şiir söyleyerek yarışırlar. Bunlardan bazıları: Halay oyunu, Yaşıl yarpag, Gızılgül, Hahışta, Benövşe, Bahtıyar ve atışmalardır.

Anadolu sahasında da oynanan bu oyunların yanı sıra 21 Mart'ta büyük bir coşkuyla kutlamalar yapılmaktadır. Geçmişte o güne has olarak macunlar, şerbetler, hediyeler hazırlanarak devlet erkânı büyükten küçüğe, bunları birbirlerine takdim ederlerdi. Bu adetler günümüzde Mesir Macunu Şenlikleri adı altında hâlâ devam etmektedir. Anadolu'da Yörük Bayramı günümüzde de kutlanarak bu âdeti yaşatmaktadırlar.

Anadolu'da "Sultanı Nevruz", "Nevruz Sultan", "Mart Dokuzu" ve "Mart Bozumu" gibi adlarla bilinen nevruz, gelenekleriyle bütün Türk toplumu içerisinde yaşamaya devam etmektedir.

Tahtacı Türkmenleri'nde; Nevruz Bayramı eski Mart'ın dokuzudur ve Sultan Nevruz olarak adlandırılır. Nevruz, Tahtacı Türkmenleri'nin yaylaya çıkışında; 22–23 Mart tarihlerinde kutlanmaktadır. Tahtacı Türkmenleri'nde Nevruz; ölülerin yedirilip içirildiği gün olarak kabul edilir. Burada eski Türk inanç sisteminin atalar kültürü kendini gösterir.

22 Mart Nevruz'dan bir gün önceyi karşılamaktadır. Bu gün Nevruz hazırlıkları yapılır. Çamaşırlar yıkanır, yemekler hazırlanır Nevruz günü yenilen yemekler arasında ıspanaklı börek, soğan kabuğu ile boyanmış yumurtalar, yufka, sarı burma, şeker, leblebi, lokum sayılabilir. 23 Mart günü öğleden sonra kadınlar geniş bir tabağa çerezler koyarak "hak üleştirir"ler. Yiyecekler dağıtılarak "ölünün ruhuna değsin" dileğinde bulunurlar. Bu bayramda herkes güler yüzlüdür. Suçlar bağışlanır. Bayrama katılmak zorunludur. Katılmayanlar köy halkınca dışlanır.

Yörükler arasında; Nevruz ile birlikte, kışın bittiği ve bahar mevsiminin başladığı kabul edilir. Köy ve yaylalarda 22 Mart'ta, şehirlerde ise Nevruz günü pazara rastlamazsa, bu tarihi takip eden Pazar günü kutlanır. Köy halkı 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola çıkarlar. Daha önceden "davar evleri"ne yerleşmiş olanlar köylerden gelen akraba ve komşularına ev sahipliği ederler. Köylerden gelen grupla, yayladakiler karşılaştıklarında bir el silah atarak "Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayır ve bereketli olsun" şeklinde selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleşir, kendilerine ikramlarda bulunulur. Sürü sahipleri tarafından kesilen kurbanlar birlikte yenilir. Sünni olan yörüklerde imamlar tarafından yapılan dualara halk katılır ve şükrederler.

Gençler tarafından eğlenceler düzenlenir, yemekler yenir, şarkı ve türküler söylenir, oyunlar oynanır. Eğlenceler geç saatlere kadar devam eder.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerimizden Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe "Sultan Nevruz" adı verilir. Diyarbakır'da; Nevruz günü halk, eğlence ve mesi re yerlerine giderek Nevruz'u kutlarlar. Kars ve çevresinde; bu tarihte kapı dinleme, baca baca adetleri görülür. Evde bulundurulan çeşitli meyvelerden baca baca gezenlere verilir.

Tunceli ve çevresinde; bu gün erkekler alınlarına kara sürerek su kaynaklarına giderler. Bu karaları orada temizleyerek dua ve niyazda bulunurlar. Özellikle Orta Anadolu'da Nevruz, "Mart Dokuzu" olarak bilinir. Diğer bölgelerdekine benzer kutlama adetleri yapılır. Nevruzla ilgili Anadolu'da görülen diğer gelenekler arasında, ağacın güneşten etkilenmemesi için ağaca bez bağlanarak yapılan "Mart ipliği" adeti ve özellikle Giresun'da "Mart Bozumu" adeti önem taşır.

Tekirdağ'da Nevruz soğukların sonu, baharın başlangıcı olarak kabul edilir ve "Nevruz Şenlikleri" adıyla kutlanır. İzmir, Uşak, Sivas ve Şebinkarahisar'da hemen hemen aynı geleneklerin devam ettiği görülür.
Bilindiği üzere eski takvim Mart ayından başlardı. Mart ayının ilk on iki günü ayrı ayrı ayları temsil etmek suretiyle, o yıl içinde neler olacağı ilk on iki günden tespit olunurdu
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:40
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #14
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
çerkez edebiyatı

NIM YIGU

Şuzır sımecešxowu şılhewu l’ır khihajığ.



- Sıda wuilajer, yı’ui yéwupçç’ığ.

- Sısımecešxu, wuyane yıgu zısšxıç’e sıxhujışt, yı’uağ şuzım.

- Ade aş payé wukhedğenena? Ar ofa, yı’uağ l’ım.






Mafe gorem l’ır pxhaşe mezım khıç’ıjığewu yane ri’uağ:





- Wolahe népe mezewu sızdeşı’ağem mıyére khujhıre bewu xelhığ. Wukhak’owu t’ek’u khepšıpığeme değuğe, pçıhe xhume wu khesşejınığ.



Mafem ç’alem yane mezım yışi, nır yıwuç’i yıgu khıdixığ, khıdixi gur yı’ığewu khek’ojı tétze, yinewu ççıgı lhapse gorem yélhepewuağ.








- A wuyane guşe Tha yéğal’i, sıdewu guşewu ’ayéwu wulhepewuağ, siç’al, ’aciy plhakho yığewuzığe guşeştın, yı’ui nım yıgu gu’ewu kheguşı’i khıri’uağ.



Yét’ane l’ır khek’oji “Khujhı ş’ağo mezım xelhışş tık’oniy khetšıpın” ri’ui mezım şuzır zıdişağ. Şuzır yıwuç’i, khıxini khek’ojığ.

Careştewu l’ım khış’ejığ şuz bzacem yéde’ui yane mıterezewu zeriwuç’ığer

ANA KALBİ

Kadın ağır hasta yatarken adam içeri girdi.






- Nedir zorluğun


(derdin nedir manasında...), diye sordu.






- Ağır hastayım, *****n kalbini yediğimde iyileşeceğim, dedi kadın.




- Yahu


(hiç..) onun için seni bırakır mıyız? O iş mi, dedi adam.




Günün birinde adam oduna gittiği ormandan geri geldiğinde anasına dedi:





- Wolaha bugün bulunduğum ormanda elmayla armut çok olarak vardı. Gelerek biraz toplasaydın iyiydi, akşam olduğunda seni geri getirirdim.



Gündüzleri (gündüzünde, gündüzde...) oğlu ******* ormana götürüp, anayı öldürüp (boğazlayarak, keserek, vurarak...) kalbini içinden çıkardı, çıkarıp kalp elinde geri gelirken, büyükçe bir ağaç köküne ayağı tökezledi.






- A


(yavrum) *****nı da (eyvah olsun, ne yazık ki anlamın da) Allah öldürdü, nasılda eyvah, kötü olarak ayağın tökezledi, yavrum, çok ayağını ağrıtmıştır ne yazık ki, --- deyip ana kalbi endişelenerek söyledi.




Sonra adam geri gelip (evine) “Ormanda harika armutlar var, (biz) gidip toplayalım” deyip orman kadını yanında (beraberinde) götürdü. Kadını öldürüp, bırakıp geri geldi.

Öylelikle adam tekrar anladı yaramaz kadını dinleyip annesini uygunsuz olarak (akılsızca) öldürdüğünü


Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:41
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
3 Mart 2006       Mesaj #15
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
ÇEŞİTLİ DÖNEMLERDE KULLANILAN
OSET (İRON) ALFABELER VE TÜRKÇE OKUNUŞLARI
17oe2
22wz

Dip Not: Kalın yazılan harfler Türkçe okunuşu ile bazı dönemlerde kullanılan alfabenin müşterek harfleridir.
Elle yazılan harfler uluslararasında kullanılmayan, özel işaretlerle kendilerince şekillendirilen harflerdir
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #16
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Balkanlarda bir asırdır süren otorite boşluğu, bölgenin sahipsiz kalmasıyla
sonuçlandı. Bu otorite boşluğundan en çok zarar görenler ise, Osmanlı’nın
bölgedeki en önemli mirası olan Müslümanlar oldular. Bölgedeki Türk-İslam
varlığı, kendilerine sahip çıkacak yeni bir Osmanlı’yı,
yani Türkiye’yi bekliyor.
HARUN YAHYA


Makedonya Sorunu ve Türkiye
1912 yılına kadar “bizim” olan Balkan topraklarında Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyetinin sona ermesi bölgeye hiçbir zaman huzur ve güven getirmedi. Yugoslavya Federasyonu’nun dağılmasının ardından önce Bosna-Hersek, sonra Kosova, şimdi de Makedonya’ya kan ve gözyaşı hakim... Binlerce müslüman Türk ve Arnavut şimdi ikinci vatan olarak gördükleriTürkiye’ye sığınıyor. Balkanlar’da yeniden savaş rüzgarları eserken, bölge halkının tek umudu, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğal mirasçısı olan Türkiye’dir.
Önce Bosna... Sonra Kosova... Şimdi de Makedonya. Balkan topraklarında yine kan ve gözyaşı hakim. Balkanlar’da ve özellikle Makedonya’da yaşanan gelişmeler bölgedeki Türk, Arnavut ve Boşnak asıllı müslümanları yakından ilgilendiriyor. Makedonya’nın %35’ini oluşturan Arnavut sivillerin başlatmış olduğu mücadelenin, bölgedeki dengeleri yeniden Sırplar lehine değiştirmesinden endişe ediliyor.
Nitekim Mart ayının ilk günlerinde Makedonya-Kosova sınırında 3 Makedon askerin öldürülmesiyle başlayan, daha sonra şiddetli çatışmalara dönüşen gelişmelerin ardından NATO,Sırbistan’ın güneyindeki tampon bölgeye Sırp güçlerinin girmesine izin verdi.5 km’lik bir alana yayılan Sırp güçlerinin sınırı ne kadar ihlal edeceklerine Kosova Barış Gücü karar verecek. Sırpların çatışma anında ne tür silah kullanacağı konusu ise henüz belirsizliğini koruyor. Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) tampon bölgenin Sırp askerlerine açılmasının, bölgenin Sırp kontrolüne verilmesi planının devamı olduğunu belirtirken, Yunanistan da bölgeye asker göndermeye hazırlanıyor. Balkanlar’daki kriz Bulgaristan parlamentosunda da gündeme geldi. Başbakan İvan Kostov da özel gündemle toplanan parlamentoda Makedonya’ya asker gönderebileceklerini söyledi. Batılı ülkeler ve ABD, Doğu Bloku’nun

Makedonya’daki Müslüman -Türk Varlığı

Geçtiğimiz hafta can güvenliği nedeniyle Makedonya’nın başkenti Üsküp’ten gelerek Kapıkule sınır kapısından Türkiye’ye giriş yapan Makedonyalı Türk sayısının 3000’in üzerinde olduğu bildiriliyor. Yetkililer bu sınır kapısından Türkiye’ye giriş sayısının 7 kat arttığını belirtiyorlar. Bölgede günden güne eriyen müslüman Türk varlığı son çatışmalarla birlikte önemli ölçüde darbe yemiş durumda.
Tarihte Türk ırkından birçok uygarlığın hüküm sürdüğü Makedonya topraklarında, Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler ve Osmanlı Türkleri uzun yıllar yaşamışlar. 1300 yılından sonra da Anadolu’dan Makedonya’ya çok sayıda Türk göçmen yerleştirilmiştir. Ancak son yüzyılda bölgede Türklere karşı sistemli bir asimilasyon politikası uygulanmaktadır. Nitekim 1953 yılında 203.000 olan Türk nüfus sayısı günümüzde 77.000’e kadar gerilemiştir.

arma
Her türlü olumsuzluklara rağmen Makedonya’daki müslüman-Türk nüfus, eğitim ve öğretimi Türkçe olarak gerçekleştiriyor. Türklerin eğitim gördüğü kuruluşlarda 264 Türk öğretmen görev yapıyor. Makedonya’da Türklerin en yoğun olarak yaşadıkları şehirler Üsküp, Gostivar, Ohri ve Resne’dir. Bölgedeki müslüman-Türklerin bir gazetesi, dergisi ve bir yerel televizyonu bulunuyor. Daha önce belirttiğimiz gibi Yugoslavya Federasyonu döneminde Makedonlarla birlikte kurucu millet statüsünde bulunan Türkler, yeni anayasa ile birlikte günümüzde bu haklarını kaybettiler. Siyasi alanda faaliyet gösteren “Türk Demokratik Birliği” ise Makedonya bölgesindeki Müslüman-Türk varlığının haklarını korumaya çalışıyor.


"Türk Milleti’nin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır. Türk Milleti zekidir... Türk Milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmiştir… Türk Milleti’nin tarihi bir niteliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Türk Milleti’nin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır..."

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:43
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #17
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Müslümanlara şarkı ile hakaret

İspanya`da bir karnavalda Müslümanlara `hayvan` diyen şarkı birinci seçildi, ülke karıştı.
Şarkının sözlerinde `Türkler` de var. Büyük tepki çeken çirkin şarkı şöyle:


İspanya'da büyük bir Müslüman nüfusa sahip Ceuta kentinde düzenlenen karnaval kapsamındaki şarkı yarışmasında Müslümanları ,hayvan, diye aşağılayan bir şarkının birinci gelmesi büyük tepki yarattı.

İspanya'da Osmanlı döneminden kalma bir alışkanlıkla, Müslümanları anlatmak için kullanılan Türkler; kelimesinin şarkıda yer alması ayrıca dikkat çekti. Karikatür kriziyle gerginleşen ortamda böyle çirkin bir şarkının gündeme gelmesini kabul edilemez bulan Müslümanlar, Sokağa dökülürüz uyarısı yaptı. İspanyol hükümeti, olayın önüne geçebilmek için harekete geçeceklerini belirtirken, soruşturma başlatacakları mesajını verdi.

İSPANYOL BASINI SANSÜR KOYDU

Ceuta'daki karnavalda Los Polluelos adlı grup, Müslümanların tüm engellemelerine karşın yarışmada Müslümanlara hakaret eden şarkıyla yarıştı ve birinci oldu. Kentteki Müslümanlar şarkıya büyük tepki gösterirken, İspanyol basını Müslümanları daha da kızdırmamak için şarkının sözlerine sansür uyguladı. Nüfusunun yarısı Müslüman olan Ceuta'da gergin bir ortam yaşandığı belirtiyor.

`BU SÖZLERİN SARFEDİLMESİ KABUL EDİLEMEZ`

Ceuta İslam Cemaati Başkanı El Bujari, şarkının sözlerinden duyduğu sıkıntıyı belirterek, kültürlerarası barışı sağlamaya çalışırken, ifade özgürlüğü çerçevesinde bu sözlerin sarfedilmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi. Müslüman dernekleri ise yerel hükümetten ve şarkıyı söyleyen gruptan derhal özür dilemesi çağrısında bulunarak aksi halde kentte sokaklara dökülerek bu olayı protesto edecekleri uyarısında bulundu.

ŞARKIDA HİTLER'E, MÜSLÜMANLARI NİYE BIRAKTIN? DENİYOR

Müslümanların büyük tepkisini çeken çirkin şarkının nakarat kısmı şöyle:
"Benim kültürüm, Müslüman kültürü gibi deli değil; Müslümanların hayvan olup olmadığını anlamak için doğa kitabına baktım; gördüm ki orada hayvanlarla Müslümanlar (Türkler) aynı. Böylece kafamdaki kuşkular dağıldı. Ne kadar kötü yapmış Hitler Yahudileri katlederken, Müslümanları pas geçmekle."

İspanyol hükümeti şarkıyla ilgili olarak soruşturma başlatılabileceğini belirtti.





Kaynak: Milliyet
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:44
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
12 Mart 2006       Mesaj #18
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi




Türk Soyu:

Tarihte Türk ırkı hakkında çeşitli tasvirler yapılmıştır. Çin,Latin ve Grek kaynaklarında Türkler daha çok Moğol tipinde tasvir edilmişlerdir. Bunun sebebi ise Türkler'in tarih boyunca en çok temasının Mogollar'la olmasıdır. Moğol kitleleri yıllarca Türkler'in idaresinde yaşamış,göçlere,savaşlara Türkler'le beraber katılmışlardır. Bunun sonucunda bu kaynaklar Türk ile Moğol tipini birbirine karıştırmıştır.

Son yarım asır içinde yapılan ilmi çalışmalar ve araştırmalar sonucu Türkler'in beyaz ırka mensup bulundukları, yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "Europid" adı verilen grubun "Turanid" tipine mensup bulundukları anlaşılmıştır. Kafa yapıları Brakisfal (yuvarlak kafalı)dır.

Türklerin kendilerini başta "Mongolid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolik çizgilere sahip oldukları tespit edilmiştir. Türkler'in hakim vasfı beyaz renk,düz burun,değirmi çene,hafif dalgalı saç,orta gürlükte sakal ve bıyıktır.

Turan tipine örnek olan Orta Asya, Maveraünehir ve diğer Yakın Doğu Türkleri beyaz tenli ,koyu parlak gözlü, değirmi yüzlü,endamlı,sağlam yapılı erkek ve kadınları ile Ortaçağ kaynaklarında güzelliğin timsali olarak gösterilmiş hatta İran edebiyatında Türk sözü "Güzel İnsan" manasında kullanılmıştır. Tevrat'ta nakledilen bir rivayette ise Türk soyu'nun Ham ve Sam'dan değil, Yafes'den türemiş olarak beyaz ırktan geldiği gösterilmiştir.

dagarcik10011cbk119ha10tq
Son düzenleyen GusinapsE; 1 Haziran 2006 01:16
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
15 Mart 2006       Mesaj #19
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
TÜRKİYEDE PETROL ARAŞTIRMALARI

İlk petrol hikayesi Evliya Çelebi tarafından 18. Yüzyılda kaleme alınmıştır.
İkl bulgular 19. Yüzyılın sonuna doğru Trakya yarımadasında yapılmıştır.
1935 de MTA’nın kurulması ile başlamıştır.
İlk üretim kuyusu 1940 da Ramanda açılmıştır.
1954 de MTA petrol faaliyetlerini TPAO’ya devretmiştir.
TPAO çeşitli yabancı ülkelerle ortak anlaşmalar yaparak faaliyetini sürdürmektedir


Türkiye'de Petrol Aramacılığının Tarihçesi

Türkiye'de petrol aramacılığının kökleri Osmanlı dönemine kadar uzanır. İlk sondajlı arama faaliyeti, İskenderun civarında Çengen'de 1890 yılında delinen ve gaz emarelerine rastlanan sığ kuyulardır. (Gümüş ve Altan.,1995). Trakya'da Ganos civarında 1898 yılında delinen sığ kuyularda petrol ve gaz emarelerine rastlanmıştır. Yabancı şirketler ortaklığıyla 1914 yılında kurulan Turkish Petroleum Company Musul'da petrol aramaya başlayacakken Birinci Dünya Savaşı çıkınca faaliyetini durdurmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşunu takiben, Hükümet, Türkiye sınırları içindeki petrol kaynaklarını bizzat kendisinin araştırmasını ilke olarak kabul etmiştir. Bu amaçla 24 Mart 1926 tarihinde kabul edilen 792 sayılı Petrol Yasası ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bütün petrol ve petrol bileşiklerinin tabi olduğu madenlerin aranması ve işletilmesi hakkı Hükümete verilmiştir. Bu dönemde ilk jeolojik etütler başlamış olmasına rağmen, önemli sayılacak arama faaliyetleri 20 Mayıs 1933 tarihinde 2189 sayılı yasa ile Petrol Arama ve İşletme İdaresi'nin kuruluşundan sonradır. Midyat civarında 13.10.1934 ile 15.6.1936 tarihleri arasında 1351 metreye kadar delinen Baspirin-1 arama kuyusu Türkiye'de delinen ilk derin kuyu olarak kabul edilir.

Maden Tetkik ve Arama (MTA) Enstitüsü'nün 22 Haziran 1935 tarih ve 2804 sayılı kanunla kurulmasıyla Petrol Arama ve İşletme İdaresi de MTA'ya bağlanmış ve petrol arama faaliyetleri artık MTA tarafından yürütülmüştür. Kuruluş kanununda temel görevi "Ülkede işletmeye elverişli maden ve taş ocağı sahalarının bulunup bulunmadığını, işletilen maden ve taş ocaklarının daha faydalı şekilde işletilme koşullarını araştırmak ve buna yönelik arama işlemleri, bilimsel, jeolojik ve teknolojik tetkikleri yapmak, harita plan ve kesitler hazırlamak, proje, fen raporları ve karlılık hesapları yapmak ve madencilik sektörüne kalifiye eleman yetiştirmek" olarak belirlenen MTA Enstitüsü (MTA, 2001), bu görevini yerine getirmek için günün şartlarına göre yoğun çalışma içinde olmuştur. Petrol arama faaliyetleri, Güneydoğu Anadolu, İskenderun, Adana, Van ve Trakya'da jeolojik ve jeofizik etütler ve sondaj faaliyetleri ile sürdürülmüştür.

Güneydoğu Anadolu'da 1940 yılında Batman'ın güneyinde delinen Raman-1 kuyusunda petrole rastlanmış, ticari anlamda petrol keşfi ise 1945 yılında delinen Raman-8 kuyusunda yapılmıştır. Raman sahasında petrol keşfinden sonra Garzan sahası da 1951 yılında keşfedilmiştir. Raman sahasında Maymune Boğazında 1942 yılında günlük 3 ton kapasite ile kurulan rafineriden sonra 1948 yılında Batman'da 200 ton günlük kapasiteli rafineri kurulmuş, yıllık kapasite 1955 yılında 330.000 tona çıkarılmıştır.

Petrol faaliyetleri 7/3/1954 tarihinde kabul edilen 6326 sayılı Petrol Kanunu ile kendi yasal çerçevesine kavuşurken yerli ve yabancı özel sermayeye de açılmıştır. Aynı tarih ve 6327 sayılı Kanunla Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı kurularak MTA'nın ilgili birimleri TPAO'ya bağlanmıştır. Petrol Kanunu'nun uygulanmasının denetimi de Petrol Kanunu ile kurulan ve adı daha sonra "Petrol İşleri Genel Müdürlüğü" olarak değiştirilen "Petrol Dairesi Reisliği"ne verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde, ilk kuyunun delindiği 1934 yılından halen uygulanmakta olan Petrol Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 1954 yılına kadar geçen yirmi yıllık sürede 37 adet arama, 7 adet tespit, 13 adet üretim ve 19 adet test kuyusu olmak üzere toplam 76 adet kuyu delinmiş ve toplam 95.881 ton petrol üretilmiştir (Gümüş ve Altan, 1995).

Petrol Kanunu, günün ekonomik ve siyasal koşullarına göre birkaç defa değişikliğe uğramış, bunlardan 18/4/1973 tarih ve 1702 sayılı Kanunla yapılan değişiklik devletçi, 30/3/1983 tarih ve 2808 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ise liberal yönde olmuştur. Esas olarak liberal bir kanun olan Petrol Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle yabancı petrol şirketleri Türkiye'ye akın etmiş

Türkiye'de arama faaliyetlerindeki ikinci sıçrama 1980'li yılların ilk yarısında yaşanmıştır. Petrol şoku sonrası artan fiyatlardan ve yerli üretimin devamlı azalmasından dolayı, 1960-1975 yılları arasında düşük seviyede gerçekleşen jeolojik ve jeofizik faaliyetler, 1975 yılından sonra devamlı bir artış göstermiştir. Jeofizik faaliyetler 1982 yılında 217 ekip-ay ile rekor kırmıştır (PİGM, 1992). Jeolojik ve jeofizik faaliyetlerdeki artışa paralel olarak sondaj faaliyetlerinde artış olmuş, 1986 yılında delinen 125 kuyuda 263.246 metrelik rekora ulaşmıştır. Bu dönemdeki yoğun arama faaliyetleri yeni keşiflere yol açmış, özellikle 1988 yılında Karakuş sahasının keşfiyle üretim artışı yaşanmıştır. Üretim, 1991 yılında 4.45 milyon ton ile rekor kırmasına rağmen, aynı yıl içindeki 21.16 milyon tonluk sivil tüketimin ancak % 21'ini karşılayabilmiştir. TPAO, 1990-1999 yılları arasında yıllık üretimini 2 milyon tonun üzerinde, 1991 yılında da rekor kırarak 3.3 milyon ton olarak gerçekleştirmiştir.


TPAO ve yabancı şirketlerin arama faaliyetlerinin azaldığı 1990'lı yıllarda keşfedilen yeni sahalar küçük olduklarından, üretim azalmasını karşılayamamıştır. Toplam üretim 2001 sonu itibariyle 2.55 milyon tona düşmüş ve 28.63 milyon tonluk sivil tüketimin ancak % 9'unu karşılayabilmiştir (PİGM, 2002). Günümüzdeki eğilim değişmediği taktirde, petrolde dışa bağımlılık daha da artacaktır.

Doğal gaz piyasasında dışa bağımlılık daha fazla olup hemen hemen tamamen ithalata bağlıdır. TPAO tarafından Trakya'da 1970 yılında keşfedilen Hamitabat ve Kumrular sahalarını 1980'li ve 90'lı yıllarda diğer sahalar izlemiştir. Üretilen doğal gaz sınırlı olarak elektrik üretiminde ve lokal olarak sanayide kullanılmış, Türkiye çapında veya bölgesel boyutta altyapı ve pazar oluşmadığından doğal gaz kullanımı uzun süre sınırlı kalmıştır. Doğal gaz ithalatı 1987 yılında başlamış ve yapılan ithal bağlantılarıyla yıllık doğal gaz ithalatı hızla artmış ve kullanımı yaygınlaşmıştır. Son yıllardaki ekonomik küçülme ve gerçekçi olmayan talep öngörüsüne dayalı ithalat bağlantıları nedeniyle, 1999 yılında 731 milyon metre küpe ulaşan yerli doğal gaz üretimi azaltılarak 2001 yılında 311 milyon metre küpe düşürülmüştür. 2001 yılında doğal gaz ithalatı 15.52 milyar metre küp, tüketimi de 15.83 milyar metre küp olmuştur.

Türkiye'de 2002 yıl sonu itibariyle toplam 3015 kuyuda 5 963 507 metrelik sondaj yapılmıştır. Bu kuyuların cinslere göre dağılımı Tablo 1'de verilmiştir. Tablo 1 incelendiğinde, arama kuyularının % 60'ının TPAO, % 5.4'ünün MTA, %0.3'ünün diğer yerli şirketler, % 28'inin yabancı şirketler, % 6.3'ünün de yerli ve yabancı şirket ortaklığı tarafından delindiği görülür.



dagarcik10011cbk119ha17mn
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:45
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
15 Mart 2006       Mesaj #20
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Tarihi kıvraklığımız
Dış Türkler: Türkiye Dışındaki Türk Boy ve Kavimleri


Türker Alkan
Şurası muhak-kak ki, AB'ye tam üye olarak kabul edilmemiz tarihimizdeki büyük dönüm noktalarından birisi olacaktır. Şu ana kadar yaptıklarından dolayı Erdoğan'ı Atatürk'le karşılaştırmak, "Aynı derecede büyük işler yaptılar, Erdoğan 2. Atatürk'tür" demek elbette saçma ve yersiz bir benzetmedir. Ama AB'ye tam üye olarak kabul edilmemizin Cumhuriyet'in ilanından ve onu izleyen devrimci değişikliklerden sonra yaşanan en büyük olay olduğu ortada.
Olumlu bir İlerleme Raporu ve müzakereler için verilecek tarih, bu açıdan elbette büyük önem taşıyor. Avrupa Birliği için de, bizim için de yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu söyleyenler haklıdır.
Türkiye'nin son yıllarda gerçekleştirdiği köklü değişikliklerin Avrupa'yı şaşırttığı, hazırlıksız yakalattığı görülüyor. Belli ki 'Türkler nasıl olsa bunca yeniliği yapamazlar' diye düşündüler. Çıkardığımız uyum yasalarından ve değişikliklerden sonra bir kısmı işi yokuşa sürmenin yollarını arıyorlar, ama çok geç kalmış olabilirler. "Koşullarımız karşılanmazsa müzakereleri yarıda keseriz, işçilerin serbest dolaşımına sınırlama getirelim, tam üyelik için müzakere süresi en az 10 yıl olsun..." Bütün bunlar çok da önemli değil.
Taraflar anlaşamazsa müzakereler nasıl olsa kesilecektir, bunun için madde koymanın pratikte fazla bir önemi yok. Emeğin serbest dolaşım hakkının hemen verilmeyeceği zaten bilinen bir şeydi. Müzakerelerin de kısa bir zamanda bitmeyeceği ortada. (İspanya yedi yıllık bir müzakere döneminden sonra alınmıştı.) Zamanla değişebilecek olan bu tür koşullar muhtemelen Türkiye karşıtlarının tepkilerini yumuşatmak için konulacaktır. Müzakere süresince değiştirilmeleri de mümkündür. Önemli olan, Türkiye'nin tam üyeliğini kabul eden siyasal iradenin belirmesidir. Bu da büyük bir ihtimalle önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır.
AB'ye tam üyelik perspektifi ciddiyet kazanınca muhafazakâr yayın organlarında şu tür yazılar çıkmaya başladı: 'Medeniyet mi değiştiriyoruz?' Biraz geç kalmış bir soru değil mi? Aslına bakacak olursanız Türkiye 200 yıldır medeniyet değiştirmeye çalışıyor. Tanzimat'tan Atatürk devrimlerine ve sonrasına kadar geçen sürede yaşananlar köklü bir medeniyet değiştirme çabası değil de nedir?
Son değişiklikleri yapış hızımız Avrupalıları biraz şaşırtmışa benziyor. Aslında tarihimize baksalar, bu kadar da şaşırmazlardı. Biz ki alfabesini bile iki kez değiştirmiş bir ulusun ahfadıyız. Müslüman olduk Uygur alfabesini bıraktık, Arap alfabesini benimsedik, Osmanlıca konuşmaya başladık. Sonra bunu da beğenmedik, Arap harflerini ve Osmanlıcayı bıraktık, Latin alfabesini benimsedik, okullarımızda İngilizce öğretir olduk, yasalarımızı Batı'dan aldık, giyim kuşamda da Batı'ya özendik.
Kısacası, biz bu işte çok deneyimliyiz. Dünyada hiçbir ulus bizim kadar alfabesini, dilini, kılık kıyafetini, yasalarını değiştirme marifetini göstere-memiştir. Zaten halkımızın yüzde 75'inin AB'yi istemesi de bunu göstermiyor mu? Müzakereler hele bir başlasın, daha sona ermeden Avrupalıdan çok Avrupalı olacağımızdan emin olabilirsiniz.
Tarihimizden kaynaklanan bir kıvraklığımız var. Yakın zamanda Avrupalılar da bunu görerek şaşkınlığa düşecektir
Son düzenleyen GusinapsE; 10 Nisan 2006 20:46

Benzer Konular

4 Kasım 2006 / virtuecat Osmanlı İmparatorluğu
9 Aralık 2007 / Misafir Siyasal Bilimler
11 Mart 2013 / Misafir Arşive Kaldırılan Konular
3 Mayıs 2012 / Ziyaretçi Cevaplanmış