Arama

Şehitlerimiz Anısına...

Güncelleme: 7 Eylül 2015 Gösterim: 59.268 Cevap: 39
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
29 Eylül 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KİMSEYE NASİP OLMAZ ŞEHİTLİK VE ŞEHİTLİK MERTEBESİ ONUR VE GURURU...

Sponsorlu Bağlantılar
Turkiye SEVDALI ŞEHİT Turkiye

ay yildiz


Bu Vatan ve Bayrak için kan dökmüş, can vermiş bütün Şehitlerimize Allah'tan rahmet diler, yakınlarına da baş sağlığı dileriz. Mekanları Cennet olsun hepsinin. Vatan Sağ Olsun.
I
Ben bir bahriye neferiyim
Gözlerimi balıklar yedi
Görmek ve ağlamak bitti benim için
Uzun boylu adamdım sağlığımda
İnanmazsanız elbiselerime bakın Biri diyor ki ben de askerim
Ne farkın var öteki ölülerden
Eskiden evlerde otururduk
Dışında kaldık bütün kapıların
Şimdi duvardan geçiyoruz Biri de diyor ki
Uzunluğuna kollarımın hatırası
Hala başım ağrıyor Yalan hepsi bunların inanmayın
Biz yokuz diyor bir başkası

II
Akraba ölülerin kılığında geliyorlar
Kolayca girmek için odama
Bir bakıyorum amcam kardeşim
Bir bakıyorum Polonyalı bir gedikli çavuşu
Hemen de konuşuyor Bir kızım vardı beş yaşında
Ölmüş şimdi beraberiz
İçi sıkılıyor burada
Ellerini Varşova'da unutmuş
Çember çeviremiyor Ve bir ses
Ne patates çapalamak
Ne taş kırmak
Ne de yük taşımak pazara
Burada rahatım iyidir Biri de karısını merak etmiş
Evden haber soruyor bana Üstümden kaputumu aldılar
Öldüğüm zaman
Üşüyorum
Önümüz de kış Sonra bir ağızdan konuşuyorlar

III
Bir bardaktan su içiyoruz
Birlikte yemek yiyoruz akşamları
Kimisi sevgilimize aşık
Kimisi evlat olmak istiyor anamıza
Sebepsiz gidip geliyorlar vapurlarda
Tramvayda aramıza giriyorlar
Yeniden uzun uzun yaşamak istiyorlar
Bizden ayrılmadıklarına bakılırsa
asker

.Türk Şehitlikleri .Yabancıların Mezarlıkları

sehitlik harita

Son düzenleyen Blue Blood; 19 Eylül 2006 21:56
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
29 Eylül 2005       Mesaj #2
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Şehitlik Hakkın'daki Döküman..

Sponsorlu Bağlantılar
Okumanızı Kesinlikle Tavsiye Eediyorum.


Msn Rose Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın ! Bilakis onlar diridirler Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.

(Al-i İmran 169)

''Cennete giren hiç bir kimse yoktur ki, bütün dünyaya mâlik olacak olsa dahi tekrar dünyaya dönmeyi arzu etsin. Yalnız şehitlerdir ki, kendilerine yapılan hürmet ve kerameti yahud şehitliğin faziletini gördüklerinden dünyaya dönüp de tekrar on defa şehid olmayı arzu ederler'

(Buhâri ve Müslim)

"Allah yolunda öldürülenlere (şehidlere) "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."Msn Rose
(Bakara: 154)



Vatanın birliğine, bölünmezliğine hem çocuklarımız hem de biz şehit ana,baba ve çocukları olarak inandığımız için vatanı bölmeye çalışanlarla çocuklarımız savaşarak vatanın kutsallığı ve bölünmezliği uğruna şehit oldular. Olanlar bundan sonra oldu.!


Terörist başı dünyanın gözü önünde yargılandı. İdam cezasına çarptırıldı. Cezanın infazı yapılmadı. Koalisyon ortakları tarafından hukuki hiçbir dayanağı bulunmadan dosya Başbakanlıkta bekletilmeye alındı. O günden bu yana terörist başı İmralı adasında beslenmekte !!!!

Madem terörist başının idam cezasını uygulamayacaktınız, niçin yakalayıp yargıladınız ? Yargılanıp cezası da onaylandığına göre niçin uygulamıyorsunuz? Güneydoğuda yaşayanlara kültürel hak adı altında Kürtçe dil, okul ve Kürtçe TV hakkı tanımaya çalışacaktınız da, bizim çocuklarımızı niçin savaştırdınız; Onların, Vatanın bölünmezliği uğruna şehit olmalarına niçin sebep oldunuz? Bizim çocuklarımızın ölümüne sebep olanları çocuklarımızın akan kanları boğacaktır. yetmedi,

İdam cezanın kaldırılarak, terörist başının idam edilmemesini dillendirmeye başladılar. Avrupa Devletleri, Avrupa Birliğine girmenin ön şartı olan,idam cezasının kaldırılmasını öne sürdüler. Ya kendileri ne yaptı.? Avrupa Birliği üyelerinden, İngiltere 1973 yılında Birliğe üye olmasına rağmen idam cezasını 1998 yılında, Yunanistan ise Birliğe üye olduktan çok sonra 1993 yılında idam cezasını kaldırdılar. Bu durumda Türkiye'nin Avrupa Birliğine girme ön şartının idam cezasının kaldırılması olamaz,olmamalıdır da! Yetmedi;

Ramazan Bayramında bölücülere,vatan hainlerine çifte bayram yaptıracağız dercesine Kasım 2000 tarihinde yıllarca PKK'ya yardım ve yataklık yaptığı ve cezaları mahkemelerce sübut bulmuş olan (3100) kişi af edildi. Bunlardan (1665) kişinin PKK'lı olduğu Genel Kurmay Başkanlığınca açıklandı. Bu da yetmedi;

F tipi ceza evlerini beğenmeyen,tekrar cezaevlerini terör yuvası haline getirmek isteyen PKK bölücülerin istekleri hemen yerine getirildi. Terörle Mücadele Yasasının 16. Maddesi değiştirildi. Yurt dışındaki suçlular Türkiye'deki ceza evlerine gelmek için can atar oldular.

Ya şehitlerimiz , aileleri ve çocukları için durumlarını iyileştirici bir tek kanun çıkartıldı mı?Biz Şehit çocuklarımızın hakkı olan haklarını mahkeme kararlarıyla alır olduk

Deprem bahane edilerek bir defa paralı askerlik yaptırıldı. Mutlu azınlığın çok hoşuna gitmiş olacak ki ikide bir bu paralı askerliği gündeme getirip. Kanun teklifi verdirtiyorlar. Herhalde askerlik çağına gelmiş çocukları var. Bunlar gencecik Anadolu çocuklarını cephelerde savaştırıp şehit ettirmeye;kendileri de bankaları soymaya,debdebeli hayat sürmeye alıştılar.

Bazen düşünüyoruz da ! bu şehitlerin içinde,bir tek zengin,medya patronu ve buna benzerlerin çocuklarını görememek çok mu çok düşündürüyor biz şehit ailelerini;

İnsan Hakları adı altında, bazı kişi ve kimselerin haklarını savunanlar, biraz da vatanın bölünmezliği uğruna şehit olanların haklarını savunmaları gerekmez mi ?

Vatan haini ve bölücülere verilen ödünler ile isteklerinin yerine getirildiğini gördükçe,

Yazık oldu şehitlerimize ve şehit ailelerine diyoruz.!!

( Alıntıdır )
Çanakkale Şehitlerine Turkiye
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya'yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bir göğüslerse Huda'nın edebi serhaddi;
'O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe'desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
'Bu, taşındır' diyerek Ka'be'yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.Turkiye

MEHMET AKİF ERSOY
*
Eklenmiş Dosyalar
Dosya Türü: doc ŞEHİTLİK.doc (39.5 KB, 38 gösterim)
Son düzenleyen kompetankedi; 5 Nisan 2007 19:29
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kendi vatanında garipsin dedikleri bu olsa gerek..
Eklenmiş Dosyalar
Dosya Türü: pps Çanakkaleyepasaportlamıgireceğiz_1.pps (530.5 KB, 269 gösterim)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ekim 2005       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tunceli kırsalında güvenlik güçleriyle teröristler arasında çıkan çatışmada, 5 asker şehit oldu, 4 asker de yaralandı.

TUNCELİ - Çıralı Köyü kırsalında, jandarma erleri Oğuz Balıkçı, Melih Tuncer, Erhan Öz, Şener Karadere ve Halit Toprak şehit olurken, 4 asker yaralandı. Yaralanan erler helikopterle Elazığ Askeri Hastanesi’ne götürüldü. Bölgede hava destekli operasyonlar sürüyor.

Askerlerimizi Şehit Düşüren Şerefsizlere Lanet Ediyorum...Turkiye
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Ekim 2005       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sehitler Olmez..

Olay 1974 yilinda yapilan Kibris Harekati'nda yasanmis. Savas sirasinda bir gun, bizim askerlerden birinin yanina bir baska Mehmetçik gelmis. Biraz hosbesten sonra, ailesine ulastirmasi için ona bir mektup vermis. Bizimki, "Kardesim savastayiz. Kimin ne olacagi belli degil ki. Belki sen gidersin de, ben kalirim" dese de diger asker, surekli, "Hayir sen gideceksin, ben kalacagim," diyormus. Sonunda basa çikamayinca razi olmus. Mektubu goturecegine soz vermis. Bir daha o askeri gormemis. Bi sure sonra da olayi unutmus.
Savastan yillar sonra, askerlikle ilgili esyalarini karistirirken bir anda eline o mektup geçmis. Verdigi sozu tutmamis olmanin rahatsizligiyla hemen mektubun uzerindeki adrese dogru yola çikmis. Giderken de, "Donduyse kendisini gorurum, sehit olduysa ailesine bassagligi dileyip mektubu veririm" diye aklindan geçiriyormus.
Sonunda evi bulup kapiyi çalmis. Kapiyi açan yasli teyzeye, Kibris'ta birlikte savastiklari ogullarindan bir mektup getirdigini, kendisiyle gorusmek istedigini soylemis. Kadin saskinlik içinde adami içeri buyur edip kocasinin yanina goturmus. Yasli adam olayi dinledikten sonra, "İyi de evladim, bizim Kibris'ta savasan bir oglumuz yok ki" demis. Ardindan da diger odaya gitmis ve elinde bi fotografla geri donmus. Resmi bizimkine gostererek, "Sana mektubu veren bu muydu?" diye sormus. Bizim Kibris gazisinin gozleri parlamis:

"Evet, iste bu askerdi. Ama Kibris'ta savasan oglunuz yok demistiniz."
Anne çoktan gozyaslarina bogulmusmus bile. Baba ise basini sallayip uzuntulu bi sesle,
"Evet bu bizim oglumuz. Ancak Kibris'ta degil, yillar once Kore'de sehit oldu" demis.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2005       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok Güzel Bir Yazı Çanakkale Savaşını Ve 57.Alayı Anlatıyor..Okumanızı Tavsiye Ederim..

Yere düşmeyen sancak 57.Alay
Konu: Nihat Genç


Çanakkale Savaşları üstüne onlarca komutanın ayrıntılı hatıraları elli yıldır önümüzde dururken, Çanakkale üzerine bir film ve bir tiyatro yapılmayışı, utancımızdır. Tarihimizin en eşsiz sayfasını oluşturan 57. Alay'ın isminin tek bir sokak ve caddeye verilmeyişi de ayrı bir utanç.

Kvai Köprüsü ve benzer II. Dünya filmlerini bin defa seyreden gençlerimiz, dünya tarihinin en eşitsiz ve en eşsiz Çanakkale Savaşı'nı kulaktan dolma bilgilerle geçiştirir. Oysa hepimiz bu savaşı avcumuzun içi gibi bilmeliyiz. Bu trajedilerin en büyüğünü dönüp dönüp anlatmak, vatan ve insanlık görevidir.



Avcumuzun içi gibi. Sol elimiz, Gelibolu olsun. Sol avuç ayamızı açalım. Serçe parmağımız kıyısı Saroz Körfezi'ne açılan Arıburnu olsun. Başparmağımız Çanakkale Boğazı. Avucumuzun ortasında büyük çizgiler, dereler, Arıburnu'na dökülen, Ağıl deresi, Çatlak Deresi, Sazlı dere. Başparmağımızın en yüksek yeri Kocaçimen. Onun altı, dik bayır Conkbayırı, onun da altı Şahinsırtı tepesi. Bileğinizde nabzın attığı yer Anafartalar olsun. Avcunuzun içindeki tepelerin, yerlerin isimleri yoktu, savaş sırasında haritalar çıkartılırken verildi: Süngübayırı, Topçutepesi, Kanlısırt.. Korkuderesi, Domuzderesi, Kemalyeri.. Ve parmakuçlarınızdaki sahil Seddülbahir, Gelibolu'nun tam ucu. Parmakaralarında Azmak deresi, Kozlar çayırı, Suvak kuyusu..

Bu küçük bir avuç harita üstünde tam 950 bin kişi savaştı. Bu arazi, tamamen fundalık, çalılık, engebeli, çukurlarla dolu. Değil savaşmak yürümek mümkün değil. Düşman komutanları hatıralarında, 'Haritasız, barış zamanında dahi yürünemez. Karmakarışık, çapraşık, çukurlarla, tehlikelerle dolu, dikenli otlarla kaplı' diye yazmakta!

Kara savaşları 25 Nisan 1915'te başladı, tam sekiz ay sürdü. Savaşın ilk dört günü verilen muharebelerin şiddeti tüm sekiz aya bedel. Düşmanı ilk karşılayan 27. Alay'ın komutanı Şefik Aker'dir, ardından 57. Alay'dır, komutanı Mustafa Kemal'dir, sol yanına takviye gelen alayın adı ise 77. Alay'dır.

Sekiz ay boyunca onlarca alayımız, fırkamız, komutanımız kahramanca savaştı, herbirini anlatmak kitaplar doldurur, bu üç alayımızın özelliği, düşmanı ilk karşılamaları ve durdurmaları!

Bir manga dokuz kişiden oluşur. Dokuz manga bir takım demek... Bir bölük, üç takımdan oluşur. Düşmanın ilk çıkartması dörtbin askerdir, bu dörtbin askere karşı önce, sadece iki takım asker savaşmıştır. Yani arkadan 27. Alay gelene kadar otuz-kırk kişi düşmanı oyaladı... Dörtbin kişiye karşı otuz kişi... Tarih kitapları bu birkaç manga askerin kahramanlığını ayrıntılarıyla yazmakta. Mesela bir çavuşumuz, omuzundan vuruldu, devam etti, diğer omzundan vuruldu, yine devam etti, bir bacağından vuruldu, yine devam etti...

Savaşın stratejisi basittir, Arıburnu'na gelen dünyanın gelmiş geçmiş en büyük en kalabalık zırhlı gemileri, önce Şahin Sırtı'na, hemen üstüne Conkbayırı'na tırmanıp, sonra, boğaza hakim tepe Kocaçimen'i ele geçirince, Çanakkale'den düşman gemileri rahatlıkla geçebilecek.

Ancak, düşmanın hangi sahilden çıkartma yapacağı, komutanlar arasında bugüne kadar süren tartışmalar yarattı. Düşman, Gelibolu'nun ucu Seddülbahir'den de çıkabilir, Arıburnu'ndan da, göstermelik olarak Anadolu kıyısına asker çıkarabilir! Bu tereddüt düşmanın sahile çıkar çıkmaz vurulması hazırlığını karıştırmıştır!

Her alayımızda sadece bir makinelitüfek takımı var ve bu makinelitüfeklerin geri çevirme mekanizmaları yoktu. İlk günlerde düşman öndeyken sakıncası yoktu, ama sonraki günler bu makinelitüfekler işe yaramadı. Askerlerimizin sırt çantaları bu çukurlarla dolu arazide çok yük olmuştur. Yemekleri, kazma kürek takımı dışındaki yükleri atılınca askerler hafifleyip, yükten kurtulmanın sevinciyle bayram yapmakta. Çünkü bu arazide yürümek, savaştan daha yorucu!

19. yüzyılda tüm dünyayı sömürgeleştirip, uçsuz bucaksız köle ve maden kaynaklarına ulaşan İngilizler, dünyanın en büyük savaş gemilerine sahip. Açıkta demirlemiş yüzlerce gemi, laz askerler, kıyıda henüz savaştan habersiz horon tepmekte... Okumuş, bilgili, genç teğmen, askerlere, 'Düşman açıkta, siz burada horon tepiyorsunuz', der, 'O gemiler asker dolu, hepsinde azrail gibi toplar var', der. Laz asker: 'Korkma komutanım, Allah'tan büyük değiller ya' diye cevap verir.

Bu inanılmaz toplara, yüksekten keşif yapan balonlara, bomba atan ve yine keşif yapan yüzlerce teyyaresine karşılık, Türklerin bir topçu cephanesi fabrikası yoktu. İstanbul'da Yüzbaşı Piepen topçu cephanesi fabrikası kurulmuştu. Ama hikaye. Yirmi toptan ancak biri patlıyor. Yine de komutanlar, boş mermileri manevra topu gibi atıyor, askerlere psikolojik destek için. Piyadeler, 'topçular bizi destekliyor' sansın diye. Topların boş seslerini kullanıyor. Bugün dahi komutanlar, arkalarına topçu desteği alamadıklarını kahırla anlatıyor. Elimizde Bulgar cephanesinden kaptığımız birkaç top!

Bir de komutanların hatıralarında naklettiği, hepsi bir alem, Fatih zamanından kalma toplar. Şimdi Avustralya'da Gelibolu müzesindeki bir topun hikayesi ilginçtir. Bu bilgileri komutanlarımızın hatıralarından aldılar. 'Ey ziyaretçi, önünden geçmekte olduğun top, Türkler'in 1. Dünya Savaşı'nda ne kadar zaruret içinde olduğunu gösterir. Çünkü bu topu Türkler, Kafkasya cephesinden Süveyş'e sürmüş, Süveyş'ten Çanakkale'ye, biz de bu topu Çanakkale'den Avustralya'ya getirdik!'...

Üstelik, yine komutan hatıralarında, bu topun da arızalı olduğu söylenir. İngilizler Arıburnu'na yaptıkları çıkarmayı yıllar boyu milli bir bayram gibi 'andılar'.. İngiliz komutanlar hatıralarında askerlerine 'kahramanlık' payını bol keseden biçti... Mesela bir İngiliz komutan, 'O gün Conkbayırı tepesindeki makinelitüfeği ele geçirdik', diye yazıyor. Bizim komutanlarımız, bu hatıraları okuyunca, hatıralarını yeniden yazmaya başlıyor: 'Ele geçirdikleri o makinelitüfeği iki saat sonra ellerinden aldığımızı neden yazmıyorlar' diye...

Daha ilk gün, düşman, Arıburnu'ndan karaya çıkınca, hemen harekete geçen düşmanı göğüs göğüse karşılayan 27. Alay'ın komutanı Şefik Aker'dir. Ardından ona yetişmeye çalışan 57. Alay'ın komutanı Mustafa Kemal'dir. Hem Şefik Aker, hem Mustafa Kemal, komutanları Enver Paşa ve Limon Von Sanders tarafından eleştirildi. Oysa hem Şefik Aker, hem Mustafa Kemal, silahsız, bombasız, topsuz, alayına sürekli cesaret ve yiğitlik telkin ederek, onları, çıplak bir boğazlamaya sürüklemekte, eşsiz nutuklar atmakta. Türk tarihine geçen: 'Size ölmeyi emrediyorum, sizler ölürken arkadan birliklerinizin yetişmesi için zaman kazanacaksınız' nutku, 57. Alay'a söylenmiştir. Avustralya Gelibolu müzesinde sergilenen bir sancağımızın önünde şu bilgiler var: 'Ey ziyaretçi, önünden geçmekte olduğun sancak, dünya müzelerinin en nadir eseridir. Gelibolu'dan getirilmiştir. Son askerin altında cansız yattığı bir ağaç dalında asılı bulunmuştur!'

Mermileri bittikten sonra elleriyle ve süngüleriyle gırtlak gırtlağa savaşan bu alayımızın tümü şehit olmuştur..

Şefik Aker Paşa, Cemil Conk Paşa, Fahrettin Altay Paşa, Selahattin Adil Paşa ve Mustafa Kemal gibi daha nicelerinin hatıralarında Şahin Sırtı, Conkbayırı ve Kocaçimen muharebelerinde bu alaylarımızın kahramanlığı ayrıntılarıyla ve çok dokunaklı işlenir!

Topu, tüfeği, mermisi kalmayan, arkadan takviye alması imkansız, süngüsüyle düşman üzerine çullanmaktan başka hiçbir şansı kalmayan kahraman Şefik Aker ve Mustafa Kemal'in çaresizlikle askerlerine sabah akşam nutuk çekmesi... Onlara yalınkılıç, yumruk yumruğa kavgadan başka şansları olmadığını anlatması... Türk milletini... Fakru zaruretleri... Anadolu'yu... Yetimleri, öksüzleri, yokluğu, açlığı anlatması... Düşmanları anlatması... Silahsız askeri, yumruklarıyla, dünyanın en büyük mekanize birlikleri üstüne sürüklemeleri, dünya savaş tarihinde eşine bir daha rastlanmayacak, olağanüstü, masalsıdır!

Daha ilk gün düşmana yumrukları ve süngüleriyle çullanan 27. Alay'ın komutanı Şefik Aker ve ardından yetişen 57. Alay'ın komutanı Mustafa Kemal'in savaş tarihindeki tartışmaları sürmekte, çünkü, Enver Paşa ve Limon Von Sanders, ilk gün ani kararlarla büyük kayıplar verildiğini düşünürler. Şefik Aker'in iddiası, 'Acil ve ani kararla düşmanın önü kesilmeseydi, savaş başlamadan Çanakkale düşecekti', der. Ve birçok komutan hatıralarında, bu ilk dört gün içinde 27. ve 57. Alay'ın ani kararını destekler. Ayrıca, Şefik Aker ve Mustafa Kemal'in ani karar vermek zorunda kalması, arkadaki birliklerden hiç haber alınamamasıdır.

Enver Paşa cepheyi ziyaretinde bu yüzden Mustafa Kemal'in yanına uğramaz. Mustafa Kemal işte o gün Enver Paşa'ya küser. Savaşın sonraki aylarında Mustafa Kemal, arkadaki, Anafartalar'a tayin edilir.

O günlerin Time dergisi, Çanakkale Savaşı'na muhabir gönderir ve savaşı 'kavimler savaşı' olarak niteler. Çünkü İngilizler'in yanında, İskoçyalılar, İrlandalılar, Avusturyalılar, Yeni Zelandalılar, Gurkaslar, Çığlar, Pencabiler, Fransızlar ve Senegalliler omuz omuza savaşıyordu. Bizim birliklerimiz, geçtiğimiz beş yıl içinde, Balkanlar'da, Süveyş'te savaşmış, çok yorgun, hepsi Yozgatlı, Çankırılı, Trabzonlu ve özellikle İstanbullu çocuklardı. İstanbul çok yakın olduğu için ve sürekli takviye birlik istendiği için, İstanbul'dan savaşa erkek göndermeyen tek hane kalmadı. Bir de birlikte savaşa girdiğimiz için yanımızda Almanlar'ın beşyüz kişilik sembolik kuvveti vardı.

İlk günkü savaşların en trajik yanı, 27. ve 57. Alay'ı çaresiz bırakan, 27. Alay'ın solyanını korumakla görevli 77. Alay'ın çözülmesi ve savaş dışı kalmasıdır.

77. Alay korktu ve çalılıklara dağıldı. Sağa sola belirsiz ateş açıyor, hepsi başlarının çaresini düşünüyor. Kimi karın ağrısına tutulduğunu, kimi komutanını kaybettiğini bahane ediyor. Muharebenin en çetin safhasında 27. Alay'a takviye diye gelen 77. Alay, bir Arap birliğiydi. O kadar ruhsuzdu ki, cesed gömmek için verilen küçük aralarda keyifle nargile içiyorlardı. 77. Alay, ordumuzun tüm birliklerinde büyük hayalkırıklığı yarattı. Tüm komutanlarımız hatıralarında, bu Arap birliği yerine ön cephede, yanımızda bir Türk birliği olsaydı, savaşın ön cephesinde bu kadar ağır kayıplar verilmezdi, deniyor.

Düşmanın Arıburnu mu, Seddülbahir mi, Saroz Körfezi'nden mi çıkartma yapacağı tartışması, komutanların arasını açtı, sinir krizi geçirip, aklını kaybeden komutanlarımız oldu. Çünkü, Arıburnu'na çıkarılan birlikler 'göstermelik' olabilir, bütün kuvvetleri Arıburnu'na çıkartma yapılıyor diye buraya yığmak da çok tehlikeli olabilirdi...

Sonraki aylarda.. İngilizler 21 Ağustos'ta, tüm güçlerini toplayıp, büyük bir taarruza geçtiler. Bu taarruzda, İngiliz birlikleri içinde, İngiliz soylu ailelerinin en seçkin çocukları, hassa birliği, büyük kayıplar verince, İngilizler'in gözü korktu. Ve savaşı artık savunmaya, geri çekilmeye doğru düşünmeye başladılar. Sayısı hala tartışmalı, kırk, elli, yüz nakliye, savaş gemisi, aylarca İngiltere'ye, Londra'ya cesed taşıdı. Beşyüz bin asker çıkardılar sahile.

Conkbayırı'na sürünerek çıkan beşyüz bin kertenkele. Hepsi gördü sonunda, neymiş, Çanakkale!

Mustafa Kemal'in 57. Alay'ı yönettiği yerin adı Kemalyeri konuldu. Bugün toprağı kazın, havada birbirine çarpışıp kaynaşmış mermiler bulacaksınız.

Birbirlerinin gırtlaklarına sarılmış iskeletler göreceksiniz. Birbirinin kaburgasına süngü girmiş ve ikisi de karşılıklı dizçökmüş iskeletlerle karşılaşacaksınız.

Boğaz boğaza, gırtlak gırtlağa böyle bir savaşı tarih yazmaz.

Komutanlarımız hatıralarında 'Kahramanlarımız, uçarak düşmana hücum ettiler' diye yazıyor ve peşinden şöyle ekliyorlar: 'Buradaki uçarcası lafı bir benzetme değil, gerçekten uçtular. Conkbayırı tepesi uçurum, düşmanı kovalarken peşinden uçarak havada öldüler!'..

Yaralanmayan Türk komutanı yoktur, askerler savaştan düşmesin diye, hepsi göğüslerindeki şarapnel parçalarını askere göstermez.

Sedyeyle götürülen askerler, düşmanla biraz daha savaşamadım diye, kahırdan küfürler savuruyor. Kıpkırmızı sedye üstünde, yaralarından değil, savaştan geri kaldıkları için acıyla naralar atıyorlar.

İşte o savaşın ön cephesinde savaşan Avusturyalı Anzaclar, tam seksen sene, hiçbir sene sektirmeden, her yıldönümü, gemilerle yine Arıburnu sahiline geldiler. Conkbayırı tepesinde onları gazi dedelerimiz bekledi. Bu sefer süngüyle değil, kollarını açarak, sarılmak için birbirlerine koştular.

İnsanoğlunun büyük trajedisine yazılmış, çok ağlamaklı sahnelerdir bunlar. Mustafa Kemal'in topraklarımıza gömülen Anzac şehitliğine yazdığı o meşhur: 'Onlar artık bizim evlatlarımızdır' kitabesi, edebi olarak çok güçlüdür.

Düşman gemileri günlerce Conkbayırı sırtını bombalıyor. İngiliz komutanları çok haklı, bu kadar bombardımana tek bir otun, tek bir böceğin yaşaması mümkün değildi. Türk siperleri tamamen paramparça edildi. Yeniden siper kazmak vakit alıyor. Kazılsa da fazla derin kazılamıyor. Bu 'paramparça', büyük toplarla tamamen yerin altına gömülmüş siperlerden, Türk askerlerinin yerin altından fışkırıyor gibi yeniden savaşa koşması, herkesin aklını başından aldı. Gerçekten 'aklını' aldı, çünkü çok sonra, geride kalan askerlerimiz, şehidlerimizin, yeşil sarıklıların yanımızda savaştığı gibi bir yığın hikaye anlattı.. Bir yeşilsarıklı Türk birliği hikayesi, çok meşhurdur.

Askerlerimiz siper için, şehid arkadaşlarının cesed bedenlerini kullanmakta. Türk askerleri, önündeki arkadaşının ölüsüne, yanına ve soluna tahta koyup, üstüne birkaç kürekle toprak atıp, cesed yüksekliğinden sipere giriyor. Bir komutanımızın hatırası: 'Siperde atış yapan askerim, ikide bir doğrulup önündeki kumula toprak atıyor, ayağa kalktığında düşmana hedef oluyor, 'ne yapıyorsun' dedim. Asker, düşman mermilerinin ölen arkadaşının üstündeki toprağı boşaltıp, arkadaşının bacaklarını, karnını dışarda bıraktığını, yeniden üstüne toprak atmam gerekiyor, diye cevap verdi'...

Komutanlarımız hatıralarında, 'İngilizler bizi, zavallı Hintliler, uyuşuk Çinliler, ilkel Etiyopyalılar gibi kolaylıkla esir alıp burnumuza köle halkası takacaklarını sanıyorlardı', diyor.

Bu savaş, ordularımıza komutanlık yapan Limon Von Sanders'in ve birçok komutanımızın özetlediği gibi, çeliğe karşı, etin ve kemiğin savaşıydı.

Mevziler sekiz ay, yüz-yüzelli metre mesafeye kadar düştü, ancak, savaşın bazı bölümlerinde mevziler inanılmaz ama, beş metreye kadar düştü. Gemiler durmaksızın aylarca, bir ot, bir böcek kalması imkansız, gece gündüz dövüyor Şahinsırtı'nı, Conkbayırı'nı, Kocaçimen'i... Komutanımız atından iner inmez büyük bir top atışı parçalıyor atı, et parçaları, yüzüne çarpıyor, ya da, komutanımız haritası başındayken bir bombayla komuta ettiği bölüğün tümü bir anda havaya uçuyor...

Ya da, düşman lağımcıları, yerin altından, otomatik kazıcılarla, muhtemelen motorlarla, bizim mevzilerin gizlice tam altına kadar gelip dinamitliyorlar. Mevzilerimiz, üç-dört minare yüksekliğinde havaya uçuyor.

Mustafa Kemal anlatıyor, birinci siperdekiler hiç kurtulamamacasına düşüp ölüyor, arkalarında bekleyen ikinciler hemen siperlerine geçiyor, bir dakika sonra onlar da düşüyor, arkada bekleyenler, üç dakika sonra kendilerinin de öndekiler gibi öleceğini biliyor ve koşar adım yerlerini alıyorlar, onlar da ölüyor!..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2005       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KOMANDO OLMAK ONURUMDUR

Olur ya, bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın.
Bırakın toprağımda rahat içinde yatayım.
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim onurumdur,
Ölünce kefenim olacak...
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım,şerefim olacak...
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Onlar nice yollar aşacak,
Şehit olursam Sırat köprüsünden geçecek...
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak...
Yaramın kanını silmeyin,
Ahirette hesabı sorulacak...
Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak...


* Bu şiir, Hakkari - Çukurca - Üzümlü Jandarma Sınır Karakolu'nda görevliyken 12 Aralık 1993 günü saat 21.00 sıralarında bölücü eşkiya ile yapılan silahlı çatışmada kahramanca çarpışarak şehit düşen Mustafa oğlu, Sakarya 1972 doğumlu Jandarma Komando Onbaşı Zekeriya Gülyaman'ın (1972/4) şahsi eşyaları içerisinden çıkmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ekim 2005       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU

Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:

Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.

Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...

Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.

Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?

Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.

İşte onun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.

Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?

Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi."

Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.

Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.

O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.

Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.

Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.

Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.

Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :

-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halkı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.

"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"

Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.

Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?

Kadir'e mektup yazdım.

Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.

Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.

Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.

Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.

Oğlun

Hasan Etem

4 Nisan 1331

(17 Nisan 1915)
arsenik799 - avatarı
arsenik799
Ziyaretçi
24 Ekim 2005       Mesaj #9
arsenik799 - avatarı
Ziyaretçi
O Şehidin Ardından

Bir "leyle-i kadirde" düşen din için yere,
Şu matemli kalbimden, o ülkücü şehide...
Saldırtmadan sağ iken mübarek mağbedine,
Uzanan el kırılır bu kutsal dine!...

Yemin ettik ülküdaş, yolumuz yolun olsun,
İmansız alçaklardan zafer kimin haddine?
Bakma gözlerimize, gözden değildir o yaş,
Neden ağlayalım, ölmedin ki ülküdaş!...

Övmeyeceğim seni, çünkü övgü az sana,
Sen ki bayrağın gibi, boyandın bir al kana.
“Düğün gecesi” demiş bu ölüme Mevlana
Bir "leyle-i kadirde" kavuştun sen Mevla'na

Omuzlarda gitse de al bayraktaki naaş,
Sana öldün diyemem, ölmedin ki ülküdaş.
Seninle din yolunda, olmuştuk biz yoldaş.
Sen bizi geçtin ama, yetişiriz ülküdaş...

Ne tez geldi yiğidim, genç yaşta sana hazan
Şehide su ısıttı, aklaştı kara kazan.
Sen borcunu ödedin sıra bizde ülküdaş!...
Şimdi senin dinini bu emin eller bekler,

Atom atsalar bile, yaradanı kim terkler?
Ama ne var ki böyle ürüyecek köpekler.
Sen şehit oldun yiğit, onlar GEBERECEKLER!...

Mehmet Akif Ersoy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ekim 2005       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Şehitlik Mertebesi


'Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin,onlar diridirler'Kuran-ı Kerim


Mertebesi pek yücedir,şanlıdır
Günah defterini 'silmek' şehitlik.
Çoğu genç yaşında delikanlıdır
Severek ölmeyi 'bilmek' şehitlik!

Yeterki,vatana düşman girmesin
Mabedime yaban eli değmesin
Ezanlar susmasın,bayrak inmesin
Bir ulvi gayeye 'ölmek' şehitlik!

Ha,vatanın ekmeğini yemişim
Ha,onun uğruna kurşun yemişim
On iki yaşımda yemin etmişim
Diyerek toprağa 'girmek' şehitlik!

Bir saat cephede nöbet beklemek
Bin yıllık 'nafile ibadet'demek
Sırat köprüsünde,yoktur beklemek
Huzuru mahşerde 'gülmek 'şehitlik!

Ölü demeyiniz,onlar diridir
Bu müjde insana Hak'kın emridir
Şehidin kefeni,al gömleğidir
Cennet-i âlâ'ya 'ermek ' şehitlik!





Son düzenleyen Blue Blood; 27 Ekim 2005 14:32