Arama

Hayvanlar Hakkında Detaylı Bilgi Merkezi - Sayfa 3

Güncelleme: 4 Aralık 2016 Gösterim: 226.878 Cevap: 177
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
10 Şubat 2012       Mesaj #21
Avatarı yok
Yasaklı
Zebradaki Çizgilerin Sırrı

Sponsorlu Bağlantılar
Zebraların karakteristik siyah beyaz çizgilerinin sırrı sonunda çözüldü.Macaristan ve İsveç'ten bir grup bilim adamı, çizgilerin kan emen sinekleri uzak tuttuğunu ortaya çıkardı.Yapılan araştırmalara göre, zebradaki çizgiler kan emen sinekleri uzak tutuyor.

"Journal of Experimental Biology" adlı dergide yayımlanan araştırmaya göre, siyah beyaz çizgiler ışığı farklı bir biçimde yansıttığı için sineklerin yaklaşmasını da engelliyor.

Önce siyah, kahverengi ve beyaz tüylü atları incelediklerini belirten Lund Üniversitesi'nden Susanne Akesson, siyah ve kahverengi atlarda ışığın yatay olarak kutuplaştığını, böylece koyu renkli atların daha çok sinek çektiğini keşfettiklerini açıkladı.

Akesson, "Atın koyu renkli postundan yansıyan ışık, yatay düzlemde dalgalar halinde yolculuk ediyor. Bu ışık dalgaları, at sineklerini çekiyor. Beyaz posttan yansıyan ışık ise her düzlemde yolculuk ettiği için sinekleri kaçırıyor" dedi.

Sineklerin koyu renk postları tercih ettiğinin keşfedilmesi üzerine zebraları incelemeye başlayan bilim adamları, bir çiftliğe üzerlerine şekerli madde sürülmüş beyaz, siyah ve siyah beyaz çizgili levhalar yerleştirdiklerini kaydetti.

Levhaların üzerine yapışan sinekleri sayan bilim adamları, en az sineğin siyah beyaz çizgili levhaya konduğunu belirledi.

At sineklerinin tepkisini ölçmek için çiftliklere gerçek at büyüklüğünde, üç boyutlu ve yapışkan bir maddeyle kaplı beyaz, siyah, kahverengi ve siyah beyaz çizgili modeller yerleştiren bilim adamları, siyah beyaz çizgili modele sadece birkaç sineğin konduğunu gözlemledi.


Kaynak:Journal of Experimental Biology/Dünyabülteni(10 Şubat 2012,11:33)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
17 Şubat 2012       Mesaj #22
Avatarı yok
Yasaklı
Dünyanın En Küçük Bukalemunu Bulundu

Sponsorlu Bağlantılar


Bilim adamları, Madagaskar'da dünyanın en küçük bukalemununu keşfetti.

Vücudu 16 milimetre olan bukalemun, kuyruğuyla birlikte en fazla 29 milimetre uzunluğa ulaşıyor.Alman Braunschweig teknik üniversitesi zooloji enstitüsü bilim adamlarından Prof. Miguel Vences, türün soyunun tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirterek, minik bukalemunların ormanda yaprakların altında yaşadığını ve minik böceklerle beslendiklerini söyledi.

Darmstadt eyalet müzesi yetkilisi Jörn Köhler de mini bukalemunların kahverengi olduğunu, büyükleri gibi deri rengini değiştirebilme yetisinin ise bulunmadığını kaydetti.Keşifleri PLoS One dergisinde yayımlanan bilim adamları, cüce bukalemuna "Brookesia micra" ismini verdi.


Kaynak:Gençbilim/PLoS One(15 Şubat 2012,11:45)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Şubat 2012       Mesaj #23
Avatarı yok
Yasaklı
Deniz Kestanesi



Deniz kestanelerinin güçlü omurga yapısı, bilim adamlarına gelecekte çok daha güçlü beton üretimi için ilham kaynağı oldu.

"Proceedings of the National Academy of Sciences" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, deniz kestanelerinin omurgaları sanıldığı gibi tamamen kalsiyum karbonattan değil, daha çok kristal kalsitten oluşuyor.

Deniz kestanelerinin omurgalarından çekilen röntgenleri inceleyen bilim adamları, kalsiyum karbonatın çimento görevi gördüğünü ve kristal kalsit parçalarını bir arada tuttuğunu keşfetti.Aynı zamanda darbe emici niteliği sahip omurga, deniz kestanesini yırtıcılardan koruyor.

Araştırmayı yöneten Alman bilim adamı Helmut Coelfen, BBC'ye yaptığı açıklamada, Çin 'in başkenti Pekin'den topladıkları deniz kestanesi örneklerini, önce standart mikroskopta, sonra elektron mikroskopta, son olarak da Fransa 'nın Grenoble kentindeki Avrupa Sinkrotron Radyasyon Tesisi'nde (ESRF) X ışını ile incelediklerini söyledi.

Almanya 'daki Konstanz Üniversitesi'nde görevli Coelfen, yüksek teknoloji ürünleri kullanarak yaptıkları incelemede sanılandan çok daha farklı bir yapıyı ortaya çıkardıklarını belirtti.

Coelfen, omurga yapısının 200 nanometrelik kristal kalsit parçalarının kalsiyum karbonat ile bir araya gelmesinden oluştuğunu keşfettiklerini kaydetti.

Yüzde 98 oranındaki kristal kalsitin "tuğla", yüzde 8 oranındaki kalsiyum karbonatın ise "çimento" işlevi gördüğünü ifade eden Coelfen, doğanın deniz kestanesinin omurgasında yaptığını taklit ederek kırılmaya dirençli inşaat malzemeleri üretilebileceğini söyledi.

Coelfen, betonu daha güçlü ve kırılmaya karşı daha dirençli yapmak için içindeki nanopartikülleri düzenlemek amacıyla iki uluslararası inşaat şirketiyle çalışmaya başladıklarını sözlerine ekledi.


Kaynak:Gençbilim/Proceedings of The National Academy of Sciences(17 Şubat 2012,11:20)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:11
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
24 Şubat 2012       Mesaj #24
Avatarı yok
Yasaklı
Karıncalar, Düşmanlarının Kokusunu Unutmuyor



Doğanın en eski ve en etkin topluluklarından biri olan karınca kolonilerinin, düşmanları hakkında ''ortak bellek'' oluşturabildiği keşfedildi.

'Naturwissenschaften'' dergisinde yayımlanan araştırma, başka koloniden bir davetsiz misafir ile karşılaşan karıncanın düşmanının kokusunu aklında tutarak koloninin diğer üyelerine geçirdiğini ortaya çıkardı.

Böylece kolonideki diğer karıncalar, saldırıda bulunan diğer koloninin üyelerini kolayca tanıyabiliyor.Karıncaların kendi kolonilerinden olanları belirli kimyasal özellikler sayesinde ayırt ettiğini keşfeden bilim adamları, karıncaların düşmanlarını da aynı şekilde tanıyabildiğini belirledi.

Avustralya'daki Melbourne Üniversitesi araştırmacıları, yuvasını ağaçlara kuran tropikal dokumacı karıncaları (Oecophylla smaragdina) inceledi.

Yuvada yaklaşık 500 bin işçi karıncanın yaşadığını belirleyen araştırmacılar, karıncaların kendi yuvaları ve diğer yuvalardan karıncaları ayırt edebildiğini ve yabancı karıncalara saldırdıklarını keşfetti.


Kaynak:Ntvmsnbc/Naturwissenschaften(22 Şubat 2012,01:12)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
26 Şubat 2012       Mesaj #25
Avatarı yok
Yasaklı
Balıklar Tehlikenin Kokusunu Alıyor



Bilim adamları, yaralanan bir balığın nasıl diğer balıkları uyardığının ayrıntılarını buldu.

Bir zebra balığı yaralandığında, öyle bir madde salgılıyor ki, diğer balıklar tehlikeli ortamdan kaçıyor. Singapur üniversitesi bilim adamları, sonuçları Current Biology dergisinde yayımlanan araştırmada, bu maddenin ne olduğunu buldular.

Bilim adamlarına göre, zebra balığının derisi büyük oranda kondroitin sülfattan oluşuyor. Bitkisel tedavilerde kıkırdak oluşumunu desteklediği için özellikle artrozda tavsiye edilen bu madde, balıklarda kokusu sayesinde uyarıcı rol oynuyor. Balıklar, şeker moleküllerinden oluşan kondroitinin kokusunu alabiliyor.

Zebra balıklarından oluşan bir sürüyü akvaryuma koyan bilim adamları, bir süre sonra belirli bir noktadan bu maddeyi akvaryuma bıraktı. Balıkların derhal daha hızlı yüzmeye başladığı ve bölgeden uzaklaşmaya çalıştığı görüldü.


Kaynak:Gençbilim/Current Biology (25 Şubat 2012,10:44)
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Şubat 2012       Mesaj #26
Avatarı yok
Yasaklı
Formula-1 Tekniğine Sahip Keklikler

Keklikler bir tepeye tırmanırken hızlı hızlı kanat çırpıyorlar. Montana Üniversitesi biyologlarından Kenneth Dial'ın yaptığı gözlemlere göre, kanat çırpma hareketinin yardımıyla, keklikler yokuşları daha rahat çıkabiliyorlar. Bu hareket, hayvanın bedenini yere doğru bastırıyor, bu da bacaklarının kaldırma kuvvetini artırıyor.

Araştırmacı, yumurtadan henüz çıkmış civcivlerin bazılarının kanatlarındaki tüylerini kısaltmış, bazılarının da bu tüyleri yolmuştu. Tüyleri olmayan civcivler 60 derece açıya sahip bir yokuşta başarısız oldular. Dial, bir zamanlar yaşayan kanatlı dinozorların da düşmanlarından kaçmak için bu tekniği kullandıklarını tahmin ediyor.


Kaynak:Focus
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
1 Mart 2012       Mesaj #27
Avatarı yok
Yasaklı
Depremi Sezen Hayvanların Sırrı

Kimi hayvanların depremlerden önceki olağandışı davranış biçimi neye dayanıyor? Bilim adamları, bunun hayvanların sulardaki kimyasal değişimi sezme kabiliyetinden kaynaklanıyor olabileceğini düşünüyor. Araştırmacılar, 2009 yılında İtalya’nın L’Aquila kentini vuran depremden birkaç gün önce yakınlardaki bir gölde yaşayan kurbağa sürüsünün topluca göç etmesi ardından konuyu mercek altına aldı.

Hayvan davranışlarını daha yakından takip ederek depremleri önceden tahmin etmenin mümkün olup olmadığını sorguluyorlar. Journal of Environmental Research and Public Health (Çevre Araştırması ve Kamu Sağlığı Dergisi) adlı bilimsel yayında ayrıntıları yer alan araştırmada, basınç altındaki kayaların saldığı parçacıkların yüzeydeki su birikintilerinde yol açtığı kimyasal reaksiyon zinciri anlatılıyor.

Su kenarında ya da içinde yaşayan hayvanların, sudaki kimyasal değişikliklere son derece hassas olduğu bilinen bir gerçek. Bu tip hayvanlar, kaya kütleleri en nihayet yerinden oynayarak depreme yol açmadan önce, sarsıntının gelişini sudaki değişimden hissediyor olabilir. L’Aquila depremindeki kurbağa sürüsünün yanısıra, büyük bir yer sarsıntısından önce tanık olunan tuhaf hayvan davranışlarına başka örnekler de var.

Yılanların Uyanışı

Sürüngenlerin, suda ve karada yaşayan yüzergezerlerin veya balıkların büyük bir deprem öncesinde garip davranışlar sergilediği bilgisi birçok ülkede yaygın biçimde dile getiriliyor. Örneğin, 1975 yılında Çin’in Haicheng kentinde meydana gelen depremden yaklaşık bir ay önce, yılanların topluca yuvalarından çıkmaya başladığı görülmüştü.

Bu yıkıcı depremin Haicheng’i kış aylarında vurduğu düşünülecek olursa, yılanların kış uykusunu yarıda kesip kendilerini dondurucu soğuğun ortasına atması neredeyse intiharla eş anlama geliyor.

Kış uykusundan uyanan sürüngenler, topluca göçen yüzergezerler ya da yüzeye çıkan derin su balıkları gibi daha çok sayıda benzer anekdot var. Ancak büyük çaplı depremler çok nadir gerçekleşen bir durum olduğu için, önceden doğada yaşanan olayları bilimsel bir gözle incelemek neredeyse imkansız gibi.

İtalya’nın L’Aquila kentindeki kurbağalar, işte bu noktada istisnai bir konumda. İngiltere’nin Open University (Açık Öğretim Fakültesi) biyoloji bölümünde okuyan Rachel Grant, L’Aquila’daki kurbağaları yazdığı doktora tezi için şans eseri inceleme altına almıştı. Grant, ”Depremden önce üç gün içerisinde göldeki 96 kurbağadan geriye bir tanesinin bile kalmadığını gördüm, gerçekten çok şaşırtıcıydı.” diyor. Bunun üzerine Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, Rachel Grant ile temasa geçerek araştırmaya dahil oluyor.

Kimyasal Reaksiyon

Aşırı basınç altındaki kaya kütlelerinin kimyasal değişimini inceleyen NASA, L’Aquila’daki kurbağaların topluca göç edişinin bununla bir bağlantısı olup olmadığını gölün su numunelerini tahlil ederek araştırdı.

Laboratuar testleri, kaya katmanlarının yüzeydeki su birikintilerinin kimyasını değiştirebildiğini ve bu durumun suda yaşayan canlılarda olağandışı davranışları tetikleyebileceğini gösterdi. NASA’da çalışan jeofizikçi Friedmann Freund, tektonik tabakaların yol açtığı türden muazzam bir basınç altında kalan kayaların, deprem öncesinde çevrelerine elektrik yüklü parçacıklar saldığını kanıtladıklarını söylüyor.

Yüzeye kadar çıkan bu parçacıklar hava veya su ile karşılaşınca reaksiyona girerek yeni moleküllerin oluşumuna neden oluyor. Örneğin suya karışınca ortaya hidrojen peroksit çıkabiliyor. Kimyasal değişimin göl suyundaki organik çökeltiyi etkileyerek suda yaşayan hayvanlara karşı zehirli maddelerin oluşumunu tetiklediği düşünülüyor. Fakat araştırmacılar, çok karmaşık bir mekanizmanın işlediği kanısında ve henüz kesin bir teoriye varmadan önce daha çok sayıda bilimsel teste ihtiyaç duyulduğunun altını çiziyorlar.



Kaynak:BBC Türkçe/Journal of Environmental Research and Public Health


Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Mart 2012       Mesaj #28
Avatarı yok
Yasaklı
Dinozorların Kanını Emen Pireler


Antik çağlarda yaşayan pirelerin, bugünkü boyutlarının neredeyse 10 katı büyüklüğünde olduğu ortaya çıktı.

Çin’de bulunan dokuz pire fosili üzerinde yapılan araştırma, kan emici parazitlerin korkutucu büyüklüklerine rağmen bugün olduğu gibi yükseğe zıplama özelliğine sahip olmadıklarını gösterdi.

Fransa’nın başkenti Paris’teki Ulusal Tarih Müzesi’nden Andre Nel, antik pirelerin, modern pirelere kıyasla güçlü arka bacaklardan yoksun olduklarını söyledi. Nel, “Antik pirelerin biyolojisi ve davranışları, bugünkü pirelere göre farklıydı. Üzerinde yaşadıkları canlının kürkü veya derisi altında sürünerek gizleniyorlardı” dedi.

Dev pireler, 250 ile 65 milyon yıl öncesini kapsayan Mesozoik dönemde yaşadı. Nanjing kentindeki Çin Bilim Akademisi’nden Diying Huang, inceledikleri bir dişi pire fosilinin 2 santimetreden daha uzun olduğunu ifade etti. Modern pirelerin vücut büyüklüğü ise genelde 3 milimetrenin üzerine çıkmıyor.


Nature dergisinde yer alan araştırmaya göre, antik pirelerin vücut büyüklüğü ve güçlü ağız yapıları sayesinde dinozorların kanını bile emebildiği tahmin ediliyor.Huang, “Tarak şeklindeki uzun ağızlarıyla dinozor derisini zorlanmadan delmiş olmalılar” dedi.

Nel, pirelerin ilk olarak bitkilerin sıvılarıyla beslendiğini, daha sonra bazı değişiklikler geçirerek hayvanlar üzerinde beslenme özelliği kazandıklarını söyledi. Kan emici hale gelen pireler, kanatlarını kaybetti ve yükseğe sıçramalarını sağlayan güçlü bacaklar geliştirdi.

Pireler, vücut uzunluklarının yaklaşık 200 katı kadar uzağa sıçrayabiliyor. Bu mesafe dikey olarak yaklaşık 20 santimetre, yatay olarak ise 35 santimetreye denk geliyor.


Kaynak:Ntvmsnbc/Nature(01 Mart 2012,12:21)
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Mart 2012       Mesaj #29
Avatarı yok
Yasaklı
Örümcek Ağından Kemanın Tellerine


Japonya'da bir araştırmacı, binlerce tel örümcek ipeği kullanarak keman teli yaptı.

Japonya'da telleri binlerce örümcek ipliğinden örülen kemanın geleneksel çelik telli kemana göre çok daha yumuşak ve güzel tınılı ses verdiği söyleniyor.

Bunun sebebi örümcek ipinin eğirilmesinin hiç bir boşluğa izin vermeyen sıkı bir yapı oluşturması olabilir.Bir japon uzman tarafından dokunan örümcek ipi keman tellerinin yapısı Physical Review Letters adlı bilim dergisinin yeni sayısında anlatılacak.

Nara Tıp Fakültesinden Şigeyoşi Osaki yıllardır örümcek ipliğinin mekanik özellikleri üzerinde çalışıyordu. 2007 yılında Polymer Journal adlı bilim dergisinde örümceğin ucunda sallandığı "sarkıtma" ipinin kuvveti üzerindeki bir çalışmasını yayımlamıştı.

Dr. Osaki beslediği örümceklerden büyük miktarlarda iplik elde etmenin yollarını geliştirmiş ve şimdi bu olağanüstü malzeme ile neler yapılabileceği üzerinde denemeler yapıyor.

Japon uzman makalesinde, "keman gibi yaylı çalgılar bir çok bilimsel araştırmanın konusu olmuştur. Ancak bunlarla ilgili herşey iyi bilinmiyor, çünkü bir çok müzisyen tellerinin özelliklerinden çok kemanın tahta kısmıyla ilgilenir" diyor.

300 Dişi Örümcek


Doktor Osaki keman tellerinin yapımında ihtiyacı olan ipliği, ağlarının güzelliği ve karmaşıklığıyla ünlü 300 Nephila maculata türü dişi örümcekten elde etmiş.

Dr Osaki bir teli yapmak için 3bin ila 5bin örümcek ipliğinden oluşan üç ayrı çile hazırlamış, sonra bunları birbirine ters yönde örmüş, sonra telin gerilmeye dayanıklılığını ölçmüş.Bir konserin orta yerinde kemanının telinin kopması ihtimali bir müzisyen için hayati önem taşıyor.

Örümcek ipliğinden yapılan tellerin gerilmeye, çok nadir kullanılan bağırsaktan yapılmış tellerden daha az, ama içi naylon dışı aliminyum olan ve daha yaygın olarak kullanılan geleneksel tellerden daha çok dayandığı anlaşılmış.

Elektron mikroskobu ile yapılan daha ayrıntılı bir inceleme, örümcek ipliğinden yapılan tellerin örgü yerlerinde aralarında hiç bir boşluk bırakmayacak şekilde çok sıkı ve değişik şekillerde içiçe geçtiğini gösterdi.

Dr. Osaki işte bu doku özelliğinin örümcek ipliğinden yaylara kuvvetini ve kendine özgü tınıyı verdiğini söylüyor ve ekliyor:"Bir çok profesyonel kemancı örümcek ipliğinden yapılan yayların çok daha iyi bir tınısı olduğunu söylüyor. Gerek müzikseverler gerekse müzisyenler açısından farklı bir tını ve yüksek kalitede keman yapımı için örümcek ipliği mükemmel bir malzeme."


Kaynak:BBC Türkçe/Ntvmsnbc(05 Mart 2012,12:35)
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:12
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
6 Mart 2012       Mesaj #30
Avatarı yok
Yasaklı
Gözleri Olmadan Görüyor



Deniz anası ve deniz şakayığıyla akraba olan ve gözleri bulunmayan Hydra magnipapillata canlısının, ışığı ve karanlığı ‘görebildiği’ tesbit edildi.

California Üniversitesi’nden Todd Oakley, büyüklüğü bir santim civarında olan deniz canlısının ışığa duyarlı sinir hücreleri bulunduğunu belirtti. Oakley, “Buna tam olarak görmek diyemeyiz. Çünkü ışığın ve karanlığın neden oluştuğunu algılayabilme kapasiteleri yok. Hidraların algıladıkları görüntü, insanlarınkine göre çok farklı” dedi.

“Knidliler” familyasına ait olan hidralar, diğer familya üyeleri gibi sahip oldukları iğneli hücrelerle su piresi gibi canlıları yakalıyor. İğneli hücrelerin dokunma ve tat alma hissi olduğunu önceden bilen bilim insanları, bu hücrelerin yanında ışığa duyarlı sinir hücreleri bulunduğunu fark etti.

California Üniversitesi’nden bir diğer araştırmacı David Plachetzki, yeni keşfedilen algılayıcı sinir hücrelerinde “opsin” adı verilen proteinler keşfetti. Araştırmacılar, bu proteinin, hidraların iğne hücrelerini tıpkı bir zıpkın gibi ateşlemek için kullandıklarını tesbit etti. Hidranın bulunduğu ortamın aydınlığına göre harekete geçen opsin proteininin, ışık bulunan ortamda daha aktif olduğu anlaşıldı.

Bunların yanında, hidraların sinir hücrelerinde, insan retinasında olduğu gibi ışığı elektrik sinyallerine çeviren ve görüş sağlayan ek proteinler bulunduğu ortaya çıktı. Oakley ve Plachetzki, şimdi avlanmakla ilgili olan iğneli hücrelerin neden ışıkla harekete geçtiğini anlamaya çalışıyor.Araştırmacılar, bu durumun, hidranın avından üzerine düşen gölge nedeniyle değişebilen bir durum olduğunu düşünüyor.



Hydra magnipapillata canlısının dokungaçlarındaki opsin proteini mavi renkte beliriyor.


Kaynak:Ntvmsnbc(06 Mart 2012,17:36)
Son düzenleyen Safi; 9 Kasım 2015 00:12

Benzer Konular

9 Aralık 2016 / ipek kılıç Cevaplanmış
28 Kasım 2012 / STeFLo Soru-Cevap
10 Nisan 2015 / Misafir Cevaplanmış