Arama

Hayatın içinden Satır Araları

Güncelleme: 11 Mart 2018 Gösterim: 85.595 Cevap: 147
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ocak 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayata hiç isyan etmeyin. Öncelikle şunu kabul edin; 'hayat adil değil.'
Hiçbirimiz, hiçbir canlı eşit yaratılmadı. Başımıza gelenler de eşit değil.
Sponsorlu Bağlantılar

"Guguk Kuşu" filminde Jack Nicholson akıl hastanesinde çok ağır bir mermer havuzu kaldırabileceğine dair diğer hastalarla iddiaya girer. Yüklenir ve havuzu kaldırmaya çalışır, kaldıramaz. Diğer hastalar onunla alay ederken bir şey söyler:

"Ben en azından denedim"

Siz gerçekten denediniz mi?
Yoksa pencereden hayatı mı seyrediyorsunuz?
Hayata Windows Xp'den, Sony 72 ekrandan mı bakıyorsunuz?
Oysa hayat hepimizin avuçlarının içinde...
Kiminin nasır tutmuş parmaklarında, kiminin boyalanmış ellerinde...Ama hayat her zaman avuçlarımızın içinde.
Nasıl istersek, neye karar verirsek hayat orada var.
Güneş, her sabah yeniden doğuyor. Gün, her şafakta nice umutlara gebe şekilde ağarıyor ve siz eğer isterseniz hayatı bir ucundan yakalama şansına sahipsiniz.
Yeter ki gülümseyin! Yeter ki bu gün benim günüm diyerek kalkın yatağınızdan...

Ve Her sabah uyandiginizda " HayaT, bugün yine herseye ragmen çok güzelsin..." demeyi ihmal etmeyiniz.

her zaman dedigim gibi gulumseme yuzunuzden hiç eksik olmasin..

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
19 Ocak 2007       Mesaj #2
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
Hayat çetele tutmak değildir.seni kaç kişinin aradığı,kiminle çıkıyor olduğun çıkacağın veya kiminle çıktığın demek de değildir.kimi öptüğün,hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.hayat ayakkabıların,saçın,derinin rengi,nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğinde değildir.aslında hayat notlar,giysiler,para,girmeyi başardığın yada başaramadığın okullarda değildir.hayat çok arkadaş sahibi olmak yada yalnız olmak,kabul görmek yada görmemek değildir. hayat karşındakini küçük ve mevki sahibi değil diye küçümsemek alay etmek hiç değildir

Kısaca hayat bunlar değildir.

Sponsorlu Bağlantılar


Hayat kimi sevdiğin ve incittiğindir.kendin için neler hissettiğindir.güven,mutluluk ve şevkattir.arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.hayat kıskançlığı yenmek önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.neler söylediğin ve neler demek istediğindir.insanların sahip oldukları değil kendilerini olduğu gibi görmektir.herşeyden önemlisi,hayatını başkalarının hayatını önemli yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.işte hayat bu seçimlerden ibarettir.
NİCE MUTLU YARINLAR TÜM DÜNYADAKİ

İNSANLARIN OLSUN

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Ocak 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim!
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim.

Çocukların büyüdüğü, cicim aylarının tükendiği, yazların kışları kovaladığı, aşk sanılan debde benin durulduğu, soba başlarında ısınılan, duraklarda bekleşilen, ölenlerle, doğanlarla dolu yıllar boyunca aklımın bir köşesinden bile geçirmediğim…

Yüzümdeki çizgilere, şakaklarımda belirmeye başlayan beyazlara sıkıştırıverdiğim - bir çırpıda - yaşam(ın) neresinde kalmıştım, ben.

Kentler vardır: insana hiçbir şey düşündürmeyen, yaşanmışlık acılarından başka… Bozkır yüzlü. Yaşlı. Böyle kentleri izlerken şehirler arası yolculuk otobüslerinin camlarından, belki tek istediğiniz şey bir sonraki kente kadar uyuyup sonra birden uyanıvermek olur. O kentler ki; hatıralarınızı kırık birer cam parçasıymışçasına süpürüp atmak isterler. İkinci bir giysileri yoktur. Ruhları yoktur. Gece gündüz, yaz kış hep aynı görünürler insanın gözüne. Ne yeni yeşermiş bir fidan değiştirebilir bunu, ne de göklerinde süzülen; üstünkörü, çocuk elinden çıkmış bir uçurtma… O kentlerde her şey sıradandır. Çocukların büyümesi, cicim aylarının tükenmesi, yazların kışları kovalaması, aşk sanılan
debde benin durulması, ölenler, doğanlar.. Her şey, hem de her şey…

Bir de;
Kentler vardır. İnsana "Yaşamın neresinde kalmıştık?" dedirten. En kötüsü de sürekli böyle bir kentte yaşıyor olmaktır. Sürekli kendine; "Yaşamın neresinde kalmıştık?" diye sormak gerektiğini düşünmektir en kötüsü…

Kentler vardır: insana tüm bunları düşündüren.
Yaşamın omzundan geriye fırlatıp atmış olduğu o insan bedenlerine ait eksikliklerin, yaşanamamışlıkların unutuldukları yerlerden, atılıverdikleri yerlerden bulunup alınması gerektiğini, tozlu raflarından indirilmesi gerektiğini, düşündüren.

Hazır gelmişken…
Hazır düşünmüşken…
"Yaşamın neresinde kalmıştık?"
Diyebilecek miyim ben kendime … Bir gün?
-tüm bunları bana sürekli düşündüren bu kentte yaşarken hem de-

Yaşam, diye yaşadığım bu ara vermişlik uzadıkça, günler; gündoğumu ve günbatımı aralığına sıkıştıkça her defasında, bezginlik, kırgınlık, kızgınlık doldukça günler…
O günü beklemek...
Bu denli özlenebilir mi?

Ufka bakarmışçasına hareketsiz kıldığım gözlerimle; aslında olmayan, hiç olmamış, asla olmayacak bir sevgiliyi vapur iskelelerinde beklercesine, o günü beklemek…
Hiç gelmeme ihtimali ile boğuşmak…
Hiç gelmeme sanısına kapılıp kıvranmak…
Hiç gelmeme korkusu ile dehşete düşmek…
Hiç gelmeme gerçeği ile yüzleşmek…

Ah gün ışığı, ah!
Her vakti geldiğinde; yeniden dolduğun bu dünyada, bana yaşamın neresinde kalmış olduğumu hatırlatabilecek misin, bir gün? Ve günlere bile mektup yazabilecek kadar divane olan ben: o gün, ışıttığın dünyada, yeterince güç bulabilecek miyim tırnaklarımda, bıraktığım yere tutunabilmek için.Yemek kokuları arasından sıyırıp eteklerimi, rüzgâra salıverebilecek miyim? Saçlarım uzayacak mı yeniden?

Yitik yaşamlar görür; tiksinirdim yeniyetmeliğimde. Yitik yaşamların ahı tuttu sonunda biliyorum! İçlerine düştüm bu yüzme bilmez kaderimle, birinin kıyısından, diğerininkine savrulup duruyorum hoyrat, acımasız dalgalarıyla.

O yeniyetmelik ki; arzularımızı besleyip duran bir enerji yoğunluğundan ibarettir yalnızca. Gün ışığının koca bir yaz boyunca tüm kış meyvelerini besleyip, büyüttüğü gibi… Giderek etlenen, giderek kendi olağan rengine kavuşan, giderek sulanan kış meyveleri gibi yeniyetmelik arzuları ile baş başa kalırız yetişkinliğimizin ilk adımlarında. Bildiğimiz tek şey, cesaretin kırmızı bir tülmüşçesine örttüğüdür utancı. Ama bilmeyiz ki; utanç aynı zamanda cılız, masmavi bir dalıdır güvensizliğin. Bir kez budanabildi mi bir daha yeşermeyen!

Ah gün ışığı, ah!
Tüm bunların sorumlusu sen misin yoksa?

Sen isen eğer… bu kadar kudretli isen… bu kadar vahşi… bu kadar soğukkanlı isen; Bu karalanmış defter sayfalarından kurtarıp; bembeyaz, sonsuz bir boşluğa da koyabilecek misin kalemimi, söyle? Sonsuz boşluğu bana, beni sonsuz boşluğa hediye edebilecek misin, o gün? Kışkırtabilecek miyim en sonunda seni tüm bu yazdıklarımla?

Pek tabiidir ki; ne, küçük bir derenin ,dingin serin akan sularında baş vermiş taş parçalarının üzerinden sekip, ıslanmadan karşı kıyıya ulaşmak gibi kolay olacak tüm bunlar, ne de; ılık yaz akşamlarının rüzgârları ile bir o yana bir bu yana, bir ananın kucağına uyumaya yatmış da masum yavrular gibi; hafif hafif sallanan adını bile bilmediğim ağaçların yaprakları kadar olağan hissedeceğim ben kendimi…

Hayatın, üç kuruşluk ruhlarını kafalarından sıyırıp ayırdığı, kendi kendine adak ettiği kalleşler kadar değerim olmayacak mı yoksa gözünde?

Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim!
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim.

Peki ya…
O güne dek, tüm bu yabancı vücutların yükünü taşıyabilecek miyim, bu sarsak yüreğimde?

Ah gün ışığı, ah!
Giyinmekten, soyunmaktan, susamaktan usanmış olan beni; o gün geldiğinde yeniden diriltebilecek misin, söylesene?

Kırmızı'yı yeniden kırmızı yapabilecek misin gözümde?
Sıcağı, yeniden sıcak!

Bir ipliğin, bir iğne deliğinden geçirilmesi gibi olağan olabilecek mi tüm bu anlattıklarım, sonunda?
O gün,
O gün; ışıttığında, ışıtmandan yorulmamış bu koca dünyayı. Ben bir parçası olabilecek miyim tüm bu anlattıklarımın. Çocukluk günlerimi, çocukluk hayallerimi, anamın babamın bana olan sevgisini çiğ damlalarınla yeşertip tazeleyebilecek misin, söylesene? Rüzgârınla, kırmızı tülleri uçurabilecek misin, arzularım üstünden? Keskin kılıcınla budayıp durmayı kesecek misin masmavi utançlarımı?

Söylesene!
Bir gün durup,
Bir gün dönüp,
"Yaşamın neresinde kalmıştık?" diyebilecek miyim?
Ya da
"Başlamadığım neler var?"
Başlayıp, bitiremediğim… Hayal bile edemediğim!
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
19 Ocak 2007       Mesaj #4
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
Hayat nedir Anne
Hayat Nedir Anne?


benim hiç sapanim olmadi anne,
ne kuslari vurdum,
ne de kimsenin camini kirdim...
çok uslu bir çocuk degildim ama,
seni hiç kirmadim, hep boynumu kirdim.
ben hayatim boyunca
bir tek kendimi vurdum! ..

suskun görünsem de,
firtinali ve magrurdum anne.
bir mizrak gibi,
aynada hep dik durdum anne! ..
ben sana hiç bir gün laf getirmedim,
leke sürmedim.
ama gögsümü çok hirpaladim,
kalbimi çok yordum...
ben hayatim boyunca, en çok kendimi sordum! ...

benim hiç sevgilim olmadi anne,
ne bir yuva kurdum,
ne bir gün sansim güldü...
öpemeden bir bebegin gidisini,
tükendi gitti çagim...
kimi yürekten sevdiysem,
yüregini baskasina böldü...
bir muhabbet kusum vardi,
o da yalnizliktan öldü...

sen beni gögsünde
hep acilarla mi sogurdun anne?
yoksa evlat diye,
koca bir tas mi dogurdun anne?
eziyet degilim, zahmet degilim,
musibet hiç degilim;
bir senin mi balina sinek kondu, söylesene!
dogurdun da beni,
ne ile yogurdun anne?

benim hiç hayalim olmadi anne...
ne seni rahat ettirdim,
ne kendim ettim rahat...
BIR MUTLULUK FOTOGRAFI BILE ÇEKTIRMEDI BU HAYAT!
kaybolmus bir anahtar kadar
sahipsizim anne...
ne omuzumda bir dost eli,
ne saçimda bir sefkat...

say ki yollardan akan,
su faydasiz çamurdum anne...
say ki islanmaktim, üsümektim,
say ki yagmurdum anne!
bunca yildir gözyaslarini,
hangi denizlere sakladin?
oy ben öleyim,
SEN BENI NE DIYE DOGURDUN ANNE? ? ?

Yusuf Hayaloglu


hayatgd4

Hayat ağlamakla başlayan ilk başta oyun gibi gelen bi düzen her insan neredeyseaynı şeyleri sıkıntıları sevinçleri yaşar ve ölür tabi öbür trafı nasıl hazırladığı öneölirdir tabi ianacı varsa tek düze bi hayat ama yine de yaşamalı bu hayatı sevdiğim limon gibi tüm ekşiliğine rağmen.......s@y
Son düzenleyen The Unique; 19 Ocak 2007 11:59 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Ocak 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hiçbir şeyi ciddiye almayan biri de, kendini çok önemli zannedenler de, hayatları boyunca bir kere olsun şu soruyu sormazlar mı kendi kendilerine: Neden yaşıyorum?

Yaptığı tek iş vida sıkmak olan bir işçi de, o işçinin nüfuz sahibi patronu da, bir an durup “Ben ne yapıyorum böyle?” demez mi?

Matematik dersindeki öğrencilerden hiç olmazsa birinin kafasına “Üçgenin iç açıları toplamı 180 etse ne olur, 190 etse ne olur?” diye bir soru gelmez mi?

Evinde yemek yapan kadın, ofisinde evrak imzalayan memur, trafikte ceza kesen polis, mahkemede bir alacak dâvâsında hüküm veren hakim, “Benim amacım, hedefim ne? Bütün bunlar neden?” diye hiç sormaz mı?

Sosyal statüsü, gelir durumu, eğitim seviyesi ne olursa olsun, insan hayatı boyunca “Nasıl?”ları bir kenara bırakıp bir an olsun, “Niçin?” diye sormaz mı? Yaptığı şeyi anlamsız, boş, değersiz görmez mi?

“Hayat bu olamaz. Ne vida sıkmak, ne üçgenin iç açıları toplamını hesap etmek, ne yemek yapmak, ne evrak imzalamak, ne ceza kesmek, ne de hüküm vermek… Hayat başka bir şey olmalı. Bunlardan daha fazla, daha büyük, daha önemli, daha değerli, daha… bir şeyler olmalı…”

Bir yazar sormaz mı hiç kendine, “Yazıyorum da ne oluyor?” “Neden yazıyorum bütün bunları? “Kime, ne faydası var?” Böyle bir düşünceye kapılıp da, yazıp yazıp silmiyor mu hiç?

Birileri bu düşünceyle uyanmıyor mu yeni bir güne?

Birileri böyle düşünerek kapamıyor mu gece gözlerini?

Nasihat veren bir ses tonuyla söylemeden hiç kimse hiçbir şey, birileri sorgulamıyor mu hiç, hayatını?

Ne yaptığını, ne yapacağını, ne yapmakta olduğunu, zincirleme bir “niçin”lerle sonunu, sonunun sonunu sormuyor mu?

Bir yerlerde birileri, inanmasa da dinin anlattığına, hocaların söylediğine, ezanların haykırdığına; kulak tıkasa da sarsılan yer kürenin mesajına, kendi içinden sese kulak tıkayabiliyor mu?

Yoksa bütün sesleri açıp, bütün gürültüleri yapıp, görüntüyü başka görüntülerle gölgeleyip mi yaşıyor, yaşadığını sanıyor?

“Bir yer var biliyorum. Her şeyi söylemek mümkün. Epeyce yaklaşmışım Duyuyorum” kıvamında “anlatamama” makamında olsa da, dilinin ucuna gelmiyor mu birilerinin.

Var elbette. Şarkılar söylemese, filmler anlatmasa, çok satan kitaplar yazmasa da var. Müziğin sesini kapattığımızda bile duymasak da, bize sunulmuş hayatın sesini kısıp gerçek hayatın sesini açtığımızda duyacağız o sesleri…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Ocak 2007       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yüreğimle beraber kalemim de isyan etmeseydi, bu büyük suçu işlemezdim. Ne varki kalemim sevdaya ait cümlelere direniyor artık, kaldır başını ve bak diyor. İnsan olmak adına,en azından bir defa rahatsız ol ve haykır rahatsızlığını diyor; haykır ki inanayım aşklarının kutsallığına...

İşte bu yüzden, yalnızca kalemimle dost kalabilmek adına kağıtların beyazlığına vuruyorum şimdi gözlerime kaçan karanlıkları. Her ne kadar insan olmanın gereğiyse de rahatsız olabilmek, vereceğim geçici rahatsızlıktan dolayı şimdiden özür diliyorum...

Anasından doğduğuna pişman edilmiş insanlar ülkesi burası. Sesler birbirine karışıyor; homurtular,iniltiler,çığlıklar vesaire vesaire...

Boş sokaklarda dolaştığıma tam inanacakken kaderin kırbacı gibi şaklıyor havada, tüyler ürperten bir cümle:

"Beni bu hallere düşürenleri benden beter et Allah'ım!"

Halisane, öyle derinlerden geliyor ki hedefini vurduğunu hissediyorum bu zehirli okun. Bir kaç Firavun sarayı yıkılıyor bir yerlerde, duyuyorum.

Bakmadan geçip gitmek istiyorum; kalemim batıyor vicdanıma. Korkarak bakıyorum. Bir kadın,gencecik. Dağılan semt pazarının ardından yiyecek bir şeyler arıyor çürüklerin arasında. Üşüyorum. Hızlıca geçiyorum oradan. Dudaklarımda aynı yalan; bir sevdadır yaşamak!...

Deniz kenarında bir gece klubü. En meşhurlarından hani. Körpecik bir kız, elbisesinin dekoltesiyle gururlu, süzülüyor kapıdan içeriye. Gözlerinde müthiş bir sevinç; nasıl da kandırdı kapıdaki görevliyi. Aklından geçenler tam da yaşına uygun cüretkarlıkta:
"Çam yarması ne olacak, kimlik bile sormadı benim gibi bir kızı görünce..."

Yüzünde, on yedi yaşın tüm masumiyetini yok edecek kadar kozmetik ürünü, anlatılamaz bir zavallılıkla karışıyor kalabalığa. Derken müzik meydan okuyor duygulara:
"Satmışım bu dünyanın *******..."

İncecik bir ses deliyor dalgınlığımı. Küçük bir kız, gözlerinde sanki gök yüzü. Mendil satıyor. Ağustos'un ortasında donuyorum, burnum sebil bir çeşme gibi. Mecburen bir mendil alıyorum. Binlerce yıldız kayıyor gözlerinde küçük kızın. Aynı göklerin altında iki kız; biri mendil satıyor, biri bu dünyanın *******...Bir sevdadır yaşamak!...

Yürümeye devam ediyorum hayatın üstüne. Birden hatırlıyorum, param btmişti. Bankamatik az ileride, ne olur ne olmaz üzerimde bulunsun diyorum.

Gece de iyice çöktü.Bankamatik kabini boş değil. İki tinerci bally tüplerine sarılmış yatıyorlar. Vazgeçiyorum para çekmekten. Öyle ya, bir gece daha boş dursun cüzdan. Ne de olsa ulu önderin ülkeyi emanet ettiği gençliğin bir üyesiyim ben. Postum kıymetli yani. İçeride yatanlar?... Sessizlik çöküyor.

Bir avuç ayrıntı deyip yürüyorum. Vicdanım kanıyor. Bir sevdadır yaşamak!...

Bir koşuşturma geçiyor yanı başımdan. Konuşmlardan anlıyorum. Ahlak polisi ahlaksız bir kadının peşinde. Ruhsatsız çalışıyor hani, ahlaksızlığı bu yüzden. Kimse neden diye sormuyor. Ahlaksız işte, namusunla çalışmak varken. cık cık cık... Öyle ya, baksana ekranlarda boy gösteren popüler güzellere kimse bir şey demiyor. Çünkü onlar namuslarıyla "ilişki" yaşıyorlar. Hatta bazıları buna aşk bile diyor. Ferhat'la Şirin'in kemikleri sızlıyor. Bir sevdadır yaşamak!...

Kaseti çok satsın diye ağlayıp duran cici sanatçılar çok duygusal, hepsi bu!

Ne sitem, ne isyan. Yalnızca kalemim istedi diye yazdım bunca şeyi dostluğumuz bozulmasın diye. Şimdi yumuşadı kalemim , ihanetle suçlamayacakmış artık beni. Yani dönebiliriz birlikte anlatılamaz aşklarımızı anlatmaya. Ne de olsa bir sevdadır yaşamak!...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Ocak 2007       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Her seyini kaybetsen de hayallerini kaybetmeyeceksin.
Neyi aradigini hic unutmayacaksin.
Aci,
agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda,
ofke,
kizil bir kuheylan gibi kosturdugunda,
keder,
yasli bir agac gibi ustune yikildiginda,
duracaksin,
durup, gumus bir su gibi akan sabahin tazeligine
bakacaksin,
sana iki yuz yil onceden haberler tasiyan
alayci kargalarin sesini
dinleyeceksin,
ciceklerini koklayip derin bir soluk
alacaksin.
Olum seni kusattiginda, tam o sirada, hayati
dusuneceksin.
Aciyi, ofkeyi, kederi ulu bir golgelige yatiracaksin
bir zaman, "dinlenin biraz" diyeceksin.
Bir inci avcisi gibi, ta derinlere dalip tek tek butun
istiridyeleri acarak,
bir sevinc arayacaksin.
Hayaller kuracaksin.
Hatiralarini bir daha gozden gecireceksin.
Sevdiklerini dusuneceksin ve seni sevenleri.
Ozlediklerini dusuneceksin ve seni ozleyenleri.
Teninde iz birakanlari ve senin izini tasiyan
tenleri.
Seni sakalariyla guldurenleri ve senin sakalarina
gulenleri.
Sevinclerini, hayallerini, hatiralarini,
sevdalarini, sevismelerini,
ozlemlerini, sakalarini bir bir yerlestireceksin icine,
hayat denilen mucizenin sana verdigi armaganlari
sIkica kucaklayacaksin.
Olum her yandan ustune saldirip seni kusattiginda,
tam da o zaman, hayati dusuneceksin.
Guzel bir haber gelecek belki yarin sabah.
Belki bir mektup alacaksin.
Sana gulumsemesini cok istedigin gulumseyecek belki sana.
Seruvenci gemiciler gibi mechul denizlerde
kayboldugunda,
tam da o zaman, karanin bir gun gorunecegini dusuneceksin.
Gozcunun ?kara gorundu? diye bagirdigini hayal
edeceksin.
Kara, hic gorunmese bile,
hic olmazsa neyi aradigini ve neyi kaybettigini
bileceksin,
cektigin onca firtinanin, varmayi umdugun o umutlu
hedefle mana kazandigini anlayacaksin.
Her seyini kaybetsen de hayallerini
kaybetmeyeceksin.
Neyi aradigini hic unutmayacaksin.
Sevincleri ne kadar hatirlarsan, acinin derinligini
o kadar kavrayacaksin.
Yasadigin ve yasayabilecegin guzel seyleri ne kadar
cok dusunursen
ofken o kadar keskinlesecek.
Karanlik inerken isiga daha dikkatli bakacaksin.
Geleceginle arana, dibinde canavarlarin dolastigi
bir ucurum koyduklarinda,
nasil bitecegini bilmedigin atlayisini yapmadan once,
gecmisine, sevinclerine, hayallerine yaslanip guc alacaksin.
Sevdigin bir turkuyu mirildanmaktan hic vazgecmeyeceksin.
Bir cicek ilistireceksin yakana.
Olum seni kusattiginda, tam da o zaman, hayati dusuneceksin.
En azgin, en ihtirasli sevismelerini. ..
En cilgin hayallerini. ..
En cagiltili kahkahalarini. ..
Aci,
agulu dikenler gibi ruhuna dolandiginda,
ofke,
kizil bir kuheylan gibi kosturdugunda,
keder,
yasli bir agac gibi ustune yikildiginda,
duracaksin,
durup gumus bir su gibi akan sabahin tazeligine
bakacaksin,
sana iki yuz yil onceden haberler tasiyan alayci
kargalarin sesini dinleyeceksin,
ciceklerini koklayip derin bir soluk alacaksin.
Olum seni kusattiginda, tam o sirada, hayati
dusuneceksin.
Olum seni kusattiginda, tam o sirada, hayati
dusuneceksin.
Aciyi, ofkeyi, kederi ulu bir golgelige yatiracaksin
bir zaman,
"dinlenin biraz" diyeceksin.
Onlari, sefkatle dinlendireceksin.
Cunku onlara yine ihtiyacin olacak...
Asi-BeL - avatarı
Asi-BeL
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #8
Asi-BeL - avatarı
Ziyaretçi
Ertelenmiş bir sevgi borçlusun bana hayat, sımsıcak kavuşmalar borçlusun. Hiçbir zaman karşı çıkmadım sana. Yürekleri sararmış insanların içinde yasadığım acılar var, ve onlar kadar varoldum. Yaşayamadığım acıları da yaşatacaksın biliyorum zamanı geldiğinde, ama yine de yalnızlığımla yaşıyorum seni.

İşte senin farkında olmadan yarattığın eserim ben. Karşındayım. Desem ki, terk edip gidiyorum sendeki yasanmışlıkları, umursamazsın biliyorum...

Zaten hep itilmiş duyguların gölgesinde yaşanıyor aşk acısı. İnsan önce beyninde seviyor, önce beyninde haykırıyor sevgi sözcüklerini, sonra, sonrası yok. Hep içinde tutuyor bir ömür boyu.

Ey hayat! Anlasana ertelenmiş bir sevgi borçlusun bana. Denizi mavi olarak görmüştüm ilk kez, bulutları ise beyaz olarak hatırlıyorum hala. Öptüğüm ilk kişi kayıtlardan silindi, utanarak dokunduğum ilk el ise hala kayıp. Susma cevap ver yıllanmış sorularıma... Sorgulayamadığım sadece çocukluğum kaldı bir de masumca seven yüreğim ve gecenin karanlığı kaldı ellerim arasında...

Bana inat tüm yaşattıkların; hep şahitsiz, hep soğuk, hep buruk gülüsmelerde kaldı. Tüm geçmişime inat, tüm bu satırlara inat, sakın unuttum sanma.

Ertelenmiş bir sevgi borçlusun bana hayat!!!!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Ocak 2007       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Evet, hayatın satırları arasında bazen eşek şakaları da vardır!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2007       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Her ne olursa olsun her yaşadığımızdan mutlaka ki ders almalıyız öyle mi ?
Özelllikle acılar mı bizi hayata daha sımsıkı bağlayacak pekiii ?
Dimdik durmamızı mı sağlıcak ?

Ya, ben artık gidişlerden sonra oluşan kamburumu dikleştirimiyorsam...
Ya, annemin bana sunduğu hayatın sahiden tozpembe olmadığını fark etmişsem...
Ya, sahiden hayatta her şeyin bir tebessümden ibaret olmadığını anlamışsam...
Ölüm gerçeğini artık kafama vurula vurula anlamışsam...
Artık işim bana eski tadıyla zevk vermiyorsa...
Çok sevdiğim tatlının bile yanından geçmiyorsam...
Ya güneş eski ihtişamıyla günüme doğmuyorsa...
Karanlıktan korkardım ya hergünüm karanlık olmuşsa...

Peki yine acılar mı beni hayata sımsıkı bağlıcak ?

İçim küf kokuyor............
Birikmiş gözyaşı çokmu durdu sence ?
Peki sesim niye çıkmıyor ?
Denize bakarken içimden attığım çığlıklarımı duydun mu ?
Yüreğimde bir delik var.......Giden gidene ordan...Kaçan kaçana...
Peki ben sahiden hayata niye bağlıydım ?
Hayata bağlayan beni o yüreğimdekiler değilmiydi ?

Buna rağmen yinemi dimdik olmalıyım.Eskisi gibi dimdik...
Bir laf söylediğimde yinemi hemen yapılmalı ?
Ya lafımı söyleyecek gücüm yoksa...

Kardeş bildiğim, can bildiğim sallamışsa hançerini taaaaaaaaaaa yüreğimin derin köşesine ve öyle gitmişse...
Giderken dökülmüşse dudaklarından iki kelime; "BU KADAR İYİ OLMA..."

Peki ben yine mi İYİ olmalıyım ?

Sabır taşı olarak görüyordun önceden kendini...Peki niye bu çaresiz duruşun ?Niye hemen ağlayıverişlerin...
Peki niye bu düşüncelerine sadakatsizliğin devam ediyor ?
Hani sabırlıydın ?

Bu son gidiş Hakkın emri olsa da zorlanıyorsun kabul et.
Kamburuna bir yük daha sana ...
Al bakalım şimdide dik durabilcekmisin ?

KABUL ET BU YÜKLER BU OMUZA AĞIR.......
Ya kendini güçlendir ya yükünü azalt...

Bir yola girmişim gidiyorum........
Ardımda birikiyor çıktığım basamaklar demekki gidiyorum......

Ama dilimde tek cümle var;
Galiba hasretin dumanı nefes almamı zorlaştırıyor......

Benzer Konular

28 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
21 Nisan 2009 / by charisma Soru-Cevap
21 Temmuz 2012 / apollll Soru-Cevap