Arama

Psikoloji

Güncelleme: 25 Kasım 2018 Gösterim: 84.333 Cevap: 28
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Psikoloji Nedir?

Ad:  psik1.jpg
Gösterim: 5726
Boyut:  31.8 KB
Ruhsal olayları inceleyen bilim; ruhbilim. Psikoloji tarih boyunca felsefenin bir dalı olarak kaldı. Nitekim Akademi'nin sözlüğünde "ruhu, ruhun yetilerini ve işlemlerini inceleyen felsefe dalı" olarak tanımlanan psikoloji, bu anlayış içinde hem deneysel psikolojiyi hem de kuramsal psikolojiyi karşılamıştır. Psikoloji ilk önemli gelişimlerini 18. ve 19. yüzyıllar boyunca kazandı. Bu alanda özellikle deneyci İngiliz filozoflarının çalışmaları anılmaya değer. Bu bilgi alanı 19. yüzyıldan sonra deney ve gözlem yöntemlerini kullanarak pozitif bilimler arasına girmeye başladı. Psikolojinin hızlı gelişimi birçok psikoloji okulunun doğmasına yol açtı. Bu okullar içinde birçok bakış açısı, birçok kuram gelişti. Psikoloji başlangıçta içebakış yöntemine bel bağladı. Nice sonra bu yöntemin yeterli olmadığı görüldü; kendi ruhsal durumunu gözlemlemeye kalkan birey gözleme başlar başlamaz bu durumu elden kaçırıyordu. İnsanlar psikolojide içebakış yöntemiyle sağlayamadıkları pek çok bilgiyi davranışların nesnel gözlemlemesiyle sağladılar, böylece psikoloji giderek bir davranış bilimine dönüştü, öyle ki bazı bilim adamları "psikoloji" yerine "davranış bilimi" teriminin kullanılmasını önerdiler. Psikoloji uzmanları insanlarla hayvanların, bireylerle toplumların, hasta kişilerle sağlıklı kişilerin davranışlarını gözlemleyerek insan ruhsallığının yasalarına yükselmeye çalıştılar. Bu arada psikoloji diğer insan bilimleriyle ve doğa bilimleriyle ilişkiler kurarak konusunu genişletmeye ve yöntemlerini geliştirmeye çalıştı. Özellikle biyoloji ve sosyoloji (toplumbilim) psikolojiye bellekle, zekâyla, kişilikle, heyecanla vb. ilgili çalışmalarında çok önemli veriler sağladı. Bütün bu gelişme içinde felsefeye bağımlılığın tam olarak nerede bittiğini ve bilimselliğin nerede başladığını kestirmek zordur. Ayrıca pozitif bir bilim olarak psikolojinin, yöntemlerini doğrulamakta en az öbür bilimler kadar felsefeye gereksinme duyacağı kesindir. Bilim olarak psikolojinin kuruluş tarihi pek çok kaynağa göre 1879'dur. Alman fizyoloji bilgini ve filozofu Wundt'un o yıl Leipzig'de açtığı psikoloji enstitüsünde yapılan laboratuvar çalışmaları psikolojinin bilim olarak kurulmasında başrolü oynadı. Psikolojinin yeni bir bilim oluşturacak biçimde yaşama uygulanması Fransız hekimi Pinel'in çalışmalarıyla oldu. 1793'te Paris'te Bicetre Hastanesi'nin başhekimliğine getirilen Pinel, akıl hastalarının iyileştirilmesinde gerçek anlamda bir devrim yaptı, bunların şeytan çarpmış kişiler olmadığını, hasta kişiler olduğunu ileri sürerek davranış bozukluklarının nedenlerini araştırdı, böylece psikiyatrinin temellerini atmış oldu.
İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir.
Sponsorlu Bağlantılar

Psikologlar iki önemli ilişki üzerinde çalışırlar: ilki, beyin ve davranış, ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikologlar hem araştırmacı olarak gözlem, deney ve analiz gibi bilimsel yöntemleri izlemek hem de bilimsel bulguları uygulamak için yaratıcı olmak durumundadırlar. Psikologlar araştırma yaparak geliştirdikleri kuramları sınarlar ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgileri uygulama alanında çalışanların kullanımına sunarlar. Ayrıca, bireylerin ve toplumların değişen gereksinimlerini karşılamak amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirirler.

Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar.

Psikologlar bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar.

Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar.
Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Örneğin, hatırlamanın pasif bir süreç olmadığı, bireylerin belleklerindeki geçmiş bir olaya ait bölük-pörçük bilgileri, kendi yorumlarıyla birleştirip aktif olarak yeniden yapılandırdıkları dolayısıyla da tanık ifadelerine tam olarak güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Beden ve ruh sağlığının içiçeliğine en iyi örnek ise, aşırı yarışmacı, sabırsız, telaşlı, aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan ve diğer insanlara karşı olumsuz inanç ve davranış içinde olan “A tipi” kişilik özelliğinin, ani kalp krizlerinin en önemli yordayıcısı olmasıdır.

Psikologların çoğu işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya adamışlardır.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar.

Psikologların uzmanlaşabilecekleri alan sayısı oldukça fazladır ve bu nedenle kendilerini farklı etiketlerle tanımlarlar. Aşağıda size genel bir fikir verebilmek için bazı alanlar tanıtılmıştır. Psikoloji insan ve hayvan davranışını anlamamızı sağlayan hem bir araştırma, hem de insana ait sorunların çözüldüğü bir uygulama alanıdır. Aşağıda tanıtılan alt alanlarda psikologlar, araştırmacı, uygulamacı ya da her iki rolde birden çalışırlar. Psikolojinin en önemli özelliklerinden biri de bilimin uygulama ile birlikte yer alması ve ikisinin birlikte ilerlemesidir.

BAKINIZ
Psikiyatri ve Psikoloji Arasındaki Farklar
Psikiyatri (Ruh Hekimliği) Nedir?

Psikoloji ve Psikiyatri ile ilgili Haberler
Psikoloji ile ilgili Makaleler
Psikoterapi Çeşitleri

Hipnoterapi
Hipnoz ve Hipnoz Yöntemleri
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 05:14
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  psik2.jpg
Gösterim: 807
Boyut:  17.6 KB

Adli Psikoloji (Adli psikolog):


Yasal konulara ve sorunlara psikolojinin ilkelerini uygulamak üzere hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan bir alandır. Adli psikologlardan bazıları hem psikoloji hem de hukuk eğitimi almışlardır. Mahkemelerde genellikle onların uzmanlıklarına gereksinim duyulur. Örneğin, hüküm giymiş ya da göz altında tutulan kişilerin davranışlarını ve duygusal strese maruz kalıp kalmadıklarını değerlendirir ve ebeveynlerden hangisi çocuğun velayetini almalıdır ya da bir sanığın zihinsel kapasitesi mahkemede savunma yapmak için yeterli midir gibi sorunlu durumlarda hakime yardımcı olurlar. Lisans ya da yüksek lisans derecesine sahip olanlar, ıslahevi, hapishane ve adli tıp enstitülerinde, hukuk uygulama birimlerinde çalışırlar. Doktora derecesini almış olanlar ise psikoloji bölümlerinde ve hukuk fakültelerinde, araştırma organizasyonlarında ve toplum sağlığıyla ilgili kuruluşlarda danışmanlık yapmakta ya da hukuk uygulama birimlerinde, mahkemelerde ve ıslahevlerinde çalışmaktadırlar.

Sponsorlu Bağlantılar

Deneysel Psikoloji (Deneysel psikolog):


Temel davranışsal süreçlerdeki değişiklikleri araştıran ve öğreten psikologlardır. Deneysel psikoloji içindeki önemli alt dallardan biri, bilginin işlenmesi, belleğimizde depolanması, depodan geri çağrılması ve problem çözme durumlarına uygulanması gibi bilgi işleme sürecini çalışan bilişsel psikolojidir. Öğrenme, duyum, algı, performans, motivasyon, bellek, dil, düşünme, iletişim ve problem çözme, yeme, okuma gibi davranışların altında yatan fizyolojik süreçlerin araştırılmasıyla ilgilenen alt alan ise fizyolojik psikolojidir. Deneysel psikologlar, hayvan davranışlarını da inceler ve insan davranışlarıyla ilişkilendirirler. Deneysel psikologlar, aynı sosyal psikologlar gibi genellikle akademik alanda ve araştırma enstitülerinde çalışırlar.

Eğitim Psikolojisi (Eğitim psikoloğu):


Eğitim psikoloğu insanların nasıl öğrendiğini ve etkili öğrenmenin gerçekleştirilmesi üzerine yoğunlaşırlar. Her yaştaki insanın eğitimi için gerekli araç, gereç ve yöntemleri geliştirirler. Becerileri değerlendirir ve eğitim programlarının düzenlenmesine ve uygulanmasına yardımcı olurlar. Ayrıca yüksek teknik becerilerin öğretimi, değerlendirilmesi ve düzenlenmesi konularında da eğitim psikologlarından yararlanılmaktadır.Yetenek, güdü, sınıf ortamı gibi pek çok etmeni dikkate alırlar. Eğitim psikologlarının bazıları bilgisayar programlarında da kullanılabilecek yeni yönergeler geliştirirler, öğretmenlere eğitim verirler ve öğretmenlerde iş verimini, performansını ve doyumunu etkileyen etmenleri çalışırlar.Doktora eğitimli gelişim psikologlarının çalışma alanları genellikle öğretim üyeliği ve çeşitli eğitim ortamlarında danışmanlıktır.

Endüstri/Örgüt Psikolojisi (Endüstri psikoloğu):


İş yaşamını iyileştirme ve üretimi arttırma amacıyla psikolojik ilkeleri iş yaşamına uygularlar. Bu psikologların çoğu insan kaynakları uzmanı olarak görev yaparlar. Plan yapma, kaliteli yönetim, örgütsel değişim gibi alanlarda eleman örgütlenmesi ve eğitimi konularında çeşitli örgütlere yardımcı olurlar. İlgileri arasında, örgütsel yapı, iş verimi, iş doyumu, tüketici davranışı, personel seçimi ve personelin geliştirilmesi gibi konular yer almaktadır. Endüstri psikologlarının sorumlulukları arasında araştırma yapmak, araştırma sonuçlarını kullanılır kılmak ve problem çözücü olarak işlev görmek de vardır. Endüstri/örgüt psikologları, ticarette, endüstride, kamu kurumlarında ve üniversitelerde çalışabilirler ve firmalara danışmanlık yapabilirler.

Gelişim Psikolojisi (Gelişim Psikoloğu):


Gelişim psikologları doğum öncesinden başlayarak ölüme kadar uzanan yaşam süresinde insan gelişiminin evreleri üzerinde çalışırlar. Gelişim psikologları yaşa bağlı davranış değişikliklerinin tanımlanması, açıklanması ve ölçülmesiyle ilgilenirler. Gelişimdeki evrensel nitelikler, kültürel ve bireysel farklılıklar üzerinde çalışırlar. Doktora düzeyindeki gelişim psikologları, arştırma yapma ve öğretim üyeliği gibi faaliyetlerde bulunabilirler. Lisans ve yüksek lisans mezunu olanlar kreş ve gündüz bakımevlerinde, okulöncesi eğitim veren diğer kurumlarda, hastahane ve kliniklerde gelişim psikoloğu olarak çalışabilirler.Huzurevleri ve diğer merkezlerdeki yaşlıların belirlenen hedeflere yönlendirilmeleri, yetiştirme yurdu ve bakımevlerinde ergen ve gençlere uygulanan programların değerlendirilmesi türünde faaliyetleri de yürütürler.


Klinik Psikoloji (Klinik psikolog):


Zihinsel davranışsal ve duygusal bozukluğu olan bireyleri değerlendirip, tedavi ederler. Klinik psikologların ilgilendikleri sorunlar, gelişim dönemleriyle ilgili kısa süreli gelişimsel krizlerden (ergenlikteki başkaldırı ve orta yaşta kendilik değerindeki düşme gibi) fobi, depresyon ya da şizofreni gibi daha ağır sorunların tedavisine kadar değişebilmektedir. Pek çok klinik psikolog aynı zamanda araştırma da yapmaktadır. Araştırma konuları arasında başarılı bir klinik psikoloğun özelliklerini ve bir tedavinin etkililiğinde rolü olan faktörleri belirleme, başarılı yaşlanmayla veya çeşitli davranış bozukluklarıyla ilişkili olan etmenler, fobilerin nasıl geliştiği ya da şizofreninin nedenlerini belirleme gibi konular sayılabilir. Ayrıca bireyi değerlendirmek amacıyla test ya da ölçek uygulama ve yorumlama ile tedavi amaçlı bireysel ya da grup terapisi yapma da klinik psikoloğun önemli görevleri arasındadır. Lisans ya da yüksek lisans eğitimi olan klinik psikologlar kendi muayenehanelerini açamasalar bile, doktora eğitimli bir başka klinik psikoloğun gözetiminde çalışabilirler.


Nöropsikoloji ve Psikobiyoloji (Nöropsikolog):


Biyolojik sistemler ile zihnin işlevi ve davranış arasındaki ilişkiyi incelerler. Beynin biyokimyasal mekanizmaları, beyin yapılarının fonksiyonları, kimyasal ve fiziksel değişikliklerin davranışlara ve duygulara etkisini araştırırlar. Nöropsikolog, merkezi sinir sistemi bozukluklarının teşhis ve tedavisi ile ilgilenir ve davranış bozukluğunun teşhisi ve rehabilitasyonu için hastayla çalışır. Klinik nöropsikologlar, nöroloji, pediatri, beyin cerrahisi, psikiyatri kliniklerinde görev alırlar. Bu alanda yetişmiş akademik personel, nöropsikolog yetiştirir ve klinik psikolog ile tıp doktorlarının eğitimini üstlenir. Lisans ya da yüksek lisans derecesi olanlar nöropsikolojik değerlendirmede ya da araştırma laboratuvarlarında araştırma yardımcısı olarak çalışabilirler.

Okul Psikolojisi (Okul psikoloğu):


Okul psikologları özel ya da devlet okullarında çalışır, öğrencilere danışmanlık ve değerlendirme yaparlar. Ruh sağlığı ve öğrenme için gerekli çevresel koşulları düzenleme ile de ilgilenirler. Sınıf ortamını bozan ya da özel eğitime gereksinimi olan çocuklar ile ilgilenir, programlar geliştirir ve değerlendirir; sınıf yönetimi konusunda öğretmenlere eğitim verirler. Ailelere ve okul çalışanlarına da psikolojik ve eğitsel konularda danışmanlık yaparlar. Okul psikologları, anaokullarında, hastanelerde ve ruh sağlığı kliniklerinde çalışabilirler.

Psikometri (Psikometrist):


Psikolojik bilginin elde edilmesi ve uygulanması sırasında kullanılacak teknik ve yöntemler üzerinde çalışırlar. Zeka, kişilik, yetenek ve diğer alanlardaki testleri geliştirirler. Bu testler, klinik, danışmanlık, iş yaşamı, endüstri ve okul gibi alanlarda kullanılmaktadır. Psikometristler, araştırma desenleri, veri analizi ve verinin yorumlanması konularında da faaliyet gösterirler. Bu alanda çalışan psikologlar, matematik, istatistik, teknoloji, ve bilgisayar programları bilgileriyle donanmışlardır. Yüksek lisans derecesi olanlar genellikle endüstride, araştırma merkezlerinde ve test geliştirme alanında çalışırlar.

Sağlık psikolojisi (Sağlık psikoloğu):


Sağlık psikologları, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın sürdürülebilmesi için araştırmacı ve uygulamacı olarak çalışırlar. Sağlığı ve hastalığı etkileyen biyolojik, psikolojik ve sosyal etmenlerle ilgilenirler. İnsanların hastalıkla nasıl başedebildikleri, neden bazı insanların tıbbi önerileri izlemedikleri, acının en etkili bir biçimde nasıl denetlenebileceği ve kötü alışkanlıkların nasıl değiştirileceği ile ilgilenirler. Örneğin, sigara bırakma, kilo verme, stresi kontrol altına alma gibi konularda programlar ve sağlık kampanyaları düzenlerler. Duygusal ve fiziksel sağlığı iyileştirici sağlık stratejileri de geliştirirler.Ayrıca hasta-hekim ilişkisi ve sağlık personelinin sorunları da ilgi alanları içindedir. Sağlık örgütleri, kamu sektörü, hastane ve tıp merkezlerinde ya da polis güvenlik servislerinde çalışırlar. Henüz bu alanda oluşturulmuş bir yüksek lisans ya da doktora programı yoktur. Psikoloji bölümlerinin bazılarında verilen Sağlık Psikolojisi dersleri ve Türk Psikologlar Derneği bünyesinde verilen hizmet içi eğitim kurslarıyla eksiklik giderilmeye çalışılmaktadır. Genellikle psikologlar, psikolojinin klinik veya sosyal psikoloji alanlarında bir uzmanlaşmadan sonra bu alana yönlendirilmektedirler.

Sosyal Psikoloji (Sosyal psikolog):


Sosyal psikologlar insanların birbirleri ile nasıl etkileşime girdikleri ve sosyal çevrelerinden nasıl etkilendikleriyle ilgilenirler. Bireyleri, grupları ve grup davranışını, tutumları, önyargıları ve bunların oluşumu ile değişimini incelerler. Arkadaşlık, ikili ilişkiler, çekicilik ve saldırganlık gibi konular üzerinde araştırma yaparlar. Dolayısıyla sosyal psikolojide genellikle doktora derecesi gereklidir ve sosyal psikologlar çoğunlukla akademik ortamlarda çalışırlar. Ancak son yıllarda reklam şirketlerinde, hastanelerde, eğitim kurumlarında, mimarlık ve mühendislik firmalarında ve çeşitli kamu alanlarında araştırmacı-danışman olarak çalışmaktadırlar.

Spor Psikolojisi (Spor psikoloğu):


Spor psikolojisi, psikoloji ilkelerinin spor ortamına uygulanmasını içeren bir alt alandır. Spor psikologları hem akademisyen hem de uygulamacı olarak çalışırlar.Spor psikologları, uygulamacı olarak takımın performansını artırmaya ve takım içinde olumlu bir hava yaratmaya çalışırlar. Bir yarışma öncesindeki kaygı ve sonrasındaki başarısızlık duygusu ile nasıl başedilebileceği konularında sporculara yardımcı olurlar; ayrıca, sporcuların yarışma amaçlarına yoğunlaşmalarına ve güdülenmelerine yardım ederler. Araştırmacı spor psikologları ise sporda davranış ve performansı etkileyen faktörleri araştırırlar. Ülkemizde henüz gerçek anlamda spor psikolojisi eğitimi veren bir birim bulunmamakla birlikte bu alana duyulan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.

Trafik Psikolojisi (Trafik psikoloğu):


Trafik psikolojisi, psikoloji ilkelerinin trafik ve yol güvenliği alanına uygulanmasıdır. Türkiye de yeni bir alan olan trafik psikolojisinin etkinlikte bulunduğu alanlar; sürücü yeteneklerinin psikoteknik değerlendirilmesi, sürücülük tarzları ve trafikte risk alma davranışı, sürücü eğitimi ve rehabilitasyonu, ergonomi, trafik güvenliği için bilinçlendirme, trafik yasalarını yapan ve uygulayanlara danışmanlık, trafikle ilgili davranış tutum yetenek ve becerileri ölçme araçları geliştirme, bu konularla ilgili araştırmalar ve üniversitelerde trafik psikolojisi dersleri verme olarak sıralanabilir. Trafik psikolojisi alanında henüz üniversitelerimizde yüksek lisans programları yoktur. Ancak, Türk Psikologlar Derneği’nce düzenlenen sürekli eğitim programlarıyla alanda duyulan gereksinime yanıt verilmeye çalışılmaktadır
.
Son düzenleyen Safi; 17 Haziran 2016 04:14
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #3
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Psikoloji'nin Kelime Anlamı

Ad:  2.jpg
Gösterim: 951
Boyut:  13.0 KB
  • İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilimdir.
  • Bir grubu, bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünü.
  • Davranışsal.
  • (edebiyat) Herhangi bir edebiyat ürününde, kişilerin kişiliklerini belirleyen duyuş, düşünüş, davranış biçimi
Bilim Olarak Psikoloji
İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ve kendi içinde de dengeli bir gelişme sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir, önceden kestirebilir, kontrol edebilir. Böylece, insana bu gelişim ve uyum sürecinde yardımcı olabilir.
Günümüzde psikolojinin bulgularından, çok değişik alanlarda yaralanılır. Eğitim, tıp, endüstri, ekonomi alanlarında psikolojik bilgilerin kullanımı, insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme, gelişme, yetenekler, ilgi, zeka, heyacan, bellek, düşünme, öğrenme konularında elde edilen psikolojik bilgilerin eğitim alanında kullanılması ile bu alanda başarı yükselmiş, daha sağlıklı, daha modern bir eğitim anlayışı gelişmiştir.

Psikolojide Ekoller ve Yaklaşımlar


1879’da Alman psikolog Wilheim Wundt tarafından Leipzig’de kurulan psikoloji laboratuvarı ile psikoloji, deneysel bilim dalı olma ünvanını kazanmıştır. İlk psikoloji deneyleri burada yapılmıştır. Psişik olaylar fizik olayları gibi incelenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Avrupa`nın değişik yerlerinde ve Amerika`da da bir çok psikoloji laboratuvarı açılmıştır.

Psikoloji felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim haline geldikten sonra -kısmen de olsa- bazı filozofların düşünce biçimlerinin etkisinde kalmıştır. Sistem ve ekol halinde gelişen psikoloji akımları ortaya çıkmıştır. Ekoller genellikle tek yanlı görüşlerdir. İncelemek istedikleri konuyu temel ögeler açısından ele alırlar. Determinist anlayıştadırlar. Psikolojinin belli başlı ekolleri Strukturalizm (yapısalcılık zihin yapısı ile ilgili), Fonksiyonalizm (İşlevselcilik -zihin göreviyle ilgili psikoloji), Behaviorizm (davranış psikolojisi), Psikanalitik Psikoloji, Gestalt psikolojisidir.

20. yy. psikolojisi zihinsel süreçleri açıklamak için iç gözlem yöntemini kullanan yapısalcılıkla başladı, daha sonra psikanalitik psikoloji gelişti. Yapısalcılığa karşı olan davranışçılık ve Gestalt psikolojisi gibi akımlar ortaya çıktı. Daha önceki okulların tek yanlı determinist (belirleyici) görüşlerine tepki olarak da hümanistik (insancıl) psikoloji doğdu. 2. Dünya Savaşı sırasında ise ekoller önemini kaybederek, görüşler yavaş yavaş birbirine yaklaştı. Teorisyenler ve araştırmacıların aynı miktarda katkıda bulunduğu çoğulcu anlayış, ekollerin tek yanlı anlayışı yerine geçti.

Psikolojinin günümüzdeki durumunu daha iyi anlamamız için ekol ve yaklaşımcıları kısaca gözden geçirelim: Tabi bu yaklaşımlar kollektif bir ilmi bakış açısınıda yansıtır.

Psikolojinin Diğer Bilimlerle İlişkisi


Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması, onun diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirlerine yakın olan bilim dallarının ilişkisi diğerlerinden daha yoğundur. Örneğin insanı konu olarak ele alan antropoloji, etnoloji, sosyoloji, psikoloji daha yakın ilişki içindedir.

Psikoloji- Antropoloji:
Antropoloji, insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini, ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar.

Psikoloji- Etnoloji:

Etnoloji, insan toplumlarının günümüzde yada tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İnsanın, kişiliği, algıları, kanıları üzerinde içinde yaşadığı kültürün etkisi oldukça çoktur. Bu nedenle Etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur.

Psikoloji- Sosyoloji:
Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını, toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dalıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukça farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin, sosyoloji yalnızca insan toplumlarını incelemesine karşın psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler.
Son düzenleyen Safi; 19 Haziran 2016 03:31
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #4
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

PSİKOLOJİ


Psikoloji, insan davranışını, düşünce ve duygularını, bilimsel yöntemler kullanarak anlamaya, açıklamaya çalışan bir bilim dalıdır. Psikoloji insanı anlama bilimi olduğu kadar sanatıdır da. Bu nedenle Psikoloji eğitimi, güçlü kuramsal bilgi birikimi yanısıra, uygulamayı ve adına belki de çıraklık denebilecek bir eğitim ve olgunlaşma sürecini de içerir. Atılım Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün amacı, öğrencilerimizi, mükemmel kuramsal bilgiyle donatırken, daha lisans düzeyinde aktif bir biçimde, Psikoloji’nin uygulama alanlarında da deneyim kazanmalarını sağlamaktır. Bölümümüz, Psikoloji’nin alt dallarından sunduğu seçmeli dersler ile, her öğrencinin kendi ilgi ve kariyer hedeflerine uygun dersler almasına, olanak sağlamaktadır.

Öğrencilerimize, öğretim üyeleri ve öğrenci hizmet birimleri ile kuracakları bire-bir iletişim sayesinde, kendilerini bireysel ve profesyonel olarak geliştirmeleri için destekleyici bir ortam sağlanır.

Eğitimlerinin ilk iki yılında öğrenciler, Psikoloji’nin alt dallarını tanıyacakları, gelişim, öğrenme, bilişsel, sosyal, endüstriyel/örgüt ve klinik psikoloji gibi temel alan dersleri alırlar. Lisans öğreniminden sonra Psikoloji’nin uygulama alanında çalışmak isteyen öğrencilerimiz için, seçmeli ve uygulama (staj) derslerini belirleyerek, endüstriyel/örgüt psikolojisi ya da klinik psikoloji alanlarında yoğunlaşabilme imkanları bulunmaktadır. Psikoloji alanında yüksek lisans yapmak ve araştırmacı ya da akademisyen olmayı düşünen öğrencilerimiz ise 4. sınıfta, bir öğretim üyesi denetiminde kendi araştırma projelerini yürüterek, araştırma altyapısına sahip olabilirler.

Psikoloji Bölümü’nün amacı, mükemmele ulaşmayı hedefleyen öğrenciler ve mezunlar yetiştirmektir. Dünyadaki ve ülkemizdeki farklılıkların ve gerçeklerin farkında olan; toplum içinde ve toplum sorunlarına duyarlı; geniş ve esnek dünya görüşüne sahip; olaylara, analitik, eleştirel ve yaratıcı yaklaşabilen; bilimsel bilgiye evrensel düzeyde katkıda bulunacak psikologlar yetiştirmek hedefimizdir.
Misyonumuz, öğretimde, araştırmada ve uygulamada mükemmeli yakalamaktır. Bölümümüz, öğrencilerine,
  • yenilikçi ders programları ile kuramsal bilginin uygulamaya geçmesini sağlayarak
  • lisans düzeyinde araştırma olanakları sunarak
  • mesleki staj ve gönüllü toplumsal çalışmalar yapma imkanı vererek bu misyonu yerine getirmeye çalışmaktadır.

Çağdaş Psikolojide Uzmanlık Alanları


Çağdaş psikolojide uzmanlık alanlarını “Deneysel Alanlar” ve “Uygulamalı Alanlar” olarak sınıflandırabiliriz. Deneysel alanlar daha çok akademik araştırmalar içerir. Uygulamalı alanlar da akademik çalışmalarla elde edilen bilgiler pratik hayata uygulanır. Bu uygulamalardan çeşitli psikoloji alanları doğmuştur.

Deneysel Alanlar:
Deneysel alanlarda psikolojinin amacı daha çok teoriktir. Bilmek için araştırmak, bilimsel amaç esastır. Buna Akademik Psikoloji de denilmektedir. Bunlar:
Genel Psikoloji: Psikoloji ile ilgili prensipler ve davranışın temellerini araştıran, psikolojinin temel kavramlarına anlam kazandıran psikoloji dalıdır.
Genetik Psikoloji: İnsan veya türünü, başlangıç ve gelişimi açısından incelemeyi konu edinen psikoloji dalıdır.
Deneysel Psikoloji: Laboratuvar deneylerinin yapıldığı, hipotezlerin gerçekleşmesi ile ilgili deneysel araştırmaların sürdürüldüğü ve davranışların açıklandığı psikoloji dalıdır.
Sosyal Psikoloji: Bireyin toplumla ilişkilerini ve toplumun bireyi etkilemesi ile ilgili olaylar üzerinde araştırmalarını sürdüren psikolojidir.
Çocukluk, Gençlik, Yetişkinlik Psikolojisi: Çocukluk psikolojisi, bebeklikten ergenlik dönemine kadar olan davranışlarda, gençlik psikolojisi 12-20 yaşları arasındaki davranışlarda, yetişkinlik psikolojisi 20 yaştan itibaren meydana gelen davranış değişmelerini ve gelişmelerini araştıran psikoloji alanıdır.
Fizyolojik Psikoloji: İnsanın anatomik yapısı, sinir sistemi, salgı bezleri v.b fizyolojik olayların davranışlarla ilişkisini araştıran psikoloji dalıdır.
Karşılaştırmalı Psikoloji: Farklı cinslerde görülen davranışların karşılaştırılmasını ve farklılıklarını inceleyen psikoloji dalıdır.
Ayrıca insan davranışlarını inceleyen “insan psikolojisi”, hayvan davranışlarını inceleyen “hayvan psikolojisi” başlıca uzmanlık alanları olarak sıralanabilir.
Evrimsel psikoloji: Evrimsel psikoloji evrimsel biyoloji ve bilişsel psikolojinin birleşmesinden oluşmuştur. Zihinsel süreçlerin de doğal seleksiyon sonucu oluştuğunu ve her birinin adaptif bir önemi olduğunu savunur. Bu açıdan davranışlarımızın kökenleriyle ilgilenen bir psikoloji disiplinidir.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:23
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #5
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  3.jpg
Gösterim: 866
Boyut:  10.3 KB

Psikolojide Araştırma Yöntemleri

Bilimlerin amacı, olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola, her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler, korelasyonel yöntemler, deneysel yöntemlerdir.

Betimleyici ve Tanımlayıcı Yöntemler:
Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır.

Tarama Yöntemi:
Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır.

Test:
İnsanların zekalarını, ilgilerini, yeteneklerini, tutumlarını, kişiliğini v.b. ölçmek amacıyla kullanılır.

Anket:
Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanarak yazılı cevaplar aracılığı ile gözlemde bulunma işidir.

Doğal Gözlem:
Olayların doğal durumda izlenmesidir.

Görüşme:

Görüşme, karşılıklı konuşmadır.Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir gurup insanla da olabilir.

Vaka:

Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların, önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların ona nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için psikolog incelediği kimsenin ailesi, arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşur. Elde ettiği bilgileri nesnel olarak kaydeder. Davranışların nedenlerini ortaya çıkarırkan bu bilgilerden yararlanır.

Korelasyonel Yöntemler:
Korelasyonel:
Birlikte değişme gösteren olaylar arasında çeşitli anlamlılık düzeylerinde belirlenen ve nedensellik bağları kurmanın başlangıç noktası olan ilişki.

Deneysel Yöntemler:
Doğal gözlem, varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer.

Doğal Gözlem:
Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimidir.

Varsayım:
Olaylar ve olgular arasında neden- sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü.

Gözlem:
Olayın başından sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesidir. Deneysel yöntemde, bu aşamada kastedilen, doğal olmayan gözlemdir.

Güdümlü Gözlem:
Olayların yeri, zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimidir. Nelerin, nasıl gözlenebileceği, nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir.

Deney:
Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem yada deneyleme sürecinin ürünüdür. Diğer bilimlerde olduğu gibi deney yöntemi, psikolojide de araştırmaların temelidir

Son bir-iki yıldır günlük yaşantıda adını sıkça duyduğumuz, basın ve medya yoluyla insanların tanıştığı bir anksiyete bozukluğudur.Anksiyete bozukluklarında, kişiler yaşadıkları durumların tehlikeli olduklarına dair, düşünce ve imajlara sahiptirler.

Ortamı ve kendilerini yanlış algılamaları ve yorumlamaları anksiyeteye sebep olmaktadır. Panik-atak litaratürde tek başına kodlanan bir bozukluk değildir. Genelde agorafobi ile (sokakta, kalabalık yerlerde, açık alanlarda tek başına kalamama) birlikte görülür. Aşağıda belirtilen semptomlardan dördünün veya daha fazlasının bir ay veya daha fazla süredir yaşanıyor olması gerekmektedir.
  • ÇARPINTI
  • TERLEME
  • TİTREME
  • NEFES DARLIĞI - BOĞULUYORMUŞ HİSSİ
  • SOLUK KESİLMESİ
  • GÖĞÜSTE SIKINTI - AĞRI
  • BULANTI - KARIN AĞRISI
  • BAŞ DÖNMESİ-BAYILACAKMIŞ HİSSİ
  • ÖLÜM KORKUSU
  • GERÇEK DIŞI DUYGULAR
  • KONTROLÜNÜ KAYBETME KORKUSU
  • KARINCALANMA - UYUŞMA
  • ÜŞÜME-ÜRPERME-ATEŞ BASMASI
Yaşantıyı oldukça kısıtlayan, sorunu yaşayan kişilerin tekbaşlarına faaliyetlerini sürdürmelerini engelleyen bu bozukluk, doğru ve istikrarlı terapi sürecinden sonra kontrol altına alınabilir.Endişe hali tanımlanması zor olan davranış modelleri sergiler.

Kaygı (Anksiyete) herkes tarafından yaşanan bir durumdur genelde korkuya benzer; ama sözgelimi saldırgan bir hayvanın yarattığı korkudan farklı olarak kaygıda bir korku nesnesi yoktur.

Panik atak (panik bozukluk) günlük yaşamda sık karşılaşılan karmaşık bir kaygı türüdür. Bu durumdaki kişiler birden başlayan ağır panik nöbetlerine tutulurlar. Panik atağın tipik belirtileri kalp çarpıntısı, baş dönmesi, yönelim bozukluğu, soluk alma güçlüğü, kontrolünü kaybetme duygusu ve bulunulan yerden hemen uzaklaşma dürtüsüdür. Birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilir.

Panik ataktan sonra kişide yeni bir atakla karşılaşmaya ilişkin ikincil bir kaygı oluşur. Bu korku kolayca ve anlaşılabilir biçimde ,yeni bir atak geldiğinde toplum içinde olma korkusuna dönüşür. Dolayısıyla kişi toplu yerlerden kaçmaya başlar (agorafobi).

Toplumun yüzde 2-4' lük bir kesmini etkileyen bu sorun özellikle 15-40 yaş arasındaki kadınlarda sık görülür. Günümüzde panik atak ve agorafobinin ruhsal durumdan çok genetik yapıdan kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bu varsayımı destekleyen bulgular aşağıdaki gözlemlere dayanmaktadır:
  • Panik atak bazı ailelerin bireylerinde daha sık görülmektedir.
  • Tek yumurta ikizlerinin ikisinde birden görülme sıklığı çift yumurta ikizlerine göre daha yüksektir.
  • Panik atak bazen sodyum laktat gibi özgül biyokimyasal uyaranlarla başlayabilmektedir. (Sodyum laktat normalde aşırı çalıştırılan ya da kan dolaşımı yeterli olmayan kasların saldığı bir maddedir.)
  • Kaygı giderici olarak kullanılan bir çok ilaç panik atakta etkisiz kalmaktadır.
  • Geleneksel psikoterapi panik atak tedavisinde yararlı olmamaktadır.
  • Panik atakta ilaç tedavisinin amacı, kişide ataktan sonra ortaya çıkan ve yeni atak beklentisine karşı oluşan ikincil kaygıyı gidermektedir. Bu tedaviden sonra kişinin topluluk içindeki etkinliklere katılmasını sağlayıcı sosyal rehabilitasyon da uygulanmalıdır.
Ayrıca panik atakları başlatabilecek durumların üstesinden gelmede kişiye yardımcı olmak gerekir. Panik atakların tedavisinde ilaçları ya da davranışçı yaklaşımı üstün tutan görüşler arasında öteden beri süren bir tartışma vardır. Bununla birlikte ilaç tedavisini izleyen ruhsal tedavinin bu hastalarda denenmesi gereken yol olduğu söylenebilir.
Son düzenleyen Safi; 19 Haziran 2016 03:32
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #6
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

PSİKOLOJİ EKOLLERİ

Behaviorizm (Davranışçılık) :
Birinci Dünya Savaşı sıralarında behaviorist denilen bir grup Amerikan psikoloğu, yapısalcılığa ve işlevselciliğe karşı çıkmışlardır. Bilincin iç gözlem yöntemi ile incelenmesine kuşku ile bakmışlardır. Bilinç hallerinin değil, ama davranışların, gözlenebilir durumların incelenmesi gereklidir. Psikolojinin bilim haline gelebilmesi için gözlenebilir, ölçülebilir fenomenlerin doğa bilimlerinde kullanılan objektif ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerekir. Gerek yapısalcıların, gerekse işlevselcilerin kullandıkları iç gözlem yönteminin kullanılması bilime aykırıdır. Davranışçıların önde gelen temsilcileri Watson, Pavlov ve Dashil'dir. Bunlar bilinç kavramını bir yana bırakıp davranışları incelemişlerdir. Davranışçılara uyaran (stimulus)-tepki (response) psikologları da denir. Davranışçılara göre objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçılar, gözlem ve deney yöntemini kullanırlar. Davranışçılar, organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve hayvanlarda birbirinin aynı olduğu kanısındadırlar. Bu nedenle hayvanlar üzerinde psikolojik araştırmalar yapmışlardır. Örneğin Pavlov koşullu öğrenme deneylerini köpekler üzerinde yapmıştır.

Bilişsel Yaklaşım :
Bilim ve biliş (cognition) olguları hep insanın ilgisini çekmiş, değişik yaklaşımların konusu olmuştur. Bilgi edinme ve bilinçli duruma gelme sürecinin öğrenme, davranış üzerindeki etkileri psikolojinin konusunu oluşturur. Çağdaş biliş anlayışında iki yaklaşım göze çarpar. Bunlardan biri Bilgi işlemi yaklaşımdır. Bunda düşünceyi ve usavurma (akıl yürütme) süreçlerini açıklamak amaçtır. Bu yaklaşım insan zihnini çeşitli programlara göre bilgi edinmek, bilgiyi işlemek, depolamak ve kullanmak üzere tasarlanmış gelişkin bir bilgisayar sistemi olarak ele alır. Diğer yaklaşım Jean Piaget'nin çalışmalarına dayanan yaklaşımdır. Gelişme psikolojisi alanındaki çalışmaları ile tanınan Piaget, çocuğun yetişkinliğe değin bir dizi zihinsel gelişim evrelerinden geçtiğini savunmuştur. Piaget, çocukta dört gelişim evresi saptamıştır. Piaget'nin gelişme ile ilgili görüşleri eğitim anlayışında değişiklikler getirmiştir. Belli kavramların özümlenebilmesi için zihinsel gelişmede belli aşamaların tamamlanmış olmasının gereği anlaşılmıştır. Öğretmenin görevi çocuğa yalnızca bilgi aktarmak değil, ona dünyayı keşfetmesinde rehberlik etmektir. ABD'li psikolog ve eğitimci Jerame S. Bruner, küçük çocuklarda algı, öğrenme, bellek gibi biliş biçimleri konularındaki çalışmaları ile eğitim anlayışında etkili olmuştur. Çalışmaları, ders programlarının yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bruner'e göre; bütün çocuklarda doğal bir merak ve değişik konulara ilgi vardır. Hangi gelişim amacında olursa olsun her çocuğa uygun biçimde verilmesi koşuluyla her konuyu öğretmek mümkündür.

Biyolojik Yaklaşım :
Buna psikobiyolojik yaklaşım da denilebilir. ABD'li psikiyatr Adolf Meyer`in öncülüğünü yaptığı Psikiyatri Okulu`nun yaklaşımıdır. Meyer, insanı bütünselliği olan biyolojik bir birim olarak kabul eder. İnsan davranışını anlayabilmek için psikoloji ve sosyolojiden yararlanmak gerekir. Meyer'e göre zihinsel bozukluklar organik ve kalıtsal etkenlerin karmaşıklaştırdığı gerçekçi olmayan beklentiler ve yanlış alışkanlıkların sonucunda ortaya çıkar.

Fonksiyonalizm (İşlevselcilik) :
William James, James B. Angell ve John Dewey gibi Amerikan filozoflarının ve eğitimcilerinin oluşturduğu ekoldür. Fonksiyonalistler, yapısalcıların görüşlerine karşı çıktılar; onlara göre bilincin ne olduğundan çok, ne için olduğunu bilmek önemlidir. Yani bilincin amacı ve işlevini bilmek asıl amaç olmalıdır. Bunlara göre insan davranışlarını anlamak için sadece bilinç olaylarını çözümlemek yoluyla incelemek yeterli değildir. Bilinç incelenmelidir ama bunun yanında insanın çevresine uyumunda yardımcı olacak, öğrenme gibi duyum davranışları da incelenmelidir. İşlevselcilik davranışı, çevreye uyum süreci olarak tanımlamıştır. Bu ekolün amacı algılama, düşünme, duygulanma gibi içsel eylemlerin, hayatta karşılaşılan çeşitli problemlerin çözümlenmesine nasıl yardım ettiğini açıklamaktır. İşlevselciler eyleme ve yararcılığa dönüktür. Fonksiyoncular, yöntem olarak içgözlem ve gözlemi kullanmışlardır. Davranışları özel olarak da öğrenmeyi açıklamaya çalışmışlardır.

Gestaltçı Yaklaşım :
Max Wertheimer, Kurt Kofka, Kurt Lewin gibi Alman psikologlarından oluşan psikoloji ekolüdür. Algı ve bellek konusunda inceleme yapmışlardır. İç gözlem, gözlem ve deney yöntemlerinden yararlanmışlardır. Görüşleri özellikle eğitim alanında kullanılmıştır. Gestalt psikolojisinin temsilcileri davranışların bir bütün olduğunu, bunun parçalara ayrılamayacağını savunmuşlardır. Gestalt psikolojisine göre parçaların bir bütünlük içinde anlam kazanması önemlidir. Örneğin bir tablo, tuval, boya ve renklerin toplamından çok daha farklı bir şeydir. Tek tek anlamı olmayan parçalar bütünlük halinde anlam kazanır.

Hümanist (İnsancı) Yaklaşım :
Çağdaş bir psikoloji akımıdır. Kurucuları Gestaltçılardan etkilenmiştir. Varoluşçu felsefe akımının görüşlerini benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın öncü ve temsilcileri Rogers, Maslow, Sartre, Charolette Bühler, Frankl, Binswagner'dir. Davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlara karşı görüşleri vardır. Özellikle insanı ele alışları açısından öteki ekollerden ayrılırlar. Bu yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin yada iş örgütüdür, aracı haline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan için bilim amaç değil, ancak araç olabilir. İnsanı tanırken dogmatik görüşlerden kaçınmak gerekir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için iç gözleme baş vurmak zorunludur. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yordanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır. Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarını kontrol etmektir. Oysa Hümanistik yaklaşımda olanlar, psikolojik kontrolün insanlığın zararına kullanılabileceği inancındadırlar. Örneğin, iyi insan yetiştirmek doğru amaç gibi gelebilir. Ancak bu konuda çok çeşitli görüşler ortaya atılabilir.

Psikodinamik Yaklaşım :
19. yüzyılın sonunda Sigmund Freud öncülüğü ile bir grup doktor, akıl ve ruh hastalıklarını psikolojik açıdan incelemeye çalışmışlardır. Zira bu hastalıklardan bir çoğunun fiziksel veya organik kaynakları bulunamıyordu. Hastalıkların kaynaklarının bulunmasında önce hipnoza başvurulmuştur; daha sonraları da psikanaliz yöntemi geliştirilmiştir. Freud, akıl hastalıklarının psikolojik nedenlerini incelerken "Bilinçaltı" nı keşfetmiştir. Freud ve arkadaşları psikoz ve nevrozların çoğunun, kişinin çocukluktan itibaren tatmin edilmemiş olan arzu ve ihtiyaçlarının baskı altına alınmasından, bilinç dışına itilmesinden meydana geldiğini öne sürmüşlerdir. Kliniklerde yaptıkları deneylerde bunu kanıtlamaya çalışmışlardır. Freud'a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı üç düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantıların farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. İkinci düzey bilinç öncesidir, burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir, ama istediği anda bilinç alanına çıkabilir. Üçüncü düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anıları, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarını şu ya da bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar. Freud'a göre anormal davranışlar, aslında insanların ruhsal çatışmalarından kurtulabilmek için başvurdukları çabalardır. Bu nedenle bu davranışlar asla anlaşılmayacak olan davranışlar değildir. Normal davranışlarla aralarında yalnızca bir derece fark vardır. Freud, ayrıca kişilik konusunda da yeni bir görüş getirmiştir. İnsanın id-ego-süper ego denilen üç yanını ve bunların etkileşimini incelemiştir. Özet olarak psikanalitik psikologlar (Freud, Adler ve Jung) akıl hastalıklarını ve bilinçaltını klinik yöntemlere ve gözleme başvurarak incelemişlerdir. Psikolojinin bulgularını hekimlik alanında kullanmışlardır.

Strukturalizm (Yapısalcılık) :
1879'da Wilhelm Wundt'un psikoloji laboratuarını kurması ile deneysel psikolojinin temelleri atılmıştır. Wundt, ilk çalışmalarında duyum ve imgeleri araştırdı. O ve izleyenler karmaşık zihinsel yaşantıların yapısını incelemeye çalışmıştır. Bu nedenle bu ekole yapısalcılık denir. Örnek aldıkları bilim dalı kimyadır. Kimyada, nasıl birleşik maddelerin yalın elementlerden oluştuğu çözümleme ile anlaşılıyorsa karmaşık bilinç olaylarının yapısal açıdan çözümlenmesi ile de psişik olayların daha iyi anlaşılıp açıklanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre psikolojinin amacı, bilincin karmaşık yapısını çözümlemek, zihnin en yalın öğelerini araştırmak ve bunlar arasındaki ilişkileri bulup yasalar halinde formüle etmektir. Artık duyumlar, algılar, anılar laboratuarda incelenmeye başlanmıştır. Yapısalcıların araştırmalarında kullandıkları yöntem iç gözlem ve deneydir. Temsilcileri Wundt ve Titcher'dir.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:34
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #7
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

Psikologlar


Bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar. Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar. Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir.

Psikologların çoğu,işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya çalışmaktadırlar.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar.

Ünlü Psikanalizciler

Anna FREUD


(1896-1982)
1910’dan beri sürekli babasının yazılarını okuyordu ancak psikolojiyle ciddi anlamda ilgilenmeye 1918’de başladı. 1920’de babasıyla birlikte Uluslar arası Psikanaliz Kongresine katıldı. 1922’de Viyana Psikanaliz Derneği üyelerine “Hayaller ve Saldırganlık” (Beating Fantasies and Daydreams) adlı yazısını sundu. 1923’te çocuklarla psikanaliz çalışmalarına başladı. 2 yıl sonra Viyana Psikanaliz Eğitim Enstitüsü’nde “Çocuk Analizi Tekniği” üzerine dersler verdi. Bu alanda yaptığı çalışmaları, anne-baba, öğretmenler için bir seri konferanstan oluşan “Çocuk Analizinin Tekniği” (İntroduction to the Technique of Child Analysis) adlı kitabında topladı. 1927-34 yılları arasında Uluslar arası Psikanaliz Derneği’nin genel sekreterliğini yaptı. “Goethe Ödülü”nü aldı. 1935’te Viyana Psikalaniz Enstitüsünün yöneticisi oldu. 1935’te “Ego Savunma Mekanizmaları” (The Ego and the Mechanisms) adlı kitabını yazdı. Kimsesiz çocuklar için bir çocuk yuvası kurdu ve 80 çocukla yakından ilgilendi. Dorothy Burlingham ile birlikte “Savaş Çocukları ve Ailesiz Çocuklar”ı yayınladı. 1950’lerden itibaren ABD de düzenli olarak konferanslar verdi. 1970’lerde, çocukların duygusal yoksunluk nedenleri, sosyal zararları, sapmalar, gelişim gecikmeleri gibi problemler üzerine yoğunlaştı. Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesinde “Suç ve Aile” üzerine seminerler verdi. 1980’de Harvard Üniversitesi’nden “Fahri Doktor” unvanını aldı. Ölümünden sonra yıllarca çalıştığı Hampstead Clinic’in adı “Anna Freud Center” olarak değiştirildi

Carl Gustav JUNG


İsviçreli Jung Freud'un öğrencisiydi ve 1912'de Freud'dan ayrıldı. Jung, ruhsal dinamikleri anlamak için, hastanın kendisini değerlendirmesini dinlemenin yeterli olmadığını, ortak (toplumsal) bir bilinç altının da olduğunu öne sürdü. Bu toplumsal bilinç altının öğeleri, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana tüm insanların bilinçaltında tek tek taşıdıkları kültürel ilk örneklerdi. Jung, ortak bilinçaltından yola çıkarak düşleri yorumladı.

Alfred ADLER


(1870-1937)
Adler de Freud'un öğrencisiydi ve O da Jung gibi 1912'de ustasından ayrıldı. Sorunlarımızın kökenine inmektense, kendimizi pratikte işe yarayacak kadar tanımanın önemli olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden "bireysel psikoloji"yi kurdu. Ona göre nevrozlar 5 yaşında yaşanan aşağılık yada üstünlük kompleksinden oluşuyordu. Analistin görevi "toplumsal duyuşu" oluşturan nevrozları dengelemekti.

Otto KERNBERG


Kernberg, Nesne İlişkileri Ekolü’nün A.B.D.’de ve dünyada yaygınlaşıp benimsenmesinde büyük rol oynamış; 60’lı yılların sonundan bu yana yazdığı makale ve kitaplar, verdiği seminerler ve konferanslar ile psikanalitik camianın ilgi odağı olmuştur. Otto Kernberg, Klein, Hartman, Mahler, Anna Freud ve Erikson gibi kuramcıların gelişim konusunda öne sürdüklerini çok başarılı bir şekilde harmanlayarak kendine ait bir gelişim modeli oluşturmuştur. Kariyerinin son yıllarında yoğun olarak “cinsel heyecan” ve “erotik arzu”nun doğası üzerine yazmıştır. Kuramındaki gelişim modeli ve psikopatoloji etyolojisi açısından cinsellik ve aşk duygularını araştırmaktadır. Psikanalize ve psikiyatriye en önemli katkılarından biri, “sınır kişilik örgütlemesi”ni tanılandırılması, sınıflandırılması ve terapisi ile ilgili çalışmalarıdır.

Karen HORNEY


(1885-1952)
1885'te Hammbur'da doğdu. 1904'te anne ve babası ayrıldı. Bu durum Karen'ın stressli yaşamının başlangıcı oldu. 1906'da tıpfakültesine girdi. 1909'da hukuk öğrencisi Oscar Horney ile evlendi. 1910'da annesi vefat etti. Ailesiyle yaşadığı çatışmalar ve zor koşullar onu psikanalize yöneltti. Freud, "evlendiği adam babasından farklı biri değil" demişti. Caren Horney, tıp öğreniminden sonra Berlin Psikanaliz Enstitüsü'ne girdi. Birçok enstitüde görev alan Horney, New York Psikanaliz Enstitüsü'ndeki görevine son verildikten sonra "Association for the Advancement of Psychoanalysis"i kurdu. Psikanalizin ilerlemesine ve bireyler arası ilişkilerin incelenmesine önemli katkıları olmuştur.

Melanie KLEİN


Temelde Freud’un izinde olan ve Budapeşte’den Berlin’e, oradan da 1926 yılında İngiltere’ye göç eden Klein, çocuklarla sürdürdüğü psikanalitik çalışmalarında ilgisini içleştirilmiş objelere odaklaştırarak psikanaliz kuramına farklı bir boyut getirmiştir. Yaşamın ilk yılının ruhsal gelişimin en belirleyici dönemi olduğunu vurgulayan Klein, 3-6 yaşları arasında yaşandığı düşünülen Oediepus Kompleksinin aslında yaşamın ilk ayının ikinci yarısında yaşanan memeden kesilme süreci içinde yer aldığı görüşündedir. Klein’a göre iç güdüsel dürtüler, spesifik obje ilişkileri içine geçişmiş karmaşık ruhsal fenomenlerdir. Klein’ın görüşleri başlangıçta İngiliz Psikanaliz Derneği’nde sert tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Zamanla kuruluş içinde Klein’ı destekleyenler, ona karşı olanlar ve tarafsızlar olmak üzere 3 grup olmuştur. Klein ve Fairbairn’in çalışmaları ile “Şizoid İnsan” tipi tanımlanmıştır.

Heinz KOHUT


(1913-1981)
Benlik Psikolojisi ekolünün kurucusu Heinz Kohut, geliştirdiği kuramı Freud'un teorisinin tamamlayıcısı olarak görmekteydi. "Benlik nesnesi" kavramını ortaya attı (Çocuk tarafından benliğin parçası olarak algılanan nesne-kişi). İnsan yapısını iki kutuplu olarak görür. Bu durumu "iki kutuplu benlik" olarak tanımlar. Bir kutupta hırslar ve tutkular, diğer kutupta ise idealler ve değerler vardır. İnsanın psişik süreçleri bu iki kutup arasında gerilime tabidirler. Kohut'a göre patalojik boyuttaki erotizasyon ve saldırganlık Freud'un iddia ettiği gibi, birincil iç güdüler değil, hayal kırıklıkları sonucunda oluşan tepkilerdir.

Otto RANK


(1884-1939)
Freud'un gözde oğullarından biriydi. Çok yoksul bir aileden geliyordu. 25 yaşına kadar çilingirlik yapmıştı. Ancak öğrenim yaşamına devam etmeye karar vererek 25 yaşından sonra okulunu dışardan bitirdi. Tıp mezunu olmayan psikanalistlerdendir. 28 yaşında Viyana Psikanaliz Derneğinin Sekreterliğine başladı. 1924'te Amerikan Psikanaliz Derneğinin fahri üyesi oldu. Sandor Ferenezi ile birlikte daha az otoriter, daha çok eşitlikçi, psikoterapi odaklı, burada ve şimdi ilkesiyle hareket eden, gerçek ilişkiye dayanan, daha çok, geçmiş öykü, karşı aktarım, bilinçaltı üzerinde yoğunlaşan bir terapi ilişkisi geliştirdi. Rank'ın "Doğum Travması" (1924) adlı kitabı üzerine çıkan tartışmalar Freud'dan ayrılmasıyla sonuçlandı. Otto Rank, görüşlerinde anne-çocuk ilişkisi ve oediepus kompleksi üzerine yoğunlaşıyordu.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:37
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #8
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

Psikanaliz Ekolleri

(Dinamik Psikoterapi)


1940’lardan sonra psikanalizin bir evrim sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Klasik psikanaliz, haftada 4-5 seanstan oluşan ve hastanın serbest çağrışımla çözümlenmeye çalışıldığı bir yaklaşım uyguluyordu. Buna karşılık yeni psikanalistler seans sıklıklarını azaltmışlar, serbest çağrışım tekniğinden farklı teknikler geliştirmişler ve serbest çağrışım olmadan da bilinçaltına ulaşılabileceğini savunmuşlardır. Freud sonrası gelişen ve DİNAMİK PSİKOTERAPİ adı altında toplanan olgular, birbirlerinden bir takım özelliklerle ayrılan bir ekoller bütününü oluşturur. Günümüzde psikologlar Freud temelli 280 kuramı hastalarına uyguluyorlar. Aynı zamanda dinamik ve dinamik olmayan 400’ü aşkın psikoterapi tekniği kullanılıyor. Bunların arasında; ortam terapisi, meşguliyet terapisi, sanat terapileri, çeşitli grup terapileri, aile danışmanları, evlilik danışmanları, çocuk terapileri, yeni doğan psikiyatrisi göze çarpmaktadır.
Bugün psikanaliz, doğuşundan bir asır geçtikten sonra hiç olmadığı kadar canlı. Üstelik temel kuramları zamanla zenginleşse de özde aynı kaldı.
Günümüzdeki psikanaliz ekollerini dört başlık altında toplayabiliriz. Dürtü-Savunma Ekolü, Obje İlişkileri Ekolü, Ben (ego) Psikolojisi, Benlik Psikolojisi.

Tüm psikanaliz ekollerinin temelinde yedi ana varsayım vardır. Bunlar:
Psikolojik determinizm: Tüm insan davranışlarının bir anlamı vardır. İnsan zihninin belli bir takım işleyişi, belli yasalar çerçevesinde diğer işleyişlere bağlıdır. Sonuçlara bakarak sebeplere ulaşmak olasıdır.

Bilinçdışı süreçlerin varlığı: İnsan zihninin belli bir katmanındaki bilgiler, izlenimler, ihtiyaçlar, bilinçli alan tarafından algılanamaz, kullanılamaz.

Motivasyonun amaç yönelimli ve dinamik niteliği:
İnsan zihni dürtüler tarafından harekete geçirilir. Zihin amaca yönelik işler. Amaçsa, dürtüleri doyuma kavuşturmak, acıdan kaçınmaktır.

Epigenetik gelişim: Her gelişim, birbirini takip eden dönemlerden oluşur ve her dönemin bir kriz noktası vardır. Herhangi bir döneme ait kriz noktası aşılamazsa, bir sonraki döneme ait kriz noktasının aşılması engellenir.

İnsan zihninin zamanın belli bir noktasında sahip olduğu işlevler: İnsan zihninin üç öğesi vardır. İd, ego, süperego. İd, içgüdülerin, dürtülerin, doyurulmayı bekleyen gereksinimlerin haznesidir. Süperego, töresel, ahlaki içselleştirmelerin, yasaların, yasakların, değerlerin ve ideallerin katmanıdır. Ego, bu iki katman arasında yer alan ve savunmaları ile birbirine zıt iki kuvvet arasında denge kurmaya çalışan bir katman ve bünyedir.

Psişik aygıtın adaptif özelliği: İnsan sadece dürtüler, yasalar ve yasaklara göre yaşamaz, aynı zamanda gerçeklik yönelimli planlamalar, stratejiler, yargılar oluşturmak, ayakta kalmak için çevreye en adaptif yanıtları vermek durumundadır.

İnsan varlığının psikososyal yanı: İnsan içinde yaşadığı toplumdan etkilenir ve toplumu etkiler.

DÜRTÜ SAVUNMA EKOLÜ


Dürtü savunma ekolünde odak, dürtüler ve bunlara karşı koymaya çalışan savunmaların yarattığı çatışma üzerinedir. Arzular, istekler, gereksinmeler, ki daha çok vücut çıkışlı gerilim yükselmeleridir, doyurulmayı beklerken sosyal gerçekler, yasaklar ve cezalandırmalarla karşılaşırlar. Bu çatışma sonucunda, ortaya çıkan olgular, kaygı, suçluluk, utanç, ketlenme, semptom oluşumu ve patolojik kişilik özellikleridir.
Zihnin yapısı, altben, ben ve üstben üçlemesinden oluşur. Psişik aygıtın enerji kaynağı cinsellik ve saldırganlık ile ifade edilen ikili iç güdüdür. Gelişim, birbirini izleyen psikoseksüel devrelerden oluşur. Oral, Anal, Fallik, Oedipal ve Gizil devreler.
Analizde değişimi sağlayan etken, "aktarım"ın (transference) yorumlanmasının olanak sağladığı çatışma çözümüdür. Analistin en önemli rolü aktarımın yorumunu yapmaktır.

BENLİK (SELF) PSİKOLOJİSİ
Self ( kendi, kendilik, benlik) psikolojisi, insanın kendine verdiği değeri ve bütünlüğünü koruyabilmesinde dış ilişkilerinin önemini vurgular. Bu kuramsal yaklaşıma göre, tedaviye gelen kişi, kendini iyi hissedebilmek için diğer insanlardan gelecek olumlu tepkilere aşırı bir ihtiyaç duyar.
Self psikolojisi Heinz Kohut’un ciddi narsistik bozukluklar gösteren hastaların psikanalitik tedavisi sırasında edindiği izlenimler sonucu geliştirilmiştir. Bu insanlar tedavi ortamına klasik nevrotik hastalardan farklı belirtiler getirmekte ve tanımlamakta güçlük çektikleri bir çöküntüden ya da ilişkilerindeki doyumsuzluktan yakınmaktaydılar. Kendilerine verdikleri değer, çevrelerindeki insanların tepkilerinden kolayca etkilenebiliyordu. (Kohut'un Pataloji Kategorileri)
Kohut, bu hastaların iki tür transferans geliştirdiğini gözlemledi. Ayna transferansı ve idealize ederek transferans.
Ayna transferansında hasta sürekli terapistinin onayını ve beğenisini arar. Bu arayış, çocuğun ilgi çekme gösterilerine karşılık annesinin gözlerinde pırıltı aramasını andırır. Kohut’a göre anneden gelen onaylayıcı tepkiler normal bir gelişim için büyük önem taşır ve çocuğun kendisine önem verebilmesini sağlar. Anne onaylayıcı tepkiler vermediğinde, çocuk bütünlük duygusunu sürdürmede ve kendine olan saygısını korumada güçlük çeker. Bütünlüğünü koruyamayan çocuk umutsuzluk içinde kusursuz olmaya ve "performansı" ile ebeveynini etkilemeye çalışır. Tedaviye gelen bir yetişkin de ayna transferansı geliştirdiğinde, terapisti için performans göstererek ondan onay alabilme çabalarına girebilir.
İdealize ederek transferansta tedaviye gelen kişi, terapisti sınırsız gücüyle rahatlatan ve iyileştiren bir varlık olarak yaşar. Ayna tepkisini zaten alamayan çocuğun, anneyi idealize etme ihtiyacı da karşılanamamış olabilir. Böylesi bir geçmiş yaşantı, idealize etme ihtiyacının tedavi ortamında terapiste yöneltilmesine neden olur.

Bu iki transfer türü, çocukluğun ilk dönemlerindeki yetersiz ebeveyn sonucu oluşan dağılma eğilimine karşı geliştirilmiş çabalardır. Bu ekole göre temel anksiyete, “dağılma anksiyetesi”dir. İnsanın selfobje tepkilerinden yoksun kalması sonucu dağılacağı ve psikolojik ölümüyle yüzleşeceği korkusunu tanımlar. Self psikolojisine göre, uyuşturucu kullanımı, cinsel davranış sapmaları, yemek yeme nöbetleri gibi bir çok belirti davranışı, dağılma eğiliminde olan benliğin iç uyumunu ve bütünlüğünü koruma ve sürdürme amacıyla alınmış acil önlemlerin anlatımıdır.
Self Psikolojisinde tedavinin asıl amacı benlik bütünlüğünü koruyabilmeye yöneliktir.
Bugün benlik psikolojisi en kuvvetli Psikanalitik ekollerden biridir. Özellikle A.B.D.de çok sayıda klinisyen Benlik Psikolojisini yakından izlemektedir. Son yıllarda sayısı artan çok sayıda enstitüde Benlik Psikolojisine dayalı psikanalitik eğitim verilmektedir. Avrupa’da da Benlik Psikolojisi Enstitü ve topluluklarının hızla arttığı görülmektedir. Türkiye’de bir Benlik Psikolojisi topluluğu kurma çalışmaları 1998’de başlamıştır. Bu konuda gelişmeler ümit vericidir.

OBJE İLİŞKİLERİ KURAMI
Ego psikolojisine göre, içgüdüsel dürtüler birincil, obje ilişkileri ikincildir. Obje ilişkileri kuramı ise dürtülerin bir ilişki içinde belirlendiğini ve bu ikisinin birbirinden soyutlanamayacağı görüşünü savunur. Bu araştırıcıların tümü Oedipus Kompleksi öncesindeki gelişimle ilgilenir ve çalışmalarını içleştirilmiş obje ilişkilerine odaklaştırırlar.
Bu kurama göre, insanlar arası ilişkiler, ilişkilerin içleştirilmiş imgelerine dönüştürülerek yaşanır. Çocuklar gelişimleri sırasında, ilişki içinde oldukları kişileri içleştirmekten öte “ilişkilerin kendisini” iç dünyalarına mal ederek yaşarlar. Emzirme süreci bebek için sıcak ve olumlu bir yaşantıdır. Böyle bir süreçte bebek, kendisini, annesini ve emzirilme olayının yarattığı duyguları olumlu bir yaşantı olarak algılar. Acıktığında anneyi yanında bulamaması ise olumsuz bir yaşantıya neden olur. Engellenmiş olan kendisini ve ilgisiz annesini olumsuz bir biçimde algılarken korku ve kızgınlık da yaşar. Bu karşıt yaşantıları giderek, kendi imgesini (ben), objenin imgesini (anne) ve bu ikisi arasında oluşan duyguları içeren ilişkilerin karşıt yönleri olarak içselleştirir.
Olumlu nitelikler taşıyan obje imgesi, bebeğin, acıktığı zaman annesine duyduğu ihtiyaçtan kaynaklanır ve doyum arayışı içinde olan bebeğin, annenin sanrısal bir imgesini yaratmasıyla başlar. Annenin olumlu ve sevecen yönlerinin içleştirilmiş imgelere dönüşmesi, bebeğin anneyi kaybetme korkularından kaynaklanır.
Annenin olumsuz yönlerinin içleştirilmesi biraz daha karışıktır. Bir objeyle kurulan bağ, hiç obje olmamasına yeğlenir ve bebek annenin olumsuz-kötü yönlerini de içleştirerek bunun üzerinde denetim sağlamaya çalışır. Öte yandan içleştirilen bir obje imgesi, dıştaki objenin gerçek niteliğini yansıtmıyor olabilir. Klinik çalışmalarda da gözlemlendiği gibi, olumsuz bir objeyle kurulan yoğun bağ, bu objeyle daha iyi bir bağ kurabilme isteğini de içerir. Bu değerlendirme, neden bazı insanların özellikle kendilerine karşı reddedici bir tutum gösteren kişilere yönelme eğiliminde olduklarını da açıklar.
Obje ilişkileri ekolü insanı çocukluktan taşınmış içsel bir dramanın terimleri ile okumaya çalışır. Kişi, çocukluğunda oynamak zorunda kaldığı, içselleştirdiği ve özdeşleştiği bu dramayı, yaşamının ileriki dönemlerinde de yansıtmaktadır. Bunun sonucunda ya kendi piyesine oyuncular aramakta, ya da tam kendi piyesine uygun rollere sahip kumpanyalara katılmaktadır.

BEN (EGO) PSİKOLOJİSİ KURAMI
Ego psikolojisinin çağdaş temsilcileri, Freud’un normal ve sağlıklı davranışları doğrudan ve yeterince incelememiş olduğu kanısındadırlar. Bu araştırıcılar, olağan insan davranışlarının tümünü, kızgınlık, cinsel istek gibi içgüdüsel dürtüler ve bunların denetimindeki güçlüklerden kaynaklanan korkularla açıklamanın yanıltıcı bir yaklaşım olduğu görüşündedirler. Onlara göre davranışlar, iç güdüsel dürtülerden başka nedenleri (örneğin, bazı öğrenme süreçleri) de içerirler. Dolayısıyla insan, içinde bulunduğu durumları, elinde olmayan nedenlerle değil, kendi seçimleri sonucu yaşar. Bu seçimler yalnızca iç güdülerin zorlamasıyla değil, görme, işitme gibi davranış araçlarının iç güdülerden bağımsız olarak çevreyle ilişkide bulunması sonucu gelişir.
Bu ekol, adaptasyon kapasiteleri ve savunmalara özel önem verir. Kişiliğin gelişimi ile beraber, adaptasyon kabiliyetinin, gerçeklik sınamasının ve savunmaların geliştiği ve genişlediği iddia edilir.
Ego psikolojisinin temsilcileri bu görüşlerden hareket ederek, çalışmalarını insanın kendine yön verebildiği ve çevresiyle baş edebildiği etkin davranışları anlayabilme amacına yönelmişlerdir.

Ben psikologlarının patoloji üzerine düşüncelerinde "ben zayıflığı"nın büyük yeri vardır. Ben zayıflığı kendisini, hazzı erteleyememe, dürtüyü kontrol edememe, kaygıyı tolere edememe ve hayal kırıklıkları ile başa çıkamama ile gösterir. Bu zayıflığa sebep ise, altbenin dürtüleri ile çevresel baskılar arasındaki uzlaşmaz çatışmaların yarattığı gerilim ve doğuştan varolan yapısal eksiklik ve kusurlardır. Analizdeki değiştirici etken, ilkel savunmaların çözümlenmesi ve gelişmiş (gerçeklik yönelimli) savunmaların oluşumu sağlamaktır
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:40
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #9
arwen - avatarı
Ziyaretçi

Unutmanın Nedenleri


Öğrenmenin tersi olan bir bellek işlevidir. Yani, öğrenilenlerin zihinde yeniden canlandırılamamasıdır. Unutmayla ilgili çeşitli kuramlar ileri sürülmüştür. Unutmanın tanımlanması ve türleri kuramların bu konudaki görüşlerine göre belirlenir.
Fizyolojik temellere dayanan kuramlara göre, unutma öğrenilenlerin ya da anıların beyindeki izlerinin zamanla aşınıp silinmesi sonucu olur.
Koşullanma yoluyla öğrenme kuramına göre; pekiştirilmeyen, ödüllendirilmeyen tekrarlar; uyaranlarla tepkiler arasındaki bağı zayıflatır, unutma ya da diğer bir deyişle, sönme olur.
Bir çok öğrenilen şey ve anılar bellekte saklı olmalarına karşın, unutulmuş gibi görünebilir. Freud ve diğer psikanalistler bunu baskı kavramıyla açıklarlar. Onlara göre, kişiye acı veren anılar bilinçten uzaklaştırılarak bilinç dışına atılır.
Daha önce de belirtildiği gibi, öğrenilen malzemenin ne derece öğrenildiği, öğrenilen malzemenin anlamlılığı, öğrenmeyi yapan kişinin öğrenmeye ne ölçüde güdülendiği, öğrenmeden sonraki etkenler de öğrenilenin belekte tutulmasını, saklanmasını ve hatırlanmasını etkiler.
Deneysel ruh bilimi araştırmalarında denekler herhangi bir öğrenme malzemesini hatasız olarak tekrarlayana dek öğrenmeyi sürdürürler. Araştırmacı, olabilecek en iyi hatırlamayı araştırıyorsa, deneklere tam öğrenme yaptırır. Yapılan araştırmalarda, tam öğrenmenin hatırda tutmayı kolaylaştırdığı, unutmanın daha az olduğu görülmüştür.
Öğrenilen malzeme anlamlıysa, anlamsız malzemeye kıyasla daha kolay hatırlanır. H. Ebbinghaus 1885'te yaptığı çalışmalarda, anlamsıza heceleri ( örneğin; TIC, PUV, GIB, vb. ) öğrenme malzemesi olarak kulanmış ve öğrenilen malzemenin anlamsız olmasının öğrenmeyi zorlaştırdığını saptamıştır. Araştırmada anlamsız hecelerden oluşan bir liste kusursuz bir şekilde iki kez tekrarlandığında, yani tam öğrenme olduğu belirlendikten sonra, bir zaman aralığı konmuştur. Kusursuz hatırlama için ilk denemede 1000 saniye kullanılmışken, ikinci denemede 600 saniye kullanılmış, 400 saniye tasarruf edilmiştir. Bu süre, bellekte tutulan malzemenin miktarının bir göstergesidir. Bu yönden tam bir öğrenme için çok elverişlidir. Daha önceden bir malzemeyi gören, öğrenen kişi ikinci kez aynı malzemeyi öğrenmesi gerektiğinde daha kısa sürede yeniden öğrenebilmektedir. Ebbinghaus, öğrenme ve yeniden öğrenme arasında yirmi dakikadan otuz bir güne kadar değişen çeşitli zaman aralıklarını kullanarak araştırmalarını sürdürmüştür. Ebbinghaus bu araştırmaları sırasında bir unutma eğrisi oluşturmuştur .
Şekilde de görüldüğü gibi, başlangıçta unutma çok hızlıdır. Sonra yavaşlamakta, en sonunda da aynı düzeyde sürmektedir. Başka bir deyişle, öğrenmenin hemen ardından hızlı bir unutma olur, daha sonra unutma azalır ve belirli bir düzeyde sabit kalır.

Hatırlama ve Unutma İlişkisi


Unutmada önemli olan bir diğer etken, bir öğrenmeyi yapmaya kişinin ne ölçüde güdülendiğidir. Kişi için belirli bir öğrenmeyi yapmak önemliyse bunu yapmak için istekliyse, daha bir öğrenme gerçekleştirir ve bunun sonucunda unutma daha az, hatırlama daha çok olur.
Öğrenme sırasında öğrenme işlemi yarıda kesildiğinde, tamamlanan öğrenmelere kıyasla daha fazla hatırlama olur. Buna " Zeigarnik olgusu" denir. Bu konuyla ilgili deneysel araştırmalarda deneklere bir dizi öğrenme görevi verilmiştir. Bunların bazısı deneyci tarafından yarıda kesilmiş, bir bölümü de tamamlatılmıştır. Aradan zaman geçtiğinde yarıda kesilen öğrenmelerin, tamamlananlardan daha iyi hatırlandığı görülmüştür. Zeigarnik, deneyin yarıda kesilmeyi başarısızlık olarak yorumlandığını, bunun denekte gerginlik yarattığını, bir öğrenmeden başka bir öğrenmeye geçince bu gerginliğin sürdüğünü ve unutmayı azalttığını ileri sürmüştür. Bir lokantada yapılan bir araştırmada, garsonların hesabı henüz ödenmeyen yemek siparişlerinin hepsini hatırladıkları, hesapları ödenen siparişleri hatırlamadıkları saptanmıştır.
Genellikle doğrulanan Zeigarnik olgusu, öğrenme durumunda kişilerin kişilik özelliklerine göre bazen doğrulanmayabilir. Örneğin; kendini her zaman başarılı olmaya güdüleyen, kusursuzluğu kendine amaç edinen bir kişi öğrenimin yarıda kesilmesini başarısızlık olarak yorumladığında, unutması da fazlalaşabilir. Ayrıca eğer tamamlanmayan iş çok zorsa ya da kişiyi çok fazla tedirgin ediyorsa, kişi bilinçsiz olarak unutma eğiliminde olabilir.
Öğrenmeyle hatırlama arasındaki geçen zaman aralığında kişinin neler yaptığı, hatırlama miktarını etkiler. Örneğin; bir öğrenme malzemesi %100 öğrenildikten sonra kişinin uyuması ya da başka işlerle uğraşması hatırlanan miktarı değişir. Kişi uyanık kaldığında hiç bir işle uğraşmasa bile, etrafında olup bitenler onu etkiler. Bu da hatırlama anında olumsuz etki yaratır. Bu konuda yapılan çalışmalarda, öğrenmeden sonra uyuyan kişilerin uyumayanlara göre daha çok hatırladıkları görülmüştür.

Unutma Nedenleri


Unutmanın nedenleri de kuramların açıklamalarına bağlıdır. Bazı psikologlara göre unutmanın nedeni engelleyici etkidir. Bu etki iki şekilde olur:
  1. Geriye doğru engelleyici etki (geriye ket vurma )
  2. İleriye doğru engelleyici etki ( ileriye ket vurma )
Öğrenmeden önce ya da sonra yer alan başka bir öğrenme, hatırlama ve geri getirmeyi olumsuz yönde etkileyebilir. Söz konusu öğrenmeden önce yapılmış bir öğrenmeden kaynaklanan etkiye ileriye doğru, sonra yapılmış bir öğrenmeden kaynaklanana geriye doğru engelleyici etki denilir. Örnek olarak 30-40 kişinin bulunduğu bir sınıfa giren öğretmen öğrencilerin ismini sorup öğrenir. Daha sonra başka bir sınıfta aynı şeyi yapar. İlk sınıfta öğrenilen isimleri hatırlama gücü daha sonraki sınıfta öğrenilenlerin etkisi altında bozulur. Bu geriye doğru engelleyici etkidir. Bunun tersi de olabilir, o zaman ileriye doğru engelleyici etki söz konusudur. Yani, önce öğrenilenler sonra öğrenilenlerin hatırlanmasını güçleştirebilir.
Öğrenmeyle hatırlama arasındaki geçen süre içinde yeni bir öğrenmenin gerçekleşmesi, ilk öğrenilenlerin bellekte saklanmasına olumsuz bir etki yapar ve ilk öğrenilenleri hatırlama miktarı düşer. Buna " geriye doğru engelleyici" ya da " geriye ket vurma" denir. Bu olgu aşağıdaki gibi bir deney düzeniyle araştırılarak saptanmıştır. Böyle bir çalışmada iki gruba da ( A ) öğrenmesi yaptırılmış, daha sonra deney grubuna ( B ) öğrenmesi yaptırılırken,kontrol grubu dinlenmeye bırakılmış, yeni bir öğrenme yapmamıştır. Bir süre sonra uygulanan hatırlama testi sonucunda deney grubunun, kontrol grubuna göre daha az şeyi hatırladığı görülmüştür. Diğer bir deyişle, sonraki öğrenme önceki öğrenmenin hatırlamasına ket vurmuştur.
" İleriye ket vurma " ya da " ileriye doğru engelleyici " etki olarak tanımlanan durumdaki deney düzeni ise aşağıda görüldüğü şekilde hazırlanır.

Burada deney grubu ( A ) öğrenmesini yaparken, kontrol grubu dinlenir. Sonra her iki gruba da ( B )öğrenmesini yapar. ( A ) öğrenmesini yapan deney grubu, yalnızca ( B ) öğrenmesini yapan kontrol grubuna göre ( B ) öğrenmesini daha az hatırlar. Başka bir deyişle, önceki öğrenme sonraki öğrenmenin hatırlanmasını bozmuş, ket vurmuştur.
İleriye ve geriye ket vurma ya da bozucu etkini olup olmaması, iki öğrenme işlemi arasındaki benzerliğe bağlıdır. Eğer iki öğrenme malzemesi birbirine çok benziyorsa, bozucu etki çok az olur ya da olumlu aktarma olur; öğrenilen malzemeler hem daha kolay öğrenilir hem de daha kolay hatırlanır. Bunun tersine, iki öğrenme malzemesi birbirinden çok farklıysa bozucu etki, ket vurma çok az olur. Çünkü birbirine benzemeyen iki öğrenme arsında olumlu ya da olumsuz aktarma çok az olur.
Freud' un kuramına göre bastırma mekanizması da unutma nedenidir. Birey, kendini rahatsız eden konuları bilinçaltına iterek bu kaygıdan kurtulmak ister. Bilinçaltına itilen olayların hatırlanması oldukça güçtür.
Bazı kuramlara göre; öğrenilenlerin kullanılmaması unutma denir. Uygulamaya giren bilgiler zaman zaman tekrarlandığı veya alışkanlık haline geldiği zaman unutulmaz. Kullanılmayan bilgilerin kayıtlı olduğu sinir hücrelerinin sinaptik bağları zayıftır. Bu nedenle hatırlamak oldukça güçtür.
Öğrenmeyi koşullanmayla açıklayan görüşlere göre de koşullanmanın sönmesi bir unutmadır. Organizma, koşullu uyarıcı ile koşullu tepki arasındaki bağı unutur. Artık beklenen tepkiyi göstermez.
Bu nedenlerin yanı sıra bazı bellek bozuklukları unutma nedenidir.
Bellek yitimi (amnezi) çeşitli organik veya psikolojik nedenlerle hatırlama gücünün yitirilmesidir. Bellek yitimi kısmi veya genel olabileceği gibi, kısa süreli veya süresiz de olabilir.
Diğer bir unutma nedeni, beyin hücrelerinin yıpranmasına bağlı olarak gelişen organik bozulmalardır. Organik bozulmalar yaşla ilgili yıpranmalar, beynin bazı bölgelerine yeterli kan gitmemesi bağlı yıpranmalar olarak ortaya çıkar. Bunun yanında yeterli protein sentezinin yapılmaması bilgilerin kodlanmasını engeller. Kodlanmayan bilgiler kısa zamanda tamamen unutulur.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:41
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Nisan 2006       Mesaj #10
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

DİN PSİKOLOJİSİNİN TANIMI


Modern psikolojiye paralel olarak gelişen ve onun bir dalı olarak nitelendirilen din psikolojisi herşeyden önce, insana özgü olan dinsel yaşamın psikolojik açıdan çeşitli yönlerini inceler. Diğer bir deyişle, din psikolojisi, dinin insan ruhundaki temel karakteristiklerini, davranışlara yansıyan etki durumlarını söz konusu eder.
Ruh-beden ilişkisi ile çevre-kültür etkilerinin bütünlüğü içinde ele alınan dinsel inancın birey ruhunda pek çok çeşitlenmeler (tenevvü, varieties) göstermesi doğaldır. Din psikolojisinin fenomenleri ön yargılardan, değer ölçüsüne varan sonuçlandırmalardan uzak olarak, bilimsel yöntemlerle araştırılıp sınıflandırılır. Din psikolojisi, mistik yaşantıların türlü yönlerini gözden geçirirken bunlardan psikolojik değerlere ve aralarındaki birliğe dikkati çekmeğe çalışacaktır, fakat hiçbir biçimde, bu haller üzerine öğütlerde bulunan, dinin emir ve yasakları üzerinde geçerlik ve geçerlilik tartışması yapan, kısaca, değer problemleriyle ilgilenen bir bilim olmayacaktır. Hiçbir dinin savunmasını yapmayacağı gibi hiçbir dini de küçümsemiyecektir.
Bugünkü din psikolojisi, Antik Yunan'dan bu yana birçok filozof ve teoloğun insan ve din açısından öne sürdükleri teoriler, düşünceler değildir. Dinsel duygu ve aksiyonla ilgili psişik olgunun, kendi yapısı içinde, bağımsız olarak incelenmesidir. Diğer bir deyişle dinsey yaşayışın çeşitli belirtilerinin, çağdaş psikoloji verilerine göre incelenmesidir.
Din psikolojisi, mantık, ahlak, hukuk ve estetik gibi kendi alanlarına birtakım ilkeler getiren, kural (norm) koyan normatif bir bilim dalı da değildir. Kesinlikle değer yargılarıyla uğraşmaz, sadece olayları olduğu gibi tüm ayrıntılarıyla tanıtmak ve betimlemek (tasvir etmek) ister. Bunun sonucu olarak, insan ruhunun derinliklerine, dinsel bilince nüfuz etmek ister. Böylece, onun değişme ve gelişmelerini gözlemek ve bunları sınıflara ayırarak genel sonuçlara varmakla, bilim düzeyinde geçerli bilgilere erişmiş olur.

Din Psikolojisinin Genel Psikoloji İçindeki Yeri ve Diğer Bilimlerle İlişkisi
İlk ve Ortaçağda ruh üzerine yürütülen metafizik görüşlerden uzaklaşarak, XIX ncu yüzyılın ortalarına doğru kurulan psikoloji, metot ve amacı bakımından bilimsel bir düzeye çıkar.
Genel psikoloji, ruha özgü olan herbir belirtiyi inceleme çerçevesine alır. Böylece, bilimsel psikolojinin konuları genişleyip gelişirken, insanla doğrudan doğruya ilgili olan sınır alanlarında, yeni bilgi dalları, diğer bir deyimle, yan disiplinler ortaya çıkar. Bunlardan biri de din psikolojisidir.

İslam'a Göre İnsan Olarak Sosyal Zaaflarımız
İnsan, dünyanın şartlarına göre yaşayabilecek bir şekilde yaratılmıştır. En güzel bir yaratılışa sahip olan insan, doğru tercihlerine göre “en şerefli” bir varlık olabileceği gibi, yanlış tercihlerinin sonucu da “hayvandan aşağı” bir duruma düşebilme potansiyeline sahiptir. Genel bir anlamda ifade edecek olursak, insanın dünya hayatı bu iki nokta arasında şekillenmektedir. İnsan, kendisini keşfedip değerini kavradığında şerefli bir hayatın adayı olur. Böyle adaylardan meydana gelen bir dünya hayatı, anlamını bulan ve bu anlama göre şekillenen bir dünya hayatı olacaktır. Aksi olduğunda ise, insan olma ve insanca yaşama özelliklerinden soyutlanmış varlıklar ordusunun, zulmüne sahne olan bir dünya hayatı olacaktır.
İnsan, kendisini ne kadar tanıyor? Onu “şerefli” veya “hayvandan aşağı” bir dereceye düşürebilecek özelliklerini ne kadar biliyor?
Eskilerin deyimiyle “kişi kendini bilmek kadar arif olmaz” veya Yunus’un ifadesiyle “ilim kendin bilmektir” v.s gibi sözlerle, insanın kendisini mutlaka tanıması gerektiği düşüncesine vurgu yapılmaktadır. Çünkü, kişinin kendisini tanıması, onu Allah’ı tanımaya yönlendirecektir. “Kendini bilen, Allah’ı bilir.” sözü bize bu gerçeği ifade etmektedir.
Mükemmel bir yaratılışa sahip olan insanın hiç zaafları yok mudur? Elbette vardır. Çünkü insan, iyiye de kötüye de meyilli olan bir varlıktır. Dolayısıyla iyi de kötü de, insan içindir. İşte burada karşımıza “sınav bilinci” çıkmaktadır. Bu iyi ve kötü, insanın sahip olduğu iradesiyle, aklıyla tercih edebileceği bir durumdur. İradesi ve aklıyla yapacağı bu tercihler, sonuç itibariyle insanın değerini ortaya çıkaracaktır.
Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetlerde insanın yaratılışında varolan zaaflarından, özelliklerinden bahsedilir. Gerek tarih içinde gerekse günümüzde psikologlar, filozoflar, sosyologlar da insanın bu özelliklerini çeşitli deney ve gözlemlerle ortaya koymuşlardır. Her ne kadar kişilerin sahip oldukları zaaflar, öncelikle kendilerini ilgilendiriyor olsa da, zamanla bunlar tüm insanları etkileyebilecek sosyal zaaflara dönüşebilme özelliğine sahiptir. Bu düşünceyle günümüz toplumlarını ilgilendiren, günlük yaşantımızda sıkça karşılaştığımız ve toplum hayatımıza olumsuz katkıları olan sosyal zaaflarımızdan, birkaçını sizlerle paylaşmanın uygun olacağını düşünüyorum.
İnsan tek başına yaşayan bir varlık değildir. O daima bir topluluk içinde yaşayan ve zorunlu sosyal birlikteliğe sahip olan bir varlıktır. Diğer kişilerle ilişkide bulunur. İnsan yaşadığı topluma bağlanmakta, onun bütün kural ve değerleri kendisini etkilemektedir. Dinini, dilini, giyimini, estetik anlayışını, ahlâk kurallarını, zevklerini büyük oranda içinde yaşadığı toplumun, kural ve değerleri tayin etmektedir. Adeta İnsan, içinde yaşadığı toplumun damgasını taşır.
Son düzenleyen Safi; 18 Haziran 2016 03:41

Benzer Konular

17 Haziran 2016 / Misafir Cevaplanmış
6 Temmuz 2009 / asla_asla_deme Psikoloji ve Psikiyatri