Arama

Sağlıklı Yaşam ve Bilgiler - Sayfa 4

Güncelleme: 20 Ocak 2015 Gösterim: 598.071 Cevap: 719
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
10 Nisan 2006       Mesaj #31
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Apandist

Kör bağırsak silindire benzer kalın bağırsakta, karnın sağ alt bölümünde oluşur. Bunun vücuda ne gibi bir yarar sağladığı anlaşılmamıştır ama antikor ürettiği ve lenf dokusu içerdiği bilinmektedir. Bilinen bir şeyde vücudun yaşayabilmesi için kör bağırsak gerekli değildir. Kör bağırsağın akut iltihabına apandist adı verilir. Kör bağırsağın bu şekilde iltihap salgılaması oldukça zararlıdır. Böylece karın zarı iltihaplanır. Kör bağırsağın patlama olasılığı da vardır. Bu gibi durumlar ölüme neden olabilir. Bu durum bir çok insanda görülebilirken, henüz bebeklik çağında olan çocuklarda görülmemektedir.
Sponsorlu Bağlantılar

Apandistin tehlikeli olup olmadığını anlamak için:

• Ağrının merkez noktası karnın sağ alt tarafıdır
ama ağrı ilk olarak göbek çevresinden başlar ve
daha sonra yayılma gösterir. Bazen sırtta da
ağrı gözlenebilir.
• Ağrılarla birlikte mide bulantısı ve
kusma, görülür.
• Tuvalet ihtiyacını karşılarken ağrı hissedilir.
• Ateş bazı kişilerde az olmakla birlikte bir takım
hastalarda da şiddetli olduğu görülmüştür.
• İshal ya da kabızlık görülür.
• Ağrı ve ateş şiddetlendiğinde apandist deliğinin
büyüdüğü görülür.

Apandist patlamasıyla oluşan iltihap salgısı, enfeksiyona neden olarak buranın şişmesi ve bu şekilde de apandist ağzının tıkanmasıyla oluşur. Mukozodaki ödem, dışkı parçaları ve buna benzer cisimler apandistin tıkanmasına yol açabilir.

Vücutta apandist olduğunu anlamak pek kolay değildir, karında oluşan bir çok hastalıkla apandisit karıştırılabilmektedir. Bu tanı koyulmadan önce yeterli araştırma yapılmalıdır. Bu sorun ameliyatla giderilmektedir. Ameliyat sonrası bu bölge oldukça temiz tutulmalıdır.

Tanı koyulmadan önce şunlara dikkat etmek gerekir:

• Tomografi ya da ultrason kullanılması kesin sonuç
almak için yararlı olacaktır.
• Doktor parmakla anüs muayenesi yapabilir.
• Apendistin iltihaplı olduğunu sağ alt karın
bölgesinin sertleşmiş olmasından anlayabiliriiz.
• Lökosit sayısının kanda artış göstermesi de bir
belirtidir.

Apandisit oluşumundan şüphelendiğinizde yapmamanız gerekenler:

•Ağrı kesici almak
•Karına sıcak havlu ya da su koymak
•Katı ya da sıvı besin almak
•İshal ya da kabız olduğunuz için ilaç almak

Bu belirtiler apandistin alınmış olmasına rağmen görülüyorsa başka bir rahatsızlık olabileceğinden doktorunuzla görüşmelisiniz
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Nisan 2006       Mesaj #32
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Sezaryanın riskleri...
Herşeye rağmen sezaryan bir operasyondur. Karın açılmaktadır. Karın içi iltihaplanma riski her zaman vardır. Dikişlerde, ciltaltında kanama ve iltihap ile karşılaşılabilir.
Sponsorlu Bağlantılar
Sezaryan ile kan kaybı normal doğuma göre daha fazladır. 2. veya 3. kez yapılan sezaryanlar 1. lere göre daha risklidir. Çünkü ilk sezaryandan yapışıklıklar kalmıştır. Idrar kesesi yukarı kaymış olabilir. Idrar kesesinin veya idrar yollarının zedelenme riski vardır.
Sezaryan sonrası dikiş bölgesindeki sancılar 3-4 gün devam eder ve Anne'nin hareketlerini ve emzirmesini güçleştirir.
Genel anestezi ile yapılan sezaryanlarda anesteziye bağlı sıkıntılar olabilir. Bu şekilde sezaryan ile doğum yapanlarda Anne ölüm oranı vajinal doğuma göre 3-4 kat fazladır.


Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:59
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #33
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Vücudumuzun bazı faaliyetlerinin sağlıklı yürütülmesi için, düzenli kontrol edilmesine ihtiyaç vardır, bu vazife sinir sistemimize verilmiştir. İki alt sistemden meydana gelen sinir sisteminin birinci kısmı, iradî olarak (isteğimizle) çalışırken; diğer kısmı, isteğimiz dışında (otomatik) çalışır. İsteğimiz dışında, vücudumuzdaki hayatî faaliyetlerin kontrolü ile meşgul olan bu sisteme, ‘otonom sinir sistemi’ denir. Günlük hayatımızı kolaylaştıran birçok makinenin çalışma sistemi, beynimizdeki otonom sinir sistemi ilhâm alınarak yapılmıştır. Meselâ termostatlı klimaları olan otomobillerde, devresine sıcaklığa hassas bir termometre bağlanan motor, hava soğuk olduğu zaman, kendiliğinden devreye girerek daha fazla gaz verilmesini uyarır ve böylece motorun çalışmasını ayarlar. Otomobilin içi ısınınca da derecesi yükselen termometrenin devreye soktuğu hassas sistem, gazı normale düşürerek motorun çalışma hızını yavaşlatır. İnsanda da otonom sistemine yerleştirilmiş sempatik ve parasempatik sinirlere, vücudumuzun dengesini bozacak şekilde çalışmaya başlamış olan organları tekrar denge seviyesine getirmede bir regülatör vazifesi verilmiştir. Bundan dolayı bu sistem, vücudun normal işleyişi için bir sigortadır.

Göze fazla ışık geldiğinde, görüntü netliği normalde kaybolur. Yoğun ışık altında retina tabakası tahrip olacak derecede aşırı uyarıldığında, gözümüzün hassas tabakalarını korumak ve görüntünün netleşmesini sağlamak için, parasempatik sinirler göz bebeklerini daraltacak uyarıları gözümüze gönderecek şekilde çalıştırılır. Karanlıkta veya loş ışıkta ise görüntünün net olması için bu sefer sempatik sinirlere vazife verilerek göz bebekleri genişletilir. İnsana bahşedilen sempatik-parasempatik (otonom) sinir sistemi, gözümüzün değişik ışık şartlarında mümkün olan en net görüntüyü almasında rol alır.

Parasempatik sinirler; tükürük ve gözyaşı bezlerinin, burun, mide, bağırsak, pankreas gibi organlarda bulunan bezlerin salgı yapması gerektiği zaman bol miktarda sıvı salgılamalarını uyaracak şekilde yaratılmıştır. Bu bezlerin salgısı ihtiyaçtan fazla olduğunda veya dengeyi zorlayacak miktarlara yükseldiğinde ise, bez kanalları büzülerek salgının azaltılması yönünde çalıştırılır. Bu sistem olmasaydı; mikroplar artar yediklerimiz ağızda yumuşatılamaz, besinler midemizde parçalanamaz, midemizin iç duvarını asitten koruyucu mukus tabakası salgılanamaz, alınan gıdaların, bağırsakta emilmesi için son ürünlere ayrışması gerçekleşmezdi. Benzer şekilde gözyaşımız olmasaydı, gözümüzde yaralar, iltihaplar oluşur; burun salgılarımız olmasaydı, havadaki toz zerrecikleri ve mikroplar kolayca akciğerlerimize kadar giderdi.

Akciğerlerin korunması ve normal fizyolojik işleyişi de sempatik ve parasempatik sinir sistemi vasıtasıyla sağlanır. Akciğerlerimizde, havanın geçtiği tüpçükler (bronşlar) bulunur. Dokuların oksijen ihtiyacı arttığında sempatik sinir sistem aktif hâle geçirilir. Bronşlar genişletilerek daha fazla havanın akciğerlere girmesi, dolayısıyla daha fazla oksijen alınması sağlanır. Solunum yoluna zararlı gaz, toz ve sigara dumanı girdiğinde veya bronşlar iltihap ve tahriş edici maddelere mâruz kaldığında hemen parasempatik sistem devreye girerek bronşlar bir miktar daraltılır. Bu şekilde bronşlardaki salgı miktarı artırılarak zararlı maddelerin akciğerlerin derinlerine inmesine öncelikle mâni olunur. Daha sonra da zararlı maddeler, salgı ve öksürük refleksi ile dışarı atılır.

Herhangi bir sebeple (kanama, ilâç, pozisyon) tansiyon 50 mm Hg’nın altına düştüğü zaman, kalbe ve beyne kan göndermek için, hemen sempatik sinir sistemi devreye girer. Öncelikle hayatî organlardan kalbin ve beynin korunması için buralara giden kanın artması sağlanır. Kapalı bir dolaşım sistemine sahip olarak yaratılan vücudumuzun kan miktarı belli olduğundan, bir organa fazla kan göndermek, diğer organlara gönderilen kan miktarının azaltılması demektir. Bunun için aynı sinir (sempatik) devreye girerek, genişleme yerine daralma yapar.

Sindirim için gıdalar mideye geldiğinde hemen parasempatik sistem uyarılarak mide damarları genişletilir ve daha fazla kanın bu bölgeye gitmesine vesile olunur.

Sempatik ve parasempatik sistemde her şey, organ, doku ve sistemleri, kısaca bütün vücudu koruma ve kollama üzerine düzenlenmiştir. Bir insanda tansiyon yükseldiği zaman, damarlar üzerinde bulunan basıncı algılayan (baroreseptörler) hücreler uyarılır ve tehlikeyi gidermek için sempatik sistemin damarları büzücü ve tansiyonu artırıcı tesiri baskılanır. Bu şekilde tansiyonun damar çeperlerine yaptığı basınç ortadan kaldırılır.

Egzersiz anında, stres, sıkıntı, üzüntü hâllerinde dokular fazla miktarda oksijen kullandığından, sempatik uyarı devreye alınır.
sistemler
Dokuların enerji ihtiyacını karşılamak üzere hızlı kan pompalanır. Uyku esnasında daha az enerji ihtiyacı olduğundan metabolizma yavaştır, dolayısıyla kalbin yavaş atımı gereklidir (bradikardi). Derin solunum yaparken stres ve korku sebebiyle sempatik uyarılara yapılan baskı arttığından, parasempatik sistem devreye sokularak kalb atımı ve dokulara gönderilen kan miktarı düşürülür.

Sempatik sistem bağırsak hareketlerinde azalmaya sebep olurken, parasempatik sistemle bağırsak hareketlerinin de artışına yol açılır.

Boru şeklindeki yapılara sahip organların ağızlarını büzüp açmaya yarayan sfinkter olarak isimlendirilen kaslar, sempatik uyarılarla kasılıp sıkışmaya ve yerleştirildiği deliği kapatmaya sebep olurken, parasempatik uyarılar gevşemeye ve açılmaya yol açar. Sempatik uyarı sistemi olmasaydı veya düzgün çalışmasaydı, böbrekte üretilen idrar tutulamayacağından altımızın ıslanmasına sebep olurdu. Halbuki böbrek yeterli miktarda idrar ürettikten sonra, sempatik sistemle kontrol edilen iki sfinkter irademiz dışında kasılarak zamanlı zamansız idrarın boşalmasını engeller. Sindirim kanalında midenin hemen çıkışına yerleştirilmiş ve irademiz dışında çalışan pylorik sphincter ile bağırsağın son kısmına konan iç anal sfinkterler ve bunların kontrolü için vazifelendirilmiş sempatik sinir sistemi olmasaydı, aldığımız gıdalar, emilmeleri için kana geçtikleri yer olan bağırsaklarda bekletilmeden boşalırdı. Aksine parasempatik sinirler olmasaydı, bu durumda da sıkışmadan dolayı karın bölgemizde bağırsak düğümlenmesi veya yırtılmaları gözlenirdi.

Boşaltım organlarında irademiz dışında çalışan parasempatik sistem olmasaydı, idrar torbası ve yollarında biriken idrar, geri teperek böbrek fonksiyonlarının bozulmasına sebep olurdu.

Vücudumuzda cereyan eden yağların parçalanması (lipoliz), piloerektör kasların kasılıp meni atılması, zihin aktivitesinin artması, iskelet kaslarının kasılması gibi işlerde kontrol sistemi, sadece sempatik sinir sisteminden meydana gelir. Zîrâ bu hâdiselerde kontrol sistemine parasempatik sinirlerin dahil edilmesi vücuda zarar vereceğinden, parasempatik sisteme ihtiyaç duyulmamış ve sisteme konulmamıştır. Bu sebepten sadece sempatik sistem yeterli olmaktadır.

Dış ve iç ortamın tesiriyle hâlden hâle geçen bir vücudu sağlıklı ve dengede tutmak için, zıt tesirleri insicam içinde yaratan Sonsuz Kudret Sahibi Zât, bütün sistemlerimizi en güzel şekilde yaratmış ve kusursuz şekilde çalışmaları için gereken her unsuru sisteme yerleştirmiştir.

Âdeta birer otomatik sigorta olan sempatik ve parasempatik sinir sistemi, vücûdumuzda, şuurumuzun haricinde gelişen binlerce hâdiseyi kontrol etmede vazife almaktadır. Bedende gerçekleşen binlerce hâdisede binlerce ihtimal içinde düzenli ve isabetli bir şekilde en doğru olanın seçilmesi tesadüfî olabilir mi? Veya bütün bunlar akılsız ve şuursuz sebeplere verilebilir mi?
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 02:53
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #34
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Diyabet Nedir?

Diyabet, insülin üretimi ve/veya kullanımındaki bozukluk sonucu ortaya çıkan kronik bir hastalıktır. Kan şekeri yükselmesiyle karakterizedir.

Şeker hastalığı (ya da tıptaki adıyla Diabetes Mellitus), vücudumuzda insülin hormonunun hiç üretilememesine, vücudun ihtiyacını karşılayacak kadar üretilememesi, ya da üretilen insülinin yeterince etki gösterememesine bağlı olarak ortaya çıkar. Toplumumuzun yaklaşık %6sı şeker hastasıdır.
İnsülin pankreas denilen midemizin arkasında yeralan bir organımızdan (şekil1) kan dolaşımına verilir. Normalde vücuda yemeklerle aldığımız besinler parçalanarak, vücudun başlıca yakıtı olan şekere dönüştürülür ve kan dolaşımına geçerek kan şekerini yükseltir. Kan şekeri yükselmesi de pankreastan insülinin kana geçmesini arttırır. İnsülinde kanda dolaşan şekerin vücudumuzdaki hücrelere alınarak kullanılmasını ve vücudumuzun ihtiyacı olan enerjinin üretilmesini sağlar.
Şeker hastalığında yediğimiz besinlerle aldığımız ana enerji kaynağı olan şekeri vücudumuz insülin eksikliği nedeniyle yeterince kullanamaz. Şeker kan dolaşımında kalarak kan şekerini yükseltir. Vücudumuz ise şeker denizi içinde yüzerken (insülin eksikliği nedeniyle kullanamadığı için) şekersizlikten, enerji üretmek için yağları ve kasları yakar. Çünkü şekeri kullanması için gerekli anahtar olan insülin ek*****r

Diyabet Belirtileri
Tedavi edilmeyen şeker hastalarında aşağıdaki bekirtilerin hepsi veya sadece bir kısmı görülebilir.
Ağız kuruluğu ve çok su içme (polidipsi)(Vücuttan idrarla çok su atıldığı için vücutta su azalır ve çok su içme ihtiyacı doğar)
Çok idrara çıkma (poliüri), gece çok idrara kalkmak(Noktüri). (Kandaki fazla şeker böbreklerden idrara geçer, fazla şekeri atmak için şekerle beraber vücuttan suda atılacağı için idrar miktarı fazlalaşır)
Açlık hissinin fazlalaşması ve çok yemek yeme (polifaji) (insülin yetersizliğinden dolayı hücrelerin ihtiyacı kadar şeker hücrelere giremez, bunun sonucunda hücrelerden beyine sürekli açlık sinyali gönderilir. Yemek yenilsede şeker hücrelere alınamadığı için açlık hissi devam eder, vücut yenilen besinleri enerjiye dönüştüremez . Bunun sonucunda halsizlik, kilo verme yakınmaları da ortaya çıkar.)
Halsizlik
Zayıflama
Bulanık görme
(Kan şekerinin yükselmesi görmemizi sağlayan göz merceği ve göz sıvısının yoğunluğunun değişmesine yol açar ve bulanık görme ortaya çıkar. Kan şekeriniz, şeker hastalığınızın tedavisi ile normal değerlere gelse de görmenizin düzelmesi bir kaç hafta alabilir.)
Ciltteki yaraların veya kesiklerin yavaş iyileşmesi (Hücreler yeteri kadar beslenemedikleri için ve vücudun savunma sistemi bozuk olduğu için yara iyileşmesi geç olur)

(Kadınlarda) Vajinal kaşıntı ( Kan şekerinin yüksek olması hem vücudun direncini azaltarak hem de mayaların çoğalmasını sağlayacak uygun ortamı hazırlayarak vajinal kandidiasis-vajinal mantar oluşmasını sağlar. Kan şekeri kontrolü ile bu durum kendiliğinden geçebilir, düzelmezse doktora başvurmanız gerekir)




Diyabet Teşhisi

Aşağıdakilerden en az bir tanesi varsa şeker hastalığı(Diabetes Mellitus) teşhisi konulur.
Açlık kan şekeri 126 mg/dl veya üzerinde ise,
Herhangi bir saatte bakılan kan şekeri 200 mg/dl veya daha fazla ve beraberinde çok su içme, çok idrara çıkma veya açıklanamayan kilo kaybı varsa,
75 gr glukoz içerek yapılan şeker yüklemesinden iki saat sonra kan şekeri 200 mg/dl veya daha fazla ise .
Başlıca iki tip şeker hastalığı vardır.



Tip 1 Diabetes Mellitus:
Tip 1 diyabet, genellikle çocukluk çağında 35 yaş altında başlar. Pankreasta insülin üreten hücrelerin harap edilmesi ile ortaya çıkar. Çoğunlukla vücudumuzun kendi savunma sistemi tarafından insülin üreten hücreler harap edilir. Bunun neticesinde vücutta insülin üretilemez. İnsülin olmadığı için şeker enerji üretiminde kullanılamaz. İnsülin olmadığı sürece kan şekeri yüksek kalır. Tip 1 diayabeti olan hastalarda pankreastan kana insülin verilmesini arttıran şeker düşürücü hapların hiç bir etkisi olmayacaktır. Tip 1 diyabetin tedavisinde vücutta eksik olan insülin hormonunu dışarıdan yerine koymak gerekir. İnsülin ağızdan alındığında mide-barsak sistemimizde sindirilip etkisiz hale getirileceğinden ağızdan verilemez. Ancak cilt altına injeksiyonla verilirse insülin etki gösterebilir. Günümüzde kalem, pompa ve çok ince iğnesi olan şırıngalarla insülin tedavisi çok rahatlıkla uygulanabilmektedir.


Tip 2 Diabetes Mellitus:
Pankreastan kana yeterince insülin salgılanamaması veya üretilen insülinin vücutta yeterince etki gösterememesi ile ortaya çıkar. En sık görülen diyabet (şeker hastalığı) tipidir. Genç insanlarda da görülebilmesine rağmen genellikle 35-40 yaşından sonra ortaya çıkar. Tedavisi genellikle beslenme alışkanlıklarının düzeltilmesi, şişman hastalarda kilo verilmesinin sağlanması, düzenli egzersiz ve ağızdan alınan insülin salgılanması ve şekerin kullanımını düzenleyen ilaçlarla tedavi edilir. Ancak ilerleyen zaman içinde bu hastalığın tedavisi için de insülin kullanılması gerekebilir.



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #35
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sağlıklı Kolestrol Seviyesi ve Sağlıklı Bir Kalp İçin...

1) Hamburger, sosis, çörek ve çerez gibi hazır yiyecekleri seçerken içerdikleri görünmeyen yağlara, kolesterol ve
kalori miktarına dikkat edin.

375 kolpic14
2) Tereyağı ve katı yağlardan kaçının. Çünkü bu yağlar, kan kolesterolünü yükselten doymuş yağları yüksek
miktarda içerir. Sıvı yağları ve doymamış yağ oranı yüksek margarinleri tercih edin.


3) Sebze, meyve ve tahıl ürünlerinin sağlıklı beslenme için vazgeçilmez olduğunu unutmayın.


4) Kırmızı et, salam ve sosis gibi et ürünleri yerine, yağsız tavuk eti ve balığı tercih edin.


5) Yüksek düzeyde kolesterol içeren karaciğer, böbrek, yürek, dalak gibi sakatatı ve karides, kalamar gibi deniz ürünlerini daha az tüketmeye özen gösterin.


375 kolpic17

6) Tuzun yüksek tansiyona yol açtığını asla unutmayın. Yemeklerinizde tuz yerine taze doğal otlar ve baharat kullanmaya özen gösterin.


7) Karşılaştığınız zor durumlarda strese yenik düşmeyin. Böylece hem kalbinizi korumuş olursunuz hem de hayattan daha fazla zevk alırsınız.


8) Bütün enerjinizi ve iradenizi sigarayı bırakmak için toplayın ve kesinlikle sigarayı bırakın. Bunu gerçekleştirdiğinizde kendinizle övüneceksiniz.


9) Aktif bir yaş** sürün. Haftada en az iki kere düzenli egzersiz yapmanın vücudunuzu ve ruhunuzu formda tutacağını unutmayın.
Son düzenleyen Pasakli_Prenses; 22 Aralık 2008 02:54
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #36
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
  • Sağlık Kültür Spor Daire Başkanlığı.
2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununun 46. ve 47. maddeleri uyarınca kurulan Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı , Yüksek Öğretim Kurulu’nun yapacağı plan ve programlar gereğince, öğrencilerin beden ve ruh sağlığının korunması , beslenme , barınma , çalışma , dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme gibi sosyal ihtiyaçlarını karşılama ve bu amaçla bütçe imkanları nispetinde okuma salonları, yataklı sağlık merkezleri , öğrenci kantin ve yemekhaneleri açmak , toplantı , tiyatro ve sinema salonları , spor salon ve sahaları , kamp yerleri sağlamakla ve bunlardan öğrencilerin en iyi şekilde yararlanmaları için gerekli önlemleri almakla görevlidir.
  • Bu amaçla ; Üniversitemizin kurulduğu tarih olan 1982 yılında hizmete giren Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı hizmet verdiği kesimin bütünü için bir Sağlık Kuruluşu , öğrencilerin sosyal , kültürel , danışma ve rehberlik ile spor ihtiyaçlarını karşılayan bir hizmet , aynı zamanda eğitim ve öğretimin desteklenmesi amacıyla bu alanda uygulama ve araştırmaların yapıldığı bir uygulama dairesidir.
  • Daire Başkanlığımız Rektör tarafından görevlendirilen bir Rektör Yardımcısına bağlı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Dairede yürütülen başlıca hizmetler şu şekildedir:
A)Sağlık Hizmetleri
B)Beslenme Hizmetleri
C)Sosyal Hizmetler
D)Kültürel Hizmetler
E)Spor Hizmetleri
Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığı 1997-1998 öğretim yılı başında Rektörlük Kampüsü içerisinde yeni yapılan modern teknolojik araçlarla donatılan binasında hizmet vermeye başlamıştır
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #37
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Kansızlık

İnsanların vücudunda bulunan organların, dokuların sürekli oksijene ihtiyacı vardır. Kanda bulunan alyuvar sayısının ya da alyuvardaki oksijen taşıyan hemoglobin molekülünün azalması halinde kansızlık ortaya çıkar. Böylelikle dokulara olması gereken ölçüde oksijen gidemez. Kansızlık sorunu bazen kötü sonuçlar ortaya çıkarabilir.

Vücutta kan kaybının çok olması halinde ya da alyuvar yapımının azalması ve yıkımının artışına neden olan bir durum ortaya çıkması durumunda anemi oluşur. Alyuvarların ana maddesi Hemoglobindir ve oksijen taşır. Hemoglobin miktarının yetersiz kalması ya da yapısında bir bozukluk olduğundan yapması gerekeni yapamaması halinde anemi meydana gelir.

Aneminin çok fazla çeşidi vardır ama büyük bir kısmı da fazla görülmez. Hemoglobin konsantrasyonunun erkekler için 14gr/dl'nin, kadınlar için ise 12gr/dl'nin altına inmesi anemi olarak kabul edilir.



Belirtiler

• Tırnak dibindeki etlerin, göz kapaklarının içinin, dişetlerinin ve de avuç içinde bulunan çizgilernin renksiz olması,
• Vücut renginin olması gerekenden daha renksiz olması ya da dudakların mor bir renk alması,
• Vücut direncinin az olması ve kendini sürekli yorgun hissetmesi,
• Efor sarfedilen işler yapıldığında çarpıntı olması ve nefes darlığı çekme,
• Kulaklarda sürekli çınlama ve uğultu oluşumu,
• Uyuşma ve karıncalanma hissini en çok da bacaklarda duyma,
• Beslenirken yutmakta zorluk çekmek,
• Tırnakların görünüşünde farklılıklar olması,
• Kadınlarda regli düzensizlikleri,
• Bacaklarda sık sık açık yaraların meydana gelmesi,
• Dalak da büyüme olması,
• Kalp atışlarında düzensizlik olması ve kalp sesinin değişiklik göstermesi,



Kansızlık Oluşumunun Etkileri

Kan Kaybı Olması
• Kan damarlarının birinin bir şekilde zarar görmesi,
• Vücudun herhangi bir organında ya da başka bir yerinde sık sık kanama olması,


Alyuvarların Yetersiz Olması
• Alinmasi gereken gıdaların alınmaması halinde oluşan vitamin eksikliği (vitamin B12, vitamin C, folik asit, demir),
• Lösemi, tumor ya da radyasyon gibi nedenlerle kemik iliğinin zarar görmesi,
• Kemoterapi ilaçları gibi ilaçlar kullanımıyla kemik iliğini baskıya almak,
• Kalıtsal bozukluklar,
• Endokrin bozukluklar (örn; tiroid veya böbrek yetmezliği),



Alyuvarların Yüksek Miktarda Yıkıma Uğraması

Alyuvara bağlı olmayan nedenler;
• Bağ dokusu hastalıkları
• Vücuda zararlı mikropların girmesi
• Nedeni anlaşılamayan anomaliler
• Dalak anomalisi
• Fiziksel ve kimyasal oluşumlar
• Tümörün ortaya çıkması

Alyuvarın neden oldukları;
• Yetersiz enzim
• Genetik sorunlar
• Hemoglobin yapısındaki bozukluklar
• Alyuvar hücre zarında anormallikler
• Globin ve hern de anormallikler.

Hemoglobinin ana maddesi demirdir. Demir eksikliği anemisi en çok görülen anemi türüdür. Bunun oluşumunun sebepleri ise şöyle sıralanabilir:

• Besin alımında gerektiği kadar demir alınmaması.
• Barsaklarda demir emiliminin bozulması (örn; geçirilmiş mide-barsak ameliyatları sonucu)
• Kan kaybı (kadınlarda ağır geçen regli vb. gibi}
• Demir ihtiyacının artması (özellikle büyüme çağındaki çocuklarda, gebelerde, emziren annelerde, adet görmeye başlayan kız çocuklarında)



Teşhis

Hastalığınızın anemi olduğu belirlendiyse bunun hangi çeşit anemi olduğu ve nedeni araştırılmalıdır. Kan testleri yaptırdığınızda aneminin sebebinin kan bozukluğundan mı ya da başka sebeplerden dolayı mı oluştuğunu öğrenebilirsiniz.



Tedavi

Aneminin sebebi demir eksikliği ise; vücudun neden sürekli kan kaybettiği incelenmelidir. Kanama olabilecek bütün yerler kontrol edilmeli ve gizli bir kanama olup olmadığı konusunda araştırmalar yapılmalıdır.

• Kan kaybı söz konusuysa nedeni belirlenerek tedavi yapılır.
• Demir emilim kusuru, sindirim sisteminde bir bozukluk yoksa ve ağızdan alınan demire karşı bir sorun yoksa demir tabletler verilir.
• Demir tabletler ağızdan alınamıyorsa demir enjekte edilir.

Vitamin B12 ve Folik asit eksikliğine bağlı anemi görüldüğünde ise eksikliği gidermek için doktorunuz istediği şekilde takviye yapar.


Hemolitik anemi:

• Kortikosteroidler, azathioprine veya cylophosphamide gibi bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlarla antikorlar kontrol altına alınır. Sorun ilaçla giderilemiyorsa dalak ameliyatla alınır.
• Alyuvarların dalakta aşırı yıkımına bağlı hemolitik anemide, dalak ameliyatla alınır.
• Hemolitik olaya yol açan veya artıran etkenler giderilmeye çalışılır


arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #38
arwen - avatarı
Ziyaretçi
GÜNLÜK YAŞAMDA STRESLERLE BAŞA ÇIKMA
depres
Aslında bir parça stres günlük hayatta karşılaşılan zorluklarla başa çıkmada ihtiyaç duyulan enerji, uyanıklık ve gücü sağlar. Ancak uzun süreli, sürekli ve fazla miktarda stres yorgunluğa ve verimin düşmesine neden olur, bedensel ve ruhsal sağlığı tehlikeye sokar.

Uyku bozuklukları, mide rahatsızlıkları, baş ağrısı, bir konu ya da işe yoğunlaşmada zorluk, huzursuzluk, çarpıntı, omuz ve sırt ağrıları gibi yakınmalar günlük yaşamda başa çıkamadığımız stresler sonucu olabilir.
Stresle başa çıkmada ilk basamak, kişinin yaş**ındaki strese yol açan etkenleri ve nedenlerini belirlemesidir. Bir sonraki aşama ise bunlardan hangilerinin ortadan kaldırılabileceği ya da hafifletilebileceği ve bunun için ne gibi önlemler alınabileceğini bulmasıdır.
zaman1
Günlük yaşamdaki streslerin pek çoğu -iyi iletişim kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Yakın ve geniş çevremizdeki bireylerle iletişim kurarken açık, anlaşır ve samimi bir dil kullanmak, konuşmak kadar karşımızdakileri anlamaya ve dinlemeye de hevesli olmak ilk kuraldır. Olaylara karşımızdakinin bakış açısından bakmak, kabul etmesek bile anlamaya çalışmak iletişim açısından çok önemlidir. Olaylara olumlu yaklaşmak, kendi gücümüzle orantılı hedefler koymak, sonucunu değiştiremiyeceğimiz şeylerle uğraşmak yerine birey olarak üzerimize düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışmak streslerle başa çıkmakta en etkin yoldur.

Zamanı iyi değerlendirmek, “yapılacak işler listesi” hazırlamak, zor işleri basamaklara ayırarak bölümler halinde halletmek, zamanlı planlama yapmak ve bunu yaparken gerçekçi olmak, gerektiğinde yardım ya da danışmanlık istemek ve bir sorun için tek bir çözüme bağlanıp kalmadan diğer seçenekleri de göz önünde bulundurmak stres azaltıcı davranışlardır.
Her çeşit bedensel çalışma, spor yapmak, hobiler için zaman ayırmak, stresten ve olumsuz etkilerinden uzaklaşarak güç kazanmak için yararlıdır. Bazen sadece bir arkadaş ya da yakınla konuşmak, onun tarafından anlaşıldığını görmek bile bireyin yükünü çok hafifletebilir.
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 06:59
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #39
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Gripten korunma yolları

Antioksidanların sağlığımız için ne denli önemli olduğunu anlatabilmek için bazı teknik konulardan bahsetmek gerekecek. Vücudumuz normal işlevini sürdürürken ve bunun için oksijen kullanırken bazı atık maddeler ortaya çıkar. Bu maddelere ' Serbest Radikaller' denir ve bunlar yüksek düzeyde tahrip edicidir. Temas ettikleri moleküllerin yapısını bozar, tabiri caiz ise paslandırır. Vücudumuzda bu tehlikeli maddelerle birlikte yaşarız ve dokularımız sürekli olarak bu maddelerin erozyonuna uğrar.
Serbest radikaller denilen bu zararlı maddelerden kurtulmak için vücudumuz 'Antioksidan' denen dost maddeleri kullanır. Antioksidanların bir kısmı vücudumuzda üretilir ancak bir kısmı dışarıdan alınır. Aslında serbest radikallerle antioksidanların savaşında ideal koşullar altında bir denge söz konusudur. Ama bu denge özellikle günümüzde karşılaştığımız dışsal etkiler nedeniyle bozulur ve yoğun hasarla karşılaşırız.
  • Ağır yemekler,
  • Besinlerdeki katkı maddeleri,
  • İlaç artıkları,
  • Radyasyon ve güneş ışığının kendisi,
  • Havadaki kimyasal maddeler,
  • Egzoz ve baca dumanı,
  • Karşılaştığımız bir çok kanserojen madde
  • ve stresli hayat şartları

Bunlar vücudumuzun gücünü zayıflatır ve daha fazla antioksidan maddeye ihtiyaç duyarız...

Ancak yeterli ölçüde bu maddelerden bulamayız çünkü özellikle yüksek düzeyde işlenmiş ve içindeki birçok yararlı madde ayrılmış gıdalar diyetimizde çok önemli bir yer tutar. Sebzelerin doğal ortamında yetiştirilmiş olanlarına ulaşabilmek lükstür ve genel olarak yeterli ve çeşitli taze sebze ve meyve almayız
Antioksidanların öneminin ve gerekliliğinin özü budur. Peki bu koşullarda yiyeceklerimizle yeterli ve çeşitli antioksidan almaz isek ne olur?
Her tür kanser artar.
Kalp hastalıkları artık 30'lu yaşlarda görülmeye başlar, yüksek tansiyon, beyin damar tıkanıklıkları gibi damar sertliğine bağlı hastalıklar artar.
Sıkı kolesterol diyetleri yapmak zorunda kalırız. Çünkü kolesterolün damar üzerine olan kötü etkisi artmıştır.
  • Beyin fonksiyonlarımız erken bozulur, erken bunama riskimiz artar.
  • Kronik ve yıpratıcı hastalıkların görülme sıklığı artar.
  • Cildimizdeki yaşlanma belirtileri çok belirgin olur.
  • Enfeksiyonlara karşı direncimiz azalır.
  • Tüm vücut sistemlerimizde bir kötüye gidiş kendini gösterir
  • ve vücudumuz hızlı olarak yaşlanır
Şimdi gelelim bu antioksidanları vücudumuza nerelerden sağlayacağımıza Hemen şunu not edelim; En güçlüsü olsa da tek bir antioksidan madde almak yerine çeşit çeşit antioksidanı bir arada alıyor olmak daha iyidir. Çünkü bu maddeler serbest radikallerle savaşta birbirlerini desteklerler. En çok ve en eski bilinen antioksidanlar A vitamini, E vitamini, C vitamini, selenyum ve çinkodur.
Üzüm çekirdeği şu ana dek bulunan en güçlü antioksidan maddenin taşıyıcısı olarak literatüre yazılmıştır. (Özellikle kırmızı şarabın kalp hastalıklarından koruduğunu hatırlayın). Brokoli ve aynı familyadan karnabahar, lahana ve brüksel lahanın ve bunun yanında havucun, semizotunun, kerevizin, soğanın, sarımsağın güçlü antioksidan kombinasyonları olduğunu artık biliyoruz. Genel olarak daha koyu ve canlı ve parlak renkli sebze ve meyvelerin daha çok antioksidan taşıdığını artık biliyoruz. Domateste en çok olan ve diğer kırmızı sebzelere de rengini veren likopen isimli güçlü antioksidanla hepimiz tanıştık. Fermente edilmemiş çay olan yeşil çay güçlü bir antioksidan olarak hayatımıza girdi. Ceviz, badem, fındık, kabak çekirdeği, ayçiçeği, kabuklu hububat, tohumların diyetimizde çok önemli olduğunu artık biliyoruz. Diyetimizde genellikle eksik olan ve balık yağında veya keten yağında bulunan omega-3 yağları antioksidan özellikleriyle daha da önemli hale geldi. Kivinin, çileğin, mürdüm eriğinin, böğürtlenin, yaban mersininin, kuşburnunun önemini artık daha iyi biliyoruz. Değişik bitki çaylarının, en bilinenlerini saymak gerekirse, kekiğin, biberiyenin, adaçayının, nanenin veya zencefil, zerdeçal gibi baharatların şaşırtıcı derecede güçlü antioksidan kombinasyonları olduklarını gördük
Özellikle;
  • kanser hastası olan kişilerin,
  • ailesinde kanser bulunanların,
  • kalp hastalarının,
  • ailesinde kalp hastası bulunanların,
  • yüksek kolesterolü ve tansiyon problemi olanların,
  • şeker hastalarının,
  • beyin damar tıkanıklığı yaşayanların,
  • ailesinde erken bunama bulunanların,
  • kötü koşullarda çalışanların,
  • sigara içenlerin,
  • cildi ile problem yaşayanların,
  • ya da bir türlü sağlıklı beslenemeyenlerin
hazır kapsül şekline getirilmiş antioksidan formülleri kullanması düşünülebilir. Ancak şunu göz önünde tutmak gerekiyor; antioksidan maddeler de diğer doğal besinler gibi ayrıştırılıp kapsül şeklinde sunulduğunda etkinlikleri azalıyor yani ne kadar az işlenirlerse o kadar yararlı oluyorlar
Son düzenleyen Safi; 7 Mart 2016 07:01
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
16 Nisan 2006       Mesaj #40
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Hipertansiyon (Yüksek kan basıncı)
Kalpten pompalanan kanın organlara ulaşıp onlara oksijen ve besinleri götürebilmesi için atar damarların içinde belirli bir basınçla iletilmesi gereklidir. Bu basınç insanlarda genellikle sabit değerler içinde tutulur. Bir tansiyon aleti ile belirlenebilen bu değerlerdendaha yüksek olanına “büyük” veya “sistolik” kan basıncı, daha alçak olanına ise “küçük” veya “diyastolik” kan basıncı adı verilir.
Bu basınçlar insanlar arasında farklılık gösterir ve ortalama olarak büyük tansiyon için 120 mm Hg, küçük tansiyon için ise 80 mm Hg’dır. Bir kimsenin kan basıncı günün değişik zamanlarında oynamalar gösterebilir. Kan basıncının yükselme göstererek 140/90 mm Hg değerini geçmesine “yüksek tansiyon” veya “hipertansiyon” adı verilir.
Hipertansiyonda sadece büyük tansiyon veya sadece küçük tansiyon normal sınır değerlerini aşıp yükselebilir, ama hastaların büyük çoğunluğunda her iki değer de yükselmiştir.



Hipertansiyonun Nedenleri ve Görülme Sıklığı Nedir?
Hipertansiyon tüm dünyada en sık görülen ilk 3 hastalıktan birisidir. Daha çok orta ve ileri yaşların hastalığıdır. Erkeklerde daha sık ortaya çıkmaktadır. Her 10 hastanın 9’unda kan basıncının yükselmesine neden olan başka bir hastalık yoktur. Ancak bu hastaların ebeveynlerinde ve diğer aile üyelerinde de hipertansiyon sıktır.
10 hastanın birinde ise kan basıncı yüksekliği başka organların hastalıklarına bağlıdır. Bu hastalıklar kan basıncının düzenlenmesinde rol oynayan böbrekler ve iç salgı bezlerinin hastalıklarıdır. Bazı ipuçları hipertansiyonu olan bir hastada böyle bir nedenin varlığını düşündürebilir. Bu ipuçları şöyle özetlenebilir:
· Aniden ortaya çıkan ve çok yüksek değerlere ulaşan kan basıncı yükseklikleri
· Kıllanma, aşırı kilo alma gibi yakınmalarla birlikte ortaya çıkan kan basıncı yükseklikleri
· Uzun yıllar tedaviye iyi cevap verdiği halde birden kontrolden çıkan ve çok sayıda ilaca rağmen kontrol edilemeyen kan basıncı yükseklikleri
· Gençlerde saptanan kan basıncı yükseklikleri



Hipertansiyon Ne Gibi Belirtilere ve Yan Etkilere Yol Açabilir?
Atardamar sistemi içinde kan basıncının yükselmesi sinsi seyredebilir ve hasta kan basıncı yüksekliğini tesadüfen fark eder. Öte yandan, hipertansiyon bazı hastalarda yakınmalara yol açar. Bunlardan en sık karşılaşılanı özellikle sabahları olan ve enseden öne doğru gelen baş ağrısıdır. Bunun dışında, yüzde hissedilen sıcaklık basmaları ve kızarmalar, eskiye oranla yol yürürken, merdiven çıkarken zorlanma ve nefes darlığı, bazen çok sık idrara çıkma ve gece uykudan kalkıp idrara gitme, bacaklarda şişlik bu belirtilerden bazılarıdır.
Kan basıncının aşırı yükseldiği durumlarda hasta çift görme, dilde pelekleşme, yüzde veya vücutta karıncalanma ve kuvvetsizlik, nefes darlığı ve göğüs ağrısı hissedebilir. Kan basıncı yüksek seyrederse zamanla damar sistemine hasar verir. Hasar gören damarların beslediği organlarda da önemli problemler ortaya çıkar. Hipertansiyonun etkilediği organlar ve neden oldukları hastalıkların önemlileri şunlardır:
· Kalp ve dolaşım sistenini etkileyerek kalp krizi ve kalp yetmezliğine neden olur.
· Beyin damarlarını etkileyerek kanama, tıkanıklık ve dolayısıyla felçlere neden olur.
· Böbrekleri etkileyerek böbrek yetersizliğine neden olur ve böbrekleri hasta olanlarda yetersizliğin gelişimini hızlandırır.
· Göz damarlarını etkileyerek körlüğe neden olur.
· Görüldüğü gibi bu yan etkiler ölüme veya kalıcı organ bozukluklarına yol açabilir.






Hipertansiyonun Tedavisi Var mıdır ve Nasıl Uygulanır?
Kan basıncının neden yükseldiğinin anlaşılmasından sonra çok etkili ve çok değişik ilaçlar geliştirilmiştir. Bugün ülkemizde bu ilaçların hepsi vardır. Öte yandan hem kan basıncı yüksekliklerinin zamanında tespit edilememesi, hem de tedavideki aksaklıklar nedeniyle hipertansiyon dünyada ölüme ve kalıcı rahatsızlıklara neden olan hastalıklar arasında yer almaktadır. Hipertansiyonu olan hastaların tedavisi konusundaki bazı önemli noktalar liste halinde verilmiştir:
· Hipertansiyonu olan hastalar bu ilaçları hekim kontrolünde kullanmalıdır.
· Hipertansiyonun tedavisi müsekkinlerle veya sarımsak gibi bazı doğal maddelerle yapılmamalıdır.
· Uygun ilaçlarla birlikteaz tuzlu yemeye alışmalıdır. Tereyağlı yemeklerle ve et ağırlıklı gıdalarla beslenmenin zararlı olduğu bilinmeli, bunun yerine meyve ve sebze ağırlıklı beslenme tercih edilmelidir.
· Fazla kiloları vermenin, sigarayı bırakmanın ve her gün yürüyüş yapmanın da hipertansiyon tedavisine önemli yararı vardır.
· Hipertansiyon tedavisi bademcik iltihabı gibi kısa süreli bir tedavi değildir. Amaç kan basıncının kontrolde tutularak yukarıda sayılan önemli hastalıkların önlenmesidir. Bu nedenle tedavi uzun süreli, belki de hayat boyu sürecek bir tedavidir.
· Hipertansiyonu olan hastalarda eğer eşlik eden bir organ hastalığı, örneğin böbrek yetmezliği varsa tedaviye çok daha titizlikle uymalı ve daha sık hekim kontrolünden geçmelidir.
· Hipertansiyon zamanında teşhis edilip uygun ilaçlar ile tedavi edilirse, bütün bu hastalıkların ve onlara bağlı ölümlerin önlenmesi mümkün olabilir.



Benzer Konular

7 Mart 2016 / WaRrioR Sağlıklı Yaşam
7 Mart 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2016 / prenses ayşe Cevaplanmış