Arama

Hikayeler ve Öyküler -2- - Sayfa 60

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.032 Cevap: 1.812
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
7 Nisan 2007       Mesaj #591
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Bir bilge birgün tam trene biniyordu ki, ayakkabılardann birisi ayağından çıktı ve yere düştü. Aşağı inip onu alması imkansızdı, çünkü tren çoktan harekete geçmişti. Yanında ki arkadaşları ne yapacağını merakla bekliyorlardı.. O gayet sakin bir biçimde, diğer ayağında ki ayakkabıyıda çıkardı ve az önce düşürdüğü ayakkabıya yakın bir yere fırlattı.
Sponsorlu Bağlantılar
Talebelerinden birisi dayanamayıp sordu:
''Neden böyle yaptınız?''
Gülümseyen bilgenin cevabı gayet basit ama hakikat yüklüydü:
''Demiryolunun üzerinde ki ayakkabı tekini fakir birisi bulursa, diğer teki de bulup giyebilsin diye''.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Nisan 2007       Mesaj #592
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kırlangıç

Sponsorlu Bağlantılar
Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık.....Tık...... Tık.... Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Biraz meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış. Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım. Adam birden parlamış. Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş. Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu? Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş; Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam Adam kararlı, adam ısrarlı; Yok, yok ben seni içeri alamam demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. Işim gücüm var, git başımdan. Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş; Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın yalnızlığını paylaşırım demiş. Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş. Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş. Ben yalnızlığımdan memnunum demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç , son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını öne eğmiş, çekip gitmiş. Yine aradan zaman geçmiş Adam önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş; Hay benim akılsız başım. Demiş ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yinede kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş. Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Bende onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama...... Onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış. Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki; Kırlangıçların ömrü 6 aydır.....
Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer ve değerlendirmezseniz uçup gider. Ve asla geri gelmezler. Dikkatli olun.... Farkında olun..... Ve bir düşünün bakalım. Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #593
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Genç kız feci bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Yaralı kalbi artık bu dünyaya daha fazla dayanamamaya başlamıştı. Çok zengin olan ailesi tüm gazetelere,kalp nakli için ilân vermişlerdi... Canını feda edecek birini arıyorlardı...
Genç kız ise her gün hastane odasında biraz daha solmaktaydı.

Yine yalnızdı odasında, gözü yaşlı, boynu bükük ölümü bekliyordu...
Gözlerini kapadı, bu küçük odada gözyaşı dökmekten bıkmıştı... Yine de
engel olamadı pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. Sevdiği geldi aklına,
fakir ama onu seven sevgilisi... Her gün aynı şeyleri düşünüyor,
anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu...

"Param yok ama sana verebileceğim sevgi dolu bir kalbim var" demişti
delikanlı... Genç kızda zaten başka birşey istemiyordu...Sevgiye muhtaç biri,
sevdiğinin sevgisinden başka ne isteyebilirdi ki... Ama olmamıştı işte,
dünyalar kadar olan sevgilerinin arasına, o lanet olasıca para girmeyi bilmiş,
onları ayırmıştı... İşte paranın geçmediği zamanlara gelmişlerdi...
Ne önemi vardı artık? Şu son günlerinde, sevdiği yanında olsa yeterdi...

Ayrılıklarından bu yana beş bitmeyen, çile dolu yıl geçmişti...Her günü zehir,
her günü hüsran... Ama genç kız hep sevgisini yüreğinde taşımış, kalbini
kimseyle paylaşmamıştı. Sevdiğini düşündü işte o an.. Acaba o neler yapmıştı
bu kadar sene boyunca.. Kimbilir kiminle evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştı...
Gözlerinden bir damla yaş daha damladı kurumuş, bitmiş ellerine. Ellerine baktı,
bir zamanlar ellerinin, elerini tuttuğunu hayal edip, her gün saatlerce ellerini
seyrederdi... En çok da saçlarının dökülmesine üzülüyordu. Çünkü sevdiği öpmüş,koklamıştı onları. Her bir tanesi koptuğunda, kalbine bir ok daha saplanıyordu.
Kalbi yine sızlamaya başlamıştı. Belki sevdiği yanında olsa,
kalbi bu kadar yorulup, veda etmezdi yaşama... Zaten artık ölüm umrunda
değildi genç kızın. Sevdiğinden ayrı yaşamanın ölümden ne farkı vardı ki...

Tekrar o geldi aklına... Keşke keşke yanımda olsa dedi. Son bir kez elini tutsa
yeterdi. Gözlerini son bir kez öpse, rahatça ebediyen gözlerini kapatabilirdi artık...
Gözleri pınar gibi çağlamaya başladı. Sevdiğini son bir kez göremeden ölmek
istemiyordu.. Ufak da olsa ondan bi hatırasını almadan bu dünyadan göçmek
istemiyordu... Sevdiği, kimbilir kiminle beraberdi? Kendi, sevgi dolu kalbini kimseyle paylaşmayı düşünmemişti bile ama acaba o paylaşmış mıydı? Onun sevgisini silmiş atmış mıydı acaba kalbinden? İçi birden nefretle doldu. Üstüne büyük bir ağırlık çöktü. Onu düşündükçe her dakikasının zehir olması artık çok daha ağır geliyordu genç kıza... Ölmek istedi, artık yaşamak istemiyordu bu dünyada...
Ama sevdiğinden bir hatıra almadan ölmeyeceğine and içmişti.

Tekrar gözlerini açtı. Kimbilir belki de sevdiği onu unutmuştu.. Bu düşünceler
içinde daldı... Birden babası girdi odaya, kızına kalp nakli için bir gönüllü
bulduklarını müjdeleyecekti. Fakat genç kız çoktan uykuya dalmıştı...
Bir meleği andıran masum yüzü, sevdiğinin özleminden sırılsıklamdı...

O gece biri gözlerini dünyaya kapadı, genç kız ameliyata alındı. Tekleyen ve
görevini yerine getirmeyen kalbi değiştirilmişti. Bir hafta sonra tekrar gözlerini
açtı dünyaya genç kız. Ama dünya daha farklı geldi ona. Sanki bir şeyler eksikti...

Aradan aylar geçmiş genç kız artık iyice iyileşmişti. Ama içindeki burukluğu bir
türlü atamıyordu. Sevdiği aklına gelince kalbi eskisinden daha çok sızlıyordu...
Bir kere, bir kere görebilsem diye mırıldandı... Kalbi yine sızlamaya başlamıştı.
Yeni kalbi onu iyileştirmişti ama nedense her gece aniden hızlanıyor, onu
uykusundan uyandırıyor ve sanki yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyordu...
Genç kız bir anlam veremediği bu durumu doktora anlatmıştı ama
ameliyatı kolay değildi, bir aya kalmadan geçer demişti doktor.

Aylar geçmişti ama hâlâ aynıydı durum. Çiçeklerinin yanına gitti. Her gün
onlarla saatlerce dertleşiyor, zaman zaman ağlıyordu onlara.. En çok kan
kırmızısı gülünü seviyordu. Çünkü kırmızı gülün onun için yeri apayrı idi.
O da genç kızla beraber gülüyor, onunla beraber ağlıyordu. Onu sevdiği gibi
görüyordu genç kız. Ve gülünü sevdiğini ilk gördüğünde ona hediye edeceğine
dair yemin etmişti. Başka türlü paylaşamazdı gülünü kimseyle...

Kapı çaldı aniden. Kapıyı açtı ama kimse yoktu. Gözü yerdeki beyaz zarfa ilişti.
Yavaşça eğilip zarfı yerden aldı. Birden kalbi deli gibi atmaya başladı. Ne
olduğunu anlayamıyordu. Zarfın üzerinde ne bir isim, ne bir adres vardı.
Zarfı açtı, içinden beyaz bir kağıda yazılmış bir mektup çıktı. Kalbi daha hızlı
atmaya başladı. Onun kokusu vardı kağıtta. Evet, onun kokusu vardı.
Yıllar yılı özlemini çektiği, yanında olabilmek için canını bile verebileceği
sevdiğinin kokusu vardı mektupta... Başı dönmeye başladı. Koltuğuna geçip
oturdu yavaşça... Kağıdı açtı ve elleri titreyerek okumaya başladı.

"Sevgilim, senden ayrıldıktan sonra, bir kalbe iki sevginin sığmayacağını
bildiğimden dolayı, ne bir kimseyi sevebildim, nede kimseye bakabildim... Her
günüm diğerinden daha zor geçti, çünkü her gün özlemin daha da artıyordu...

Sana kitapları dolduracak kadar şiirler yazdım. Her biri diğerinden daha da
hüzünlüydü. Yazdım, okudum, ağladım... Her gün yazdım, her gün okudum, senelerce ağladım... Her gece seni düşündüm sabahlara kadar, her gece senin yanında olmayı istedim. Ve her gece sensizliğe lanet ettim, uykuları haram ettim kendime, sensiz olmanın acısını gözlerimden çıkardım... Ve bir gün her şeyi değiştirecek
bir fırsat çıktı önüme. Bunu fırsatı değerlendirmeyip, kendime haksızlık edemezdim.
Ve değerlendirdim... Senden çok uzaklara gittim, belki seni unuturum diye...
Ama tam tersi oldu. Seni daha çok özlüyorum artık...

Senden çok uzaklardayım belki ama yine de seni görmek için uzaklardan
gelebiliyorum. Hem de her gece...Seni seviyor, seyrediyor ve eğilip sen uyurken
yanağına bir öpücük konduruyorum.. Bazen gözlerini açıp bakıyorsun, geldiğimi
bildiğini sanıyorum ama yine o tatlı uykuna geri dönüyorsun. Yarın birbirimizi
sevmemizin altıncı senesi... Hep ben geldim şimdiye kadar senin yanına, yarın da sen gel olur mu sevgilim.. Ha, unutmadan, sana hep sözünü ettiğim, kalbime iyi bak olur mu? Çünkü göz yaşlarımla, adını yazdım ona... Seni senden bile çok seven bir sevgi var kalbinin içinde unutma. Kırmızı gülü de unutma olur mu?
Seni Seviyorum, Yanıma Gelinceye Kadar da Seveceğim
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #594
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

18 yaslarinda bir genç kiz olan Selin, ailesiyle birlikte Ankara'nin Küçükesat semtinde izbe bir zemin katta yasiyordu. Maddi zorluklar yasayan aile, iki katli bir binanin zemin katinatasinmisti.

Üst katta ev sahibi oturuyordu. Selin bu arada ileride esi olacak ev sahibinin oglu Mert ile flört ediyordu.

Tasindiktan bir süre sonra, evdeki garip olaylar ortaya çikmaya basladi. Dairenin arka tarafi tamamen karanlikti. Bir oda, banyo ve mutfagi içeren bu bölümde gündüz bile isik yakma zorunlulugu vardi.

Selin'in ailesinin her ferdi bu olaylardan nasibini aldi. Anne sükriye Baydar evde sürekli garip sesler isitiyor, evde kimse yokken birilerinin terliklerini sürükleyerek banyoya girdigini duyuyordu. Evin küçük kizi Sinem, uykusunda rahatsiz ediliyor ve basucunda ona bakarken gördügü hayalete benzer bir varligi tarif ediyordu. Tüm bu olaylarin odaklandigi yer, evin o arka karanlik bölgesi ve oradaki odaydi.

Güngör Baydar, bir gece yine bu karanlik bölümdeki odada yatiyordu. Bir huzursuzluk hissi içinde uyandi. Üzerinde bir agirlik hissetmis ve hareket edememisti. Zorla gözlerini açabildi. Agirliktan dolayi baska bir hareket yapmasi olanaksizdi. O da aynen kiz kardesi gibi, elini tutarak onu izleyen bir varlik gördü. Karanliktan dolayi yüzünü net olarak görememisti. Ancak diger ayrintilar çok açik ortadaydi.

Varlik, sivri külah seklinde siyah bir sapka takiyor ve pelerin giyiyordu. Bir süre sonra ortadan kayboldu. Selin ailesini heyecan içinde uyandirip olanlari anlatti ve varligi tarif etti. Ancak ailesi bütün bu olanlara anlam veremediklerinden, zaman zaman kabus gördüklerini düsündüler.

Olayin sabahi, annesi evden ayrilinca, arka bahçede yukari direkt baglantisi olan merdivenden Mert inip, eve girdi. Selin ve kiz kardesi olayin etkisinden kurtulmus ve bunu kimseye anlatmamaya karar vermislerdi. Bunu yapacaklardi ama iste o zaman inanilmaz bir sey oldu.

Mutfaktaki masanin etrafinda toplanmis oturuyorlardi ki, Mert, Marlboro marka sigara paketini çikarip masanin üstüne koydu ve elindeki kalemle üstüne bir seyler çizmeye basladi. Iki kardes çizdigi sekil karsisinda dehsete kapildilar. Mert, Selin'in tarif ettigi sivri sapkali ve pelerinli varligi çizmisti. Ardindan iki kardese dönüp "Dün gece böyle esrarengiz bir varlik tarafindan uyandirildim" dedi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #595
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Arkadaslik

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak”demiş.

Genç, ilk günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence:

“Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart.”demiş.

Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki tahta perdede hiç çivi kalmamış. Babası ona:

“Aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak, çok delik var. Artık hiçbir şey geçmişteki gibi güzel olmayacak. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara, bir delik aynen kalacak, kapanmayacaktır. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar” demiş.


Msn UpMsn UpMsn Up
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #596
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Öykü

Her şeyini kaybetsen de hayallerini
kaybetmeyeceksin.
Neyi aradığını hiç unutmayacaksın”
Acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,
duracaksın,
durup, gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine
bakacaksın,
sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan
alaycı kargaların sesini
dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayıp derin bir soluk
alacaksın.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.
Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın
bir zaman, “dinlenin biraz” diyeceksin.

Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp tek tek bütün
istiridyeleri açarak,
bir sevinç arayacaksın.
Hayaller kuracaksın.
Hatıralarını bir daha gözden geçireceksin.
Sevdiklerini düşüneceksin ve seni sevenleri.
Özlediklerini düşüneceksin ve seni özleyenleri.
Teninde iz bırakanları ve senin izini taşıyan
tenleri.
Seni şakalarıyla güldürenleri ve senin şakalarına
gülenleri.
Sevinçlerini, hayallerini, hatıralarını,
sevdalarını, sevişmelerini,
özlemlerini, şakalarını bir bir yerleştireceksin içine,
hayat denilen mucizenin sana verdiği armağanları
sıkıca kucaklayacaksın.

Ölüm her yandan üstüne saldırıp seni kuşattığında,
tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.

Güzel bir haber gelecek belki yarın sabah.
Belki bir mektup alacaksın.
Sana gülümsemesini çok istediğin gülümseyecek belki sana.
Serüvenci gemiciler gibi meçhul denizlerde
kaybolduğunda,
tam da o zaman, karanın bir gün görüneceğini düşüneceksin.
Gözcünün ?kara göründü? diye bağırdığını hayal
edeceksin.
Kara, hiç görünmese bile,
hiç olmazsa neyi aradığını ve neyi kaybettiğini
bileceksin,
çektiğin onca fırtınanın, varmayı umduğun o umutlu
hedefle mana kazandığını anlayacaksın.

Her şeyini kaybetsen de hayallerini
kaybetmeyeceksin.
Neyi aradığını hiç unutmayacaksın.
Sevinçleri ne kadar hatırlarsan, acının derinliğini
o kadar kavrayacaksın.
Yaşadığın ve yaşayabileceğin güzel şeyleri ne kadar
çok düşünürsen
öfken o kadar keskinleşecek.
Karanlık inerken ışığa daha dikkatli bakacaksın.
Geleceğinle arana, dibinde canavarların dolaştığı
bir uçurum koyduklarında,
nasıl biteceğini bilmediğin atlayışını yapmadan önce,
geçmişine, sevinçlerine, hayallerine yaslanıp güç alacaksın.

Sevdiğin bir türküyü mırıldanmaktan hiç vazgeçmeyeceksin.
Bir çiçek iliştireceksin yakana.
Ölüm seni kuşattığında, tam da o zaman, hayatı düşüneceksin.
En azgın, en ihtiraslı sevişmelerini…
En çılgın hayallerini…
En çağıltılı kahkahalarını…

Acı,
ağulu dikenler gibi ruhuna dolandığında,
öfke,
kızıl bir küheylan gibi koşturduğunda,
keder,
yaşlı bir ağaç gibi üstüne yıkıldığında,
duracaksın,
durup gümüş bir su gibi akan sabahın tazeliğine
bakacaksın,
sana iki yüz yıl önceden haberler taşıyan alaycı
kargaların sesini dinleyeceksin,
çiçeklerini koklayıp derin bir soluk alacaksın.
Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.

Ölüm seni kuşattığında, tam o sırada, hayatı
düşüneceksin.
Acıyı, öfkeyi, kederi ulu bir gölgeliğe yatıracaksın
bir zaman,
“dinlenin biraz” diyeceksin.
Onları, şefkatle dinlendireceksin.
Çünkü onlara yine ihtiyacın olacak.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Nisan 2007       Mesaj #597
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BABAMI İSTİYORUM


Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu. Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para
kazanıyorsun" diye sordu... Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip, "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi. Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı. Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat
geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"... Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi... "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler
babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı. Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?... Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı... Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı; "İşte 20 milyon... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #598
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini
hayata açmış. Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış.
Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde,
kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da,
rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.
minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya
başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış.
Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken, vadinin öbür ucunda bir papatya
görmüş. Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini, ne yapacağını
bilememiş. içinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin
üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.
"Merhaba" demiş papatyaya, "sizi uzaktan gördüm ve yanınıza
gelmek istedim.". Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve
"Merhaba" demiş, "ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini,
nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.
Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten
hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını
seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı
güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok
sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş. Ama cesaret
edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan,
incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da
kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği
kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana
ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.
Böylece saatler saatleri kovalamış. Günler geçip de, kelebek
artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya
dönmüş ve; "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.
Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa
benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis,
sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü
sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık
kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."
Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş zaten.
Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını
fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Sevi seviyorum"
diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış. Sadece "Bende..."
diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.
İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim.
Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.
Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin
acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş,
sonra da dökülmeye başlamış.
Her düşen yaprakta papatya, "seviyormuş" diye geçirmiş içinden.



İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar,
sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:

"Seviyor mu, sevmiyor mu?
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #599
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Bana Kalanlar



Bana boşluklar bıraktın bu viran şehirde.Bilmiyorum.Ödetmek mi istiyorsun bana senli günlerimin gülüşlerini? ... Bilirmisin? Ben o senli günlerde sevinemedim.Çokda sevinebileceğim bir yanıda yoktu aslında.Çünkü susuşlarımın ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar küçüktün.Çok küçüktün, küçücüktün.Ve ağlasan sığmazdı gözyaşların avuçlarına...

Bana kapkara bir yanlızlık bıraktın bana bu şehirde.Yalnızlık derin bir uyku koynundayken acıtmazdı canımı.Şimdi uyanmak için sana yalvradığım rüyalarda geçiyor uykularım.N 'olur...Hiç yapmadığın bir iyilik yap bana ve uyandır beni bu rüyalı uykudan.Uyandır beni papatyam...

Bana üstü pıhtılaşmış, kan kokan yaralar bıraktın bu şehirde.Ama sen en iyisimi yaralamaya devam et.Ben ki yazdığım yazdığım dizeleri okuyarak okşarım hep bu yaralarımı.Bil ki gitmek zorunda değildik, sen gönderdin bizi yarası bir kalbe batan, bir kurşundan yahut sırta saplanmış hançerden daha derin ve acıtan kelimelerinle...Ayrı ayrı köşelere...Ah neydi ki suçum...

Bana benden gitmeler bıraktın bu şehirde.Gittiğin yollar hep gelmediğin yollar oluyor bana.Hep gidiyorsun.Ve giderken arkana bakıp sahte bir gelişini suratıma vurarak.''Tüm kapılarımı açtım sana ve sen girmeyi beceremedin! '' diyorsun.Oysa bana açtığın bütün kapılar taş yığınından ibaretti.Kandırdın kendi kendini sahte sözlerle.Sevmeyi beceremedin papatyam...

Çok önceleri kendime korkak olduğum bu aşk, seninle öc alıyor bana bu şehirde.Sevmeyen kahve gözlerinden çıkan bakışlarınla.Ve sen öc aldıkça acıyorlar bana.Şizofrenliğimin dozunun arttığını söylerek acıyorlar bana.Ve şizofren kelimeler katıyorum ruhuma akan yaşlara.Sonra gözlerine dalıyorum.Gözlerin bilinmedik kıyılara sürüklüyor bedenimi.Düş oluyorum, derinlere sarılıyorum.Kanıyorum.Öyle yılgın bakma gözlerime ahmak ıslatanların ıslattığı kahve gözlerinle.Bakamam.Dayanamam.

Bana 28 harf kalır sanırdım oysa hüzün yüklü alfabemden.Baş harfin hüzünün baş olgusuydu.Şimdiyse her harf acıtıyor içimdeki kederi.Bir öykü yazmaya kalksam.Satır aralarında düşüp kalıyorum.Kaldıranım olmuyor! ...Bir masal daha bitiyor gözlerimde.(Sözlerinle...) .Cam kırığı hüzünler biriktiriyorum heybemde.Ve yürürüm.Geçit vermez yokluğun yorgun ayaklarıma.Batar cam kırığı lafların,bakışların ve yokluğun.Batar bitkin ve nasır tutmuş ayaklarıma.Sonra bir hayaline kapılıp tüketirim yolları.Tüketirim ama tükenirim papatyam!

Bana son sözün oldu ''Artık beni rahat bırak''...Soruyorum sana, şimdi rahatmısın sevgili? Nefes almak daha mı kolay yokluğumda? Oysa gözlerimde bir aşk vardı bana sende kalan.''Kimselere vermem onu, kopartamam papatyayı dalından'' derdim ama.İçimin ''kal'' deyişi ise son sözüm oldu...

Bana terkine cevaptır kaleminin hüzün yüklü izleri.Gidişin yaradır her hücreme.Dokunamam! .Sen sorma bana yalnızlığımı ve sessiz avaz avaz inleyen çığlıklarımı.Dokunma sakın gözyaşlarıma, sonra uyuyamam..! Seni binlerce kez öldürürüm içimde, sonra kıyamam...
Selman Ertaş
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
9 Nisan 2007       Mesaj #600
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sabah uyandığında midesinde bir yanma hissetti. Yanmanın nedeni akşam yedikleri değil, uyanır uyanmaz bugün yapacaklarının aklına gelmesiydi.

Bugün 2 yıldır götürmeye çalıştığı bir birlikteliği bitirecekti, aslında bunda geç bile kalmıştı. Bitmeli dedi içinden her gün; bu tatsız uyanış bitmeli... İçinde bir muhakeme başlamıştı, kendi kendine söyleniyordu:

"Ona da haksızlık etmek istemiyorum belki hatalı olan benim.... Bulunmaz Hint kumaşı değilim ya, görünüş olarak, hımmm, yakışıklı çocuk denilecek biri hiç değilim.... Ama yaptım, çok çalıştım bitmesin diye, kendimle, mantığımla çok kavga ettim, olmadı...."

Genç adam bunları düşünürken suratı şekilden şekile giriyordu. Süratle giyinerek dışarı çıktı. Bugüne kadar hiç bekletmemişti onu, şimdi de bekletmemeliydi. İstanbul soğuk ve yağmurlu bir Nisan ayı yaşıyordu. Genç adam gökyüzüne bakarak iç geçirdi : "bulutlar bizim yaşayacaklarımızı biliyor onlar bile ağlıyor halimize."

Birkaç saatlik yolculuktan sonra Kadıköy iskelesine geldi. Her zamanki gibi yine ilk kendisi gelmişti buluşma yerine. Birkaç dakikalık beklemeden sonra karşıdan kız arkadaşının geldiğini gördü, şimdi midesindeki ağrı daha da artmıştı. Karşılama faslından sonra Beşiktaş'a gitme kararı aldılar, yolculuk sırasında hiç konuşmadılar; genç adam güneşin yokluğunda grileşen denize bakıyordu. Genç kız, arkadaşının bu durgunluğuna anlam verememişti, öyle ya nereden bilecekti bugün ayrılık çanlarını çaldığını.

"Üşüdüm" dedi genç kız. Bu, yolculuk boyunca edilen tek laftı. Beşiktaş'a geldiklerinde bir cafe de oturdular, genç kız anlamıştı kendisine bir şey söylenmek istendiğinin...

- "Bana bir şey mi söylemek istiyorsun" dedi, genç adamın gözlerine bakarak. Genç adam gözlerini kaçırarak

- "Evet" şeklinde başını salladı. Genç kız daha da heyecanlanmıştı. Biraz da sinirlenerek

- "Söyle öyleyse ne diye bekliyorsun." Genç adam içini çektikten sonra

- "Sence biz nereye kadar gideceğiz, daha doğrusu biz iyi bir ikiliyiz"

- "Bunları sorma gereğini neden duydun." dedi genç kız. Genç adam söze başladı :

- "Bak canım bundan birkaç ay önce akşam saat 11:00 civarıydı sanırım, hatırladın mı? Genç kız

- "Evet hatırladım" dedi, ama genç adam genç kızın sözünü bitirmesini beklemeden

- "O akşam seni düşünüyordum, diğer akşamlarda olduğu gibi, senin için bir şiir yazmıştım. Onu o an sana okumak istemiştim, sana telefon açtığımda şiirimi bile dinlemeden "şimdi sırası mı canım ya, senin de işin gücün yok mu ?" demiştin bana. Biliyor musun o an bir kaç yumruk yedikten sonra kroki durumuna düşen bir boksör gibi olmuştum. Sessiz kalıp özür dileyerek telefonu kapatmıştım. Daha sonra bu şiiri benden hiç istememiştin. Ve bunun gibi bir çok defa tartışmamız oldu. Geçenlerde hasta olup yataklara düştüğümde arkadaşlarımla birlikte sen de gelmiş, Meral'in bana "sen şanslısın, Nalan sana bakar" sözüne karşılık sinirli bir edayla "aaaa, bana ne, işim yok da sana bakacağım, annen baksın." demiştin bunu da hatırladın mı?" Genç kız tekrar "evet" dedikten sonra şaşkın şaşkın

- "Evet ama bunları neden hatırlatıyorsun bilmiyorum. Biliyorsun benim kişiliğim böyle, duygusallığı sevmiyorum . Ve hasta bakıcı gibi göründüğümü de kimse söyleyemez." Genç adam güldü

- "Evet canım, bak burada haklısın, sen zaten olmak istesen bile bu kalbi taşıdığın müddetçe hasta bakıcı, hemşire falan olamazsın." Genç adam devam etti "bana şimdiye kadar kaç kere sabahın erken saatlerinde güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çektin, hiç, hatta günün hiçbir saatinde çekmedin. Duygusallığı sevmeyebilirsin ama sen seni seven insanları mutlu etmeyi de sevmiyorsun, halbuki ben senin tam tersine kendimden çok insanları mutlu etmeyi seviyorum. Seni tanıdığımdan beri her sabah, akşam, gece, yani seni andığım her saat tatlı sözcük mesajım vardı senin için biliyor musun? Seninle ben ak ile kara gibiyiz" Genç kız anlamıştı,

- "Yani ne istiyorsun, benden şair olmamı mı?" Genç adam tekrar gülümsedi içinden dün gece verdiği ayrılık kararının ne kadar doğru olduğunu düşünüyordu.

- "Hayır dedi şair olmanı istemiyorum zaten olamazsın da; yalnız biz ayrılmalıyız, ayrılırsak ikimiz içinde en hayırlısı bu olacak." Genç kız şaşırmıştı,

- "Neden ama, ben seni seviyorum, senin de beni sevdiğini sanıyordum." Genç adam iç çekerek

- "Hayır canım, sen esas beni sevdiğini sanıyorsun, eğer beni sevseydin şimdi burada başka şeyler konuşuyor olurduk." Genç kızın gözleri yaşarmıştı, Genç adam cebinden çıkardığı mendili uzattı, genç kız göz yaşlarını silerek kesik bir sesle

- "Sen bilirsin, umarım beni başka biri için bırakmıyorsundur." Genç adam

- "Nasıl böyle bir şeyi düşünürsün, senden başka olmadı ve uzun süre de olacağını sanmıyorum."
Genç adam ve genç kız iki sevgili olarak oturdukları masada artık iki yabancı gibi duruyorlardı. İstanbul yağmurlarla yıkanırken yağmura iki sevgilinin umutları da karışıyordu.

Birkaç dakika sesiz oturduktan sonra genç kız

- "Kalkalım istersen" dedi. Genç adam

- "Ben biraz daha burada kalmak istiyorum, istersen sen kalkabilirsin. Genç kız

- "Tamam, o zaman sana mutluluklar dilerim" diyerek elini uzattı. Genç kızın sesi ve eli titriyordu genç adam

- "Arkadaş olarak beraberiz, ama sen istersen tabi" dedi. Genç kız

- "Evet" anlamında başını salladı ayrılırken son kez sarıldılar birbirlerine.

Genç kız uzaklaşırken, genç adam masada dondu kaldı. Vakit öğleni bulurken yağan yağmur yerini güneşe bırakmıştı, ama genç adam titriyordu. Onu titreten açan güneşe rağmen esen rüzgar mıydı, yoksa kalbindeki ayrılık acısı mıydı. Saatlerce dolaştı devamlı kendini sorguluyordu. Hatayı baştan yaptım diyordu, ama yaşadığı güzel günlerde olmuştu."Allah'ım" dedi "Allah'ım güç ver bana".

Dostlarını düşündü onların dediklerini düşündü. Arkadaşları sizler birbirine zıt insanlarsınız yol yakınken dönün bu yoldan dememiş miydiler. Tabi ya doğru olanı yapmıştı. Saatler geçtiğinde artık güneş yerini yıldızlara bırakmıştı, eve döndüğünde yürümekten bitap duruma düşmüştü. Kendisini karşılayan annesine hiçbir şey söylemeden kendi odasına gitti. Gece bir türlü bitmek bilmiyordu anıların ağırlığı altında eziliyordu genç adam, ama sabah erken kalkıp ajansa gidecekti, bunun için uyuması gerekiyordu.

Birkaç saat sonra genç adam uykuya dalmayı başarmıştı ve sabah 7'de saatin zırlamasıyla uyandı genç adam. Evden çıkacağı zaman cep telefonuna baktı, mesaj ve 10 tane cevapsız arama vardı. Genç adam yorgun olduğu için duymamıştı telefonunun sesini. Cevapsız arama ve mesaj canımcım'dan gelmişti, canımcım onun Nalan'a taktığı isimdi, heyacanla mesajı açtı mesajda şunlar yazıyordu...

"Sadece, onları sevmeyi sevdim. Hepsini onlarsız yaşadım da, bir seni sensiz yaşayamıyorum Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BIRTANEM......."

Evet, genç adam şaşırmıştı, mesajın geliş saatine baktı, sabahın beşini gösteriyordu. Güldü, kahkahalar atarak güldü, onu tanıdığı ve arkadaş olduğu günden beri ilk defa bir şiir alıyordu ve ilk defa bu saatte aranıyordu.... Heyecanla hızlı arama yaptı, çalan telefonu yabancı bir ses açtı. Genç adam

- "Nalan ile görüşebilir miyim" dedi. Fakat karşıdaki ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu;

-"Ben onun annesiyim yavrum, canım kızım bu sabah intihar etti. Gece odasında birilerini arayıp durdu, sabah odasının ışığını sönmemiş görünce merak ederek odasına girdim, ama yavrum kendini asmıştı."

Genç adam beyninden vurulmuşa döndü. Bir gün önceki mide ağrısının iki katını çekiyordu şimdi. Olduğu yere yığılıp kaldı......

Birkaç ay sonra... İki doktor konuşur. Doktorlardan biri diğerine karşıdaki hastanın durumunu soruyor ....

- aaa o mu, üç ay önce getirdiler, elindeki cep telefonunu hiç bırakmıyor, kendisi yüzünden bir genç kız intihar etmiş, o günden sonra o cep telefonu her zaman elinde devamlı bir şeyler yazıp birine yolluyor. Geçenlerde merak ettim o uyurken gönderdiği numarayı aradım hayret ki numara 3 ay önce iptal edilmiş, ve gelen mesajlarda bir şiir:

"Sadece onları sevmeyi sevdim Hepsini onlarsız yaşadım da Bir seni sensiz yaşayamıyorum. Bu aşkı tek kalpte taşıyamıyorum. Sana yemin güzel gözlüm, bir tek seni sevdim. Ve seni severek öleceğim, ELVEDA BİRTANEM......."

mesajı vardı.

Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat