Arama

Hikayeler ve Öyküler -2-

Güncelleme: 17 Şubat 2016 Gösterim: 545.034 Cevap: 1.812
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Aralık 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hikaye örnekleri verilen konudur.

Sponsorlu Bağlantılar

....
Gitmiştim.. Saçımdan tırnaklarıma kadar boylu boyunca bir gidiştim...
Durakta beklemekle otobüse binmek arasındaki çırpınışları kaplıyordu aklım.. Aklım öyle sevimsizdir ki böyle zamanlarda, bulutlarla yerkabuğu arasında sıkışır kalırım.. Doyumsuz bir yolculuk şoku ardı ardına gözlerime saplanır..İki adımda bir kavşak serilir önüme. Karasızlık buhranı sonra... Her acının yürüdüğü söylence bir yol vardır.İşte kavşakları hep acıya ayarlanan gidişlerim bu söylenceye aldanır... Kandili kısık bir aydınlıkta zamanın geç kalmışlığında yolları birbirine düğümlerim... Günü ikiye böler acının kılıcı yüzüne yakışan rengi seçer, geceyi giyinir acının kanayan yarıklarından küçük adımlar geçer... Resmi sevinç, içi ezinç başlangıçla gözüm görmeye başlar. Dilim tatlanır, ceplerimde kıvranır ellerim.. Oysa yürek yeniktir hala.Bunu artık kim değiştirebilir. İnsan görebilirse erdiğini soğuk sokaklara sokulma vakti gelmiştir. Alnımdan su eksildiğinde, acıların kayaları küflendiğinde aynalara suretimin sığmadığı zamanlarda gözüme dokunacak bir göz olmadığında sırası gelmiştir çantayı sırtlamanın. o günden sonra bütün kent sokaklarında asit yağmurlarında tek başıma yürürüm. Yüzüm keskin bir mehtapta küskün bir kedi kadar kimsesiz, yüzüm kapalı tüller kadar sessiz...

Az evvel bütün ıışıkların ardına baktım yoktun!!
Bu kentte senin lisanını konuşuyorum aşk boyu.. Lisanım var inanıyorum öyleyse bu gözümü alan sessizlik neden? Bu sağır özlemin failini göster bana.. Her gün yüreğimi ipe götüren bir cellatı arıyorum..
Gözlerimi gösteriyorum kalabalığa gören yok mu? Peki tanıyan celladı mı? Bir yol daha uzadı önüme, kıyısında sıra sıra meşe kolyesi.. Her meşenin gövdesine bir kelime yazıp geçmşim o yoldan..S enden başka kim başarabilirdi ağaçlardan cümle kurmayı...Ve beklediğim oldu ağaçların yolun sonu denize çıktığı..Ben seni denizsizken bilirim... Gözlerindeki son damla maviyi ellerinle saklardın her seferinde.. Daha engelleri aramızdan söküp karşımıza almadan gittin... Deniz sıçradı üzerine, tuza, yakamoza aldanıp gittin!!!

Ne zaman rüzgar saçılsa bir kadıın saçlarına, benim bungun ellerim ağlıyor şimdi.. Gel ben ölmekteyim... Caddelerde adımlarım boğuluyor, gözlerindeki surları katlime örüp durma!! Rengi kokuşmuş yazlara mezarımı kazma!! Naçar oturup ağladığım, güldüğüm çay bahçelerinde denizden donuk gözlü balıklar bakıyor bana.. Vapurların bir bir sana seferi yok.. Gözlerimdeki kayıp ilanlarına aldıran da.. İç bükey bir acıyla geldiğim kentte enkaz oldum.. Bana ayrılan kül bulutlarını soğuruyorum şimdi.. Kanat ve el gibi tutabilir mi bir başka eli ey deniz?

Bugün varlığımın infazına hükmettim.. Durgun bir denizle yanan bir kentin arasında kaldım.. Yamacıma yanaşan şu gemi son kavşağım olsun. İsimsiz olsun.. Eylüle açılıyor dalgalar.. Ah kalbim üzerine çullanacak yine sonbahar.. Sulara sok kanlı saçlarını.. El salla tren istasyonuna, kıyıdaki cam kırıklarını damıt.. Olsa olsa bir sevgiden düşmüştür bu acı.. Peki neden ben oldum bu acının sarnıcı?



Arşivlenmiş konu için bakınız: Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv]

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu öykü, özel olarak hazırlanmış bir çalışmanın küçük bir parşasıdır. Sizinle paylaşmak istedim.
GERÇEK SEVGİ
Sponsorlu Bağlantılar
“Bebeğimi görebilir miyim” dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı.
Bebeğin kulakları yoktu... Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.
Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hıçkırıyordu. Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak
“Büyük bir çocuk bana ucube dedi.”
Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona “Genç insanların arasına karışmalısın” diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
Delikanlının babası, aile doktoruyla oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
“Hiçbir şey yapılamaz mı?”

diye sordu. Doktor

“Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir”

dedi. Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti. Bir gün babası

“Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır”

dedi. Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı.

Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.
Yıllar geçmişti, bir gün babasına gidip sordu:
“Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım”

“Bir şey yapabileceğini sanmıyorum” dedi babası, “fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..” Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi.

Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi. Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.
“Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu” diye fısıldadı babası”. Ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi? Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir! Gerçek mutluluk gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir. Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!”

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİR ASETONUN SONUCU

Bundan 10 ay önceydi.Msnde tanışmıştım.Bir aya yakın arkdaş olarak çok iyi konuşuyorduk. DOST gibiydik ama onun beni çok sevmesi herşeyi degiştirmişti bir ay sonra birbirini çok seven sevgili olmuştuk ama sanaldı.fakat seviyorduk birbirimizi bana o kadar çok deger veriyor ve sevgi gösteriyorduki onu sevmemek elde degildi.ama şehirdışındaydı zaten aşkta imkansızı hep seçmezmiydi. şehirdışı oldugu için birbirimizle yüzyüze hiç konuşamamıştık..Herşey çok güzeldi ya hep msnye giriyorduk bütün gün konuşuyorduk msn olmuyunca telefınla mesajlaşıyorduk sabah akşam demeden hep birlikte olmak istiyorduk ama hep bi araç vardı ya msn yada telefon birbirimize kavuşmak çok istiyorduk. bir iki ay çok eşsiz geçmişti. daha sonraları ailem girdi bir iki hafta ayrı kaldık sonra yine yolunu bulup msnye geri döndüm.ve hiç bırakmak istememiştim beni çok seviyordu.ama artık birşeylerin gerçegini görmüştük imkansız bir aşktı bizimkisi cünkü hem şehirdışındaydı hemde ailem izinvermiyordu. ama yinede sevdigimden devam etmiştim geri dönmüştüm ona. devam ettik hemde çok güzelce kaldıgımız aşktan fakat 4-5 ay sonra aşkımızı hasret aldı. evet uzaktık birbirimizi hiç gördügümüz yoktu anca kameradan yada resimlerle idare ediyorduk onun ne tipine nede görünüşüne aşık olmuştum sadece bana olan sevgisine tutulmuştum ve bırakırsam bu sevginin yok olucagını düşünüp sevmiştim. derken 4-5 ay sonra birbirimizden kopmalar oldu ayrılıgı bile düşünmüş hergün kavga ediyorduk. oysaki ben ona saat başı mesajlar cekiyor güzel sözler yazıyordum hep sevidigimi söylüyordum ama çok ilgide sıkmıştı onu artık ağlamayan gözlerim hergün ağlar olmuştu.. ve belki beni kaybetmeyecegine inandıgı için böyle davranıyor diye düşünmüştüm. sevgi göstermessem belki eskisi gibi sever sanmıştım bir gün msn ye girdik herzaman ki gibi. baana demiştiki
--benim gibi culsuzu nasıl seviyorsun şaşırıyorum demişti
o an oan bunu diyince ne olduguna anlam verememiş susmuştum 3-4 kez o yazıyı okuyordum sonra
--ne demek bu dedim
--yok bişey dedi
ısrarla nedemek diye sordum fakat eskisi gibi davranmıyor ve sinirlenip
--yokbişeyyy ya diyince o an bu aşkın bittiginni hissettmiştim zaten bu aşkı artık ben ayakta tutuyordum ayrılalım desem hemen kabul etcekti. biliyordum ve bu sözüne karşılık bende belki benim sevgim biterse eskisi gibi olur diye ona akşam bi msj atmıştım. msj şöyleydi
__"benden eskisi gibi sana karşı sevgi bekleme o lafı o sözü keşke demeseydin "diye msj atmıştım ama tabi bunu demicektim uzun uzun msjlardan sonra bana
---nediyorsun acık acık söyle demişti.bende büyük harflerle aynen böyle yazmıştım ve oan öldügüm zamandı bana cvp şöyle geldi
---elveda
evet ben şaşırmıştım ayrılmıştı benden cvp attım buna karşılık fakat telefonunuda kapatmıştı akşamdı saat 12ye geliyordu. msj attım defalarca cagrı attım ama telefonunu kapatmıştı. deli olmuştum onu kaybetmek istemiyordum amacım bu degildi aama anlamıştım ki artık beni sevmiyordu bunu anladıgım vakit intihar etmeye karar vermiştim. zaten bu sevgiyi ailem bilmiyorduda 8 ay sürmüştü tam ay hem sevmiş hem katlanmış hemde gizlemiştim. ve intahar etmek için ilk buldugum hapı alıcaktım içicektim ne kadar olursa olsun önümde duran 10 tane antidepresyon hapını içmiştim bazen kullanıyordum ama birden 10 tane hiç içmemiştim. neyse son olarak sevgilimede msj atmıştım. öyle ağlamıştım ki o gün hayat durmuş gibiydi. sonra uyumak için yataga yatıyordumki aseton şişesini yastıga devirmiştim tabi onu o hüzünle su sanıp önemsememiştim fakat bir an da
yastga yattıgım zaman o alkollü asetonu nefes nefes içime çektigim an öldügümü zannediyordum ve 10 dk felan öyle cekmiştim. sonra yastıgı kaldırıp başka yastık almış uyumaya çalışmştım ama hep ağlıyordum ailem uyumuştu ama yarım saaat sonra midemin agrısıyla yatakta dört dönüyordum. 15dk dayandım ama asetonun etkisi çok feci midemi agrıtıyordu hemde içtigim hap ölücektim zaten ama. korkuyordum acı cekiyordum yattıgım yerde kimse duymuyordu dayanamayıp anneme söyledim sonra 3 hap aldım dedim bişey olmaz dediler ama ben asetonun farkında degildim. sonra içim geçmiş sarhoş gibiydim midemde hiç bişey kalmamıştı ama çok kötü durumdaydım anneme 10 hap oldugunu söyledim doktora açtılar bişey olmaz deselerde asetonun etkisinin beni böyle yaptıgını bilmiyolardı tabi bende sonraları anladım aklım başımda degildi sanki sarhoş gibiydim ve herşeyi anllattım sevgilimi onu bunu felan ve ailem çok kızmışlardı. ayrılmıştık....evet aşk bitmişti.sabah oldugunda herşeyin bittiigi anlayıp 3 4 saat ağlamıştım.
sevgilimede msj atmıştım ölümden döndügümü ve aileminde bunları bildigini anlatmıştım sonra demeseydin bana onu demişti aama oda neden öyle dedigimi bilmiyordu. ve aileeme son kez yalan söyleyemezdim bu sevgiyi bitirmiştim. daha dogrusu sevgilim devam edelim ayrılmayalım desede ben ailemden korkmuştum ve bitmişti. ağlıyordum hergün ama zorunluydum buna ailem aseton yüzünden herşeyi ögrenmişti.
aslında mideminde agrısını aseton yapmıştı cünkü içtigim hap anti depresyon hapı oldugu için hiç bir etkisi olmazmış sadeece unutkanlık yaparmış fakat asetonu nefes nefeese içime çektigim için herşeyin sonu olmuştu belki aseton olmasa ailemde bilmiyecekti tüm bunları ve sabah yeniden aşka devam edicektim ama olmadı olmadı

bi aseton nelere kadirmiş. eskiden keşkE o asetonu dökmeseydim diyordum nefes nefese içime çekmeseydim diyordum cünkü sevidigimi sanıyordum ama şuan 2 ay geçti iyiki o aseton dökülmüş iyikide ailem ögrenmişti diyorum... cünkü gerçekleri sonunda anladım geç oldu ama anladım şimdi size yeminederim. gülmeyen yüzüm güler oldu artık gözlerimden yaşlar kolay kolay akmıyor. aşk neymiş bu dünyada bence yalan... yada acı bir sevgi.
bana kalan ders sizlere söylüyorum tanımadıgınız kişilere fazla baglanmayın ben yandım ama cok az bari siz yanmayın .....birini sevecekseniz elbet ilk başta kendiniizi sevin sonrada gerçekten güven duydugunuz en önemliside yakınınızdaki birini sevin... uzaklık bizaaman sonra nefret getiriyormuş ben geç anladım....asetonda olmasa napardım kimbilir... BU OLAY benim başımdan geçmiştir. üzücü ama ne olsun hayatıın gerçegi...malesefff


ALINTIDIR

iwosky - avatarı
iwosky
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #4
iwosky - avatarı
Ziyaretçi
Asalet & Terbiye



Firavun'un kahinleri, saltanatı yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun ölmemek için öldürmek sevdasına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocuklarını, kılıçtan geçirtmeye başladı. Cellatlar; sokak sokak, ev ev dehşet ve ölüm saçıyorlardı.

Kadının biri, doğum sancıları başlayınca, mağaraya vardı ve çocuğunu orada dünyaya getirdi. Çocuğunun , gözünün önünde öldürülmesinden korktuğu için orada bırakarak evine döndü. Mukadderatı ile başbaşa kalan çocuğu, Cenab-ı Hakk'ın emriyle,Hz.Cebrail besleyip büyüttü.

İlk fırsatta mağaraya koşan kadın, çocuğunu hayatta bulunca sevindi, onu emzirip doyurdu ve tekrar evine döndü. Günler böylece geçerek küçük büyüdü ve sonunda Hz.Musa'nın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse bu çocuk oldu. Adı Musa.

Samira kabilesine mensup bulunduğu için, kendisine Samiri lakabı verilmiştir. Asalet olmayınca, Cebrail aleyhiselamın verdiği gıdaya ihanet etti.

Diğer bir Musa da Allah'ın Kelimi, Peygamberi ve Firavun'un helakinin zahir planda sebebi oldu. Cenab-ı Hakk, onu Firavun'un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz.Musa'nın annesi, kalbine gelen bir ilhamla oğlunu bir sandık içine koyarak Nil'in akıntısına bıraktı. Nil'in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Asiye ile birlikte oturmakta bulunan Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. Derhal, içinden çıkan küçük Hz. Musa'yı öldürtmek için emir verdiyse de Asiye buna mani olarak:

- Benim için de, senin için de bir göz bebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faidesi dokunur, yahut onu evlat ediniriz, dedi.

Netice itibariyle Firavun'un büyüttüğü Musa; Peygamber oldu ve Firavun'un saltanatını yıktı. Bir Arab şairi, aslet olmayınca terbiyenin fayda vermeyeceğini dile getiriken:

Fe Musa'llezi rabbahü Cibrilü kafirün
Ve Musa'llezi rabbahü Fir'avnü mürselü


demiştir. Yani": (Asalet olmadığı için) Cebrail'in büyüttüğü Musa kafir oldu ve (asil bir soya sahip olduğu için) Firavun'un beslediği Musa ise Peygamberdir"
ReaLin - avatarı
ReaLin
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #5
ReaLin - avatarı
Ziyaretçi
Uzaklarda bir köyde, kocasi, çocugu
dogmadan ölmüs, tek basina yasayan hamile bir kadin kendisine
arkadas olmasi açisindan dagda yaralı olarak buldugu bir gelincigi evinde
beslemeye baslar. Gelincik kadinin yanindan bir an bile
ayrilmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallasir.Bir kaç ay
sonra kadinin çocugu dogar. Tek basina tüm zorluklara gögüs germek ve
yavrusuna bakmak zorundadir. Günler geçer ve kadin bir gün birkaç
dakikaligina da olsa evden ayrilmak ve yavrusunu evde birakmak zorunda kalir.

Gelincikle bebek evde yalniz kalmislardir. Aradan biraz zaman geçerve
anne eve gelir.

Gelincigi ve kanli agzini görür. Anne çildirmisçasina gelincige
saldirir
ve oracikta öldürür hayvani. Tam o sirada içerdeki odadan bir
bebek sesiduyulur. Anne odaya yönelir... Ve odada besigi, besigin
içindeki bebegi ve bebegin yaninda duran parçalanmis bir yilani görür.

Einsteinin bir sözü vardır; İnsanlardaki önyargiyi parçalamak benim atomu parçalamamdan çok daha zor
ReaLin - avatarı
ReaLin
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #6
ReaLin - avatarı
Ziyaretçi
Trende yanyana oturduğumuz adam, karşımızdaki delikanlıya nûtuk çekiyor ve:
- Sigara efkâr dağıtır, diyordu. Yak bi tane. Çocuk, adamın kendisine uzattığı sigarayı kibarca reddederek:
- Sağ olun, diye cevap verdi. Kullanmıyorum.
- Amma yaptın ha, dedi adam. Yoksa annen mi kızar?
Bu lâflar çevremizdeki yolcuların gülüşmelerine yol açmış, benimse fena halde canımı sıkmıştı. Uyumak niyetiyle kapattığım gözlerimi aralayarak delikanlıya baktım. 20-22 yaşlarında olmalıydı. Son derece temiz bir ifadeye sahip olan yüzü, adamın söylediklerinden sonra hafifçe kızarmıştı.
Adam:
-Herhalde sen aslan sütü de kullanmazsın, diye devam etti. Kullanmazsın değil mi?
-Delikanlı, onun içkiden bahsettiğini anlamıştı. Bu sefer susmayıp:
-Bira dahil bütün içkiler haramdır, dedi. EIbette kullanmıyorum.
Konuşmaları, benim olduğu kadar ayakta seyahat eden yolcuların da dikkatini çekmiş olmalıydı. Herkes kulak kesilmiş, onları dinliyordu.
Adam,
-Peki, dedi. Ya Milli Piyangoya ne dersin? Hani şu televizyonda reklâmları olan.
-O da aynı şey, diye cevap verdi delikanlı. Yâni o da bütün kumarlar gibi haram.
Adam, alaycı bir ifadeyle:
-Amma tutucu bir insansın be kardeşim, dedi. O haram, bu haram. Milli Piyangonun Milli Takımdan ne farkı var ki?
Çocuk yine susmayı tercih etti. Ancak sıkıldığı her halinden belli oluyordu. Adam ise, aklı sıra onu köşeye kıstırmış ve perişan etmişti. Sigarasının dumanını, çocuğa doğru bir kahraman edâsıyla üflerken:
-Cehennem korkusundan dünyanın bütün zevklerinden mahrum kalıyorsunuz, dedi. İş mi sizin yaptığınız?
Dayandığım yerden doğrularak adama baktım.
Bu sefer bana dönerek,
- Ne dersin dostum, dedi. Haklı değil miyim? Hepimiz az çok yanmayacak mıyız? Üstelik hep beraber olduktan sonra, ne var korkacak?
Sinirlerim iyice tepeme çıkmıştı. Yine de sakin bir ifadeyle:
-Gerçekten cesur bir insanmışsınız, dedim. Sahi, yanmaktan korkmuyor musunuz?
-Pek korktuğumu söyleyemem, diye cevap verdi. Elle gelen, düğün bayram değil mi?
Böyle diyerek koltuğuna biraz daha gömüldü ve cam kenarındaki sigarasına doğru uzandı. Paketin yanında duran çakmağı ondan önce alarak ateşledim ve:
-Buyurun, dedim. Yakın.
Paketten büyük bir pozla çıkarttığı sigarasını, çakmaktan âdeta fışkıran aleve doğru uzatırken,
-Hayır, dedim, sigaranızı değil, parmağınızı uzatın.
-Anlayamadım, dedi. Neden parmağımı uzatacak mışım?
-Cehennemde yanmaktan korkmadığınızı, bundan daha iyi nasıl gösterebilirsiniz, dedim. Doğrusu hepimiz merak ettik.
Adam ne diyeceğini şaşırmış ve bir saattir işleyen çenesi, âdeta tutulmuştu. Yerinde bir müddet kıvrandıktan sonra,
-İneceğim istasyona geldim, diyerek ayâğa kalktı ve kalabalığı yararak gözden kayboldu.
Çakmağın bende kaldığını, adam gittikten sonra farkettim. Bunu, karşımdaki delikanlı da görmüş ve gülmeye başlamıştı. Çakmağı ona doğru uzatırken,
-Sigara içmiyorsun ama çakmak sende kalsın, dedim. Artık onu nerede kullanacağını çok iyi biliyorsun.

ALINTI...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YAN(IL)DIM


Gece karanlık ,karanlık hüzün ,hüznünse anlamı çok alfabemde…
Simsiyah sularında kayboldum şehrimin dün.yıkıntılarımın enkazlarını teker teker sonsuz derinliklerine var gücümle salladım.Uzaktaki yalnız ama başı dimdik fenereyse hiç aldırmadım.Yaraladı çünkü kendine güveni beni.Başının yere eğilmemesi sızdı içime acı acı.Herkes’in ışığıydı,umuduydu,kurtuluşuydu o..Oysa BEN…Rotamı almış giderken; umuttan her dem tokat yemiş müebbet mahkum,yine kandırdım kendimi.Elimde kalacak dolmaz boşlukları yine acizane yok sayarak inanmamın bedeli,tadına bakıyorum kan kokan tuzlu yaşlarımın.
Her dakika ayrı bir ağıtı öğreniyorum bana kalan zamanlarımda.Ne zılgıtlar varmış önceden gülüp geçtiğim acıdan yangına tutulmuş mecnunların yarlığında.Şimdi, kendi seslerimin çokluğundan uyuştu, içinin büyüklüğü omuzlarıma ağır gelen beynim.Zılgıt zılgıt,ağıt ağıt,buram buram çaresizliğimi bağırıyorum şehrimin sokaklarına.Gelir misiniz…?
Sırata asılı kalmış yok sayılışlarımla,yavaş yavaş ateş yanıklarıyla süsleniyor bedenimin en iç yanları.Elimi bırakırsam İBRAHİM’İN kıssasına dönmeyecek sonum biliyorum…Dönersem geri NUH gibi korkularımı toplayıp yeni bir varoluşa yelken açamayacağım…YUSUF gibi kalacağım kör kuyularda…
Replikler şaşırıldı.Kim kimin kıyalarında kıyama duramadı? kaçak bu hikayede.Kabullenirken en ağır cezaları,aslında bilmiyorum hüküm giydiğim suçum neyin kısaltılmışlığı?Yok sayana sebep sorulmaz,Ellerinin boşluğunda zaten olmayan sıcaklığının ağırlığı duyurulmaz,Giderken üzerine yığdıklarından bahis açılmaz…
Güneş batar sıcaklığını çekip günlerimden.Ay şavkının ışıltılarıyla,izinsiz dalar gecelerime.İstanbul yine kanar,yedi tepesinde yedi ağıt hikayesiyle…
Bana ise yazarın (s)aklıma takılan son sözünü tekrarlamak kalır…ÜSTÜM KALSIN…(YAN)ıl(DIM)…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bilinmeyene...

Oysa Bonkör uynamıştı adam sabaha
Bavuluna, bir hayata dair umutlarını sığdırmıştı
En son yanlızlığına veda ediyordu gitmeden
Bir hoşçakalı asla hor görmüyordu bunca yıllık dostuna
Ve adam koyuldu yola...
Belki gideceği yerin adresinden yoksundu
Biliyordu ki o nerede olursa gelecekti kadın
Bekleyişlerin doğduğu yere yürüyecekti
Sessiz ve sakin...
Geçen saatler kırmıyordu adamı
İçindeki heyecana yenik düşsede ruhu
Beklemeyi sevmişti çünkü
Ne de olsa beklenen 'o'ydu...
Bunca zamanın varlığına gelmeliydi kadın
Geçen her an yokluğun habercisi gibiydi
Gidenler, gelenler kalabalığında yanlızlığı yaşıyordu adam
Gözünde bir damla yaşı gizlerken...
Bu kadar da bekleyiş olmamalıydı elbet
Gün ağarmak üzereyken topladığı bavula el attı
Taşıyacak gücü kalmamıştı oysa umutlarını
Şİmdi gitmeliydi bilinmeyene...
Yolun sonuna gelmeye çalışıyordu adam
Bitkin ve narin yüreğiyle...
Uykudan fırlarcasına uzandı gözleri kadının yoluna
Gelenin o olduğunu anlayabilmeye yetecek takadiyle...
İçinde savurduğu küfürlerdi kendine
Neydi bu güçsüzlüğün, yılmanın sebebi
Yıllara yorgun düşmeyen o adam, az daha gidecekti
Tam kadının gelişinde...
Şİmdi ellerindeki titremelerin sebebiydi kadın
Dizlerinde çözülmenin, kelimelerin anlamsızca çıkışlarıydı belki de
Hayallerindeki kadındı şimdi sadece bir adım ötesinde...
Oysa ona anlatılacak onca şey vardı şimdi
Bekleyişlerinden ve onun gelmeyişlerinden
Sevmelerinden, umutlarından, hayallerinden bahsedecekti
Eğer kadın biraz daha vakit verseydi...
Gülen yüzüyle anlamsız bakışlar sunuyordu
Bekleyişlere sebebiyet vermeyi güzelliğinin suçu sayarken kadın...
Yeteceğini düşünüyordu belki bu anların
Yıllarını, umutlarını, hayallerini hiçe sayarken adamın
Ürkek ve merhametli yüreğiyle...
Kadın dönüp giderken ardını
Bağırıyordu adam 'gitme, sana anlatacaklarım var' diye
Yorgun ve çaresiz sesiyle...
Şimdi beklenen kadın uzaklaşıyordu sessizce
Hediye ettiğini sandığı o büyük üzüntüyle...
Kadın merhamet doluydu, sevgi doluydu, yüce yüreğinde
Mecburluğu olmasaydı derken bırakıp gitmelerin
Belki de kaybolmadan önce, son kere...
Daha bir yalnızdı adam şimdi
Nerede o eskiyen gücü, nerede onu yeni umutlara taşıyacak takadi
Zorda olsa kalkıyordu yıkıntılarını atarak bir köşeye...
Ve artık...
Kadın bir bilinmezlikte...
Adam tanrının bile bilmediği bir yerde...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2006       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AYNA

Yaşamımızda davranışlarımıza en etkili olan duyguyu uzun süredir arıyordum. Ölüm korkusu, başarısızlık korkusu, yalnızlık korkusu, kaybetme korkusu… Dikkatimi çeken şey ; bütün bu duyguların alt tabanında KORKU denen enerjinin var olduğuydu. Yaşamımızda olumlu ya da olumsuz bütün davranışlarımızın kökeni bu tanımdan filizleniyordu. Bir düşünce fırtınasının sonunda bir sonuç bulmuş ve limana sığınmıştım.

Ama hayır ; sorunlarım çözülmemişti. Çözülmesi bir yana, elimde bir sonuçla; ama bulunan sonucun sorunları çözemeyeceği doğrusu ile karşı karşıya kalmıştım.

Tanrıyı arıyoruz, kökenimizi ve nereye gideceğimizi anlamaya çalışıyoruz, Maya Takviminden kıyametin ne zaman kopacağını, kıyametle neler olabileceğini bulmaya çalışıyoruz. Yürüdüğümüz yolu unutup yürüdüğümüz yolun nereye vardığını bulmaya çalışıyoruz. Sonuca kilitlendik neredeyse… Ama yine de elimiz boş, umutsuzluk ile mutsuzluk arasında gidip geliyoruz.

Önemli bir soruyu sormamız gerekiyor belki de : yürüdüğümüz yol mu önemli, yoksa yolun gittiği yer mi? Benim inancım; yürüdüğümüz yolun, sonuçtan çok daha önemli ve kayda değer olduğudur.

Öğrenmeye çalışıyoruz; en çok birbirimize bakıp, birbirimizle kıyas yapıp bir takım sonuçlara varmaya çalışıyoruz. Çoğu kez birbirimize ayna olduğumuzun bilincinde olmayıp birbirimizden bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz.

Mistik anlayışta aslında en çok hoşuma giden tanımlamalardan biridir AYNA OLMAK. Aynı şekilde; en çok yanlış uygulanan yöntem de budur. Sadece sonuca endekslenen, içinde olduğu anın bütünündeki duygu ve düşünce algısının dışına çıkıp sadece varılacak limana odaklanıyoruz.İşte bu yüzden; öğrenemiyoruz, elde ettiklerimizle tatmin olamıyor ve hep eksik hissedişlerde kalıyoruz.

Çevremize bakalım; bize ayna olacağını düşündüğümüz kişide ne aradığımızı düşünelim. Tanrının ne olduğunu ondan gelecek bir sinyalle anlamaya mı çalışıyoruz ? Şu anda içinde olduğumuz 3. boyutun üstündeki 5. boyut ya da 7. boyuttun nasıl bir yer olduğunu mu bulmaya çalışıyoruz ? İnsanların birbirine ayna olması bizce bu mu ? Ben diyorum ki : Başka insanların bizde aradığını biz onlarda aramış oluyoruz. Onların bulamadıkları bizim bulamadığımız, bizim anlamadığımız onların anlamadığı oluyor. El yordamı ile bir takım nesnelere dokunup kimin tahmini daha tutarlı onu kestirmeye çalışıyoruz.

Biri bir şey söylüyor ; bunu nerden öğrendin diyoruz. Söylediği şeyin akla ve mantığa ve hissedişlere ne kadar yakın olup olmadığından çok, bizim inanabileceğimiz bir kaynaktan gelip gelmediğini anlamaya çalışıyoruz. Hiç bir şey öğrenemiyoruz, birbirimize ayna olmayı bir yana bırakın, elele daha çok uzaklaşıyoruz AYNA OLMA enerjisinden.

İnanin; varacağımız yer çok önemli değil. Biz zaten o yolda ilerliyoruz. Nereye varacağımızı anlamaya çalışmak varilacak yeri bulma açısından değil ama oraya varmanın araçlarından biri olarak önemli sadece. O zaman kendimize ve çevremizdekilere odaklanalım. Ne bildiğinden çok, ne yaşadığından,ne hissettiğinden, nasıl davrandığından bir şeyler almaya çalışalım. AYNA geleceği değil bugünü bize yansıtandır. Peki dostlar; biz aynadan bugünü mü öğrenmeye çalışıyoruz yarını mı, işte bunu düşünelim biraz.

Bizimle aynı şekilde davranan, bizim gibi düşünenleri arayıp o kişide bulduklarımızla kendimizi ve yaptıklarımızı onaylamaya çalışıyoruz. Ayna olmak bu değil ki… Yargılamaya başladığımız o ilk an karşımızdaki aynayı paramparça yaptığımız andır.

Karşımızdakini ne kadar bildiği ile değerlendirmeye ve ne kadar çok bilgiye sahip olduğu ile bize ne kadar ayna görevi yapacağını bulmaya çalışıyoruz. Bilgi, ayna görevi için yeterli mi sizce?

Karşımızdaki aynayı kendimizi görmek için parlatmaya mı çalışıyoruz, yoksa kendimizi görmeye korktuğumuz için onu bin parçaya mı bölüyoruz? İşte cevaplamamız gereken ana soru bu…

Ve son bir şey: Biz kendimize bile dürüst değilken baskaşına nasıl sağlıklı bir ayna görevi yapabiliriz? Aynı şekilde; karşımızdaki aynalardan kaçı kendine dürüst davranıp bize sağlıklı bir fotoğraf sunuyor?
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Aralık 2006       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YOLLARDA

yalnızlığı en çok yollarda yaşarmış insan.hani bir de vakit teslim ediyorsa kendini akşama.o düşsel kızıllık çöküyorsa asfalt boyunca dünyaya.değme hüznüme işte o zaman.dokunma türkülerime diyesim tutar ansızın.bir oda hayali tüter burnumda sonra.bir yatak.bir ne olursa
____hep yorgun saatlerinde gezer çakallar gecenin.pusu hep bu saatlerde atılır.aç yırtıcılar gibidir ihbarlar.
yıldız yağmurunda yıkanmak hayalim .umarsız türküler eşliğinde hemde.sende dolaşmalıyken parmaklarım inadına kurt inlerinin ;dokuz adımda turluyorum şimdi odamınher yerini.her yan keskin sidik kokusu.açım sevgili.hem sana hemde sana susadım.yol türküleri gelmez oldu aklıma .halbuki ne güzel türküleri vardır yolların.umut dolu sen dolu
sabahı haber veren kuş sesinde Uykusuzluğum.duyuyormusun?bir sigara olmalı şimdi.uzun uzun tütürmeliyim seni.özlüyorum galiba.herzamanki gibi değil .Tarifsiz özlüyorum Sabahı.yolsuzca.............



Benzer Konular

3 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
11 Haziran 2013 / Misafir Forum Oyunları
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar
20 Haziran 2012 / ThinkerBeLL Edebiyat