Arama

Kahraman Tazeoğlu - Sayfa 3

Güncelleme: 7 Ekim 2017 Gösterim: 129.117 Cevap: 55
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #21
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
En yangın düşüşünüzde, en yanlışla kalkmak ağaya! Düşmenin acısıyla kalkmanın yorgunluğu kemiklerinizde kaynaşmış, ruhunuzda nekaat evresi. “Birazdan” diye başlayacağınız her cümlede ertelenen bir şimdi. Aslınızla yüz yüzesiniz! Bir tek kendinize yaslanamazsınız!

Sponsorlu Bağlantılar
Birileri çıkar, sizin yaşayacağınızı yazar. Araya umulmadık sözler girer, sizin yazacaklarınız yaşanır. Sitemi, isyanı çözer ayıklarsınız köşe bucağınızdan; ulu ortanızdan. ‘Düzen’ dediğiniz, kendinize başkaldırı hakkınızı elinizde bulundurabilmeniz. Sivilcesiz ergenlikler, bunalımsız ilk gençlik yılları, terk sonrası buhran halleri, ölüm sonrası matem havası devreder gençliğinizin en genç günleri. Devrilmezsiniz, sığındığınız olur ki o kadar yalnızken siz! Siz hesabı ölülere ödetirsiniz, dirilerinizde ölüm sessizliği.

Bir suç vardır, suçlu meçhul! Bir gerçek vardır, yalanı aleni! Bir siz varsınız, diğeriniz yokluğunuz. Saçmalamak en ciddi nutkunuz. Nutkunuz tutuk her es’te. Karşı çıkacak biri iyi olacaktır, size bırakılan meydanda, lakin her karşı taraf sizin taraftayken, haklılık paydanızın çoğalışında bir şeyler hep az gelir. Fazladan aktarsanız, haksızlık! Bedene uğratırsınız zayiatı. Tahribat saçta başlar. Tende hızlanır. Ten de solar zamanla. Zaman arada kaynar. Uyanırsınız gün batar. Uyursunuz güneş de ‘günaydınlık’ bir aydınlık. İçli şarkılarla içli dışlı olursunuz. Kelimelere korkunuz artar, okumaz ve yazmazsınız. Görmezden geldiğiniz yanınızda yazar özlemi. Canının çıkmasını beklersiniz. En sevdiğiniz o ya, tek suç da, tek suçlu da o!

Kapalı odalarda açık kollarsınız. Bir şeyleri keşfetmek kadar sancılı ama bulunca kaybetmiş kadar acılı olursunuz. Her öğrenilen öncekini bastırır. Ve siz hiçbir yere varamazsınız! Menfaat güdücü eylemler arasında dürüstlüğü fark eder, en önce kendinizden utanırsınız. Utanç bildiğiniz, bakmadığınız aynalardaki görmediğiniz siz.

Çoğul konuşursunuz, karşınızda hiç kimse yokken ve tekilken. ‘Siz’ diye başlamak bir cümleye ya da ‘siz’ diye bitirmek her susuşu, yalnızlığınızı dinlendirir, dillendirir sanırsınız. Başınıza gelende yalnızken siz, kendinize şaibeliyken gözleriniz, çevrenizde dolanırken şüphe imalı bakışlarınız ve bir sürü şeyi sineye çekme gücünü bulmanıza şaşırırken aklınız, siz ne kadar sizsiniz? Ki ayakta durmaya mecalsiz, düşünmeye yetisiz, konuşmaya kelimesiz, susmaya ses’siz…


KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "susacak var" adlı kitabından

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaren yaralı bir türkünün miğferliğinde, geçebildim odaya. İçimin kaosu odanın her kıyısına nakkaş meziyetinde işlenmişti. Kendi ellerimle kestiğim saçlarım yerdeki halıya yeni bir motif olmuştu. Kenar süsü mahiyetinde “görülmüştür” damgası vurduğum kâğıtlar, kelimelerinin anlamınca savrulmuş etrafa. Pencerenin önüne yıkılmış bir duvar gibi yığılmış kitaplar… Yazamamaktan, tükenmezliğini kendine bırakmış kalemler… Hiçbir ağrımı dindirememiş ilaç kutuları… İçine ciğerimi hapsettiğim sigara paketleri… Fotoğraf fotoğraf ölümsüzleştirdiğimi sandığım, oysa yaşandığı anda zaten ölmüş olan sevinçlerim… Geceleri zafer, sabahları ellerime yaralar döken yalnızlığım… Hep, halının altına süpürdüğüm kırılganlığım, suskunluğum, id’im, kinim, nefretim, nefret ettiklerim, gidenlerim…

Sponsorlu Bağlantılar
Giden, kaldı… Gidişi değil de; giderayak açtığı yaraları ters istikametime doğru attığı her adımda kanatmasıydı onu içimde tutan; onu, yangından ilk önce kurtarılmak şartıyla bu hayata demirbaş yapan!

Vaktinde kaybettiğim her şey şimdi gözümün önündeydi, bulunmuş olmanın anlamlılığından uzak, öylece duruyordu.

Ben de öyle duruyordum!

Sonun teslim çağrılarını duyuyordum. Yoksul bando, sevdiğimin türküsünü üç eksikle çalıyordu. Birazdan, diğerleri de susturulacaktı. Biliyordum. Ben, savunmasızlığımla ve karşı kıyının bütün içtenliği sevişlerinde gizli yardımlarıyla baş başa kalacaktım.

Gerisi, teslimiyetti… Gerisi, esaretti… Gerisi, gidişti!
Vakti ertelenmez ve vesaiti içime dert olanlar…

KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "susacak var" adlı kitabından

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #23
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bana koca bir kenti sunarken, küçük bir yürekteki adamı alan aşk, bilmediğim yanlarımı çıkar dar sokaklardan caddelere. Çıkar karşısına onun! Güneşi batıyor İstanbul’un kendi içine, en içime... Düşlerimi döktüm arkasında kalan kızıllığına. Her sahnede dile getirilmeyen âmin, başımı bekledi. Ağladım. Ağlamak mevsimsiz durdu yüzümde. Ağlamadım, kin saldırdı kirpiklerime. Her şey suç unsuru, her şey bir intihara neden… En çok ne kalmadı geride, en az ne hatırlanıyor? Bilir mi ki? Ya da haykırsam İstanbul’a, duyurur mu sesimi? Şarkılarımda, siyah-beyaz kaldı gülüşüm. Kırmızı bir alınganlık oturdu dudak kenarlarıma. Derinden geldi gerçekler ve su yüzünü talana çevirdi. Aşk, al biraz da küskünlüğümü. Barış parmakları gönder; bana, ona…

Çok sesli bir yalnızlık oldu şimdi güncem. Boş boş sayfalarda anlatamadıklarımın anlamı var! Bunca insan neye kör, niye kör? Bildikleri, senin en dolanlı halindi aşk! Şimdi karşı karşıyayız. Neden çığlık atmıyorlar varlığımın ürkünçlüğüne? Neden ele vermiyorlar beni, seni? Bir ihbara meydan verir içimdekiler… Söyle İstanbul’a, konuştursun muhbir bakışlarını! Sır tutmak eski bir Bizans oyunu, susmaksa Osmanlı hikâyesi…

Aşk! Esaslı bir yalnızlıktı aradığım; buldum, yitirdi yalnızlığını o… Şairinden satın alınan çok kullanılmış yalnızlıklar bir beden küçük gelirmiş alana. Bana ondan en çok onun kaybettikleri kaldı. İstemedikleriydi payıma düşen! Anmayacağı anlardı bana bıraktığı! Gelişini beklemek, gidişini izlemek… Bana en çok onun ardı kaldı.

Yine gülsem diyorum hayatın en ciddi yanına. Umursamadan sersem umutlarımı, ki umudum olsa! Unuttuğum olsa! Ve bir de o var, onlar var! Unutmak ölümden önceki eylemim olur bunca çoğullukta. Ben’in yoksulluğunu anar mı? Aşktı, o ve benden oluşan biz! Aşktık biz. İkimiz seni yaratıyorduk, aşk! Sendendi sevgimiz, birbirimize oldu ihanetimiz. Ben yokken nasıl yaşar seni? Kimle yaşar, neden yaşar?

Kızılı silindi İstanbul’un… Bir öfkeydi batışı ve çattı gitti güneş… Her yan, karaya yeni bir ton! Göremiyorum, İstanbul’un suretine sinmiş düşlerimi. Düştüler mi bir bir? Oysa düştüler sadece! Çocukça, serserice… Dokundu bazı yüreklere, içine dert oldu bazı sıfatsız isimsizlerin… Aşk, bırak kelimelerimi, bırak da güneşin ardından bir de ben çatayım İstanbul’uma! Özlemiştir hırçınlığımı, özlemiştir kavgalarımı. Özlemiştir, belki beni…

KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "susacak var" adlı kitabından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yazıyorum. İnadına bükülüyor kelimeler, kalemimin çeperinde. Sana mensup akıldışı tümcelerde günler geçiriyorum. Sesin duyulur gibi oluyor uykudan uykuya geçitlerimin bulanıklığında. Nerde olduğunu bilmediğim İstanbul sabahlarında, olduğun yere açıyorum gözlerimi. ‘Yine yoksun’ diye bitireceğim geceye düş kırıklığı topluyorum, seni şair yapan sokaklardan. ‘Buradan geçmiştir’ belkisinin işe yaramaz ihtimaliyle, umuduma yürüyorum. Tabanımda, izin’siz kaldırımı kalmadı İstanbul’un. Bir şehir bu kadar taşır seni ve bu kadar saklar. Yoksun!

Ayrılığın, inandıkça bir yalan oluyor. Özbeöz olsa, firak lisanımıza uymazdı. Anlamazdım. Yadin dururdum terk ettiğin şehirlerin girişinde. Söylediklerinin eri oluyorum oysa. Dilim, haricindekilere paralel, lügatine teğet geçiyor. Daha yakınlığım, senin en uzağın. Genişliğini bilmediğim yörüngendeki kör dolanışım, İstanbul’un çok açılı bakışlarında sıkışıp kalıyor.

Özlüyorum, tamamı özlem aşkımın en yanık ayinlerinde. İstanbul kuma, İstanbul delil, İstanbul naçar... Ben gibi değil mi artık içindeki ben? Çok mu ileri gittim ve ertesiz mi bıraktım bu aşkı? Sen yazarken, ben yaşıyorum! Simetrik midir bu eylemler taraflarımızın algılayışında? Ben geri çektim öfkemi. Sen de kır küskünlüğünün nifak saçan dallarını. Affedilmez kusur işlenmedi bizde. Kırgınlığım sözüneydi. Sana, alındım ben! Alındım sevdiğime!

Bana vaatsizsen de, bul beni sende, İstanbul’da. Yalnızlığım paylaşılıyor, havarisi çok kimsesizliğimin. Sensizliğim tekelimde, şahsıma yaraşık yaşaması. Zamanın, geçer gibi yaptığı anlarda, anıları daha çok hatırlıyorum. Gülüşünden sözlerine, ellerinden gözlerine uzanan resmiyetsiz Boğaz törenlerinde harlanıyor aklım. Varlığına yeksan değil yokluğunun tasvirsiz İstanbul’u.


KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "susacak var" adlı kitabından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #25
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bana kalbini ver.
Avuçlarımda tutacağım mayınların yerine.
Acele giden gece zamanlarında çarpacağım bir duvar emniyetinde gülüşünü ver bana. Düşerken dibe, soluklanacağım ama asla tutmayacağım ellerini ver bana.
Tercüme edilmemiş öfkeler seyrelsin ömründe.
Yüksek sesler alçakça dinlenir.
Bana usul sessizliğini ver.

Lütuflar karşılık ve karışıklık için sunuluyor hayatın asil isimlerince.
Adının anlamını ver bana.
Telaffuzunda özlemlerin dindiği adını ver bana.

Başkaları, bu aşkı oyalamak için var olur.
Ne kadar durdururlarsa nefesini, o kadar hızlanırlar.
Bana kendini ver.
Her şeyden ayıkladığın kendini…
En iyi ölüm berbat bir yaşamın kıyısında bekler.
Seninle gerçeklerin intizamlı duruşunda yalanlar yumağını çözmek için varım.
Bana gücünü ver.
Yaralar değil canı yakan. İzin tendeki çirkinliği ve merhemin kabadayı yardımseverliği…
Yaralarını göster ve bana izlerini ver.

Günün bütün aynaları beni gösterdi aksinde.
Baktıkça seni gördüm.
Bana var oluşunun sırrını ver.
Günbatımlarında gözümün değdiği yerlere kurul.
Senden olma güneşlere kamaşsın bakışım.
Bana zamanını ver.

Atlardan daha hızlı koş oraya.
Soluk soluğa kaldıkça koş…
Yarını ertelediğim geçmişin geçmezliğine inat, vaktinde yetişmek için bana, bir kez olsun yok et geç kalışını ve durmadan koş oraya. Bana verdiklerinle bekliyorum seni. Düşsüz ve sonuna kadar gerçekli bir aşkın içinde…
Kuşlara takılmasın ayakların.
Takatini zorla ve koş…
Oraya… Kent soysuzlarının, aşk eşkıyalarının, gurur kırmak için hendek kazanların, dokunuşun esrarından acizlerin, kontrol edilmeyen sevilerin, intiharla harlanmayan yaşamların olmadığı oraya… Koş…

Ben bütün gemileri uğurladım. Gitmeyeceğim.
İçilmiş yeminleri kustum şehrin meydanına.
Yıldız sağanağına bağır açmış bir yeryüzündeyim.
Yazılmış sözleri susuyorum.
Konuşarak, yazılmamışları siliyorum.
Bana hecelerini ver.
Yarım kalan öykülerimin noktası olmaktan vazgeç.
Bana başlangıçlara yeter hevesini ver.

“Susacak var” edilen bir yemin, sözle tutulamayan.
Bana yüzünden çizgiler ver, gülüşünle belirginleşen ve hiçbir gamzeye yer açmayan.

Suya yazılmaktan kurudu kelimeler…
Bana bir cevap ver!

KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "susacak var" adlı kitabından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Fosforlu şiir

Duvarlardan yağanlarımla girdim kuytularına
Karanlığın görünen fosforu içimde…
Dört köşe gök/yüzünün Esra’rına batmış hüznünü emdi kalemim
Şimdi içim duvarına yaslı
Surlarım son demlerinde
Katilinin çığırtkan soluğu tükenmelerde…

Ben gözlerini yol eyledim artık
Kaybolmam
Hendek yalnızlığı bir son uçurumu kilitledi ellerim
Salome’nin yalnızlığına hüzün koydu
Seni en çok sevenler mi ağlattı?

Eylül geçti
Saçların atkı olacak boynuma bu kış
Kah rüzgarlı
Kah/küllü

Gecenin dansı başlasın şimdi
Bakışınla gebert yine beni
Her son kendini bulur nasılsa
Bir yıldız daha kayar göbeğine

Fosforlu şiirler getirdim gecene
Duvarlarına ekle yine
Dudağımda kabadayı naralarıyla seviyorum
Kendimi adıyorum
Ömrümün kalan’ına… sana…


KAHRAMAN TAZEOĞLU
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
... “biliyor musun; umarsız bir yıkımdı gidişin. Liman boyu uzanan iç kanamalı bir suskunluktu bizden geriye kalan. Oysa bilmeliydin; bütün bir hayatı ürpererek yaşama cesaretiydi aşk. Ve yola çıkıldığında göze alınmalıydı aşkın adressizliği. Sen bir tepeden masal gibi geldiğinde gözlerime, ben kendi masalımı terk edip, gözlerine benzeyen bir deniz seçmiştim kendime. Bana aşkı öğretmişsen yorgun, terli bir tepede; bırak isyanım tam olsun yüreğimin sessizliğindeki kıyamete... bilirim sen kendince bir hayatı onarmaya düşkünsün. Onarmak içinse gidişin; sen önce seni affet. Adına mavi dediğin çoğul eksikliğinde... bazen seni affedebiliyor muydun, beni ağladığında?
Bilirsin; ben ki kabilesiz bir savaşçı. Senden aldığım bütün anlamları sana geri verdim. Bir ‘içim’ kaldı ben de, bir de aklımın aldanmışlığı. Haklısın sende bensiz sularında elbet denizi aşmış bir okyanus telaşı yaşanacaktı. Bağışla sözlerimi. Bağışla gözlerimi. Dahası yok, fazlası az... bazen terk edip gidebilmeli bu şehri kendi çaresizliğinde. Bazen inceldiği yerden kopmalı hayat. Neyse! Sen benden ötede, ben senden uzakta... ne kadar çok “vardık” oysa ne kadar çok kaybolurken bile... karşımda yorgun bir adam var şimdi; özleyişlerini reddetmek uğruna yorgun düşmüş bir gemi... bu gemi nereye gidiyor usta... içim boş, gemiler boş. Bu gemi nereye gidiyor usta?”
Bir romanı bitirmiş gibiydi sustuğunda. Bende sustum onunla. en iyi yaptığımdı susmak. Uzun bir sessizliğin sonrasında “susuşlarımızda sen benim susuzluğumu dindirecek yağmurunu bulamadığını sandın, ben senin yağmurunu yağdıracak o bulutunu. Oysaki yağmur bulutta saklıydı, bulutta yağmurda. Susmasaydık bulacaktık” dedim.
Neden geçmişin muhasebesini yapmaya başlamıştık bilmiyorum. Son sözleri iyice içime oturdu. “Bana bir kere susma hakkı verseydin, sana neler söylemeyecektim! Oysa sen hep payına susmaları aldın, bana ise hep sessizliğin ezeceği vakitlerle savaşmalar kaldı. Evet! susmak birilerini hep konuşmaya mahkum etmekti. Ve en çok konuşan en fazla hata yapandı her zaman. En çok susanın hep haklı kaldığı gibi... Sessizlikten korkan birine sessizlik dayatmak (hem de bir lütuf, bir armağan gibi) işlenen en haklı suçtu. Sen tüm suskunlukları kimseye bırakmayacak kadar bencil, herkesi suskunluğuna özendirecek kadar cömerttin. Sana söylenenlerle, sana anlatılanlarla herkesin sırrını bildin ama kimseye bir şey söylemedin. Oysa izin verseydin benimde sana söylemeyecek ne çok şeyim vardı. İnsanları sadece dinleyerek böyle çıplak, böyle savunmasız bırakmayı nerden öğrendin? Başkalarına ait bunca sırrı taşımak seni neden hiç yormadı? Sen en çok bana sustun; ben en çok sana konuştum. Sana benzemeye başladığımdaysa, bende içimi susarak döktüm. Yoksa içim dökülecekti. Susacak hiçbir şeyin kalmadığında ise içindeki sessiz diyaloglarla benden çekip gittin.
Meğer susmak, insanın içiyle konuşmasıymış. Geç fark ettim!”


KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "araz" adlı romanından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KENDİNİ BİRİKTİRME KOLEKSİYONCUSU

Aşkı ayrılıklar yaşatır
Hadi küs kendini ona
Sonra kendi içine kus
Bir şiir kana
Dilinden susul

İntihar kurgulu gözlerinde
Kör bir uçurum var dalgın
Gölgen kendine dargın
Ona çığlığın çok ama
İçin kendinden yorgun

Bir yağsan ıslanacaksın
Kanamalı bir düşe
Eski bir cinneti asacaksın
Gece kara çalınca yüzüne
Heybenden intihar çıkaracaksın
Aşkı ayrılıklar yaşatır
Kendini biriktirme
Ayrılacaksın

Kahraman Tazeoğlu
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #29
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KENT ŞİİRLERİ-3

İSİMSİZ…

Kentler korkaklık için vardır sevgilim
Paslı bir maymuncukla açmaya geldim
Kilitledikçe çoğalan kapılarını
Utanç içeri kaçacak şimdi ceplerimden
Gizsel zamanların odandadır hep bilirim
Ve her akşam
Şehirlerarası bir yolculuk başlar evine
Sayamayacağım kadar çok
Otobüs durağı vardır yolunda

Ansızın bastırır karanlık korkaklık için
Çünkü korkaklık bir şehirdir ölmeden
Ağlanmayan

Herkes geç kaldığı kadar varır hayata
Ve kavgadan tehirli bir hayat
Iskalanmış bir sevdadan çarpık bir
Hüzünle aşka bulanmaktır oralarda
Her şey yeniden konumlanır
En kanadığın yerden başlarsın
Kendini onarmaya
Ki unutmaktır kendini onarmak
Yeni yaralar açarak içine
Bütün bulvarları bu şehrin
Korkaklığa durur öylece

İrem işi bir bozgun getirebildim ancak sana
Şimdi bir ağlasam
Kahkahası olurum bütün şehrin
Bana sakın bağırma
Do minör bir çığlık yutkunurum
Sahipli bir bakış ekleyerek kimliğime çıkarım
Bu kentten
Bir çarşı kalabalığına dağılır yüzüm
Ben İstanbul ağlarım
Asırlardır içimdeki karanlığa düşüyorum
Perçemine tutunabilir miyim bu sefer?
Hüzünlü çocukluğuna uzattığın
Saçlarını kesmişler bu şehirde
Şimdilerde kısaymış saçların, acıların

Ama düşlerini çalıyorlar çekmecenden
Sen uyanmıyorsun
Gerçeğe uyutup, yalana uyandırıyorlar bizi
İnançların coplandığı bir ülkede yaşıyoruz
Kaypak ve mürteci şehirlerden geçiyoruz
Korkaklık bir anıt buralarda
Her veda bir infilak

Yüzünün tek yarısını alıyor
Kalanını marmarada yüzdürüyorum
Oysa senle hiç vapura binmedik

O son sözü itirafım olan şiirim
Severek kaçışımdır senden
Şaşırma ve acı çekme ne olur

En sustuğun yerde sen oldum, sen kaldım ben
Sana dokunmak
Sana dokunmak yasak benim dinimde
Korkaklık hep büyütecektir bu şehri
Korkma ve sen sana gözlerimden bak
Gör nasıl seveceksin kendini…

KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "ölü bir kentin morg alfabesi adlı kitabından...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Kasım 2007       Mesaj #30
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KENT ŞİİRLERİ – 4

SEVDİM

Elimde dünden kalma yarınlarla
Ansızlık anıtı bir kente geldim
Ben bu şehirde en çok seni sevdim
Nikotin yorgunu
Titrek ellerinden içeri girdim
Şehir gözlü kız dedim adına

En okunaklı yeriydin alınyazımın
Gizleyemedim
Geceleri kılık değiştirdim
Ellerini soyunup gözlerini giyindim
Akşam sağanaklarıyla indim gizli
Bahçelere
Bulutu yüzüne çevirdim
Kirpiklerinden sağanaklar başladı
Gözlerin geceye yağdı
Karanlığım ıslandı
Sonra sana vurdu, sana sustu bütün
Gitmeler

Martı kanadına yüklerken durgunluğunu
Bir yalnızlıkta tutukladılar yüzümü
Anısı kaldı düştüğüm uçurumların
Beni en aşk yanlarımdan astılar

Kuşlar güne inerken sesin çizildi
Kanatlarına
Ve sen hep vardın
Tutulduğum karantina nöbetlerimde
Sonra kaşlarıma muştulandı
Eriyen gecenin çelik izleri
Tersine çevirdim ağlamaları

Bilir misin fırtına gözlü kız
Bana en güzel düşmeleri bıraktın
Uçurum gözlerinden
Yarın bütün gemiler sende duracak
Ve senden doğacak güneş
Bakışların
Namlıya sürülmüş bir kent olsa da
Ben hep uçurum gülleri ekeceğim onlara
“bugün güllerden sarı”

Yalnızlık yığılıyorken
Esrik bir şehrin ortasına
Bu gece yağmurum sana
Gözbebeklerine koy beni

Gidişlerinle susuyor bütün koridorlar
Ama olsun
Ben bu şehirde en çok seni sevdim

KAHRAMAN TAZEOĞLU'nun "ölü bir kentin morg alfabesi adlı kitabından

Benzer Konular

12 Şubat 2016 / The Unique X-Sözlük
27 Aralık 2009 / Misafir Basın/Magazin tr
14 Kasım 2011 / king nothing Türkiye'den
1 Aralık 2009 / Alvarez Ocean Spor tr