Arama

Şiir Nehri -2- [Arşiv] - Sayfa 232

Güncelleme: 18 Ocak 2010 Gösterim: 1.171.849 Cevap: 8.002
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2311
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Annem Yok Artık

Sponsorlu Bağlantılar
Annem yok artık.Beni düşünen kalbi yok.Bitti.
Umutsuz olmak istemiyorum.
Umutsuzlugun bir çıkar yol olmadıgını biliyorum.
Annem yok artık,yeryüzü çok gördü onu,
Kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını
Çok gördü
Dalgın yüregini çok gördü
Bizim için çarpan,kaygılarla dolu yüreğini.
Annem yok artık.Bu kesin.Gelinecek bir yere gitmedi.
İşte geldim çocuklar demeyecek
Nasılsın yavrum demeyecek


Ataol BEHRAMOĞLU

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2312
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
BENI UNUTMA

Sponsorlu Bağlantılar
Bir gün gelir de unuturmuş insan
En sevdiği hatıraları bile
Bari sen her gece yorgun sesiyle
Saat on ikiyi vurduğu zaman
Beni unutma

Çünkü ben her gece o saatlerde
Seni yaşar ve seni düşünürüm
Hayal içinde perişan yürürüm
Sen de karanlığın sustuğu yerde
Beni unutma

O saatlerde serpilir gülüşün
Bir avuç su gibi içime, ey yar
Senin de başında o çılgın rüzgar
Deli deli esiverirse bir gün
Beni unutma

Ben ayağımda çarık, elimde asa
Senin için şu yollara düşmüşüm
Senelerce sonra sana dönüşüm
Bir mahşer gününe de rastlasa
Beni unutma

Hala duruyorsa yeşil elbisen
Onu bir gün benim için giy
Saksıdaki pembe karanfilde çiğ
Ve bahçende yorgun bir kuş görürsen
Beni unutma

Büyük acılara tutuştuğum gün
Çok uzaklarda da olsan yine gel
Bu ölürcesine sevdiğine gel
Ne olur Tanrıya kavuştuğum gün
Beni unutma..

..Ümit Yasar Oguzcan...

blood_lovee - avatarı
blood_lovee
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2313
blood_lovee - avatarı
Ziyaretçi
Umut

Gel de gör,
Yüreğimdeki çölde, aşka aç martıların
Sevda tanelerine nasıl kanat çırptığını
Gel de sor
Dilsiz okyanuslara, nefretindeki limandan sandalsız,
Küreksiz gözlerinde boğulduğum günleri
Şimdi gel de sev hadi!
Bir olta at vazgeçtiğin aşklar için ve ucuna kalbini tak.
Belki yine kanar dudaklarım...


Korkmaz Bıçkın
ispermecet - avatarı
ispermecet
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2314
ispermecet - avatarı
Ziyaretçi
ne ki zaman ey bu beş harften mürekkep muazzam muamma

müstehzi yüzlerde soru işaretleriyle yüklü derin çizgiler


lumpen bir kum taneciğinin o metruk hazneye kayıp gitmesi


akrep ile yelkovan, nacar ile serkisof ve saatli maarif takvimi ne ki


Semih Çelenk
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2315
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Hayat Gül Kokulu Bir Sağanak Yine


Gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı.
Ne varsa uçurumlar eşiğinde,
hüzünlerle yalpalayan ne varsa
gözlerimin önünde,
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…

Bir şeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına…

Gün batıyor...
Gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım.
Unutuyorum sevgilim suretini;
durgunluğum “niçin”di unutuyorum…

Gün batıyor...
Gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma.
Umurumda değil ne yağmur ne ayaz
ne de bu ker*** kokusu havada;
unutuyorum, sabaha kadar, gün batıyor
ve geciken sabahlara koşuyor kuşlar,
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…


Yılmaz Odabaşı
ispermecet - avatarı
ispermecet
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2316
ispermecet - avatarı
Ziyaretçi
önsöz
Bu seçki deneysel şiiri seven veya en azından sevme fırsatına kendini baştan kapamayan şiirsever ve şairlere, ülkemizde fazlaca bilinmeyen bir coğrafyanın cennetvari Avusturya deneysel şiirinin, sınırlı da olsa bir ilk haritasını sunmak için hazırlandı. .…

Avusturya İkinci Dünya Savaşı Sonrası Deneysel Şiiri Seçkisi adı da, bu kitabın çerçevesini belirleyen niceliğe, zamana, türe ve coğrafyaya dair dört niteliği ifade ediyor.
...

Erhan Altan


İki ayda bir yayınlanan yasakmeyve dergisi Eylül-Ekim2006 sayısında, Avusturya İkinci Dünya Savaşı Sonrası Deneysel Şiiri Seçkisi adlı küçük bir ek kitapla satışa sunuldu. Bu kitapçık sadece, az sayıda basılan bu dergiyi alanlarda var. Fırsat buldukça oradan şiirler ekleyeceğim.

Eki hazırlayan Erhan Altan Heimrad BACKER’in onbinlerce sayfa nazi tutanaklarını okuduktan sonra yazdığı 140 sayfalık Tutanak isimli şiir kitabını dilimize tercüme etmiş. Viyana grubuna ait nadir Türkçe kitaplardan biri bu.

E. Altan İTÜ Elektronik ve Viyana Teknik Üniversitesi Elektronik ve Ekoloji mezunu. Fakat bu işi yapmayıp Viyana’da şiir kritikleri yazarak yaşıyor. Tutanak hakkında bana gönderdiği bir yazısını kitaptan satırlar olduğu için aşağı ekliyorum.


tutanak üzerine düşünceler

ERHAN ALTAN

Her şeyden önce, tutanak’ın her sayfasının ayrı bir girişim alanı olduğunun; dolayısıyla her sayfanın kendi başına bir duruşunun bulunduğunun ve bütüncül bir tezin olanaksızlığının altını çizmek gerekiyor. Ama yine de benzerliği olan belli sayfalarla ilgili kısmi perspektifler geliştirmek olası. Burada kısmen içiçe geçen üç düşüncemden bahsetmek istiyorum.


1. Metin-gerçeklik ilişkisi

Holokaust’un gerçekliğine tam olarak yaklaşmak, onu tüm vahşeti içinde aktarmak olanaksız. Hiçbir araç olanların korkunçluğunu anlatmaya yetkin değil. Bu anlamda hiçbir aktarım yeterince “gerçekçi” olamaz. Bu durum, holokaust’un dışına çıktığımızda da değişmiyor, her durumda gerçekliğin kendisinin dışında, başka bir araç içinde hareket ettiğimiz için gerçekliğin ‘olduğu gibi’ verilmesi tanım gereği olanaklı değil. Bunun yanında her dönemin “gerçeklik” olarak kabul gören belli temsilleri var ki, bunlara o dönemin konvansiyonu deniyor. Çok yönlü bir yapı olan gerçekliğin temsili için kullandığımız yöntemler bizi bu yapının belli yanları ile buluştururken diğer yanlarından kaçınılmaz olarak uzaklaştırıyor, dolayısıyla her zaman başka bir yere düşülüyor. Bu durum ise bu “yöntemler” üzerine düşünmemiz gereğini ortaya çıkarıyor. Böylesi bir düşünmenin nasıl olabileceğine dair bir örneği yazımın ‘Somut Şiir – somut dil’ adlı ikinci bölümünde vermeye çalışacağım.

Metin-gerçeklikilişkisi tutanak’ta iki yönden kurgulanıyor: Alıntılanan belgeler ve bunların temsili.
Alıntılanan belgelerin referanslarıyla ilişkileri aracılığıyla bu metinlerin kendi tarihsel gerçekliklerine gönderiliyoruz. Öte yandan, tutanak’ın yazarı Heimrad Bäcker’in kitaba seçtiği belgelere uyguladığı yöntemler ve bunların diziliş ve biraradalıklarına dair aldığı kararlardan oluşan kurgusu ile bu belgeler temsil ediliyor. Sadece bu kurgusallık nedeniyle tutanak’ın, konusu holokaust olan diğer eserler gibi, holokausta dolaylı olarak yaklaşan bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Ancak burada tutanak’ın bu kurguyu otantik metinler üzerine uyguladığını gözardı etmemek gerekiyor. Bu metinlerin otantikliği ‘Notlar ve Kaynakça’ bölümünde kaynakların listelenmesiyle sınanmaya sunulmuş durumda.

“Notlar ve Kaynakça” bölümü, çoğu İkinci Dünya Savaşı sonrasında basılmış kitaplardan oluşuyor. Bu ikincil kaynaklar birincil kaynaklara, yani direkt belgelere gönderiyorlar. tutanak’ın alıntılarının gerçek olduğunu yani ikincil ve birincil kaynakların doğruluğunu kabul edersek, otantik metinlerle karşı karşıya olduğumuzu kabul etmemiz gerekir. İlk okumada görece özgür olan okurun tasavvuru arka taraftaki “notlar”a bakılmasıyla biçim alırken, belgelerin otantikliğinin farkedilmesi metnin algılanmasına “sahicilik” kazandırıyor.

tutanak kurban ve fail metinlerinden oluşuyor. Kurban metinlerinin daha çok her biri belli bir olay ya da olguyu döneminin dili ve içinde bulunulan perspektifle aktaran ve kaynaklarının bağlamlarından bir başlangıç bir de sonla ayrılan direkt alıntılardan oluştuğunu söylemek mümkün. Bu metinlerin de dış dünyayı yansıtma anlamında daha gerçekçi oldukları söylenemez. Onlar da herhangi bir konuya ilişkin herhangi bir belgenin olabileceği kadar gerçekçiler. Ancak yaşantıların, dönemin konvansiyonları içinde aktarıldığı metinlerdir bunlar. Yaşananları aktarmaktan önce bunları yaşayanların gerçekliklerini; dolayısıyla yaşananların, yaşayanların gerçeklik duygularına nasıl etkidiğini aktaran metinlerdir. Ve bu halleriyle kısmen konvansiyon içinde kalıp kısmen dışına çıkarak, o ne demek olduğunu hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğimiz “holokaust”un, dönemin özneleri üzerine etkilerinin kısa ve keskin hissettiricileri veya çağrıştırıcıları oluyorlar. Aşağıdaki böyle bir metinde müdahalenin asgari olduğunu söyleyebiliriz:

muhtemelen seni bir daha görmeyeceğim, sesini artık duymacağım, seni artık öpemeyeceğim. oysa ne çok isterdim seni görmeyi, sadece bir kez bile olsa!

Ölümün eşiğinde sevgilisini bir kez bile görmenin olanaksızlığından bahseden öznenin acısıyla bu çıplak ve ani karşılaşma kısa bir an için onun içinde bulunduğu ruh hali ile karşılaştığımız duygusunu veriyor. Bir diğer mektupta özne kendi gerçekleşmiş ölümünden bahsediyor:

bu benim son mektubum ve sana 1 eylül’de, saat altıda kurşuna dizildiğimi bildiriyorum.

İçinde bulunulan olağanüstü durumda, ölümünün kaçınılmazlığı bu paradoks tümceyle ifadesini buluyor. Gündelik dille yazıldığı halde kurşuna dizildiğini şimdiki zaman kipiyle bildirerek aslında konvansiyon dışına taşan bu tümcenin olanaksızlığı, olanaksızlıkların normallik olduğu holokausta dair kısa bir tasavvur kıvılcımı çakıyor.

Her ne kadar kurban metinleri daha çok direkt alıntılardam oluşuyorsa da, böyle direkt alıntılara fail metinlerinde de rastlanıyor:

o sabah hala III no.lu kamp’ın 300 kadar tutuklusu için kahvaltı hazırlaması gerekirken, öğleyin sadece, yaklaşık 150 kişiye yemek temin etmesi gerekti.

Yaşananların akıl almazlığı dilin sınırlarını zorlamakta ve bu zorlamanın getirdiği konvansiyon dışına taşmalar, dildeki absürdlük ve uygunsuzluklar ister istemez gündelik dil içinde ifadesini arıyor. Bu ifadelerin çaresizliklerinde, aşırı sertliklerinde bir an için yazanların ruh halleriyle ve içinde bulundukları dilsel gerçeklikle karşılaşıyoruz.

Montajlara daha çok fail metinlerinde rastlanıyor. Daha çok “anlamaya”, düzenin dilinin deşifre edilmesine yönelik” kurgusal manipülasyon olarak tanımlanabilecek bu uygulamalarda, bu belgelerin içinde saklı olan bir gerçekliklerin kazısı yapılıyor. Böyle bir örneğe tutanak’ın 25. sayfasında rastlıyoruz:

varılması amacıyla zaten / halen sürmekte olan sevkıyatta / ön tedbirlerle ilgili bütün / gerekli hazırlıklar / diğer bir çözüm imkanı olarak / fikir birliğinin / önceki ilgili iznine göre / bu nihai çözümle / sosyopolitik mecburiyetler / geriye kalması muhtemel artık miktar / cinsiyetlere göre ayırarak / kahvaltıyla nihayet bulacak / bir müzakere konusu olarak / büyük Wann Gölü 56/58 No’da

“Notlar” bölümünde bu metnin Göring’le Heydrich’in arasında geçen yazışma, Wann Gölü Konferansı davetiyesi ve Wann Gölü Konferansı’nın protokolünden yapılan alıntılardan oluşmuş bir montaj olduğunu anlıyoruz. Bäcker, bu yazışma, davetiye ve protokolü, konferansı okurun gözünde canlandırmaya yönelik kullanmak yerine, kullanılan kalıpların yahudilerin imha kararını gizleme ve laf kalabalığı arasında boğma işlevini nasıl yerine getirdiğini gösteriyor. Bäcker burada tüm sarplığı, sertliği, çelişkileri, istisnailiği ile gerçekliğin sadece bir yanını, ama üzerinde düşünmemize olanak veren bir yanını ortaya çıkarıyor. Benzeri bir manipülasyon sayfa18’de yahudiler’in kamusal yaşamın dışına çıkarılışlarının bir kademesi olan mallarına el koyulmasına dair hukuksal bir metnin fargmanlaştırılarak anlaşılmaz ve korkutucu bir hale getirilmesiyle yapılıyor. Tekrarlarla oluşan bu baş döndürücülüğün bunları okumak ve bu metinlerin labirentinde yolunu bulmak durumunda olan bireyde yarattığı karmaşa bu metnin hedefini oluşturuyor:

“kararname ile mallara el koyma işlemleri hukuken idari yoldan genişletilmiş mallara el koyma konusunda salâhiyetli bir talimat uyarınca mallara el koyma ile yetkili alt daire mallara el koyma kararını icra etmeden önce mal sahibinin tespitini dosya, ifade ve aynî değerler listelerinin eklenmesiyle dilekçe ile bildirmesi kararnamenin hükümlerinin tespit kararı alt dairenin mallara el koyma bildirimi bu karara dayanılarak mallara el koyma usulü ile görevlendirmiş kendi selahiyetiyle böyle mallara el koyma bildirimlerini merkezi dairenin nakliyelerinin başlamasıyla reich bölgesi içerisinde geride bırakılan maddi değerlerin bu kararnamenin bu bildirimlerin esas olarak resmi kısmında bu kararnameyi esas almışlardır.”

Montajlarda uygulanan temel işlem, resmi metinlere yapılan müdahale ile bir ayıklamaya tabi tutulan metnin çeşitli işlevleri arasından okuru belli yönde düşünmeye yönelten kısımların seçilmesidir. Dönemin düzen ve karmaşası bu kurgusal manipülasyonlarla ortaya çıkarılıp etkilenime sunuluyor. Direkt alıntılarda ise onları yaşayanların dilde bıraktıkları izdüşümler gözler önüne seriliyor. Metinlerin gerçekliği öncelikle onları yazanların gerçekliği demektir. Biri kurgusal diğeri ‘gönderen’ bu iki yöntemle faillerin mantığı ve kurbanların yaşadıklarına -metinler aracılığıyla- yaklaşılabileceği kadar yaklaşılıyor. Her ikisine dair empati sağlıyor bu metinler, bu yüzden güçlüler. Ancak yaklaşılan holokaust değil onun hazırlığının ve uygulanmasının metinlere bıraktıkları izlerdir. Unutulmaması gereken, metinler içinde bir yolculuk yapılmış olunduğu ve dilsel gerçeklikle kalındığıdır.


2. Somut Şiir – somut dil

tutanak’ın birçok sayfası sözcükleri kavramsal bir kullanım içinde sıralıyor. Bir süreci yansıtır biçimde zamansal bir akışla yukarıdan aşağıya doğru ilerleyen kavramlar nasyonal sosyalist düzenin imha planının aşamalarına karşılık geliyorlar.

Kullanılan kavramlar sözde bilimsellikleri, soyutlukları, yalıtılmışlıkları ile her türlü insani yaklaşımdan uzaktır. Bu insaniyetten yalıtılmışlık, uygulayıcılarının herhangi bir vicdani hesaplaşmadan uzak olmalarını, milyonlarca insanın katli gibi korkunç bir planı kıllarını bile kıpırdatmadan gerçekleştirmelerini mümkün kılacak operatif kolaylık sağlama görevini görür.

Benzeri bir kavramsallaştırma Somut Şiir’in de amacı olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında, kendilerini kirlenmiş bir dille şiir yazma güçlüğü karşısında bulan bazı şairler, sözcüklerin yananlamlarının (konnotasyonlar) ortaya çıkışını olanaksızlaştıran, sadece düz veya sözlüksel anlamlarına olanak tanıyan bir şiire yöneldiler. Böylelikle sözcüklerin tarihi siliniyordu ve dil bu şiirlerin filtresinden geçecek, yeni, kirletilmemiş yananlamlar buralardan filiz verecekti. Tabii unutulmaması gereken bir nokta, aslında ‘somut şiir’in de tüm bu dile odaklanmışlığı içinde, özneyi bakış açısının dışında bırakmış olduğuydu. Dahası, Avusturyalı yazar Franz Josef Czernin’in dikkat çektiği gibi, Nazilerin kullandığı yöntemler görsel veya Somut Şiir’le benzeşiyordu. Belki de bu yüzden bu yöntemler nazilerin dilinin deşifre edilmesinde bu derece başarılı oldular.

Ancak konunun daha ilginç yanı, tutanak’ın kaynaklarına gidildiğinde ortaya çıkıyor. Aşağıdaki metin nasyonal sosyalizmin “toplama ve nakliye” ile sonuçlanan yahudilerin imhasını “köküne yabancılaştırma süreci”, “özel problem” gibi sözde bilimsel kavramların ardına gizleyerek gerçekleştiriyor:

köküne yabancılaştırma süreci / özel problem I / köküne yabancılaştırma süreci / özel problem II / köküne yabancılaştırma süreci / özel problem III / köküne yabancılaştırma süreci / özel problem IV / / toplama ve nakliye

Bu kavramların ‘Somut Şiir’ olarak sunulması da uygun düşüyor, çünkü ‘somut şiir’ de sözcükleri yananlamlarından soyutlayarak kavramsallaştırıyor. Ancak arşive gidildiğinde metin, savaş sonrasında yazılmış bir kitabın ‘içindekiler’ bölümünde çıkıyor. Niçin kitabın sayfaları içinde bu sözcüklerin ortaya teker teker çıktıkları yerlerden değil de ‘içindekiler’ bölümünden alıntılandığı sorusunun ilk yanıtı, böylesinin daha pratik olacağı gibisinden oluyorsa da, uzun vadede bu yanıt yetersizleşmeye başlıyor. Benzer denecek türde bir başka örneği sayfa 39’da buluyoruz:

çalışma kampı / gazla öldürme denemesi / imha işlemi / kurban sayısı / / kamp tasviri / gazla öldürme denemesi / imha işlemi / kurbanların toplam sayısı / / kampın donanımı / özel komando / imha işlemi / kurban sayısı

Bu kavramlar sayfa sayıları verilerek bu sefer de bir kitabın arkasındaki ‘dizin’ bölümünden alıntılanmışlardır. Kitabın kültürümüzün önemli bir öğesi olduğunu düşündüğümüzde birden bire bu alıntıların yapıldığı yerler tesadüfi olmaktan çıkıyor. Evet, ‘içindekiler’ ve ‘dizin’ bölümleri tam da dilin kavramsal olarak kullanıldığı, yananlam içermeyen bir ‘somut’lukta kullanıldığı yerler. Başka bir örnek sayfa 21’den:

tanım / / işten çıkarmalar / istimlâklar / temerküz / / tanım / / takatsizlikten ölüm / açlıktan ölüm / kısırlaştırma / / tanım / / yerel öldürme operasyonları / seyyar öldürme operasyonları / merkezi öldürme operasyonları / / tanım

Bu alıntı yine savaş sonrasına ait bir kitabın içindeki bir ‘tablo’dan. Yine öğrenmemize bir temel oluşturan, hiçbir kurumun kullanmadan edemeyeceği, görselliğin kolaylığından yararlanan kavramsallaştırıcılığı içindeki ‘tablo’... Dilin böylesi bir somutlukla kullanıldığı daha başka yüzlerce yer göstermekte olanaklı. Ve bu kullanımlardan vazgeçmemiz de pek olanaklı görünmüyor. İşte Bäcker, alıntısını tam buradan yaparken bu gerçek zorluğu da gösteriyor: İnsanı dışladığını söylediğimiz bu kavramsallıktan kurtulmak gerçekten olanaklı mı? Evet, çoğu bildiğimiz, kullandığımız, evrensel denebilecek yöntemler. Failin düşünüşüne uzak olduğumuz yanılsamasını vermiyor tutanak.

Son olarak burada hakkının verilmesi gereken bir nokta da tutanak’ın ‘Somut Şiir’in aynı yöntemlerini kullanarak tam tersine ulaşabildiği, yani insanın bu gözden kaçırılışını gösterdiği, tutanak’ın bu anlamda Somut Şiir’in namusunu da temizlediği.


3. Metinlerin arasında

tutanak,tarihsel ön bilgi gerektiren ve bağlama dair tarihsel bilgiye sahip oldukça daha çok anlaşılabilen, etkisi artan bir eser. Ancak bazı sayfaların anlaşılması belli bir araştırmayı gerekli kılıyor veya anlaşıldığı düşünülen sayfalarla ilgili yapılacak bir araştırma arşivlere gidildikçe yeni perspektifler kazandırıyor. Sonlarda yer alan iki metnin bu açıdan ilginç olduğunu düşünüyorum, tutanak’ın 126. sayfasında aşağıdaki metin durmaktadır:

“ilan edildi’den sonra eklenecek: / yasaklamadığı’dan sonra eklenecek: / ters düşmedikleri’den sonra eklenecek: / nüfuz eden’den sonra eklenecek: / muaf tutuldu’dan sonra eklenecek: / dönüştürüldü’den sonra eklenecek: / yağdırdığını’dan sonra eklenecek: / tayin edildiler’den sonra eklenecek: / zorla götürdüklerini’den sonra eklenecek: / atıldılar’dan sonra eklenecek: / cezalandırma’dan sonra eklenecek: / dağıtıldılar’dan sonra eklenecek: / yağmalayan’dan sonra eklenecek: / kontrolünde bulunduracak’tan sonra eklenecek: / tertip edildi’den sonra eklenecek: / olmak için’den sonra eklenecek: / gizlemek’ten sonra eklenecek: / sömürmek için’den sonra eklenecek: / takviye etmek’ten sonra eklenecek: / kullanıldılar’dan sonra eklenecek: / imkan verecek’ten sonra eklenecek: / hedefleyen’den sonra eklenecek: : / felce uğratmak’tan sonra eklenecek: / korumayı’dan sonra eklenecek:”

İlk bakışta pek bir yere oturtulamayan bu metnin anlamına „notlar“ bölümüne bakınca da varılamıyor. Savaş suçlularına yönelik oturumlarının tutanaklarını içeren 42 ciltlik Uluslarası Nürnberg Mahkemesi’nin XXIII. ve XXIV. ciltlerinden alıntılar yapılmış. Ancak arşive gidilip bakıldığında satırlar aralanmaya başlıyor: Hepsi de daha önce çıkmış olan ciltlerdeki kayıtlara göndermeler ve eklemeler yapan ek bir ciltten alınmışlar. İlgili cilt ve sayfadaki, italik yazılmış sözcüklerden sonra gelmek üzere “eklenecek” olan kayıtları içeriyorlar. Bunların gerçek anlamları ilgili oldukları cildin, ilgili sayfasına gidilip okunduktan sonra anlaşılabiliyor ancak. Ek cilt ana ciltlere, ana ciltlerse suçlara gönderiyor. İster istemez Bäcker’in, niçin böyle bir yol seçtiği; niçin alıntılarını direkt olarak ilgili ciltlerden yapmadığı sorusu geliyor akla.

Somut şiirle ilgili bölümde bahsettiğime benzer bir durumun burada da söz konusu olduğunu düşünüyorum: Hukuk dili gözlem altına alınmaktadır. Savaş suçlarının tekil vakalarıyla uğraşmanın yanında mahkemeler genel bir hukuksal prosedürün içine düşmektedirler. Her ne kadar bu uluslararası mahkemelerle nasyonal sosyalist hükümet yargılandı ise de, bir bürokratikliğin pençesine düşmeden gerçekleşemedi bu. Ve bu durumu aşmanın, teker teker vakaların hakkını vermenin çaresi; bu yolu geri gitmek.

tutanak, son sayfasındaki şu sözcüklerle kapanıyor:

“MONUMENTA GERMANIAE HISTORICA (bkz.),”

Orijinal dili olan Latince’de bırakılan bu sözcüklerin Türkçe karşılığı „notlar“ bölümünde verilmiştir: “ALMANYA TARİHİNİN ANITLARI”. İlk bakışta ironik bir dille Almanya tarihinin olumsuzluklarına bir gönderme yapıldığı düşüncesini veriyor. Ancak arşiv kayıtlarına gidildiğinde sözcüklerin görünür anlamlarından ötesini içerdikleri fark ediliyor. Bu kayıt Meyer Ansiklopedisi’nin IV. cildinin 943. sayfasında aynı haliyle karşımızda durmaktadır. Tekrar sondaki “(bkz.),” ibaresine uyulup ansiklopedinin “MONUMENTA GERMANIAE HISTORICA“ kayıtlı sayfasına gidildiğinde ise yine „notlar“ bölümünde verilen şu kayıtla karşılaşılıyor: “1819’da kurulan Alman Eski Tarih Topluluğu’nun, Alman ortaçağ tarihini araştırmaya yönelik büyük kaynak ve belge kitapları dizisi.”

Her şeyden önce 1819’da niçin böyle bir tarih kurumuna gerek duyulduğu sorusu geliyor akla. Kırk yıl önce gerçekleşmiş olan Fransız Devrimi’nin dalgaları Avrupa’nın her yanına yayılmıştır ve gelişen milliyetçilik ulusal bir kimlik oluşumunu olanaklı kılmak için kendi tarih yazımını talep etmektedir. Ve üstelik tam da Alman ortaçağından hareketle yapacaktır bunu. Akla hemen ortaçağın sinagog yangınları geliyor. Antisemitizmin ve bir grubu dışlayarak bir kimlik yaratmanın kökleri çok eskiye gitmekte.

Evet bu Tarih Topluluğu kaynak ve belge kitapları dizisi yayınlamıştır ve tutanak’ın son sayfasında tekrar kaynaklara, belgelere geri gönderilmekteyiz. Bu iki örnekte tutanak’ın sadece tarihi bize getirmediğini, aynı zamanda bizi de o tarihin metinlerine gönderdiğini görüyoruz. Bu çift yönlü vektör aracılığıyla Bäcker, tutanak’la holokaust üzerine metinler arasında bir bağlantılar ağı kurmuş. tutanak tüm diğer metinlerce belirlenen bir son nokta değil sadece, geri dönerek kaynak metinlere olan bakışı da sorguluyor, onların yeniden okunmasını da talep ediyor. tutanak kaynak metinlerle ilişkisini, onları nasıl biçimlendirdiğini deklare ediyor, dolayısıyla seçilen perspektifi okura gösteriyor. Geçmiş olguları değiştirme sanşımız yok ama onlara bakışımızı değiştirebiliriz. Özgürleşmenin yolu sürekli metinlere geri dönerek arınmaktan geçiyor, bir sisyphos çalışması...

tutanak, s.24.


NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2317
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Sabır

Sabrı anlat bana...
Mağlubiyetlere dayanmayı öğret ruhuma
Bir ışık yak aydınlansın ufuklarım
Söyle ne vâkit sona erer bu amansız sınanma?

Özlemi anlat bana...
Göğünde kanat çırpan vuslat kuşları
Nereye konarlar yorulduklarında?
Ayaz yemiş sevdaların bakışlarındaki
Ümitsiz ümitleri anlat.
Yalnızlığın dili olsaydı sormazdım sana...

Sevgilerin nihayetini anlat...
Nasıl biter bir sevda?
Yakıp, yıkılan umutların külleri
Nereye savrulur sonunda?
Ben sustukça sen anlat...
Hüzünlerine geldim,
Bir damladan derya yaptığım hasret
Ve
Dinmek bilmeyen bir sancıyla.
Al kat acılarımı acılarına...

Hep vuslatı düşünürken savruldum
Yüreğimin esir rüzgârlarıyla.
Hayat körebe oyunuydu
Sobelendim yaşanmamışlıklara.
Anlat, merak ediyorum
Her zaman ışık var mıdır, tünellerin ucunda?




Saynur İnal
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2318
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Gül Yaprağı Gibisin Yastığımda

nerede başlıyor bu ayrılık
nerede bitiyor
sınırı nerede bilmiyorum
öyle bir günde geliyorsun ki
gittiğini unutuyorum o an
var mısın yok musun

gül yaprağı gibisin yastığımda
saçlarında yosun kokusu
hangi limanlardan geldin
hangi mavilerde yıkandın

her gelişin
bir tükenişe başlatıyor yaşamı
bu yazgının kör ruhuna inat
denizlerinde yitirip yeniden buluyorum kendimi
sende benim gibi
doyumsuz musun

güvercinim ürkek ve sıcak
sokulmuş koynuma uyuyorsun
dalgalar kıyıları dövedursun
rüzgarlar pencereme vuradursun
üşümez sen varken ellerim
alıp gitme sıcaklığını
ne olursun

Emre Gümüşdoğan



Yasaktın bana


Sen yasaktın bana
yasaklıydın
Tutamazdım ellerinden
Bakamazdım gözlerine
Avuçlarının içine yumamazdım ellerimi
Dinlemek haramdı
senden o güzel aşk şiirini
Sevişemezdim seninle
oda günahtı
Koyamazdım başımı gögsüne
sayamazdım gökyüzündeki yıldızları
Seyredemezdim bile seni
Gözlerim bile yasaklıydı sana
Ben dokunamazdım sana
Yasaktın sen bana!


Gülce Şeren


Hasretinle Kavrulan

Sevdamı mısralarda gizlerim
Bırak seni şiirlerde seveyim
Öyle bağladın ki çareleri
Sensizliğin müebbetindeyim.

Dilindeki ismimin ne önemi var
Seslendiğin ben olmadıktan sonra
Özleminin ne kıymeti var
Yüreğindeki küller savrulduktan sonra.

Şimdi bir ağacım uçurum kenarında
Yeşerip de sevdanla
Hasretinle kavrulan
Ve dalları sadece sana açılan.

İbrahim Ethem Bingül
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2319
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

- Korkma ilerle -

Kaç
hayat yaşanır
bir ömre, kaç yaşam sığar

Aldanıp yaşama

kaç kere doğar yeniden
kaç kere
ölebilir insan

Çevir gözlerini içlerine

At bir adım daha

İlerle
korkma uçurumlarından

Alıştırıldığımız yaşam
kendi yaşamımız değil

İç savaşlarımızda yenen de
yenilen de biziz

Öldürmek için peşine düştüğümüz
kendi yaşamımız

yoluna tuzaklar kurduğumuz avımız
kendimiziz.

Korkma

yürü yollarına
Salına salına
sarsıla sarsıla

Henüz ıslak ve nemliyken
şekillendir

Bittiğinde öğrenilen yaşam
neye yarar

Kaç hayat yaşanır ki
bir ömre
kaç yaşam sığar..


Dionisos...

En muhteşem eser
dolu dolu yaşamdır.
Öner Kaçıran
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
22 Mart 2007       Mesaj #2320
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
yazılırken
ayrılık
aşkların büyülü şarkısına
alnım kar, başım duman, kirpiklerimde çiğ
burada yatıyorum... burada!
uzaklarda o kadın gülümsüyor
kalbi buruk anılarda...

"kal" diyorum: yamacında;
bir yüzü bana kararırken dünyanın
şafak söküyor senin yanında

yenilme ve düşürme sen yüzünü kahrın inzivasına...
Yılmaz Odabaşı

Benzer Konular

2 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya