Arama

Şiir Nehri -2- [Arşiv] - Sayfa 259

Güncelleme: 18 Ocak 2010 Gösterim: 1.171.639 Cevap: 8.002
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2581
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Giderken

Sponsorlu Bağlantılar





gece hiç bağışlamadı beni
yazdığım her satıra siyah aktı
tek bir hecem
karanlıkta doğru yolu bulamadı

bir damla gözyaşı doğuramadım
buna rağmen
hep ikizdi ağlama nöbetlerim

baharlarım sürgün vermedi
hiçbir sokağımın
doğru adresli bir köşe başı olmadı
bu yüzden rüyasızdı şehrim

her gece yarısı
vardiyalı bir sarhoş sesi gelirdi uzaktan
bir sarhoş ki
yağmuru sürüklerdi ardından
her damlası efkar kokan
ve benim
hiçbir yağmurum
gün ışığında yağamadı
yetimdi çünkü gökkuşağım

şimdi giderken bu şehirden
sana dair tüm şiirlerimi alıyorum yanıma
sadece ölüm düşebilir ardıma
bir de yaban tutkular
peşim sıra

ve ansızın
bir çiçek uzaklaşır avuçlarımdan
kokusu sen olan

sana ise
ruhsatlı bir yaşamdır geride kalan
İçinde ben olmayan




Belgin Erturk

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2582
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Düşüncelerimde sen varsın
Kanımda kan, canımda cansın
Sponsorlu Bağlantılar
Boş ver,
Başımda deli rüzgâr esse de
Bu yürek senin için yansın…

Boş ver,
Darmadağın dursun saçlarım
Ak düşmüş haliyle…
Ben saçımı tararım
Sizin diyar yeliyle…
Sen kırda olan çiçeksin,
Değişmem saksı gülüyle
Yamacımda, karşımda, kıyımdasın
Kim demiş?
Benden asırlarca uzaktasın
Soluduğum havada,
İçtiğim suyumdasın.

Boş ver,
Martılar çığlık çığlığa bağırsın kıyılarda
Cırcır böcekleri öttüğü kadar ötsün.
Düşlerine kene gibi yapışmış asalaklar
Cehennem beri daha öte gitsin.
Boş ver,
Pireler delirdi diye
Kıyamet kopacaksa kopsun.

Boş ver,
Engin dağlar yüceliğinde kalsın
Soytarılar hangi havayı biliyorsa
Varsın onu çalsın.
Ağustosta kar yağsa ne çıkar
Zemheri alev alev yansa ne yazar
Sen dik tut başını gülüm
Rabbim isterse ne oyunlar bozar.

Boş ver,
Bir can değimlidir taşıdığım bedende
Kaşlarımın arasına dayasalar mavzeri
Göz kırparsam namerdim.
Sen dik tut başımı yeter ki,
Kıyamete kadar geçerlidir ahdim.

Boş ver,
Çanlı saatler ne zaman vurursa vursun
Akrepler nerde durursa dursun
İster dağlar, ister denizler kudursun
Katıksızsa sözlerin,
Sağlamsa yüreğin,
Gelir seni yüreğimde bulursun.

Ahmet Kaytancı

iblis1907 - avatarı
iblis1907
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2583
iblis1907 - avatarı
Ziyaretçi
Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan İle Rahibin Macerası

İlkönce yağmurla
sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah.
Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
Topraktan nefret duyarak
- halbuki köylüydü birçoğu -
tıraşlı ve korkak
çapalıyorlardı patatesleri.
Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana
köy kilisesinden gelen çan sesleri.

Pazardı.
Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
kadınların değil,
içlerinde büyük memeli kızlar,
ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
Maviydi gözleri.
Başları önde,
kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
Terliydiler.
Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
Kürsüde muhterem peder
"beyannameyi" okuyordu,
- gözlerini gizleyerek -.
Renkliydi pencere camlarından biri.
Bu camdan içeri giren güneş
duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
eski bir kan lekesi gibi.
Ve hiçbir zaman
doğurmamış olan
göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk :
başı öyle büyük
o kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları
hazin ve korkunçtu.
Önlerinde kandil yanıyordu
eski
sert
ve boyalı tahtayı aydınlatıp...

İki adam boyundaydı tahta heykel.
Şeytan saklanmıştı arkasına
- kaşları çekik, sakalı sivri,
Mefistofeles olması muhtemel,--
ve âlim bir tebessümle
dinliyordu muhterem pederi.
"- Avrupa'nın bekası,
(okuyordu beyannameyi muhterem peder)
Avrupa'nın bekası için harbediyoruz."

Dinliyordu Şeytan
sivri sakalında keder
ve âsi ve selîm aklına
dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

Okuyordu rahip :
" Avrupa milletleri el ele verip
harbediyoruz,
ve mutlak imha edeceğiz
medeniyet için tahripçi bir unsuru."

Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini
ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip
kaldırdı elini
rahibe doğru
- etsizdi, uzundu bu el,
hakikat gibi, kemikli ve kuru -.

Ve ne olduysa o anda oldu işte.
Renkli camın altındaki kadın
çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte.
Memeleri ağırdı
ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
Düşürdü kâadı muhterem peder
ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı :
"- Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
Harbediyoruz,
fuhşun bekası için,
kerhane kapıları kapanmasın diye.
Ve sen orda, arkada
içinde beyaz entarisinin
bir erkek çocuğu gibi duran,
sen ****** olacaksın kızım.
Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
büyük şehirlerimizden birinde.
Baban dönmeyecek
Yatıyor şimdi yüzükoyun
çok uzak bir toprağın üzerinde.
Şimdi kan içindedir
etli, kalın kulaklar
ve ince kollarının dolandığı boyun.
Yattığı yerde yalnız değil.
Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada."

Kendi sesinden ürkerek
sustu rahip.
Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
Kadife ceketli bir erkek
- ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin -
bir şeyler söylemek istedi.
Sivri sakalını kaşıdı Şeytan,
rahibe : "Devam et," - dedi.
Ve muhterem peder
başladı tekrar konuşmaya :
"- Harbediyoruz :
pazar ve mal nizamının bekası için.
Kömür, lâstik ve kereste,
ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
satılmalıdır.
Patiska, benzin
buğday, patates, domuz eti
ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
satılmalıdır.
Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
ve ihtiyarlığın emniyeti
satılmalıdır.
Şan, şeref ve saadet,
ve
kuru kahve
topyekun pazar malı olup
tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
Harbediyoruz :
harbi bitirdiğimiz zaman
aç, işsiz ve sakat
- harp madalyasıyla fakat -
köprü altında yatılmalıdır..."

Yine sustu muhterem peder.
Şeytan emretti yine :
"- Naklet onun macerasını,
o ne idi, ne oldu, anlat..."

Ve anlattı rahip :
"- Onu hepiniz hatırlarsınız,
toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
fakir,
çalışkan
ve neşesiz geçti çocukluğu.
Sonra uyandı birdenbire
on yedi yaşına doğru.
Yine fakirdi, çalışkandı.
Fakat aylarca gidip
bulutsuz bir denizde
altında sönük yelkenlerin
sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
Mahallede sesi en güzel olan insandı
ve en güzel mandolin çalan.
Hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?..
İçinizde kimin kalbini kırdı,
kime yalan söyledi,
sarhoş olduğu vaki midir,
ve kiminle dövüştü?
Çocuklara saygısını
ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
Belki biraz kalın kafalı
fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
onu geçen sene harbe gönderdik.
Şimdi gerilerinde cephenin
işgal altındaki bir köyün odasındadır.
Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
bir tahta masanın üzerinde.
Beli çıplak
pantolunu dizlerinde
başında miğfer
ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
direkte bağlı bir erkek.
Dışarda yağmur yağıyor
ve uzaktan uzağa motor sesleri.
Kadını masadan yere iterek
doğrulup çekti pantolonunu...
Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
hatırlıyorsunuz değil mi
size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
ve mavi kurdelesini
mandolininin?"

Yine birdenbire sustu muhterem peder.
(Susabilmek bir hünerdir
insanın ağzından çıkan sözler
kendine ait olmazsa.)
Fakat tahta Meryem'in arkasından
yine emretti Şeytan :
"- Rahip, devam et," - dedi.
Ve devam etti rahip :
"- Harbediyoruz.
Çalıştırılan insan yığınları
birbirine devrederek zinciri,
karanlık ve ağır,
beton künklerin içinde akmalıdır.
Ve sen kocakarı
- ön safta, solda, diz çöküp
yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan -
seni temin ederim ki
kilise kapısında oynayan torunun
- beş yaşında,
başı altın bir top gibi yuvarlak -
dedesi,
senin kocan,
babası,
senin oğlun
ve komşuların gibi
kömür ocaklarında çalışacak.
Hiçbir şeyi
ümit etmemeyi
öğrensin.
Bu maksatla
uçuyor bombardıman birliklerimiz
tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
iki gergin kanatla.
Ve motorlarına benzinle beraber
belki bir parça keder dolarak
(öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey),
uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
bombardıman birliklerimiz
birbiri ardından giden dalgalar halinde...
Harbediyoruz :
öldürdüklerimizin sayısı
- bizden ve onlardan
aralarında meme çocukları da var -
şimdilik
beş altı milyon kadar.
Harbediyoruz :
kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
Harbediyoruz :
parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
hapisane demirleri..."

Hakikat çok taraflıdır.
Fakir bir Şimal kilisesinde
- Şeytan'ın iğvasıyla da olsa -
fakir bir papaz
onu o kadar uzun anlatamaz.
İnzibat kuvvetleri aldı haberi
- kadife ceketli orman bekçisinden -
gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
Ve asfalt yolun üzerinde
arasında silâhlı iki adamın
giderken muhterem peder
Şeytan baktı arkasından :
çekik kaşlarında ümit
ve sivri sakalında keder.

Nazım Hikmet Ran
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2584
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
.Zaman



Zaman denen muamma
Anladım seni sonunda
İçinde bulunduğum an
Bir hayat, belki geçmişte yaşanan.
Ben bir hayalim aslında
Alıp verdiğim nefes yalan.

Hayat bir rüya soluk soluğa
Farkına varmak zor uyanmadan.
Bir telaş bir koşturmaca
Yüzleşiveriyor insan;
Varlık denen şey
Koca bir boşluk aslında
O an anlıyorum ki
Yaşadığımı sandığım dünya
Sanal bir mekan.

Nerede başlıyor, nerede bitiyor
Bir yay gibi buruluyor zaman
Anlamak zor böyle
Başlangıcıyla sonu kavuşmadan.

Ha bugün ha yarın geldi gelecek
Biz bekleyeduralım kıyameti
Yok şu yok bu diyerek
Birer birer alametleri
Oysa çoktan kurulmuş mizan
Hesap kitap bitmiş…
Ya cehennemde bir çukurda
Ya da cennette bir köşkteyim şu an.

(Son çıkış)

Sami Bağcı
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2585
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Nefesimsin

Sen bir çiçek değilsin ki ;
sonbahar geldiğinde dal dal kuruyacaksın
sen bir gün değilsin ki ;
gece olunca karanlığa karışacaksın
sen bir şiir değilsin ki ;
son satırında sonra noktayla sonlanasın
sen nesin biliyor musun?
Yasadıkça seninle devam edip seninle biten
içimdeki nefessin sen..
Ve biliyorsun ki ben nefessiz yaşayamam.

İsmail Sarıgene
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2586
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Dikkate Almayın (Bir Rüya İdi)



Bir rüya gördüm dün gece
Garip bir rüya
Ne hayra yorabildim ne şerre
Ne mekan ne eşya
Hiç birisi benzemiyordu bildik şeylere
Anlamadığım,
Nasıl oluyor da sığıyor bunca yaşanan
Bir kaç saniyeye.

Rüya bu ya; bir kuş konuyor önüme
Kuş dediysem, ne güvercin ne serçe
Altın bir semer vurulmuş
Hafifçe eğiliyor, biniyorum üstüne
Adını soruyorum
Zümrüdü ankaymış meğerse.

Haydi diyor, seyahat başlıyor şimdi
Bir kanat çırpışı bilmem kaç kilometre
Ayaklarımızın altında tüm dünya
Mavisiz çıplak, mavisiz sığ sanki
turuncu hiç yakışmamış şu denize
Saklambaç oynuyor balıklar
Adı köpek olanı ebe.

Deniz bitiyor bir süre sonra
Her yer sarı kum taneleri
Nefes nefese bir kutup ayısı
Çölde safariye çıkmış
Peşinde tüfekli üç, beş serseri.

Boyuttan boyuta geçiyoruz
Nal toplamakla meşgul zaman peşimizde
Bir dağ beliriyor ufukta
Ama ne Ağrıy' a benziyor ne Erciyes' e
Göz alıcı güzelliğine inat
Zümrüt vadilerinde yamuk yumuk evler
Ne olmuş sana kaf dağı
Demekki seni de kurban verdik bir gece de.

Garip sesler geliyor çığlık çığlığa
Kargalar toplanmış, meşk günü anlaşılan
Kimi ala, kimi kara
Hepsinin elinde tek teli kalmış bir bağlama
Avaz avaz, bağırıyorlar en yüksek perdeden
Bir türlü sıra gelmiyor kanarya ya.

Bir adam, elinde çakı Ay' ı yontmakta
Ne yapıyorsun sen dedim; güldü
Taç yapıyormuş sevgilisinin başına
Doğum günüymüş, gelecek ayın on dördü

Hava kararıyor birden
Bakıyorum birisi güneşi söküp almış yerinden
Merdivenler kuruluyor gökyüzüne
İnsanlar yıldız topluyor aceleyle
Fırçalar sallanıyor bir yandan
Anlaşıldı sarı olacak bugün gece.

Uyanıverdim birden, kan ter içinde
Pencereye koştum telaşla
Güneş batmak üzere, ama
Şükürler olsun hala yerli yerinde
Yıldızlarda çıkar birazdan neşeyle
Siyahtan başka renk yakışmıyor geceye.

Kimi zaman iç içe geçiyor rüya ile gerçek
İncecik bir çizgi var arasında
Kafalar karışıyor bazen
Bir o yanında geziniyor insan, bir bu yanında.

...
Sami Bağcı
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2587
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canim;
Vatanim da vatanim...
İstanbul,
İstanbul...

Tarihin gözleri var, surlarda delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta saha kalkmış Fatih'ten kalma kir at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet...

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul...

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir...

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler...
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...

Gecesi sümbül kokan
Türkçe’si bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...


Necip Fazıl Kısakürek

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2588
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ALİŞAN

İstasyon caddesinde kan var
İstasyon caddesinde ölüm
Bir türkü daha susturuldu ey babam
Zebaniler ölüm getirdi

Vurdular Alişan'ı vurdular
Alişan’ı vurup seyre durdular

Alişan benim dostum
O benim arkadaşım
Ben ona gardaşım

Birazdan bende gidiyorum
Söndürsün bu şehir ışıklarını
Unutmayın beni hem söylediklerimi
Artık vuranlar vurulmalı

Vurdular Alişan'ı vurdular
Alişan’ı vurup seyre durdular

Alişan bir gül dalı
Alişan bayrak alı
Seni vuranlar vurulmalı

OSMAN ÖZTUNÇ
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2589
vain - avatarı
Ziyaretçi
DÜŞLERİMDE KALDI SEVDAM

Gökyüzü zifiri karanlıkken,pembe bir dünyada elele bu sevdanın içindeydik senle…
Ve birlikte sonsuz olmaktı temennimiz.
Çocuksu düşlerimiz vardı,sadece ikimizin olduğu…
Zamanda uzun,yaşamda kısa olan bu aşkta;
En
güzel sevinçleri,en güzel anıları paylaştık,sevdaya dair çok şey
öğrendik. Sevmeyi,gülmeyi ve terk etmeyi öğrettin bana,yaşamın sevince
anlam taşıdığını gösterdin…

Sevdim seni !
Can verip yollara düşecek kadar,
Kimsenin gücü yetmeyeceği kadar sevdim.

Uykularımızı paylaştık seninle,bir gece değil gecelerce uykusuz kaldık.
Aşkımız için zamansız sevdik birbirimizi,umarsız,çıkarsız,yalansız…
Dünyalara sığmayacak aşkımızı küçük yüreklerimize sığdırdık,
Ayrılıklarımızı yaşanmamış saydık,
Öyle ki hep birlikte olmalıydık.
Sözler verdik birbirimize tutamayacağımızı bile bile…

Sonra ayırdılar bizi;
Kimseler düşünmedi ! seni,beni,sevgimizi.
Sensiz hayat yoktu.
Söz vermiştim sana,sevdama söz…
Yaşayamazdım…bu sevdayı içime gömüp,seni bırakamazdım.
Aldırış etmedim kimseye ayrılmadım senden.
Sonra
sen istemedin beni,sevdamın taşıyamayacağı sözler söyledin,bu aşkı
hançerledin…sevdiğim ne yapar bile demedin,ama ben bıkmadım…

Şimdi ise ayrılığımızın en karasında kara sevda oldu sevdam.
Sen belki unuttun,ama ben unutmadım,unutamadım.
Yeniden başlamak için çok çabaladım,olmadı,nafile…
Sadece DÜŞLERİMDE KALDI SEVDAM…

Şimdi sen yaşıyorsun,beni öldürdün,yüreğinde bana ait bir iz bile yok.
Hatırla söz vermiştik sevdamıza,yaşadıkça bu aşkla beraber olacağımıza…
Yalanmış oysa…gittin hayatımdan ama sevdan hep benimle.
Bir gün üstümde çimenler bittiğinde bile sevdan yaşıyor olacak.
Beni umut kurşunuyla vurdun ! ama onu öldüremezsin…
Çünkü;sevdaya kurşun işlemez gülüm…
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
31 Mart 2007       Mesaj #2590
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Anlamıyordun

Ben gerçek bir aşkın olgunluğuna
Erdim,ne yazık sen anlamıyordun...
Hayır cevabını dalgınlığına
Verdim,ne yazık sen anlamıyordun...

Karanlık kapladı gündüzlerimi,
Görseydin sensizlik krizlerimi!
Geceler boyunca bu gözlerimi
Yordum,ne yazık sen anlamıyordun...

Sağ salim çıkar mı bilmem yarına?
İncittin kalbimi yaktın nârına,
En yakın dostları senin uğruna
Kırdım,ne yazık sen anlamıyordun...

Sevginin kanaat ettim azına;
Çaresiz boynumu büktüm nazına,
Ben senin yüzünden aşk çıkmazına
Girdim,ne yazık sen anlamıyordun...

Aşkımı sorsaydın ağaca,kuşa;
Tutuldu derlerdi bir tek bakışa
Yeter anla diye başımı taşa
Vurdum,ne yazık sen anlamıyordun...

Şiirdim kalbine yaz beni diyen,
Resimdim aklına çiz beni diyen,
Gönlüne sığınmış çöz beni diyen
Sırdım,ne yazık sen anlamıyordun...

Çevir dim kendimi sabır yönüne,
Sonunda kavuştun leyla ününe,
Mecnunum aşkımı gözler önüne
Serdim,ne yazık sen anlamıyordun...

İsmail Koray Şimşek

Benzer Konular

2 Aralık 2006 / Misafir Genel Mesajlar
6 Ağustos 2020 / mydarling24 Genel Mesajlar
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
27 Kasım 2012 / Efulim Coğrafya