Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 14

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 496.064 Cevap: 1.997
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
11 Ocak 2006       Mesaj #131
melish - avatarı
Ziyaretçi
Baba ve kızı arasındaki yıllar geçtikçe farklılaşan diyalog ilginizi çekecek...

Sponsorlu Bağlantılar
0 yaşında

Baba :
Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı...¿
Gözleri de bana ne kadar çok benziyor...

Kızı :
Bu gözlerini benden hiç ayirmayan adam babam olsa gerek...

5 yaşında

Baba :
Prensesim benim, güzel kızım...
Söyle bakalım baban sana ne alsın...¿

Kızı :
En çok babamı seviyorum...
Babam, niye annemle uyuyor...¿
Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin...

10 yaşında

Baba :
Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız...¿

Kızı :
Ben babama aşığım...
Büyüyünce babam gibi erkekle evlenecegim...
Babam bu ay harçlığımı arttırır mı...¿

15 yaşında

Baba :
Ne kadar da çabuk büyüdü...
Eve de gittikçe geç kalmaya basladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek... Sanırım daha sert konuşmalıyım...

Kızı :
Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum...
Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum...
Ne zaman özgür olacağım...¿

20 yaşında

Baba :
Artık sözümü dinlemiyor, benden giderek uzaklaşıyor...
Kendi parasını da kazanmaya basladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii.
Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten...
Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor...

Kızı :
Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor...
Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli...¿
Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım...
Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!...

25 yaşında

Baba :
Bir gün bunun olacağını biliyordum...
İşte evleniyor...
Zaten aramız eskisi gibi değildi...
Şimdi bir de kocası var...
Prensesim beni terkediyor...

Kızı :
Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki...¿
Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor...
Kendi hayalindeki damat degil ya!...
Sanki birlikte yaşayacak olan o...

30 yaşında

Baba :
Çok az görüşüyoruz. Daha sık biraraya gelsek ne iyi olur...
Hem torunlarımı da özlüyorum...
Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki...

Kızı :
Babamları da çok ihmal ediyorum galiba...
Yine telefonda çok üzgün geldi sesi...
Haftasonu onlara süpriz yapmak en iyisi...

40 yaşında

Baba :
Kızım, benim entellektüel düzeyimi yeterli bulmuyor...
Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum...
Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim...
Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı...
Şimdi beni beğenmiyor...
Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyecegim...

Kızı :
Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor...
Sürekli bir şeylerden yakınıyor...
Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama...
Ya ona bir şey olursa...¿
Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım...

45 yaşında

Baba :
Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel...
Gözüm arkada gitmeyecegim. Her şeyi kendi başardı...
Onunla gurur duyuyorum...

Kızı :
Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim...
İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten...
Allah'ım onu benden alma!

50 yaşında

Baba :
Dünyada mutlu kal kızım !...

Kızı :
Seni çok özleyecegim ve arayacağım babacığım...
Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana...¿
Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol...
Ve hep yanımda olduğunu hissettir,
Ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela...
Ah babacığım! Sensiz nasıl yaşayacağım...¿

55 yaşında

Kadın :
Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım...
Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim,
Çünkü "keşke"lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum....
Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni
üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu...¿
__________________

Kadınların bizi mutlu etmek için tek yolları vardır, bedbaht etmek için binlerce yolları....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #132
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10075 isim

Sponsorlu Bağlantılar
Fırına geldiğimde ortalıkta ekmek görünmüyordu. Eski bir
dostum olan fırıncı,"Biraz bekleyeceksin hocam," dedi.
"İki-üç dakikaya kadar çıkartıyorum."
Kenardaki tabureye oturup beklemeye koyulurken, içeriye
yaşlıca bir adamın girdiğini gördüm. Eskimiş ceketinin sol
yakası altında bir madalya parıldıyor ve yürürken hafifçe
topallıyordu. Selam verdikten sonra, fırıncının tezgahına
yaklaşarak, "Ekmeklerimi alayım," dedi.
"Benim ikizler acıkmıştır."
Fırıncı, adamın kendesine uzattığı torbayı alarak tezgahın
altına eğildi ve bir gün öncesine ait olduğu anlaşılan
ekmeklerden dört-beş tane çıkardı.
Ben o arada oturması için kendi yerimi o adama vermiş,
tezgahın yanına iyice yaklaşmıştım. Ekmeklerden birkaç
tanesinin şekli değişmiş, katılaşmış, taş gibi olmuştu.
Fısıltı şeklinde fırıncıya sordum. Neden taze ekmeği
beklemesini söylemiyorsun? Biraz sonra çıkacak ya!..
"Bayat ekmekleri kendisi istiyor." dedi fırıncı. "Çok fakir
olduğundan, ona yarı fiyatına veriyorum."
"Kim bu adam?" diye sordum.
"Kore gazilerinden " dedi. "Oğluyla gelini bir trafik kazasında
vefat edince, ikiz torunlarını yanına almıştı. Yıllardır
onlara bakıyor, hem de çok az bir maaşla."
Fırıncının anlattıkları karşısında içimin yandığını hissediyor ve
ufak da olsa bir şeyler yapmak istiyordum.
"Aradaki farkı ben vereyim," dedim. "Hiç olmazsa bugün
taze ekmek yesinler." Fırıncı, teklifimi kabul etti ve biraz
sonra da, fırından yeni çıkan taze ekmekleri adamın torbasına
doldururken şekli bozuk, bayat ekmekleri de tezgahın altına koydu.
"Çok şanslısın hacı amca," dedi. Çocuklar için sana
bugün pasta gibi ekmek vereceğim."
Yaşlı adam, bir evlat sevgisiyle kucakladığı torbayı
göğsüne bastırırken. "Allah, senden razı olsun evladım" dedi.
"Bugün onların doğum günü olduğunu nereden biliyordun?"

Cüneyd Süavi

nobody34 - avatarı
nobody34
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #133
nobody34 - avatarı
Ziyaretçi
KADERİN HİKAYESİ
Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yaşayan. Ülkenin refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş. Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş.
Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş. Bu işe epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş.
Kral dedeye sormuş “dede bütün bir gün seni izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım” demiş. Dede kralın sorusunu şöyle cevaplamış “oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım” , “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın” , “Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım” demiş aksakallı dede, Kral bu cevabı alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım, nasıl ederde Ahmet’e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş. Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış ve ona “ oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’e götüreceksin” demiş, Krala sorgu sual edilmez.
Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği Kral’ı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş.Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne görsün… ağacın az ötesinde bir göl… o göl ki üzerine güneşin aksi vurmuş… “Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek” diyerek, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş….
Taa dipte, güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün….Şahane bir hazine sandığı… almış sandığı çıkmış yüzeye…çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet… sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor. “Var bu işte bir hikmet” demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde “Güneş’ten Kral’a” yazan bir zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda. Yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış. Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş Ahmet’in…
Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışlı tüccarı ile güzeller güzeli kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş. Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklıda bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş.
Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düşen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti gözükmüş… Bunu gören Kral gözlerine inanamamış.
Yemek bitipte odasına çekilecek iken herkes, koridorun sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral “Ahmet!…”
Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyari kendisine seslenen Krala dönüvermiş ve “neler oluyor Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana” diyen kralına bütün olanları bir bir anlatmış…
Bunun üzerine Kral “Peki Güneş bana bir şey göndermedi mi?” diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu almış ve Kral’a vermiş, mektupta şu satırlar yer alıyormuş…
GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ....YAZILAN YAZI İSE BOZULMAZ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #134
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AZİM

Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.

Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep ayni hareketi yapıyorlardı.

Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.
Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabini verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
13 Ocak 2006       Mesaj #135
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kaptansız gemi olur mu ?

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye (rah) bir grup inkarcı insan gelmişti. Bunlar Allahu Teala'nın varlığını ve alemlerin yaratıcısı olduğunu inkar ediyorlardı. Bu meseleyi İmam-ı Azam'la tartışmak ve müslümanları şüpheye düşürmek istiyorlardı. Adamların niyet ve dertlerini bilen İmam-ı Azam (rah), söze şöyle başladı:

"Bu konuya girmeden önce size bir şey soracağım: Şu Dicle nehrinde bir gemi var. Başında bir kaptan, içinde bir yardımcı eleman yokken, kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor; sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yere gidiyor, bu yükleri orada boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz ? Adamlar hep bir ağızdan:

"Bu olacak iş değil, böyle bir şey kesinlikle meydana gelemez. Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerede görülmüş?" dediler. O zaman İmam gereken cevabı verdi:

"Bir geminin tek başına bu işleri yapması imkansız olunca, üstüyle altıyla şu koca kainatın kendi başına kurulması, hareket etmesi, içinde bunca varlıkların yaşaması nasıl mümkün olur? Adamlar sustular, bu alemin ve kendilerinin sahipsiz olmayacağını fark ettiler. (1)

İmamın önünde müslüman oldular. (2)
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #136
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
* İ N C İ G Ö Z L E R İ N *

İki genç aşık nehrin kenarında oturup birbirlerine sevgi cümlecikleri kurarken delikanlı sevgilisine: aşkım sana bir hikaye anlatmak istiyorum. Diyip başlar, bundan çok önceleri bir çocuk varmış bunun diğer çocuklardan farkı bu onlar gibi oyun oynamazmış onun düşüncesi iyi bir dalgıç olabilmekmiş daha küçük yaşında kursa başlar 10 yaşında kursu bitirir amacı ise bir tane inci bulmaktır kendini inci bulmaya adar yıllar yılları kovalar o deniz senin bu okyanus benim dalıp durur inci yüzünden hayatını unutur ne bir eş sahibi ne bir iş nede boy boy çocuk hiç bir şeyi yoktur sanki hayata inci için gelmiştir yaşı 35 olmuş hala bir inci bulamamış hiç pes etmemiş aramaya devam etmiş çok ölümlerden dönmüş çok boğulmuş her yerinde yaralar oluşmuş ama yinede pes etmeden inciyi aramaya devam etmiş, hatta belki diyip nehirlere derelere bile dalmış ama faydası yok bulamamış yıllar onu yıpratmaya başlamış artık eski gücü kuvveti kalmamış yaşı 60 olmuş ama o halde ben hayatımı adadım ama bulacağım demiş pes etmemiş yaşı 70 e gelmiş zorlukla dalıyormuş ama bulmaya adamış bir kere kendini.
Son dalışlarını yapıyormuş artık ölümün yaklaştığını biliyormuş ama o sadece inciyi bulamadığı için üzülüyormuş bir kez daha dalış yapıyor denizin dibine en derinine iniyor birden sert bi cisim denk geliyor eline bir kabukmuş içini bi açıyor o an karanlık olan denizin dibini bile aydınlatan bir parlak inci çıkmış içinden o sevinçle denizin üstüne nasıl çıktığının bile farkına varmamış ama bitkin bir haldeymiş kulübesine gitmiş inciyi karşısına koymuş izlemeye başlamış ve o an inciyi izlerken hayata gözlerini yummuş...
Delikanlı sevgilisine döner ve : ya görüyormusun aşkım o adam bir inci için yıllarını, yaşamını hayatını vermiş, ama aşkım sen o kadar şanslısın ki hiç uğraşmadan iki tane incinin sahibisin gözlerin...Msn Heart
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #137
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
.::.Kaza.::.

Genç bir kadın işten evine dönerken arabasının çamurluğuyla bir başka arabanın tamponuna vurmuş.Kadıncağız ağlamaya başlamış,çünkü arabası yeniymiş.Bu durumu kocasına nasıl açıklayacağını düşünüyormuş.Diğer arabanın sürücüsü anlayışlı davranmış,ama yine de birbirlerine plakalarını ve ruhsat numaralarını vermeleri gerektiğini açıklamış.Genç kadın,belgelerinin bulunduğu zarfı açtığında,zarftan yere bir kağıt düşmüş.Kağıtta eşinin el yazısıyla şu sözler yazılıymış:"Hayatım,bir kaza yaptığında,arabayı değıl,seni sevdiğimi unutma."
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #138
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
.:.TUZLU KAHVE .:.
Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı..
"Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı..

"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı..

Kahveye tuz!..

Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..

Delikanlı anlattı:

"Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi.
Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan.
Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki.."

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının.. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı.

içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..

Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak..

..Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii..

Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar.
Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü..

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına.. Şöyle diyordu, satırlarında..

"Sevgilim, bir tanem..

Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. ilk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim.
Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti.
Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok..
işte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.

Lafı açıldığında birgün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey"
diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadının..

"Çok tatlı!.." dedi..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #139
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇİÇEĞİN SUYA AŞKI
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı bir şeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba
"su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "seni seviyorum" der.
Su, "ben de seni seviyorum" der.
Aradan zaman geçer ve çiçek yine
"seni seviyorum" der.
Su, yine "ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya
"seni seviyorum." der.
Su da ona "söyledim ya ben de seni seviyorum."
der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek,
suya der ki; "seni ben, gerçekten seviyorum."
çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye... Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor:
"hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki:
"çiçeğin bir hastalığı yok dostum... bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "seni seviyorum" demek yetmemektedir.
YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #140
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
*** 1 SAAT ***

Adam yorgun argın işten eve döndüğünde kapıyı beş yaşındaki oğlu açar.Babasının kollarına atılır ve
-Baba sen bir saatte kaç para kazanıyosun?der.Baba
-küçükler böyle şeylere karışmaz diye yanıt verir.çocuk ısrar eder:
-Baba lütfen söyle çok merak ettim.
-Madem çok merak ettin söyliyeyim;20 dolar.
-Baba bana 10 dolar verebilir misin?
-senin o aptal oyuncaklarına verecek param yok benim!Hadi şimdi çabuk odana git!diye bağırır adam.
çocuk odasına çıkar.
baba 1 saat dinlendikten sonra sakinleşir ve daha çocuğa 10 doları neden istediğini bile sormadığını farkeder.çocuğun odasına gider:
-uyuyor musun ?
-hayır
-al bakalım 10 doları der adam ve paraları çocuğuna uzatır.çocuk:
-teşekkür ederim deyip babasının uzattığı paraları alır.çocuk yastığının altındaki buruşuk kağıt paraları çıkarır.Baba:
-madem paran vardı niye bi daha istiyorsun diye sinirlenir.Çocuk
-ama baba yetmezdi ki der.
çocuk paraları düzeltir ve sayar.Ve elindeki paraları babasına uzatır:
-al işte tam 20 dolar 1 SAATİNİ BANA AYIRIR MISIN BABA!

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar