Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 15

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 499.436 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #141
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10064

Sponsorlu Bağlantılar
hikaye10064 1
Bir kurbağa sürüsü ormanda ilerlerken,
içlerinden ikisi bir çukura düşmüş.
Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplanıp,
çaresiz bir şekilde bakıyorlarmış.

Çukur bir hayli derin olduğundan düşen arkadaşlarının
zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyormuş.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna
çabalamamalarını söylemişler arkadaşlarına:
“Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız!.”
Ancak, çukura düşen kurbağalar onların
söylediklerine aldırmayıp çukurdan
çıkmak için mücadeleye devam etmişler.

Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını,
ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlarmış.

Sonunda; kurbağalardan birisi
söylenenlerden etkilenmiş ve mücadeleyi bırakmış.
Diğeri ise; çabalamaya devam etmiş.
Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak
daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürmüşler.

Ne var ki, çukurdaki kurbağa
onlara hiç aldırmadın son bir hamle daha yapmış,
bu kez daha yükseğe sıçramayı başarmış
ve çukurdan çıkmıştı.
Arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine
hiç kulak asmamıştı…
Çünkü o sağırdı !

Siz de olumsuz düşünceli insanları sakın duymayın!
Onların yüreğinizdeki umudu çalmalarına izin vermeyin...

Paul Estridge

YaKaMoZcuk - avatarı
YaKaMoZcuk
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #142
YaKaMoZcuk - avatarı
Ziyaretçi
.:.Vazgeçilmezim .:.

Sponsorlu Bağlantılar

İnsanın içine işleyen bir ayaza ev sahipliği yapan kış sabahında, seni düşündüğümde içime yayılan sıcaklığın, dışarıdaki iki metre karı bile eritebileceğini
düşünüyorsam…
Uykudan yüzümde mutlu bir gülümseme ile kalkıp benimle birlikte uyanan güne senin adını veriyorsam…Evimin bütün duvarlarında senin yüzünü görüp, bana baktığını hissediyorsam…Ve bu beni her gün hep aynı şekilde heyecanlandırıyorsa…
İçtiğim çayın şekeri,kahvaltımın her lokması sen oluyorsan…Sokakta bana bakan her insan, yüzümdeki tarifsiz sevinci görüp hayrete düşüyorsa…Sevdiğin şarkıyı defalarca başa alıp bıkmadan defalarca dinleyebiliyorsam…O şarkının her sözünde seninle ilgili ayrı bir anlam yüklüyorsam…
Yüzlerce kişinin arasında bile kadehimi sadece senin şerefine kaldırıyor-
sam…Başımı döndüren şeyin aslında içki değil, sana olan aşkım olduğunu biliyorsam… Yorucu bir günün sonunda ufacık bir sözünle, bir gülüşünle uzun bir tatilden dönmüş gibi enerji doluyorsam…Ve o enerjiyle hiç uyumadan günlerce çalışabileceğimi duyumsuyorsam…
Gün boyu saatleri, dakikaları sayıp ‘Neden geçmiyor bunlar’ diye hayıflanıyorsam…Ve hep seninle buluşacağımız anı bekliyorsam…Kitap okurken seni düşünmekten kendimi alamayıp aynı satırı defalarca tekrar ediyorsam…Sonra sana bunu anlattığımda birlikte ne kadar güleceğimizi düşünüp keyifleniyorsam...
Seninle ilgili planlar yapıyorsam…Sadece varsayımlara dayalı olsa bile o
planları mükemmelleştirmek için her ayrıntının üzerine dakikalarca düşünüyorsam…İzlediğim filmlerdeki başrol oyuncularının yerine kendimizi koyup ‘Biz olsaydık böyle yapardık’ diyorsam…
Yüzyıllardır sevgililerin kullandıkları klasik sözcüklerin benim duygularımı anlatmaya yetmediğini fark ediyorsam…Yine de bunları söylemekten hiç ama hiç
bıkmıyorsam…Aşkımın coşkusunu sana yansıttığımda senin de bana aynı coşkuyla karşılık vereceğini biliyorsam…
Kahkahanın en güzelini seninle atacağımı, yemeğin en güzelini seninle yiyeceğimi, içkinin en keyiflisini seninle içeceğimi düşünüyorsam…
‘Hayatımın en anlamlı şeyi ne’ diye sorduklarında tereddüt bile etmede senin
adını verebiliyorsam
SEN BENİM İÇİN VAZGEÇİLMEZ OLMUŞSUN DEMEKTİR…
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #143
melish - avatarı
Ziyaretçi
İki komşu ülkenin hükümdarı birbiriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri ve bayramlarda ilginç armağanlar göndermek karşısındaki zeka gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykelltraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında tek fark olacak ama bunu sadece ikisi bilecekti.

Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu. Şöyle diyordu heykelleri yaptıran
hükümdar: ''Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum.Bu üç heykel birbirinin aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.''

Heykeli alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel gramına kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler. Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda , hükümdar fazla isyankar olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi. İyi okumuş , akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı. Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi. Teli birinci heykelin kulağından soktu ,tel ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. TEl bu kez kulağından çıktı. üçünce heykelde kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan ileri gitmiyordu. Hükümdar heykelleri gönderen komşu ülke hükümdarına cevabı yazdı: ''Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir, Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir.En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır. Bu değerli hediyen için çok teşekkür ederim.''
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Ocak 2006       Mesaj #144
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gökten gelen yardım

Hz. Enes (r.a) anlatıyor:

Hz. Peygamber'in (s.a.v) Ashabından Ebu Ma'lek diye birisi vardı. Bu zat, kendisi ve başkaları adına tüccarlık yapar; ticaret için uzak bölgelere giderdi. Kendisi, çok ibadet ehli ve takva sahibi güzel ahlaklı bir insandı. Yine bir gün ticaret için yola çıkmıştı. Önünü bir silahlı hırsız kesti; ona:

- Elinde ne varsa getir önüme koy, seni öldüreceğim! dedi. Ebu Ma'lek:

- İşte malım, al senin olsun; beni bırak dedi. Hırsız:

- Ben malı değil, seni öldürmek istiyorum, dedi. Ebu Ma'lek:

- Biraz müsaade et de dört rekat namaz kılayım, dedi. Hırsız:

- İstediğin kadar kıl, dedi.

Ebu Ma'lek, abdest aldı, sonra namaz kıldı; namazdan sonra ellerini açtı ve:

- Ey Yüce dost, ey Yüce Arşın sahibi her istediğini yapan Allahım! Kimsenin aksine bir şey yapamadığı izzet ve kudretinin hürmetine, kimsenin zulüm ve haksızlık görmediği saltanatının hürmetine, Arşını dolduran nurunun hürmetine şu hırsızın kötülüğünden beni korumanı istiyorum. Ey kendisinden yardım istenen Rabbim, bana yardım et.

Diye dua etti, bu duasını üç defa tekrarladı. O esnada bir atlı belirdi. Elinde demirden bir mızrak vardı, mızrağı atının iki kulağı arasına koymuş bir şekilde süratle hırsıza doğru yöneldi. Hırsız atlıyı görünce ona döndü, atlı elindeki mızrağı ile hırsıza bir vurdu, hırsız öldü. Atlı Ebu Ma'lek'e dönerek:

- Kalk, dedi. Ebu Ma'lek:

- Anam babam sana feda olsun, sen kimsin, bu gün Allah seninle bana yardım etti? diye sordu. Atlı:

- Ben dördüncü kat gökte bulunan bir meleğim. Sen ilk dua ettiğin zaman göğün kapılarının gıcırdayıp ses verdiğini işittim. İkinci kez dua yapınca gökte bulunan meleklerin feryadını işittim. Sonra üçüncü kez dua edince, bana: "Bu, skıntı içindeki bir kulun duasıdır." Dendi. Ben Yüce Allah'tan dua edene yardım ve hırsızı öldürmek için izin istedim. İzin verildi ve sana yardıma geldim." Dedi.

Hz. Enes (r.a) demiştir ki:

"Kim bir abdest alır, dört rekat namaz kılar ve bu dua ile Allah'tan bir şey isterse, sıkıntı içinde olsun olmasın, duası kabul edilir."
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ocak 2006       Mesaj #145
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10057
BİN MİSKET


Yaşlandıkça cumartesi sabahlarından daha fazla
zevk alıyorum. Belki de bunun sebebi
ilk uyanan kişi olmanın getirdiği sessiz yalnızlık ya da
işte olmak zorunda olmamanın sağladığı sınırsız mutluluktur.
Her iki durumda da, cumartesi sabahının ilk bir kaç saati
en zevk aldığım anlardır.

Birkaç hafta önce,
bir elimde buharı tüten bir fincan kahve,
diğer elimde gazete ile mutfağa doğru gidiyordum.
Sıradan bir cumartesi sabahı ile başlayan gün,
hayatın zaman zaman bize verdiği
derslerden biri haline geldi.
Size anlatayım.

Cumartesi sabahları yayınlanan bir sohbet
programını dinlemek için radyonun sesini açtım.
Altın sesli yaşlı bir adamın konuştuğunu duydum.
Tom adında biriyle "Bin Misket" hakkında konuşuyordu.
Söylediklerini merakla dinlemeye başladım.

"Tom, işinle çok meşgul gibi görünüyorsun.
Eminim iyi maaş alıyorsundur.
Ama aileden ve evinden bu kadar uzak olmak çok ayıp.
Genç bir adamın iki yakasını bir araya getirmek için
haftada altmış veya yetmiş saat
çalışmak zorunda kalmasına inanmak gerçekten zor.

Kızının dans gösterisini kaçırmış olman
gerçekten çok yazık."
Ve devam etti. "Sana bir şey anlatacağım.
Bu, bana önceliklerim konusunda daha iyi
bir bakış açısına sahip olmamda yardım etti.
Senin anlayacağın,
bir gün oturdum ve biraz aritmetik yaptım.

Ortalama bir kişi yetmiş beş yaşına kadar yaşar.
Biliyorum, bazıları daha çok bazıları da daha az yaşar.
Ancak, ortalamada insanlar yetmiş beş yaşına kadar yaşar.
Yetmiş beş'i elli iki ile çarptım ve
ortalama ömre sahip bir insanın tüm yaşamında
sahip olacağı cumartesi sabahı sayısı olarak
-3900- rakamına ulaştım. Tom, şimdi beni iyi dinle.
En önemli kısmına geliyorum.

Bütün bunları ayrıntılı olarak düşünmeye elli beş
yaşında başladım." Ve devam etti. "Bu yaşıma kadar
iki yüz seksenin üzerinde cumartesi yaşadım.
Sonra, düşünmeye başladım. Eğer,
yetmiş beş yaşına kadar yaşarsam,
yaşayacağım cumartesi sayısı sadece bin adet olacak.

Bir oyuncak dükkânına gittim ve
elindeki tüm misketleri aldım.
Bin adet misketi bir araya getirmek için
üç tane daha oyuncak dükkanı ziyaret ettim. Bunları
eve getirdim ve atölyemdeki radyomun yanında duran
büyük, şeffaf bir kabın içine hepsini doldurdum.

O günden sonra, her cumartesi
bir tane misket aldım ve attım.
Misketlerin azaldığını gördükçe, hayatımdaki
önemli şeyleri daha fazla düşünmeye başladım. Hiçbir şey,
dünyadaki zamanınızın akıp gittiğini seyretmek kadar
önceliklerinizi düzene sokmanıza yardım edemez."

Programı kapatmadan ve güzel karımı
sabah kahvaltısı için dışarıya çıkarmadan önce
son bir şey daha anlatacağım.

Bu sabah, kabın içindeki son misketi de aldım.
Eğer önümüzdeki cumartesiye kadar yaşarsam,
bana biraz daha zaman verilmiş olacak.
Hepinizin kullanabileceği şey;
biraz daha fazla zamandır."

"Seninle konuşmak çok güzeldi Tom. Umarım
sevdiklerinle biraz daha fazla zaman geçirirsin
ve umarım bir gün tekrar görüşürüz.
İyi sabahlar"


Yazarı bilinmiyor
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Ocak 2006       Mesaj #146
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HACER MENEKŞE

Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi.
Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde
bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı.
Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi.
Gölgeyi sever menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin
güneş ışınları ile fotosentez yapığını anlatmıştı onlara.
Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...
"Her bitki güneşi severken, onlar neden
gölgeyi tercih ediyorlar?" diye düşündü, durdu Hande...
Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden
farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden
bu kadar güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan,
bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.
Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye başladı.
İlk, kimsenin yanına oturmak istemediği, "Hacer'in yanına oturmak istiyorum öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı.
Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne.
Hacer, çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir
ailenin kızı idi. Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı...

Öğretmen, pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande'yi...
Hande, ısrar ediyordu Hacer'in yanına oturmak istiyordu.
Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande'nin
annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu:
"Neden yavrum Hacer'in yanına oturmak istiyorsun?"
Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk
hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin.
Oysa, her bitki güneşi sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacer'in yanına
kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.
Belki, Hacer de güzeldir, onu fark etmek istiyorum." dedi.
Hande'nin annesinin ağzı açık kalmıştı.
İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak
"Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.
Pazartesi, Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı.
Hem Hande tedirgindi, hem Hacer... Birbirleri ile hiç
konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Hande'den.
Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile
anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?
Doktor Cemal bey'in kızı Esin idi en çok alınan...
Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin
birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl olur da kendi yerine Hacer'i
seçerdi? Çok gururu kırılmıştı Esin'in... Hande ile konuşmuyordu.
Bir gün, Hande ve ailesi, Esinler'le dağ köylerinden birinde
gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler..
Hande, gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu.
İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının
bozulmasına sebeb olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı,
neden her şeyi iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?
Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı.
Hacer, farklı diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacer'in kimsenin
bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.
Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu.
Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz
dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı.
Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı.
Hande kar'ı çok seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti.
Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti.
Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru
bir adım attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti.
Bu Hacer idi. Hande'ye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande"
dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi.
Oda, sıcacıktı. Odun sobası her yeri ısıtmıştı.
"menekşeler" diyebildi sadece Hande, "bu soğukta???"
Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever."
Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
"Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu,
ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var,
onunla geçiniyoruz ama tüm işler bana baktığı için derslere
çalışacak pek vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün
yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri
anlamakta güçlük çekiyorum." Hande'nin gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu.
Çok merak etmiş olmalıydı... Dışarıya koştu ve
annesine sarıldı, ağlıyordu... Bir müddet sonra
"Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını.
Hacerler'e gidip Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.
Hande, annesine anlattı Hacer'in hayatını, ağlıyarak.
"Bir şeyler yapalım anne"dedi.
O hafta, annesi ve Hande, Hacerler'e gidip
annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar... Hacer,
artık Handeler'den okula gidip geliyordu. Ne dağınıktı,
ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu.
Seneler geçti... Hacer ve Hande
bir arkadaş değil, bir kızkardeşlerdi artık...
Mor menekşeler Handey'e Hacer'i armağan etmişti...
Hacer'e ise; hem Hande'yi, hem hayatı...
Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi bir doktor...
Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi.
Hastalarına vicdanı ile birlikte şifa dağıtıyor...
Hande ise; bir öğretmen...
Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor...
Bir kızı var. Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.
Hacer Menekşe, teyzesi Hacer'i çok seviyor ve
annesine teyzesi için her gün teşekkür ediyor...

SEVGİNİZE ÖNYARGI SOKMAYIN.
DİNLEYİN VE YORUMLAYIN.
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.
SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR...

Özen Kıraç
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ocak 2006       Mesaj #147
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10048
BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI
Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
"Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize" dedi.
Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.

Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaş*****
kurtarmak için elinden geleni yaptı.

Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
"Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".

Steve Goodier
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
17 Ocak 2006       Mesaj #148
melish - avatarı
Ziyaretçi
Italya'da Venedik‘in
kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Barda,
espressolarimizi içiyorduk.

Içeri giren müsterilerden biri, barmene
"due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askida) dedi, iki kahve parasi verdi,
bir kahve içip gitti,

Barmen de duvar üzerinde
asili duran civiye bir küçük kagit asti.

Biraz sonra içeri iki kisi girdi.
Onlar da “trio caffee, uno sospeso"
(üç kahve, biri askida) dediler,
Üç kahve parasi verdiler ve iki kahve ictikten sonra gittiler.

Barmen "aski“ ya yine bir küçük kagit asti. Bunun gün boyu böyle
sürdügü anlasiliyordu.

Bir süre sonra kahveye, üstü basi biraz eski-püskü,
belli ki yoksul bir kisi girdi ve barmen’e
"uno caffee sospeso "(askidan bir kahve) dedi.

Barmen hemen bir kahve hazirladi ve
Yeni müsterinin önüne koydu.
Yoksul kisi kahvesini içtikten sonra para ödemeden
çikti, gitti. Barmen ise duvardaki askiya taktigi kagitlardan birini kopardi,
parçalayip çöp kutusuna atti.

Bu gözlemimizin sonunda, gözlerimizi yasartan,
fakat kesinlikle örnek almamiz gereken bir
"Italyan toplumsal terbiyesi" ögrendik:

Yardim etmek için insanlarin gereksinimlerini belirlerken, yalnizca yasamsal gereksinimlerle
sinirli kalmak zorunda degiliz.
Bir Venedikli için, yasamsal olmasa da kahve,
günlük yasamda önemli bir yer tutmaktadir.

Kahve içebilecek kadar parasi olmayan kisilere yardim edebilecek düzeydeki kisiler, kendileri bir kahve parasi daha ödüyorlar.
Yardim ettigi kisiyi görmedikleri için bu kisiler de daha mutlu oluyorlar,kimden geldigini bilmedikleri bu ikrami kabul eden kisiler ise huzurlu oluyor.

Yardim eden ile alan arasinda, bu caffe-bar'daki garson gibi, köprü görevi yapan kisilerin ise güler yüzlü ve sevgi dolu olmalari gerekiyor.

Içeri giren yoksul bir kisinin
"Bana askida kahve var mi?" diye
sormasina gerek birakmamak için "askida kahve oldugunu" belirten kagit parçalarini kolaylikla görünebilen bir yere asmak ise bu olgunun
çok zarif bir bölümünü olusturmaktadir.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
17 Ocak 2006       Mesaj #149
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
ARKA TAŞ

Orta Asya'da, savasin ok ve yay ile yapildigi dönemlerde Türk savasçilar, arkalarindan gelebilecek bir saldiriyi önlemek için, sirtlarini önceden bu amaçla hazirlanmis bir TAS'a dayarlardi. Bu tas "ARKA-TAS" veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla "ARKA-DAS" olarak adlandirilirdi.

"Dostluk" kavraminin zaman içinde, insanin arkasini yaslayabilecegi ve kendisini olabilecek kötülüklerden koruyacagi fikri ile özlestirilmesi sonucu "arkadas" kelimesi "dost" anlaminda Türkçe'mizdeki yerini buldu.

Sirtiniz "arka tas" siz kalmasin..Msn Happy
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2006       Mesaj #150
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
hikaye10047
Çocuklardan öğrenecek çok şeyimiz var.


ALTIN RENKLİ BOŞ KUTU
...Bir süre önce bir arkadaşım,
üç yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kağıdını
ziyan ettiği için cezalandırmıştı.
Durumları iyi değildi ve kızının, kâğıtları
ağacın altına koyacağı bir kutuyu süslemeye harcaması
onu çok sinirlendirmişti.

Buna rağmen küçük kız,
ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi
ve "Bu senin için babacığım." dedi.
Arkadaşım, gösterdiği tepki için kendini suçlu hissetti
ama kutunun boş olduğunu görünce için için sinirlenmekten de
kendini alamadı.

Kızına bağırdı:
"Birine bir hediye verdiğin zaman
içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?”.
Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi:
"Ama babacığım, kutu boş değil ki.
Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim.
Hepsi senin için babacığım."

Babanın içi paramparça olmuştu;
kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı.

Arkadaşım, bu altın renkli kutuyu yatağının baş ucunda
yıllarca sakladığını anlattı bana.
Ne zaman cesaretini kaybetse,
kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor
ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu.

Gerçek anlamda bakmak gerekirse, hepimiz,
arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından
bize sunulan, karşılıksız sevgi ve
öpücüklerle dolu altın renkli kutulara sahibiz.

Dünyada sahip olabileceğimiz
daha değerli bir şey olamaz.

Hayata iyi bakın...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar