Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 39

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.311 Cevap: 1.997
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Mart 2006       Mesaj #381
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Senin Sesisni ve sevgine hasretim

Sponsorlu Bağlantılar

Biliyor musun en çok mektuba başlamam gereken hitap şeklinde zorlandım. Bir başlasam sonu gelecekti eminim! Ama sıradan sözcükleri hiç yakıştıramadım sana, yapmacık sözlere konduramadım seni... Sonra sana hiç mektup yazmadığım aklıma geldi, içim burkuldu, canım acıdı...

Bu mektubu sana gurbetten yazıyorum; sesine sözüne hasret, yüzüne hasret, sıcağına hasret gönlümle başlıyorum mektubuma. Seni o kadar çok özledim ki; Meğer hiç bir kucak seninki kadar sıcak değilmiş, hiçbir acı senin yokluğuna bedel değilmiş. Hiç ama hiçbir hasret senin özlemin kadar yakmazmış içimi.

En acısı, dost bildiklerim, yâr seçtiklerim toplanıp bir araya gelseler, senin çeyreğin bile edemezmiş. Bilsen ne zor bunları itiraf etmek kendime ve sana... Gurbet bile gururumu söndüremedi. Hâlâ gururlu, şımarık, kucuk kızınim. Hayır, hayır yavrunum. 'Ben artık bir genç kızım, başkalarının yanında bana yavrum deme.' derken bile böyle düşünüyordum inan. Şimdi içten bir seslenişine, Yavrum! hitabına öyle ihtiyacım var ki...

Hatırlıyor musun? İlk yürümeye başladığım anları anlatırken ellerimi bırakmadığın için sana kızdığımı, hırslandığımı ve bir an önce yürümek istediğimi söylerdin. Şimdi sakın bırakma ellerimi, anneciğim. Evimizin yumuşak halıları değil yürüdüğüm yollar, bir düşersem halim yaman. Ellerini, sevgini, duanı, desteğini ve sıcağını hiç esirgeme benden.

Hani küçükken en çok kimi seviyorsun diye sıkıştırıp dururdum seni. Ağzından "Seni!" cevabını alana kadar bırakmazdım eteklerini... Seni abimden, babamdan ve ablalarımdan kıskanırdım. Hâlâ büyüyemedim, hem şimdi daha çok kıskanıyorum. İçindeki sevgiyi ve gözlerindeki derin şefkati yalnız benim için sakla...

Ama yapamazsın degil mi? Ana yüreği dayanmaz... Senin sevgin hepimize yeter, ana olunca ben de anlarım değil mi? Aslında en çok bu huyunu seviyorum. Adaletini ve yufka yürekliliğini, anne şefkatini... Fakat hâlâ babam işe giderken boşalan yatağını en çok benim hak ettiğimi düşünüyorum.

Seni öyle özledim ki!..

Şu bilmem kim tarafından icat edilen telefon bile dindirmiyor içimdeki hasreti. Gurbetin yağmurları, söndürmeye yetmiyor içimde büyüyen ateşi... Beni buralara yollarken, "Daha güçlü ol!" diyordun ya, sana kavuşunca öyle bir sarılacağım ki, gücüme şaşacaksın. Sevgimin gücünü sen de anlayacaksın.

Yılların yükünü çekmiş, yorgun ama dimdik omuzlarını özledim.

Dolaplarımı düzenlerken, eşyalarıma bakıp bakıp ağladığın duyuyorum. Yahut arkadaşlarımla konuşurken gözlerinin dolduğunu... İçim acıyor ama bilsen nasıl seviniyorum. Yokluğuma alışamamış olman, mest ediyor beni...

Puslu gözlüm, dert ortağım! İnan içim içimi yiyiyor, ya bitmezse gurbet geceleri, ya geçmezse hasret saatleri, ya vuslat ateşiyle bindiğim mavi tren getirmezse beni... Uzar da yollar kavuşamazsam sana, ya özlem alışkanlık olur da unutursan beni.

Ama beni unutmaman için hep dağınık bırakacağım odamı. Söylene söylene toplarken, yine gözyaşların ıslatacak eşyalarımı. Babam yine dalga geçecek, anlatacak bir bir ağladığını. Ya ben...

Arkadaşlarım çınlatacak odamın duvarlarını, hep anne kokan ilâhilerle... Güçlü ol demiştin ya, ben de yorganı çekmeden başıma hiç ama hiç ağlamayacağım. Ama sonra, Allah ne verdiyse...

Anneciğim! Gözyaşlarım söndüremez içimde yanan ateşi... Çünkü yokluğun, bilmem kaç nüfuslu şu kocaman şehirde kendini yapayalnız hissetmek gibi, imkânsız bir şeyi diz çöküp de Yaradan'dan dilemek gibi.. En azaplı günahlardan sonra sızlayan vicdanım gibi...

Gül kokulum, puslu gözlüm!

Sakin sensiz, sevgisiz ve duasız bırakma beni... Sevgilerle... Beş parmaktan biri...

Sıcacık Karlar Çizelim. Hadi Bembeyaz Sıcacık Karlar Çizelim.

Ey kalbim!..Hatırlayacaksın, sessiz sessiz ağlarken başımı dizlerine koyduğumda, kimse
yoktu yanımda. Yalnızdık seninle can dostum, yalnızdık... Atışların hızlanırdı hezeyanlarımdan, kanın çekilirdi damarlarından. Gözlerim susmazdı hani, senide esir edip yaşlarına. Sabahları yalnız inerdik, bir sen, birde ben. Anlamazdı hiçbir arkadaş, dinlemezdi hiçbir yoldaş. Biz iki divaneydik seninle...

Ben dıştan, sen içten şelalelerin bendini yıkardık ağıtlarımızdan. Kimse duymazdı ama, kimse düşünmezdi bizim düşündüklerimizi...

İki divaneydik seninle kalbim! Kimse anlamaz, ama herkese anlatırdık derdimizi. Yaramaz bir çocuğun çığlıklarını çoktan geçmişti dilimizin söylediği sahipsiz türküler. Hani düşünürdük derin derin. Aynı sorularla bulanırdı toz pembe rüyalarımız. Bizden başka yokmu derdik buradan bakan bir iki divane... Sorardık hani kimsenin düşünmeye bile cesaret edemediği soruları. Çekiliverirlerdi simalar çevremizden. Hatırlıyorsun mutlaka, mızraklara saplanmış kuşlara deniz suyundan yuva yapışımız, başı dimdik duran beyaz güvercinleri kafeslerinden salışımız ve ağıtlarımız yalnızlığımızın tarifi oldu... Aldatılmışlık değil, aldanmışlıktı bizi yıkan o zamanlar...

Değil mi dostum. değil mi sırdaşım nasıl terk ettiler bizi? Nasıl koydular önümüze tek düze tabuları?.. Ahkam kesmek marifet oldu, zincirleri günün modası diye taktılar boynumuza. Ağıtlarımıza yalancı nenniler diyip, anlamadılar onuru gurura karşı yarıştırdığımızı. Kavgalardan nefret ettiğimizi ve güneşin doğuşuna mevzilendiğimizi anlamadılar. Neden biliyor musun kalbim? Çünkü biz yalnızdık karanlık gecelerin gri yıldızlarında... Başabaşa ağladıkta hıçkıra hıçkıra dönüp bakan olmazdı. Gülüp geçerlerdi bize. Biz kurtaramayacaktık çünkü dünya yı. Sende atan sevgi, bende yeşeren sabır yetmeyecekti onların prangalarını çözmeye....

Çiftliklerde meleyen koyunları gösterdiler bize. Nereye çeksen oraya giden, hani boynundan urganı eksik olmayan, hani yumuşacık tüyleri olan koyunları işaret ettiler. Halbuki biz çoktan çizmiştik, insan figürünün dahi karışmadığı tabiat manzarasını. Masmavi göklerden sevgiyi indirip, dallarada hoşgörü meyvaları koymuştuk. Ama resimdi işte, alt tarafı bir tabloydu. Hatırlayacaksın kalbim, rengarenk boyalarla süslediğimiz o tabloyu nasıl silerdi sadece o kara lekeler. Kimse görmezdi kendi çiziktirdiği işaretlerden başkasını... Herkes bir"ben"di kendinde, hatırlıyormusun vefakarım?.. Sana da, bana da, "biz" olmak düştü yinede bir beyaz nokta gibi hayatımıza... Az ağlamadık, az vurmadık umutlarımızı duvarlara, az bağırmadık sağırlığımızı unuttuklarımıza... Ama yinede çıktık düze "biz"... Sen ve ben kalbim... sen ve ben....

Hatırlarım şimdi o karanlık gecelerde yardıma koşmaya çalışan bir kaç iyi insanıda... Dokunamadığımız, yanımıza çağıramadığımız, uzaklardan bakıştığımız birkaç iyi insan vardı ya kalbim... Evet dostum, isimleri bile hala bizde değil mi?.. "Gül dikenleriyle güzeldir" diyemeden tutup yapraklarımızla koparırlarken çiçekliğimizi, sert ama vefalı bir sonbahar rüzgarıda vardı, en kavurucu yazlarda. Bilirim unutmazsın kalbim....

Belki çilekeş bir yağmurun, yahut en yalnız kalabalıklarda ardımıza düşen küçücük ama bembeyaz bir bulutun hatrına bu tebessümlerimizMsn Happy... Arkamızdan uzanıp boynumuzu sıkmaya çalışan ayrık otlarına inat. Binin içinde birde olsa, tek gamzesiyel özgürlüğü getiren bir kelebek hatrına belki hayata sırt çevir meyişimiz...

Ne dersin kalbim?.. Acılara gülmek seni mi gerektirir, yoksa seni mi getirirsin acıların peşine düşen umutları? Bilmem ki çilelim, kalk hadi, tamamlıyalım yarım kalan tablomuzu, hatta orta yerine bakışları düşmemiş gök gözlü bir çocuk konduralım.. Çarpma öyle hızlı hızlı bedenime... Yeni bir cesaret için ben de ümitle korku arasındayım...

Tuvalimiz beyaz değil lakin, bilsen kapkara kömürden bile... Ama sevgiyse herşeye rağmen ve umutsa martıların hatrına... Hadi kış manzarası çizelim bembeyaz. Kimse karışmasın gönlümüze. Sabahlardaki kömür bile siyah olmasın tam tamına..Hadi, hadi bembeyaz sıcacık karlar çizelim, adı "umut" olsun... Ve orta yerde bütün gülücükleriyle başı dimdik, gözleri sıcacık bir çocuk kartopu tutsun.....

Son düzenleyen Blue Blood; 16 Mart 2006 20:13 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
17 Mart 2006       Mesaj #382
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Rengarenk Masal

Camı kırılmış kalbimin penceresinde ufak bir çocuk oturtuyordum. Yalnızlığını aramaya gelmişti buraya. Ahşap merdivenin yamuk basamaklarını çıkarken heyecanlıydı. Yukarıdaki küçük oda ona çok şey vaadediyordu. Düz saçlarının altından bakarken bu mavi pencereye, mavi gözleriyle sabırsızdı. Oyuncağını arıyormuş gibi. Tırmanışı uzadıkça heyecanı arttı. O ufacık, hiçbir kötülüğe değmemiş elleri mavi pervaza değince, yalnızlığım irkildi. İlkönce dümdüz kumral saçlar göründü. Sonra yay gibi kaşlar ve deniz mavisi gözler. Merak bakıyordu o gözler. Okka gibi burun, bu tanımadığı kokuyu algılamaya çalışıyordu. Tüm oda da yalnızlığım kokuyordu. Tüm oda da yalnızlığım görünüyordu.
Sponsorlu Bağlantılar
Mavi pencereli, kırık camlı karanlık odam, bu küçük melekle rengarenk bir pınara dönüşüyordu. Ama bu meleğin adımlarının çıkardığı tıkırtılar bile yalnızlığıma dost olmuyordu. Yalnızlığım kaçıyordu bu minyatür ellerden. Hep bir köşede oturmak istiyordu yalnızlığım. Kendi, karanlık, renksiz köşesinde. Sadece kendi sesiyle yıllarca oturmanın hayaliyle yaşıyordu. Minik çocuk, tüm bu renk cümbüşünün ortasında, bu başıboşluğun merkezinde baka kalmıştı yalnızlığa. Son kez elini uzattı, çok büyük bir şevk ve istekle. Saf, çocuksu bir bakış vardı yüzünde. Yalnızlık, bakamıyordu suratına bu miniğin. O, yanı başında duran soluk, renksiz çiçek demetine odaklanmıştı. Çocuğun toz pembe dünyasından kırıntı bile taşımıyordu, bu ölüm kokan laleler. Ama çocuk pes etmemek niyetinde olduğunu belli ediyordu; laleler yaşıyordu onun gözünde. Yalnızlığım, bu miniğin ellerinde yeşeren odaya göz gezdirdi; bu yeşeren oda ona yabancıydı. Onun değildi hiçbir şey; yanında duran bir vazo lale bile. Miniğ!
in eli hala havadaydı. Yalnızlığım, bakamadığı mavi gözlerde buldu kendini bir anda. İçindeki sıcaklığı hissetti, kalp atışlarındaki artışı sezdi. Bünyesinde ki her milimetre kare yanıyordu. Nefes alışı bozulmuştu. Elleri, ayakları renkleniyordu. Hayır sadece elleri, ayakları değil tüm benliği renkleniyordu. Tüm benliği...
Mavi pencereli, kırık camlı yeşil odamda ki süslemeli bakır aynamda kendini buldu yalnızlığım. Renksizlikte boğulduğu bunca yılın ardından, bu yağlı boya tablosunda bulmuştu kendisini. Yanında da herşeyi başlatan; mavi gözlü, düz saçlı melek vardı. Herşey başlamıştı.
Yeniden başlayan hayatında sadece bu minik vardı. Ama yalnızlığım, yalnızlığını kaybetmişti. Peki bu kişiliğindeki büyük değişiklik buna değer miydi? Düşlerinde bile hiç hayal etmediği bu durum acaba çok mu iyiydi? Yalnızlığım kararını verdi. Doğasına karşı çıkamazdı. Minik çocuğa veda busesi kondurdu. Düz saçlarında dans eden dudakları bir şey mırıldandı: “donmuş bir gözyaşı gibi akmayan şu yaşantıma alışıyordum...teşekkür ederim...”
Mavi pencereli, kırık camlı yeşil odam bir çocuğun yalnızlığına şahit olmak üzereydi. Yalnızlığım tüm erdemiyle mavi penceremden aşağıya bıraktı rengarenk bedenini. Gözyaşları eşlik etti onun düşüşüne mavi gözlerden süzülen...
Yalnızlık paylaşılmamalı günahkar ruhların özünde...




hikaye1001727cf


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2006       Mesaj #383
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HASTA[IMG]file:///D:/Clipart/anigif/lion1.gif[/IMG] ARSLAN
Hayatının sonuna gelmiş olan Arslan, birazcık nefes alabilmek için, ininin önüne uzanmış yatıyordu… Çok hasta ve nefes nefeseydi. Tebaasındaki bütün hayvanlar, etrafında toplanarak, onun kuvvetten düştüğünü gördükçe yaklaştılar. Nihayet, artık ölmek üzere olduğunu iyice anladıklarından, herbiri ayrı ayrı, içinden şöyle düşündü:
"işte, tam yaptığı haksızlıkların hesap verme zamanı"
sonra, yaban domuzu, keserleriyle üzerine çullandı, bir yaban öküzü de boynuzlarını biledi. Fakat bütün bunlara rağmen, arslan hâlâ önlerinde aynı bitkin halde yatıyordu.bu vaziyeti uzaktan takip eden Eşşek, ortada artık korkulacak bir şeyin kalmadığına iyice kanaat getirince, kuyruğunu havaya kaldırarak, yaşlı arslan'a iyice yaklaşıp arka ayakları ile yüzüne vurdu, vurdu. arslan, iki türlü ızdırabının arasından
pasaklikedi - avatarı
pasaklikedi
Ziyaretçi
17 Mart 2006       Mesaj #384
pasaklikedi - avatarı
Ziyaretçi
A M A

Geçen gün seni gördüm ve gülümsedim sana
Beni göreceğini sanmıştım,ama görmedin
Sana ''Seni seviyorum'' dedim ve senin de birşeyler söylemeni bekledim
Beni işiteceğini sanmıştım,ama işitmedin
Dışarı çıkıp benimle top oynamanı istedim senden
Peşimden geleceğini sanmıştım,ama gelmedin
Senin için bir resim çizdim
Saklayacağını sanmıştım ,ama saklamadın
İkimiz için ormanda bir kale yaptım
Benimle kamp yapacağını sanmıştım, ama yapmadın
Balık tutalım diye solucan topladım
Balığa gelirsin sanmıştım,ama gelmedin
Seninle konuşup,düşüncelerimi paylaşmak istedim
Senin de isteyeceğini sanmıştım,ama istemedin
Sana gelirsin umuduyla oynayacağımız oyunu anlattım
Geleceğini sanmıştım,ama gelmedin
Senden gençliğimi benimle paylaşmanı istedim
Sende istersin sanmıştım,ama istemedin
Savaş çıktı,askere çağrıldım,benim sağ dönmemi istedin benden,ama ben dönmedim..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Mart 2006       Mesaj #385
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AKLIMDASIN

Başımdan geçen ilginç bir aşk öyküsünü anlatmak istiyorum.
Üniversite 2.sınıfa gidiyordum. Gençlik bu ya, başımda kavak yelleri esiyor.
Zaman ise benim geleceğin en büyük gazetecilerinden biri olmam için geçiyor gibime geliyordu. Geliyordu ama ben derslerden çok, arkadaşlarla üniversite binamızın içerisindeki sahalarda ve ağaçların arasında top oynamayı, gezmeyi ve arkadaşlarla sohbet etmeyi tercih ediyordum.
Ama itiraf edeyim, özellikle bahar aylarında etraftaki değişimleri, yeşillikleri geleceğin büyük gazetecisi gözüyle de izliyordum. Eh, gözleme yeteneğin olacak ve tabiattaki güzellikleri bayanları- göreceksin de şairlik taslamayacaksın, aşık olmayacaksın olur mu?
Öğrenci dediğin fotokopisinden belli olur,Fotokopisiz öğrenci meyvesiz ağaca benzer öğrenci atasözleri uyarınca vize dönemlerinden bir ay önce gördüğümüz derslerin notlarının fotokopilerini bulup almak için Azim Fotokopiye gittim. Azim Fotokopi hemen hemen bizde ki bütün derslerin dönem içindeki notlarının fotokopilerini çoğaltır ve satardı. Orada fotokopileri alırken yanımda bizim birinci sınıfta gördüğümüz bir dersin fotokopisinin olup olmadığını soran bir kız vardı. Fotokopiciden o dersin notlarının olmadığını öğrenince oldukça üzüldüğünü gördüm. İçimdeki yardımseverlik duyguları kabardı. Belirtmeliyim ki genellikle güzel bayanlara karşı her zaman yardımseverimdir. Kıza dönerek:
-Her halde İletişim Fakültesinde okuyorsunuz dedim.
- Evet dedi.
- Bizim geçen yıl gördüğümüz Gazete Yazı Türleri dersinin fotokopileri bende hala duruyor. İsterseniz onları size ben temin ederim dedim.
- Ah, size zahmet olmasın? dedi.
- Yok canım ne zahmeti dedim.
Sonra oradan beraberce konuşarak çıktık. Yolda adını söyledi: Sevdamış. Neyse biz böylece tanışmış olduk.
Ertesi gün ders notlarını ona verdim. Kız beni çok etkilemişti. Bir içim su derler ya öyleydi. Tabii, beni çok etkilediği içinde bana öyle gelmiş olabilir. Neyse... Bu yardım severliğimin karşılığında kız beni ne zaman görse hemen yanıma gelmeye başladı. Diğer arkadaşlarımla da tanıştırdım onu. Artık çok samimi olmuştuk. Olmuştuk olmasına ama kıza da tutulmuştum.
Ne yapmalıydım... Düşünüyordum ama bir türlü de karar veremiyordum. Şimdi kıza arkadaşlık teklif etsem, yardım etmemin karşılığında ondan faydalanmak istediğimi düşünebilirdi. Ayrıca arkadaşlık teklif etmemin diğer arkadaşlarımın hele hele Osmanın kulağına gitmesi... Aman aman ölsem daha iyi. Çünkü bizim arkadaş gurubumuzun arasında şöyle bir beddua vardı:Allah seni Osmanın medyatik diline düşürsün de, manşetlerden inme emi !
Çok düşündüm bir karar veremedim. En sonunda ona aşkımı mektupla ilan etmeye karar verdim. Bu amaçla oturdum ve usturuplu bir aşk mektubu yazdım.

Bu mektubu kaldığım yerin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışan yüreğimin her atışında ismini hatırlatan sıcaklığında yazıyorum. Bir melankoli içerisinde yazmaya çalıştığım bu satırlar daha çok seven yüreğimin sevilme mutluluğunu yakalaması için çabalaması ve belki de karşılıksız bir sevda bataklığına nasıl gömüldüğünün ifadesi.
Acaba Sevda; senin o melekler kadar güzel olarak tasavvur ettiğim hayalini gönlümden silip atsam mı diyorum. Yazık olmaz mı sorusu aklıma geliyor. Yazık olmaz mı aşkıma? Acaba unutsam sana karşı hissettiklerimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi acaba bir anda geçen onca zamanın ötesine gidebilir miyim?
Yakalanan bir kuşun esaretten kurtulmak için çırpınması gibi seni görünce çırpınan kalbimin atışlarını, yüzümün her kızarışını, benim sana olan tutkumu tavır ve yüz ifademden, heyecanımdan, titrememden anlamandan duyduğum korkuları... unutsam mı?
Böyle bir şey mümkün olsa bile herhalde yaşadığım onca duyguyu bir anda jiletle kazıyıp, söker gibi atamam, atmam.
Çevremde çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görülmeme rağmen aslında sevdiğine karşı aşkını ve duygularını ifadeden bile çekinen utangaç yapıda biri olarak sevgimi yazı ile belirtme ihtiyacı duydum. Sana olan sevgimi hoş karşılaman dileğiyle...
Yakın çevrenden biri
Mektubu daktilo ile yazdıktan sonra bir zarfa yerleştirdim. Sevdanın da aralarında bulunduğu arkadaşlarla okulun önünde sohbet ederken lavaboya gitme bahanesiyle gidip sınıfta Sevdanın ders notlarını tuttuğu ajandanın içine koydum ve sonucu beklemeye başladım.
Ertesi gün üniversitenin ana binasında bulunan yemekhaneye giderken Sevda bir ara yanıma yaklaştı ve:
-Rüstemciğim sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. Aramızdaki samimiyetten bir tek sana söylüyorum dedi ve devam etti Yahu dangalağın bir bana bir mektup göndermiş dedi.
- Şaka mı yapmış mektupta? diye sordum.
- Şaka mı bilmiyorum ama mektupta bana tutulduğunu, aşık olduğunu... falan filan yazmış işte. Yani oldukça duygulu bir dille bana ilan-ı aşk ediyor herif dedi. Ben de:
- Peki kim bu herif dedim.
- Ne bileyim, ismini yazmamış ki! Ama yazdıklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. Bir iki tahminim de var deyince heyecanlanarak;
- Peki kim olabilir diye sordum.
- Tahminime göre bizim gruptakilerden biri ve... Neyse ismini de sonra öğrenirsin Rüstem dediği sırada diğer arkadaşların da yanımıza gelmesiyle sözünü keserek onlarla konuşmaya başladı.
Beni bir merak sarmaya başlamıştı. Acaba tahmini ben miydim de tavırlarımdan öğrenmek için konuyu bana açmıştı. Anlamış mıydı acaba...
İçim içimi kemiriyordu; mektup yazmasa mıydım. Eğer gerçekten benim yazdığımı anlamışsa ve benimle bir daha konuşmazsa ne yapardım. Belki hem bir arkadaşı yitirecektim, hem de sevdiğim kızı.
Bu arada şeytan da dürtüyordu beni bir mektup daha yaz diye. Bu sefer duygularımı daha açık belirtecektim. Bu düşüncelerle tekrar daktilonun başına geçerek yazmaya başladım:

Sevda; şu an sana söylemek istediğim ama söyleyemediğim duygular var ya, o duyguları sana bir sahilde hafif bir yağmur çisiltisi altında ıslanırken ve deniz dalgalarının, martı sesleriyle birleşerek oluşturduğu o nefis fon müziği eşliğinde dans ederken söylemek isterdim.
Bilmem sen hiç bir şeyi, pek çok şeyi kaybetme pahasına daha doğrusu yüreğin pahasına satın almak ister misin? Bil ki ben yüreğimi sana, senin için satmaya hazırım.
Keşke sana olan aşkımı, seni görünce hissettiğim duyguları gözlerinin derinliklerinde köşe kapmaca oynarken anlatsaydım. Acaba anlatabilir miydim?
İnsanlar madde ve mana arasında, denizde salınan tekneler misali gelip giderken; ben kendimi sevdama kucak açmış, senin gönül limanında demirlemiş olarak bulmak isterdim. Sana bağlanmak sarılmak ve ...
Hayali bile yaşadığım hayatın sahte yaşantısından daha gerçek ve daha güzel.
Mektubuma çok sevdiğim, güzel bir söz ile son vermek istiyorumMsn Confusedevsen, sevilsen ve sevilebilir olsan
Beni sevilebilir biri olarak görmen dileğimle...
Yakın Çevrenden Biri
Mektubuma ek olarak da Sevdaya diye ithaf ederek yazdığım:

AKLIMDASIN

Papatya açmış kırlardan
Peygamber çiçeklerinin sarısından
Kekik otlarının kokusundan
Doyasıya içime çektiğim sen!

Belki değilsin, belki farkındasın
Sen benim hep aklımdasın

Turnalarla gönderdim sana
Gönlümde yetiştirdiğim gülleri
Yalancı gönüllerde
Karanlık tünellerde
Aşkı aramaya çalışırken sen
Senin aşkını hayat gibi yaşardım ben

Belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
Sen bilmesende hep benim aklımdasın !


Şiirimi de zarfa koyarak bu sefer postaladım.
Ertesi günde dedemin vefat ettiği haberi geldi. Alel acele Gümüşhaneye gitmek zorunda kaldım. Bir hafta sonra döndüm ve okula gittim. Sevda beni görünce hemen gülerek yanıma geldi ve:
- Rüstem hani bana biri aşk mektubu yazıyor demiştim ya işte ondan ikinci bir mektup daha geldi. Bir de bana ithaf ederek yazdığı şiirini koymuş. Çok etkilendim.
- Peki kim olduğunu bulabildin mi? diye sordum. O da:
- Sana bir iki tahminim var diyordum ya... Artık emin oldum.
- Emin mi oldun, peki kim? diye heyecanla sordum
- Hiç tahmin edemezsin... Osman! dedi.
- Osman mı? dedim şaşırarak
- Tabii... Yakın çevremden biri, çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görünen başka kim olabilir? deyince şaşkın, yıkılmış bir ifade ile:
- Çok şaşırdım dedim.
- Şaşır, şaşır ... Dahası var. Emin olunca ben gittim ona ondan
hoşlandığımı belirttim. Yazdıkları beni çok etkilemişti. Ayrıca çok utangaç, ona kalırsa bana hiç açılamayacak ve beni sevdiğini söyleyemeyecek... Bu sebeple ona ben açıldım. O da benden hoşlandığını fakat benim seninle olan diyalogumuzdan ve samimiyetimizden dolayı ikimizin arasında bir şey olduğunu sandığından bana açılamadığını söyledi. Düşünebiliyor musun ayrıca ikimizin arasında bir şey var sanıyormuş dedi.
Çok şaşırmıştım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Sonunda;
- Senin adına sevindim. Nihayetinde sana mektupları yazanı da bulmuş oldun böylece dedim ve yanından ayrıldım.
Bir yanda sevdiğim kız Sevda diğer yanda en yakın arkadaşlarımdan Osman vardı. Ve ikisi de benim aşk mektuplarım sonucu... Tam bir çöküntü içerisindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. Bu hal içinde iki hafta okula gitmedim, hatta gidemedim.
İki hafta kadar sonra okula gidince bu sefer Sevda ve Osman bir ara yanıma geldiler. Osman bana:
- Rüstem seni yemeğe götürüyoruz. Orada sana bir de sürprizimiz var dedi. Ben de:
- Osmancığım bugün olmasa deyince, Sevda:
- İtiraz etme hakkın yok. Çünkü seni son zamanlarda hiç göremiyoruz. Okula uğramıyorsun bile dedi ve kolumdan çekerek dışarı doğru sürükledi.
Benim isteğim üzerine Karadeniz Pidecisine gittik. Yemek siparişini verdik. Bu arada ben sohbet esnasında elimden geldiğince espri yapmaya, güleç olmaya çalışıyordum.
Konuşma esnasında Sevda bir ara bana dönerek:
- Sana bir sürprizimiz var demişti ya Osman; şimdi onu söyleyeceğim sana. Biz Osmanla nişanlandık. Osmanın romantik, duygusal mektuplarına dayanamadım. Ben de ona duygusal olarak karşılık verdim ve... derken Osman söze girerek:
- Ne saçmalıyorsun, ne romantik, duygusal mektupları... diye Sevdanın sözünü kesince ben de Osmanın sözünün devamını getirmesine fırsat vermeden hemen sözünü kesmek ihtiyacını hissettim:
- Demek ki Sevda sendeki romantik, duygusal yönleri keşfetmiş ve sana tutulmuş. Çok şanslısın Osman; Sevdanın kıymetini bil dedim.
Yemekten sonra Osmanın ellerini yıkamak için lavaboya gittiği sırada masadaki peçeteyi aldım ve Sevdaya dönerek sessizce:
-Bu günün anısına bu peçeteye duygularımı yazıyorum. Çıktıktan sonra yazdıklarımı oku ve sonra da yırt tamam mı? dedim. Sevda meraklı bakışlarla başını evet manasına salladı.
Bende peçeteye Ona ithaf ederek yazdığım şiirin nakarat bölümü olan:

Belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
Bilmesen de, sen benim hep aklımdasın

Ve altına da: Allahtan Osmana ve sana mutlu bir yuva ve mutlu yarınlar diliyorum.
Yakın Çevrenden
Rüstem
notunu yazdım. Notu yazdığım peçeteyi katlayarak Sevdanın eline tutuşturdum.
Osman da yanımıza gelince;
- Sizin bu mutlu haberinize çok sevindim İnşallah Allah tamamına erdirir dedim ve devamla Bu gün de aslında çok işim vardı. Sizinle buraya gelince unuttum hepsini. Şimdi gitmem lazım; anlayışla karşılayacağınızı umuyorum dedim.
Birlikte dışarı çıktık ve tokalaşarak yanlarından ayrıldım. Bir süre sonra dönerek arkama baktım Sevda peçeteyi yırtıyordu ve gözleri yaş doluydu. Benim onlara baktığımı görünce gözlerini silerek bana el sallamaya başladı.
Bir daha arkama bakmaya cesaret edemeden gözlerimde beliren yaşlarla oradan uzaklaştım.

_
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
18 Mart 2006       Mesaj #386
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Gitme Ki, Üşümesin Baharlarım


Gitme, koca şehirde yapayalnızlık kalmak istemiyorum. Gidersen, sensizliğin içinde hangi duvar avutabilir beni ?..Bırakma beni karanlıklara...Alışkın değilim sabahları sensiz uyanmaya....Gitme umudum...Uçurumlardan esen rüzgarlarda tek başıma bırakma beni.....Acıya kanattığım umutlarımı toprakta ezip gitme...Düş yorgunu gecelerde her sokakta seni aramak acıtır yüreğimi.Her köşede sensizliğe ağıtlar yakmak sonum olur ömrümün. Dur gitme...İçimdeki çocuğun ağlayacak hali kalmadı...Gidersen, uykulara dalıp unutacağım mı sanıyorsun o gözlerini ?...Sorarım sana ; kolay mı tahta beşiklerde hasretini uyutmak ?....

Yıllarca cebimde biriktirdiğim gözyaşlarımı sende kurutmuşken gitme...Simsiyah bulutlar çöreklenmesin üzerime. Baharın koynunda uyanırken gözlerimi karanlıklara kapatmayayım...Gitme ince sızım...Uzak dağlarına yüreğimi sürüp sana koşmak isterdim ama sırtım kanlı ve yüreğim yaralı...Buğulu camlarda bıraktığım düş mavisi umutlarımı yetim bırakma...Sürgün misali yalnızlığında soğuk prangaları sırdaş bilmek istemiyorum...Yitik bir yüreğin baharlarında açmış dikenleri serme ellerime..Batarsa kanar, kanarsa yaşayamaz yüreğim....Gitme ..Ardından bakakalmasın gözlerim tozlu yollara...İsyanlara bürünmesin gülen yüzüm....Ne olur gitme alınyazım.

Acılarımı tütünle sarıp bir sigara dumanında çekerken içime, gitme..Dayanamaz bu can gidişine...Rıhtımlara her gece gözyaşımı boşalttırma beni...Ezik yüreğimi karların üzerine serme...Sana koşan ayaklarımda hüznün kirli denizlerine sokma beni...Mavilerin arasında kaybolur giderim....Umutlarımı alıp gitme gül yüreklim...

Hangi denize sığdırabilirim ki sensizliğin acılarını...Hangi ilaç dindirir sensizliğin sancılarını...Bu dert içimde kabuk bağlar..Solmak istemiyorum kırık aynaların suretinde...Hazanlar girer gelinciklerin gülümsediği bahçelere...Göğümden tüm göçmen kuşlar kanatlanır ucsuz bucaksız diyarlara...Dur gitme....Yalınayak sahillerde gezinmeyeyim....Ellerim dikenlerde avunmasın...Gidişinle yüreğimi yaralarda bırakma ne olur...

Şiirlerim kederimle, yüreğim gidişinle ağlamasın...Gülen gözlerime hicranlar inmesin...Bereketin ıslattığı toprağıma siyah bulutlar çöreklenmesin...Uçurumlar büyümesin duvarlarda...Pencerelerde kalmasın ıslak gözlerim....Yorgun düşmesin ayaklarım...Gitme iki gözüm...Bırakma beni tek başıma firkatinde...Düş fakiri olarak gezinmek istemiyorum şehrin ölüm kokan sessizliğinde...Ne olur gitme sevdiğim.

Uyandırma beni ayrılıklarınla..Gitme diyen dudaklarım senden sonra kanamasın....Üşümesin senin sevginle gülümseyen gönül bahçem....Acılarımı unutmuşken sancının kavrulduğu ateşlerde ısıtma beni...Benek benek açan çiçeklerim mevsimsiz solmasın...Saçlarına düşen yıldızlar göğsüme ayrılığının hançerini sokmasın..Gitme canımdaki son can...

Senin gözlerinden, senin yüreğinden başka bir sığınağım yok sevdiğim
..

Gitme ne olur...Yetim kalmasın yüreğim....

hikaye1001722cg

venüsün_kızı - avatarı
venüsün_kızı
Ziyaretçi
18 Mart 2006       Mesaj #387
venüsün_kızı - avatarı
Ziyaretçi
Benim Hikayem

Yetmiş dört yılı…

Takvim yaprakları yirmiyedi haziranı gösteriyordu. Yenimahalledeki doğumevinin dördüncü katında tatlı bir bekleyiş vardı.Annesinin sıcacık bedenini bırakıp dünyanın en güzel mevsimine kucak açtı çocuk.Aceleciydi.Sezeryanla adım attı dünyaya. Minik parmakları,kısık gözleriyle alkışladı onu hayat.

İlk nefesini ağlamalarına harcadı sebebini bilemeden.Ağlaması bir ona yabancı,bir ona ıslaktı.

İlk çocuktu o. Annesinin doğduğu güne denk gelmişti merhabası.Kaç çocuk bu mutluluğu tadabilirdi ki?
Annesiyle aynı günde doğma güzelliğini kaç çocuk taşıyabilirdi bir ömür.

Zıbınının içinde katlanmış örtüsünü olmayan dişleriyle ısırmaya çalışıyor,
o kocaman gözleriyle anlamsız bakir bakışlar yolluyordu herkese. İsmi konuldu sonra.Ortanca halası isim annesi oldu."Adı Hakan olsun" dedi.Dualarla yüzüne üç defa okundu ismi.üç kez üflendi,öpüldü,koklandı.

Dede evinin en büyük torunuydu.Şımarıktı.Kucaktan inmezdi.Nadir zamanlarda emekler,o zamanlarda da halıların köşelerini "kıs"lardı.

En güzel giysiler alındı ona bayramlarda.En yeni ayakkabılar.En şirin şapkalar,oyuncaklar.Köşedeki bakkal bile "kaynana şekerleri" hediye ederdi ona.Öyle sevilir,öyle el üstünde tutulurdu ki,sormayın.

Babası daha o dört yaşındayken maçlara götürürdü Hakan'ı.Babasının omuzlarından şaşkın şaşkın etrafını seyreder,gol olduğunda kucaktan kucağa pas'lanır,öpülürdü.

Ondört yaşına geldiğinde En çok sevdiği, Ona ismini bağışlayan halasını kaybetti.Mezarının başında ağladığı gibi çok az ağladı hayatında.Yavaş yavaş yalnızmı kalıyordu ne? Bunu anlamaya çalışıyordu.

İlk sevişmesi onaltı yaşına bastığında oldu.Egenin Didim'inde loş bir barın pistinde dansa kaldırdığı bir kadını beğendi.Gecenin sonunda beğendiğinden çok beğenildiğinin farkına varacaktı. Bu yaşadığını hayatı boyunca unutmadı.Ama o kadının ismini asla hatırlayamadı.

Askerlik zamanı geldi.işlemler tamamlandı.Gideceği akşam sokak tıka basa doluydu ve bilen bilmeyen herkes "payduşka" oynuyordu.

Otobüsün 18 numaralı koltuğuna oturduğunda dışarıdaki insanların yüzlerindeki gururu dakikalarca ağlayarak onayladı gözleriyle.Ellerini ağrıyana kadar salladı.En çok annesinden ayrıldığı içine işledi.Yüreğine kadar gözyaşına boğuldu.

Eve döndüğünde hiçbir şey eskisi gibi gelmedi ona.Ya da o kendisine tanıdık gelmemişti.Yüreğinin bir tarafı evinde bir tarafı kendi avuçlarında Onsekiz ay birbirlerinden ayrı tattılar hasreti kim bilir?

Zaman kendi nehrinin yolunu tutmuş,akıp gidiyor,onun yaşamına her geçen gün yeni ve acı gerçekleri ekliyordu.Yaşadıklarından tek bir adım geriye dönmesi imkansızlaşıyor ve bunu tüm tadlarıyla anlıyordu Hakan.

Güçlüklere bir başına karşı koymalı ve kendi renklerini ortaya koyabileceği bir hayatı damarlarında akıtmalıydı artık.Çevresinde onu anlayacak,onu sevecek birini aradı.Her tanıdığı yüz bir başkasını doğurdu.Hayatın seçenekleri arasında insanlar da vardı lakin.Günler geçtikçe bedeninde insanların sıcaklığının geçici ve heveslerinin karşılığı olduğunu anladı.Kendisini aldatıyordu ve bu hoşuna gidiyordu.Umursamıyor,önemsemiyordu.

Çalışıyor,iyi de para kazanıyordu Hakan.dilediği gibi harcıyordu.Kimseye verilecek hesabı yoktu.Kendini hiç bir zevkten mahrum bırakmadı.Gitti,yaşadı,tattı,tadıldı,Ama hep döndü kendisine,gerçeklerine ve hep aynı evin aynı odasındaki yatağına.

Hayat felsefesi belirginleşmişti artık.Yaşa ve bil.

Bugün 25 ağustos 2005.
Gecenin 05.21'i.

Hakan yatağına sırtüstü yatmış buraya yazamadığı herşey için kağıdından özür diliyor.Gizli kalması gereken onlarca yaşanmış acısı var.Bunları ölünceye kadar saklayacağını iyi biliyor.

Hayat onun için yeterince döndü.Artık o hayatını avuçlarında dizginlemiş.Çünkü,tattığı tüm dünya zevklerinin peşinde esir değil hakan.

Onu seven,karşılıksız seven bir çok dostu var.Onlarla geç te olsa tanıştığı için mutlu.

Şimdi bir şiir dökülüyor dudaklarından.ben susuyorum.Kendisi yazsın gerisini...


Uçarı Yakamoz



Ben haziran çocuğuyum
Avucumda annemin gözlerimi ilk öpüşü
Babamın biricik oğluyum
Serkan'ın boyundan küçük ağabeyi
Rahmetli halamın elma yanaklı koca adamıyım

Maviyim
İstanbul kadar kalabalığım

Heybemde erguvan kokulu marmara
Boğaziçinin en mutlu balığıyım

Sandal sefalarının ılıyan şarabı
Balıkçıların kirli sakallarında şımarık Nisan'ım

Konyalıyım
Manastır / pirlepeliyim

Tahtalarım billahi de eksiksiz
kayıp çünkü,
İstanbul / Bakırköylüyüm

Asaf'ım,Hayyam'ım,nazım'ım
Orhun abimin serserisiyim

Ben allahın delisi
Kendi çizdiğim resmin en uçarı yakamozuyum

Uçurtmalarımın ipi yok !
yok..!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Mart 2006       Mesaj #388
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
SENDEN ÖNCESİ
Düşünüyorum da; bir bakıma senden öncesi yok gibi bir şey
Çünkü senden önceki yıllar, sana hazırladı beni
Senden önce tanıdığım kişiler, seni bulduğum zaman değerini daha iyi
anlayabilmem için birer sebepten başka bir şey değillerdi
Sensiz anılarım seninle geçen bir günün anısı yanında o kadar kuru ve cılız ki!
Uzun yillar amansiz bir olusun icinde calkalanip durdum
Bir trendim; kücücük istasyonlardan gectim, sonunda sana varmak icin
Bir gemiydim; irili ufakli limanlara ugradim, bir gün senin limanina gelmek icin
Bir yoldum; nice insanlar çiğnedi beni Şimdi ayaklarının temasındaki hazzı
daha iyi anlıyorum.
Bir kitaptım; beni okudular, fakat anlayan çıkmadı
Yıllarca seni bekledi sayfalarım, okuyasın diye
Yokluğunda bir kadehtim ben,
Türlü içkilerle doldurup ağızlarına boşalttılar beni
Yere çarptılar kırılmadım, duvara vurdular parçalanmadım
Bir gün içime senin güzelliğinin dolacağını bildiğim için
Dudaklarının değdiği her yerde bir ölümsüzlük ateşinin yanacağına inandığım için
Kurşun askerler, bebekler, oyuncaklar vardı senden önce
Durup durup aldanmalar vardı, aldığını geri vermeyen aynalar vardı
Hep karanlığa açılan pencereler, ardında iğrenç yaratıkların yaşadığı büyük kapılar vardı
Şehirler gördüm; sokaklarında bir toz bulutuydu yaşamak
Çarşılarında fazilet kiloyla satılır, namus metreyle alınırdı
Evlerinde yanyana yaşardı insanlarla hayvanlar
Sabahları yalan girerdi pencerelerinden ışık yerine
Akşamlar pis bir koku gibi gelir, geceler bir hışım gibi çökerdi o şehirlerin üstüne
Her evde bir çoçuk ağlardı ve her gün bir çoçuk ölürdü sıtmadan.
Gündüzleri erkekler kahvelerinde domino oynar, kadınlar bakraçla su taşırdı
Gece olunca yataklar utanırdı yataklığından, duvarların yüzü kızarırdı
Eller ve ayaklar bütün gece kirli bulaşıklar gibi yıkanmayı beklerdi
Şehirler gördüm ben..
Sefaletin utanç olmadığı şehirler gördüm
Bencilliklerin birer apartman gibi yükseldiği ve şereflerin çamurlara düştüğü şehirler gördüm
yaptığını anlamıyordu
Balolarda, şölenlerde kötü bir oyundu yaşamak
Kadınlar elmaslarıyla ölçüyorlardı güzelliklerini
Erkekler banka cüzdanlarıyla değerliydiler
Ne şehirler gördüm ben..
Tiyatrolarında, sinemalarinda aldanışlarımız, utançlarımız oynanırdı
Meyhanelerinde kirli ve renkli sulardı içilen.
Mayileşmiş bir köhne zamandı
Çeşitli tuzaklarla doluydu her sokağı. Büyük arenalara benzeyen
sokaklarında kan ve zulüm kokardı.
Bir semtinde parfüm kokularıydı havaya karışan.
Bir semti amonyak kokardı.
Ve nice insanlar gördüm ben Mihriban.
Alışkın elleri kötülük etmeden duramazdı.
Yalan söylemeden edemezdi dudakları. Gurur kötü dikilmiş bir elbiseydi üzerlerinde.
Boş kovalar gibi ses verirlerdi dokunulduğu zaman.
Nice insanlar gördüm ben Mihriban.
Bir yoksula en küçük bir iyiliği yapmaktan çekinen,
fakat bir gecenin cömert bir saatinde onbinleri,
yüzbinleri vahşi bir zevkle kaybeden insanlar gördüm.
Zenginlerine daha sömürülecek insanlar gerekti.
Ben yüzü jiletle kesilmiş kötü adamlar gördüm ve ben her sabah yüzünü traş
ettiği jilet kadar para etmeyen daha kötü adamlar gördüm Mihriban.
En adi kıskançlıklar gördüm, kavgalar, zulümler, işkenceler,
en ucuzundan kirli çamaşırlar, paçavralar, çamurlar, irinler, çirkefler gördüm.
Seni tanıyıncaya kadar dinlediğim çatlak sesli bir plaktı, berbat bir filmdi seyrettiğim.
Seni görünceye kadar kötülükten yana ne varsa tanıdım,çirkinlikten yana ne varsa gördüm.
Tut ki bir kum cölündeydim, kızgın bir güneşin altında susuzluktan çatladı dudaklarım.
Şimdi senin dupduru kaynağına eğilip su içerken varlığının paha biçilmez
değerini daha iyi anlıyorum.
Yokluğunu bu kadar derinden tatmasaydım, varlığının eşsiz anlamına varamazdım.
Tut ki yıllarca süren bir geceydi senden öncesi.
Güneşsiz aysız, yıldızsız bir gökyüzüydü.
Kupkuru bir eski deniz kalıntısıydı. Çekilmiş bir nehir yatağıydı.
Senden önce bir gün seni bulmak ümidiydi beni yaşatan.
Tohumun yeşermek icin yağmuru, çiçeğin açmak için güneşi beklediği gibi bekledim seni.
Nasıl bir nehir denize kavuşmak için uzak mesafelerden çağlaya çağlaya
gelirse; işte ben de öyle geldim senin denizlerine.
Senden öncesi uzun, uğultulu bir arayıştı, kudurmuş bir çalkantıydı.
Yokluğun öyle bir uçurumdu ki; yeryüzündeki bütün uçurumları uç uca
eklesek, yokluğunun yanında bir nokta gibi kalırdı.
Bütün girdaplar bir araya gelse; varlığının derinliğine yaklaşamaz şimdi.
Senden önceki yıllardan sana kendimi getiriyorum.
Yokluğunu tatmış, her yerde seni bir rüzgarcasına aramış ve vahşi,
büyük bir nehircesine sana koşmuş bir ben var şimdi karşında.
Arındım bütün kötülüklerden sana geldim.
Seni yarınlara götüreceğim, gel; yaşanmamış zamanlara,
erişilmemiş hazlara götüreceğim seni.
Inan ki ne senden öncesi vardı, ne de benden öncesi.
konuralp1980 - avatarı
konuralp1980
Ziyaretçi
18 Mart 2006       Mesaj #389
konuralp1980 - avatarı
Ziyaretçi
Birgün, çelimsiz, küçük bir kız çocuğu, sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileceği herhangi bir şey için dileniyordu.

Üzerinde yırtık, pırtık giysiler vardı; yüzü gözü kir içinde ve perişan bir haldeydi.

Kız dilenirken, sokaktan genç, canlı ve iyi görünümlü bir adam geçti. Kızı fark etmişti ama belli etmemek için dönüp ikinci kez bakmadı. Büyük ve lüks evine, mutlu ve rahat âilesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış akşam sofrası onu bekliyordu.

Fakat az sonra düşünceleri tekrar o fakir kıza takılıverdi. Duyguları bir şeylere itiraz ediyordu. Sonra kolay yolu tercih etti ve itirazlarını ALLAH'a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin verdiği için?!. Ve şöyle bir cümleyle yakındı içinden:

* " Böyle bir şeyin olmasına nasıl müsâade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için bir şeyler yapmıyorsun Allâh'ım?"
Sonra rûhunun derinliklerinden gelen bir cevap işitti:

* "Yaptım. Seni yarattım!"


Son düzenleyen konuralp1980; 18 Mart 2006 23:53 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
19 Mart 2006       Mesaj #390
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Ölümsüz Kırmızı Güller

Kan rengi, kıpkırmızı güllere bayılırdı. Zaten onlarla adaştı da. Rose... Gül... Kocasının sevgili Rose'u...
Her yıl Sevgililer Günü'nü kapının önünde bulduğu enfes fiyonklarla süslü kucak dolusu kırmızı güllerle kutlardı. Hiç aksamadan. Hatta, eşini kaybettiği yıl dahi kapısı çalınmış, gülleri kucağına bırakılmıştı..
Tıpkı geçmişte olduğu gibi, küçük bir kartla birlikte.. Her yıl güllere iliştirdiği karta aynı cümleleri yazardı:
"Seni, geçen sene bugünkünden, daha çok seviyorum...
" Birden, bunların son gülleri olduğunu düşündü.. Önceden ısmarlanmış olmalıydı.. Öleceğini nasıl bilebilirdi?.. Zaten her seyi önceden planlamayı ve yapmayı severdi, yumurta kapıya gelmeden...
Gülleri özenle içeri taşıdı..saplarını kesti, vazoya yerleştirdi.. Vazoyu da konsolun üzerine, eşinin kendisine gülümseyen fotoğrafının yanına koydu. Orada kocasının koltuğunda oturup saatlerce güller ve fotoğrafı seyretti sessizce.. Bitmek bilmeyen bir yıl geçti.. Yapayalnız ve hüzün dolu bir yıl..
Sonra bir sabah kapı çalındı.. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi.. Kırmızı gülleri, üzerinde küçük kartıyla birlikte eşikteydi.. Sevgililer Günü'nü kutluyordu. Gülleri içeri aldı. Şaşkınlık içinde doğru telefona gitti. Çiçekçi dükkanını aradı...

Onu bu kadar üzmeye kimin hakkı vardı ? "Biliyorum" dedi, çiçekçi.. " Eşinizi geçen yıl kaybettiniz.. Telefon edeceğinizi de biliyordum.. Bugün size yolladığım gülleri çok önceden ısmarlamış, parasını da ödemişti.. Hep öyle yapardı zaten, hiç şansa bırakmazdı. Dosyamda talimat var. Bu çiçekleri size her yıl yollayacağım. Bir de özel kart vardı,
kendi el yazısıyla. Bilmeniz gerek diye düşünüyorum.. Ölümünden sonra çiçeklere iliştirmemi istediği kart..." Rose hıçkırıklar arasında teşekkür ederek telefonu kapattı. Parmakları titreyerek zarfı açtı..
" Merhaba gülüm" diye başlıyordu, kart.. " Bir yıldır ayrıyız. Umarım senin için çok zor olmamıştır. Yalnızlığını ve acılarını hissedebiliyorum. Giden sen, kalan ben olsaydım neler çekerdim kim bilir? Sevgi paylaşıldığında yaşamın tadına doyum olmuyor. Seni kelimelerle anlatılmayacak kadar çok sevdim. Harika bir eştin dostum, sevgilim benim... Sadece bir yıldır ayrıyız. Kendini bırakma. Ağlarken bile mutlu olmanı istiyorum. Onun için bundan sonraki yıllarda güller hep kapımızda olacak. Onları kucağına aldığında paylaştığımız mutluluğu ve kutsandığımızı düşün. Seni hep sevdim.. Her zaman da seveceğim. Ama yaşamalısın. Devam etmelisin... Lütfen.. Mutluluğu yeniden yakalamaya çalış. Kolay değil, biliyorum ama bir yolunu bulacağına eminim....
Güller, senin kapıyı açmadığın güne dek gelmeye devam edecek. O gün çiçekçi beş ayrı zamanda gelip kapıyı çalacak, eve dönüp dönmediğini kontrol edecek. Beşinciden sonra emin olarak gülleri ona verdiğim yeni adrese getirip seninle yeniden ve ebediyyen kavuştuğumuz yere bırakacak..
"SENİ SEVİYORUM GÜLÜM..."



hikaye1001723ao

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar