Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 45

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 495.958 Cevap: 1.997
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
5 Nisan 2006       Mesaj #441
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

lütfen okumaya üşenmeyin okuyun..
Sponsorlu Bağlantılar
sadece benim için..
Msn Embarrassed


mmmmmmmmmmmm9wg



!!!:::... BiR BEbeGiN YARIM KALMIS GUNLUGU ...:::!!!

5 EKiM : Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthis¸ bir duygu bu. Var oldug?umu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeg?inden bile küçüg?üm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlıg?ımı ve benlig?imi hissedebiliyorum. Bir kız olacag?ım ve baharda çiçekleri seveceg?im.

19 EKiM : Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün deg?il. Annem henüz farkında deg?il ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolas¸ıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını s¸imdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacag?ım.

23 EKiM : Hiç göremedig?im bir el ag?zımı biçimlendirmeye bas¸ladı. Dudaklarımda onun dokunus¸unu hissediyorum. Bu "el"in dokundug?u yerler dudag?ım damag?ım oluyor. Düs¸ünün bir yıl sonra bu elin dokundug?u yerde tebessümler açacak, güleceg?im. Dudag?ımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceg?im. Anne duyuyor musun beni? Seninle konus¸acag?ım. Sana güleceg?im. Kimilerine göre hâlâ daha var deg?ilmis¸im? Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya? Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle deg?il mi annecig?im? Ah bir konus¸abilsem!

27 EKiM : Bugün pek mutluyum. I?çimde tatlı bir kıpırtı bas¸ladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya bas¸ladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracag?ım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya bas¸ladıg?ını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 KASIM : Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye bas¸ladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacag?ım seni annecig?im. S¸u ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 KASIM : Ah evet? Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük s¸eyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya bas¸ladı. Bunlarla çiçek toplayacag?ım, annemin elini tutacag?ım, kalem tutacag?ım. Belki de güzel bir s¸iir yazacag?ım. Annecig?im, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 KASIM : Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada oldug?umu ög?rendi.. Yas¸asın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmıs¸. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun annecig?im? Seneye kalmaz kollarının arasında olacag?ım?

25 KASIM : Artık babam da burada oldug?umu biliyor. Fakat henüz kız oldug?umun farkında deg?iller. Onlara sürpriz yapacag?ım..

10 ARALIK : Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanag?ım var? Anneme benziyorum galiba?

13 ARALIK : Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yas¸ıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ıs¸ıg?ını görebileceg?im, renkleri ve çiçekleri tanıyacag?ım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkus¸ag?ı diye bir s¸ey varmıs¸.. Onu çok merak ediyorum.. Annecig?im, babacıg?ım sizin yüzünüzü de göreceg?im. Tanıs¸acag?ız?. Mutlu olacag?ız. Gülüs¸eceg?iz..

24 ARALIK : Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Annecig?im, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atıs¸larını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı? Hiç duymadıg?ım bir s¸ey bu? Güzel ve sag?lıklı bir kız olacag?ım. Kollarında uyuyacag?ım, yüzüne bakacag?ım, o tatlı sesini dinleyeceg?im. Benim için ninni de söyleyecek misin annecig?im? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka? Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, deg?il mi?

28 ARALIK : Anne burada bir s¸eyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin deg?is¸ti... Sustun. Benimle niye konus¸muyorsun anne? Anne? Anne? Annecig?im? Yüzümde sog?uk bir s¸ey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir s¸eyler yap? Anne? Kolumu çekiyorlar anne? Canım yanıyor anne... Anne? Ayaklarımı parçalıyor bu s¸ey anne... Beni sana bag?layan damarı kopardılar anne? Anne kalbimi parçalıyorlar? Annecig?im? Anne? Anne? An?

Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmis¸ olsun !..

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #442
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Annenin Kızına Nasihatları

Sponsorlu Bağlantılar

Kızım.

Akrabalarından, dost veya arkadaşlarından her kim olursa olsun, ona karşı kocanı övme. Sakın onu şikayet de etme. Aile içinde kalması gereken mahrem veya bildik şeyler de olsa anlatma.

Derler ki, “Söyleme sırrını dostuna, dostunun da dostu vardır o da gider söyler dostuna.” Bir ağızdan çıkan söz, sır olmaktan çıkar. Sırrın ucunu ele veren arkasını getiremez. İlla biriyle paylaşman gerekiyorsa bir günlük tut. Mümkünse onlarında bu tür sana anlatacaklarına fırsat verme. Bu tür söylenen veya anlatılanlar fitneye, dedikodulara ve ailelerin yıkılmasına fırsat ve zemin hazırlar. Her ne kadar sıkılır veya daralsan dahi; anne ve babana bile anlatma. Çözemediklerini akıllı ve kendinden emin olduklarınla istişare ederek çözmeye çalış.

Aile hayatının karşılıklı sevgi, saygı ve merhametle yürütülmesi temel ilkedir. Dinimiz aile reisliği vazifesini erkeğe vermiştir. Erkek ise; fizik gücüne, kuvvetine sahip, cesur ve mücadelecidir. Fizyolojik bakımdan daha zayıf olan kadınları kavvâm; gözetip kollayıcıdırlar. Ailenin dış düşmanlardan korunması, geçim ve ekonomik giderlerin temini öncelikli olarak erkeğe ait olduğundan mallarından bol bol harcamaktadırlar. Kadının; erkekte bulunmayan anneliğin verdiği yüce bir görev olan çocuğun doğumu ve bakımı ile öncelikli olarak; çocukların terbiye edilerek yetiştirilmesi, yuvada huzur ve sükûnun temininde duygusal gayret, aileye içten bağlılık gibi daha birçok üstünlükleri bulunmaktadır.

Eşinin eve geleceği saati iyi belle. Mümkün mertebe onu kapıda karşılamaya çalış. Kapıda karşılaman onu; ziyadesiyle memnun edecektir. Adamı sakın kapıda bekletme. İçeri girere girmez elindeki eşyaları al. Velev ki; sıkıntı ve moralsiz olsan bile; yumuşak ve tatlı konuş. Söylemen gerekenleri kocana söyle. Anlayamadıklarını ve meselelerini konuşma yoluyla hallet. Konuşma mesellerin yüzde doksan dokuzunu çözer. Konuşurken onun konuşmalarını kesme. Bazı konularda farklı düşünüyor olabilirsiniz. Farklı bile düşünseniz uzlaşmayı tercih et. İçinden seni seviyorum demekle olmaz. Sevgini ona mutlaka o istediği için değil, kendi tarzınla ona hissettir. Zaman zaman onun penceresinden bakmayı dene. Sizin olmayan hayatlara dalıp hayatınızı karartma. Bakış tarzın en kötü gününde bile olumlu olsun. Göz yaşlarını asla silah olarak kullanama, bu kadının zayıflığını gösterir. Bilirsin ki, evlilikte dürüstlük esastır. Zaman zaman espri yap; iyi bir espri zor günlerinizi kolay atlatmanızı sağlar. İlişkinizi kuvvetlendirmek için elinden geleni en iyi şekilde yap. Evini temiz tut. Çocuklarının yeme içmeleri, sağlıklarıyla dersleriyle yekinen alakalan.

Görevlerini bil ve yaptıklarından dolayı asla şikayet etme. Eşinin gelen eş dost ve akrabalarına güler yüz, tatlı dille hüsnü muamelelerde ve izzeti ikramlarda bulun. Eşin eve geldiğinde sakın üstün pis ve pas içinde yani çamaşır ve bulaşık kokusu olmasın. Evin içindeyken mümkün mertebe mutfakta ve banyoda, bulaşık, çamaşır gibi şeylerle oyalanma. Yapacaklarını ya onun gelmesinden önce yada mümkünü olanları tehir et. Daima yanında olmaya çalış. Hal ve hatırını sor. Onun anlattıklarını dinliyormuş gibi yapma. Onu canı gönülden dinle. Onun derdiyle dertlen, sevincine ortak ol. Sevdiklerini sev, değer verdiklerine değer ver.

Eve getirdiklerini yerinde değerlendir, çöpe atma. Ondan izinsiz oraya buraya dağıtma. Neyi sevip, neyi sevmediğini bil. Bilmiyorsan uygun şekilde sorarak öğren. Sevdiklerini yap, sevmediklerinden kaçınmaya çalış. Canı neyi çekiyorsa, onları getirip ikram et. Bazen elma armut gibi meyveleri dilimleyip bizzat ağzına koy. Çocuklarının yanında onları ona şikayet etme.

Özürlü olmadığın sürece yatarken de abdest al. Okuyacağın şeyleri biliyorsun, bilmediklerin varsa en kısa zamanda öğren. Okuyarak eksik olduğun yönlerini tamamla. Onun sıkıntılı günlerinde sözle, tatlıkla yardımcı ol. Böylesi anlarda zaruri olmayan isteklerini ertele. Yatağı yatacağı zamana doğru hazır et. Yatınca da lambayı hemen söndür. Eşinin yatakta beklemesi onu huzursuz eder. İkide bir hastayım deme. Halinden şikayetçi olma. Sürekli canlı ve dinamik ol. Sabahleyin mutlaka ondan önce kalk.. Namazdan sonra yatmayın. Onu da yatırma. Buna alışın. Özürlü bile olsan abdest al. Özürlü değilsen kuşluk namazını sakın ihmal etme. Her namazın arkında yaptığın dualarına mutlaka kocanı da ekle.

Eşine kahvaltısını erken hazırla. Onun yemesi için sende iştahla ye. Ve yine tatlı sözlerle onu görevine yolla. Eşinin bütün istek ve arzularını ima etmesine gerek kalmadan yerine getir. Onu çok sevip saydığını söyle ve hem uygula. Her fırsatta süslenip öyle çık karşısına. Bir Annenin Kızına Nasihatları

3990 kez okundu

Kızım.

Akrabalarından, dost veya arkadaşlarından her kim olursa olsun, ona karşı kocanı övme. Sakın onu şikayet de etme. Aile içinde kalması gereken mahrem veya bildik şeyler de olsa anlatma.

Derler ki, “Söyleme sırrını dostuna, dostunun da dostu vardır o da gider söyler dostuna.” Bir ağızdan çıkan söz, sır olmaktan çıkar. Sırrın ucunu ele veren arkasını getiremez. İlla biriyle paylaşman gerekiyorsa bir günlük tut. Mümkünse onlarında bu tür sana anlatacaklarına fırsat verme. Bu tür söylenen veya anlatılanlar fitneye, dedikodulara ve ailelerin yıkılmasına fırsat ve zemin hazırlar. Her ne kadar sıkılır veya daralsan dahi; anne ve babana bile anlatma. Çözemediklerini akıllı ve kendinden emin olduklarınla istişare ederek çözmeye çalış.

Aile hayatının karşılıklı sevgi, saygı ve merhametle yürütülmesi temel ilkedir. Dinimiz aile reisliği vazifesini erkeğe vermiştir. Erkek ise; fizik gücüne, kuvvetine sahip, cesur ve mücadelecidir. Fizyolojik bakımdan daha zayıf olan kadınları kavvâm; gözetip kollayıcıdırlar. Ailenin dış düşmanlardan korunması, geçim ve ekonomik giderlerin temini öncelikli olarak erkeğe ait olduğundan mallarından bol bol harcamaktadırlar. Kadının; erkekte bulunmayan anneliğin verdiği yüce bir görev olan çocuğun doğumu ve bakımı ile öncelikli olarak; çocukların terbiye edilerek yetiştirilmesi, yuvada huzur ve sükûnun temininde duygusal gayret, aileye içten bağlılık gibi daha birçok üstünlükleri bulunmaktadır.

Eşinin eve geleceği saati iyi belle. Mümkün mertebe onu kapıda karşılamaya çalış. Kapıda karşılaman onu; ziyadesiyle memnun edecektir. Adamı sakın kapıda bekletme. İçeri girere girmez elindeki eşyaları al. Velev ki; sıkıntı ve moralsiz olsan bile; yumuşak ve tatlı konuş. Söylemen gerekenleri kocana söyle. Anlayamadıklarını ve meselelerini konuşma yoluyla hallet. Konuşma mesellerin yüzde doksan dokuzunu çözer. Konuşurken onun konuşmalarını kesme. Bazı konularda farklı düşünüyor olabilirsiniz. Farklı bile düşünseniz uzlaşmayı tercih et. İçinden seni seviyorum demekle olmaz. Sevgini ona mutlaka o istediği için değil, kendi tarzınla ona hissettir. Zaman zaman onun penceresinden bakmayı dene. Sizin olmayan hayatlara dalıp hayatınızı karartma. Bakış tarzın en kötü gününde bile olumlu olsun. Göz yaşlarını asla silah olarak kullanama, bu kadının zayıflığını gösterir. Bilirsin ki, evlilikte dürüstlük esastır. Zaman zaman espri yap; iyi bir espri zor günlerinizi kolay atlatmanızı sağlar. İlişkinizi kuvvetlendirmek için elinden geleni en iyi şekilde yap. Evini temiz tut. Çocuklarının yeme içmeleri, sağlıklarıyla dersleriyle yekinen alakalan.

Görevlerini bil ve yaptıklarından dolayı asla şikayet etme. Eşinin gelen eş dost ve akrabalarına güler yüz, tatlı dille hüsnü muamelelerde ve izzeti ikramlarda bulun. Eşin eve geldiğinde sakın üstün pis ve pas içinde yani çamaşır ve bulaşık kokusu olmasın. Evin içindeyken mümkün mertebe mutfakta ve banyoda, bulaşık, çamaşır gibi şeylerle oyalanma. Yapacaklarını ya onun gelmesinden önce yada mümkünü olanları tehir et. Daima yanında olmaya çalış. Hal ve hatırını sor. Onun anlattıklarını dinliyormuş gibi yapma. Onu canı gönülden dinle. Onun derdiyle dertlen, sevincine ortak ol. Sevdiklerini sev, değer verdiklerine değer ver.

Eve getirdiklerini yerinde değerlendir, çöpe atma. Ondan izinsiz oraya buraya dağıtma. Neyi sevip, neyi sevmediğini bil. Bilmiyorsan uygun şekilde sorarak öğren. Sevdiklerini yap, sevmediklerinden kaçınmaya çalış. Canı neyi çekiyorsa, onları getirip ikram et. Bazen elma armut gibi meyveleri dilimleyip bizzat ağzına koy. Çocuklarının yanında onları ona şikayet etme.

Özürlü olmadığın sürece yatarken de abdest al. Okuyacağın şeyleri biliyorsun, bilmediklerin varsa en kısa zamanda öğren. Okuyarak eksik olduğun yönlerini tamamla. Onun sıkıntılı günlerinde sözle, tatlıkla yardımcı ol. Böylesi anlarda zaruri olmayan isteklerini ertele. Yatağı yatacağı zamana doğru hazır et. Yatınca da lambayı hemen söndür. Eşinin yatakta beklemesi onu huzursuz eder. İkide bir hastayım deme. Halinden şikayetçi olma. Sürekli canlı ve dinamik ol. Sabahleyin mutlaka ondan önce kalk.. Namazdan sonra yatmayın. Onu da yatırma. Buna alışın. Özürlü bile olsan abdest al. Özürlü değilsen kuşluk namazını sakın ihmal etme. Her namazın arkında yaptığın dualarına mutlaka kocanı da ekle.

Eşine kahvaltısını erken hazırla. Onun yemesi için sende iştahla ye. Ve yine tatlı sözlerle onu görevine yolla. Eşinin bütün istek ve arzularını ima etmesine gerek kalmadan yerine getir. Onu çok sevip saydığını söyle ve hem uygula. Her fırsatta süslenip öyle çık karşısına. Cuma, bayram, mübarek geceler ve evlilik yıl dönümlerinizde mutlaka özel bir hazırlık yap. Her şeyinle adamın gözünü de gönlünü de doldur.

Cuma, bayram, mübarek geceler ve evlilik yıl dönümlerinizde mutlaka özel bir hazırlık yap. Her şeyinle adamın gözünü de gönlünü de doldur.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #443
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yaşlı Çınar ve Zeytin Gözlü Çocuk


Kış mevsiminin, etkisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığı günlerdi. Baharın geleceğini muştulayan cemreler bekleniyordu. Sonunda cemre, hava ve topraktan sonra suya da düştü. Hem de ateş topu bir sıcaklıkla....

Su da hava gibi, toprak gibi ısınmaya, yaşam daha kolay, daha güzel yaşanılır olmaya başladı. Cemre; havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen tohumların, kuru ağaç dallarının, canlıların uyanmasına sebep oldu. Bir umut oldu canlı cansız tüm varlıklara.

Cemre toprağa düştükten sonra bahar geliverdi dağlara, ovalara, kırlara, köylere, şehirlere. Ve ardından yüreklere. Önce kardelenler, nergisler kaldırdı bükülmüş boyunlarını gökyüzüne, ardından frezyalar, kır karanfilleri, kırkkanatlılar ve güller. İç gıdıklayan kokularını etrafa yaydılar, renk renk ışıklarını sulara aksettirdiler.

İşte bu baharı soluyan, zeytin gözlü bir çocuk vardı uzaklarda. Zeytin gözlü çocuk gülümsüyordu karlar erirken. Bahar, onun da içini kıpırdatmış, bir şeyleri yerlerinden oynatmıştı. Kıpır kıpırdı içi. Dağlara doğru yürümeyi geçiriyordu içinden. Ve dağlardan ovalara doğru koşmayı.

Fırladı, bahar kokan sokağa. Baharın gelmesiyle birlikte; kuşların daha bir neşeli öttüğünü, daha bir neşeli uçtuğunu gördü gökyüzünde. Dereler daha bir sevinçle akıyor, çoşkuyla esen rüzgar; dağ doruklarında konaklayan karın sularını ovalara indiriyordu..

Kalbi umut ve sevinçle çarptı o an. En soğuk sözler bile yumuşayip inceldi, eridi yüreğinde. Sevdiklerini anımsadı. Yaşlı çınarı, dallarında yuva yapan ve sevinçle kanat çırpan minik minik kuşlari.Ulu çınarına gitmeliydi.Uçarcasına yöneldi çınarına doğru. Koştu koştu koştu.

İlkbaharın kokusunu cigerlerine derin derin çekerek, yemyeşil çayırlarda, çiçek desenli kırlarda koşarak, çınarın yanına geldi. Çınarın dibinde durdu. Kabaran solugunu dinlendirdi önce.Sonra, gülen gözlerle sevgi ve dostluk kokan yaşlı çınara baktı. Rüzgar dağlardan, ormanlardan kırlardan topladığı bütün çiçek kokularını alıp buraya getirmişti. Çınar sıcacık sevgisini, ulu bedenine tutsak etmişti.

Fakat, zeytin gözlü çocuğun dostluğu, canevine dalga dalga dolduğunu hissediyordu. Zeytin gözlü çocuk da öyle....Çınardan çocuğa, çocuktan çınara doğru akıp giden bir şeyler var gibiydi. O küçücük yüreğinde dağ gibi kederini büyüten ve dallarının altına sığınıp gizli gizli ağlayan, hülyalarına kara bulutlar düşüren çocuk o değildi sanki. Çınarın yanında umutlu, mutlu görünüyordu.

Şimdi sevinçliydi zeytin gözlü çocuk. Yüzü, gözleri gülüyordu. Bahar gülüyordu. Sular, dağlar, bütün dünya gülüyordu onunla ..Bir şarkı vardı dudaklarında, sevinç ve neşe dolu. Her yer çınlıyordu sesiyle. Bir yıldızı vardı şimdi, gecelerini aydınlatan bir yıldız. Bir bulutu vardı şimdi, üstünden bembeyaz geçip giden. Kar gibi, tüy gibi, rüzgar gibi bir bulut.

Bir sevgisi vardı şimdi, içinde çoğalan, hep içinde kalan, sıcacık. Bir mevsimi vardı şimdi, gülümseyen, içinde bütün güzellikleri saklayan. Bir ümit, bir ses, bir ışık, bir heves gibi. Bir yeri vardı şimdi; ıssız bir ada, bir dağ, bir deniz kıyısı gibi. Belki herkese uzak, ama kalbine en yakın yer. İşte o yer bu çınarın altıydı. Hemen her gün buraya gelir, acılarını unuturdu. Hayallerini burada kurar, içini bu çınara dökerdi.

Kimbilir aradan ne kadar zaman geçti... Bir gün düşüncelere daldı yaşlı çınar. Çünkü içten içe bağ kurduğu, her gün yolunu beklediği, kendisiyle konuştuğu dert ortağı, zeytin gözlü, tatlı sözlü arkadaşı gelmiyordu artık.

Şaşırdı. Acaba neler olmuştu? ''Her gün gelirdi.'' diye düşündü çınar. Günler geçip gidiyor, zeytin gözlü çocuk gelmiyordu. "Belki hastalanmıştır. İyileşince gelir." diye avuttu kendini. Ama her dakika, yerini ümitsizliğe bırakan bir oyundu sanki.

Günler usul usul geceye, geceler usul usul gündüze akıp gidiyordu. Ne zeytin gözlü çocuk vardı ortalarda, ne de kendisinden bir haber. Hala ne olduğunu düşünüyor ama , zeytin gözlü çocuğun neden gelmediğine bir türlü yanıt bulamıyordu.

Birden durup sessizligi dinlemeye başladı, ürperdi. Yalnızlığın içine işlediğini hissetti.Rüzgar dallarını salladıkça inliyordu.''Nerdesin zeytin gözlü çocuk? Seni çok özledim, tatlı sözlerini de.'' diye iç geçirdi."Hasta değilsin ya! İstersen sana bir demet kırmızı karanfil yollarım." Diye fısıldadı.

Günler böylece geldi geçti. Geceler sabahları soluyarak uzaklaştı yanından.Gündüzler gecelere bıraktı yerini, geceler gündüzlere.Bir umutla zeytin gözlü çocuğun yolunu gözledi durdu.

Ama o gelmiyordu.Umudu, her geçen gün biraz daha azalıyordu çınarın. Her gün bir sürü insan gelip geçiyor, çevresinde kuşlar kelebekler uçuşuyordu. Bir tek o gelmiyordu. Kıpır kıpır doğada yalnızlık çekiyor, o kalabalıkta yalnızlığı yaşıyordu. Kendini ıssız bir çöldeymiş gibi hissediyordu. Susuz, kimsesiz, ağacı, yeşili olmayan bozkırda kavruluyor gibiydi.
Oysa çevresi kuşlarla, ağaçlarla, yeşilliklerle doluydu. Tüm bunlara ragmen, içinde bulunduğu ortamda kendi başına kımıltısız, mutsuz ve yalnızdı.

Bir gün etrafındaki sessizliği dinlemeye başladı, ürperdi. Bir ayak sesiydi beklediği, bir çift zeytin gözdü. Ama nafile! Damarlarındaki kanı donmuş gibi, bütün dalları yaprakları fırtınaya tutulmuşçasına titredi. Oysa her şey aynıydı. Güneş, gökyüzü, kuşlar, rüzgar hep aynıydı. Eksik olan, sadece zeytin gözlü çocuktu.
Aylar geçmesine rağmen, zeytin gözlü çocuk hala ortalarda yoktu, gelmiyordu. Umudunu nerdeyse tamamen kaybediyordu....

''Umudumu kaybettim , umut her şeydir. Kırgınlığım, kızgınlığım o zeytin gözlü çocuğa. Giderken yanında götürdü umudumu. Umudum benim yaşama nedenimdi, yaşama sevincimdi. Ben umutsuz nasıl yaşarım!'' diye sitem etti içinden. Sonra sararmaya başladı
yaprakları. Birer birer terkediyorlardı onu.....

Heybetli gövdesi üşümeye başladı. Isındığı ateşler söndü, küllendi.Üşüdü üşüdü.. Yollara baktı uzun uzun. Ne gelen vardı, ne giden.. Bomboş geldi her yer. Hiç bir şeyin anlamı kalmamıştıişti. Titredi koca çinar. Ürperdi yapraklari tiril tiril. Savurdu kalan yapraklarını. Yaprakları dinmez gözyaşı oldu, döküldü. Derelere, ıssız ovalara, kırlara şehirlere doğru savrulup gitti...

Neden sonra karlar yağdı yağdı, aylar sonra eridi. Kar suları, bir yatak bulup, indiler ovaya doğru.Ardından leylekler döndü yuvalarına, kırlangıçlarla süslendi gökyüzü. Deniz dalgalandı. Toprak menekşeler armağan etti çocuklara. Yıldızlar kaydı, ayvalar sarardı. Zeytin gözlü çocuk yine gelmedi.

Çocuklar büyüdü; kimi genç kız oldu, kimi, yağız bir delikanlı. Erguvan dudaklı genç kızlar beyaz duvaklara büründü. Evlerde her akşam lambalar yandı, lambalar söndü. Ay ışığı yeri gögü süslerken, sevgililer buluştular gizlice, gür dallarının altında. Saatlerce yan yana oturdular, birbirlerine sevgi dolu sözler fısıldadılar.Kah susarak, kah konuşarak sarıldılar birbirlerine. Çınar gördü tüm bu oldu bittileri, sevgi dolu fısıltıları dinledi. Yıldızlar ışıklarını gönderdi.Rüzgar yapraklarını okşadı. Neye yarardı ki tüm bunlar! Zeytin gözlü çocuk gelmedikten sonra neye yarardı!.

Yine umuda yöneltmişti yüzünü dağlar. Havaya, suya ve toprağa cemre düşeli epey olmuştu. Zeytin gözlü çocuksuz gelen kaçıncı bahardı bu! Dağlarda kardelenler, ovalarda erik ağaçları, kırlarda papatyalar bir sevinçle açıverdiler. Güneş; bahçeler, çiçekler, börtü böcek ısın ,yer- gök, çocuklar şenlensin, bütün ağaçlar, bitkiler yeşersin diye, güneş gün boyu dikildi tepelerinde.

Herşey zamanı gelince görevini en iyi bir şekilde yerine getirdi. Ne yağmur, ne rüzgar, ne güneş, ne kar unutmadı çınarı.. Ama zeytin gözlü çocuk gelmedi.
Bulutlar yere inip, kümelendi çınarın başında. Sonra yağmur olup, gözyaşı gibi damladı çınarın dallarına, yapraklarına. Ki, koca çınar yeşersin diye. Toprağın derinliklerine uzanan köklerine yağmur suları indirildi, beslensin diye. Bahar rüzgarı, dallarına vurdu, çınarı kış uykusundan uyandırmak için. Olmadı! Hiç biri yeterli olmadı bu çabaların. Çınar, yeşermedi. Çünkü eksik olan bir şey vardi. O da, zeytin gözlü çocuktu....

Bir daha hiç bir bahar yeşermedi yaşlı çınar. Damarlarindaki can suyu çekildi. Uçlarından başlayarak dalları, gövdesi kurudu. Artık kuru bir odun parçasından farksızdı.

Aradan çok uzun bir zaman geçmişti. Bir gün koca bir adam geldi Hollanda’dan, zeytin gözleriyle baktı uzun uzun ağaçların olduğu yere, yapraklar yeşil yeşildi. Yıllardır ayrı kalmıştı ve yıllar sonra ancak gelebilmişti çocukluğunun geçtiği bu yerlere.

Ağaçların dallarında yine kuşlar cıvıldıyordu, kelebekler uçuşuyordu etrafında. Çınarını aradı yorgun gözleri, baharında eylülü yaşayan kanadı kırık bir kuş gibi çırpındı, kalbini hüzünle dağladı, ağladı hülyalarına siyah bulutlar inmişçesine… Bir demet kızıl karanfil bıraktı çınarın koynuna, gülümsedi içi burkularak kurumuş yaşlı çınara, eğilip kulağına fısıldadı ‘seni seviyorum’ dedi…


Ben dalları fırtınalarda kopmuş
yaslı ve yaşlı bir çınarım
binlerce acının ortasında yorgun ve yalnız

alnı gül işlemeli günler getir bana ey çocuk
hülyalı gülüşler
gözlerinle görmek istiyorum sabahı
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum
umutlu ve şen

ne zemheriler gördüm ben
ne fırtınalar geçirdim
çağının ışığıyla yak beni ey çocuk
çağının ışığıyla sar, üşüyorum

gövdemde kaç balta izi var
kaç kan lekesi alnımda
nice ihanetler gördüm ben
nice zulümler

üşüyorum
alnı gül işlemeli baharlar getir bana
umudu sevda kokan sabahlar
gözlerinle görmek istiyorum yarınları
dünyayı yüreğinle sarmak istiyorum

pınar seslerine kat
başak tanelerine koy
arıt beni günahlarımdan
lekesiz bir sevgiyle geçilir ancak ırmaklar
kocaman bir yürekle ey çocuk
beni yüreğinle sev, gözlerinle okşa
bırakma ellerimi n’olur
Bırakma ellerimi…
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #444
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Birleşmek Ayrılmaktan İyidir

Zamanın birinde ülkenin kralı sürekli dövüşen, geçinemeyen üç oğlunu, ülkenin üç yanına yollamış ve bana en değerli armağanı getiren kim olursa onu kral yapacağım demiş.
Kardeşlerin biri gizemli Doğunun halı tüccarları arasında bulmuş kendini. Gücünü göstermiş.. Bileğinin hakkıyla uçan bir halı sahibi olmuş.
Öbür kardeş ise düelloyla kılıcını konuşturmuş ve gizemli bir dürbün almış babasına. Bu öyle bir dürbünmüş ki istediğin yeri, kişiyi görebiliyormuşsun bakınca.
En küçük kardeş de usta bir ok atıcısıymış.
Göster bakalım becerini demişler, gittiği yerde ona. Bir çocuğun başının üzerine koydukları elmayı
vurmasını istemişler. Sonuçta ''hayat elması'' nı kazanacakmış.
Bu elma, her derde devaymış, her hastalığı iyileştirirmiş. Kan ter içinde kalsa da küçük kardeş, çocuğun başı üzerine konulan elmayı tam ortasından vurmuş.
Bu sefer gözlerini kapatmışlar küçük kardeşin. - ''O kadar ustaysan gözlerin kapalıyken vur çocuğun başı üzerindeki elmayı'' demişler.
Çok düşünmüş usta okçu, ama karşısında bir çocuğun yaşamı varmış. Son anda vazgeçmiş oku atmaktan.
Yitirdiğini düşünmüş yaşam elmasını.
Oysa çevresindekiler ona, -"Tam kaybettiğini sanırken kazandın, her ne pahasına olursa olsun kazanmak istemedin, yaşam elması artık senin'' demişler. Küçük kardeş de yaşam elmasını almış babasına.
Üç kardeş önceden konuşup sözleştikleri yerde buluşmuşlar, ülkelerine dönmek için. Bir araya geldiklerinde babalarına aldıklarını göstermişler.
Kardeşlerden biri övünerek dürbünü göstermiş. Hepsi merakla dürbüne bakıp ülkelerini görmek istemişler.
Bir de bakmışlar ki ülke yasta, babaları ölüm döşeğinde. Hemen nasıl gideceklerini düşünmüşler.
Kardeşlerinin uçan halısıyla ülkelerine gidivermişler ve hasta babalarına küçük kardeşin armağanı olan yaşam elmasını vererek iyileştirmişler.
Sonunda kardeşler yalın bir gerçeği görmüşler. Birleşmek, ayrılmaktan iyidir


JeLiBoN - avatarı
JeLiBoN
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #445
JeLiBoN - avatarı
Ziyaretçi

MAVİ KURDELA
New York'ta yasayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin "diğer insanlardan farklı özelliklerini" vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar'dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker teker tahtaya kaldırdı.İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle "Siz çok önemlisiniz" yazılı birer mavi kurdele verdi. Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi. Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi.

Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti. Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve; Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin" diye rica etti.

O gün üst yönetici, suratsız biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun"iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü" onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdele' yi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron;
"Tabi ki" teklinde cevap verdi.

Yönetici de mavi kurdele' yi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyi verirken de;
"Bana bir iyilik yapar misiniz?... Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz?... Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece "bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş..." Dedi...
O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu.
"Bugün inanılmaz bir şey oldu"dedi. "Ofisteydim.Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, "iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için göğsüme bu kurdeleyiiliştirdi... Bir hayal etmeğe çalış... Benim bir dahi olduğumu düşünüyor. "Siz çok önemlisiniz" yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne taktı.Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin...

Ben "seni" onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum... Oysa bu gece bir
şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. "Seni seviyorum" diye devam etti... Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı. Bütün vücudu titriyordu... Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde olarak babasına baktı, ve:

"Yarın intihar edecektim" baba, dedi...
"Baba, ben senin...çünkü ben senin... beni hiç sevmediğini... beni hiç önemsemediğini düşünüyordum... Ama artık her şey çok farklı. Sen baba, şu an... oğlunun hayatini kurtardın!...

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #446
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bülbülün Güle Aşkı

Hergün geçtiği o yolda, sayısız güllerin bulunduğu bir de bahçe vardı bülbülün. Kiminle geçse o bahçenin yanından; yanındakiler güllerin büyüsüne kapılıp, güllerin ne kadar güzel olduğundan bahsederdi. O ise aldırış etmeden “Alt tarafı gül işte” der geçerdi bahçenin yanından. Güllere bakmazdı bile. Sevmek istemezdi gülleri. Solardı çünkü güller, terkederdi bir süre sonra. Ha! Bir de dikenleri vardı güllerin. Batırırlardı dikenlerini sevenlerine hiç acımadan.
Bir gün geçiyorken bülbül yine o bahçenin yanından yalnız başına, gayri ihtiyari dönüp baktı herkesin hayran kaldığı güllere. Evet sayısız gül vardı o bahçede ve güzel bir ahenk oluşturmuşlardı. “Sana ne” dedi kendi kendine. Sahip olamayacağı güzelliklerden uzak durmaya çalışırdı çünkü. Yüzünü çevirirken bülbül, gözüne bir gül takılıverdi. Onca gülün arasında duruyordu. Gözleri kilitlendi ona görür görmez, “Alt tarafı gül işte” diyemedi dili bu kez. Olduğu yerde durdu, bakakaldı. Korktuğu başına gelmişti. Elde edemeyeceklerinden uzak durması gerektiği aklına geliyor ama bunu kabullenemiyordu.
Neydi farklı olan? Ne vardı ki onda, bülbülü kendisine hayran bırakan? Benzese de hepsi birbirine, gözleri ve yüreği ile ayırabiliyordu onu diğerlerinden. Ama gözlerini ayıramıyordu bülbül, o gülden. O an “Kendine gel” dedi ve istemeye istemeye ayırdı gözlerini.
Gözlerine hükmetmişti ama kalbine hükmedemiyordu. Anlam veremiyordu bir türlü. Onca gülün arasından seçtiyse onu bir sebebi olmalıydı. Aşk bu muydu?
Gün boyu onu düşündü. Gece uyutmadı hasreti. Bir daha görememe korkusu büyüdü içinde. Daha fazla duramazdı görmeliydi onu bir kez daha. Yine o bahçenin kenarında uzaktan uzağa seyretti gülünü ertesi gün doyasıya.
Evet, onun gülüydü o artık. Bir başkasının olmasına tahammülü yoktu. Her gün o bahçeye gidiyordu, geceleri ise gülünü hayal ediyordu. Güzel hayalleri güzel planları vardı gülü için. Bir gün sevdiğini söyleyecekti gülüne, gülü de onu sevecekti. Mutlu olacaklardı elbet beraber oldukları sürece.
Zarar verebilecek herşeyden koruyordu gülünü. Küçücük vücudunun yettiğince yardım ediyordu gülüne. Susuz kalmaması için bulutlara, gülünü ayakta tutması için toprağa şarkılar söylüyordu hergün. Bulutla toprak yardım ettiler güle ellerinden geldiğince. Onlar da hayrandı çünkü bülbülün sesine. Bülbülün elinden gelen buydu; yardım edebilecek herkese şarkılar söylüyordu gülü için.
Derken zaman geçti; onsuz olamıyordu artık bülbül, bir an olsun ayrı kalamıyordu. Hasret acısı, sabır taşından ağır gelmeye başlamıştı bülbülün küçük yüreğine. Uzaktan sevmek yetmiyordu artık. Sarılmalıydı ona, en güzel şarkıları söylemeliydi gülüne.
Ama sevecek miydi gül onu. Sevgisine karşılık verecek miydi acaba. Çok sevse de, ortada bir gerçek vardı. Habersizdi gül bülbülden. Bülbül onu seviyor, her kötülükten koruyor, hatta yardım etmeleri için hergün, o güzel sesiyle dostlarına şarkılar söylüyordu. Ancak güllerin en güzeli bundan haberdar değildi henüz.
Tüm cesaretini toplayıp bir gün, gülünün yanına gitti sonunda bülbül. “Ona bu denli yakın olmak... Ne güzel bir duygu...” diye düşündü. Hayallerinden biri gerçek olmuştu. Tüm hayallerini gerçekleştirmek için ise artık konuşmalıydı onunla. Ve sözlerine başladı o güzel sesiyle. Aşkını itiraf etti en güzel kelimelerle. Sesi o kadar güzeldi ki, güllerin en güzeli kayıtsız kalamadı bülbülün aşkına. İlk kıvılcımın çakmasına sebep olmuştu bülbülün sesi. İlk kıvılcımdan sonra, bülbülün o büyük aşkı, sonsuza dek sürecek sevgisi, gülün de onu ölesiye sevmesini sağladı. Her gün buluşuyorlardı. Bülbül gece gündüz, zamanının tümünü gülüyle geçirmeye başlamıştı. İşte hayalleri gerçek olmuştu sonunda bülbülün.
Bu durum bülbülün sesine hayran dostlarını üzmeye başlamıştı. Artık onlara şarkı söylemiyordu bülbül. Ve bu durum kızdırdı bulut ile toprağı. Bize değer vermeyene biz hiç vermeyiz dediler. Kestiler güle yardımı. Suyunu kesti bulut, desteğini çekti toprak gülden.
Bülbül ise habersizdi tüm olanlardan. Farkında değildi dostlarının kendisine yüz çevirdiklerinden. Onun gözü gülünden başkasını görmüyordu. O kadar kördü ki artık, gülünün ihtiyacları olduğunu bile göremez olmuştu. Unutmuştu güllerin ömrünün kısa olduğunu. Unutmuştu, gülünün bu kadar uzun yaşamasının bulut ve toprağın sayesinde olduğunu.
Günler geçtikçe gül solmaya başladı. Bülbül anlam veremiyordu olanlara bir türlü. Gülü gözlerinin önünde soluyordu ve elinden birşey gelmiyordu. Unutmuştu güllerin solduğunu. Bu acıya hazırlamamıştı kendisini. Gülleri sevmemesinin nedenini unutmuştu. Aşkın gücü bunu unutmasını sağlamıştı.
Kısa süre sonra soldu gül. Bülbül gözü yaşlı, doyasıya sarıldı gülüne son bir kez sıkı sıkı. Ancak unutmuştu... Dikenleri vardı güllerin. Daha önceden gülleri sevmemesine neden olan dikenleri unutmuştu. Batıyordu bülbülün minik vücuduna gülünün dikenleri. Ama o aldırış etmiyordu bile. Küçücük vücudundan sızan kanların ne önemi vardı ki artık sevdiği yanında yokken. Ölüm korkutmuyordu onu. Hatta ölmek istiyordu. Etrafındakilerin yardım etmesine izin vermedi. Gülünün toprağa serilmiş cansız vücudunun yanına uzandı bülbül ve yavaş yavaş kapandı gözleri.
Hayatta karşısına çıkan güzellikleri ve aşkı yaşarken, bazı şeylerin ihmale gelmeyeceğini, sadece sevginin yetmediğini, özverinin de gerekli olduğunu anlamıştı artık bülbül son nefesini verirken. Ve her ne kadar bedelini hayatıyla ödeyecek olsada en ufak bir pişmanlık dahi duymuyordu bülbül. Bu aşk ona; sevgiliyi iyisiyle, kötüsüyle sevmesi gerektiğini öğretmişti. Dikene rağmen sevip kucaklamıştı gülünü.
İşte o günden sonra bülbül ile gülün aşkı dilden dile dolaşır oldu. Bu aşk ile gülün güzelliği bülbülün sesi efsaneleşti ve geriye iki cansız küçük beden ile insanların alması için birkaç ders bıraktı.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #447
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İŞTE AŞK BUDUR

Delikanlı : Hayır,bak ne kadar eğlenceli

Kız : Lütfen,lütfen, çok korkuyorum

Delikanlı : Peki,beni sevdiğini söyle

Kız : Seni çok seviyorum,lütfen yavaşla

Delikanlı : Şimdi de bana sıkıca sarıl

Kız delikanlıya sıkıca sarılır

Delikanlı : Kaskımı alıp,kendine takar
mısın? Başımı çok sıktı.


Ertesi gün gazetelerde şöyle bir haber çıktı:
Motorsiklet kazası; Motorsiklet,fren arızası
nedeniyle,bir binaya çarptı.Üzerindeki 2 kişiden sadece biri
kurtuldu.Gerçek ise şöyleydi; Yolun yarısında,
delikanlı frenlerin bozulduğunu anlamış ama bunu
kıza belli etmek istememişti. Bunun yerine,kızdan
kendisini sevdiğini söylemesini istemiş ve kendisine son defa
sarılmasını istemişti. Sonra da kendi ölümü
pahasına, kızın başlığı
takmasını ve hayatta kalmasını
sağlamıştı. İŞTE GERÇEK AŞKIN
ANLAMI DA BUYDU Siz gerçek aşkınızı buldunuz
mu, yoksa hala bulamadınız mı, yoksa gerçek
aşkı bulduğunuzu mu sanıyorsunuz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #448
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ASK
Büyük umutlarla coskun sularina girip deli gibi yüzdügümüz bir askin içinde bogulmus olabilirsiniz. Ancak bir sonraki askta sanki daha evvel hiç su yutmamis gibi, yine büyük umutlarla ve mutlulukla yüzmeye baslarsiniz. Bu defa en fazla stilinizi degistirmeye çalisip, kelebekleme yerine, kurbagalama kulaçlar atmaya baslarsiniz o kadar.

Ask Büyük umutlarla coskun sularina girip deli gibi yüzdügümüz bir askin içinde bogulmus olabilirsiniz. Ancak bir sonraki askta sanki daha evvel hiç su yutmamis gibi, yine büyük umutlarla ve mutlulukla yüzmeye baslarsiniz. Bu defa en fazla stilinizi degistirmeye çalisip, kelebekleme yerine, kurbagalama kulaçlar atmaya baslarsiniz o kadar. Ömür boyu birlikte uygun adim yürüyeceginizi sandiginiz bir askin içinde çelme yiyip, düsmüssünüzdür. Lakin yerden kalkip üstünüzü basinizi temizlersiniz ve yine birlikte yürüyeceginiz baska bir askin içinde dag tepe gitmege hazirlanirsiniz. Askin binlerce yillik sabit yollarini degistirmek mümkün olmadigindan, önlem olarak yalnizca yürüyüs ayakkabilarinizi yenileyebilirsiniz. Hayatinizin askini buldugunuza bütün yüreginizle, iman etmisken, hiç beklemediginiz bir anda hayatinizin kazigini yersiniz. Fakat kisa bir süre sonra bir baska askin sivri kaziklarina dogru yine savunmasizca ve hayaller içinde havalanirsiniz. Insanoglu yasadigi her askla yara alir, umutlari asinir, kan dolasimi hastalanir. Her ayrilikla birlikte aska dair bütün inançlarinin irzina geçilir. Her terk edildiginde hayal gücü sifirin altina düser, umutlari depreme ugrayip yerle bir olur , depresyonun kollarina atilir. Ama, yine de, yeni bir aska girerken, sanki basindan bir is geçmemis gibi bütün ruhuyla bakiredir Çünkü insan eger yüreginin bekaretini kaybederse yeniden asik olamaz, yeniden ruhu kanatlanamaz, hayatin içine yeniden bir baska insani koyamaz... Daha önce ki asklarda, yasadigi hazin zamanlari, kanamalari ve düs kiriklarini, tutup gelecek günlerin içine resmederse yasadiginin adi ask degil iliski olur. Hem de soyadi olmayan ve bozuk fitilli bir mum gibi her an sönmesini bekledigin bir iliski. Bakire yürekli olmayanlar, geçmis mutsuzluklarin korkusuna gelecek mutlulularin sevincini kurban ederler... Oysa hayatin diger alanlardaki direnci ask adinada gösterenler her tecavüzden sonra yine bakire kalirlar. Böylece aski ömür haritasinda asla çikarmazlar.

JeLiBoN - avatarı
JeLiBoN
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #449
JeLiBoN - avatarı
Ziyaretçi
BİR SEVGİ HİKAYESİ
Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..

Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..

Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..

Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi..

Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye..

Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..

Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rast gele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.."

Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi.

Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..

Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda..

Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi..

Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.

Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan..

İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu yeni bulmuştu da..

Anne ağlıyordu.. "Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.."

Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..

Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..

İçinde bir CD vardı, bir de minik not..



"Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak istiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!."



Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..



"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #450
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Tipik bir sonbahar akşamıydı,inceden inceye soğuk bir rüzgar esiyordu, hava çoktan ağarmıştı. Sokak lambalarının loş işığıydı sadece caddeleri aydınlatmaya çalışan, onlarında sanki her akşam çalışmaktan yorulmus artık bu uğraştan bıkmış, vazgeçmiş gibi bir halleri vardı, öyle boynu bükük yoldan gecenleri izliyorlardı.
Murat isten az önce çıkmış, yavaş yavaş yürüyordu şehrin bomboş sokaklarında. Murat mantosunun yakasını iyice kapatmış esen serin rüzgardan korunmaya çalışıyordu. Düşünceliydi, kaşlar çatık sigara üstüne sigara yakıyordu. Sigarası tek dostu olurdu böyle karanlık gecelerinde, ona yoldas, sırdaş olurdu böyle uzun böyle hedefsiz yürüyüşlerinde. Baharda tutunduğu daldan kopmuş, rüzgarda savrulan, sararmış solmuş yapraklar gibiydi. İçtiği her sigara gibi dertlerinin azaldığını sanırdı bazen, sigarasının dumanı gibi içindeki tüm zehri atabileceğini ümit ederdi böylece, ama her yakttğı yeni sigarayla yanıldığını her defasında yeniden anlar, herdefasında yeniden kahrolurdu. Herşeye rağmen yinede severdi yürümeyi akşamın karanlığında, o karanlığı severdi, geceyi severdi, kısacası geceye sığınmayı severdi. Bazen bilmediği sokaklara dalıp kaybolur gider, hiç istifini bozmadan yoluna devam ederdi, ezbere bildiği sokaklarda yürür gibi. Ama bu aksam kendini karanlığa daha bir mahkum, daha bir mapus hissediyordu. Bir başka dertliydi, bir başka hüzünlüydü, elinden sigarası hiç düşmüyordu. Sanki attığı her adım onu mutsuzluğa, umutsuzluğa götürüyordu, çıkmaza doğru yol alıyordu sanki. Nerde olduğunuda bilmiyordu, ama alışık olduğundan olsa gerek, bu durumu hiç umursamıyor, dert etmiyordu. Onun asıl derdi başkaydı, olanları düşünüyor, düşündükçe gözleri dolu dolu oluyor, ağlamamak için kendini zor tutuyor, kendine güçlükle hakim olabiliyordu. Ağlamayı gururuna yediremediğinden, veya erkeliğe yakışmadığını düşündüğünden değildi gözyaşlarını zorla gözbebeklerinde hapsedişi. Güçlü bir erkek sadece bilekte yiğit olan değildi ona göre, çekinmeden sevdiğinin önünde diz çöküp ağlayabilen erkekte güçlüydü. Yinede kendini salıvermeyecekti. Herşey bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden, düzensiz, karmakarışık, saçmasapandı herşey, gerçi buda tam onun ruh halini anlatmıyormuydu sanki? Öylesine dalmıştı ki maneviyatlar, düşünceler diyarına, etrafını, madde olan hiçcbirşeyi gözü görmüyordu, maddiyata da pek deger veren bir insanda değildi zaten Murat. Tek dikkatini çeken o her gece ufukta gördüğü, bakıpta hayallere daldığı, tüm umutlarını bağladığı, o en parlak, o en güzel, o hepsinden farklı, o Murat’ın Mehtap adını verdiği yıldızın gökyüzünde görünmüyor oluşuydu, belliki Murat’a epeyce gönül koymuştu.Mehtap Murat’la ayni işyerinde çalıçan çok güzel bir kızdı. Esmer teniyle, uzun kahverengi saçlarıyla, büyülü o gözleriyle çok derinden etkilemişti Murat’ı. Fakat o büyülü gözlerinden, gülden güzel gülüşünden öte Mehtaptı Murat’ın gönlünde asıl yar eden, Mehtap’ın çok zeki, bilgili, nerde nasıl davranılması gerektiğini bilen kısacası hanımefendi, edepli bir kız oluşuydu.Dış görünüşünden öte tatlı sözünü, özünü, değil kalbini sevmisti. Gönlünü cok fena kaptırmıştı Murat, seviyordu, hatta ömründe ilk defa tüm derdi ve nesesiyle , tüm kutsaliyetiyle Ask denilen o sihirli, o sinirsiz, o amansiz deryada yüzüyordu, fakat bu siralar kendini bogulacak gibi hissediyordu sanki, bundan kisa süre önce hic yerine tartimislar, dargin ayrilmislardi.
Düsünüyordu. Gercekten asikmiydi? Askin, asik olmanin tam tarifini yapamiyordu. Ask, bir insana karsi o güne dek hic tanimadigi, bilmedigi duygularla bagli olmaksa eger asikdi. Ask eger bir insani heran olsun özlemekse, heran o insanla ayni havayi teneffüs edebilme istegiyse, onsuz bir hayat düsünememkse, tüm gelecegini o insanla süslemekse, umutlarini baglamaksa, yine a*****. Ask duygularin en yücesi degilmiydi? Bunlardan daha yüce daha üstün duygular olabilirmiydi, besbelliki deliler gibi asikdi Murat, anladiki yasamak icin ona ihtiyaci vardi, aldigi nefes gibi muhtac, kalp atisi gibi mecburdu ona. Zaten yasamak koymustu Mehtabin adini, yasamak. Onunlayken yasadigini hissediyor, yasaminin sadece nefes almakla sinirli olmadigi anliyordu. Mehtabi taniyana dek pek yüzü gülmemisdi Muradin cevresinde bicok seveni, bilgili, hos bir genc olmasina ragmen aradigi insani, istedigi mutulugu bulamamisti, arzuladigi herseyi ilk defa Mehtabda bulmus her güzelligi onunla yasamis onunla tadmisti. Artik dört mevsim kisi yasamaktan bikmis, dört mevsim bahari yakalamak, her iklimde doyasiya yazi yasamak istiyordu. Peki ne olacakti simdi, bu kadar sevipte ayri durabilirmiydi? Duramazdi biliyordu. Oysaki sucu yoktu Muradin, Mehtabada hic suc bulmuyordu, hic birsey yokken, birhic ugruna tartismislardi, gereksiz anlamsiz bir ayrilikti bu. Biraz sert davranmisti belki ama yerinde kim olsa, böylesine tutkun olan her insan, onun yerinde ayni sekilde hareket eder, hatta dahada ileri giderdi belki Mehtap'in birkac arkadaslari kiskandiklarindan belkide Muradla sevgisinden ötürü alay etmis dalga gecmislerdi.Gururlu bir insandi, agrina gitmis, gururu,onuru kirilmisti. Mehtaba karsi olan askindan kesinlikle utanmiyor, hatta gurur duyuyordu, kimse onun gönlüne, onun sevgisine bu denli laik olamazdi yeryüzünde. Muradin agrina giden sevgisinin, böylesine basit insanlar araciligla, böylesine basit bir bicimde, böylesine alayci bir tavirla ona geri dönmesi olmustu. O insanlar Muradi anlayamazlardi birkere, ne o kadar derin hissedebilirler, nede o denli genis bir düsünce sahibi olabililerdi matiklari almaz, zeka ufuklari dar gelirdi. Murat onlar gibi her hafta asik olan bir insan degildi, zaten o insanlarin ask diye pesinde kostuklari, hoslanmaktan öte gecemeyen hislerdi, sevgi bile degildi, herseye ragmen aciyordu onlara, zavalli insanlardi bazi seyleri hicbirzaman anlayamacaklardi. Mehtaba darginligi, bu insanlara inanip Murada sitem etmesinden,küsüp darilmasindan kaynaklaniyordu, oysaki Muradin ona karsi hic bir yanlisi olmamisti, olamazdi, onu kaybetmeyi göze alamazdi. Peki ne olacakti simdi? Konusmak istiyordu fakat genc kiz herdefasinda konusma talebini reddediyor, gördügü yerde kaciyordu. Oysaki söyleyecegi cok sey degildi. Ona onu ne kadar cok özledigini, herseyden cok canindan cok sevdigini söyleyecekti. Murad bunlari onu kaybettigi zaman anlamamisti, bazi seylerin degerini kaybettikden sonra anlayanlardan degildi, onunlaykende bunlari hissettiriyor, ona verdigi degeri acikca ortaya koyuyordu. Ona onsuz yapamadigini, onsuz hic birsey basaramadigini, hicbirseyin üstesinden gelemedigini, varligina destegine ne kadar cok ihtiyaci oldugunu söyleyeceti. Dönmesi icin, onu yine sevmesi icin yalvaracakti, aglayacakti gerekirse, eski günleri ona geri vermesini isteyecekti. O onsuz olamazdi, olamazdi... Saatine bakti Murat, saat gece yarisini coktan gecmisti havada epeyce sogmustu, üsüdügü yeni fark etti. Evin yolunu tuttu, sigarasida bitmisti zaten. Aklina koymustu, yarin herne pahasina olursa olsun konusacakti Mehtapla, cok cok ölecek degilmiydi, zaten onsuz olusu, onun bu hali ölümden farksiz hatta daha beterdi. Konusacakti, mutlaka konusacakti, konusmaliydi daha fazla dayanamazdi hic olmazasa sucsuz oldugunu anlatacakti. Kendisini yanlis tanimasina tahammül edemiyordu. Eve yaklasmisti, hizli adimlarla ilerliyordu iyice üsümüstü. Kapinin önünde durdu, anahtarini aradi. Öylesine üsümüstüki, elleri hic birsey hissedemez olmusdu. Güclükle acti kapiyi, sessizce iceri girdi. Hic zaman kaybatmeden bir an önce uyumak istiyordu, uykusuz oldugundan degil, Mehtabi rüyasinda görebilme ümidi kaplardi icini böyle her aksam.Yatagina uzandi, bir sigara yakip yarin söyleceklerini toparlamaya calisti zihninde, sonra vazgecti, göz göze geldilerinde hepsini nasil olsa unutacakti, dili dönmeyecekti. Bakislariyla sevdiginin resmini cizdi karsiki duvara, öylesine daldi gözeleri, doldu, bir damla süzülüverdi yanagindan assagi, sanki onu görüyordu karsisinda, önce bir müddet durakladi, sonra, Seni seviyorum, seni cok seviyorum, seni var oldugum heryeden cok, bugüne dek hic sevilmedigin, bundan sonrada hic sevilmeyecegin kadar, bu canimdan cok seviyorum, diyebildi sadece, son nefesini verir gibi, gözkapaklari yavasca kapandi, rüya alemine göc etti, herseye inat bir gülümseyis belirdi yüzünde, belliki Mehtabi görüyordi rüyasinda, belkide af edilmisti Murat, eski günlerine kavusmustu belkide, onunla düsledigi sicak bir yuvanin hayalini kuruyordu belkide kimbilir...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar