Arama

Hikayeler ve Öyküler -1- [Arşiv] - Sayfa 55

Güncelleme: 3 Aralık 2006 Gösterim: 566.539 Cevap: 1.997
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #541
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kaybetme Korkusu
Aşk bir yumak haline gelip boğazına sarılıverir insanın bazen. İşler çözülmez haldedir ve bu kördüğüm insanı istemediği şeyler yapmaya zorlar çaresiz. Birbiri ardına yapılan yanlışların en büyük nedeni ise kaybetme korkusudur. Bu korku bir kez girdi mi insanın yüreğine o andan sonra akıl ve mantık sürgüne gönderilmiş iki mahkuma dönüşüverir birden.
Sponsorlu Bağlantılar

Siz aşkınıza sahip çıkmaya çalıştıkça o kördüğüm giderek büyür ve bir süre sonra yumağın ipleri boğmaya başlar. Kurtulabilmek için çırpındıkça bir başka canavarın, kıskançlığın ellerine teslim olursunuz.

Öyle bir canavardır ki kıskançlık, beraberinde tedirginliği, endişeyi ve huzursuzluğu da getirir. Beyni böcek gibi kemiren soruların başlıca kaynağı da kıskançlıktır. Terk edilme ihtimaliniz çoğaldıkça sorular artar. Kesin ve net yanıtı yoktur hiçbir sorunun. Onun bir başkasıyla olabilme ihtimalini, bir başkasıyla sevişebilme ihtimalini düşünmek, uykusuz gecelerin, verimsiz günlerin habercisidir.

Mantık ve akıl sürgündeyken sizi terk etme ihtimali olan sevgilinin her davranışı, her sözü sadece ve sadece kıskançlık süzgecinden geçirilecektir.

Bir zamanlar minik oyunların, aşka katılan tadın sebebi olan kıskançlık, sevgiliye düşmanlık duymanıza neden olacaktır artık. Ve düşmanlık insanın içindeki şiddeti körükleyecektir elbette.

Kıskançlık ateşini bastırmaya kalkmak, başka şeylerle ilgilenir gibi görünmek bataklıktan çıkmaya çalışan insanın hareket ettikçe çamura daha da gömülmesine benzer. Yanlış, yanlış üstüne eklenir.Mantık ve aklın ardından benlik ve kişilik de çıkar sürgüne. Siz sevgiliyi kaybetmeme uğruna değişmeye çalıştıkça yüreğinizdeki huzursuzluk sizi yerinizde bir dakika bile oturamaz hale getirir. Üstelik değişmek uğruna yapılan hatalar sevgiliyi kaybetme ihtimalini daha da güçlendirir.

Kıskançlığa tamamen teslim olmuşsunuzdur artık. Bu noktaya nasıl geldiğinizi hatırlamazsınız bile. Hangi olay, hangi kişi neden olmuştur bir önemi de yoktur artık. Şiddet yavaş yavaş kendini göstermeye başlar.

Kendinize ya da ona zarar verme duygusunun kıyısında dolaşıp durursunuz.

Bu duygudan kurtulmanın tek yolu, bütün bunlara konu olan sevgiliden kurtulmaktır. O sevgilinin diktiği ama üzerinize tam oturmadığını bildiğiniz halde giymekte ısrar ettiğiniz aşk giysisini çıkarmanın zamanı gelmiştir. Bu tutsaklığı yaşamaktansa kar altında çıplak kalmak çok daha iyidir. Ve elbette, üzerinize tam oturan bir giysi, bir yerlerde sizi beklemektedir...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #542
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Neden Terk Ettin
Gözlerden uzak bir bankta oturmuştuk Elleri avuçlarımın içinde alev alev yanıyordu. Yaşadığımız aşkın dünyanın en büyük aşkı olacağını fısıldaşıyorduk kulaklarımıza. Doğa tümüyle fısıltılarımızı duymak için olacak sanki tüm yaşam durmuştu.. Rüzgarın ağaç yapraklarının arasından geçerken söylediği ninni de yok olmuştu. Meraklı gözler de yok olmuştu üzerimizden. Tüm evren yalnızca ikimize kalmıştı. Ya da biz öyle zannediyorduk. İkimize ait bir dünyada hiçbir güç bizi ayıramıyacaktı. Alev alev yanan dudaklarım dudaklarına uzandığında olmaz diyordu. Her defasında ancak nikahımız kıyıldıktan sonra olur. Tüm benliğimle inanmıştım ona. Bir gün ihanet edebileceğini hiç ama hiç düşünmemiştim. Günler ayları kovalarken değişen bir şeyler oluyordu beni olabildiğince sevindiren. Önceleri dudaklarından bile öpmeme izin vermezken,
Sponsorlu Bağlantılar
Her şeyimle seninim diyerek bana tam olarak teslim olmuştu. Artık evlenelim, nikahımızı kıydıralım dediğimde ise
Acelen ne diyordu. Ve bir gün gerçeği söyledi. Hıçkırıklarla boğularak.
Annem seninle evlenmeme razı değil dedi. Nasıl sarsıldığımı ve o an nasıl ölmediğimi anlatabilmem olası değil. Annen yüzünden bu büyük aşkımızı bitirecek miyiz dediğimde
Hayır, ben ölünceye kadar senin olacağım. Ne olur bir daha evlilikten söz etme. Ölesiye seviyorum seni. Razıyım seninle toplumun yasakladığı şekilde yaşamaya. Varsın dostu ya da metresi desinler. Yeter ki sen ömrümün sonuna kadar benim ol. Ama olmadı. Bir gün,
Annem beni vermek istediği biriyle evleneceğim dediğinde dünya sanki başıma yıkılmıştı. Ama nasıl oldu bilemiyorum. Birden sanki taş gibi bir kalbin sahibi olmuştum. Oldukça soğuk kanlı olarak,
Peki senin kararın ne? Annen istiyor diye o kişiyle gerçekten evlenecek misin? dediğimde,
Evet başka seçeneğim yok dedii.
Bu konuyu çok iyi düşündün mü? Evleneceğin kişiyle yaşadığımız aşk aranızda sorun olmayacak mı? Zira aşkımız çok fazla dillenmişti.
O çok uygar bir insan. Kendisine seninle olan ilişkimizi söylediğimde önemi yok dedi.
Bu durumda onunla gerçekten evleneceksin öyle mi?
Evet, aynen öyle. Elimi uzattım,
Öyleyse dost olarak ayrılalım dediğimde,
Hayır elimi vermeyeceğim. Ben annemin evlenmemi istediği kişiyle evlendikten sonra da senin olacağım. Benim ölesiye sevdiğim, ayrılırsak dayanamam ölürüm dediğim kız bu muydu? Bir ****** gibi hem evleneceği kişini hem de benim olacaktı. İçimden yüzüne var gücümle bir tokat atmak geçti. Kendimi zor tuttum.
Sen benim ölümüne sevdiğim, uğruna canımı bile verebileceğim Zeliha değilsin dedim. Bundan sonra sen yolunda ben yolumda gideceğiz.
Bunu bana yapamazsın. Ben o adamla annem istediği için evleneceğim. Seni terk etmek için değil dedi.
Ben seninle evlenmeye karar verdiğimde kimseye sormadım ve danışmadım. Öylesine kararlıydım ki, bu kararımdan hiçbir güç çeviremezdi beni. Annen bahane. Belki aklınca benden iyisini buldun.
Evet dedi. Ben ileride paşa karısı olacağım ve konaklarda yaşayacağım.
Anlaşıldı dedim. Göz yaşlarımı zor tuttum. Mutlu olmasını dileyerek yanından ayrıldım.
Onun düğün veya nikah haberini merakla bekliyordum. Uğruna aşkımızı noktaladığı kişi kimdi? Paşa karısı olup konaklarda yaşayacakmış. Bir subay mıydı evleneceği kişi? Ayrılmamızı istediğinden beri iş yerimizin önünden geçmez olmuştu. Beni terk edişinin nedeni aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. Demek paşa karısı olacakmış. Göreceğiz bakalım paşası nasıl bir insanmış.
***
Telefonum çaldı. Ses onundu.
Bak dedi.
Seni birisi arıyor.
Görevin dinlemek değil, bağlamak dedim.
İşte ben de görevimi yapıyor ve onu sana bağlıyorum. Arayan eski sevgilimdi. Oldukça güzel bir kızdı. Ama belki de kaç sevgilisi olduğunu kendisi de bilmiyordu. O nedenle terk etmiştim onu. Neden aradığını merak etmiyor değildim. Zira o evlenmişti.
Bu gece nöbetçiyim hemen gel dedi. Şaşırmıştım.
Nasıl olur? Sen evli değil misin?
Evliydim ama artık değilim. Boşanıyorum. Bu güzel kadının güzelliği her zaman başımı döndürüyordu. Hemen yola çıktım. Gecenin karanlığında hastane bekçisinin dikkatini çekmeden bahçeye girdim. Kapıda beni bekliyordu. Boş bir odaya girip saatlerce seviştik. Ayrılırken
Öbür gece de nöbetçiyim beklerim dedi. Bir dünyam yıkılmıştı ama yeni bir dünyaya koşarcasına gidiyordum. Sonunu düşünmeden.
***
Telefonum çaldı. Arayan santralci kızdı. Yani dünyamı karartan o eski sevgilimdi.
Ne oldu sana böyle? Başka biriyle evlenecek olmama çok mu bozuldun? Beni neden aramıyorsun?
Sana kuracağın yuvada mutlu olmanı dilemiştim. Bir başkası ile evliliğe adım atan bir kıza yan gözle bakmak delikanlılığıma ters düşer. Bu nedenle aramam da, aramanı istemem de.
Bakıyorum ebe hanım sana benim verdiğimden çok daha fazlasını veriyor ki bana karşı bu denli soğuksun.
Seninle ayrılmaya karar verdikten sonra bir sokak çeşmesi olmaya karar verdim. Uzanan her tasa su vereceğim ama sana asla. Neden anlamak istemiyorsun? Aramızdaki her şey bitti. Eğer geçmişte yaşadığımız büyük aşkın nefrete dönüşmesini istemiyorsan, ne olur beni bir daha arama.
Neden aradığımı söylediğimde çok şaşıracaksın. Neden aradığımı tahmin edebiliyor musun?
Hayır etmiyorum. Bu konuda da kafa yormak istemiyorum. Zira sen benim nazarımda artık bir ölüsün. Bilirsin ölülerle konuşulmaz.
Ne diyorsun sen. Seni çok önemli bir müjde vermek için aradım. Benim evlilik işim yattı. Yatmasının nedeni ise sensin. Senden ayrı yaşamamın mümkün olmadığını anladım. Ne yapmamı istiyorsan söyle. Ayaklarına kapanıp yalvarmamı mı?
Hayır. Beni unutmandan başka hiçbir şey istemiyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Ne olur acı bana. Sensiz yaşayamayacağımı neden anlamak istemiyorsun?
Ayrılmamızı ben değil, sen istedin. Bu pişmanlığın niye? Paşan terk mi etti seni?
Hayır o değil ben onu senin için terk ettim.
Çok geç kaldın güzelim. Ben artık bir sokak çeşmesiyim. Ölünceye kadar da öyle kalacağım. Tek bir kadına bağlanmak artık benim için olası değil. Bendeki nasıl bir şans anlayamıyorum. Sevenim ne kadar çoksa terk edenim de o kadar çok. Her terk ediliş yeni bir yıkılış. Artık yıkılmak, umutsuzluklar denizinde boğulmak istemiyorum.
Yemin ediyorum, bir daha seni terk etmeyeceğim. Nikah, düğün hiçbir şey istemiyorum. Yeter ki ömür boyu beraber olalım.
Çok asil bir adamın torunu olmakla övünen annen mi öğretti sana bunları?
Hay annemin Allah belasını versin dedirtme bana. Evet ayrılmamıza o neden olmuştu ama artık onu dinlememekte kararlıyım. Ne olur yine beraber olalım. Bana güvenin tam olduğunda nikah kıyarız. Yok nikah olmaz dersen, ömür boyu seninle nikahsız yaşamaya razıyım.
Bak Zeliha, ya ben anlatamıyorum, ya da sen anlamak istemiyorsun. Kararlıyım. Bundan böyle sen değil kadınlar olacak hayatımda. Gençliğimden, yakışıklılığımdan yararlanmak isteyen kadınlar. Ben artık bir Kazanova’yım. Bu Kazanova’yı da sen yarattın. Daha ne oldu bu kirli dünyaya adım atalı. Buna rağmen arayan arayana.
Biliyorum. Arayanlarla çoğu kez ben görüştürüyorum. Her arayan beni çıldırtıyor. Bu duruma ben neden olduğumu biliyorum. İnan bana sevgilim en çok çıldırmaktan korkuyorum. Bu yüzden de intihar etmeyi bile düşünüyorum. Ama intihar edemiyorum. Zira intiharımla seni tümden kaybetmiş olacağım. Umutla dönmeni bekleyeceğim. İnan bana sevgilim seni bir daha asla terk etmeyeceğim.
Boşuna ağzını yorma. Boşuna göz yaşlarını akıtma. Ben artık senin sevgilin değilim ve asla da olmayacağım.
Son sözün bu mu? diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Telefonu kapattım. Telefon yine çaldı. Yine o idi.
Kalpsiz, beni ne hallere düşürdüğünün farkında mısın?
Hayda, yavuz hırsız ev sahibini bastırır derler. Seni ben mi terk ettim ki sitem ediyorsun.
Seni ben terk ettim ama binlerce, milyonlarca kez özür diliyorum. Ne olur affet beni. Yine o eski güzel günlerimize dönelim.
Hayır olmaz. Ne olur unut beni ve bir daha arama.
Seni aramamak ha. Öl demekten beter bu senin dediğin. Yoksa ölmemi mi istiyorsun?
Yaşamak herkesin hakkı. Kimseye öl demeye hakkım yok. O senin bileceğin iş.
Son sözün bu mu?
Evet. Hıçkırarak ağlayışını duymamam için telefonu kapattı. Nasıl bir kızdı bu? Beni terk edeceğini söylerken sevinçten uçacak gibiydi. Oysa şimdi de yeniden bir araya gelmemiz için göz yaşlarını silah olarak kullanıyor. Güvene bilir miydim ona? Yarını belli olmayan bir ilişki ne kadar sağlıklı olurdu? Acımak insanı acınacak duruma düşürür. Artık ipler kopmuştu.
***
Yalnızlıktan mı, kadınsızlıktan mı bilmiyorum. Çıldıracak gibiydim. Ona dönmemekle hata mı yapıyordum. Aklıma İzmir Devlet Hastanesinde çalışan hemşire kız geldi. Maliyeci Mehmet abi hastanede yatarken ziyaretine gittiğimde tanıştırmıştı. Harika güzel bir kızdı. Kalçalarına kadar uzanan saçları ve haleli gözleri dayanılabilecek gibi değildi. Tanıştırılmamızın üzerinden iki gün geçmişti.
Eğer benimle evlenmeyi düşünmüyorsan hemen biri birimizi unutalım demişti. Meğer Mehmet abi ona beni yeğeni olarak tanıtmış ve beni onunla evlendireceğini söylemiş. Konuşulanları nereden bilebilirdim. Meğer hızlılığı bu yüzdenmiş. Evlilik için hazır olmadığımı söylediğimde,
Hazırlık dediğin nedir ki demişti. Gönüller bir olunca tencerede pişirir kapağında yeriz. Yatacağımız yatağımız olmazsa gazete kağıtlarının üzerinde yatarız. Amacı ne idi? Beni elinden kaçırmamak mı? Yoksa evde kalma korkusu mu? Bu korkuyu yaşayacak kadar yaşı ilerlemiş değildi. Olabildiğince güzelliğiyle hangi erkek onunla evlenmeyi istemezdi? Kendisine bir belalı mı musallat olmuştu ki bir an önce evlenerek ondan kurtulmak istiyordu? İyi bir eş olabilir miydi? Yalnızlığa daha fazla dayanacak halim kalmamıştı. Hemen garaja gidip otobüse bindim ve İzmir garajında indim. Bir taksi çevirip Devlet Hastanesinin önünde indim. Kapı görevlisine hemşire Hatice hanımla görüşeceğimi söyleyince içeri girmeme izin verdi. Ziyaretçiler için düzenlenmiş bölüme gittiğimde gördüğüm karşısında şaşkına döndüm. Hatice hemşire benim yaşımda biriyle el ele tutuşmuş, gençle hararetli, hararetli konuşuyordu. Tam dönüyordum beni fark etti. Hastaneden dar attım kendimi caddeye. Ne yalan söyleyeyim. Feci şekilde yıkılmıştım. Arkamdan tanıdık bir ses bana sesleniyordu. Bu Hatice’nin sesiydi. Dönüp baktım. Hemen koşarak gelip boynuma sarıldı.
Sevgilim beni aramandan umudumu kesmiştim. O gördüğün genç de ille evlenelim diye tutturdu. Çaresiz kaldım ve peki dedim. Ama sen beni gerçekten istiyorsan, benim seni sevdiğim kadar beni sevebileceksen hemen onu terk ederim dedi. Çok şaşırmıştım. Bir genç kız bu kadar nasıl pişkin olabiliyordu?
Ben senin için gelmemiştim. Hemşerim Fikriye ebe için gelmiştim. Göremeyince geri döndüm.
İyi ama o evli.
Sana hemşerim olduğunu söyledim değil mi? Bir kadını arayan mutlaka sevgilisi mi olur? Onu çocukluk veya eşinin arkadaşı arayamaz mı? Hadi sen geri dön ve bu sevgilini de elinden kaçırma. Sana şimdiden mutluluklar dilerim diyerek uzaklaştım.Arkamdan baka kalmıştı.
Ah o kızlar. Nedense stepnede yedek bir sevgili bulundurmayı çok seviyorlar. O olmazsa diğeri. Evliliğin en önemli kuralının güven olduğunu nedense anımsamak istemiyorlar yada bilmiyorlar. Bir insan güven duygusunu yitirdiği biriyle nasıl yuva kurar? Yuva kurmak kolaydır ama yıkması çok zordur. Hele bir de çocuk varsa. Kararsız adımlarla ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum. Genelde sevgililerin ve kendilerine yeni arkadaş arayanların takıldığı kafeteryanın önünde durdum. İçeri girmekle girmemek arasında kararsızdım. İçeride bir masada tek başına oturan bir bayan dikkatimi çekti. O da bana bakıyordu. İçeri girerken gözleri halen üstümdeydi. Nereye oturacağımı araştırırken oturabileceğim bir yeri gözüme kestiremedim. Zira her masa doluydu. Çıkmak için kapıya yöneldiğimde yalnız oturan bayan
Bey efendi. Oturacak yer bulamadınız galiba. Masamda size de yer var dedi. Masaya otururken,
Sizi rahatsız etmeyeyim dedim.
Aman efendim niye rahatsız olayım. Yalnız oturmak çok can sıkıcı oluyor. İyi ki geldiniz dedi.
Teşekkür ederim. Otururken garsona iki çay diye işaret ettim. Çaylar gelince
Niye zahmet ettiniz? Siz benim üstüme geldiniz. Çayları söylemek bana düşmez miydi?
Sizden veya benden olmuş ne fark eder efendim.
Adınız?
Aykut efendim.Sizin?
Benim de Nazan. Evde canım sıkıldı. Çıkıp dolaşayım dedim. Buranın çok egzotik bir havası var. Burada el ele tutuşmuş, birbirlerinin ağzına girecek gibi konuşanları seyretmek bana çok keyif veriyor. Bana genç kızlık günlerimi anımsatıyor.
Aman efendim siz de yaşlı değilsiniz. Onlar kadar da gençsiniz.
Evlenip boşanmış bir kızın gençliği ne işe yarar? Genç kız iken umutlarım vardı. Toz pembe bir dünyada yaşıyordum. Belki de bulutların üstünde uçuyordum. İşte o delişmen günlerimde bir hayırsızla karşılaştım. Ne olduğunu anlamadan kendimi onunla evli buldum. Benimle evlenmek için peşimde koşan, bana toz pembe bir dünya vadeden o adam meğer bir canavarmış. En olmayacak nedenlerle hır çıkarıp beni kıyasıya dövmeye başladı. Dayanamadım ve evden kaçtım. Kusura bakma, sakın beni yanlış anlama. İçimi dökecek birini arıyordum. Karşıma sen çıktın.
Yo sizi yanlış anlamadım. Zira terk edilişin en acısını ben de yaşadım. O nedenle sizi çok iyi anlıyorum ve anlattıklarınızdan haz alıyorum. Sizin gibi güzel bir kadını dövmek nasıl bir duygudur merak ediyorum. İnsan mutlu olmak için evlenmez mi? Evlilik yasaksız bir aşkı ölünceye kadar doyasıya yaşamak için değil midir? Her türlü güzelliği paylaşmak için değil midir?
Öyle olması gerekir ama neylersin? Belki de benim kaderim bu imiş.
…………
Nerede oturuyorsun?
Çiğli’de.
Senden çok hoşlandım. Sen de benim gibi çok acı çekmişsin. Hadi kalk benim eve gidelim. Orada çok daha rahat ederiz. İyi sözler duymaya öylesine ihtiyacım var ki anlatamam.
Görenler ne der?
Kim ne diyecek? Evim müstakil bir ev.. Kim kimi tanıyor ki? Ama amacın gelmemekse o başka.
Sizin gibi güzel bir kadınla aynı evde olmak ve aynı havayı solumak kadar zevkli olabilecek başka bir şey düşünemiyorum.
Hadi kalk öyleyse. Hesabı ödedikten sonra çıktık. Bir taksiyi çevirmek istediğimde,
Gerek yok dedi. Evim uzak değil. Evimi gördüğünde şaşıracaksın.
Niye?
Ben zengin bir ailenin çocuğuyum. Neyse evde her şeyi anlatırım sana.
İki kanatlı demir kapıyı açtıktan sonra içeri girdik. Gördüğüm geniş ve bakımlı bahçeye hayran olmamak elde değildi. Evin kapısını açtıktan sonra
Hadi ne duruyorsun? Bahçe için mi geldin? Yoksa benim için mi? Hemen kapıdan içeri girdim. Sanki evin her tarafından zenginlik akıyordu. Bu kadının amacı ne idi? Yosmaya benzemiyordu. Tavırları sevecen ve olgundu. Yaşça benden büyük olmasına rağmen olabildiğince alımlı ve güzel bir kadın. Yoksa bu da mı beni evlenme teklif etmek için evine davet etti. Zenginliğiyle beni etkileyeceğini mi zannediyor? Doğrusu oturduğum rahat koltukta bunları düşünmekten kendimi alamıyordum. Az sonra elinde bir tepsiyle geldi.
Kusura bakma, ne içersin diye sormadım. Babamın çiftliğimizde özel yaptırdığı şaraptan getirdim. Eğer şarap içmezsen başka bir şey getireyim dedi.
Hele siz şöyle yanıma bir oturun. Ben sizinle dertleşmeye, konuşmaya geldim. İçkidense sizi içmeyi tercih ederim. Zira konuşmanız o kadar güzel ki, sanki bir pınarın çağıldayışı gibi. Ancak o pınar benim susuzluğumu giderir.
Ya öyle mi diyerek gelip yanıma oturdu.
Ben başıma gelenleri kısaca sana anlattım. Hadi bakalım sen de anlat. Sana acı çektirenin ne olduğunu. Kolumu boynuna doladım ve
Az sonra diyerek dudaklarına uzandım. Karşı koymadı. Uzun uzun öpüştük. Koltuğun üzerinden kayarak yumuşak halının üzerine uzandık. Uzun uzun seviştik. İyice yorulduğumuzda kalkıp koltuklara oturduk.Kısaca ona yaşadığım aşkı ve terk edilişimi anlattım.
Vay aptal kız vay dedi. Bulmuş senin gibi bir yakışıklıyı da bunamış. Neylersin hayat bu. Ömür aldanmalarla geçip gidiyor. Çok merak ediyorum. İstediğini benden aldın. Bir daha beni arayacak mısın?
Neden aramayayım?
Erkekler hep aynıdırlar. İstediklerini elde ettikten sonra kaçmak isterler.
Eğer sen istersen ben seninle ömür boyu ilişkimi sürdürmek isterim ama bir şartla. Evliliğin adı anılmayacak.Evliliğin adı anıldığında bırakıp giderim.
Zengin kadının parasına tav oldu. Kendisinden büyük olmasına rağmen evlendi derler değil mi?
Kimsenin ne diyeceği umurumda değil. Yaşım henüz çok genç olsa da şu acı gerçeği öğrendim. Evlilik aşkların katilidir. Nedense en büyük aşklar evlilik sonrası kolayca yok olup gidiyor. Yasak aşklarda ilişkiler hep taze kalır. Nedense nikahın kopmaz bir bağ olduğunu zannederler. Belki de bu yüzden birbirlerini kırmaktan incitmekten çekinmiyorlar. Gel dediğin sürece hep gelirim. Yeter artık git dediğinde de arkama bir daha bakmamak üzere giderim. Benden sonraki yaşamına bir sülük gibi yapışmam. Bu gün çok hızlı yaşadık. İnan sana delicesine aşık olmaktan korkuyorum. Yeni bir aşk korkutuyor beni. İstersen ömür boyu ilişkimizi sürdürelim. İstersen bu gün yaptıklarımızı unutup arkadaş olalım. Ne olur bana evliliğin adını anma. Açık konuşayım. Sana sadık kalacağımı da sanma. Senden de sadakat beklemiyorum. Ne sen benim yaşamıma ipotek koy, ne de ben senin yaşamına ipotek koyayım. Birbirimizden hoşlandığımız sürece birlikteliğimiz sürer gider.

Vay be.. Evlenmekten ne kadar korkutmuşlar seni. Sen ne zannediyorsun. Benim de evlenmekten korkmadığımı mı? Ben de sana aşık olmaktan korkuyorum. Ben de biliyorum aşkla terk edilişin eş anlamlı olduğunu. Kapım sana her zaman açık. İleride evlenmiş olsan bile bana gelebilirsin. Yeter ki benim de aklımı çelen biriyle evlenmemiş olayım. Erkekler kaçamak yapmayı severler. Kadınlar için bu kesinlikle yasaktır. Kolumu boynuna dolayıp uzun uzun öpüştük. Gitmek üzere kalktığımda,
Bana çok güzel bir gün yaşattın. Ne olur beni bir ****** sanma. Bana ne olduğunu anlayamadım. Boşandığımdan beri gördüğüm erkekler içinde ilk defa senden etkilendim. Bundan böyle de gelsen de, gelmesen de hayatıma giren ama gerçek anlamda giren tek erkek sen olacaksın. Eğer bir gün yalnızlık canıma tak eder evlenirsem bu evliliğim bil ki bir formalite evliliğidir.
Her zaman geleceğim. Ta ki sen bir daha gelme deyinceye kadar.
Her zaman gelmeni bekleyeceğim. Öpüştükten sonra ayrıldık.
***
Yaşadığım o güzel günün etkisinden bir türlü kurtulamıyordum. İlk defa ona aşık olsaydım ne güzel olurdu. Harika bir kadın. Ya konuşması? Koltuğuma yaslanıp gözlerimi kapattım. Onu düşünüyordum. O seviştiğimiz anları yeniden yaşar gibiydim.
Dükkanıma birinin girdiğini fark ettiğimde hemen oturuşumu düzelttim. Gelen eski oturduğumuz mahalleden orta yaşın biraz üzerindeki bir komşumuzdu. Hemen söze girdi.
Aykut oğlum. Hüseyin amcan öldükten sonra küçük de olsa bir gelirim olsun diye evimi postanede çalışan Zeliha adında bir kıza verdim. Bu gün çok kötü hastalandı. Sinir krizleri geçiriyor. Durmadan senin adını sayıklıyor. İlk aklıma gelen sen oldun. Başka bir Aykut da olabilirdi. Sordum seni tarif etti. Tanıdığımı söyleyince bana yalvar yakar oldu. Ne olur git onu çağır dedi. Çok ısrar ettiği için geldim. Sakın oğlum ona kapılma. Kaçık mıdır nedir anlayamadım.
Abla bir zamanlar birbirimize aşık olmuştuk. Hatta evlenecektik de. Sonra onu paşa olacak ve konaklarda yaşatacak bir taliplisi çıkınca beni terk etti. O iş olmayınca da yine bana dönmek istiyor.
Hadi oğlum hadi. Ondan sana karı olmaz. Odasını ben temizlemesem ortalığı *** götürecek. Ama dalganı geçiyorsan diyeceğim yok. Sana tavsiyem sakın kapılma. Ben elçilik görevimi yaptım. Gerisi sana kalıyor diyerek iş yerimden ayrıldı. Ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum. Gidip net bir şekilde konuşmaya karar verdim. Benden umudunu kesmesini söyleyecektim. İş yerimi kapatıp eski komşumun evinin yolunu tuttum. Kapıyı çaldığımda eski komşum açtı.
Hoş geldin dedi.
Hoş bulduk dedim.
Geç bakalım ben sana kaldığı odayı göstereyim dedi. Odayı gösterdikten sonra ayrıldı.Kapıyı açıp girdiğimde yatıyordu. Kalkmamasını söyledim.
Hain, bak beni ne hallere soktun dedi.
Ben mi? yoksa seni paşa olacak olan mı bu hallere soktu dedim.
Sen tabi.
Zeliha, neden artık aramızda her şeyin bittiğini kabul etmek istemiyorsun. İçimde sana karşı bir acıma duygusu vardı. Davranışların yüzünden bu duygum nefrete dönmeye başladı. Ne olur beni anla. Artık seni sevmiyorum. Seninle yalancıktan dahi olsa birlikte olmak istemiyorum. Göz yaşlarınla beni etkileyemezsin. Vicdanım çok rahat. Zira bu olanların sorumlusu ben değil sensin.
Eğer beni bırakırsan kendimi öldürürüm.
O da benim sorunum değil senin sorunun.
Senin kalbin yok mu?
Vardı ama artık yok.
Ne oldu kalbine?
Sen kırdın unuttun mu?
Bana bak sen beni öldürmek mi istiyorsun?
Kaç kez söyleyeceğim. Yaşamak ve ölmek senin tercihin. Beni terk edeceğini söylediğin andaki halimi ne tez unuttun. Buraya eski komşumun hatırı için geldim. Artık aramızda her şey bitti. Dost kalalım dedim. Onu bile reddettin. Bundan böyle herkes kendi yoluna gidecek. Bu kararımdan beni ne göz yaşların ne de ısrarın döndüremez. Israr ettikçe gözümde küçülüyorsun. Bir paşa adayı tarafından terk edildin. Üzülme bir başkasını bulursun. Bak ben ilişkimizin bitmiş olmasına üzülüyor muyum? Hatta seviniyorum bile. Zira senin gözün çok yükseklerde. Kendini paşalara, konaklara layık görüyorsun. Oysa benim sana vereceğim yalnızca sevgi dolu bir yüreğim ve mütevazı bir hayattı. Eğer evlenmiş olsaydık belli ki benden çok şeyler isteyecektin. Arzuladığın lüksü sana sağlayamayınca nasıl olsa aramızda hır çıkacaktı. Bunun sonu da ayrılmak olacaktı. Bir de çocuğumuzun olduğunu düşün. O çocuğa yazık olmayacak mıydı? Aşkımızın bu şekilde bitmesi benim için sevinç nedeni. İyi ki zamanında ayrılmışız.
Demek ben bu kadar kötüyüm.
İlişkimin bittiği bir insan için iyi veya kötü diyemem. Son kez söylüyorum. Uzat elini dostça ayrılalım.
Hayır uzatmayacağım. Sen beni terk edemezsin. Sensiz yaşayamayacağımı biliyorsun. Beni öldürmeyi göze alacak kadar zalim olamazsın.
Ölmeyeceksin güzelim. Su aka aka yolunu bulur. Sen de kısa zamanda mutlu olmanın yolunu bulursun. Yastığının üzerine kapanıp ağlamaya başladığında sessizce odasından çıkıp ev sahibine veda bile etmeden evden ayrıldım.
***
Kimi sevgililer evlenmek için önlerline çıkan engelleri yenemediklerinde ölüm bile bizi ayıramaz diyerek beraberce ölümün kucağına atlarlar. Kimi sevgililer ise ayrılır ayrılmaz kendilerine hemen yeni bir sevgili bulurlar.
Zeliha’dan kesin ayrılmamızdan sonra fazla bir zaman geçmeden meslektaşı biri ile evlendi. Evliliği üç ay sürdü ve ayrıldı. Hem de karnındaki bebeğe aldırmadan. Bebeğini doğurdu ama bakamadı ve bebeğini yitirdi. Orta Anadolu’dan bir ile atandıktan sonra kendisi ile ilgili haber alamadım. Aşk defterimiz sonsuza kadar kapanmış oldu..
Nazan ile ilişkimiz uzun sürdü. Ta ki o evleninceye kadar. Evlendikten sonra birbirimizi tanımaz olduk. Benimse sokak çeşmeliğim aynı hızla sürüp gidiyor. Ne zamana kadar mı? Kıskanç birinin kalbime saplayacağı bıçağa kadar.
Aykut’un anlattıkları bunlar. Aşk bahçesinin dikenlerinden ağır yaralar almışsın ama yine de evlenip bir yuva kurman gerekir dediğimde “boş ver be abi, evlenip de yeni bir ayrılıkla yıkılayım mı? Neden dertsiz başımı derde sokayım” dedi.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #543
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Yalnızdı, hem de çok yalnızdı…
Sanki sadece çevresindeki insanlar değil, ruhun da terk etmişti kendisini..
Bir yerlerde, bir şeyleri yanlış mı yapmıştı, farkında olmadan?

Kimse görmesin diye gözünden süzülen yaşları, koşarak banyoya attı kendisini. klozetin kapağını kapattı ve üstüne oturdu. Başını öne eğdi ve bir yandan ağlarken diğer yandan gözyaşlarının sanki birbirleriyle
yarışırcasına hızlı bir şekilde yere inişlerini seyretti. Yere düşen gözyaşları kristal gibi parçalara ayrılıyor gibiydi. Parça parça oluyorlardı.

Bu hali tanıdık geliyordu kendine, başka nasıl olabilirdi ki zaten…
Kendisi bile küsmüştü, kendisi bile umudunu kesmişti kendisinden…
Her zaman bir şeyler ters gitme zorunda mıydı?
Onun hayatıysa söz konusu olan, EVET!

Mermeri delmek istercesine hızlı bir şekilde yere düşen gözyaşlarının parçalara ayrılması gibi kalbi de parçalara ayrılmıştı. Her damlar sanki kendi kalbine çarpıyormuş gibiydi…
Kim bilir kaç kişinin kalbi de böyle parçalanmıştı böyle, onun yüzünden.

“Artık” dedi “Hiçbir anlamı yok ki yaşamın”

Ölüme en layık olandı o, kendisine göre…

Gülümsedi. Cüzdanından iki resim çıkardı. Bunlar annesi ve kız kardeşiydi. Altı yaşında, altın sarısı saçları, ışıl ışıl parlayan maviş gözleriyle kardeşinin resmine baktı. Onu kelebeğim diye severdi. Onu –tıpkı diğer insanlara yaptığı gibi- en son ne zaman üzdüğünü düşündü.

Hatırlaması çok zor olmadı. Ne de olsa bir önceki günün akşamına aitti bu anı…

Masum bakışlarıyla kapıyı çaldı ve sonra aralayarak başını içeri uzatmıştı ve, içeri girebilir miyim, demişti. O ise “Hayır!” diyerek odaya girmesine izin vermemişti. O masmavi gözlerine sanki bulutlar yerleşmişti o an. ‘Peki’ anlamında başını sallamıştı ve sessizce dışarı çıkmıştı hiçbir şey söylemeden…

Peki ya annesi…

O da kötü diye nitelendirdiği ama engelleyemediği davranışlarından ve kırıcı sözlerinden payına düşeni almıştı.

Dört gün önce güneşli bir pazarda annesi şarkı söyleyerek odasına girmişti ve perdeleri açarken “Günaydın, bebeğim” demişti. Bunun karşılığındaysa, kapat şu lanet olası perdeyi anne, ayrıca ben artık bebek değilim, demişti ve odasından çıkmasını istemişti.

“Çık odamdan, ne istiyorsunuz benden?”

Annesi sanki bu soruyu sormasını beklermiş gibi:

“Sadece sevgi istiyoruz ve senin için çok endişelendiğimizi bilmeni istiyoruz” demişti. O, hışımla kalkıp perdeleri kapatmıştı tekrar ve uyumak istiyorum diyerek annesin odasından kovmuştu.
Sadece bir kere o da annesinin isteğiyle bir psikologla görüşmeyi kabul etmişti. Cevap ise kısa ve netti: Ergenlik… o ise bunun arkasına sığınmıştı. Sevdikleri üsteledikçe o geri çekiliyor, çekilirken de bazı kalpleri kırıyordu.

Bu düşünceler arasında kaybolup gitti bir süre.

17 yaşındaydı. Düşünecek, sevecek, nefret edecek, tartışacak hatta insanları üzecek kadar büyüktü. Hayat onun için bitmeliydi.


Sonra da babasının resmini çıkarttı cüzdandan. Tebessümle, senin yerinde olup sorunlu bir çocuk büyütmek zorunda kalmak istemezdim babacığım, dedi.

Çünkü babası, onun bütün davranışlarına rağmen onu hep koruyup onunla arkadaş olmak için çaba harcamıştı.

Karnesinde 5 zayıfla geldiğinde, arabayı kaçırdığında, kavga edip okuldan telefonla aradıklarında hep aynı tepkiyi vermişti. O, bu kadar iyi bir baba olamazdı… Sadece geçen hafta babasının bütün sınırlarını zorladığını düşünmüştü çünkü onlara yalan söylemişti ve ailesi bu konuda çok hassastı. Babası ise sinirlendiğinde ona vurmamak için avucunu sıkmıştı, elindeki çay bardağı kırılıp elini kanatmıştı. Bunun üzerine oğlunun yanına kadar gelip, gözlerinin içine bakıp şöyle demişti:

“Evladım, senin kılına dokunmaktansa, kendimi incitirim…”

İşte bu kadar harika bir babaydı. Tıpkı bütün diğer babalar gibi… Bugünse onun doğum günüydü. Senin için sorunsuz bir yaş olacak babacığım dedi yere bakarak. Çünkü kendisi yok olacaktı.

Aynada son kez gözlerinin içine baktı ve zamanı geldi dercesine başını salladı. Babasına geçen yıl bugün aldığı doğum günü hediyesi olan jileti eline aldı. Ama bir şeyi unutmuştu. Kendisini yaratan, bu dünyaya gelmesine izin vere, böyle vefalı, şefkatli bir aileye gelmesini sağlayan yaratıcısına…

“Bana ne kadar ömür biçtin bilmiyorum ama ben, bu kadarını yaşayabildim” dedi özür dileyen ses tonuyla başını öne eğerek… “Şükretmek için biraz geç kaldım sanırım”

“Anlayışlı bir anne ve babam olduğu için, dünyanın en güzel kelebeğine sahip olduğum için…Ben.. Şükrediyorum Allah’ım” Sesi titriyordu.

“Sana inanıyorum ve yaşamak istemeyişimin seninle ilgisi yok. Sadece ben hayırlı bir insan olamadım Allah’ım. Beni kimse anlamadı, kimseye anlatamadım hissettiklerimi, düşündüklerimi, kendimi ifade edemedi. Yalnızım!”

“Hepsini gördüğünü biliyorum. İnsanlara acı çektirmek istemiyorum artık. Benim yüzümden üzülmesinler. Onlar da çabuk alışırlar zaten. Bensiz bir hayat daha kolay olacaktır onlar için umarım…”
Sonra yaptığını haklı çıkarmak istercesine:

“Ben de haklıyım ama…” diye başladı kendisini savunmaya “İnsanlar beni anlamaya çalıştılar ama beni hiç rahat bırakmadılar. Dört bir taraftan kısılmış gibiydim. Hep daha iyi, daha güzel istediler ama yok! Ben buyum!

Daha fazlası değil!!!”

“Şimdi Allah’ım. Bana bir işaret gösterebilir misin? Yaptığım şeyden vazgeçmek için…
İnsanların benim yanımdayken mutlu olduklarını görmem için,
Sevgime ihtiyaçları olduklarını anlamam için,
Özel ve değerli olduğumu hissetmem için,
…..

Hiç sanmıyorum…”

Sinirle gözlerine baktı. Kıpkırmızı ve soluktu… Hırsla üzüntü arasında kaybolan duygularının etkisiyle son hamlesini yapmak için jileti sıkıca kavradı ve….

Tak tak tak…

Kimdi bu zamansız kapıyı çalan. “Ne var” diyerek bağırdı. Ses gelmeyince bir daha ve daha güçlü bir şekilde “Kimsen defol git, işim var şimdi” dedi.

“Abi” dedi, titrek bir ses.

Kardeşiydi ve onun bağırmasından oldukça korkmuştu anlaşılan.

“Abi…. Sadece bir şey vereceğim” dedi ama arkası gelmedi.

“Ne istiyorsun” dedi tekrardan sert bir ses tonuyla.

“Abi, kızma ne olur, bir dakika açar mısın sadece?” dedi ama bu sefer aradığı belliydi.

Kapıyı açtı. Kardeşinin elinde küçük kırmızı bir kutu vardı. Üzerinde abisinin en çok sevdiği renk olan sarı bir kurdele ve bir kart da eklenmişti.

Ağlamasını bir yandan durdurmaya çalışan küçük kardeşi bir cümlede her şey anlatabilmek istercesine derin bir nefes aldı ve:

“Kreşte, patates baskısı yaptık, abi” dedi.

“Öğretmen, herkes şekil verdiği patatesi tanıdığı ve kendisi için en özel olan kişiye versin, dedi”

Abisinin başında şimşekler çaktı o an. En özel? Abisi mi?

Elinin birini jileti saklamak için arkasına götürdü. Diğeriyle şaşkın bir şekilde kardeşinin elinden kırmızı hediye paketini aldı.

“Yani…” dedi ama gerisi çıkmıyordu. Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Zorladı kendini:

“Yani, ben mi, ben özel miyim?” diye sordu.

“Sınıfta abisi olan tek kişi benim.”

Abisinin sesinin yumuşaması rahatlatmıştı onu ve devam etti:

“24 kişilik sınıfta tek abisi olan benim. Herkesin anne babası var ama abisi yok” dedi.

Bu cümle bıçak gibi saplandı göğsüne…

“Eğer herkesin abisi yoksa, abiler özeldir” dedi.

Ağabeyler özeldir! Bunu ilk defa duymuştu.

Hediye paketini açtı ve içinde önceki günden kaldığı belli olan biraz kararmış patatesi gördü. Dün kızdığım için sabaha bıraktı sanırım, diye geçirdi içinden.

Şaşkınlığını ve üzüntüsünü bastırmak için “Dün kızdığım için mi bugün veriyorsun?” diye sordu.

“Hayır” dedi küçük kardeş “Sarı kurdele bulamadım”

Abisi ağlamaya başladı. Kim dayanabilirdi ki artık!...

patatesin üzerine biraz dikkatli bakınca kalbe benzeyen bir şekil olduğunu gördü. Ama kırmızıya boyanmamıştı.”

“Sarı kalp olmaz ki kelebeğim” dedi bir yandan gözlerindeki yaşı silerek tebessümle…

“Öğretmenim de öyle söyledi, abi. Kalp kırmızı olurmuş. Ama sen sarı istersin diye düşündüm ve sarıya boyadım.”

Abisi küçük kelebeğine sarılarak ağlamaya başladı. Kardeşi bu kadar yoğun bir tepki beklemediği için, sanırım abimi üzdüm diye düşündü.

“Seni üzdüm mü?” diye sordu masum bir şekilde.

“Hayır, kelebeğim, çok mutlu ettin” diyerek sıkıca sarıldı.

“Kartı okumayacak mısın, anneme yazdırdım ama ben söyledim, o yazdı” diyerek güldü.

Abisi kartı okuduktan sonra tebessümle fısıldadı “Teşekkür ederim, Allah’ım. Beni izlediğini ve cevap vereceğini biliyordum…”

Kardeşini kucakladı ve birlikte oturma odasına geçtiler.

Minik kelebeği ona sadece sıradan bir hediye vermemişti. Hayata yeniden farklı gözlerle bakmasını sağlayan, sevildiğini ve özel olduğunu hissettiren, yani onun düşüncelerini yeniden gözden geçirmesine olanak sağlayan kısacası yaşama tekrar dönüşünü sağlayan muhteşem bir hediyeydi.

Ve bunu sadece kendisi biliyordu…

Kartta ise şunlar yazılıydı:

“Sevgili ağabeycim,

Babam, ağabey olmanın zor olduğunu ve benim şanslı olduğumu söyledi. Ben de bu yüzden sana hediye vermek istedim. Abim olduğun için ve beni tıpkı ağabey gibi sevdiğin için çok mutluyum. Seni seviyorum.

Kelebeğin…

Not: Hediyemi sakın kızartıp yeme!
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #544
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Geçmişte yaşamak

Yağmur çisiliyordu, gündüzün yerini karanlığa terketmeye başladığı saatte.
Bahçe içerisindeki tek odalı evimden çıkıp, kendimi sokaklara atmak istedim. Yaklaşık üç-dört metrelik bahçe kapısına doğru ilerlerken, çiseleyen yağmur damlacıklarının ağaçların yapraklarıyla temasıyla çıkarttığı sesle durakladım.
Öyle bir ses ki, sanki yağmur ile yapraklar dans ediyor. Bahçe duvarının kenarına çömeldim, bu dansı hissederek izlemeye koyuldum.
Böyle bir şey yok..
Kanım kaynıyor, içim ürperiyor, yağmur damlası yaprakla buluştuğunda..
Sanki, özlemle beklediğim sevgilim gelmiş yanıma, yağmurda ıslanan bedenlerimiz birbirine temas ediyor, ortaya çıkan müzik eşliğinde dans ediyoruz..
Bu düşünce ve duyguyla dalıp gittiğim esnada, uzaktan bir ses:
-Ne yapıyorsun orada?
İrkildim, sesin geldiği yöne doğru kafamı kaldırıp bakmak istediğimde, yağan yağmurla ıslanan saçlarımdan yüzüme doğru akan yağmur suları buna izin vermedi. Elimle yüzümü silip, saçlarımdaki yağmur sularını silip bektım.
Aynı avlu içerisinde oturan yaşlı bir ninemiz vardı. Biz ona Pamuk Abla derdik. İyi bir insandı. Seslenen de oydu.
Camın önüne oturur, her akşam, gün batımını izler, akşam namazı, yatsı namazı derken, gecenin bir vaktinde yatağına uzanırdı.
Sorusuna yanıt verdim, 'hiç' dedim, 'öylesine oturdum, yağmurun sesini dinliyorum, çok güzel..'
-Bende yağmuru izliyorum. Seni gördüm. Rahatını bozmak istezdim ama yağmur şiddetini artırdı, hastalanacaksın diye korktum..
'Acı patlıcanı kırağa çalmaz derler' diye karşılık verdim.
Gerçekten de çiseleyen yağmur şiddetini artırmıştı. Artan bu şiddete ayak uydurup, hayallerim, arzularım da şiddetini artırmıştı. Ta ki Pamuk Abla'nın sesini duyana kadar. O anki heyecanım ve kalbimin atışını daha önce hiç bir dönemde hissetmemiştim.
Yerimden doğruldum, Pamuk Abla'nın penceresinin önüne kadar gittim. Pamuk Abla eliyle saçlarıma, ardından yüzüme dokundu.
'Boşver' dedi, 'Geçmişi düşünme, önünde uzun bir zaman dilimi var. Ben geçmişle yaşadım, bugün ise kimsesizim. Kendimi hep ona sakladım, ama olmadı.''
Biraz da çekinerek, 'kim?' diye sordum.
'Şimdi mezar da' diye karşılık verdi, gözleri gök kubbeye yöneldi, daldı. Biran durdu, sonra devam etti:
-Çok sevmiştim. O da beni seviyordu. Ben öyle biliyordum. Yıllarca bekledim. Evlendi, çocukları oldu yine bekledim. Öldü yine bekliyorum. Neyi beklediğimi bilmiyorum. Ama bekliyorum.
'Neden?' diye sormak istedim, laf henüz ağzımdan çıkmadan devam etti, 'Boşver' dedi, ''Ben geçmişle yaşadım, sen geçmişle yaşama, boş ver. Hadi yoluna git..'
Camın önünden ayrıldım, sokağa çıktım. Ne kadar dolaştığımı bilmiyorum. Hep aklımda Pamuk Abla vardı, kulağımda 'Geçmişle yaşama' sesi yankılanıyordu. Bu yankının yerini ezan sesi aldı. Saate baktım, 05.15'i gösteriyordu, sabah olmuştu.
Gündüz yerini geceye terkederken çıktım, gece gündüze yerini terkederken, eve dönmeye karar verdim.
Eve gelip, bahçe kapısından içeriye girdiğimde, Pamuk Abla'nın evine doğru baktım, ışığı yanıyordu. Pencerenin önünde kimse yoktu. Halbuki o sabah ezanı okunmadan kalkar, camın önünde sabah ezanını dinler, namazını kılardı.
Bir gariplik vardı..
Eve doğru yöneldim, aklıma kötü şeyler getirmek istemiyordum. Camdan içeriye doğru baktım, Pamuk Abla penceresinin önünde sırtüstü yatıyordu.
Cama vurdum, ses seda yok. Kapıya yöneldim, kilitli. Dışarı çıkıp, yan komşumuzu çağırdım, birlikte kapıyı açtık, içeriye girdik. Pamuk Abla sizlere ömür, ölmüştü.
Defnettik. Mezarı başında ona söz verdim, geçmişi yaşamayacağım ama unutmayacağım da..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #545
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İŞTE BÖLE BİŞEY

hersey arkadasım sayesınde gelıstı...bılgısayarm yenı gelmıstı ama msn acmaı bılmıodm sora aynı sıtede oturduumus 1 ark war o ben sana yardım edıım dedı we bırlıkte bana 1 msn adresı actık ewt..lıstemde pek fazla kımse yoktu 1 weya 2 ksı...daha sora o aksam arkadasım 1ıyle konusuordu we acılen msnden cıkması gerektı konustuuu kısnn adresını bana soledı bende lısteme ekledım we konusmaya basladm...arkadastk coook uzun zamanda bole gıttıı... cok dern kawgalara gırıoduk msnde...neyse sureklı benden tlf.no mu ıstıodu ama hyr wermıodm cunku ınternet benm ıcın hıcbıse ıfade etmıodu we o ıstanbuldaydı 20yasında olduunu solemıstı bense 14 yasndaydım we kuşadasında oturuordum gorusmemıs ımkansız otesıydı..ama uzun konusmalarımısdan sonra tlf no.mu wermıstım..benı aramıstı..o gun arkadasmda kalıordum we benı etkıledıını soleyemıycem...ama benım onu etkıledıımden bahsedıordu ama hyr ben ınanmıycaktım cunku kapalı bır kutuydum..kalbımı acmamıstım o saate kadar kımselere..we acmıycaktım kararlıydım..arkadaslarm arasnda bu kapalı kutu halım dalga konusu bıle olmustu..kalpsiz cadı dıorlardı bana ama tınlamıordm bıle ...zaten ıstemıordumkı ask yalandı benm ıcın..1kes ınanmıstım aska ama o kucuk yasımda yenık dusmustum o yalana...msnde konustuum cocuk sureklı arıodu msj atıodu...hosuma gıdıodu bu ılgı...bende artk kapalı kutu deıldım on karsı cok ılgılıydım aradan zaman gectı we bıs flort etmeye baslmaıstık yanı cıkıoduk..ama uzaktık..hayatnda ılk kes benı sewdıını asık olduunu soluodu.bu sozler benı ona bagladı..daha sora askım canım cıcım ws..gerısı gelmıstı ıste.antalyaya bı cok zamanımı ona harcıordum orta okldan mezun olucaktım weda partısı dusenledk we ben tum gecemı onunla tel.de konusarak gecrmıstım...ant.tatıle gıtmıstık..ben yıne waktımı onla konusarak gecrmıstım..ark.doum gunu olmustu we yıne..cewremden yawas yawas koptum..aılemle tartısmalrm basladı...we en sonunda ayrılmaya karar werdm we ayrldım... benm ıcın aglamıstı..we bende 1 erkk ıcın ılkkes alamıstım...gunler coq gusellesmıstı cunku bırlıkteyken benı ark.bıle gorusturmuodu surewklı arıodu dısarı bıle cıkamıodm her dedıını yapıodum cunku...SEWIODUM!!!LANET OLSUN ONA INANMISTIM CUNKU...bellı bı sure sora telım yıne calmaya basladı..gızlı no.lar sarkı dınletıodu..ama nafıle gerı donmesdım donemesdım...ondan sora hayatıma kımse gırememıstı ewt ama asla ınadımdan wasgecmesdım...ewt 1gun ben aradım onu coq sarhos oldum we aradım saatlerce sustum we sesını dınledm ...askımın sesıne kulak wer dıodu..ama hyr yapmıycaktım aglıordu ama ben onn ıcın ıntıhar etmıstım o ıse sadece susmustu...bılmıodu sewdıımı hala...kısa 1 sure sora yıne gıslı no.aradı sustu we aglamaya basladı bırden...sesını ozlemısım dedı we kapadı telefonu...msj cektım hemn ardında neden yapıosun bunu dıe...sora aradım dayanamdımMsn Sad..
saatlerce konusmustuk yıne eskı gunlerdekı gıbı anlattı anlattı...we sustu sıra bendeydı ama soleyemesdım sensız ben bı hıcım dıemesdım yusunu henus 2kes gormustum bunu yapamasdımm!!
yıne arkadas kalmaya karar werdık...surweklı konusuorduk bırgun aradım cwp yoq...msj attım cwp yoq...msne gr5dım maıl attım cwp yoq...sıgara ıctım oldurdum kendımı...ama cwp yoqtu...sılıcektım 1 hayalete baglanamasdım sessızce cekıp gıdıse alısamasdım...1 sahte senı sewıoruma aldanamasdım..onun yuzunden 10larca teklıfe hyr demıstım ama bılmemıstım boyle olucaını...sımdı ıse hala 1 hayalete baımlıım o ıse 1 gercekle bırlkte...ama unutucam dıorum hergun hergece kendıme..sızlere soluorum gorusemıyceınz kımseye baglanmaın we baımlı kalmaın
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #546
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Veda Hüzmesi

Davulcular tutuldu, zurnacılar çaldırıldı. Eş dost herkes çağırılmıştı bu güzel güne. Görkemli bir konvoyla şehir turu yapıldı, ardından Yusuf erkekliğe ilk adımını attı. Sünnet olmuştu. Hakan Kaptan' ın yaşamındaki en nadide günüydü. Oğlu büyüyordu, Yusuf' u bir gonca gibi gün ve gün açıyordu..

" Baba çok sevdim " diyerek başladı söze Yusuf. Hakan Kaptan anlamıştı durumu. Gözünden sakındığı oğlu büyümüşte bir de kıza sevdalanmıştı. " Senin canın sağolsun yiğidim " dedi. Akşama en güzel giysilerini giydiler, Yusuf' a kız istediler.. Sözlendiği gece çıktı şahin tepesine, Yusuf. Haykırdı sevdasını, dağlara taşlara ve herşey sevdanın şahidi yıldızlara..

- Babam hakkını helal et..

Yüreği dağlandı Hakan Kaptan' ın. Kalbide hafiften sekletedi. Bu kadar zor muydu yiğidinden ayrılmak. Yusuf' una sımsıkı sarıldı. Ne kadar mücadele ettiysede dayanamadı, iki damla yaş damladı gözlerinden. " En büyük asker bizim asker " nidaları arasında bindirdiler Yusuf' u otobüse. Bir garip mekana yolcu ettiler biriciklerini..

Evde tam bir şenlik havası hakimdi. Yusuf' tan mektup gelmişti. Mektup, Yusuf' un askerde edindiği arkadaşlarından, ot yolmaktan ellerinin nasırlaştığından, babasının şefkat dolu kollarını çok özlediğinden ve paraya ihtiyacından bahsediyordu. Son satırlarda da usta birliğini Silopi' de yapacağını yazmıştı oğulları. Gözleri dolu dolu defalarca okudular, defalarca kokladılar. Kıyamadıklarının kokusu vardı bu hiç birşeye değişilmez kağıt parçasında. Arada bir gidip gelen kalbini doktor Kazım' a göstermek yerine, son parasını oğluna yolladı Hakan Kaptan. O mutlu olmazsa ne önemi vardı zaten yaşamasının..

Hasretin duvarlara yazıldığı günlerden biriydi. Üzerinde Yusuf' un kamuflajıyla çekindiği resim duran televizyon verdi, verilmemesi gereken haberi. " Yusuf Şimşek PKK ile girilen çatışmada, canını vatana bağışlamış, şehitlik mertebesine ulaşmıştı " Saatler durdu. Hakan Kaptan oturduğu koltuktan kalkamamıştı. Tarifi hiç bir kitapta bulunmayan bir hançer saplandı yüreğine. 22 senedir üzerine titrediği yiğidi nasıl artık yok olabilirdi ? Yusuf' unun son telefon görüşmesinde titreyerek "Şafak 55 baba" demesi artık hiç birşey ifade etmiyor muydu ? Koltuktan kendini yere bıraktı. " Allah' ım neden, neden.. " diye bağırarak haykırırken durdu rüzgarlar. Artık sonbahar bile bir başka hüzünlüydü..

Yağmurların topraklara nefes verdiği hafta geldi Yusuf' un cenazesi. Yüzünde sadece şehitlere ait gülümsemesiyle yatırdılar teneşire. Kanlarını sildiler, dört ***** kurşunu çıkardılar göğsünden. Öyle sıcak, öyle canlıydı ki, sanki ayağa kalkıp sizleri çok özledim diye sarılacak gibi yatıyordu, dönmeyecek yolcuların misafirhanesinde.. Bembeyaz kefene koydular, ay yıldızlı bir bayrağa sarılı tabuta yerleştirip mezarlığın yolunu tuttular. Dualar okundu, gözyaşları sel oldu. Yiğit Yusuf' u, Şehit Yusuf' u, Hakan Kaptan' ın taze mezarının yanı başına gömdüler.. Yusuf kahrolası bir teröre, Hakan Kaptan kalbine yenik düşmüş, vatan uğruna Şimşek ailesinden iki can gitmişti. Her ikisinin mezarındada en güzel çiçekler açtı, hasretle yanan iki yürek, baba ve oğul çoktan şehitler köprüsünde buluşmuşlardı..
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #547
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Binlerce renk renk çiçeğin açtığı, bitkilerin bittiği, sürü sürü kuşların geçtiği, pırıl pırıl suların aktığı, çeşit çeşit hayvanların barındığı bir dağın yamacında güzeller güzeli Dilara adında bir kız yaşarmış. Her sabah kalkar huzur ve esenlik içinde türküler, şarkılar söylermiş… Kiraz dudaklarından tane tane mutluluk dökülürmüş yamaçlara…
Dilara her sabah uyandığında dağlara bakıp yüreğini bin çeşit renkle nakış nakış işler, güneşin rengiyle sevgisini, umudun mavisiyle umudunu süsler, çağlayan sulara, esen rüzgarlara bakıp bakıp sevinç pırıltıları serpermiş gözlerinden…
Henüz bakir doğası insanlar tarafından kirletilmemiş, bozulmamış; yalanın, dolanın, kokuşmuşluğun hiç uğramadığı bir yermiş burası... Dilara’nın sevgisi yeryüzündeki çiçeklerin renkleri gibiymiş… Baharın sevgilisi, nisanın ilk aşkı, masumluğun sultanı, suların saflığıymış Dilara’nın güzelliği…
Nisanın ilk gözağrısıymış Dilara… Baharın ilk öpücükleri değdimi narin kirpiklerine, uyanıverirmiş tüm çim – çiçek, börtü - böcek..
Hoyrat rüzgarlar inzivaya çekildiğinde, bahar rengi ılık ılık meltemler sararmış ince belini Dilara’nın, incecikmiş yüreği de tıpkı beli gibi… İpekten teni varmış, gün ışıdımı pırıltılar dans edermiş saçlarında, pırıl pırıl suların üzerine vuran güneş ışıkları gibi…
Dilara her sabah erkenden kalkar çiçeklerle koklaşır, laleleri okşar, kuşlarla, kelebeklerle konuşur, dağ tepe demeden güneşe gülümseyerek mutlu bir şekilde kuzularının peşinde dolaşır dururmuş... Her seher bereket tohumları ekilirmiş dağların doruklarına, umut umut yeşerip halaya dururmuş çiçekler her bahar Dilara’nın güzelliğinde...
Bir gün hiç beklemediği bir anda karşısına genç bir adam çıkıvermiş, şiirler okumuş ay ışığında, şarkılar söylemiş, masallar anlatmış Dilara’ya. Sık sık buluşmuşlar... Sevdalanmış sonra Dilara, bırakmış kendini kollarına genç adamın hiç bir kötülük düşünmeden, başlamış rüyalarda, masallarda yaşamaya...
Çiçekleri, kuşları, kelebekleri bırakıp gece gündüz genç adamın hayaliyle yaşamaya başlamış... Sevdası yeryüzüyle, gökyüzünün sevdası kadar büyük; suyla, çiçeğin aşkı kadar da masum ve temizmiş... Sonra sevdasını açmış büyüklerine Dilara, hoş karşılamışlar kızlarının sevdasını, evlenmelerine izin vermişler... Davul zurna eşliğinde üç gün üç gece düğün olmuş, halaylar çekilmiş, inlemiş dağ taş...
Bir seher vakti uyandığında canından bir parça eksilmiş gibi irkilmiş Dilara. o canı gibi sevip bağlandığı adam buralardan sıkıldığını, kendisini unutmasını isteyip bir kağıt parçası bırakarak çıkıp gitmiş... Oysa aynı adam her sabah uyanır uyanmaz “sen dünyanın en güzel varlığısın, seni ölümüne seviyorum”diye övgüler dizermiş Dilara’nın gözlerinin içine bakarak... O zaman bütün yeryüzü, gökyüzü Dilara’nın olurmuş...
Çünkü dünyada ki; tek güzel Dilara değilmiş, her yerde kandırılacak dünya güzeli yüzlerce Dilara bulunurmuş yüzsüzler, yalancılar, sahtekarlar için...
O gün ilk kez ağlamış Dilara, mavi mavi pınarlar akmış gözlerinden. Ceylan gözleri o gün ilk kez üzgün bakmış dağlara... Aylarca belki döner umuduyla uçan kuştan, esen yelden haber beklemiş, dalgın dalgın bakmış sulara... Ama ne gelen olmuş ne de giden...
Huzuru ile beraber mutluluğu, sevinci de parçalanmış. Daraldıkça çıkıp bir dağ başına yankılı kayalara haykırmış içindeki ateşi... Bazen sessizce solumuş bir hazan yaprağı gibi, içi kanamış her baktığında dağların doruklarına... Gözpınarlarından akan damlalar bir nehir gibi süzülerek Munzur suyunun esrarengizliğine karışmış.... Kanadı kırılmış yavru bir kuş gibi uçmak istemiş masmavi gökyüzüne ama uçamamış...
Uçuşan düşlerini önüne katıp götürmüş yüreğindeki fırtına, geride bir kırık ömür, yorgun gecelere asılı birkaç tebessüm kalmış yalnızca.
Bir hazan çiçeği gibi solmuş günden güne Dilara. Derin okyanuslar dökülmüş yapraklarından her ağladığında.. Sevdanın kor yangını düşmüş yüreğine bir kez…
Bir zamanlar tan kızıllığı yamaçlara vurduğunda rüzgarın şarkısını söylermiş, dağlar, pınarlar, kayalar Dilara’nın yüreğinde. Bir dağ çiçeği gibi yaprağına sığınırmış üşümemek için Dilara... Ama artık suskunmuş dağlar…
Yağmurun gözyaşlarına karıştığı bir gece dönmüş yüzünü ve bırakmış kendini kayalardan aşağı ölmek istemiş Dilara...
Yalancıların, sahtekarların, acıların var olduğu bir dünyada yaşamak istememiş...
Bütün çiçekler kendi dillerince konuşmuş, üzüntülerini haykırmış dağlara… Ağlamış rüzgarlar; Bir tek laleler boyun büküp susmuş Munzur’da… Yüreğini açıp ses vermemişler… Suskunluğunda saklamışlar sırlarını, sevgileri söyleyemeyecekleri kadar çok şey anlatmış dağlara… Bu yüzdendir ki; Munzur’da bütün laleler boynu büküktür… Hep narin, ince, suskun ve asil durur…
Sonra zaman geçmiş, gözyaşları betonlaşmış, çiçekler kokusunu yitirmiş, o güzelim dağlar kötülüklere esir düşmüş... Kayalar ağlamaya başlamış her gece... Ay ve yıldızlar doğmamış bir daha o kayaların üstüne, kuşlar uçmamış, her gece rüzgar esmiş çığlık çığlığa. O gün bu gündür ‘Çığlık kayası’ olarak kalmış ismi...
O günden bu güne sevginin, masumluğum, temizliğin timsali olarak hala onun sevgisi konuşulur oralarda. Kimi kez onu “Çığlık kaya”nın başında sevgilisini seslerken geyiklerin içinde görüldüğünü söylerler, kimileri bir pınarın başında geyiklere su içirirken.
Herkes yok olmuş, yalan olmuş, masal olmuş ama o hep var olmuş, dünya döndükçe de var olacak dağlar kızı Dilara...
İşte böyle olmuş, böyle anlatılmış yıllar yıllı bu dağ masalı...



Bir dağ başıydı sevdası/ sevdalanmıştı bir kez Dilara / kardelenler kadar aktı sevdası / kar kadar masum ve temiz / ve de, / sevmişti bir kez delicesine... /
Ve sonunda terk edildi / sevgi bilmezlerce / bir sevda sözü geride kaldı / bir de dağ gibi sevdası / bakamadı kimsenin yüzüne Dilara / vefâ sözü, sevdâ sözü yalan oldu / hergün çıkıp yükseklere / gidenin yoluna baktı / belki gelir diye / bir soluk resim elinde / gelenden geçenden / sual etti sevdiğini / sonunda, tükendi umudu / dayayıp rüzgarlara başını / ateşlere bağrını verip / bıraktı kendini kayalardan aşağı.../
kara haber çabuk ulaştı obalara / dağlara kor düştü / ölüm vurdu hançerini / kutsal aşkın yüreğine /
Sevgisi efsane oldu / sevgisi destan oldu / dolaştı dilden dile /
Yıllar yılları kovaladı / mevsimler mevsimleri / herkes unutuldu / bir dilara unutulmadı / bir de sevdası... /
dişi_kartaL - avatarı
dişi_kartaL
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #548
dişi_kartaL - avatarı
Ziyaretçi


yesil Gerçek Bir Hikaye
Onu ilk kez orta 2 de görmüstüm. Gerçekten çok güzeldi. Dümdüz saçlari, ela gözleri vardi. Içimde acayip birsey hissetmistim. Ama o bana sadece bakmisti. Benim sanki dünyam yikilmisti. Sonraki günler gene okulda onu görüyordum. Ama o bana sadece bakiyordu. Onu düsünerek bütün yili geçirmistim.

Son siniftaydim. Okulun ilk günüydü. Herkes birbiriyle selamlasiyordu. Ben biraz geç gitmistim. Zaten okulun ilk günüydü. Gene onu görmüstüm. Çok güzeldi. Daha bir güzel olmustu. Sanki bütün bir yaz, güzellik merkezinde geçirmis gibiydi. Koridorda yürürken herkes ona bakiyordu. O an “ALLAHIM!! NE KADAR GÜZEL BIR KIZ…!!!!!!” diye geçirdim içimden. Ama biliyordum, böyle bir kiz benimle beraber olmazdi. Sinifi benimkinin hemen yaniydi. Arkadaslarimi görme bahanesiyle siniflarina girerdim. Amacim onu daha çok görmekti. Ogün birçok kez onunla göz göze gelmistim. Ama o hep baska taraflara bakiyordu. Benimse sanki dünyam yikiliyordu. O aksam eve gittim. Gece hep onu düsündüm. Kendi kendime: “BEN NE YAPIYORUM!!” dedim. Muhakkak beraber oldugu biri vardir diye geçiriyordum içimden. Unutmaya çalisiyordum. Ama hep onu düsünüyordum. Hergün gözgöze bakismalarla sömestr gelmisti. Kafama koymustum. Tatilden sonra muhakkak onunla tanisacaktim. Ve bu hayalimle yariyil tatiline girmistim.

Nihayet tatil bitmisti. 15 gün bana 15 asir gibi gelmisti. Ve nihayet onu görmüstüm. Koridorda yürümüyor adeta süzülüyordu. Sinifina girdi. Arkasindan bende girmistim. Sinif çok kalabalikti. Yerine oturdu. Sonra bana bakti. Ve güldü. Beni o sekilde donmus bir mumya gibi görünce yüzünde bir gülümseme oldu. Bense kipkirmizi olmustum. Hemen ordan uzaklastim. Hiç tenefüse bile çikmadim. Okul çikisinda eve yildirim hiziyla varmistim. O aksam hiç uyuyamadim. Uzun zamandir hoslandigim kiz bana gülümsemisti, ama ben kaçmistim. O kalabalik ortam benim bütün cesaretimi kirmisti. Bir hafta boyunca hiç onun yüzüne bakamamistim.

Bir gün kantinde tek basima otururken yanima geldi. Ben saskinliktan hiçbirsey yapamamistim. O dünya güzeli kiz neden yanima gelmisti diye kendi kendime sorarken, bana : “Geçen gün için sizden özür dilerim. “ dedi. Ve uzun uzun gözlerimin içine bakti. Gözlerimin içine bakarken yüregimde bir sicaklik hissettim. Ama heyecanimdan hiçbirsey söyleyemedim. Ve yanimdan kalkti gitti. Hiçbirsey anlamamistim. Neden özür diledi. Ve neden gözlerimin taa içine uzun uzun bakmisti.

Artik karar vermistim. Onunla ne pahasina olursa olsun tanisacaktim. Birgün okul çikisinda gözlerim onu aradi. Ve en sonunda onu gördüm. Hemde yanlizdi. Iste firsat diye geçirdim içimden ve ona dogru yürümeye basladim. Yanina vardigimda bana bakti ve gene uzun uzun gözlerimin içine bakti. O an nasil yaptim hala bilmiyorum ama ona : “ SIZINLE KONUSABILIRMIYIZ??” dedim. Bir an bir suskunluk oldu. Ve “OLABILIR!” dedi. Sanki dünyalar benim olmustu. Uzun zamandir hoslandigim kizla tanisma imkani bulmustum. Okulumuzun hemen yaninda park vardi. Oraya dogru yürümeye basladik. Ama hiçbirsey konusmuyorduk. En sonunda parka varmistik. O oturmustu ben ayaktaydim. “BENIMLE NE KONUSMAK ISTIYORSUNUZ?” dedi. Bende bütün cesaretimi toplayarak: “SINIFLARIMIZ YANYANA… SIZIN SINIFTA HEMEN HERKESI TANIYORUM. SIZ HARIÇ.. SIZINLEDE TANISMAK ISTEMISTIM DE.” demistim. Oda “BILIYORUM. HEMEN HER TENEFFÜS BIZIM SINIFTASINIZ.” dedi. Heyecanim giderek azaliyordu. Ama kalbim deli gibi atiyordu. Sonra : “BEN RIDVAN” dedim elimi uzatarak. “BENDE ARZU!!!” dedi. Tokalastik. ARZU dedim içimden. “EFENDIM” dedi. Sadece bakisiyorduk. Bir an “ELLERINIZ TITRIYOR!!” diye bir ses duydum. Özür dilerim dedim. Ellerimiz ayrilirken dualar ediyordum. Bu an hiç bitmesin diye. “YARIN DAHA ÇOK VAKTIMIZ OLUR. EVE GEÇ KALDIM!!” dedi. Ben sadece bakakalmistim. Ayrilirken gene bana bakti ve güldü. Ama bu seferki bir baska gülüstü. Kalbim deli gibi atiyordu. Sabahi iple çekiyordum. O gün zar zor uyumustum.

Erkenden kalkmistim. Apar topar okula varmistim. Koridorun ucunda adeta kamp kurmustum. Içimden “ARZU, ARZU, ARZU” diyordum. Bir an “EFENDIM!” diye birses duydum. Arkami döndüm ve onu gördüm.Meger o gün erken gelmis. Ben heyecandan ne yapacagimi bilmezken o bana “MERHABA” dedi. Biraz bekledikten sonra “MERHABA” diye karsilik verdim. “ILK IKI DERSIM BOS. “ dedi. Ve lafini bitirmesine izin vermeden “BENIMKILERDE “ dedim. Beraber kantine indik. Kimseler yoktu. Masanin etrafina karsilikli olarak oturduk. Sadece bakisiyorduk. Bir an kitaplarim yere düstü. Ve o ses beni kendime getirdi. Onunla muhabbet etmeye basladim. Nereli, kaç yasinda, kaç kardes herseyini ögrenmistim. Konustukça ne kadar güzel konusuyo, ne güzel fikirleri var diyordum. Sonra zil çaldi. 2 ders bu kadarmi kisa sürerdi. Siniftayken yillar gibi gelen dakikalar, simdi sanki birkaç saniye gibiydi. “ZIL ÇALDI. GITMEM GEREKIYOR. “ dedi ve yanimdan ayrildi. Giderken gene o hasta oldugum gülümsemesini yapti.

Daha sonraki günler gene onunla kantine inip muhabbet ettik. Bazen siniflarina gittigimde onunla konusan erkek gördümmü ters ters bakardim o çocuklara. Onun hiçbir erkekle beraber olmasina tahammül edemiyordum. Onu herkesten kiskaniyordum. Hemen her teneffüs beraberdik. O da bundan rahatsiz gibi görünmüyordu. Samimiyetimiz bayagi ilerlemisti. En sonunda kafama koydum. Ona soracaktim. Beraber oldugu biri varmi. Eger beraber oldugu biri yoksa, acaba beni kabul edermi??? Evet bunu yapacaktim.

Bir cuma günü, okul çikisinda “HAFTASONU NE YAPACAKSIN?” diye sordum ona. Arkadaslariyla okulda bulusup taksime gidecegini söyledi. Üzülmüstüm. Oysa benimle beraber olmasini o kadar çok istiyordumki!!! Kafami önüme egdigim anda “AMA PAZAR GÜNÜ EVDEYIM!!” dedi. Kafami kaldirip yüzüne baktigimda gülümsüyordu. Hemen lafi degistirip “ISTERSEN EVINE KADAR BERABER YÜRÜYELIM” dedim. “TAMAM” dedi. Yolda yürürken hep o konusuyordu. Bense pazar günü ne yaparim diye kafamda planlar yapiyordum. Evinin önüne geldigimizde “ISTE EVIM BURASI “. “BENIMLE BERABER YÜRÜDÜGÜN IÇIN TESEKKÜRLER” dedi ve usul usul bana bakarak evine girdi. Pazar gününü iple çekiyordum. Bir bahane bulur ve evine giderim diye düsünüyordum. Pazar günü erkenden kalktim. Ama pencereden disari baktigimda bütün planlarim altüst olmustu. Disarida acayip bir yagmur vardi. Bende mecburen evde oturmak zorunda kaldim.

Okullarin kapanmasina bir ay kala “LISEYI NERDE OKUYACAKSIN?” diye sordum ona. “BILMIYORUM!! AMA BÜYÜK IHTIMALLE BAKIRKÖY’DE” dedi. “NASIL YANI BÜYÜK IHTIMALLE” diye sordum. “SANA GÖSTERDIGIM EV TEYZEMIN EVI….. ANNEM BABAM VE ABIM KEMERBURGAZDA OTURUYORLAR…. ORDAKI OKULLAR PEK IYI DEGIL…. ONUN IÇIN BENI BURAYA, TEYZEMIN YANINA GÖNDERDILER.” dedi. Nasil yaptim bilmiyorum ama “IYIKI GÖNDERMISLER” dedim. Bana bakti ve güldü. “INSALLAH AYNI OKULA DÜSERIZ” dedim. O da kafasini evet der gibi salladi.

Son hafta “TATILDE NE YAPACAKSIN” diye sordum Arzu’ya. “MEMLEKETE GIDECEGIZ” dedi. Ben sanki yikilmistim. “YANI IZMIR’EMI GIDIYORSUNUZ” diyebildim. Basini öne egerek “EVET!!!” dedi. Bir an durdum ve “SEN GELENE KADAR SENI BEKLEYECEGIM!!!” dedim. Bana bakti ve güldü. Gözlerine baktim sanki isil isil parliyordu. Ve aniden boynuma sarildi. Sanki “BENI BIRAKMA !!” der gibiydi. O an kalbimde bir sicaklik hissettim. Aglamamak için kendimi zor tuttum. Sonra “HADI GIT….. NE OLUR ÇABUK DÖN!!” dedim. Ve gitti.

Okul bitti. Tatile girdik. Ben hep onu düsünüyordum. Geceleyin sokaklarda bos bos dolasip onu hayal ediyordum. Eve geç gidiyordum. Bu aralar evlede aram açilmaya baslamisti. Onun yanindayken birkaç saniye gibi geçen saatler, artik asirlar gibi geliyordu. Onu çok özlüyordum. Acaba oda beni özlüyormu diye içimdende geçiriyordum. Hergün dualar ediyordum. Onun yüzünü biran önce görmek için. En sonunda dualarim kabul olmustu. Okullarin açilmasina bir ay kala istanbula gelmisti. Telefon çaldiginda bakmistim. Arayan oydu. Sesini hemen tanidim. “BEN GELDIM.. BENI HALA BEKLIYORMUSUN?” diye sordu bana. “EVET. HEMDE DUALAR EDEREK BEKLIYORUM” dedim. Okulun önünde bulusalim dedi. Tamam dedigim gibi disari çiktim. Yürümüyor sevincimden kosuyordum. Okula vardigimda ter içinde kalmistim. Onu beklemeye basladim. Ve onu köseden dönerken gördügümde gözlerime inanamadim. 2 ay boyunca göremedigim, ugruna dualar ettigim kiz bana gülümseyerek geliyordu. Bende ona dogru yürümeye basladim. En sonunda beraber olmustuk. “HOSGELDIN” dedim, oda “HOSBULDUK” dedi. Gözlerim dolmustu. “SENI ÇOK ÖZLEDIM ARZU” dedim ve boynuna sarildim. Öyle bir sarildim ki 2 ayin hincini çikartiyordum adeta. Oda bana sariliyordu. Sonra gözlerimiz bulustu. “SENIN EN ÇOK NEYINI ÖZLEDIM BILIYORMUSUN!!! ELA GÖZLERINI VE EN ÇOK DA GÜLÜSÜNÜ” dedim. Bir an bakakaldi. Sana birsey söyleyecegim dedi. Ailem liseyi bakirköyde okumama izin verdi. Bu lafi duyunca sanki dünyalar benim olmustu. Sevdigim kizla ayni yerde liseyi okuyacaktim.

Birbirimizin telefonlarini aldik ve onun hangi liseye kayit olacagini ögrendim. Kendimi de o liseye kayit ettirdim. Okulun ilk günüydü. Onu kapinin önünde bekleyeme basladim. En sonunda görünmüstü. Ama yaninda bir erkek vardi. O an dünyam basima yikilmisti. Sevdigim kizin yaninda bir erkek vardi. Hemde bayagi büyük biriydi. Bu bana çok koymustu. Ben bunlari düsünürken o beni gördü kosarak yanima geldi. “MERHABA” dedi. Ben sadece gözlerine bakiyordum. Cevap vermedigimi görünce “NE OLDU” dedi. “KIM O ÇOCUK” dedim. Sakayla karisik “YOKSA KISKANDINMI?” dedi. Bayagi sinirlenmistim. O da bunu anlayinca o benim abim. Okulun ilk günü beni birakmaya geldi. Nasil bir okul oldugunu annemlere söyleyecek dedi. Ben “OH BE “ dedim. “NEDEN OH BE DEDIN” diye sordu bana. “HIIIÇ” dedim. Gözlerimin içine bakti. Sanki bana birseyler anlatmak istiyordu. Sonra “ARZU” diye bir ses duydum. Ikimizde ayni yöne bakinca abisinin yanimiza geldigini gördüm. Hadi gir içeri dedi. O da tamam dedi. Abisi bana bir bakti. Sonra çekti gitti. Ben çok mutluydum. Çünkü sevdigim kizla ayni okuldaydim.

Bir hafta sonra Arzu’ ya “SENINLE BIRSEY KONUSACAGIM.” dedim. “NE HAKKINDA” diye sordu. “ÖZEL BIRSEY” dedim. Gözleri parlayarak “TAMAM” dedi. “CUMARTESI OKULUN ÖNÜNE GEL ORDA BULUSUP BIRYERLERE GIDIP KONUSURUZ” dedim. O da olur dedi. Bu sefer bütün cesaretimi toplayip bu kiza onu deliler gibi sevdigimi söyleyecegim. Diye içimden geçiriyordum. Cuma günü arzu birini getirdi yaninda. Ben arkadasi sanmistim. Sizi tanisatirayim dedi. Kizin adi fulyaymis. Arzu’ nun yegeniymis. Ayni okulda olmasinin bir sebebi de oymus. Ailesi bir akrabasi yaninda olursa daha iyi olur demis.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #549
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AŞK YARASI

Pardüsesinin yakasını kaldırmış, yağan yağmura aldırmadan, su birikintilerine, çamurlara bata çıka yürüyordu. Ne yağan yağmurdan, ne de soğuk havadan hiç etkilenmiyormuş gibiydi. Cadde yağan yağmurun ve soğuğun etkisiyle olacak, oldukça tenhaydı. Caddedeki aydınlatmanın yetersiz kaldığı yerde durdu. Belki de gözlerinden akan yaşların farkedileceğinden korkuyordu. Sırtını lambası bozulmuş elektrik direğine dayadı. Etrafına boş gözlerle baktı. Etrafta kimselerin olmadığını farkettiğinde biraz rahatlamış gibi oldu. Ağlamak istiyordu. Hem de hıçkıra hıçkıra. Beyninde dizilen soruları haykırmak istiyordu. Neden neden sen öldün de ben ölmedim. Bilmiyor muydun benim sensiz yaşayamayacağımı. Sensizliğin acısına nasıl dayanırım ben. Gözyaşları kristal zerrecikler gibi süzülüyordu yanaklarından. Anılar dizilendi beyninde. Yaşadıkları bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden. Yağan yağmurdan sırıl sıklam ıslanmıştı. Kışın soğuğu iliklerine kadar işlemişti. Ama o ne ıslanmaya ne de soğuğa aldırmıyordu. O yalnızca geçmişini yaşıyordu.
Onunla bir bahar günü bir kır gezisi sırasında tanışmıştı. Çalı diplerinde kuzukulağı toplarken karşılaşmıştı onunla. O kır çiçekleri topluyordu. Elindeki kuzukulaklarına bakarak,
Nedir o sizin topladığınız diye sordu.
Kuzukulağı derler bu ota. Ekşimsi bir tadı vardır. Bu haliyle de yiyebilirsiniz bu otu. Salataya doğrarsanız, çok değişik bir tat verir salataya.
Bir tanesinin tadına bakabilirmiyim?
Elbette diyerek elindeki demetin tümünü uzattı genç kıza.
Ben sizden tatmak için istedim, siz bana demetin tümünü veriyorsunuz.
Ne çıkar bundan, her taraf kuzukulağı dolu. Ben yeniden toplarım.
Tadı ne kadar hoşmuş bunun. Bana da öğretir misiniz bunun nasıl toplandığını?
Elbette neden olmasın
Sizi rahatsız etmiş olmaktan korkuyorum da.
Neden rahatsız olayım hanımefendi, sizin gibi güzel bir hanıma yardımcı olmak beni oldukça mutlu eder.
Hadi öyleyse hemen başlayalım dedi genç kız. Çalı diplerindeki kuzukulağı otlarını gösteriyordu genç kıza. Kız bazen kuzukulağına benziyen yabani otlardan da topluyordu. O hemen yanına gidip sormuştu
Ne yapacaksın bu yabani otları, bunlar kuzu kulağı değil ki.
İyi ama kuzu kulağına çok benziyor
Benzesin. Onlar yavan olur, kuzukulağının tadını da bozar. Kız elindeki demetin içindeki yabani otları uzattı kendisine. Otları alırken elleri biribirlerine değmişti. İkiside elektrik akımına tutulmuş gibi titrediler. Göz göze geldiler. Öylesine sıcaktı ki bakışları. Bir şeyler söylemek istiyordu kıza, konuşamıyordu. Bir iki yutkunduktan sonra, adınız ne sizin diyebildi.
Ayten dedi genç kız.
Benim de Altan. Ne tuhaf değil mi. Deminden beri ot topluyoruz, biribirimizin adını bile bilmiyoruz.
Sormadınız ki
Daha fazla şeyler sorabilir miyim size
Ne gibi
Örneğin nerelisiniz, bir yerde çalışıyor musunuz, bekar mısınız gibi
Bekarım, bir kamu kuruluşunda çalışıyorum. Peki ya siz
Ben inşaat mühendisiyim. Kendi iş yerim var bekarım ve en büyük arzum sizin gibi güzel bir kızla evlenmek
Ay bu ne hız böyle. Siz her önünüze gelene böyle hemen evlenme teklifi mi yaparsınız.
İnan bana Ayten. Ben bu güne kadar evlenmeyi de düşünmedim, hiçbir kıza da evlenme teklifinde bulunmadım. İnan bana seni görür görmez aklım başımdan gitti ve işte hayallerimi süsleyen kız dedim kendi kendime
İnanayım mı
İnanman en büyük dileğim.
İyi ama henüz biribirimizi tanımıyoruz. Üstelik ailelerimiz ne der.
Genciz ve önümüzde daha nice yıllar sürecek gençlik yıllarımız var. Bekleriz.
Çok uzun yıllar sürsede mi
Vur dedikse sende beni öldürmeye kalkışma be Ayten, en kısa zamanda ailelerimizi tanıştırırız. Bir süre sözlü ve nişanlı kalırız. Biribirimizi iyice tanıdıktan sonra evleniriz.
Ne olur beni sıkıştırma, biraz düşünme payı bırak bana demişti Ayten
***
Sık sık telefola konuşuyorlardı ama, bir türlü buluşup başbaşa kalamıyorlardı. Her buluşma önerisine olumsuz yanıt alıyordu. Her defasında aynı bahane,
Ailem çok tutucu, bu yüzden yalnız çıkmama izin vermiyorlar. Çaresiz işe gidip gelirken yaptığımız kaçamaklarla idare edeceğiz diyordu. Telefon çaldığında isteksizce uzandı telefona. Telefondaki ses Ayten’indi. Çok heyecanlandı ve sordu,
Hayrola bu saatlerde beni aramak adetin değildi, önemli bir şey mi var.
Evet var demişti Ayten, hem de çok önemli. Aileme durumumuzu anlattım. Anlayışla karşıladılar. Anlayacağın, gelip isteyebilirsiniz beni. Heyecandan titremeye başlamıştı. Kekeleyerek,
Ne diyorsun sen inanayım mı
Elbette inanacaksın, böyle işlerin şakası olur mu
Sen ne diyorsun sevgilim, beni ne denli mutlu ettiğini anlatabilmem olası değil. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Seni istetmeye hemen bu gün gelmeyi çok isterdim ama, bazı hazırlıklar yapmam gerekli. Güzelliğine yaraşır bir şekilde, elim dolu olarak gelmek istiyorum. Yarın akşama ne dersin?
Tamam derim sevgilim. Son kelimeyi çok zayıf bir sesle söylemişti. Belli ki duyulmasından çekinmişti. Sevincirden uçacak gibiydi. Elindeki ahizeyi elinden bırakamadı uzunca bir süre. Oysa karşı taraf çoktan kapatmıştı telefonunu. Bitişik odadaki sekreterine seslendi, Nalan ben gidiyorum. Arayan olursa bu gün gelmeyeceğimi söylersin. Gerekeni sana bırakıyorum. Yarın sabah görüşürüz. Tamam gerekeni yaparız dedi sekreter soğuk bir ses tonuyla. Patronu kapıyı çekip gittikten sonra öfkeyle mırıldandı.
Hay senin Ayten’inin de senin de suratına. Mum dibine ışık vermez derler. Ne kadar da doğru söylemişler. Benim senin Ayten’inden neyim eksik. Senin gözlerini kör mü etmiş bu *****. Bir kez şöyle bir alıcı gözüyle bakmadın bana.
Sekreterinin söylediklerini duymamıştı ama, neler söylediğini duyar gibiydi.
Hiç ümit vermedim bu kıza ama, belli ki sırıl sıklam aşık bana. Sesinin tonu tüm çıplaklığıyla anlatıyor bana onun duygularını. Neylersin kader bu deyip sekreterini söküp attı kafasından. Yolunun üzerindeki pastahaneye girip koca bir tepsi baklava siparişi verdi. Sonra da çiçekçiye gidip ertesi gün için kocaman bir demet çiçek sipariş etti. Çiçekçi
Arajman mı olsun efendim diye sorduğunda
Ben çiçek işinden anlamam, en güzel nasıl oluyorsa öyle olsun dedi. Evine geldiğinde sevinçle annesini kucakladı. Havalara zıplattı annesini.Annesi
Dur be oğlum ne yaptığını sanıyorsun sen. Beni sakat etmeye mi karar verdin yoksa. Hayrola nedir bu sevincin, söyle de ben de bileyim.
Müjde anneciğim müjde. Artık senin de bir gelinin olacak. Yarın akşama Ayten’i istemeye gideceğiz.
Beni oradan oraya zıplatacağına, şunu hemen söylesen de, ben de seninle beraber sevinsem olmaz mı. Ertesi günün akşamını iple çektiler ana oğul.
Ah ah diyordu annesi. Rahmetli baban sağ olsaydı da o da görebilseydi senin mutluluğunu.
Amcasına telefonla haber saldılar. Yarın akşam Ayhan’a kız istemeye gideceğiz. Amca baba yarısıdır, kızı onun istemesi daha uygun olur. Ailece gelmenizi bekliyoruz, erken gelin yemeği bizde yedikten sonra gideriz kızı istemeye dediler.
***
Kız evinin kapısını çaldıklarında Ayhan’ın kalbi duracak gibiydi.Amcasının kızı Ayhan’ın ne denli heyecanlı olduğunun farkındaydı. Kulağına eğildi,
Amcaoğlu bu kadar heyecanlanmana gerek yok, Nasıl olsa mercimeği fırına vermişsiniz. Burdan ötesi sadece formalite.
Ne heyecanı be Nalan, sana öyle geliyor
Hadi hadi yalan söyleme, kalbinin kütleyişini buradan duyuyorum. Kapının açılması yıl gibi geldi Ayhan’a. Sanki kapı hiç açılmayacaktı. Kapı açılıp içeriye buyur edildiklerinde derin bir nefes aldı. Kız tarafı çok içten karşıladılar konuklarını. Kısa bir tanışma faslından sonra, iki tarafta kırk yıllık dostmuşlar gibi koyu bir sohbete koyuldular. Ayten’in babası işaret etti kızına git kahveleri yap diye. Ayten kahveleri hazırlamak için mutfağa giderken amca kızı da takıldı peşine. Beraberce hazırladılar kahveleri. Çok çabuk ısınmışlardı biribirlerine. Mutfakta kahveler hazırlanırken Ayhan’ın amcası geleneksel sözlerle geliş nedenini açıkladıktan sonra
Kızınızı kuzenime istiyoruz dedi.
Kısmetse olur dedi Ayten’in babası. Hele bir kızımızla ve hısım akrabamızla da konuşalım. En kısa zamanda gereken yanıtı veririz. Kahveler içildikten sonra sohbet yine koyulaştı. Bir süre sonra konutlar gitmek için izin istediklerinde, ev sahipleri itiraz ettiler.
Durun bakalım, daha vakit erken. Gelmesi sizden, gitmeniz ise bizim iznimize bağlı. Hele bir de tatlılarımızı yiyelim. Ne demişler tatlı ye tatlı konuş. Tatlılarımızı yiyelim ki bu iş tatlı sonuçlansın. Hadi kızlar getirin bakalım tatlıları dedi Ayten ile alan’a. Nalan da bizim kızımız sayılır. Beraber hazırlasınlar tatlıları. Tatlılar yenildikten sonra izin isteği yenilendi. Esenlikler dileğiyle uğurlandı konuklar.
***
Söz, nişan nikah ve düğün üç aya sığdırıldı. Düğün gecesinde aileler en az damat ve gelin kadar mutlu bir gece yaşadılar. Damatla gelinin biribirlerine sıkıca sarılıp dansetmeleri görülmeye değerdi. Düğün bitiminde evlerine geldiler. Damadın annesi yeni evlileri rahatsız etmemek için kayınbiraderinin evine misafir oldu. Geceyi çılgınlar gibi sevişerek geçirdiler. Sabah ilk Ayhan uyandı. Günün bir hayli ilerlediğini farkettiğinde hemen eşini uyandırmak istedi. Ayten gecenin yorgunluğuyla çok zor uyandı. Gözlerini aralıyarak
Ne olur sevgilim, çok yorgunum, bırak ta biraz daha uyuyayım.
Seni uyandırmak istemezdim sevgilim. Biliyorsun balayımız için Bodruma gideceğiz. Ancak hazırlanırız. Uykusuzluğun acısını Bodrum’da çıkarırsın. Zaten orada hayat gece başlar. Gece yarısına kadar bol bol uyuruz. Çok isteksiz çıktı yatağından. Eşi kalkar kalkmaz hazırlamıştı kahvaltılığı. Yüzünü yıkayınca biraz atabilmişti üzerindeki mahmurluğu. Beraberce kahvaltıya oturdular. Karınlarını doyurduktan sonra valizlerini hazırlamaya başladılar.
Fazla giyecek alma diye uyardı Ayhan
Neden almıyacakmışım?
Nedeni van mı karıcığım, gittiğimiz yerlerde beğeneceğin tüm giysileri alırsın. Balayımızın anılarını yaşatırız alacağımız giysilerle.
Tamam anlaşıldı dedi Ayten. Beni ilk günümüzde şımartmaya başladın sevgilim. Valizleri arabalarının bagajına yerleştirip çıktılar yola. Bafa gölünün kıyısındaki göl gazinosunda mola verdiler. Nefis bir balık ziyafeti çektiler kendilerine. El ele tutuşarak göl kenarında gezdiler uzun uzun Arabalarına binerken.
Çok çok mutluyum dedi Ayten
Ya ben sevgilim, mutluluğumdan uçacağım neredeyse. Zeytin ağaçlarının arasında kıvrıla kıvrıla uzayan yola hayran kalmıştı Ayten.
Sevgilim, gördüklerim gerçek mi, yoksa rüya mı görüyorum. Eğer gördüklerim rüya değilse çimdikle beni ne olursun.
Hele bir Bodrum’a varalım. Seni Karaada’yada götüreceğim sevgilim. Oradan ver eline Fethiye’nin Ölüdeniz’ine ve oradan da Datça’ya. Sana bir aylık balayı yaşatmıyacağım sevgilim. Balayımız ömür boyu sürecek. Ayten kolunu eşinin omuzuna attı. Eyilip öpmek istedi eşini. Ayhan
Dur yapma, yolun çok dar olduğunu görmüyor musun, kaza yaptıracaksın bana. Sözlerini tam bitirmişken karşılarından gelen kamyonu gördü. Direksiyonu kırmakta geç kalmıştı. Korkunç bir patlama oldu. Araba taklalar atarak göle doğru uçtu. Yol trafiğe kapanmıştı. Durmak zorunda kalanlar kamyonun yanına gittiklerinde ağır yaralı kamyon şoförüyle karşılaştılar. Kamyon şoförü acılar içinde kıvranırken
Beni bırakın, aşağıdakilere bakın diye inledi. Genç olanlar arabanın bulunduğu yere koştular. Önce Ayten’i aldılar arabanın içinden. Bu ölmüş dedi birileri. Ayhan yaşıyordu. Güçlükle çıkardılar arabanın içerisinden. Koltukla direksiyonun arasına çok kötü sıkışmıştı. Dört kişi kolarandan ve bacaklarından tutarak çıkardılar yukarıya. Tam o sırada polisler ve ardından ambulans geldi. Geride kalanlar kadının cesedini taşıdılar yukarıya.
Vah vah diyordu yaşlılar. Ne kadar da gençmiş zavallılar. Ambulansa koydular Ayhan’ı. Kadını da koyalım ambulansa dedi ekip amiri. Yolculardan biri
Amirim ambulans bir an önce gitsin , kadın için oyalanılmasın. Nasıl olsa o ölmüş dedi.
Emin misin diye sordu ekip amiri
Eminim efendim ben doktorum. Erkeğin durumu çok ağır. Ekip amiri git diye işaret etti ambulans şoförüne. Kadının ölüsünü morga götürmek için bir gönüllü çıktı.
Amirim benim arabam boş, ben götürürüm onu hastaneye. Kadın arabanın arka koltuğuna yatırıldı. Ekip amiri beraber görevli oldukları polisin birine
Sen de bin arabaya. Genç arkadaşımızı zora koşmasınlar. Hemen haraket ettiler Milas’ doğru. Ambulanstan az sonra onlarda vardılar hastaneye. Sedyeye aldılar kadını. Görevli doktor kısa bir muayeneden sonra
Evet bu ölmüş, yazık çok ta gençmiş dedi. Morga gönderdiler kadını. Ayhan hemen alınmıştı ameliyathaneye. Kanayan yaralara gerekli dikişler atılıp tamponlandıktan sonra tekrar ambulansa alınıp Ege Üniversitesi hastanesine götürülmek üzere yola çıkıldı.
Kara haber tez duyulur. Hemen duyuldu yeni evlilerin başına gelenler. Ayten’in babası bir araba kiralayarak Milasa hareket etti. Yol sanki hiç bitmeyecekti. Halen bir umut taşıyordu içinde,
Belki ölmemiştir kızım, komaya girmiş olabilir, bu nedenle ölmüş olduğunu zannedebilirler diyordu kendi kendine. Hastaneye vardığında ilk rastladığı görevlinin boynuna sarıldı
Ne olur söyleyin bana kızım, kızım yaşıyor mu diye inledi. Görevli
Kazada ölen o genç kadını mı soruyorsun dedi.
Kızım, kızım benim gerçekten öldü mü.
Metin ol amca, kader bu, ölenle ölünmez
Ne olur yalvarırım size kızımı gösterin bana
Gel dedi görevli: Morgun kapısını açarak, kızın bu mu diye sordu. Sedyede yatan kızıydı. Dizlerinin bağı çözüldü. Gözlerinin önünde karaltılar uçuyordu. Yere yığıldı. Bayılmıştı. Hemen onu da acil servise kaldırdılar. Doktorlar ayılması için gerekeni yaptılar.Ayıldığında kendini yere atmak istedi, zor tuttular. Sakinleştirici iğne yaptılar yaşlı adama. Yaşlı adam kendine geldikten sonra götürüp hasta odasına yatırdılar. Sabah cenaze teslim işlemleri yapıldıktan sonra özel bir ambulans çağırdılar. Kadını içine yatırdıkları tabutu ambulansa koydular. Yaşlı adam kızının yanında kalmak istedi.
Olmaz dediler, bizim yanımızda oturacaksın. Israrı yarar sağlamadı. Çaresiz ön tarafa oturdu. Evine vardıklarında sokak ana baba günüydü. Cenazenin getirileceğini öğrenenler toplanmışlardı evinin önüne. Kalabalık ambulansın etrafını sardı. Açılan kapıdan tabuta eller uzandı. Dışarıya çektiler tabutu. Daha önce hazırlanan salacağın üzerine koydular. Ayten’in annesi kapandı tabutun üstüne
Kızımı, kızımı gösterin bana diye feryat etti.
Tabut çivili açamayız onu dediler. Delikanlının biri
Bir dakika diyerek koşarak uzaklaştı. Az sonra elinde tuttuğu kocaman bir tornavida ile geri döndü.Tornavidanın ucunu tabutla kapak arasına soktu, aşağı doğru bastırdı. Gıcırdayarak aralandı tabutun kapağı. Biraz daha yüklendi tornavidaya. El girecek kadar aralanınca güçlü elleriyle asıldı kapağı. Sinir bozucu bir gıcırtıyla açıldı kapak. Anne titreyen elleriyle açtı kızının yüzünü. Öptü, öptü kızının soğuk yüzünü. Acısına daha fazla dayanamadı. Bayılararak yere yığıldı.
Açılın, açılın diye bağırdılar. Kadınlar koştular talihsiz anneye yardım için. Sürükleyerek götürdüler kadını evine.
Kolonya, kolonya getirin diye bağırdı yaşlılar. Getirilen kolonyayla alnını, bileklerini ovdular, ta ki ayılıncaya kadar. Kadın ayıldığında
Beni kızımın odasına getirin diye inledi. Odasına götürdüler. Kızının yatağına yatırılmasını istedi. Yatağa yatırıldığında göz yaşları sel gibi olmuştu gözlerinde.
***
Cenaze görülmemiş bir kalabalıkla götürüldü Camiye Öğle namazının ardından kılınan cenaze namazından sonra cenaze arabasına konularak mezarlığa doğru hareket edildi. Cenaze arabasının ardından mezarlıktaki törene katılmak üzere yüzlerce araba katıldı konvoya. Cenaze mezara konulduktan sonra, üstüne örtülen toprağı gözyaşlarıyla suladı törene katılanlar. Tören süresince gözlerden akan yaşlar hiç dinmedi.
***
Ayhan kaldırıldığı üniversite hastanesinde uzun bir süre komada kaldı. Kendine geldiğinde, ilk sözü karım nerede, o yaşıyor mu diye sormak oldu.
Yaşıyor diye yanıtladılar. Zira doktorlar öyle söylemelerini istemişlerdi hemşirelerden. Aylar sürdü tedavisi. Artık kendi başına kalkıp yürüyebiliyordu. Annesine her ziyaretine gelişinde eşini soruyordu. Neden gelmedi diye
Gelecek, gelecek ama, henüz iyileşmedi diyordu her defasında annesi.
***
Ayhan tedavisi sona erdiğinde taburcu edildi. Annesi kiraladığı bir taksiyle evine götürdü oğlunu. Eve girdiklerinde eşini aradı gözleri. Eşini göremeyince
Anne Ayten nerede, niye karşılamadı bizi diye sordu.
Nasıl karşılasın be oğlum, o halen hastanede yatıyor. Hele sen tamamen iyileş, beraber gidip ziyaret edeceğiz onu. Korkunç gerçeği sezer gibiydi
Anne ne olur bana doğruyu söyle diye yalvardı. Doğru mu karımın yaşadığı.
Sana neden yalan söyleyeyim be oğlum. İnan bana karın yaşıyor. Gözyaşlarını gizlemek için sana yiyecek bir şeyler hazırlayayım diyerek ayrıldı oğlunun yanından. Mutfağa girdiğinde göz yaşları sel olmuştu. Ben nasıl söyleyeceğim gerçeği diye inledi. Titreyen ellerle yiyecek hazırladı oğluna. Hazırladıklarını yemek masasına koyup oğlunun yanına gitti.
Hadi oğlum yemeğimizi yiyelim dedi.
Anne benim canım yemek istemiyor. Ben önce eşimi görmek istiyorum.
Oğlum, eşin tam iyileşmediği için kimseyle görüştürmüyorlar. Ben de özledim onu. Ne yazık ki benim bile görmeme izin vermiyorlar. Dedim ya sana, hele sen iyileş, o zamana kadar Ayten de iyileşir inşallah, gider beraberce ziyaret ederiz onu. Yemeğini yerken eşinin yokluğu bir kabus gibi çöktü üstüne, lokmalar boğazından geçmez olmuştu. Yaslı anne gelen ziyaretçilerine
Ne olur eşini kaybettiğimizi söylemeyin oğluma diye sıkı sıkı tembihliyordu.
***
Genç olması hızla iyileşmesini sağlıyordu. Artık sokağa çıkabilecek kadar güç kazanmıştı. Akşam üstü annesine,
Anne ben biraz dolaşıp geleceğim dediğinde annesi
Geç oldu be oğlum, ne yapacaksın bu saatte sokağa çıkıp ta dedi. Dinlemedi annesini. Ağır adımlarla iş yerinin bulunduğu caddeye doğru ilerledi. Rastladığı herkes ona geçmiş olsun dileklerini iletiyordu. Berber Nedim’in dükkanının önünden geçerken, berber Nedim elinde makasıyla koşup geldi yanına.
Gçmiş olsun Ayhancım, seni iyi görmek çok sevindirdi beni. Hele gel bakalım Nedim ağabeyinin dükkanına. Hem çay içeriz, hem hasret gideririz dedi. Dükkana girerken çay ocağına üç çay diye işaret etti. Çaylar geldiğinde, çaycıya birini de müşteriye ver dedi. Çayları içerlerken
Senin kurtulmana ne kadar sevindiysek, eşini kaybetmene de okadar üzüldük dedi berber.
Nedim ağabey senin yanlışın var, karım yaşıyor benim. Öldüğünü de nereden çıkardın.
Nasıl olur cenazesine bile gittim ben onun. Ayhan karısının öldüğünü sezinliyordu. Gerçeğin acı yüzü bir tokat gibi indi yüzüne. Elleri titredi. Çay üstüne döküldü. Canının yanmasına aldırmadı bile. Ağlayarak terketti berber dükkanını. Müşteri
Nettin böyle sen be Nedim usta. Karısının öldüğünü gizliyorlardı. Yıktın adamı dedi. Nedim usta kırdığı pota çok üzülmüştü.
***
Ayhan gücünün yettiğince evine doğru hızla yürüdü. Eve girdiğinde annesinin boynuna sarıldı
Anne neden, neden gizledin benden karımın öldüğünü. Bu acı haberi senden öğrenseydim bu denli yıkılmazdım. Uzun süre sarılı kaldılar biribirlerine. İkisininde gözlerinden akan yaş sel gibiydi. Annesi yavaş bir sesle, kimsenin duymasını istemezcesine anlattı bildiklerini oğluna.
***
Geçmişini yaşadığı o direğin dibinde, önünde duran polis arabasını farketmedi bile. Ekip amiri gidin bakın kim bu adam. Deli mi ne . Ne işi var bu yağmurun altında dedi. Polislerden birinin gözü oldukça keskindi
Amirim bu adam şu trafik kazasında yaralanıp komada günlerce kalan inşaat mühendisi Ayhan bey ne arıyor burada acaba
Bana soracağına git ona sor. Genç polis hemen arabadan inip Ayhan beyin yanına gitti.
Ayhan bey ne arıyorsun burada, bak yağan yağmurdan çok kötü ıslanmışsın, hadi seni evine götürelim dedi. Ayhan itiraz etmeden bindi arabaya. Sorulanlara yanıt vermedi. Ekip amiri
Üstelemeyin dedi. Belliki şok geçiriyor. Evinin kapısı önünde indirdiler Ayhan’ı. Kapının ziline basarak annesine seslendiler
Gel oğlunu içeri al dediler. Annesi korkuyla baktı oğlunun yüzüne
Ne oldu oğlum sana, başına bir iş mi geldi. Neden bana haber vermedin çıkıp gittin dedi ve oğluna sarılarık beraberce eve girdiler. Sobanın yandığı odaya götürdü oğlunu. Temiz çamaşırlar getirip astı soba borusuna takılı askıya. Hadi bakalım hemen soyun diyerek çıktı dışarıya. Bir süre dışarıda bekledi oğlu ******p giyinsin diye. Dışarıdan seslendi annesi
Giyindin mi oğlum, girebilirmiyim içeriye
Gel anne dedi oğlu.
***
Sabah ateşler içinde yanar buldu oğlunu. Hemen doktoruna telefon etti gel oğlum hasta diye. Doktor muayene ettikten sonra
Ne olmuş bu delikanlıya çok fena üşütmüş. İnşallah zatürreye çevirmez dedi. Vurulan iğneler, verilen ilaçlar yarar sağlamadı. Yemiyordu, içmiyordu. Günlerce ateşler içinde yandı kavruldu. Kendisine bir şeyler yedirmek isteyen annesinin elini tuttu. Gözlerinin içi gülüyordu. Annesi sevinçle eğildi üstüne
Bak bak gülüyorsun iyileşiyorsun artık dedi Annesinin elini getirdi dudaklarına. Son kez öptü annesinin elini
Üşüyorum anne, çok üşüyorum. Isıt beni anne dedi. Üstüne kapandı oğlunun iyice.
Anne yüreği seni iyi ısıtır oğlum dedi. Oğlunun elinin soğuduğunu farketti. Korkuyla ayrıldı oğlunun üstünden. Korktuğu gelmişti başına. Oğlu ölmüştü. Tekrar kapandı oğlunun üzerine. Ağladı, ağladı
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #550
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Bulutla Yıldız
Bir zamanlar gökyüzünde birbirlerini
gerçekten çok seven bir bulutla yıldız vardı...
Bulut gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu
yıldızsa; en parlak, umudu en çok yansıtan yıldızıydı...

Gökyüzündeki her varlık onların sevgisini kıskanırdı...
Tatlı bir kıskançlıktı onlarınkisi... Ama biri vardı ki;
bulut ve yıldızın ayrılmalarını yürekten istiyordu...
Hem de yıldızın en yakın arkadaşı olmasına rağmen...

Bulut biraz saftı, kimseyi kıramazdı...
Yıldızsa bulutu için elinden gelen her şeyi yapabilir,
herkese meydan okuyabilirdi... Zaten onun için
bir bulutu bir de çok sevdiği dostu peri vardı...
Bir derdi olduğunda gider periye anlatırdı...
Nereden bilebilirdi ki, perinin bir gün bunların hepsini
yıldızla bulutun ayrılmalari için kullanacağını?

Bir gün nazar değdi bulutla yıldıza...
Hiç yoktan bir sebepten tartıştılar.
Bulut, çekti gitti, hatalı olmasına rağmen.
Yıldızsa "Nasılsa bulutum beni seviyor,
dönecektir." diye düşündü... Fakat hiç bir şey
beklendiği gibi gitmedi... Bulut dönmedi.
Kim bilir, belki de cesaret edemedi dönmeye.
Tek bir gerçek vardı ki:
O da; ikisinin de çok üzgün olduklarıydı...

Gökyüzündeki iyilik melekleri bile ağladılar
onların durumlarına ama ne fayda...

Ertesi gün yıldız olanları en yakın dostu periye anlattı...
Periyse göstermelik bir hüzne büründü...
Eline büyük bir fırsat geçmişti. Artık hayatı boyunca
kıskandığı kişiye karşı kozları vardı elinde.
O kişi, en yakın dostu yıldız olmasına rağmen
kullanacaktı kozlarını... Hem de büyük bir zevkle...

Bulutun yanına gitti ve yıldızın artık onu sevmediğini
söyledi. Bulutsa üzüldü, boynunu büktü ama elinden
hiç bir şey gelmeyeceğini düşündü...
Çünkü yıldız inatçıydı..
Bir kere olmaz dediyse, bir daha olur demezdi.
Peri de bulutun bu üzgün durumundan yararlanıp
ona olan sevgisini itiraf etti...
Bulut da kimseyi kıramadığı için perinin,
yıldızının yerine geçmesine izin verdi...

Yıldız, günlerce bulutunun dönmesini,
ondan af dilemesini bekledi... Ama bulut gelmedi.
Bir gün yıldız, bulutun yanına gidip,
konuşmaya karar verdi. Gece yola çıktı.

Bulut, dostu sandığı periyle birlikte ayda eleleydi...
Melekler dayanamayıp, tüm olan biteni anlattılar yıldıza...
Çok üzüldü ve çaresiz, döndü arkasını gitti...
Yavaş yavaş sönmeye başladı...

O günden sonra yıldız söndü, ışık veremez oldu..
Bulutsa artık ne o kadar pembe, ne de o kadar kadifeydi.

Yıldız, ilk zamanlar her şeyden vazgeçti, hayata küstü...
Ama kolay pes etmezdi.
Kısa bir süre sonra hayatıyla ilgili o önemli kararı verdi.

O güne kadar hiç görmediği güneşin yanına gidecekti
ve biraz daha ışık isteyecekti ondan. Çok geçmeden
daha önce hiç görmediği güneşin yanına gitti...
Ondan yansıtması için biraz daha ışık istedi...
Güneş ışık yerine sevgisini verdi yıldıza...

O gün bu gündür yıldız,
dünyaya güneşin sevgisini yansıtır....
Bulutsa; hep gözyaşlarını akıtır dünyaya...
Bir de yüreğinde kopan fırtınaları...

Benzer Konular

17 Şubat 2016 / Misafir Genel Mesajlar
16 Mayıs 2014 / NihLe Müslümanlık/İslamiyet
18 Temmuz 2016 / Daisy-BT Edebiyat
18 Aralık 2011 / ocean97 Genel Mesajlar