Arama

Medya Haber - Sayfa 6

Güncelleme: 13 Ekim 2017 Gösterim: 660.711 Cevap: 1.864
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Nisan 2006       Mesaj #51
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK TELEVİZYON TARİHİNİN UNUTULMAYAN ANLARI!
Televizyonlarda her gün yeni bir gaf yapılıyor... Ama bir de 'klasikler' var... İşte, günün gırgır 'haberi'... Bakalım siz hangilerini hatırlıyorsunuz.
Sponsorlu Bağlantılar

Melih GÖKÇEK'in konuk olduğu bir televizyon programında canlı yayına katılan bir hayat kadınının sözleri:

"Melih BEY iyi günler, biz, bizim kerhanede 100 tane ******, senin gibi bitane ****** çocuğu doğuramadık!!! " demesi.


Kahramanımız 'Seda SAYAN' yine bi sabah elleri belinde, programını sunuyor. O sırada bi canlı bağlantı olur ve...
Seda SAYAN:
- AAloooğğğ kiminle görüşüyoruz ?
- Ben Mustafa
- Naber lan Mustafa ?
- Nerden arıyosun bizi Mustafa ?
- Şişli'den.
- Ne iş yapıyon lan Mustafa?
- Belediye başkanıyım... (Mustafa SARIGÜL)



TÜRK TELEVİZYON TARİHİNİN UNUTULMAYAN ANLARI!


İsmet Badem bir basketbol maçında seyircilerin arasına çıkar ve bir kızla röportaja başlar.

Badem: sizin gibi güzel bayanları salonlarda görmekten çok mutlu oluyorum. Basketbola bu ilgi nereden?

Kız: ben Efes kızlarından biriyim zaten.

Badem: Aaa öyle mi çıplak değilsin ya tanıyamadım.

Bu diyalogdan sonra anlatım masasında olan Murat Murathanoğlu kopmuştur ve ekranları başında izleyen milyonların söylemek istediklerine tercüman olmuştur.


Murathanoğlu: Ya İsmet bi de sana bu iş için para veriyorlar değil mi?

Son düzenleyen GusinapsE; 25 Nisan 2006 18:26
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #52
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İran’a yapılacak askerî bir müdahalenin başarı şansının çok az olduğunu vurgulayan Coolsaet, muhtemel bir müdahalenin İran’ı daha milliyetçi hale getireceğini ve son tahlilde Batı’nın hazzetmediği Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ı da güçlendireceğini düşünüyor. Coolsaet’in konu ile ilgili sorularımıza verdiği çarpıcı cevaplar şöyle:
İran sorununu askerî müdahale çözer mi?
Sponsorlu Bağlantılar
Kısa vadede askerî bir müdahale ihtimali olduğunu düşünmüyorum. ABD ve İsrail kısa vadede askerî müdahalede bulunmak istiyor belki; ancak ABD zaten Afganistan ve Irak’ta büyük operasyonların içinde ve askerî kabiliyetlerinin sınırlarını zorluyor. Sınırlı bir askerî müdahaleyi bile yapmak birkaç sebepten teknik olarak zor. Bazı nükleer tesisler yeraltında, bunları tamamen yok etmeniz mümkün değil. Bu tesisler hakkında Amerikalılar da yeterli istihbarata sahip olmadıklarını biliyor. Irak’taki istihbarat felaketinden sonra Amerikalılar yoğurdu daha da üfleyerek yiyecektir. En önemlisi de sınırlı bir askerî harekâtın bile özellikle ABD açısından çok büyük neticeleri olacaktır. ABD, askerî bir müdahalede bulunsa bile nükleer programı tamamen yok edemeyeceğini, sadece birkaç yıl geciktirebileceğini kavramış durumda. Askerî bir harekât daha çok Ahmedinejad’ın işine yarayacak ve aslında neden nükleer güce sahip olmak gerektiği konusunda kendi halkını rahatlıkla ikna edebilecektir. Yani askerî harekât İran’ın nükleer silah sahibi olma azmini kamçılayacaktır.
İsrailliler 1981’de Irak’taki Osirak nükleer santralına başarılı bir askerî harekât yapmıştı...
Aradaki büyük fark, Irak’ın sadece bir nükleer tesisi vardı ve yer üstündeydi. İran’da ise nükleer tesisler büyük bir coğrafyaya dağılmış durumda, bir kısmı da yeraltında inşa edilmiş. Dolayısıyla ABD, askerî harekât yapması durumunda hiçbir zaman İsraillilerin Irak’ta olduğu gibi nükleer programı % 100 tahrip edip etmeyeceğinden emin olamayacak. İsrail’in Irak’a yaptığını Amerikalıların İran’a yapması mümkün değil.
Gerilimi düşürmenin bir yolu var mı?
Sihirli bir formül yok. Askerî bir harekâtın başarılı olacağının hiçbir garantisi yok ve siyasi neticeleri hesaplanamıyor. Acilen yapılması gereken BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile Milletlerarası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) Genel Müdürü Muhammed El Baradey’in mesajlarına kulak verip gerilimi düşürmek. İran’ın nükleer silahlara 3 ila 15 yıl arasında sahip olacağı tahminleri yapılıyor. Dolayısıyla öncelikle gerilimi düşürüp, meseleyi Batı’nın elinden kurtarmalıyız. Bununla şunu kastediyorum, şu ana kadar baskı ABD ve Avrupa Birliği’nden (AB) geliyor, Ahmedinejad da bunu Batı’nın İslam âlemine yeni bir müdahalesi olarak sunuyor. Bir an evvel tartışmayı BM ve IAEA’in eline verip, meseleyi bu iki örgüt üzerinden çözmeye çalışmalıyız. Meseleyi Batı’dan arındırabilirsek İran’a imzaladığı anlaşmalara sadık kalması için baskılar daha rahat yapılabilir.
İslam ülkeleri bir rol oynayabilir mi?
Tek taraflı değil; ama Annan’ın çizgisi takip edilirse faydalı olabilir. Yani İran’ın komşuları mesela, gayrimüslim olanlar bile, Baradey’in onayı ile İran’a bir heyet gönderebilir. Türkiye böyle bir girişime öncülük edebilir. Bir diğeri İslam Konferansı Teşkilatı (İKT), Annan ve El Baradey ile işbirliği içinde acilen toplanabilir. Ülkenin dinî lideri Hamaney’in Ağustos 2005’te nükleer silahların kullanılmasını yasaklayan fetvası gündeme getirilebilir. Türkiye, İran için böyle bir girişim başlatmak istiyor. Ancak Amerikalılar pek de nazik olmayan bir üslupla böyle bir şey istemediklerini açıkladı. Bu konuda en son söz söylemesi gereken ülke ABD’dir. Kendisinin yaptıklarını başka ülkelere “aman yapmayın” demesi için hiçbir meşru mülahazası olamaz. Türkiye’nin milli menfaatleri için yapması gerekenlere kim ‘dur’ diyebilir ki...
El Baradey’i, Irak Savaşı öncesi H ans Blix’e benzetiyor musunuz?
Hayır! Fakat ne demek istediğinizi anlıyorum. İki durum sanıyorum birbirinden çok farklı. Irak bunalımında ABD, milletlerarası hukuk ve milletlerarası kurumların dışında çalıştı. Şu an ise ABD uluslararası kurumları kullanmak istiyor, böyle bir irade Irak tartışmasında kesinlikle yoktu. Bir de tabii İran’ın nükleer silahlara kavuşması durumunda Türkiye, Suudi Arabistan ve Irak gibi ülkeler rahatsız olacaklardır. Eğer İran nükleer bir güç olursa mezkûr ülkelerin tehdit hissetmesi en tabii haklarıdır.
Müslümanlar, İsrail nükleere sahipken, bölgedeki bir başka ülkenin neden aynı şeyi yapamayacağını sorguluyor.
Bakın Pakistan bir nükleer güç ve nükleer silah programı için Hollandalılardan yardım aldı. Ben Batı’nın 11 Eylül’den sonra Müslümanlara yönelik bir savaş başlattığı kanaatinde değilim. Sanıyorum burada doğru soru, ‘Dünyadaki güçler dengesinde kuvvetsiz görünen ülkeler neden kuvvetlilerin sahip olduğu imtiyazlara kavuşamıyor?’ olmalı. Arap komşularının Ahmedinejad’dan pek hazzettiklerini sanmıyorum; ancak o, güçsüzlerin güçlülere baş kaldırdığı mesajı veriyor. İşte tam da bu yüzden konunun Batı’nın elinden kurtarılması gerektiğini düşünüyorum. O zaman İran neden nükleer silah üretmemeli: a- Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’nı (NPT) imzaladığı için, b- İran dahil herkes için tehlikeli olduğu için.
Sadece bir anlaşmayı imzalamak, bu konuda yeterli bir caydırıcı unsur mu?
Hukukî açıdan evet! Hindistan, Pakistan ve İsrail, üçü de NPT’yi imzalamadı. Dolayısıyla nükleer silah üretirken milletlerarası yükümlülüklerinin tersine bir şey yapmadılar. Tabii asıl sıkıntı eğer İran da Kuzey Kore gibi NPT’den imzasını geri çekmek isterse ortaya çıkacak. 6 ay önce haber verip, ‘ben artık bu işte yokum’ diyebilirsiniz. ABD’nin 2002’de Anti-Balistik Füze Antlaşması (ABM)’ndan tek taraflı olarak çekilmesi tam da böyle bir durumdur.
Ama Pakistan nükleer silah ürettiğinde birçok ambargo ile karşılaştı. İsrail söz konusu olduğunda bırakın ambargoyu, silahların mevcudiyeti bile konuşulmuyor. ABD Hindistan’a tavır koyacağına, nükleer kulübe davet ediyor.
Evet Batı çifte standartlara sahipmiş gibi algılanıyor. Çoğu zaman algı hakikatin kendisinden daha önemli hale geliyor. Arada şöyle bir fark var. İsrail nükleer programına 1960’larda başladığında öncelikle nükleer silahlara karşı bu kadar sert tepkiler verilmiyordu, bir de tabii İsrail’in Batı’daki imajı çok olumluydu. Hindistan ile Pakistan bu işe soyunduğunda dünyada nükleer silahlara karşı tepki artmıştı. Ama algılamayı anlıyorum, bu yüzden meselenin hızla Batı’nın elinden alınması gerektiğini söylüyorum.
Hadi İsrail’in nükleer silahlarına bir şey denmiyor; ama nükleer tesislerinin incelenmesi için de bir iki cılız ses dışında hiçbir şey duyulmuyor.
ABD’nin Hindistan’a yaklaşımı tartışılıyor. Bazı ülkeler teftiş edilirken, bazıları edilmiyor, bu yüzden çifte standart algılamasını anlayabiliyorum. Bush’un Hindistan ile yaptığı anlaşma şu an Kongre’de onay bekliyor. Bazıları ‘Bu anlaşmayı onaylarsak İran’a nükleer silahlara kavuşması için çok güçlü bir argüman vermiş olacağız.’ diyor.
Seymour Hersh geçenlerde ABD’nin İran’a karşı nükleer silah kullanmayı ‘tarttığını’ yazdı.
Nükleer bir saldırı imkânsızdır. Böyle bir şey olursa, ABD bütün ahlakî üstünlüğünü kaybedecektir, ABD çağının sonu olacaktır. Amerikan halkı bile böyle bir durumda çok büyük tepki verecektir. Oval Ofis’te birileri bunu bir seçenek olarak takdim etmiş olabilir; ama galip ihtimalle şöyle bir tepki almıştır, “manyak mısın sen?” Nükleer silah kullanan bir başkanın azledileceği kanaatindeyim.
İsrail askerî bir harekât yapabilir mi?
İsraillilerin bunu yapabilecek güçleri olduğunu sanmıyorum. Bunu ne yapacak araçları ne de istihbaratları var. Dünyadaki en büyük silahlı güç bile bu operasyonun başarısından emin olamaz. Amerikalıların böyle bir saldırıda İsraillilere yardım edeceğini de düşünüyorum.
İranlılar hakikaten söyledikleri gibi sadece nükleer enerji peşinde olamazlar mı? Teknik olarak mümkün. Ama böyle bir programı neden 20 yıl sakladılar, IAEA’nın sorularına neden ısrarla cevap vermiyorlar? NPT’yi imzalamış olmalarına rağmen neden müfettişlere izin vermiyorlar? Kafaları karıştıran bir sürü soru var.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #53
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Terörün çözümü topyekün mücadele’Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, Terörle Mücadele Yasası’nda yapılacak değişiklikle Ceza Kanunu’ndaki eksikliklerin tamamlanacağını söyledi. Ancak, Çalışkan terörün sadece yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğini vurguladı.

ANKARA - Yeni Terörle Mücadele Yasa tasarısına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Çalışkan, yapılan düzenleme ile ceza kanunundaki eksikliklerin giderildiğini söyledi.


“Yasanın çıkması ile terörün biteceği kimsenin aklına gelmesin” diye konuşan Çalışkan, “Bu topyekûn bir mücadeledir, herkesin üzerine düşen görevi yapması ile sorun çözülür” dedi.

Örgütlü suçlar ile terör suçlarında gözaltı süresinin daha uzun olması gerektiğine dikkat çeken Çalışkan, bunun ancak Anayasa’nın değişmesi ile söz konusu olacağını vurguladı.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Nisan 2006       Mesaj #54
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki şiddetin sürmesi ve partilerin tamamının problemin çözümü konusunda istekli görünmeyişi şeklindeki çarpıcı gerçek Avrupa’daki politik yelpazenin her iki ucundaki siyasetçilerin sabırlarını taşıracak hale getirmiştir.

Provokasyonların ve şiddetin sona erdirilmesiyle ancak kısırdöngü kırılarak Güneydoğu Anadolu’nun gelişmesine yönelik gerçekçi bir program uygulanabilir ve Kürtlerin kültürel ve siyasi haklarının tam olarak verilmesi sağlanabilir. Şiddetin sürmesi bu hedefin ulaşılamaz bir halde kalmasına yol açmakla kalmayıp aynı zamanda Kürtlerin AB içindeki desteklerini de kaybetmesine sebep olacaktır.
Geçtiğimiz haftalarda, Güneydoğu’daki Türk güvenlik güçlerine muhalif olanların yol açtığı kargaşada ve İstanbul’daki terörist saldırılarda en azından 15 kişi hayatını kaybetti. Polis birliklerinin Diyarbakır ve Kızıltepe’de gereğinden fazla güç kullanması şiddetli bir şekilde kınanmalıdır. Göstericileri dağıtmak için otomatik silahların kullanılması mazur görülemez ve açık bir şekilde uluslararası hukuka aykırıdır. Türk hükümeti olayları soruşturmalı ve savcılar sorumlu olan görevliler hakkında yasal işlem başlatmalıdırlar.
Kalıcı bir barış için yol haritası
Aynı zamanda liderleri tarafından kasıtlı olarak patlama ve kargaşa şeklinde şiddete yol açan PKK’nın provokasyonları da şiddetli bir şekilde kınanmalıdır. İstanbul’da belediyeye ait üç otobüsün yakılması şeklindeki saldırılar herhangi bir kayıp verilmeden atlatıldıktan sonra dördüncü bir otobüse yapılan saldırıda iki genç kadın hayatını kaybetti. Şehirlerde makul bir hayat kurma veya köylerine dönme arzusunda olan Kürtlerin çoğunluğu, çatışmayı tırmandırmaya çalışan PKK’nın “askeî” kanadı içindeki menfaatperest liderlerin tutsağı olmamalıdır.
Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki problemlerin çözümü için zaman geçmektedir, bu problemler içinde şüphesiz en acili bölgenin sosyo-ekonomik açıdan azgelişmiş durumda oluşudur. Türk hükümetinin, halen Kürt işgücünün yarıdan fazlasını etkileyen işsizliği ciddi bir şekilde azaltmaya yönelik kapsamlı ve her yere ulaşan bir yardım ve kalkınma programı olmaksızın Kürtlerle kalıcı bir şekilde uzlaşmanın sağlanamayacağını anlaması gerekir.
Gerçek bir ilerleme kaydedilmesi gereken ikinci bir alan kültürel haklardır. Mevcut hükümetin Kürtçenin de dahil olduğu Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılmasına ve bunların öğretilmesine imkan veren bir ilerleme kaydettiği bir gerçektir. Fakat son derece çekingen bir şekilde atılan bu adımlar sadece bir başlangıçtan ibarettir: Televizyon kanallarına ancak günde 45 dakika ve haftada toplam dört saat süreyle ve Türkçe altyazılı olarak Kürtçe yayın imkanı verilmiştir. Kürtlere kültürel hakların verilmesi süreci ciddi anlamda hızlandırılmalıdır.
Dahası, seçim sisteminin ıslah edilmesi de hayati öneme sahiptir. En uygun seçenek, seçim barajının %10’dan %5’e çekilmesi olacaktır. Kısa vadede bu mümkün olmazsa Millet Meclisi’nde 100 sandalyenin nisbi temsile imkan tanıyacak şekilde ayrılması da iyi bir fikir olacaktır. Bu, Kürtlerin Türk siyasi hayatında yer almalarına ve seslerini duyurmalarına imkân verecek ve Kürtlerin büyük bir çoğunluğunun Kürt kimlikleri tanınacak olursa ve tanındığı zaman Türk vatandaşlığına bağlı kalmak istediğini de ortaya çıkaracaktır.
Fakat PKK tavrını değiştirmezse bölgenin ekonomik açıdan gelişmesi ve kültürel hakların verilmesi için gösterilecek çabalar da boşa gidecektir. PKK yönetimi görünüşte İspanya’daki terörist örgüt ETA’nın yakın zamanda uyguladığı tek taraflı ateşkesten yanlış dersler çıkarmaktadır: Birilerinin bir çözüm amacıyla müzakere için saygı gören bir taraf haline gelmesi, kavgayı yaygınlaştırmakla değil, aksine şiddetin her türlüsünü terk etmekle olur.
Kürtlerin çoğunun da artık farkına vardığı gibi, Türkiye ile AB arasındaki yakınlaşma onlar için müstesna bir şanstır ve nihayet ihtiyaç ve taleplerine uygun karşılıklar elde etme fırsatı sağlamaktadır. Bu nedenle, mevcut şartlar tatminkâr bir çözüm için uygundur. Türkiye Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamıştır ve Avrupa Türkiye’deki insan hakları ve kültürel haklar konusuna hiçbir zaman bugünkü kadar ilgi duymamıştır.
Diyarbakır’ın Kürt asıllı eski belediye başkan yardımcısı Dağıstan Toprak’ın da ifade ettiği gibi: “Şayet burada gerçek barışa ulaşmak istiyorsak, PKK’nın da kendisini dünyadaki yeni duruma uydurması gerekir. Türk devleti daha demokratik bir hal alıyor. PKK’nın da aynısını yapması gerekir. Silahlı mücadele fikrinden vazgeçmeli ve farklı düşünen Kürtlerle saygılı bir şekilde diyalog başlatılmalıdır. Aynı zamanda yönetimini de yenilemeye muhtaçtır. Bu organizasyon bir Soğuk Savaş mantığıyla şekillenmiştir. Değişime ihtiyaç duymaktadır.”
AB imtiyazını kimse unutmasın
Oldukça cesaret verici bir inisiyatif geçen yaz tanınmış Türk ve Kürt aydın, bilim adamı, sanatçı ve siyasetçilerden oluşan 150 kişilik bir grubun kamuoyuna yönelik olarak hazırladığı ve PKK ile Türk hükümetini Güneydoğu’daki silahlı çatışmaya bir son vermeye çağıran bildiriydi. Günümüz Avrupa’sının ve özellikle prensip olarak azınlık hakları ve insan haklarına saygı duyulması gibi konuların en güvenilir destekçileri olan güçlerin mantalitesine uygun gelen şey tam olarak bu tür inisiyatiflerdir. Erdoğan’ın Kürt meselesine demokratik bir çözüm bulunacağı şeklindeki demeçleri tam da bu beklentiyi karşılayan bir cevap olmuştur.
Aynı zamanda, Türk hükümetinin Güneydoğu vilayetlerinde kalıcı bir barışa ulaşabilmek için zorunlu olarak ilk önceliğin hukukun üstünlüğünü tesis etmek olduğunu kabul etmesi de son derece önemlidir. Dünyadaki etnik çatışmaların kaynağı ve temeline yönelik yakınlarda yapılan bir araştırmada, taraflar arasında güven tesis edilmesinin bir ön şartı olarak devletin güvenilir bir aktör olmasının vazgeçilmez bir zorunluluk olduğu vurgulanmaktadır: İç çatışmalara bir son verilmek istendiğinde, iyi yönetimin, sorumluluk anlayışına sahip bir demokrasinin ve normal siyasetin alternatifi yoktur.
Her iki tarafta da duyanlara cesaret veren söylemler mevcuttur. Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) eşbaşkanı Ahmet Türk, Kürtleri şiddetten uzak durmaya çağırmıştır: “Şiddet sadece daha fazla şiddete sebep olur.” Aynı zamanda, hem Başbakan Erdoğan hem de Dışişleri Bakanı Gül terörizmin yegane çözümünün daha fazla demokrasi olduğunu ifade etmişlerdir. İlgili bütün taraflar şiddet ve provokasyonları durdurmalıdır. Gösterilere katılması için çocuklarını gönderenler, kargaşaya engel olmaya çalışanlar ve onlara ateş açanların hepsi aynı madalyonun tehlikeli iki yüzüdür. Şahinler ve aşırılıkçılar zaten uzun zamandan beri bu ihtilafı tekellerine almışlardır. Şimdi ise artık, barışçı ve ortak bir çözüm bulunmasını isteyenlerin öne çıkmasının zamanıdır. Hakim olması ve kazanması gereken güçler bunlardır.
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
22 Nisan 2006       Mesaj #55
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Güneydoğu'da terörist avı sürüyor

Medya HaberGüneydoğu'daki birliklerdeki hareketlilik konusunda askeri çevrelerden ilk açıklama geldi. Bölgedeki birliklerin 'takviye' edildiğini açıklayan askeri çevreler, 'operasyonlar yoğun ve kararlı olarak sürecektir' dedi.

Aynı çevreler, bölgede ayrı bir karargah kurulmasının da söz konusu olmadığını ifade etti.

PKK terör örgütüne karşı başlatılan operasyonlar Şırnak, Hakkari, Siirt ve Tunceli çevresinde yoğunlaşmış durumda.

PKK militanlarının Türkiye topraklarına sızmalarına engel olmak için sınırdaki birlikler de geçiş noktalarında önlemler aldı. Bölgedeki birlikler malzeme olarak takviye edilirken, batıdaki komando tugayları da operasyon bölgesine kaydırıldı.

Yapılan değerlendirmeler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin son yılların en geniş kapsamlı operasyonlarını başlattığını gösteriyor. Operasyonların amacının, yeniden toparlanma çabası içinde olan PKK'ya güçlü bir darbe vurmak olduğunu belirtiliyor.

Askeri yığınak sınırda başlamıştı

Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak ve İran sınırında PKK'lı teröristlere karşı sıkı önlemler alarak, sınırlara askeri yığınak yapmaya başladı.

Kayseri'den gelen birlikler Hakkari'nin Yüksekova ve Şemdinli, Isparta'dan gelen birlikler Çukurca ilçesinde Bolu'dan gelen birlik ise Şırnak'ın sınır bölgelerine yerleştirildi.

Bölgede askeri hareketlilik sürürken, özellikle sınır bölgelerine tank, top ve askeri mühimmat sevkiyatı da sürüyor.

AİHM'den Türkiye aleyhine 4 karar


Medya HaberAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye aleyhine açılan 4 davayı karara bağladı.
Aydun Başlık, Esral Karagöz, Yaşathak Aslan, Fercan Kaya ve Nizamettin Doğan’ın yaptığı ortak başvuruyu değerlendiren mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlal edildiği görüşüne vardı.
Ancak AİHM, başvuruda bulunanların, belirlenen zamanda tazminat talebinde bulunmadıkları için Türkiye’nin para cezası ödemesine gerek görmedi.
Diğer 3 davada ise Ankara, 23 bin Euro tazminat ödemeye mahkum edildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #56
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türk medyasında yok yok. İyi yetişmiş entelektüeller, son model baskı makineleri, uydular, linkler... ‘Yağ var, un var, helva nerde?’ sorusunun cevabı bulunamıyor.

Çünkü her şey var, denge yok medyada. ‘Ya hep ya hiç’ mantığıyla yaklaşılıyor her meseleye ve bir türlü ölçü tutturulamıyor. Oysa medyanın kalitesi yayındaki kıvamından belli olur. Bu konuda sorumluluk taşıyorlar. “Ya olacak, ya ölecek” mantığıyla yaklaşılmaz olaylara. Her meselenin bütün seçenekleri hesaplanır, bilgiler, belgeler bir araya getirilir; ondan sonra duyarlı ve sorumlu yayıncılık, tutarlı ve mantıklı gazetecilik devreye girer. Şemdinli olayları ortaya çıktığı günden beri medya ölçüyü bir türlü tutturamadı. Daha ilk günden “2. Susurluk” başlığı atıldı; ancak Susurluk münasebetiyle ifade edilen hiçbir düşüncenin arkasında durulamadı. Hatırlanacağı gibi Susurluk olayı patlağında devrin siyasî iktidarı “fasa fiso” demiş ve ağır eleştiriler almıştı. Bugünkü hükümet “Ucu kime dokunursa dokunsun sonuna kadar gidilecek” dedi; umduğu basın desteğini bulamadı. Demek ki ya Susurluk için gösterilen tepkide ölçü tutturulamadı veya Şemdinli’de.
“Trafik suçuna idam cezası”
Bu arada iki ilginç olay daha yaşandı. Sauna çetesi diye anılan bir örgüt ortaya çıkarıldı. Ardından benzer bir örgüte Bursa’da rastlandı. Her ikisi de Şemdinli’ye benziyordu; yani örgüt üçlü sacayağı üzerinde duruyordu: Askerî bir yetkili (Jandarma komutanı, Özel Kuvvetler subayı vs.), Emniyet yetkilisi (eski Emniyet genel müdür vekili) ve PKK itirafçıları. Hal böyle olunca Şemdinli soruşturması daha bir önem kazanmış oldu; çünkü bu soruşturma benzer hadiseler için de bir ölçü olacaktı. Şemdinli’de suçüstü yakalanan kişiler vardı, televizyon görüntüleriyle sabit olan bir araç, aracın bagajında ağır silahlar ve bombalar bulunmuştu. Olayı soruşturmak için gelen devlet görevlilerine güpegündüz ateş edilmişti. Bugün herkes haklı olarak soruyor; “Van savcısı meslekten ihraç edilince Şemdinli olayı rafa kalkar mı?” Fatih Altaylı ve Haluk Şahin’in geçen hafta gündeme getirdiği bu soruyu kamuoyu da merak ediyor.
Hatırlanacağı üzere Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın hazırladığı iddianame ilginç bir şekilde basına sızınca ortalık karıştı. Savcıya karşı gösterilen öfke de, tepki de büyüktü. İddianamede Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın adı da geçiyordu. Büyükanıt Paşa bazı gazetelere hemen özel demeç verdi ve “Yargılanmaktan gurur duyarım.” dedi. Herkes Paşa kadar soğukkanlı duramadı galiba ve olay inanılmaz bir boyut kazandı. Savcı Sarıkaya’ya ağır eleştiriler yöneltildi. Hemen herkesin ortak kanaati iddianamede amacını aşan sözlerin sarf edilmiş olmasıydı. “Askere darbe” şeklinde yapılan yorumlar ise aşırı bir tepki olarak görüldü. Genel kanaat savcının uyarılması gerektiği şeklindeydi. Ne var ki hafta içinde sürpriz bir gelişme yaşandı ve beklenmedik bir karar çıktı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Savcı Sarıkaya’yı meslekten ihraç etme kararı aldı. Kararın ağır olduğu çok aşikar. Müfettiş raporları basına yansımıştı. Müfettişlerin talep ettiği ceza ile HSYK’nın verdiği ceza arasında korkunç bir uçurum var. Hukukî boyutlar çoktan aşılmış, HSYK âdeta meslektaşlarına gözdağı vermişti. Nerede kaldı yargı bağımsızlığı, nerede kaldı adalet mensuplarına tanınan güvence?..
Genç savcının hatasını herkes dile getiriyor. Buna rağmen cezanın ağır olduğunu da düşünüyor herkes. Meclis Komisyon üyeleri doğru söylüyor: “Trafik suçuna idam cezası verildi.” Kamuoyunda oluşan genel kanaat şudur: Savcıya bir ceza verilmesi makul olsa bile, bu ceza ölçüsüz ve dengesizdir. Yargı bağımsızlığını ayaklar altına aldığı gibi, bundan sonraki soruşturmalar konusunda yargıya gözdağı verilmiştir...
Ekşi: Böyle ne hukuk olur ne devlet
‘Medyada ölçü yok, denge yok’ derken böyle hassas konular için söylüyorum. Şemdinli olayları patladığında dengeli yayın yapamayan Türk basını, iddianamenin sızdırılması sonrasında da ölçüyü koruyamadı, kıvamı yakalayamadı. Öyle kışkırtıcı şeyler yazıldı, öyle tahrik edici şeyler söylendi ki HSYK’nın kurban adaması için sunaklar düzenlenmiş oldu. HSYK, verilebilecek en ağır cezayı seçti; ancak kamuoyu nezdinde Türk adalet sistemi çok ağır bir yara aldı. Sadece adalet değil, hükümet de, muhalefet de, askeriye de, bürokrasi de bu olaydan yara aldı maalesef. Belki en büyük hasar Türk medyasında. Zira, ölçüsüz tepkiler, rencide edici söylemler hadiseyi bu noktaya taşıdı. Belki farkında değildi medyamız; ancak neşredilenleri sıktığınızda karşınıza bir tek cümle çıkıyordu: “Sen kim oluyorsun da haddini aşarak bazı kişi ve kurumların gölgesine basıyorsun?” Böyle demek istemese bile böyle algılandı; en azından HSYK böyle algıladı ve emri yerine getirdi. Getirdi de ne oldu?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç, “Bu, vicdanları yaralayan, adalet duygusunu zayıflatan, maalesef bazı mercileri yıpratacak olan bir karardır.” dedi. Doğru söylüyor Meclis Başkanı. Bu karar, Türk hukuk tarihinde benzerleriyle kıyaslandığında şaşırtıcı; hatta üzücü bir dengesizliği ortaya çıkarıyor. Cumartesi günkü Radikal Gazetesi tartışmalara neden olan savcıları ve onların çıngar çıkaran iddialarını listelemiş. Savcı Yüksel’in “çeteciyi ziyaret”i, Talat Şalk’ın Başbakan Mesut Yılmaz’a ağır suçlamalar yöneltmesi, Ünal Canpolat’ın cinayet ve çetecilikten suçlanan kişileri serbest bırakmasından sonra oğlu ile çetelerin ortak olduğunun ortaya çıkması... O kadar çok ürpertici örnek var ki! Hiçbirinde HSYK bu kadar “ağır ceza” vermemiş. Onlarca hadise yan yana dizildiğinde HSYK’nın keyfî kararı sırıtıyor; o karar sırıttıkça “vicdan yaralaması” daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Zaten Arınç, çarpıcı örnek de veriyor. O günkü savcı Vural Savaş’ın Refah Partisi’nin kapatılması davasında kendisi ve arkadaşlarını “habis urlar” diye suçladığını hatırlatıyor, başvurularına “ne var bunda” cevabını aldığını söylüyor...
Oktay Ekşi, HSYK kararı açıklandığı günden beri feryat ediyor; “Yargı işte böyle etkilenir.” diyor ve ekliyor: “Hangi yargıç artık sadece yasanın ve kendi vicdanının dediğine göre karar verebilir? Kendimizi aldatmayalım... Böyle ne hukuk olur ne de devlet.” Açık bir gerçek var: HSYK, askerlere şirin görüneyim derken kantarın topuzunu kaçırdı ve maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri’ni de yıpratabilecek yeni bir yol açtı. Buyurun size gazete yorumlarından derlediğim birkaç alıntı:
Hasan Cemal (22 Nisan / Milliyet): “Asker bağırdı. Sistem hizaya geldi. Bakanlık düğmeye bastı. Kurul kararı çıktı. Savcı meslekten men edildi. Ve darbe önlenmiş oldu. Kime karşı? Askere karşı darbe! Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın HSYK tarafından meslekten ihraç kararı yargının bağımsızlaşması mı, yoksa askerileşmesi mi?..”
Ergun Babahan (Sabah / 21 Nisan): “Bu, Türkiye’de kendisini hukukun üstünde görenlerin elini güçlendirecek bir gelişme olmuştur. Korkarım ki bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.”
Taha Akyol (21 Nisan / Milliyet): “HSYK ‘meslekten’ ihraç cezası vermekle ölçüyü kaçırmıştır!.. Bu işi maalesef iyi yönetemedik. Genelkurmay haklı iken, lüzumsuz sertlikte bir bildiri yayınlayarak “adaleti etkileme” şüphesine yol açtı! Bakın gazeteler “domino taşı gibi” Genelkurmay’ın zikrettiği isimlerin birer birer görevden uzaklaştırıldığını yazıyor!”
Derya Sazak (21 Nisan / Milliyet): “Şemdinli davasında ise “meslekten atılacak” ölçüde kusurlu bulunan savcının olayda “çete” ararken, “çeteden beter” duruma düşürülmesi çok ağırdır.” Mehmet Altan (22 Nisan / Sabah): “Belli ki gözlerimizin önünde cereyan eden Şemdinli olayı da Susurluk gibi kapatılacak. Meslekten atılmaya çalışılan savcının iddianamesinde öne sürülenlerin üstü örtülecek. Bomba atanları oraya kim gönderdi? Ast-üst ilişkisinde bu kimin sorumluluğuna girer? Bu sorular cevaplanmayacak. Tüm bunlar “nasıl olsa unutulur”, “unutmazlarsa zorla unuttururuz” refleksine tabi kılınacak. Ama “ya savcı haklıysa” sorusu hep zihinlerde canlı kalacak...”
İsmet Berkan (22 Nisan / Radikal), Yavuz Donat (22 Nisan / Sabah) ve Ali Bayramoğlu da (22 Nisan / Yeni Şafak) köşelerinde alınan karar sonrası duydukları kaygıyı dile getirdiler. Mümtaz’er Hoca’nın bizdeki Müddeiumumi yazısı da bilgi ve hikmet yüklüydü. A.Turan Alkan da kendine has hoş üslubuyla meseleye başka bir derinlik kattı...
Halk vicdanında bırakılan şüphe Aslında buraya alıntı yapılacak çok yazı var. Hemen hepsinin ortak görüşü HSYK ağır bir ceza vererek hem Türk adaletini zor durumda bıraktı hem de Türk demokrasisini. Bunda herkesin payı var. İddianameye eleştiriler normal; ancak unutmamak gerekiyor ki eleştiri oklarıyla delik deşik edilmeye çalışılan iddianameyi mahkeme kabul etti. Hâl böyleyken bütün faturanın bir savcıya çıkarılması hoş bir manzara oluşturmadı ve daha kötüsü savcıyı yerden yere vuranlar bile bu mağduriyeti kabullenemedi. “Ne yapalım yani; asmayıp da beslese miydik!” tarzını çağrıştıran bir mantıkla “Ne yapalım yani; böyle bir adam savcı olmaya devam mı etmeliydi” şeklindeki yaklaşım da yanlıştır. Konu bir devlet görevlisinin düştüğü trajik hâl ile sınırlı değildir. Meselenin demokrasiyle, yargıyla, sivil-asker ilişkisiyle irtibatı vardır. O yüzden yargının geleceğini tek yönlü ipotek altına alacak bir tehlike söz konusudur. Ve maalesef bugün eleştirilen son durumu, biraz da medya hazırlamıştır. Kelle istercesine yapılan yayınlar, kelle ile sonuçlanınca “Bu kadar da değil yani!” türünden bir tepkiye neden olmuştur; çünkü çifte standardın kurşunî gölgesi Arınç’ın dediği gibi “vicdanları yaralamıştır...” Yani, aynı sonla bitmiştir film ve medya gayr-ı nizami şarja destek verircesine yayın yaptı. Şimdi kendi kendine şu soruyu bir kez daha yöneltmek zorunda kalmıştır: Neye yaradı şimdi? Halk vicdanında bu kadar şüphe uyandırıldıktan sonra böyle bir sor(g)unun da pek anlamı kalmasa gerek...
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
24 Nisan 2006       Mesaj #57
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
TBMM Başkanı Bülent Arınç dünkü 23 Nisan özel oturumda yine gündemi sarsacak yorumlar yaptı. Arınç "İlk Meclis’te kullanılan iç tüzük Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın tüzüğüdür ve 7 yıl yürürlükte kalmıştır. Bu aynı zamanda iki Meclis arasında bir bağın olduğunu ve millet iradesinin kesintiye uğramadığını göstermektedir" dedi.

TÜRKİYE Öğrenci Meclisi’nde geçici Başkanlığı Erzurum İmam Hatip Lisesi öğrencisi İbrahim Seyhan’a veren; İstanbul temsilcisi Fatih Çalışkan’ın YÖK kanununun değiştirilmesi için topladığı imzaları başkanlığa sunmasına göz yuman TBMM Başkanı Bülent Arınç, dün TBMM’deki 23 Nisan özel oturumunda "rejim tartışması" olarak değerlendirilebilecek yorumlarda bulundu.

Arınç konuşmasına "İlk Meclis’te kullanılan iç tüzük Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın tüzüğüdür ve 7 yıl yürürlükte kalmıştır. Bu aynı zamanda iki Meclis arasında bir bağın olduğunu ve millet iradesinin kesintiye uğramadığını göstermektedir" diye başladı. Arınç, tartışma yaratacak TBMM’deki konuşmasını şöyle sürdürdü:

REJİMİN SAHİBİ TARTIŞMASI

Türkiye’nin rejim sorunu yoktur. Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına 83 yıl önce karar vermiştir. Ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır.

ÖNCELİKLİ KURUMLAR

Bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta üstün olduğunu vehmetmektedir. Hatta bazı kurumlar, reform çalışmalarına karşı direnmişlerdir. Ne ilginçtir ki; işlevini yitirmiş, yıllardır sorun üreten bir kurumun kaldırılması, bu kurumdan ve elitist, anti-reformculardan gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirilememiştir.

YÖK ELEŞTİRİSİ

Halkın çoğunluğunun istediği bu değişikliğe karşın, yürütmenin azınlık anti-reformcuların talebini öncelemesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

REJİM DESTEĞİ

AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hala rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB’ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur.

KURUM SALTANATI

Bugün ülkede "kurumların saltanatı" hüküm sürmektedir. Bazı kurumların katılımcı demokrasi yerine kurumsal saltanatı Türkiye için uygun gördüklerini iddia etmek çok dayanıksız olmayacaktır

ŞEMDİNLİ GÖNDERMESİ

Bugün Meclisimiz, asıl görevi olan yasama ve denetim faaliyetlerini yaparken, diğer erklerden bir takım eleştiriler geldiğini görmekteyiz. Komisyon çalışmalarının yargı erkine bir müdahale olduğu iddiası, hukuk temelli bir eleştiri değildir.

LAİKLİK VE TÜRBAN

Laiklik ilkesine, Türkiye’de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaşanmıştır. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Devlet, dini inançların yaşamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaşam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bugün özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir Anayasa değişikliği artık zorunlu hale gelmiştir.

GİZLİ ANAYASA OLMAZ

Ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve "gizli anayasa" diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hazırlanılmasında, Meclisimiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. Demokratik bir ülkede "gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa" gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Nisan 2006       Mesaj #58
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İranlı seksi manken Elnaz ile Semra Kaynana canlı yayında neden kapıştı? Müge Anlı kamera arkasında yaşananları yazdı..Medya Haber elnaz59Bir süredir gazeteci Şenay Düdek ile Kanal D ekranlarında "Dobra Dobra" programını yapan Müge Anlı, kamera arkasında olan bitenleri derleyip okurlarına anlattı. İşte ilginç anekdotlar...

Kamera arkasında neler oluyor?
Müge Anlı yazıyor

Kamera arkasında, yani televizyon stüdyolarının ekrana yansımayan yüzünde çok daha renkli olaylar yaşanır aslmda. Stüdyoların ışıkları yanıp da stüdyo şefinin "yayındayız" sözü duyulunca ister istemez herkes kendine çeki düzen verir, sözlerine dikkat eder. Özellikle canlı yayınlarda gerginlik daha da artar. Kolay değil, telafisi olmayan dakikalar başlanıştır.

Canlı yayının gerginliği reklam aralarında yerini müthiş bir rahatlamaya bırakır ve sizlerin izleyemediği o reklam aralarında neler olur neler?

Sevgili meslektaşım Şenay Düdek ile hazırladığımız Dobra Dobra programı dolu dizgin devam ediyor. 4 haftadır her sabah bir çok şey yaşıyoruz. Bir kısmına ekran başında şahit oluyorsunuz. Ama öyle anlar var ki keşke sizler de yanımızda olsanız.

Aslında biz bazı reklam aralarını kaydediyoruz ve zamanı geldiğinde sizlerle paylaşacağız. Bu yüzden o anları şimdi anlatıp, büyüsünü bozmak istemiyorum. Ama bugün son bir hafta içinde Kanal D stüdyolarında yaşananlardan birkaç şeyi aktarmadan edemeyeceğim.

İzleyenleriniz bilir, Murat Taşdemir'in canlı yayında Banu Alkan'ı tokatlamasının ardından ikilinin ilişkisi yaklaşık iki haftadır Seda Sayan'ın programında ekrana geliyor. Taşdemir, "Banu gelinliğini giysin, gelsin elimi öpsün onu affederim" deyince program yapımcılan gelinlik siparişi vermekte gecikmedi. Gelinlik ertesi sabah hazırdı. Tamam dedim bugün Afrodit gelinlik de giyecek. Ama olmadı... Yayın sırasında gelinlik Banu Alkariın değil bir mankenin üzerindeydi. Banu Hanım'ın gelinlik giymeyişinin bilinçli bir tercih olduğunu sananlar yanıldı. Evet gelinliği giymemişti çünkü her daim 90-60-90 vücut ölçülerinde olduğunu söyleyen Banu Hanım için gelen gelinlik 40 bedendi. Afrodit makyaj odasında gelinliğin içine girmeye çalıştı ama imkan yoktu tabii... Neyse o günkü yayın cansız bir mankenle geçiştirildi. Bir ertesi gün gelinliğin yenisi geldi. Bu kez gelinlik 46 bedendi. Banu Hanım yine denedi ama maalesef 46 beden gelinlik de üzerine olmadı. Ve bu gelişmeler üzerine öğrendik ki Banu Hanım'ın beden ölçüsü meğer 48'miş. Artık bu beden hangi ölçülere denk geliyor siz hesaplayın.


***
Bir gece kulübünde kurşunlandıktan sonra evine kapanan Cengiz İmren suskunluğunu ilk kez Dobra Dobra'da bozacaktı. Dikişlerinin alındığı günün ertesi için sözleştik. Ulaştırmada görevli bir şoför Tarabya'daki evinden saat 07.00'de alacaktı İmren'i... Saat 08.00 oldu ortada yoklar, 09.00 oldu yayın başladı hala yoklar. Bu arada programımızın yapımcıları Reyhan ve Kübra telaş içinde şoföre telefon üzerine telefon açıyor. Meğer evin adresi bir türlü bulunamamış. Şoförümüz de bakmış yayın başladı başlayacak Tarabya'daki karakola gidip adresi sormuş. Sağolsunlar bir ekip otosu yardımcı olmuş, kapının önüne kadar götürmüş. Buraya kadar her şey normal görünüyor ama işin Cengiz İmren tarafına bakalım bir de... Sabahın bir vakti elinde koltuk değnekleri kapıda bekliyor. Gelen giden yok. Ve bir süre sonra kapısına bir polis otosu geliyor. İmren'i almış bir telaş. Canlı yayına gitmek için hazırlanırken 'bir problem mi oldu' diye düşünmeden edememiş tabii...Cengiz olayı anlatırken gülüyordu ama bir kaç yıldır yaşadıkları göz önüne alınırsa epey terlediği belliydi.

***
Kanal D stüdyolarına bir muhabir görevlendirsek başka haber aramaya gerek yok aslında. Ve iste yine programımızda başlayan bir başka polemiğin taraflarından Adnan Şenses konuğumuz. Şenses'le sohbetimiz yayın sonrasında da devam ediyor. Bu sırada kanala Yılmaz Morgül geliyor. Meğer Sibel Turnagöl'ün programına katılacakmış. Şenses'in Morgül'le yüzyüze gelmeye hiç niyeti yokken tesadüfen yan yana konuk odalarına düşüyorlar. Bu sırada Morgül'ün sözlerini duyuyoruz: "Ben Karadenizli'yim. Arkamdan terbiyesiz diyordu. Gelsin stüdyoyu bassın, kozlarımız paylaşalım." Neyse ki ne Şenses'in stüdyoyu basma gibi bir niyeti var ne de koridorda bekleyen magazin muhabirlerine inat odalarından aynı anda çıkıyorlar. Yani ucuz atlatılıyor.

Ancak İranlı manken Elnaz Pirayesh o kadar şanslı değil. O da Turnagöl'ün programına katılmak için binada. Kaynanaların kaynanası Semra Hanım sabah Elif Karlı'nın yemek programına konuk olmuştu. Turnagöl'ün programının yapımcıları bu fırsatı kaçınmadı. Hazır gelmişken konuşup razı ettiler öğleden sonra da Turnagöl'ün programına davet ettiler. Pirayesh'in bu gelişmeden habersizdi. Makyajı yapılırken Semra Hanım'ı görünce buz kesti ama yapacak bir şey yoktu. Her ikisi de programa katildi. Sonrası izleyenler için malum. Semra Hanım "Bize bir şey öğretemezsin, sen git ülkende çıkar bu kitabı" diyerek söze bir girdi ki, ikili arasında yaşananlardan bi haber olan Turnagöl ne yapacağını şaşırdı. Meğer Pirayesh rahmetli Ata'nın uyuşturucu kullandığını açıklamış. Semra Hanım bu sözün altında kalır mı? Pirayesh baktı olmuyor, stüdyoyu terk etti. Sinir küpü içinde, gözleri yaşlı binadan ayrıldı.

Dedim ya anlatacak çok şey var. Geriye kalanlar da başka bir güne...
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
25 Nisan 2006       Mesaj #59
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Anzak Koyu'nda Şafak Töreni düzenlendi

Çanakkale Kara Savaşları’nın 91’inci yılı törenlerinin ikinci gününde, Anzak Koyu’nda Şafak Töreni düzenlendi.

Gelibolu Yarımadası’na dün gece geç saatlerden itibaren geçmeye başlayan yaklaşık 10 bin Avustralyalı ve Yeni Zelandalı konuğun, sabahın ilk saatlerinde Anzak Koyu’nda hazırlanan tören alanında yerlerini almasıyla Şafak Töreni başladı.

Törende konuşan Avustralya Genel Valisi Michael Jeffery, 91 yıl önce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerin şafak sökerken bu koydan çıkarma yapmaya başladığını, Türk askerinin ise vatanlarını cesur şekilde savunma mücadelesi verdiğini söyledi.

Jeffery, çıkarmanın ilk saatlerinde ağır kayıplar veren askerlerinin, Mustafa Kemal yönetimindeki 57. Alay ile karşılaştıklarını anımsattı. Modern Türkiye’nin kurucusu ve başarılı bir asker olan Mustafa Kemal Atatürk’ün emrindeki cesur askerlerin, saygıyı hak eden şekilde mücadele ettiklerini ifade eden Jeffery, çıkarmanın ilk gününde 2 bin asker kaybettiklerini belirtti.

Jeffery, Çanakkale Savaşı’nda yer alan bütün tarafların yalnızca birbirleriyle değil çetin savaş koşullarıyla da mücadele ettiğini belirterek, zaman içinde askerler arasında saygı ve dostluk kurulduğunu kaydetti ve "Bu savaştan geriye fedakarlık ve karşılıklı saygıya dayalı ortak bir tarih kaldı" diye konuştu.


YENİ ZELANDA TEMSİLCİLER MECLİS BAŞKANI

Yeni Zelanda Temsilciler Meclisi Başkanı Margaret Wilson da Çanakkale Savaşı’nın birçok ülkedeki genç nesillerin yok olmasına ve toplumlarda derin acılar yaşanmasına neden olduğunu belirtti.


Yeni Zelanda’nın çalışabilir durumdaki erkek insan gücünün yüzde 20’sinin Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybettiğini ifade eden Wilson, "Tıpkı Türk toplumunda olduğu gibi bizde de bazı aileler tamamen yok oldu" diye konuştu.

Wilson, Türk halkıyla Yeni Zelandalıların yüz yıl önce neredeyse birbirlerini hiç tanımadıklarını ilk temaslarının Çanakkale’de olduğunun söylenebileceğini belirterek, "O savaşın öksüz kalan torunları bugün burada bir araya geldiler. Birbirlerine saygı duymayı savaşta öğrendiler. Bugün ülkelerimiz arasındaki bu yakın ilişkilerin temellerini bu yarımadada ölenler attı" dedi.

Avustralya Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Russ Shalders, devletlerine hizmet etmek için hayatlarını feda eden tüm askerleri anmak için bir araya geldiklerini belirterek, bugün bir asker olarak Çanakkale Savaşı’ndaki koşulların zorluğunu ve bu şartlarda savaşan askerlerin cesaretlerini anlamaya çalıştıklarını söyledi.

"Kayıplarımız var, ama bu savaş bize cesarete saygıyı öğretti" diyen Koramiral Shalders, ölen askerlerin ülkelerine çok şey kattıklarını ve ulusal kimliklerinin doğmasında, Çanakkale Savaşı’nın ayrı bir önemi olduğunu kaydetti.


"EVLATLARINIZ ARTIK BİZİM DE EVLATLARIMIZ"

Üsteğmen Ercan Aslan da Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşta hayatlarına kaybeden yabancı askerlerin annelerine yönelik mesajını okudu. Mesajın İngilizce’ye çevrilmesinin ardından Anzak Koyu’nda toplanan kalabalık "Evlatlarınız artık bizim de evlatlarımız olmuşlardır" cümlesini alkışlarla karşıladı.


Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda milli marşlarının çalındığı törene katılan ülkelerin üst düzey yetkilileri, koya çelenk bıraktı.

Törende, İstiklal Marşı’nı bir Avustralyalının, Yeni Zelanda Milli Marşı’nı da bir Türk’ün seslendirmesi, kalabalıktan alkış aldı.

Şafak Töreni, iki dakikalık saygı duruşu ve duaların okunmasının ardından sona erdi.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Nisan 2006       Mesaj #60
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Medya Haber
‘Yargı zayıflatılmaya çalışılıyor’
Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, yargının, yasama ve yürütmenin baskısı ve siyasallaşma iddialarıyla zayıflatıldığını söyledi.
ANKARA - Anayasa Mahkemesi’nin 44’üncü kuruluş yıldönümü töreni, devletin zirvesini biraraya getirdi. Törene, Demokratik Toplum Partisi Yürütme Kurulu Üyesi Orhan Miroğlu da katıldı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu, düşünce ve ifade özgürlüğü adı altında yargı kararlarına yapılan müdahalenin hoşgörülemeyeceğini söylediEleştiri hakkının maksadını aştığını ve yargıyı doğrudan hedef alır hale geldiğini belirten Tuğcu, mahkeme üyelerinin kişiliğine saldırı niteliğindeki eleştirilerin kabul edilemez olduğunu vurguladı.

Hakim ve savcıların saygınlığına uygun düşen özlük haklarının getirilmesini de isteyen Tuğcu, Meclis’ten geçen sosyal güvenlik tasarısı ile hakim ve savcı aylıklarının yüzde 22 oranında azalacağını belirtti ve bu olumsuzluğun giderilmesini istedi.

Benzer Konular

28 Ekim 2016 / ThinkerBeLL İletişim Bilimleri
20 Ekim 2015 / Jumong Genel Mesajlar
24 Ekim 2008 / CrasHofCinneT Bilgisayar
18 Kasım 2010 / ThinkerBeLL X-Sözlük
21 Şubat 2010 / ThinkerBeLL Bilim ww