Arama

Hayata Dair - Sayfa 141

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 240.744 Cevap: 1.657
ABerYY - avatarı
ABerYY
Ziyaretçi
5 Ocak 2009       Mesaj #1401
ABerYY - avatarı
Ziyaretçi
Sabahlara uyanmak
Her gün yeniden doğmak
Sponsorlu Bağlantılar
Büyük dirilişin provası...

Geceleri uyumak
Her gece ölümü tekrar tekrar yaşamak
Ölümsüzlüğün muamması...

Doğmayı unutarak...
Ölmeyi unutarak...
Günler boyu yaşamak hep yaşamak
İşte yaşamın hülâsası...

Ya kaybetmek...
Ya kazanmak...
Bu da yaşamın faturası...


Alper Kürük

Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Nisyan-ı Bâtın
Ziyaretçi
6 Ocak 2009       Mesaj #1402
Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Ziyaretçi
KAİNATTAKİ KUSURSUZLUK TESADÜF DEĞİL


Sponsorlu Bağlantılar

TESADÜF İDDİALARININ MANTIKSIZLIĞI


Sabah kalktığınız andan itibaren karşılaştığınız şeyleri şöyle bir düşünün... Başınızın altına koyduğunuz yastık, üzerinize örttüğünüz battaniye, sizi uyandıran çalar saat, kalkar kalmaz, temiz hava girmesi için açtığınız pencere, dolapta asılı duran kıyafetleriniz, her sabah kalktığınızda baktığınız ayna, kahvaltıda kullandığınız çatalibıçak, dışarı çıkarken yanınıza aldığınız şemsiye, bindiğiniz asansör, arabanızın kapısını açmak üzere kullandığınız anahtar, yoldaki trafik ışıkları, tabelalar, iş yerindeki masanızda duran kağıt, kalem ve diğerleri...

Kuşkusuz tüm bunlar pek çok kişi tarafından üzerinde düşünülerek, emek ve vakit harcanarak, belli bir amaç gözetilerek karşınıza gelmiştir. Bu konuda hiçbir şüpheniz yoktur. Ve hiç kimse bunların sabah kalktığınızda tam olmaları gereken yerde, tesadüf eseri karşınıza çıktığını da iddia etmeyecektir. Örneğin kimse anahtarınızın tesadüf eseri tam arabanızın kapısını açacak şekilde yontulmuş olduğunu ve cebinize de tesadüfen girdiğini söylemeyecektir. Ya da yoldaki tabelaların tesadüf eseri bulundukları yerlere yerleşip ve yine tesadüf eseri saçılan boyalarla insanlar için bir anlam taşıyan yazıların oluştuğunu iddia etmeyecektir. Aynı şekilde masanızda duran ve şekillendirilmiş bir telden başka bir şey olmayan ataçın bile oraya tesadüf eseri, tam kağıtları birarada tutacak şekilde bükülüp konduğunu iddia eden kimse de çıkmayacaktır. Çünkü bunların her biri, boyutları, şekilleri, işlevleri ve daha pek çok detaylarıyla birer tasarım örneğidir. Sizin rahatınız için, ihtiyacınızı karşılayacak şekilde, bilgi kullanılarak bilinçli yöntemlerle üretilmişlerdir. Ve her birinin çevrenizde bulunmasının özel bir sebebi, belli bir amacı vardır.

Peki ya yolda yürürken gördüğünüz insanlar, yanından geçtiğiniz ağaçlar, önünüze çıkan köpek, çatınızın saçaklarına yuva kuran güvercin, masanızda duran çiçekler, yukarı baktığınızda gördüğünüz gökyüzü? Sizce onların varlığının sebebi tesadüfler olabilir mi?
Kuşkusuz böyle bir ihtimal üzerinde düşünmek bile son derece akıldışıdır... Çünkü çevrenizi saran canlı ve cansız tüm varlıklar, biraz önce saydığımız çevrenizdeki insan yapımı eşyalarla kıyas edilemeyecek, tesadüflere asla ihtimal bırakmayacak mükemmelliktedir. Bunların her biri üstün bilgi ve akıl gerektiren bilinçli bir yaratılışın örnekleridir. Tek bir ataçın, bir telin tesadüfen düzgünce bükülmesiyle masasına gelmesini mantıksız bulan her insan, insanların, kedilerin, kuşların, ağaçların ve tüm evrenin de tesadüfen meydana gelmesinin bunlarla kıyas edilemeyecek kadar imkansız olduğunu elbette ki görebilir.

Ancak günümüzde, bu kadar açık bir gerçeği göremeyen, daha doğrusu gördüğü halde görmezlikten gelen insanlar bulunmaktadır. Bu kişiler, ağaçların, kuşların, bulutların, evlerin, arabaların, sizin, yakınlarınızın, çevrenizde gördüğünüz diğer insanların ve canlıicansız herşeyin, kısacası içinde yaşadığınız kainatın kör tesadüflerin eseri olduğunu iddia ederler.

"Materyalist-Darwinist" olarak bilinen bu kimseler tesadüfleri üstün bir akıl gibi sunan, art arda meydana gelen milyonlarca tesadüfün toplamını "yaratıcı bir güç" olarak gösteren batıl bir fikrin savunucularıdır. Materyalist-Darwinistlere göre tesadüfler, dünyadaki bütün insanların aklından çok daha büyük bir akla sahiptirler. Yüz binlerce yıldır gelip geçmiş ne kadar insan varsa, hepsinin beynini, aklını, düşünme kabiliyetini, muhakeme ve hafıza gücünü, fiziksel özelliklerini ve daha yüzlerce binlerce özelliğini şekillendiren gücün, "tesadüf" isimli bir "deha" olduğunu iddia ederler.

Materyalist-Darwinistlere göre bu dehanın olağanüstü olayları gerçekleştirmek için ihtiyacı olan tek şey ise "zaman"dır. Bu çarpık mantığa göre eğer tesadüfe zaman verilirse, cansız ve şuursuz atom yığınlarını insanlara, karıncalara, atlara, zürafalara, tavus kuşlarına, kelebeklere, incire, zeytine, portakala, şeftaliye, nara, karpuza, kavuna, domatese, muza, laleye, menekşeye, çileğe, orkideye, güle ve aklınıza gelenigelmeyen milyonlarca canlıya çevirebilir. Üstelik bunların yanı sıra gezegenleri, yıldızları, Güneş'i, bunların dolaştığı yörüngeleri meydana getirebilir. Ayrıca Darwinizm'e göre bütün öğrenciler, bürokratlar, doktorlar, mimarlar, iş adamları, mühendisler, bilim adamları da tesadüflerin sabırlı çalışmaları sonucunda biraz mineral, biraz su ve güneşin de desteğiyle zaman içinde meydana gelmişlerdir. Ne ilginçtir ki söz konusu batıl inancın temeli olan bu tesadüf putu, aynı zamanda, kitaplarında, konferanslarında, hararetli tartışmalarında kendi "tesadüfi varoluşlarını" anlatan materyalist-Darwinistleri de oluşturmuştur. Işte bazı evrimci-materyalist bilim adamlarının Latince kelimelerle, ağır ve anlaşılması özellikle zorlaştırılmış bir üslupla anlattıkları evrim teorisinin ve materyalist felsefenin özündeki iddia budur.

"Kainattaki Kusursuzluk Tesadüf Değil" olarak isimlendirdiğimiz bu kitapta, kendilerini tesadüf çıkmazının içine sokarak, çevrelerindeki yaratılış delillerini inkar edenlerin, kendilerini ve içinde yaşadıkları evreni yaratan Allah'ın apaçık olan varlığını kabul etmemek için ne tür bir mantık bozukluğu içinde olduklarına hep beraber şahit olacağız.

Ancak konuya geçmeden önce şunu belirtmekte yarar vardır: Materyalist-Darwinistlerin ibu kitapta inceleyeceğimizi mantık bozuklukları ve çelişkileri, tarih boyunca yaşamış olan tüm putperestler ve inkarcı toplumlarda rastlanan bir kavrayış eksikliğidir. Geçmiş toplumlarda da insanlar totemleri, elleri ile yonttukları heykelleri ilah olarak kabul etmişler, taştan topraktan heykellerin yaratıcı olabileceğine inanacak kadar şuurlarını yitirmişlerdir.


Harun Yahya
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
6 Ocak 2009       Mesaj #1403
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
*.-*.-Gelme Üstüme Hayat*.-*.-

Gelme üstüme hayat

Cephanesiz kalmışım zaten cephelerde,

Üstelik onlarca yara almışım.

Gelme üstüme hayat

Ortada kalmışım iki düşman arasında!

Cansız kalmamışım ama kansız kalmışım..

Gelme üstüme hayat

Yalnız kalmışım.

Vurulmuş silah arkadaşlarım

Dostsuz ve arkadaşsız kalmışım..

Gelme üstüme hayat

Son çare sandığım benden uzak kalmışım.

Gelme üstüme hayat

Gelme üstüme hayat

Zaten gelecek yer bırakmamışsın....!


Onur Şevik
Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Nisyan-ı Bâtın
Ziyaretçi
7 Ocak 2009       Mesaj #1404
Nisyan-ı Bâtın - avatarı
Ziyaretçi
Zamanla yerleşir yaşadıkların,
yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık mutluluk geçip gitmiştir yanından
Her şeye iyi gelen zaman seni kanatır...
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
8 Ocak 2009       Mesaj #1405
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
***Hayatlarımız***



Aşkın sıcaklığı damarlarımızda
Gün olur vurur yüreği acılarına
Gün olur çıkarır kavak ağacının dallarına
Aşkı kırmızı biliriz
Ondan geleni öyle severiz

Ayrılığa mal edilmiştir gözyaşlarımız
Çoğu zaman veda etmeye sakındığımız
Hani o aksi tavırlarımız
Kavuşma hayaliyle büyüyen umutlarımız
Ayrılığı sarı biliriz
Bir kere aşka ayrılık adını vermişiz

Herkesin bir yalnızlığı var içinde yaşattığı
Derin yaralarını umarsızca sızlattığı
Deli sevdaların kapılarına kilit astığı
Ha babam bağrına vurdukça kanattığı
Yalnızlığı beyaz biliriz
Onun için kefeni beyaz biçmişiz

Hani birde herkesin sonu ölüm varya
O bahsettiğimiz yârin kollarında
Hani niceleri geride bırakır gider ya
Bir karış toprağa razı olur ya
Ölümü siyah biliriz
Azrail’in cübbesini görür öyle gideriz

Kavramlarla geçip gidiyor hayatlarımız
Bir sürü umuda halat bağladığımız
Ömürden bir nefes çekip bıraktığımız
Bir mezar taşına karşılık gelen hayatlarımız


Mehmet Olcay
CaNaRY - avatarı
CaNaRY
Ziyaretçi
11 Ocak 2009       Mesaj #1406
CaNaRY - avatarı
Ziyaretçi
...Sadece Ölüyorum...

Gece yarısı ayazlar üç-beş devriyesini atmakta yine.
Sensiz geçen bir günü yine sensiz gecelere kendi ellerimle gömüyorum. Sen yokken anlamı yok baharların artık. Anlamı yok çekilen onca acıların. Anlamı yok sensizliğin..
Sen yoksun sadece.. Sadece yok..Yoksa gitmiştin benden...
Gelişin baharları müjdelemişken, gidişin bu kadar sessiz olmamalıydı.
Bu kadar ölümüne sevmişken, bir gülüşün canımdan vazgeçmişken,
gidişin bu kadar suskun olmamalıydı.
Yoksun sadece yok…
Bu kadar basit olmamalıydı ölmelerim, bu kadar çabuk bu kadar erken solmamalıydı çiceklerim.
Artık ne sesin yankılıyor sokaklarımda,
ne de varlığın geziniyor damarlarımda..
Sadece yokluğun kanıyor dudaklarımın ucunda..
Sadece suskunluğum can veriyor ayak uçlarında.
Sadece ölüyorum yokluğunda..
Sadece ölüyorum, ötesi yok inan…




Sadece yoksun, ötesi yok inan..
Gittin ve senin ellerinin yerine şimdi sonbahar yaprakları avuç içlerime kıvrılıp çığlık çığlığa soluyorlar..
Yokluğunda yüreğimin duvarlarına çerçevelenmiş hatıralarına bakıp bakıp
sensizliğini dinliyorum.
Sonra da suskunluğuna diz çöküp yalnızlığını demliyorum.
Yoksun, her gece gözlerimde kanıyor senli hatıralar.
Uykular firarda.
Karanlığı örtüp üzerime seni anıyorum kırık dökük kelimelerimle.
Sancılara girdap gönlümle adını sayıklıyorum ardı ardına.
Yavaş yavaş boğuluyorum .
Yavaş yavaş dibe çekiliyorum..
Yoksun, gözyaşları biriktiriyorum avuçlarımda.
Yoksun, mürekkebimden sızıyor kan rengi kelimeler.
Bendeki adın hala bir ömür ile anılırken,
kim bilir ölümsüz sevdam senin ayak uçlarında son nefesini vermekte..
Canım acıyor sevgili.
Puslu bir havada vurulur, olduğun yere yığılırsın ya hani..
İşte gittiğin gün yalnızlığın mıhlandı alnımın ortasına. Gittiğin gün dudaklarıma mühürlendi adın…
Şimdi yoksun ama ne geçmişimize gömüyorum seni
ne de sensizliğine pes ediyorum.
Çünkü; ben seni “ sensizlikte “ bile ömür boyu bekleyecek kadar sevmiştim.
Eğer unutmak için sevmiş olsaydım seni,
acıların için sırtımı semer bilmezdim.
Ben seni yürüdüğün dikenli yollarda can yoldaşın olmak için sevdim.
Ben seni yüreğime dokunduğun için,
ben seni gül yüreğin için sevdim…



Hani acılarla beraber savaştık,
hani her şeye inat sevdamızla ayakta kalacaktık..
Dimdik duracaktık kör ayazların önünde,
gerekirse bedenlerimizden vazgeçip ölümü bile gurur sayacaktık aşkın
kutsallığında..
Şimdi canımı acıtıyor senli hatıraların gözbebeklerimde çığlık çığlığa ölmeleri.
Canımı yakıyor suskunluğun dudaklarıma diklenen arsız kelimeleri.
Savaşı kaybetmiş bir askerin düşmana esir düşmektense silahındaki tek kurşunu şakaklarına dayayıp onurluca ölmesi gibi ben de varlığında ölümü kutsuyorum dudaklarıma...
Ya ölüm olmalıydım dudaklarında ya da son nefes olmalıydım
soluduğun canda..




Gittiğin günden beri içimdeki cocuğu dinlemiyorum.
Sus pus her şey.
Artık dört duvar arasında körebe oynuyorum yalnızlığında.
Gittin, taş kesildi kirpiklerim.
Gözbebeklerimden tek bir damla bile düşmüyor topraklara…
Oysa bağrımı iki ayırıp bir baksan yüreğime,
canımın ne kadar acıdığını o zaman anlardın..
Görmüyorsun gözbebeklerimin kuruyup yüreğimin delice ağladığını.
Yağmurlarla yarışa giriştim, tel tel yalnızlığıma hediye ediyorum yüreğimin
çığlıklarını. “ Erkek adam ağlamaz “ sözüne inat yüreğim kan ağlıyor her
gece..
Yüreğimden akan her damla senin mutluluklarına duacı olsun,
yalnızlığın ayak ucuna düşen her kelimem sana helali hoş olsun.
Çünkü ben gidişlerine ömrümü adayacak kadar sevmiştim seni..
Sen beni sevmesen de, ben seni ilk gün ki gibi hala seviyorum…




Belirtmeden geçemeyeceğim sevgili; giderken sadece bendeki seni götürmedin
ki; karakışa inat yüzüme baharları serpiştiren o kız çocuğunu,
buram buram rüzgarla yüreğimin derinliklerine esen yağmur kokusunu da
götürdün yanında.
Gitmiştin, gözyaşlarını ellerimle silememişken aramıza dağlar örülse ne olur.
Farkındayım; bir ömür uzaktasın bana.
Şimdi hangi mevsimin hangi baharını yaşamaktasın ?
Hangi rüzgarın koynunda yaralarını sarmaktasın. ?.
Bilemiyorum ve bilmekte istemiyorum.
Bildiğim tek şey var; sen hala bendesin.
Sendeki beni öldürsen de , sen hala damarlarımda gezinen alyuvar sıcaklığında
bana gülümsemektesin..
Giden sen olmana rağmen bendeki, yüreğimdeki adın hiçbir zaman değişmedi.
Adımı unutsan da bendeki ölümsüz sevdan hiçbir zaman satırlara bir ikindi
vakti gömülmedi.
Lakin gittiğin günden beri hayatla aram pek iyi değil açıkcası.
Yalın ayak yürüyorum dikenlerin üzerinde.
Acılarımı acılarınla devşiriyorum..
İleebed yaşamaktan gurur duyduğum gözyaşlarından
bir sonbahar günü sıcak gülüşlerine taşınıyorum.
Anla sevgili.
Yalnızlığın dururken kapımda , kan bürümüş çığlıklarımı satıyorum ayazlara..
Karşılığında sadece senin bensiz de mutlu olduğunun haberlerini istiyorum.
Bensiz uzaklarda mutlu olman benim yaşama sebebim sevgili..
Son sözüm; her zaman gülümse ne olur.
Acılarına kefil olmuşken ne olur gülümse hayata..
Gülüşlerin mutluluklara adanmışken sen her zaman hayatı sev.
Ve hiçbir zaman ağlama sevgili.
Çünkü; mutlulukların, yaşama sebebim iken;
gözyaşların bedenimin örtüldüğü kefen olur….





Yokluğun kanar dudaklarımda, sonra suskunluğun ölüm yazar
yüreğime..
Kimliksiz rüzgarlara bel bükerim.
Çünkü, sen yoksun yanımda..
İsyanlara bilenirim yalnızlığın kanayan yüzünde.
Sen yoksundur artık, her gece karanlığa bürünür.
Her yağmur sonrası gülüşlerin takılır göz ucuma.
Gökten tel tel senin yağmanı dilesem de iliklerime kadar yalnızlığınla
ıslanırım…
Borana tutulurum sonbahar gecelerinde.
Yalnızlığın bayat dudaklarına sürülür kirpiklerim.
Sana özlemim kanar avuçlarımda.
Gözyaşlarım sel olur akar toprağa.
Gün olur ölümsüzlüğüne düşer kelimelerim…
Ama hiçbir zaman pes etmem yokluğuna.
Savaşırım kanımın son damlasına kadar.
Ama yokluğun duruyor gözlerimde..
Satır satır usumdan akıyor kahkahalarına sarılmış intiharlarım...
Seninle başladı yüreğime kilit vurup ölüme susmalarım..
Pervasız fırtınalara yenik düşer yalnızlığım.
Evlat edinirim karanlıkları sensizliğin mateminde.
Sensiz baktığım dipsiz kuyuyu andırır bana.
Bak görüyor musun gri tonlar giydirilmiş hüzünler çizilmekte ömrüme.
Artık her rüzgar yalnızlığı çarpıyor yüzüme.
Her dalga karanlığı….
Sen gittin içimdeki aşkı, yüreğimdeki canı kaybettim…
Sensiz geçen her gece ömür defterinden düşüyorum.




Bir gün sensiz ölmenin acısını bırakacağım satırlara..
Tabutum olacak gözbebeklerinden düşen gözyaşın.
Kefenim olacak susmaların.
Şimdi varlığın kepenklerini indirip sensizliğinde uyumaya gidiyorum.
Ve sabah kalktığımda değişten bir şey olmayacak..
Her zaman ki acılar düşecek paydalarıma..
Uyandığımda perdelerime hep yokluğun doğacak tıpkı gecelerimin alnına yalnızlığın soğuk çığlıkları örtüldüğü gibi..
Yoksun işte..
Canım acıyor sadece.
Neden diye sorma..
Sadece yoksun.
Soluyor taze baharlarım..
Sebep arama ne olur.
Sadece yokluğun ile varlığın arasında yavaş yavaş ölüyorum; ötesi yok inan.


Bir tek adın kaldı dudaklarımda,
Bir de gözlerimde hatıraların...
Hani dik duracaktık acıya,
Hani aynı yürekle gülüp
Aynı gözlerde ağlayacaktık sevdaya...
Şimdi yalnızlığın ipi geçti boynuma.
Yokluğun yükledi sırtıma...

Bir tek acıların kaldı gözyaşlarımda..
Güneşi bile ağlatacak acıların..
Oysa ben yemin etmiştim,
Acıların icin sırtımı semer bileceğim diye.
Söz vermiştim,
Sensiz ölmeyeceğim diye...
Şimdi sensizlik duruyor başucumda..
Şİmdi ayazlar yüregimi sorguluyor
Ayrılığınla yüzüme vurduğun kapımda..

Söyle ne olur...
Beni unuttuğunu söyle...
Hiç sevmediğini haykır..
Yeminlerinin yalan olduğunu,
Sevginin sahte olduğunu vur yüzüme...
Yemin olsun ki,
Bir damla gözyaşı düşmez artık..
Çünkü gittiğin gün,
Ayak uçlarında
" Sana " ölmüştüm sevgili..

" Unutma ki; ölenler, hiçbir zaman yaşayanlar icin gözyaşı dökemezler..."

İsmail Sarıgene...
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
12 Ocak 2009       Mesaj #1407
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
ŞİZOFREN AŞKA MEKTUP...

Gittin...
Dudagima, çocuksu susuzlugumla asla doyamadigim öpücüklerinden birini kondurup gittin. "N'olur öyle bakma bana" dedin en son... Daha birkaç dakika önce, gözlerimde varliginla alevlenen yasam sevincinin yerine, boyun egmis, donuk ve daha simdiden hasretinle kavrulmus bir karanligi birakip gittin...
Dolmustu zamanin...
Yüregimdeki kum saatini, o göz açip kapayincaya kadar geçen "sen"den, sanki asirlarca tükenmek bilmeyen "sensizlige" tersyüz ederek gittin.
İçimde, günlerdir yoklugunla zayiflamis, kalbi kupkuru kalmis ask çocugunu sevginle emzirme sarhosluguyla delirdigim su "üç saatin" içindeki yüzlerce "an"i "ani"ya dönüstürerek...
Önce gözlerim öksüz kaldi yoklugunda. Sonra, nefesinin o bugulu sicakligindan mahrum kalan evimin rutubet kokulu duvarlari... Gittin...
Iki askin arasinda saskin, ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi savrulan kalbini cebine koyup, baska bir eve gittin uyumaya. Artik senin degildi evin,. "sizin"di. Benim özledigim o eski evin degildi gittigin...
O eski ev... Oturup, zamanin o yagmursuz, o parça parça yüzüne bakarak, günesin bütün gün sadece yalayip geçtigi los pencerelerinde dalginligimizi biriktirdigimiz o ev...
Susardik bazen... Ansizin, hesapsizca, belki de yorgun düserek... Akildisi bir hizla devinen imgelerin ortasinda, bir çig gibi ömrümüze yigilan anilardan birini seçip, dondurarak... Hayat, çok eskilerden gelen sonsuz bir ritüel gibi, bir gelenek gibi tekrar ederdi etrafimizda, umurumuzda olmadan...
Elin çaya uzanirdi...
Tenim dudaklarini özlerdi...
Bir sözüm siirin olurdu... Demlenirdik.
Gömüldükçe düslerin o büyülü uykusuna, askimin kalbimdeki ilahi melodisi çalinirdi kulaklarina birden. Nasil da ürkerdin. Karanliktan korkan bir çocugun teselli isligi gibi bölerdi sesin suskunlugumuzu...
Ruhlarimizin biryerlerde bulustuguna, düslerimizin biryerde kesistigine inanmak istedigim bu hayattan çalinti anlari, beni bunun aksine inandirmaya çalisan bir sesle ve ilk önce hep sen bölerdin.
Iste böyle anlarda yüzü daha da netlesirdi dünyaya gözlerinden bakan o yarali çocuklugunun...
Iste ben en çok seni içimden dogru sevdigim böyle anlari severdim...
Hayatin içinde seni barindirdigi her karesinde uzun uzun soluklar alarak, o günlük, o siradan ayrintilarini alabildigince büyütüp, içinde kaybolarak severdim seni... Odanin içinde, varligina yillardir asina oldugun bir esya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve basinin üzerinden sonsuzluga akip giden düs bulutlarinda sekillenen her sözü, yüregimde senin için büyüttügüm siire misra yapip eklemekti seni sevmek...
Sevmek hayatina taniklik etmekti benim için...
Sabahlari evden çikmadan önce, uykundaki o en masum halini öpücüklere bogarken "gitme" diye sayiklayan sesine kiyamayip, patrona binbir yalanlar uydurarak sik sik ise gitmemekti seni sevmek...
Sana kahvalti hazirlamakti. Özenle hazirlidigim sofraya istahla oturup, "Sen var ya, bir meleksin, neden seninle evlenmiyorum ki ben... Senden daha iyisini mi bulacagim" diyen muzip sözlerine sevinmek, belki de çocukça inanmakti... Ince ince kiyilmis, tabaga motif gibi islenerek dizilmis ve hep sevdigin gibi üzerinde zeytinyagi ve limon gezdirilmis domateslere, yaptigim mezelere duydugun minnete sasirmakti...
Hayatina eklemekten çilginca zevk aldigim o sefkatli inceliklere duydugun minnete...
Seni sevmek, bundan yillar önce, seni bir idol gibi içimde büyütüp, hayranligimin yavas yavas aska dönüsünü ürkekçe gizleyerek kaleme aldigim mektuplarima, ayni incelikle, ayni özlemle, ayni hayranlikla verdigin cevaplarina inanmamakti... Tüm israrlarina ragmen, bu essiz büyüyü bozmaktan çekinip, aylarca seni bir kez bile aramamakti. Sonra ansizin yollara düsüp, çocuklugumda kalbimde filizlenen sevdasi senin askinla yeseren bu kentin sokaklarinda izini sürmek, kendi sözlerinle "bu inceligin ve bu derin anlayisin yüzünü", yani o merak ettigin yüzümü, gözlerine tasimakti... Bulustugumuz cafede, aylarin günlerin telasi ve susuzluguyla, anlattigin seylerin hiçbirini algilamadan, sadece hayranlikla seni, o hepimiz gibiligini seyrederken, masanin altindan bir türlü çikartamadigin o telasli, o çocuk ellerinde kendini eleveren heyecanina inanamamakti...
Seni sevmek, o gece raki içtigimiz köhne meyhaneden çikip yürüdügümüz sokaklarda, Nisan ayinda bir mucize gibi gökyüzünde dans eden kar tanelerinin Tanri'nin bu ask için gönderdigi bir isaret olduguna inanmakti...
Seni sevmek kadinligimi, bedenimi ve hazzi ilk defa seninle kesfetmekti. 17 yildir sanki sadece senin için sakladigim bedenimi, en ufak bir tereddüt duymadan ve beklentisiz bir sarhoslukla sana sunmakti... Her dokunusunda kutsal bir ayinin o sicak ve tatli sarabini yudum yudum içer gibi...
Seni sevmek, askin ugruna, ama senden izinsiz, baska bir kentteki hayatimi sifirlayip, yasadigin kente, yasadigin gögün altina, islandigin yagmurlarin altina gelip yerlesmekti. Senden baska, bu koca kentte bir basinalik ve kimsesizlikti seni sevmek... Sokaklarda tek bir tanidik simaya rastlamamaya alismakti güçlükle... Hücrelerimle beraber çogalan askini özgürce ve sinirsizca yasamak için ailemin sefkatli ve anlayisli kollarindan siyrilip kanatlanmak, yillanmis can dostlarin sevgisini çok uzaklarda birakmakti...
Seni sevmek, yalnizligin soguk kollarindan biraz olsun siyrilip, nefes alabilmek için geceleri saatlerce tek basima Beyoglu'nun karanlik sokaklarinda kalabaligin soluguyla isinmaya çalismakti. Hiç tanimadigim insanlarin yüzünde senin yüzünü aramak, onlarin kaybetmis, umutsuz hayatlarinda yarali geçmisinin ve çocuksu düslerinin izlerini sürmekti...
Seni sevmek, bu kentin tozlu, soluk isiklari ruhumu isirirken, ayni gecenin yildizlari altinda seni deliler gibi özlemekti... O geceyi de kollarinda geçirebilmeye seni ikna edebilmek için saatlerce sokaklarda dolasip, barlarda, kahvelerde oturup eve dönüsünü beklemekti... Bazen bu bekleyislerin sonu, yorgun düsmüs bedenimi sürükledigim evimde, o gece bir baska kadinin yaninda uyumana aglamak olurdu sabaha kadar... Ertesi gün bir sizofren gibi, hiçbir sey olmamis gibi tekrar seni sevmeye koyulurdum...sasirirdin.
Çünkü, seni sevmek direnmekti sevgili... Güçsüz olani acimasizca yokeden bu kentin hoyratligina ve senin için artik inanmaktan çoktan vazgeçtigin, yasadigin hayalkirikliklariyla çok uzun zamandir kaybettigin o ask duygusunun gerçekliginin canli ispati olmaya direnmekti... Kalbine inançla ask tohumlari ekmekti seni sevmek... Sevmek o yitirdigin ask sarkisi adina sana umut vermekti...
Seni sevmek, ait oldugun gökyüzünde seni özgür birakmakti... Koparmamakti kanatlarini... Ruhunun ve kaleminin tek besin kaynagindan, baska sevgilerin siirine ekledigi misralardan kiskançlikla seni mahrum etmeye yeltenmemekti...
Sevmek, ruhumun tek sahibi olan seni sahiplenmemeye kanaya kanaya razi olmakti... Çocuksu bir saflikla tek vazgeçemeyeceginin ben olduguma kendimi inandirarak, hayatina boyun egmekti...
Seni sevmek, bir babayi, bir canyoldasini hayatinin sonuna kadar yaninda oldugunu bildigin güvenilir bir dostu, ilgiye ve sefkate doymayan çaresiz bir küçük çocugu, ama en çok da tutkulu, kiskanç ve yüregi sonsuz maviliklere akan bir deli asigi sevmek gibiydi... Birgün ansizin, telefonda duydugun bir sese, ya da yeni tanistigin bir kadina asik oldugunu, sanki tepkimi ölçmek ya da seni nasil kiskandigimi görmek isteyen abartili bir heyecanla söylediginde, telasa kapilmamak, bunun gelip geçici bir duygu olduguna ve asla benden vazgeçemeyecegine inanmakti... Yine de içimdeki o kaçinilmaz endise ister istemez sarardi yüzümü... Sesim solugum kesilirdi birden... Iste, öyle anlarda beni simsiki sarip, tutkulu bir sevismenin ilk öpücüklerini dudagima kondururken, "Sen küçücük bir kizsin, biliyor musun" diyen sefkatli sesini severdim en çok... Ve aslinda ben dahil, hiç kimseye asik olamayacagini düsünür, hüzünlenirdim...
Rüyalarimin gül kokusu...
Sonra birgün aska açildi yüreginin sürgüleri...
Sonra birgün siirlerin baska bir askin kokusuna büründü...
Yikildi tabularin... Kirildi zincirlerin... Uzagima düstün..
Bu defa farkliydi, hissetmistim. Yalniz bedenini degil, ruhunu da paylasmaya baslamistin bir baska kadinla...
Sonra sevmek yavas yavas kayisini izlemek oldu avuçlarimdan... Seni sevmek, sen sabaha karsi uyudugumu sanarak yanimdan kalkip bir baska yürekle telefonda özlem giderirken, içimde kopan firtinalari susturmaya çalismak oldu sessizce...
Habersizce kapini çaldigim o gün, kapinda kalip, içeri girememek oldu...
O güne kadar hiç olmazsa bana karsi dürüst olmanla, yasadiklarini benden gizlememenle, yalan söylememenle avunuyordum... Ama bir baskasini incitmemek, üzmemek için ondan gerçekleri gizledigini, yalanlarla da olsa onu korudugunu farkedince bu avuntu da terketti beni... Yalanlarini bile kiskanir oldum.
Neden dürüst olmak için beni seçmistin sanki... Gerçegin acimasiz zindanlarinda neden beni kilitli birakmistin...
Ne çok düsündüm bu sorularin cevaplarini... Ne çok sorguladim kendimi, nerde hata yaptigimi, neyi eksik biraktigimi...
Kadinca oyunlardan haberim olmadi hiçbir zaman. Seçtigin yasam biçiminden koparmak, seni soluksuz birakmak demekti benim için. Hatam seni bir mülk gibi sahiplenmemek miydi? Acaba istedigin bu muydu? Seni yanlis mi tanimistim?.. Bana hep, ne kadar asil bir yüregim oldugunu söyler dururdun... Isyanim, kalbimin ezilmis parçalarinin üstünü örtüp, sessizce çekip kapini çikmak olurdu en fazla...
Yalniz kalmak istedigini daha sen söylemeden yüzündeki bulutlardan hisseder, çikip giderdim... Özür diler gibi bir sesle, onun gelecegini söylediginde, sessizce çikip giderdim... Karsinda ben otururken, onunla saatlerce telefonda konustugunda çikip giderdim... Hep giderdim...
Bu onurlu tavrimdi belki de ezen yüregini... Vazgeçemedigin tek yanim buydu belki...
Sonra, sevmek yarali kadinligimi baska yüreklerle avutma yanilgisina kapilmak oldu... Buna hakkim oldugunu söyleyip dursan da, biliyorum, aslinda içten içe hiç affetmedin beni... Sen çoktan parçalanmistin zaten... Benim de yüregimi böldügümü düsünmek sana bile agir geldi... Oysa ben, seni degil, kendimi cezalandiriyordum baska bedenlerde... Ruhumu kemiren bu deli aski cezalandiriyordum... Bunu anlamadin mi sevgili?
Sevmek seni degil çocuklugumu, düslerimi, kendimi aldatmak olmustu artik... Bana baglanan masum asklari seninle aldatmak olmustu... Kimseye veremedim yüregimi. Ne zaman baksalar içime, yüregimin kirik aynasinda kendilerinin degil, senin yüzünün aksini gördüler hep. Sessizce çekip gittiler. Farketmedim bile gittiklerini...
Gittin...
Seni sevmek, bensiz akip giden hayatina bir yabanci gibi uzaktan bakmak oldu çoktandir... O çocuk ellerinin, bir baskasinin saçlarinda gezindigini, aniden özlemle sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina sarilip bir baska yüzü öpücüklere bogdugunu, sabahlari uykunda bir baska kadina "gitme" diye sayikladigini düsünmek oldu, seni sevmek... Geceleri, kokuna hasret yatagimda ter içinde uyanmak, kendimin bile affedemedigi bir bencillikle, kalbindeki tek askin benimki olmasi için gözyaslari içinde Tanri'ya yalvarmak oldu..
Seni yasak bir ask gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasinda yasamak oldu, sevmek... Beni hayatindan disladigin için öfke nöbetlerine kapilip, bana bile yabanci gelen, hiç tanimadigim bir sesle sana bagirmak, haykirmak, aglamak, sonra pismanlikla affedip tutkuyla sana tekrar sarilmak oldu...
Yabani bir ot gibi ruhumu sarip sarmalayan öfke ve kiskançlik duygulariyla benligimden uzaklasmayi kendime yakistirmamak, sikisip kaldigim bu karanlik dehlizde, kendi kalbimde, yalnizligimda, sensizligimde, kendi askimla delirmek oldu artik seni sevmek...
Simdi, bu aciya bir son vermesi, kendisini terketmesi, sonsuzluga birakip gitmesi için birbirine yalvaran iki yüregiz artik... "Ayazda Iki Yürek" gibiyiz...
Sen benim sizofren askimsin... Bense senin kanayan vicdaninim...
Affet beni sevgilim... Verdigim sözleri tutamadim...
(Alıntı)
(Heren içindi..Beni affet Heren..Seni dinlemediğim için..Seni anlayamadığım için..)

ahmed - avatarı
ahmed
Ziyaretçi
12 Ocak 2009       Mesaj #1408
ahmed - avatarı
Ziyaretçi
Için Için



küçüktünn...

dunyan buyuktu ama sen..

henüz büyümediğin için

sormazdın neden ,niçin?

sonra sen büyüdün ve

dünyan küçülünce....

artık küçük de olsa

kaldıramazdı için..


Yalçın Akyel
ahmed - avatarı
ahmed
Ziyaretçi
13 Ocak 2009       Mesaj #1409
ahmed - avatarı
Ziyaretçi
Susmak




susar da konuşamazsa gözlerin
bana kimler anlatır aşkı
şimdi yazarsam bu şiiri
biri can verecek kelimelerde eminim ki
ama yine yazmalı değil mi ki

hadi konuş ruhunun en asi kelimeleriyle
yüreğinin en masum heceleriyle
yürü aşk sözcüklerinin kalbinde
damar damar ak varlığın bedenine
ama yoksa sevda sözcüğün
çarpmadıysa aşk ile kalbin
sus hem de ebediyen...


İsa Ecem Yılmaz
Mikropçuk_11 - avatarı
Mikropçuk_11
Ziyaretçi
13 Ocak 2009       Mesaj #1410
Mikropçuk_11 - avatarı
Ziyaretçi
AYRILIKTA SÖYLENMİŞ BİR YAZ TÜRKÜSÜ Gözlerine bakar ağlar
Bu son şarkı
Son umut

Gitme hep burada kal
Bizimle kal bu kıyıda
Her yanına dokundum bakışının
Her yerini tanıdım göklerinin
Gün boyu sende uçtum
Dinlendim dallarında
Atlılar gibi yoruldum yanında
Uyudum

Ölür kıyı ölür yazlar
Alır götürür karakış
Her bahar her umuda zorunlu mu
Neden yolcusun bu kadar
Gideceksen
Al götür umudumu
Al götür sonuna kadar

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri