Arama

Hayata Dair - Sayfa 43

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 268.223 Cevap: 1.657
*TeoDora* - avatarı
*TeoDora*
Ziyaretçi
8 Ocak 2007       Mesaj #421
*TeoDora* - avatarı
Ziyaretçi
BİR ACAYİP ADAM

Sponsorlu Bağlantılar
Fırtınadan arta kalmış bir teknede,
Tevekkül içinde;
Görkemli sakalı ve iğreti parkasıyla,
Gizlediği macerasıyla,
Bir acayip adam yaşardı.
Akşamları susardı,
Ben konuşsam kızardı...

Bir sürgün kasabasıydı,
Bir eski zamandı, Haziran'dı.
Çocuktum, evden kaçmıştım,
Gelip ona sığınmıştım...

Küçücük bir koydu, sığdı,
Burayı keşfeden belki de oydu.
Uzaktan, kasabanın ışıkları yanardı,
İçim anneyle dolardı, ağlardım..
Suphi şöyle bir göz atardı,
Gizli bir cıgara sarardı, ağlardı.
Sonra barışırdık,
Ben flüt çalardım, cıgara sönerdi,
Ağlardık...

Nereden geldiğini bilmezdim,
Kimsesizdi,
Belki kimliksizdi...
Onun macerası onu ilgilendirirdi;
Kimseye ilişmezdi...

Bir şeylere küfrederdi hep,
Tedirgin bir balık gibi uyurdu.
Bazen kaybolurdu, aradım,
Yağmurun altında dururdu.

Bir kalın kitabı vardı,
Cebinde olurdu, her gün okurdu.
Ben bir şey anlamazdım,
Kapağını seyreder, duymazdım.
Sakallı bir resimdi, kimdi;
Ne kadar mütebessimdi!Sordum bir gün Suphi'ye:
Söylediklerini niye anlamıyorum, diye.
Bildiklerini, dedi, yüzleştir hayatla,
Ve sınamaktan korkma!.
Doğru ile yanlışı,
ancak o zaman ayırabilirsin
Ve O'nu anlayabilirsin...Sonra gülerdi.
Günlerim, yüzlerce ayrıntıyı
Merak etmekle geçerdi.
Sonra yine akşam olurdu, Suphi susardı,
Ben konuşsam kızardı.Tekneye martılar konardı,
Yüreğim Suphi'ye yanardı, ağlardım.
Suphi denize tükürürdü,
Gökyüzünü tarardı, ağlardı.
Sonra barışırdık,
Ben flüt çalardım, yıldız kayardı,
Ağlardık...Bir sahil kasabasıydı,
Bir eski zamandı, Haziran'dı.
Çocuktum, evden kaçmıştım,
Gelip ona sığınmıştım...

Bir gün bir aksilik oldu,
Annem beni buldu!
Suphi kaçıp kayboldu.
Kasaba çalkalandı, olay oldu;
Ben sustum, kanım dondu!..

Polisler onu bulduğunda tekti,
Felâketti..
Herkes meydanda birikti.
Karakoldan içeri girerken
Sanki mağrur bir tüfekti!..
Ansızın dönüp bana baktı,
Anladın mı? dedi
Anladım, dedim; anladım...
Ve o günden sonra
Hiç bir zaman,
Hiç bir yerde,
Hiç ağlamadım...


Yusuf HAYALOĞLU
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Ocak 2007       Mesaj #422
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden
Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden
Sponsorlu Bağlantılar
Kar yağsada bu sessiz vadiye, gün bitmesin
Yapraklar üşüse de , çiçekler üşümesin
featherNurullah GENÇ

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2007       Mesaj #423
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
intihar zamanı..

SUSTURMAK İSTİYORUM ARTIK
BU KALBİN çENESİ HER DÜŞTÜĞÜNDE
PEŞİNDEN GöZLERİM KATILIP YAŞLARI DöKTÜĞÜNDE
KİM ANLAR BENİ GECENİN ÜçÜNDE HIçKIRIKLAR İçİNDE

İNSANLAR BİRBİRİNİ DÜZMENİN PEŞİNDEYKEN
BU SEPTİS HEP İNTİHARIN EŞİĞİNDEN DöNDÜĞÜNDE
KİM ANLAR,
BEN BİLE BIKMIŞIM KENDİMDEN
NASIL İSTERİM İNSANLARIN BENİ SEVMESİNİ
BEN BİLE BIKMIŞIM YÜZÜMDEN
NASIL İSTERİM İNSANLARIN BENİ GöRMESİNİ

HADİ YORGUN SEVGİLER, BIRAK KENDİNİ BOŞLUĞA
İNTİHARI DÜŞÜNMEK ENGÜZEL DUYGU BU ARA,
BIRAK İSTEYEN YAŞASIN BEN BİLİYORUM
***** BU DÜNYA

Bİ RAHİBE KADAR ELDEĞMEMİŞ OLSA BİLE DÜŞLERİN
TECAVÜZE UĞRAMAKTAN KAçAMAZ HAYALLERİN
BAKİRE KALMAZ ANILARIN
BU DÜNYADA NAMUS ARAMAYIN

MEZARIN İçİNDE SAKLI MUTLULUK
ÜSTÜNDEYSE GöZYAŞI
HADİ TUT ELİMDEN ŞİMDİ İNTİHAR ZAMANI

GENEDE İSTERİMKİ KİMSE CEHENNEMDE YANMASIN
HERKEZİN ADINA BEN YANARIM
Hİç İYİLİK YAPMADIM AMA ENBÜYÜĞÜNE ADAYIM.
İNTİHAR EDİYORUM HADİ
10 DAN GERİYE DOĞRU HEP BİRLİKTE SAYALIM

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
17 Ocak 2007       Mesaj #424
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ADIM SEVGİ

Adım Sevgi
On birime girdim
Daha geçen hafta
On bir yıl,
Çile dolu on bir yıl
Yine herşey aynı
Ne üstte var ne başta

Anadolu da
Kışları amansız
İnsanları çaresiz
Yolları patika
Yolcuları ümitsiz
bir köyde
İdare lambasının ışığında
Kör ****** el yordamıyla
Doğurmuş beni anam

Anam;
Şimdi bu koca şehrin varoşlarında
Babam ile omuz omuza
Karnımız doysun diye
Koşturup duruyor
Bir öteye bir beriye

Tarlada ırgattı
Fabrikada işçi
Şimdi de konaklarda hizmetçi

Ne ilk ve son sevdası babama
Kadınlık
Ne de beş kardeşe
Analık
Yapamıyor artık
Ne dudaklarına ruj
Ne kirpiklerine rimel
Ne de saçlarına perma
Hep imrendi durdu
Konaktaki hanıma
Unuttu
Bize, kuzularım
Babama yiğidim demeyi

Babam;
Daha girmedi otuz beşine
Beli büküldü
Omuzları çöktü
Şimdiden bile
Bir gün hammal,bir gün amele
Bazen işportacı,çogu zaman boşta
Rahat vermez ne maliyeci ne de zabıta

Akşamları döner eve yorgun argın
Ya susar oturur
Hepimize her şeye dargın
Ya da başlar söylenmeye
Lanet okur hortumcuya

Kim bu hortumcu ?

Öğretmenim de sızlanır durur ondan
Yarınlarınızı talan ettiler
Körpecik umutlarınızı
Daha yeşermeden soldurdular
Açlık ,sefalet
Soğuk,oyuncaksızlık
Doktorsuzluk,kitap yokluğu....
Hep onların eseridir
Deer durrur

Yine der ki
Onlar hoyratça ve arsızca
Talan ettikçe geleceğinizi
Geçim sıkıntısı
Sıkar mengene gibi
Ana babanızın boğazını
Başlar kavgalar, patırtılar
Ne şefkatten eser kalır
Ne de sevgiden
Minicik yüreklerinize
Korku ve dehşet dolar..

Kim bu hortumcu ?
Hangi hortum ?
Resimlerine bakmaya doyamadığım
Fil yavrusunun hortumu mu ?
Yoksa,
Anamın hizmetçi durduğu
Konağın bahçesinde gördüğüm
Umutlarım kadar pembe
Gülleri sulayan hortum mu ?
Hangisi ?

Demek
Aç yattığım,soğuk gecelerimin
Alamadığım oyuncaklarımın
Yırtık papuçlarımın
Eksik kitaplarımın
Soğuktan ağlaşan kardeşlerimin
Omuzları çöken babamın
Şefkati tükenen anamın
Her şeyin sebebi hortum muş

Sevmiyorum artık
Ne fili
Ne gülü

Şimdi yüreğimde
Bedenimden bile büyük
Adını koyamadığım
Koskocaman bir öfke...

Minik yüreğime,
Sevgi yerine
Öfkeyi koyanlar,

Pembe umutlarımı karartanlar

Duyun beni !

Adım Sevgi ama
Sayenizde
Ben sevgiyi
Hiç tadamadım ki

Mehmet Nedim KORKMAZ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ocak 2007       Mesaj #425
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Son Yaprak

Ülkenin batısındaki küçük bir mahallenin bir sokağının
neredeyse tamamı ressamlardan oluşmaktaydı. Bu mahallede, üç katlı bodur
bir tuğla yığınının tepesinde iki kız arkadaşın stüdyoları
bulunmaktaydı.
Alt katlarında ise yaşlı bir ressam otururdu.

Günlerden bir gün kız arkadaşlardan biri zatürree hastalığına
yakalandı.
Genç kız günden güne eriyordu. Bir gün, arkadaşı resim yaparken
o da yatağında pencereden dışarı bakıyor ve sayıyordu...

Geriye doğru sayıyordu; "Oniki" dedi, biraz sonra da "onbir";
arkasindan
"on", sonra "dokuz"; daha sonra, hemen birbiri ardina "sekiz"
ve "yedi".
Arkadaşı merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba?
Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre
ötedeki
tuğla evin çıplak duvarı vardı. Budaklı köklerinden
çürümüş,
yaşlı mı yaşlı bir asma, tuğla duvarın yarı boyuna kadar
tırmanmıştı.

Dönüp arkadaışna "Neyin var?" diye sordu. Hasta kız fısıltı
halinde"
altı" dedi.
"Artık hızla düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz tane
vardı.
Saymaktan başıma ağrı giriyordu. Ama şimdi kolaylaştı.
İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı şimdi."
"Beş tane ne?" diye sordu arkadaşı. "Yapraklar, asmanın
yaprakları.
Sonuncusu da düşünce, ben de mutlaka gideceğim. Hissediyorum bunu."

Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba
götürdü.
Fakat o: "İşte bir tanesi daha gidiyor. Hayır, çorba filan
istemiyorum.
Bununla geriye dört tane kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da
düştüğünü
görmek istiyorum.. Ondan sonra ben de gidecegim." diyerek cevap verdi.

Genç kız uykuya daldığında arkadaşı da alt katta ki yaşlı
ressama
ziyarete gitti. Bu sırada yaprak olayını da anlattı yaşlı adama.
Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah hasta kız
hemen
arkadaşına perdeyi açmasını söyledi. Ama hayret! Hiç
bitmeyecekmiş
gibi gelen upuzun gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetle
esen
rüzgârdan sonra, bir asma yaprağı hâlâ yerinde duruyordu.

Sapına yakın tarafları hâlâ koyu yeşil kalmakla birlikte, testere
ağzı gibi
tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi gelmiş
olan
yaprak,
yerden altı yedi metre yükseklikteki bir dala yiğitçe asılmış
duruyordu.

"Bu sonuncusu" dedi hasta kız."Geceleyin mutlaka düşer diye
düşünmüştüm.
Rüzgârı duydum. Bugün düşecektir, o düştüğü an ben de
öleceğim."
Ağır ağır geçen gün sona erdiğinde onlar, alacakaranlıkta bile,
asma
yaprağının duvarın önünde sapına tutunmakta olduğunu
görebiliyorlardı.

Derken şiddetli yağmur tekrar başladı. Hava yeteri kadar
aydınlanır
aydınlanmaz, genç kız hemen perdenin açılmasını istedi. Asma
yaprağı
hâlâ yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden uzun uzun yaprağı
seyretti.
Sonra
arkadaşına seslendi. "Münasebetsizlik ettim. Benim ne kötü bir
insan
olduğumu göstermek istercesine, bir kuvvet o son yaprağı orada
tuttu.

Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz bana çorba verebilirsin."
dedi.
Akşamüstü gelen doktor ayrılırken; şimdi alt kattaki bir hastaya
bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürree.
Yaşlı adamcağız çok ağır bir durumda, kurtulma umudu yok ama
daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor dedi.

Ertesi gün doktor : "Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız." dedi.
O gün öğleden sonra arkadaşı artık iyileşmiş olan arkadaşına
alt
kattaki
yaşlı adamı anlattı. Yaşlı adam iki gün hastanede yattıktan
sonra
ölmüş.

Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu, odasında sancıdan
kıvranırken
bulmuş. Pabuçları, elbisesi baştan aşağı sırılsıklam, her
yanı buz
gibi bir
haldeymiş. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır
erdirememişti
kimse. Sonra, hâlâ yanık duran bir gemici feneri, yerinden
sürüklene
sürüklene çıkarılmış bir portatif merdiven, bir de üstünde
birbirine
karışmış sarı, yeşil boyalarla bir palet ve sağa sola
saçılmış bir
kaç fırça
bulmuşlar. O zaman o son yaprağın sırrı da çözüldü. Rüzgâr
estiği
zaman
bile yerinden oynamayan yaprak, yaşlı ressamın şaheseriydi. Yaşlı
adam,
son yaprağın düştüğü gece oraya bir yaprak resmi yapıp
yapıştırmıştı.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Ocak 2007       Mesaj #426
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kutsal Mühür


"...suret-i aşk’tı zamanının tersine çalıştığı an'dan
kuşlar havalanmaya görsün
düş'tüler tek tek..
...yıldız oldular her saça bi kez kondular
bi daha kimse görmedi onları..
...o gün bugün geceleri yanılgılarda
suretleri aşk sözcükleri fısıldarlar..
...öldüler sanmayın onları; ölüm/süzdüler..."


İnsanlar üç yerde eşit değildir. Doğarken/evlenirken ve ölürken.. Şimdi aşkı da ekliyorum seçtiklerime.. Aşk bir masal misali iki ayrı nehrin aynı yatakta buluşması gibidir.

Âşkın dinamiği, yani sürdürülebilir olması, tarafların koşulsuzluk ilkesiyle doğru orantılıdır. Seven sayısı, ikiden biri indiğinde ki, o zaman çanlar birileri için çoktan çalmaya başlamıştır.. Her şey buraya kadar normalken, hayat birden durur..

Mevsimler yüz değiştirir, zaman ölür.. Acı çekmek o zamana özgü bir işkencedir.. Eşit mesafeler ya tam açılır ya tam kapanır.. Siz deyin; taraflar taraftar bulur.. İki kişilik birliktelik zaman içinde çoğalır.. Zamansa hiç durmaz, çalınan zamanlarsa, asla var olmaz hayatlarında.. Sevmekse, "altı harfli bir sözcük" kalmıştır şimdilerde ve cüce zamanlar ön plandadır artık..

Dönüşler ertelenmekte; kandırılmaktadır içimizdeki çocuk..
"CAM KIRIKLARI TAM BU ZAMANDA ACITIR.." Unutulur dün.. bugünse, hayat durur.. Hep bir umut vardır onu da başka birileri öldürür! "A ş k a s l ı nd a k u t s a l b i r m ü h ü r d ü r.."
İnkâr edemeyiz.. Kimse de edemez..


"....Ölüm süzülürken kanatlarının altında, ayrılık kokuyordu gece;
ceza meleği oluyordu her başkaldırış ve sonrası dokunuyordu hep hassas noktalar, kaybedişlere..."

green almond - avatarı
green almond
Ziyaretçi
27 Ocak 2007       Mesaj #427
green almond - avatarı
Ziyaretçi
Mutluğun Mutsuzluğa Oranı

Şu anda mutlu musunuz?Daha önce mutsuz muydunuz?Mutlu olunca neler hissediyorsunuz,peki ya mutsuz olunca..?
Bu konu üzerine biraz felsefe yapalım mı?Düşünmenizi istiyorum sizden.Sadece geçmişi ve şimdiyi düşünün!
Mutsuz olduğunuz o anı hatırlayın.Aslında insanlara acınızı anlatmaktan mutlu değil miydiniz?Hayır acıyı paylaştığınız için değil!Sadece bir şekilde sizi mutsuzluğa sürükleyenleri anlatıp,ne kadar haklı olduğunuzu gösterdiğiniz için.Bu gurunuzu öyle çok okşadı ki sevindiniz bir yerde!Öyle değil mi?Haksızlığa uğradığınızı söyleyip,mertliğinizi ispatladığınızı düşündünüz.
Peki şimdi de o çok mutlu olduğunuz dönemlerinizi düşünün.Çok mu mutluydunuz.Emin misiniz?Aslında biraz mutsuzluk fidanları yok muydu içinizde?Yakınacak,kendinizi büyük gösterecek bir haksızlık,bir mutsuzluk nedeni söz konusu olmadığı için,kendinizi mutsuz edecek neden aramadınız mı hiç?
Bu arayıştayken en küçük şeyi dert edinip,ama anlayışınızla kendinizi gururlandırıp,o toleransınız içinde ezilmediniz mi?
Peki şimdi söyleyin.Hangisinin adı mutluluk yada mutsuzluk?..
Size,sürüklenirken gidişatından yada işleyişinden pek birşey kavrayamadığınız hayattan bir sır vereyim mi?Mutsuzluk ve mutluluk aynı şey gibilerdir.
Hepsinin içinde kendi egonuz yaşar.Hayır,hayır suçlamayın kendinizi!Bencillik değil bu.Sadece yaşamın bir gerçeği daha.
Bu kanı size pek inandırıcı gelmedi mi?
O halde yaşadığınız her çaplı,her türlü insan ilişkilerinizde kendinize açıklayamadığınız o minik nedenleri,sonuçları biraz karıştırın.Beyin arşivinizi yoklayın!
Sizce de mantıklı değil mi?
Her mutsuzluk bir mutlululuğu ve her mutluluk bir mutsuzluğu kapsayacak kadar derindir.
Msn HappyGREEN ALMONDMsn Happy

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2007       Mesaj #428
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ben mi? evet...
bir gün çıkıp gideceğim kapıları, evleri, dergileri, hüzünler bırakarak...
bir çiçek merhaba diyecek...
hoşgeldin diyecek dağ...
orman gülümseyecek...
anımsayışların, bekleyişlerin, ümitlerin ya da ümitsizliklerin
hırsların, yarışların, tasaların kalktığı yerde
tam anlatının, salt anlatının kaldığı yerde başlayacak şiir...
hiç kimseye seslenmeyen, kendi kendine yeten sadece...
kendi mantığı; kendi güzelliği içinde tutarlı...
ama halkın yaşantısı girecektir oraya, çünkü yaşayan büyük
bir şeydir halk...
deniz ve ufuk girecek, karınca yuvaları, gökyüzü, kozalaklar
ve kopuk ve artık hasetsiz bir aşk...
yani sevişmek denizle, koşulsuz, önyargısız, hesapsız...
yani uzanmak ve düşünmek binlerce yıl..
doğan, ölen ve yaşayan şeyleri...
doğumu, ölümü ve yaşamayı
yani dingin ve büyük olan herşeyi anlatmak...
ben mi?evet. çıkıp gideceğim bir gün...
tasasız, gözyaşsız, geride birşey bırakmadan ve birşey beklemeden
ilerde...
sadece yağmur sularından pırıl pırıl bir yürek
artık kendi kendinin anlamı ve nedeni olan bir yürekle...
featherAtaol BEHRAMOĞLU
BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
6 Şubat 2007       Mesaj #429
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
Kapıcının Oğlu

Ben güzel laflar edemem,
Süslü kelimeleriyse hiç beceremem.
Ne hayat bilgisinden gayrı kitap okudum.
Ne de okul gördüm, ilkokuldan gayri.
Islak görünümlü, kazık gibi saçlarıma dokunduğunda ;
Bu nasıl briyantin demiştin.
Ben limon kullanırım diyememiştim.
Sadece, beğendin mi demiştim.
Hamburger yerken ketçapa, salça dermiş,
Becerememiş köftesini yere düşürmüştüm.
Hele bir gece yanık yanık efkarlı bir türkü okurken,
Dire Straits'i hiç dinledin mi dediğin de;
O şarkıyı çok severim demiştim.
Sen anlam veremediğim bir şekilde kahkahayla gülmüş,
Bense bir halt ettiğimi anlamış ve susmuştum...
Nereden bilebilirdim,
Dre Straits'in bir şarkı değil de, grup olduğunu...
Ama sen hep anlayışlıydın, hep olgundun, hep farklı.
Ben ise her zaman pot kırmaya hazır.
Her kelimesi facia bir şöfor parçası.
Sen hep hatalarıma gülüp geçen, benim moral kaynağım.
Hayatta beni anlayan tek insandın.
İlkokul mezunu olmamı yüzüme vurmamış,
Ortaokulu dışardan bitirdiğimden nasıl gururlanmış, bana çay ısmarlamıştın...
Çünkü, ben çayı, sen kolayı severdin.
Sen kola kadar serinleten,
Bense çay kadar yakan.
Benzetme sanatının mübalağasız örnekleriydik.
Her sabah bugün olmayacaksın korkusuyla uyanmış,
Her gece aynı korkuyla yatmıştım...
Hele arkadaşların ve arkadaş sohbetlerin,
Her birinin delip geçen, küçük düşüren sözleri,
Ve senin sürekli savunmaların.
Israrla duymak istemediğim ama her seferinde yüzüme bir yumruk gibi inen,
Kızım bırak bu herifi sözleri.
Ama sen bırakmadın, ama sen hep tuttun.
Sen tuttukça, ben de hep kendime kahrettim...
İçime kustum...
O kara kızın vizen nasıldı sözüne hemen atlamış.
Yurtdışına mı gidiyorsun diye şaşkın şaşkın bakarken,
Yine herkesin gülüşüyle, yerin dibine batmıştım.
Nerden bileydim, vizenin yazılı sınav olduğunu, kahretsin !
Benin en iyi yaptığım şey araba kullanmaktı.
Hayalimse ; hep bir arabaya sahip olmak,
Bir minibüs alıp, bir okulun servis şöförlüğünü yapacak,
Kendi arabamla, kendi paramı kazanıp,
Bak okumuşlar bu kadar paramı kazanıyor diyebilmekti.
Ama o da olmadı.
Hep başkalarının arabalarında çalıştım.
Gündüz servis attım, gece Ankara sokaklarında...
Yine başkalarının taksilerinde...
Yanık türküler dinleyip, şoförlük yaptım.
Ankara'nın karanlık sokaklarını,
Barları, pavyonları, sarhoşları topladım.
Kimse senin kadar anlayışlı değildi.
Ne baban, ne annen, ne de kardeşlerin.
Belki de haklıydılar.
Sen üniversite mezunu, rahatlıklar içinde.
Ben ise, ortaokulu dışardan bitirme.
Sorunlarla iç içe...
Aslında, bende nice umutları olan, nice hayallere gebe,
Kendi çapında bitirim bir şofördüm.
Evet, şo-för...
İngilizce'sini de öğrendim, Driver-Sürücü.
Taksi zaten ingilizcede de taksiymiş, dün otelci kadın söyledi.
Bak yine abuk-sabuk konuşmaya başladım.
Ama dedim ya ben de hayalleri olan,
Belki Çiçek Abbas'ı on kere izleyen,
Kendi çapında bir İlyas Salman'ım, kim bilir?
Hadi yeniden diyebilmek ne kadar zor bugün.
Hadi baştan yani...
Göz bebeklerimizin her biri farklı yöne terlerken,
Bir daha diyebilmek ne kadar zor gülüm...
Biliyor musun? Saçlarım dökülmeye başladı.
Limondan mı ne ...
Hamburgercilerin ise hepsinden nefret eder oldum.
Makarnayı bile salçasız yiyorum. Ketçapsız yani...
Ne süslü kelimelerle güzel laflar edebildim sana.
Ne de şiir yazabildim...
Ha unutmadan ;
Bir şiir yazmıştım ya sana ;
Orhan Gencebay'ındı. Sen nasıl olsa dinlemezdin,
Bilmezdin o tür şarkıları...
"Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni"
Ama sen yine de, anılarında da olsa, hatıralarımla sev beni.
Bana bir kravat almıştın ya, biz sözlenince takarsın diye,
Dün kapıcının oğlu evlendi, son hatıranda onunla gitti...
Dün kapıcının oğlu evlendi, yüreğimde onunla gitti...
Dün kapıcının oğlu evlendi, şoför bendim.
Dün kapıcının oğlu beni benden etti, gitti...
Gitti...
Gitti...

Bedirhan Gökçe
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2007       Mesaj #430
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

İçimizde...

Suskunluğumuzdan arta kalan
Sahipsiz bir çığlıktı yankılanan

Dün

İçimizde

Ve kırıktı pusulamız
Dümen kırdık fırtınanın üstüne
Sığ düşlere yöneldik bir zaman
Sonra karaya oturdu duygularımız

Suların yükselmesini bekliyorduk
Bir de rüzgarın çıkmasını yeniden
Dikiş tutmayacaktı yelkenlerimiz biliyorduk
Lakin, vazgeçecek değildik düşlerimizden

Pir Sultanın yarenleriydik biz
Mevlevi bakışlarımızda duran sabır
Yunus’un gönlünden akan dizelerimiz
Ve daha nice söylemediklerimiz

Bugün

İçimizde

Duyabiliyorsanız ne mutlu size
Açacak demektir yüreğinizde tomurcuklarınız
O halde sahip çıkın güllerinize
Boş verin yağmuru efendim
Ne güne duruyor göz yaşlarınız

Çıkarın yüzünüzde duran peçeyi artık
Saklamayın ne öfkenizi ne tebessümünüzü
Dostunuz da olacak elbet düşmanınız da
Neden ve ne zaman mühürlediniz gönlünüzü

Aşık olmak değil Aşk’ı bilmektir muradımız
Acıyı bal eğlemişiz çoktan görmez misiniz
Aşktan da ötedir bizim sevdalarımız…

Geliniz efendim, geliniz
Geliniz ve Aşk’ı biliniz
Ve sizinde sevdalansın yüreğiniz

Hayır! Bize değil

Bizden ötesine…

Bizler gibi
Siz de direniniz
Yol kesenine
Hırsızına haramisine

Namus sözü
Yedirmeyiz bir avuç arsıza
Dostu, düşmanı zaten biliyorduk
Sözümüz şurada duran kararsıza
Bir öğlen vakti, uyanmasını bekliyorduk

Sevdik sizi efendim çok sevdik
Nazenin bakışlarınız da yön buldu rotamız
Yüreğimizi delip geçti, Bedevi bakışlarınız
Ama Leyla kıskanırken mühürlenmiş aşkınızı
Ne gam! Biz, sahilde dolaşan Mecnun değildik

Biz de vakti zamanında bir bakışa yenildik
“Asil” terk edilişlerimizden miras kalan
“Soytarı” hüzünlerin eğlencesi olduk bir zaman

Az mı yollara düşmüştük
“Akşamcı” derlerdi bize
Cebimizde şarap şişesi
Yüreğimizde Aşk’ın kelepçesi
Yokluğun zemheri yangınlarında üşümüştük

Anladık sonra giden gitmişti
Bizdik çok sonrasında farkına varan
Onca yalan onca talan
Aşk bitmişti

Şimdi kaldırım üstü sevişmeler zamanı
Cepkeni delik pantolonlarda saklanıyor ar dediğiniz
Ve yalnızca tarih kitaplarında okunuyor sizin söylediğiniz

Geliniz efendim geliniz
Biz “Aşk adamı” değiliz
“Ar” ederiz bu lakaptan
Utanırız entel bir sakal
Boynumuzda kelebek misali
Eğreti duran lastikli Papyondan

Ne bar’da ayyaş bilgeliğimizi dinler
Ne asilzade konaklarında yazılmış
Yoksulluğun anatomisini anlatan kelimeler
Okursunuz sahtekar dürüstlüğümüzden

Sevdik sizi efendim çok sevdik
Bakışlarınızdaki anne şefkatinden
Tanıdık merhametinizi
Ve mühürlenmiş geçmişinizden
Anladık sadakatinizi
Şimdi siz boşluğa savururken
Sahipsiz sözlerinizi

Suskunluğumuzdan arta kalan
Bir özlemdir yanağınızdan sızan

Yarın

İçimizde…

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri