Arama

Hayata Dair - Sayfa 7

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 267.478 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Şubat 2006       Mesaj #61
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eski zamanlardan birinde çok bilge ve çok ama çok zengin bir adam yasarmis.

Sponsorlu Bağlantılar
Çokta mutluymus bu adam üstelik. Birgün yolu oradan gecen bir genc, bunun

sirrini ögrenmek istemis. Bilge adamin sarayina gitmis ve ondan bu sirri

istemis.


Bilge adam, gencin eline bir kasik tutusturmus ve

"Simdi o koca yag testisinden bu kasiga silme yag doldur demis.

Genc söyleneni yapmis ve kasigi yag ile doldurmus.



Bilge adam:

"Simdi bu kasiktaki yagin bir zerresini dökmeden,

benim sarayimin her tarafini gez ve tekrar buraya dön" demis.

Delikanli denileni yapmis, yaklasik bir saat sonra geri dönmüs.

Gercekten de elindeki kasik halen yagla doluymus.

Bilge adam sormus:



"Salondaki o asma avizeyi gördün mü, paha bicilemiyor ona, tamami altin

ve üzerinde de yüzlerce elmas var."



- Hayir demis genc adam. "Peki, o bahcedeki büyük havuzu gördün mü,

etrafinda kugular, cesmeler ve cicekler olan."



- Hayir görmedim demis genc adam."Sarayin bahcesini de mi görmedin,

oradaki agaçlar dünyanin dörtbir yanindan getirilip, en iyi bahçevanlar

tarafindan yillarca büyütülmüs cok nadide agaclardir. Her yerden görmeye

gelirler o güzelligi."



- Yine hayir demis genc adam. Ve eklemis:

"Cünkü ben sadece bana verdiginiz bu kasiktaki yagi dökmeden

sarayi gezmeye ugrasiyordum. Bu benim görevim ve sorumlulugumdu.

Bunu yapmak icin de sadece bu kasiga bakiyordum, heryeri dolastim ama

hiçbiryeri görmedim.



Peki, demis bilge adam.

"Simdi sarayi tekrar gezmeni istiyorum. Tüm güzelliklerini gör,

doya doya tadini cikart. Ama yine bu kasikla gezeceksin.

Ama bu sefer bosver o kasigi, sarayi gör." demis.

Genc, tekrar baslamis sarayi gezmeye. O ne muhtesem güzellik,

o agaclar, çesit çesit kuslar, bahceler, havuzlar, sarayin odalari

görkemli,

mutfak harikulade,derken yaklasik 2 saat sonra, gördügü güzelliklere

hayranligi

yüzünden de okunarak geri dönmüs.

"Harika, muhtesem! diye bagirmis. Omrümde bu kadar güzelligi bir

arada görmedim.



" Bilge adam gülümsemis. "Simdi elindeki kasiga bir bakar misin?" demis.

Genc adam bunca güzelligin arasinda unuttugu o kasigi tekrar hatirlamis

ve

kasiga bakmis.

" Bir de ne görsün..??? kasigin ici bombosmus. Bütün yag dökülmüs.

"Iste, genc dostum" demis bilge adam,

"Hayatin anlami, elindeki o yagin bir zerresini bile düsürmeden,

tüm güzellikleri de görebilmektir..."

ne sorumluluklarimiz, evimiz, isimiz gücümüz derken,

hayatin güzelliklerini kaciracagiz, sevdiklerimizi ihmal edecegiz,

ne de güzel bir hayatimiz olsun diye sorumluluklarimizi ihmal edecegiz......


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #62
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GULUMSUMsn Happy
Gülümseme Bulaşıcıdır.. tek Cevabı Gülümsemedir ...Herşeyi Değiştirir.. Reflekstir
Sponsorlu Bağlantılar

Bir gülümseme insana hiçbir şeye mal olmaz. Fakat çok şey kazandırır.

Vereni fakirleştirmeden alanı zengin eder.

Gülümseme sadece bir an sürer, fakat anısı bazen sonsuza dek yaşar.

Hiç kimse onsuz yaşayacak kadar zengin veya güçlü değildir.

Gülümseme evde mutluluk, işte başarı yaratır.

Dostluğun ve içtenliğin parolasıdır.

O yorguna dinlenme, üzgüne neşe verir.

Böyle olmakla birlikte, satın alınamaz, rica ve minnetle elde edilemez.

Ödünç alınamaz veya çalınmaz, zorla sahip olunamaz.

Çünkü kendiliğinden verilmedikçe hiç kimsenin işine yaramaz.

Bazı kimseler size gülümsemeyecek kadar yorgundurlar, onlara siz gülümseyiniz.

Gülümsemeyenlerin güleryüz görmeye gereksinimleri herkesten çoktur.

"Her zaman gülümse, dudaklarından tebessüm eksik olmasın, hatta bu acıtsa bile."



kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #63
kambis - avatarı
Ziyaretçi
1980li yıllarda hayatının ilk tecrübelerini yaşamış, ilkokula gitmiş,
Kenan Evren´i, Erdal İnönü´yü, Özal'ı tanımış olmak,
Ajda Pekkan´ın Alo, Michael Jackson´ın Pepsi reklamlarını hatırlayacak
kadar
şanslı
olmak demek.

Big in Japan, The Final Countdown, Eye of The Tiger demek.
İcraatın içinden demek, "Semra koy bir kaset de neşemizi bulalım"
demek.
Köprü demek, ödediğiniz her kuruş verginin yol, su, elektrik olarak
size
geri dönmesi demek

Voltran Voltran Voltran demek , depozito toplamak adına kola şişesi
biriktirmek demek , Adile Naşit`ten masal dinlemek demek.

Debbie Gibson, tiffany, Jason Danovan, Sandra, Modern Talking. vb.
dinliyor
olmak...
Comanchero´nun ve life is life'ın sözlerini ezberlemeye çalışmak
demek...
Michael Jackson, Madonna, Samantha Fox demek

Korhan Abay, Cenk Koray, Metin Milli, Ersen ve Dadaşlar demek.
Clementine, He-man, She ra, Transformers demek.

Okula siyah önlükle gitmek demek. Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Barış
Manço
ile büyümek demek.

İhtilal çocuğu demek, Köle İzaura demek, Ziyaretçiler demek!!!!
Acidçi misin metalci mi demek...

Moruk demek,
Herild yani demek,
Hey corc versene borc demek,
olmaz maykil bende de yok cevabını işitmek demek,
geriye dönüp baktıkça iç geçirmek demek...

Yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşak. Hem eski hem yeni olmak demek.
Biraz gözü açık bir 80'li, yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda
almış
demektir.

edi mörfiiiiiii huuuuuuuuuuuuuu şörli makleeyynn yeeeeeee diye bağırıp
en az bir technotronic kasetine sahip olmak demek.

Mahalle çeşmelerinden su içmek, bayramları iple çekmek, cumhurbaşkanı
denince Kenan Evren'i hatırlamak demek

Koltuk altında topla okul bahçesine yalnız giderken "nasılsa oynıycak
birileri vardır" diyebilmek demek

Eti kemik geçiyor demek;

Evden çıkmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocukluğunu
yaşayabilmiş,son dönemin bir üyesi olmak,

Ne sorusuna zonk cevabı vermekten zevk duymak, büyüteç ile kağıt yakmak
ve
siyah kağıtların beyaza oranla daha kolay yandığını keşfetmek, 9
voltluk
pile dilinle dokunup o ekşi anı yaşamak,

Televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen
susturmak,
23 nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5 dakikada aşık olmak
demek

Son dersin son 5 dakikasında parkeleri giyip zilin çalmasını beklemek,
hurraa kapıya doluşmak, dışarıya pestil olarak çıkmak demek, sinek
ilacı
arabalarının arkasında bıraktığı bulutta deli gibi dolaşmak demek.

Kutu kolayı açtıktan sonra kapağını çekip çıkarıp atmak demek

Tipe bak demek,

Fon müziği Laura Brannigan'dan Self Control olan günler.
Bakkala gitmenin, sokakta oynamanın, harçlık toplamanın geçerli
sayıldığı,
Havuç´un olmadığı yıllar demek... her şeye rağmen temiz ve el değmemiş
bir
hayat demek...
Sonrasında biz büyüdük ve kirlendi dünya demek.

Pazar akşamları mecburen yıkanmak ve erken yatmak demek

Sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki
düğmelere
basmak zorunda olmak demek

Şehirlerarası yolculuklara çıkarken otobüsün 302s olması için dua
etmek.
Bilet alırken arka kapının önü ve tekerlek üstü olmasın demek.

Resimli futbolcu kartları demek, süper babaanne demek, fantayla kolayı
karıştırmak demek, mahalle kavramı demek.

Çavuşevsku ve karısının kurşuna dizilişini TV'den seyretmek demek, o
görüntülerin yıllar sonra bile kafadan hala çıkmamış olması demek.

Anket ve hatıra defterlerinin olması bunlara seviyorum ama kimi diye
başlayan maniler yazmak,önünde tek arkasında 2 çizgi olan külotlu
çorapların
havada sallanarak giydirilmesi, içinde biri sabunlu iki ıslak bez olan
mustili beslenme çantası, dantel yaka, yenen kokulu silgi, leblebi tozu
çekerken atlatılan ölüm tehlikeleri, hulohop, ayak bileğine takılarak
çevrilen top, sek sek oynamak, bayramda mahalleye dağılıp şeker
toplamak,
müsaitseniz annemler size gelecek demek.

TRT´nin yayın akışının bitmesiyle çalan İstiklal Marşı için ayağa
kalkıp,
marşı hazır olda bangır bangır söylemek ve marşın bitiminden sonra
çıkan tiz
"biiiiiiiiiiiiip"sesine rağmen televizyonu kapatmamak demek.

Zerrin Özer demek. Nasıl da geçmişti bütün bir yaz demek.
Bu şarkıya kafanda klip çekmek demek.

Annelerin Çernobil yüzünden çay içirmemesi, gofret yedirmemesi demek..
Challenger'ın olduğu günkü haberleri hatırlamak demek..
PKK saldırılarında her gün mutlaka birilerinin öldüğünü duymak ama
anlamamak
demek.
Veronica Castro'yu güzel zannetmek demek.
Kenan Evreni Atatürk zannetmek demek.

Yazlık diskolarda içeri alınmamak demek, bunun için ağlamak ve içeride
- her nedense- You are in the army now- şarkısında sarmaş dolaş dans
eden
abi ve ablalara bakıp özenmek demek

Gorbaçov´un kafasındaki kırmızılığın ne olduğunu merak etmek, anneye
"Zeki
Müren´e teyze mi diyim amca mı diyim" diye sormak,

Kenan evren´in cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılırken Çankaya köşkü
basamaklarından yavaş yavaş inip sekreteriyle vedalaşmasını hatırlamak.

"Hayat Bilgisi" kitabında Kenan Evren´in resmi olması, her yere modern
cami
inşa etme furyasına anlam verememek, batman ve Şirnak´ın henüz il
olmadığı
günleri hatırlamak, Özal'ın çenesinin enteresan yapısına anlam
veremeyip,
"acaba benim çenem de ilerde böyle olur mu" kaygısıyla aynaya bakmak
demek...

breyk breyk arkadaş arıyorum demek
Eve lazım olur diye fazlaca pul almak demek
ho ho ho hoover demek
Zeki Müren'in size alo diyoruuuum demesi demek

İlkokulda Halley, Petrol ve Komancero şarkılarını uydurma sözlerle
söyleyerek dans eden Tolga Han özentisi sefil dans grupları kurmak okul
sonrasında ise her gün koşturarak eve gidip; bu toprağın sesi
programında
kımıl zararlısı ile mücadele yöntemleri, orman köylüsünün sorunları ve
yüksek randımanlı durum bugdayı türleri ile ilgili verilen faydalı
bilgilerin ardından Kamber ağa ile uyanık skeçlerini büyük bir ilgi ile
izlemek demek küçük yaşta bilinçli bir çiftçi kadar ziraat bilgisine
sahip
olmak demek sinemalarda the Lord of the rings, Harry Potter vs. izlemek
yerine Jules Verne romanları okumakla geçirilen bir çocukluk demek

Aldım çantamı kolumaaa,
çıktım Dallas yoluna,
ben Babi´yi beklerken
Ceyar girdi koluma
şarkısını dansıyla birlikte bilmek demek.

Kimler geliyo kimler?
sana ne, sana ne?
Ama bunu söylemenize gerek yok ki,
ben yapınca alışverişi, zaten alıyorum satış fişi replikleri barındıran
Ali-Ayşegül Atik reklamı ve bakkal amca, bir pergel, bir kalem, bir de
çikolata alacağım.
Erooooolll, Eroooolll (mahallede çocuklardan biri) buraya gelin dedim
size
buraya !
fişini de al oğlum´daki Meşhur Erol,
hadi hep birlikte, hep birlikte,
biz biz olalım
yemeklerden önceeee,
lavaboya koşalım,
hafta da bir kere tırnakları keselim,
fırçalayıp onları tertemiz olalım diye şarkılar ezberleyen bir nesil
olmak

İcraatın içinden izleyip Özal´ın kalemine bakıp hipnotize olmaya
çalışmak

Videocudan American Ninja, Kartal, Kan Sporu ve Evil Dead gibi filmleri
kiralamak demek

Analogtan dijitale geçiş devrini yaşamış birey olduğunu anlamak ve
ikisinden
de farklı zevkler aldığının farkına varmak demek

Çok güzel bir ülkenin son yıllarını hayal meyal hatırlamak, sonra da
çivisinin çıkışını görerek büyümek demek

Hava durumlarının eksi değil de "sıfırın altında bilmem kaç"
denildiğini
bilmek demek

Apartmanın çatısına 5 metrelik anten takıp üstüne de tencere kapağı
bağlayan
bir abinin sizi TV önüne oturtması ve çatıdan oldu mu diye bağırıp
anteni
ayarlamaya çalışması . Yunanistan kanallarını görüntülemek adına ..
oldu
oldu diye camdan kafayı çıkarıp bağırmak ve kimsenin buna şaşırmaması
demek.
Siyah beyaz ve karlı bir görüntü de olsa ..
Üstelik Yunanca tek kelime anlamasanız da gündüz vakti çizgi film
izlemek
için az debelenmemiş olmak demek...
Muhtemelen hayatımız boyunca yaşadığımız en güzel 10 yıl demek...

TRT 1´de oluşan sorunlar sonucu yayına bir süre ara verildiğinde ekrana
getirilen donuk ağaç, dağ bayır resmine 10 dakika hareketsiz bakabilmek
demek,

Türkiye'de yaşamış son mutlu kuşak olduğunu hüzünle hissetmek demek.......
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
1 Mart 2006       Mesaj #64
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Bir adam ve oğlu kırda yürüyüşe çıkmışlar.
Adamın oğlu bir engele takılıp düşmüş. Canı yanan çocuk AHHHHH' diye
bağırmış. . .
Bir an sonra, uzaktaki bir yamaçtan ayni 'AHHHHH' seslenişi duyulmuş
ve çocuk şaşırmış.
Bu sesin kimden geldiğini merak eden çocuk yamaca doğru bağırmış: 'SEN
KIMSIN?' Aldığı cevap 'SEN KIMSIN?' olmuş.
Çocuk aldığı cevaba kızmış ve 'SEN BIR KORKAKSIN' diye tekrar
bağırmış. Yamaç, 'SEN BIR KORKAKSIN' diye cevap vermiş.
Çocuk babasına dönüp 'BABA NE OLUYOR BÖYLE?' diye sormuş.
'OGLUM' demiş adam, 'DINLE VE ÖGREN!' ve yamaca dönüp 'SANA HAYRANIM'
diye bağırmış.
Gelen cevap 'SANA HAYRANIM!' olmuş.
Baba tekrar bağırmış: 'SEN MUHTESEMSIN!'
>Gelen cevap: 'SEN MUHTESEMSIN!'
Çocuk çok şaşırmış, ama ne olduğunu anlayamamış.
Babası açıklama yapmış:
'İnsanlar buna 'Yankı' derler,
>ama aslında bu 'Yaşam'dır'.
Yasam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız
davranışların aynasıdır.
Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev !
Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol !
Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy.
İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı
öğren. 'Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.'
Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mart 2006       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
BİRAZ ZAMAN AYIRIP OKUMAYA DEĞER...pinkrose
Masumi Toyotome adlı bir Japon yazmış. "Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor. "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor musunuz" diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor: " Sevgi üç türlüdür. Birincisinin adı 'Eğer' türü sevgi." Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. örnekler veriyor: "Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli bir kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim." Toyotome, " en çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. "Bir şarta bağlı sevgi. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türü budur" diyor. "nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre, evliliklerin pek çoğu 'Eğer' türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile 'Eğer' türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor: "Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlık kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle 'sınavları kazanamadın, Bir de utanmadan Hakone'ye gittin' diye bağırıyor. Delikanlı: 'Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın' diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor, yazar. "Delikanlı, babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar, 'Eğer' türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabiliyor" diyor, Masumi Toyotome. İlginç değil mi?
tuyİkinci türe geçiyoruz: 'Çünkü' türü sevgi. Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, onun sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi? Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki."
Yazar, 'Çünkü' türü sevginin 'Eğer' türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor: " 'Eğer' türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa, zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün 'Eğer' türünden temelde pek farkı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de yükler getiri insana. İnsanlar, hep daha çok insanlar tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama, sonsuz sevgi ve kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı, yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Evli kadın, kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile geçene içerler. O zaman bu tür sevgide, güven duygusu bulunabilir mi ?" diye soruyor Toyotome. " 'Çünkü' türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor. "Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var:
Birincisi, acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu. (Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri, öteki yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar.)
İkincisi de: Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı, aynı kentte oturan anne ve babası hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca, sevgi de kalmamış. Kız birçok ay sonra kahrından ölmüş...". Japon yazar "toplumdaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündedir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor.

tuyPeki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?pinkrose"Ve işte sevgilerin en gerçeği, üçüncü tür sevgi, benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" diyor yazar. "Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için, 'Eğer' türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanmayıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için 'Çünkü' türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey olduğu için değil, bir şey olmasına rağmen sevilir." Güzelliğe bakar mısınız? 'Rağmen sevgi'. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen tapar. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabi bu, sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar "yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin olur sunuz? Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. "Şu soruma cevap verin" diyor. "kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize yaşamanın ne yararı var diye sormaz mıydınız?" Devam ediyor Toyotome: "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınıza yıkılmaz mıydı? O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşar dınız?" diye soruyor ve yanıtlıyor: "Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar. " Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor 'Rağmen' sevgiyi. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok." diye açıklıyor. Anlatıyor: " Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var? " Yazara göre, "açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım, sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? hepsi o." Ve asıl çarpıcı cümle en sonda. "DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR." İYİ DÜŞÜNÜN... Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl hiç gün ışığı ile uyandınız mı? Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz? Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu hiç kokladınız mı? Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı? Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız? Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz? Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? Çimlere uzandığınız oldu mu? Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl? Kaç kez kuşlara yem attınız? Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı? Kaç kez mektup aldınız bu yıl? Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? Kimseyle barıştınız mı bu yıl? Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez fark ettiniz bu yıl? İyi bir yılın, bunlar gibi birçok 'küçük şey'e bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü bu yıl? Yeni yılda düşünün. Yayılın çimlerin üzerine. Acele edin...Er veya geç...Çimenler yayılacak üzerinize...
J.
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
4 Mart 2006       Mesaj #66
NihLe - avatarı
Ziyaretçi
Bir kuruyemis tabagindan sirasiyla önce samfistiklar,bademler, findiklar, fistiklar vs. gider.
En son beyaz leblebiler ve ayçekirdekleri kalir.
Benzer sekilde belli bir yasa kadar evlenmemisseniz, kalan beyaz leblebiler ya da aycekirdekleri ile idare etmek zorunda kalirsiniz.

Ya da böyle, olur da bir fistik bulurum umuduyla tabagi karistirirkaristirir durursunuz...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #67
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara lâyık olan kişi ise seni ağlatmaz...
Sen istediğinde sana aşık olmaması, sana aşık olmadığı anlamına gelmez...
Gerçek arkadaş, elini tutan, kalbine dokunandır...
Birisine yabancılaşmanın en kötü biçimi yanında oturuyor olup ona hiç bir zaman ulaşamayacağını bilmektir...
Hiçbir zaman gülümsemekten vazgeçme, üzgün olduğunda bile... Gülümsemene kimin, ne zaman aşık olacağını bilemezsin...
Tüm dünya için sadece bir kişi olabilirsin, fakat bazıları için sen bir dünyasın...
Zamanı onu seninle birlikte geçirmeye hazır olmayan biriyle geçirme...
Her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir...
Birini daha iyi tanımadan ve bu kişinin senin kim olduğunu bilmesinden önce kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven...
Yaşanan her şeyin bir sebebi vardır...
“Bitti” diye üzülme, “yaşandı” diye sevin...


(...Gabriel Garcia Marquez
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mart 2006       Mesaj #68
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
YEDI KUTSAL GERÇEK


Kaç yildir benim yanimdasin?



- 20 yildir efendim.


- Bu zaman süresince benden ne ögrendin?

- Hiçbir seyle degismeyecegim yedi gerçek ögrendim.

- Ömrüm seninle geçtigi halde topu topu 7 gerçek mi ögrendin?

- Evet.

- Söyle bakalim öyleyse neler ögrendin?

- Baktim ki herkes bir seyi dost ediniyor, ona gönül verip baglaniyor. Ancak bunlardan hemen hepsi insani yari yolda birakiyor. Ben ise, beni hiç birakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek seyleri aradim. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Ki onlar sonsuz bir yükselme yolculuguna çikmis insanoglunun hiç tükenmeyecek azigi ve en gerçek dostlaridir.

- Çok güzel, ikincisi ne bakalim?

- Baktim ki, insanlarin bir çogu geçici dünya degerlerine dört elle sarilmis onlari koruyor, kasalarda sakliyor, kaybolmamasi için her çareye basvuruyor. Kimi zenginligine, kimi güzelligine, kimi ününe tutunmus simsiki, onlari elden çikarmamak için çirpinip duruyor. Oysa ben varligimi ve bütün isteklerimi O'na satip, gönlümü yalniz O'nun sevgisine açtim.

- Devam et!

- Insanlarin üstün olmak için birbirleriyle yaristiklarini gördüm. Ancak bir çogu üstünlügü yanlis yerlerde ariyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlügü geçici dünya degerlerinde degil, akil ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çesidinden el etek çekip, iyiliklere vasita olmakta aradim.

- Devam et yavrum.

- Yine baktim ki, insanlar sabahtan aksama birbirleriyle ugrasiyor, bos yere hayati zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunlarin benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldigini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden aritarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yasamanin yolunu buldum.

- Sonra?

- Nedense herkes hatasinin sebebini hep dista ariyor ve baskalarini suçlamak yoluna sapiyordu. Böylece suçlarinin örtüsü altina saklaniyordu. Oysa insanin basina ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunun bilip yalniz kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin agina düsmemeye çalistim.

- Dogru...

- Baktim ki insanlar su bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakki çignemekten çekinmiyorlar. Hem baskalarinin hakkini alip onlari yoksul birakmakla, hem de bu haksizligin azabini agir bir yük gibi vicdanlarinda tasimakla iki kere kötülük etmis oluyorlar. Oysa dogru yasanildiginda ve hakça bölüsüldügünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardi bile.

- Ve yedinci?

- Yedinci olarak sunu gördüm ki, insanlar bir seye dayanmak ve güvenmek ihtiyacindadirlar. Kimi zenginligine, kimi güzelligine... Bunlarin hepsi de bir süre sonra yikilacak egreti desteklerdir. Ben ise yalniz O'na siginip yalniz O'ndan yardim diledim. Ve bunun karsiligi sonsuz bir güven oldu.

- Seni tebrik ederim evladim. Ben de yillar yili bütün din kitaplarini inceledim. Hepsinin bu 7 gerçek etrafinda döndügünü tespit ettim.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mart 2006       Mesaj #69
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1 SAAT
Adam yorgun argin eve dondugunde 5 yasindaki oglunu kapinin onunde
beklerken buldu.
Cocuk babasina, "Baba bir saatte ne kadar para kazaniyorsun" diye sordu?
Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin isin degil" diye cevap verdi. Bunun
uzerine cocuk, "Babacim lutfen, bilmek istiyorum" diye usteledi. Adam,
"illa da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bunun uzerine
cocuk ,"Peki bana 10 milyon borc verir misin?" diye sordu. Adam iyice
sinirlenip, "Benim senin sacma oyuncaklarina veya benzeri seylerine
ayiracak param yok. Hadi derhal odana git ve kapini kapat" dedi. çocuk
sessizce odasina cikip kapiyi kapatti. Adam sinirli sinirli "Bu cocuk
nasil boyle seylere cesaret eder." diye dusundu. Aradan bir saat
gectikten sonra adam biraz daha sakinlesti ve cocuga parayi neden
istedigini bile sormadigini dusunndu, Belki de gercekten lazimdi. Yukari
cocugun odasina cikti ve kapiyi acti, Yataginda olan cocuga, "Uyuyor
musun" diye sordu. cocuk "Hayir" diye cevap verdi. "Al bakalim istedigin
10 milyon. Sana az once sert davrandigim icin uzgunum. Ama uzun ve yorucu
bir gun gecirdim" dedi. cocuk sevincle haykirdi, "Tesekkurler babacigim"
Yastiginin altindan diger burusuk paralari cikardi. Adamin suratina bakti
ve yavasca paralari saydi. Bunu goren adam iyice sinirlenerek, "Paran
oldugu halde neden benden para istiyorsun. Benim, senin sacma cocuk
oyunlarina ayiracak vaktim yok" diye kizdi. cocuk "ama yeterince yoktu"
dedi ve paralari babasina uzatti;
" Iste 20 milyon, Bir saatini alabilir miyim!!!"
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
7 Mart 2006       Mesaj #70
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
BİR ADAM BOYU SIÇRAMAK


Dünya üzerinde insanın kendine sormadığı bir tek soru bile kalmadı...
Dünya üzerinde insanın görmezden geldiği cevapları hep inkardı
Sorguyu seven insan kendi sorularını diğerlerine,ötekilere sordu durdu...
Cevapları iç cebinde,ötekilere oynadı durdu...
Bu soruların muhatabı değildi O, ‘herkes kendine baksın’ dı...
Kimse kendine bakmadı...O ve kimse kendine sormadı...
Toplum olmak dertop olmaktır...
Bir yumağın katmanları sınıflara doluşur ister istemez...
Bazen kendi koşar,bazen arkasından ite kaka...
Hiyerarşi,statüko ve kast ile hiçleşir tek başınalık...İtaat birerle kol sıralar...
Sırada sırlarından olur insan,
sırada istekleri arzuları körelir,sırada sadece izin verilen vardır sırt çantasında...
Sırada sıradanlaşır insan
Toplum olmak uzlaşmak,bağlaşmak, toplum olmak birey olmaktan kopmaktır...
Heva ve hevesleri kitaplarda,şiirlerde, perdelerde aramaktır toplum olmak...
Bir hiçlik gelir mükemmelleşir herkes birbirine,
ama bir hiçlik içten içe, birerle kol yer içlerini...

Kendini hiçleştirmek erdemdir tüm zamanların bireycilerine göre...

Hiçleştirmek ama hiçleşmek değil...Kendine edene kimse edemez....
Kendine etmelidir insan sıraya girmeden , bir gün sıra kendine gelmeden...
Hiçleştirilen hipnozdur sınıfında...Yapaydır zekası artık...
Kimi oku derlerse onu okur...Kimi sev derlerse onu sever...
Evlenmek zamanı bildirilir,onanır,çocuk yapmak günüdür, yapılır...
‘Hadi git biraz dinlen’ dediklerinde gidip tatil yapılır...
Düşünmek haramdır, akıl etmek zinhar...Ama elbette düşünenler vardır seçin birini...

Sırada sıradanlaşır insan
Budanmadan,şekillendirilmeden metotlarla haritalarla yürümeden yol alamaz...
Aklına panjur çekmeden aynaya bakamaz...
Aynadan yansıyan beğenilendir; beğendiğimidir, bunu aynaya soramaz...
Aynalar ve sorular; her iki başlıkta imge çeşitliliği klişe açmazlardır...
İkisi de yalancı, ikisi de yardakçı, ikisi de yaltakçıdır...
İçi kötü kokar insanın...
İçi toplumdan nasıl soyutlanırsa soyutlansın hemen kokar...
Bunun adı nasıl bir soyutlanma olursa olsun ölümdür...
Ölmek...Bu dışlanmaktır...
İster cismani ister ruhani neresinden bakarsanız bakın ölüm dışlanmaktır...
Sormak... Ama cevaplarsan öleceğini düşündüğün şey-leri ,sen-leri sormak ,
önce kramplara, gözyaşına, sırası ile delilik sınırı bir halet-i ruhiye ye taşır...
Dertop olan tıpkı düzene aykırı güçlü davulların debisi ile
yay çizip dünyaya gerilen bir balet gibi yükselir topluma aykırı...
Toplum önce birkaç adım geriler bu içinden ayrılana...
Ama hemen toparlanır ve bir gerimlik yükselişi ile yığılan aykırıya çullanır...
Dışardan bakanlar, numaralı koltuklarla bu koreografiyi izleyenler aykırıya hayran ama beceremeyeceğini bilircesine nefeslerini tutarak
davulların iki oktav yüksekten yani içlerinden ,
yani kendi yüreklerinin debisinden, güç aşılarlar toplumun altında enkaz olana...
O an gerçek bir gümbürtü ile toplumun etrafa saçıldığı
tam ortasından cevapların neredeyse bir insan boyu yükseldiği görülür...
Bu göz yaşartan hal numaralı koltuklardan on numara alkışlar alır...
Bu isyanı yaşamak lazımdır da ...
‘Ben’ değil... ‘Bana fazla’ dır ... ‘Benim harcım değil’ dir ...
Bir insan boyu sıçramak az iş değildir
Bir insan boyu sıçramak hayranlık vericidir
Bir insan boyu sıçramak neyi değiştirir?...
Sıçramadan bilemeyeceksiniz
Sahneye teşrif etmeden,üstünüze çullananlarla dertop olmaktan kurtulmadan
Bir insan boyu yukarda rakım kaç,orada oksijen ne kadar soluyamayacaksınız...
Hep aynı seviyeden sadece öngörülene bakanlarla baktınız kendinize de...
Bir insan boyu yüksekten nasıl görünüyorsunuz
Sıçramadıkça merak edeceksiniz...
Bu uğurda yaralanmak güzeldir...
Ellerinizi bileklerinizden kırabilir ayaklarınızı incitebilirsiniz...
Ama bu uğurda yaralanmak güzeldir...
Bir tek soru bile kalmadı cevabını bilmediğiniz,sormuyorsunuz...
Ama bu üzerinde yaşadığınız şey, bu içinde yaşadığınız şeyden çok daha değerli...
Bu içinde yaşadığınız şey de üzerinde yaşadığınız şey olacak bir gün...
İçine sindiremediklerinden değil
Kabul ettiklerinden olmak için
Bir adam boyu hiç değilse...
Sıçrayın...



Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri