Arama

Hayata Dair - Sayfa 17

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 240.672 Cevap: 1.657
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #161
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
Japonya'da yasanmis gercek bir olay

Sponsorlu Bağlantılar
Evini yeniden dekore ettirmek isteyen japon bunun icin
yikar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasinda
cukur bir bosluk bulunur. Duvari yikarken, orada disardan gelen bir
civinin ayagina battigi icin sikismis bir kertenkele gorur.
Adam bunu gordugunde kendini kotu hisseder ve ayni
zamanda meraklanir da kertenkelenin ayagina cakilmis civiyi gorunce.
Muhtemelen bu civi 10 yil once, ev yapilirken cakilmisti. Nasil olmustu
da kertenkele bu pozisyonda hic bkipirdamadan 10 yil boyunca yasamayi
basarmisti Karanlik bir duvar boslugunda hic kipirdamadan 10 yil
boyunca yasamak cok zor olmaliydi.
Sonra bu kertenkelenin 10 yildir hic kipirdamadan
yasadigini dusundu- ayak civilenmisti! ! Boylece calismayi
birakir ve kertenkeleyi izlemeye baslar,ne yiyor acaba Sonra nereden
ciktigini farkedemedigi baska bir kertenkele gelir agzinda tasidigi ]
yemekle...Inanilmaz! ! ! Adami sersemletir gordugu manzara. Bu nasil
bir sevgi Ayagi civilenmis kertenkele, 10 yildir diger
kertenkele tarafindan beslenmekteydi...
Bu hikayeyi ilk duydugumda cok etkilendim ve
aralarindaki muhtemel iliski turunu dusunmekten vazgectim: es, arkadas, sevgili, abi,
kizkardes.......teknoloji ilerledikce bilgiye ulasmamiz hizlandikca
hizlaniyor. Fakat insanlar arasindaki mesafe, o da ayni hizda birbirine
yaklasiyor mu acaba
SIZI SEVENLERI ASLA TERKETMEYIN, UNUTMAYIN ONLARI.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #162
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Neler yedi bu diş, ne altın oldu ne gümüş.
Gençler ihtiyarların aptal olduklarını sanırlar. Ama ihtiyarlar gençlerin aptal olduklarını bilirler...
Sponsorlu Bağlantılar
Şanssızlığa katlanabiliriz , çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan , yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.
Oscar Wilde
Herkesin üç kişiliği vardır; Ortaya çıkardığı , sahip olduğu , sahip olduğunu sandığı.
Alphonse Karr
Dünya bir kayık olsa idi dualar küreklerimiz olurdu kutlu limana ulaşabilmek için...
İnsanlar her zaman kahraman olamazlar ama her zaman insan olabilirler...
samimi olmayı vaat edebilirim ama; tarafsız olmayı asla.
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #163
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
YENİDEN YAŞAMAK
Yalnizligi,aglamayi bilir misin?.

Bilirmisin yalnizlik ne demek?.. Bilir misin gökyuzundeki yildizlardan medet ummayi?.. Uzattin mi elini bir yildiz boyunca, belki tutarim diye farkinda olmadan?

Hayata Dair Uykusuz kalmayi bilirmisin sabaha kadar?. Hic kustun mu hayata?. Aslinda kendindir kustugun kucugum?.
Kapatip gozunu hayaller kurdugun oldu mu gelecege dair?. Bazen kucuk bir masumiyet belirir tebessumunde, bazen gozunde hircin bakislar.
Kizdin mi kaderine gunlerce?. Kendini taniyamadigin oldu mu hic?.Bazen cesaret edemeyen konusmaya ve bazen de hic susmayan sen.

Sevdin mi birini?. Her yagmur yagisinda saatlerce bekledin mi sevdigini pencerenin onunde?

Bir yudum sevgi dilendigin oldu mu, sert bakislardan?. Yaslanacak bir omuz aramadin mi?. Birden güldügün oldu mu sebepsiz?. Her siirde kendinden bir seyler bulmadin mi hic?. Rüyalarda yasadigin oldu mu hayatini, istemedigin oldu mu uyanmayi?.
Baktigin ama goremedigin oldu mu etrafi?. Ufak bir sorunu buyutup olmeyi de mi istemedin hic?

Sebebini bilmedigin bir agirlik cokmedi mi ustune?.
Buyudugunu farkedip zamana dusman oldun mu?.
Hecelerin az geldigi, kelimelerin yetmedigi oldu mu duygularini anlatmaya?.
Agladigin oldu mu sebepsizce sabaha kadar?. Belki sen aglamati bilmiyorsunndur , sevmeyi bilmedigin gibi.

Iki damla yasdegildir aglamak. Once huzunlenmek, sonra dusunmek, hayal etmek.. Anilari yasamak, buyuk bir ozlem icinde o kucuk oyuncak bebege sarilmak.
Iste budur aglamak ve yeniden yasamak.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Haziran 2006       Mesaj #164
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Anneciğim!
Evlatlar vardır başarılarını, zaferlerini yazarlar...
Sana yazacak bir başarım, bir ödülüm yok anne.
Keşke olsaydı da, seni sevindirebilseydim.
Keşke, benim de anneme yazacak, anlatacak başarılarım olsaydı.
Ama yok anne...

Sevdiğin, okşadığın saçlarıma aklar düştü anne.
İlk evvel saçlarım hayat mücadelesinde yenildi.
Düşmanlarım hep benden güçlü oldu anne.
Onların tahta kılıçları benim çelikten kılıcımı paramparça etti.
Onlar beni yenmek için ne senaryolar yazdı, ne iftiralar attılar.
Ben, ‘masumum’ bile diyemedim.
Düşmanlarıma hep yenildim anne.

Ve ne yazık ki, dostlarıma da... Dostlarım da beni hep yendi...
Ben onları dost bilirken onlar beni meydanlarda tuş ettiler.
Arkamda hep bir hançer yarası oldu anne.
Senin anlayacağın, dostlarım beni düşmanlarımdan daha beter etti!
Kahkahayı unuttum, tebessümle dost oldum.
Yüzümde acı bir tebessüm var şimdi.
Bahtıma yenildim anne!

Çocukluk yıllarımın özlemiyle seni aradım anne...
Senden daha şefkatlisini,
daha merhametlisini bulamayacağımı bilerek...
Her şey küçükken güzelmiş anne.
Şimdi büyüdüm ve yenilmeyi öğrendim anne.

Gülü çok sevdim, hele alını, pembesini...
Bahtıma hep beyazı düştü anne...
O çok sevdiğim güllerin, dikenlerine yenildim anne...
Açlığa-tokluğa, hastalığa-sağlığa, dosta-düşmana...
Hepsine ama hepsine yenildim...

Senin anlayacağın hayata yenildim anne...
Yenildim...



Kemal Dadaşoğlu
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #165
kambis - avatarı
Ziyaretçi
HUZURUN ANAHTARLARI

Mutluluğa götüren 9 altın kural

1. Dış görünüşünüzü başkalarınkiyle karşılaştırmayın. Unutmayın
siz bir yağlı boya tablo değilsiniz.


2. Hırslarınıza gem vurun. Hırslandıkça mutsuzluğunuz artar


3. Geçinecek kadar para yeter. Çok para biraz mutluluk getirir
ama fazlasını veremez. Zenginlik arttıkça saadet aynı oranda artmaz


4. Dahi olmadığınıza üzülmeyin. Yapılan araştırmalarda fazla
zekânın da mutluluk getirmediği görülüyor


5. Mutluluk biraz da genetik. Bazı insanlar genetik olarak mutlu
olmaya daha yatkındır


6. Evliler bekârlara göre hayattan daha çok tatmin duygusu alıyor


7.Allah'a ve öteki dünyaya inanmak hayata bir amaç ve anlam
kazandırır.
Yalnızlık duygusunu yok eder


8. Bencil değil, verici olun


9. Zarafeti elden bırakmayın, kırıcı olmayın
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #166
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
ARKADAŞLIK


Hayata Dair Savaşın en kanlı günlerinden biri.. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştügünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve:
- Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?..
Delirdin mi? der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş... Büyük ihtimalle ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın..
Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.." İnanılması güç bir hadise.. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü.. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim. Bu zaten ölmüş..
- Değdi teğmenim. dedi asker..
- Nasıl değdi? dedi teğmen.. Bu adam ölmüş görmüyor musun?..
- Gene de değdi komutanım.. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için.. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı:
- Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum.. .... Kalbimizde arkadaşlık adında bir mucize var. Nasıl olduğunu veya nasıl başladığını anlamazsınız. Ama bu özel armağanı bilirsiniz ve arkadaşlığın Allah' ın en büyük armağanı olduğunu anlarsınız. Gerçekten de arkadaşlar çok nadide mücevherlerdir. Sizi gülümsetip başarmanız için cesaret verirler. Sizi dinlerler ve kalplerini size açmak isterler. Bugün arkadaşlarınıza onlarla ne kadar ilgilendiğinizi gösterin.
cicek
ramsstein - avatarı
ramsstein
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #167
ramsstein - avatarı
Ziyaretçi
Ekim’de Bekleyiş


Suyu görünce yeşeren, yeşerdikçe çoğalan ekinler gibi büyüyor içimdeki özlemler. Hasretim arttıkça kan toplanıyor beynime. Kocaman yüreğimle koşuyorum düşlerime, sonsuzluğa. Kavurucu yaz sıcakları ortasında reyhan rengi yalnızlığımı bilemekteyim. “Neden gittin?” yakarışlarımı duymazdan geldin, gittin o uzak diyarlara. İnadınla bilinmezlere gömüldün sessizce, çığlık çığlığa. Götürdüğün anıların ağırlığı hiç mi acıtmadı yüreğini? Ardında bıraktığın, çam ağaçlarının sert, dikenli yapraklarıydı bu Temmuz ortasında. Hayal gözlerinle, hayal bir geleceğe bıraktın beni, öyle soğukta, yalınayak, ezilmiş benliğimle. Hani yorgunluğumu atmak için yalnız bırakmıştın ya beni?.. Daha yorgun yarınlara. Çocukça salınacağımız parksız çocuk bahçelerinde seninle yan yana, yapayalnız dolaşmıştık çalı çırpılar arasında, el ele. Yıkadık yüreğimizi duygu nehirlerinde ağladık, çırpındık, ama boşuna.
Koşacağım günleri beklemekteyim. Bulutların arkasında umutsuzluğumun yıkıldığı anı beklemekteyim, umudun kucağına atılacağım anı. Beklentilerinin içine gömüleceğim anı düşlemekteyim, sahipsiz kimliğimle ve bütün acılara inat koşacağım eskisi gibi buruk ama hazin kendimle ulaşılmaza. Beni, bensizlikte boğulmuşluğunla karşılayacaksın, biliyorum. Bir efsanenin bitmemiş sonunda, seninle uzakta da olsa mutluluğa soyunmayı beklemekteyim, hasretinle. Akıl almaz bir sevdanın en onulmaz noktasında sana ulaşmanın sancısıyla uyanacak mıyız dersin sahipsiz sabahlara? Yaşam denen o karmakarışık dehlizlerde buluşacağız belki; sigarada, bir bardak çayda, gülen gözlü çocuğumuzda biz olarak, güzel bir gelecekte... Yitirilmiş ama bulunacak bir kayıp gibi buluşacağız. Bilinçsizce bulunacak bir kayıp gibi kavuşacağız diye gözlerim ışıldamakta benim.
Koyu bir sensizlik gölgesinde varolacakla yaşamaktayım düşlerimde, umudumda. Nisan yağmurları yağacak koyu bulutların arkasından bir sonbahar sabahında. Serçeler anlatıyor buluşacağımızı, uçarak telaşla gökyüzünde. Birbirini kovalayan, ağustosa inat ötüşleriyle seni müjdeleyen serçeler götürecek beni, sana. Mutluluk gözyaşları süzülecek yanaklarımızdan, ama kimse bilmeyecek, vakitsiz bir sonbaharın kapısında olduğumuzu.
Bir yazı devirmekle geçiyordu günlerim. Onca çirkinliklerin onca ihanetlerin kavurucu sıcaklığında bir Harranlı kadının mağrurluğu ile geçirmekteyim bu son yaz ihaneti günlerini. Bitecek, diye umutlanarak serinliğe uzanacağım sıcak yaz günlerinin inadına; ama endişesiz, kaygısız, rahatlamış yaz akşamlarına veda etmenin hüznünü de taşımaktayım tüm ağırlığıyla.
Kuşlar ötüşmüyor; her yan, sıcağın yapışkanlığı altında kilitlenmiş, kımıldamıyor. Buharlaşmaya başlayan pislikler, gökyüzüne savrulmakta harmandaki buğday başakları gibi. Sonbaharın yüklü yağmur bulutlarına kavuşmak için gün saymaktayım sabırsızlıkla. Sabırdan sıkıldım, sabırsızlığı sevmekteyim nedense... Kaç yaz geçirdik yanarak, ateşe basar gibi zıpladık durduk o sıcaklarda, cayır cayır. Umudumu Eylül’ün sarıya çalan yapraklarının Ekim’de dökülüşüne bağladım acı sarı fiyonklarla. Yüreğimi, yakan yazın o yalancı duygularından sıyırıp sonbaharın umut böceklerine saklamaktayım şimdilerde. O sararmış, ömrü bitmiş yapraklar dökülecek bir bir ya da rüzgarların etkisiyle birbirine girerek havada uçuşarak dökülecek. Ve kendi ayaklarımla duygularımın ezikliği altında yürüyeceğim, saçlarım rüzgarlarda özgürce savrula savrula. Dumanlanmış başım açılacak ve rahatlayacağım diz boyu güzelliklerle.
Ağustos, ekime dayanırken ardında sıcaklarını bıraktı, farkında olmadan. Değişen çok şey gibi ekimin o serin, az güneşli, duygu yüklü bulutları kaplayacak yeryüzünü. Kısa yaşam yolculuklarımı hayallerimle aldatacağım ama kimselere zarar vermeden. İyi sarılacağım ekimde, önce kendime, sonra da sana sevgili dost. Sen de o acıya bulanmış umudu bekliyorsan. Acaba içinde bir umut çiçeğinin büyümesini bekleyen var mı şu an, sabırla? Yalnızlık insana yakışmıyor ki! Bana hiç yakışmaz. Yalnız, sevgisiz, kimsesiz yaşamak olur mu bu koca dünyada? Bir dost bir post, yetecek bana, gerisi boş, diye geçirmekteyim içimden. Haksız mıyım? Kim yalnız direnebilir bu koca dünyaya, yaşama? Kendimle, sevgimle, anlayanımla yürüyeceğim zor bir dünyanın tünelinden, ama onurluca ve dostça. Seninle. Arayışlarımı, sevgimi karşılıksız bırakmayan bir dost olabileceksen sen...
Acılarım sona erecek ekim parklarında, çocuk sesleriyle dinlenecek ruhum. Bir parkta gözlerim arayacak çok uzaklarda olan birini... Yalnız, yapayalnız benle olmak isteyen birine uzanacağım habersizce bir akşam üzeri. İhanetlerin ötesinde seninle, sana ulaşacağım bir ekim akşamında. Belki bir Sirkeci treniyle, belki de bir Mavi trenle, belki de bir kağnıyla Anadolu’nun harman yerinden, kim bilir... Hasretle sarılmalısın bana, sevgiyle kokmalısın. Bense... Utangaç, ezik ama aldırmaz sarılmalıyım sana. Gülüyorum; gülme şimdi, hadi oradan, deme. Sarılırım sımsıkı, dostsan, dostça bağrına basacaksan eğer? Yan yana düşmeliyiz senle, arkamızda ekim güneşi ve duygu fırtınalarıyla; soğuk esen akşam denizini izlemeliyiz, batmaya yüz tutan güneşle. Yan yana yürüyerek girsek dost evimizin tahta kapısından. Geri çekilsem bir adım, kapıyı açsan. Sonra doğru soğuk mutfağa koşsam, diyorum, sen perdeleri çekerken.
Özledik, hem de çok. Yalan değil, kaç yıl döktük geçmişe, buz gibi özlemlerle yanan uyanık hain gecelere. Konuşmayacağım artık eskisi gibi. Neden mi? Zaman unutturdu desem konuşmayı? Acımasızca, hain... İnat, geçmiş yıllarda kaldı; tüm özlem filizlerim büyümeden sessizliğin ortasında, yalnızlığımla kaldı. İşte bundan unuttum konuşmayı! Geriye kalan, anlamlı bir dostluk karşında neye yararsa... Acelesi olmayan, kimsenin beklemediği sakin biri var şimdi yanı başında. Geçmiş daha mı güzeldi, diye düşünüyorsan eğer... Her zaman ki gibi sessiz, kaçamak bakıyorsun yüzüme. Ben böyle istemiyorum seni! Daha sevecen bakmalısın ki, sevinsin yaralı yüreğim. Daha duygulu olmalısın ki duygulansın ruhum, essin, bir an da olsa. Oysa esmeyeli yıllar oldu ruhumda sevda yelleri, değil mi? Yediğimiz şamarları arkamıza alsak... Uzanabilsem, diye geçiriyorum içimden, yorgunluktan ölmüşüm anlasana dercesine. Bir yer minderine yastıksız uzanabilmek keyfine razıyım, o tezek kokan köy evlerinde. Sen, karşımda, istediğim gibi... Yeniden doğayım yeryüzüne. Sığınayım o limana sessizce, duygu çalkantıları arasında ve uykusuz kalayım, umurumda mı? Uyuyamam. Yağmur vurmakta cama. Bilirsin, severim buğulanmış camın ardından hem seni hem dışarıyı seyretmeyi. Çay, elimde; aklım bir yerlerde, bilinmez mesafelerde, ya da bir heyecanla nefes nefese.
Desem ki, son söz olarak, “Seni seviyorum.” Yanaklarım kızarmış, utanmışım ama demişim işte. Acı, fırtınalı, kavurucu yaz sıcaklarının terkedilmiş, yalnız günlerinin acısına, en fazla bir gece… Ama ‘arkadaşça, dostça’ yaşasak nasıl olurdu? Elimi uzatabilsem bir mitoloji tanrıçası gibi sana, sen de bir tanrı gibi tutsan beni, korusan, sıcaktan dili damağı kurumuş efsane sevdalara inat. Hiç gözümü kırpmadan sabahın ilk gün ışığı vursa uykusuz gözlerime. Aramızda bir kapı, sadece aralık ve oradan içeri sızan müzik, güneş ışığına dolanmış. Hafif, dinlendirici, huzurlu bir güne başlangıç dansı, gün ışığıyla rüzgarın bana uzattığı bir demet sevgi yanı başımda.
Yan yana, tüm sahte sevgilere inat soyunsak güzelliklere. Nasıl mı? Bir gülümseyen yüz bulanmış onca yaşama, sevginle saygın anlatsa seni bana, beni de sana, diyorum. Darmadağınık saçlarımla, buruk bir ‘günaydın’ dökülse dudaklarımdan.
Cümlelerinle dokunsan ya da bölünmüş bir elmayla yaklaşsan.


Nesrin Özyaycı
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
10 Haziran 2006       Mesaj #168
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi

İŞTE ÖYLE BİRİ
Sizi sizin kadar tanıyan biri.. Kendini ve hayatı çok iyi tanıyan biri...
Sizi hep düşünen, ama sizin onu düşünüp düşünmediğinizi önemsemeyen biri...
Size sizi anlatabilen, sizi başkalarına anlatmayı çok seven, bunu yaparken gözlerinin içi parlayan biri... Sizin için her şeyi yapmaya, her şeyi başarabilmeye hazır biri.. Ne söylediğini bilen, söylediğini her şeyin arkasında duran, verdiği sözü tutan, randevularına geçikmeyen biri... Nerede nasıl davranacağını kiminle nasıl konuşacağını ortama uymasını bilen biri... Çoçukla çoçuk gençle genç yaşlıyla yaşlı olabilen bunu yapmaktan keyif alan biri...
Gülünecek yerde çekinmeden gülebileni ağlanacak yerde gözyaşlarını saklaya bilen biri... Bazen kıskanç, bazen huysuz,bazen şımarık,bazen bencil, bazen kaprisli, bazen kavgacı, bazen inatçı, bazen geveze ama hep iyi niyetli biri... Sizi kırmaktan incitmekten korkan, size zarar vermeye kalkanlara bütün benliğiyle karşı koyan biri... Kimseye anlatmadığınız sırlarınızı çekinmeden anlatabileceğiniz, çekinemediğiniz, düşüncesine her zaman ihtiyac duyduğunuz ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz biri...
Sana ihtiyacım var dediğinizde nerede olursa olsun koşup gelen sıkıntılı anlarınızda yanı başınızda olan ve sizi dinlemekten hiç bıkmayan biri... Birlikte içki içmekten, yemek
yemekten, film izlemekten, tiyatroya gitmekten, parkta aylak aylak dolaşmaktan, şarkı söylemekten, müzik dinlemekten hoşlandığını biri... Romantikliğiyle sizi duygu denizinde ucurabilen, gerçekçiliğiyle ayaklarınızın yere basmasını sağlayabilen biri... Süprizleriyle sizi şaşırtan çılgınlığıyla şoka sokan biri... Her zaman güvendiğiniz, size asla ihanet etmeyeceğini bildiğiniz, sizi yarı yolda bırakmayacağından hep emin oldunuğunuz biri... Sizinle sonsuza kadar birlikte yaşayacakmış gibi hissettiğiniz, sevmeden edemediğiniz, onun da sizi sevmekten asla vazgeçmeyeceğini bildiğiniz biri...
HAYATINIZDA BÖYLE BİRİ VAR MI ?
VARSA KIYMETİNİ BİLİN...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Haziran 2006       Mesaj #169
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mavi Patikler (Hikaye)

İhtiyar adam tapu dairesinden çıkarken sevinçliydi. Kendi kendine düşünüyordu; “-Oh.. be ferahladım. Ölümlü dünya”.
Oturduğu evin tapusunu, çocuğunun üstüne kaydettirmişti. Tapu dairesinde çıktıktan sonra bir küçük lokantada öğle yemeğini yedi, vakit geçirmek için parkları dolaştı. Bir parkta Cem Karaca’nın şarkısı çalınıyordu; “Allah Yar! Allah Yar!”.
Akşama doğru eve gitmek için yola çıktı. Bir yandan düşünceler içindeydi;
-Biz öldükten sonra bir sürü işlemle uğraşması gerek. Ne diye eziyet çeksin yavrum.
Oğlunun kendisini nerdeyse zorla doktora götürüşü aklına geldi; “-Kerata amma ısrar etmişti. Sağlığıma verdiği önem kadar, ziyarete gelmeye de önem verse ya.”
Bir an dalgınlaştı; “-Gerçi, gelin bizle geçinmeye çalışmıyor ama…” derin bir nefes aldı “-Boş ver canım, ne de olsa torunlarımın annesi. Eşine, çocuklarına iyi baksın da…” biraz da kendini teselli etmek için söylendi …biz bu gün varız, yarın yoğuz.”
Evine yaklaşınca yine durgunlaştı, “-Bakalım hanım ne diyecek? Gelin gelip-gitmiyor diye biraz kırgın ama….” Düşünceler içinde zili çalarken, güleryüzlü olmaya çalıştı; “-Yook, iyi oldu canım. Biz ölünce oğlan rahat edecek, kötü mü?”
Hanımı kapıyı açtı. Gülümsemesini bozmamaya çalışarak hanımına;
-Nasılsın hanım bu gün bakalım?
Hanımı elindeki çiçek suladığı kabı gösterdi;
-Ne yapayım, bir iki çiçekle uğraşıyorum yeşillik olsun diye.
Eve girerken devam etti;
-İnsan şehirde özlüyor çiçeği, yeşilliği.
-Eee.. köy gibi olmaz buralar tabii.
Kadının durgun yüzünde acı bir tebessüm dolaştı;
-Köy gibi olmaz dimi? Şimdi köyde olsak ne güzel olurdu.
İhtiyar adam bir an yüzüne baktı hanımının;
-Sen köyü pek sevmezdin! Geçen sene bir ay kalalım demiştim de “-Ben torunları özlerim.” Diye tutturmuştun.
Kadın, yüzünü çiçeklere doğru döndü;
-Ne bileyim ben, düşündükçe bunalır oldum buralarda. İnsan çocukluğunun geçtiği yerleri özlüyor. Ağaçların altında, bahçelerde yürümeyi özlüyor.
-Allah Allah ! Tamam hanım gideriz. Sen iste yeter ki. Hele havalar ısınsın biraz gideriz
-Havalar kim bilir ne zaman ısınır. Beklemek şart mı?
-Yahu hanım, bunca yıllık eşimsin hala seni tam anladım diyemiyorum. Bir gün köye gitmem diye tutturuyorsun, bir gün de hemen gidelim diye. Dur da bu gün ne oldu anlatayım.
Kadın endişeyle baktı kocasına;
-Noldu, oğlanı mı gördün?
-Yok canım, nerden göreyim !
Koltuğuna oturdu, koynundaki tapu kağıdını çıkardı.
-Bu nedir biliyor musun?
-Hayırdır?
-Hanım, yarın ne olacağı belli olmaz, vademiz gelir de ölürsek, oğlumuz kapı kapı uğraşmasın, diye evin tapusunu onun üstüne yaptım.
Hanımının tepkisini beklerken, onun yüzündeki acı gülüşü gülümseme sandı. Hanımı fısıldar gibi söylendi;
-Oğlumuz da bu gün buraya gelmişti, öğleden önce.
-Öylemi, vay hayırsız. Demedin mi, ‘uzun zamandır niye gelmiyon’ diye. Seni üzülmesin diye söylemiyordum ama ‘bizi unuttu’, diye kızmaya başlamıştım. Torunları da getirdi mi?
-Murat’ı getirmiş. O da “-Sıkıldım, gidelim.” Deyip durdu.
-Vay kerata vay. Neyse, Akşam gelse de ben de görseydim. Hayırdır, gündüz gündüz niye gelmiş ?
Hanımı elindeki kapta suyu bitmiş olduğu halde, çiçekleri sular gibi durarak masadaki kağıdı gösterdi;
-Şu kağıdı getirmiş.
İhtiyar adam, hanımının sesinde bir titreme hissetti ama emin olamadı. İçindeki sevinci kaybetmemeye çalışarak masadaki kağıda uzandı.
Bir mahkeme kararı olduğunu gördü. Hanımı kızaran gözlerini görmemesine dikkat ederek eşinin kolundan tuttu koltuğa oturmasını sağladı, tekrar çiçeklere doğru uzaklaştı.
İhtiyar adam, yakın gözlüğünü çıkardı ve içinden yavaş yavaş okudu.“ Yaşı ilerlediği ve aklı muhakemesi yerinde olmadığına ve ekonomik varlığını idare ve idare edemeyeceği, ekteki doktor raporuyla da tespit edildiğinden, taşınır ve taşınmaz varlıklarının, resmi varisi oğlu Süleyman tarafından idaresine karar verilmiştir.”
Resmi kağıt, yaşlı adamın elinden yavaşça yere kaydı. Başını yere eğdi, kağıda boş boş bakmaya başladı. Hanımı, gözlerini sildikten sonra çiçeklerin başından ayrılıp yanına geldi. Eşinin titreyen ellerini tuttu. İhtiyar adam, yüreğindeki sızıyı bastırmaya çalışarak;
-Üç senedir uğramadık, köydeki ev ne haldedir?
-Canım ne olacak, bir gün de temizlerim ben.
-O evde, dizlerin üşürdü senin.
İhtiyar kadın, daralan göğsünü hafifçe bastırdı, “Yüreğimin üşümesi daha kötü diye düşündü”.
-Merak etme, üşümem…üşümem…
-Yarın mı gidelim diyordun?
-Sen bilirsin bey.
-Eşyaları bir taksiye atarsak, Son otobüse yetişiriz.
-Olur.. Köyde zaten iyi kötü eşya var, ben hemen hazırlanırım.
-Hazırlan. Şu kağıdı da tapuyla beraber masaya koyuver, oğlan gelince aramasın.
İhtiyar adam, içinden düşünüyordu, “-Dünya fani, Allah Yar”

İhtiyar kadın, birileri gelmeden gitmek ister gibi telaşla hazırlanıyordu. Giysileri bir çantaya tıkıştırdı. Fotoğrafları duvardan toplarken oğlununkine bir an baktı, aldı, bir an düşünüp çantaya koymaktan vazgeçti. Masadaki kağıtların üstüne ters olarak bıraktı. En son duvardaki bir küçük patiği aldı, öptü. Bu büyük torununa ördüğü ama küçük gelmeye başlayınca hatıra olarak sakladığı mavi patiklerdi. Çantaya, fotoğrafların üstüne yerleştirirken, mavi patiklerin üstündeki göz yaşlarını yavaşça sildi.

KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
12 Haziran 2006       Mesaj #170
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
BİRGÜN

Deli gönül sana bir çift sözüm var
Göç eder kervanın göçersin birgün
Kimse bu mekanda edemez karar
Ecel şerbetini içersin birgün

Deli gönül dalga vurur coş gibi
Geçer gider ömrün hayal düş gibi
Can dediğin bu kafeste kuş gibi
Sen de bu kafesten uçarsın birgün

Ey dertli Daimi sen de gidersin
Şu yalan dünyayı ya sen n’idersin
Helal haram demez alıp yutarsın
Emel defterini açarsın birgün

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri