Arama

Hayata Dair - Sayfa 67

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 269.152 Cevap: 1.657
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #661
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Kelebek Hayatlı Gülücüğüm

Sponsorlu Bağlantılar


kelebek hayatlı gülücük
bekliyor kozasında
yaşamın güzelliğini
bilmeden yaşamamak
harcamamak için hayatı

sadece bir andı kısacık ömrü
belliydi
korkutuyordu bu onu
içinde tatmadığı ölüm korkusunu
hissediyordu

herşeye rağmen
yalnız kalmayı istemiyordu
böyle tek başına ve sevgisiz

gözlerini kapadı
sonra kendini
dudaktan aşağıya bıraktı
uçuverdi dalga dalga
en korktuğu bu anda
birden yok olduğunu sandığında
birleşti ummadığı hayatla
yaşamın özündeki
kendi varlığıyla


Erdal Akkoyun

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #662
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Hayat böyle zaten

Sponsorlu Bağlantılar
Bir evin bir köpeği vardı;
Kıvır kıvırdı, adı Cincon'du, öldü.
Bir de kedisi vardı: Maviş,
Kayboldu.
Evin kizi gelin oldu,
Küçük bey sınıfı geçti.
Daha böyle acı, tatlı
Neler oldu bir yıl içinde!
Oldu ya, olanların hepsi böyle..
Hayat böyle zaten!..

Orhan Veli

NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #663
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
HAYATIMDIN

Öyle bir gelip geçtin ki hayatımdan
Kurtulmak mümkün olmadı hiç izlerinden
Ne kadar duygu varsa yaşadım sonuna kadar
yaşattın....
Sevdim seni biliyorsun
hem de nasıl!
Gözlerini kattım gözlerime
seninle baktım herşeye
seninle gördüm görülecek ne varsa
görmek adına...
Nefret ettim senden biliyorsun
hem de nasıl!
Sendin nedeni bana göre konulan bütün noktaların
Ölmüştük biz artık
İhanet ettiğimiz sevgimizle sevgilere layık değildik...
Sana göreyse bendim arkasını dönen
çekip giden hayatından
Oysa ben yitirilmişlerimizi görmüştüm çoktan
Onaramayacağımız yıkıntılarımızın farkındaydım sadece
Gittim ama hiç unutulmuşum olmadın sen benim
Senin gözyaşlarınla ağladım hep
acıdan öleceğimi sanarak
senin şarkılarını söyledim
Ne büyük aşklar dahil
hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmediğini
ben ilk senden öğrendim...

Sevil Ay
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #664
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bir Kadının Omzu Neden Öpülür?


İSTANBUL:
İstanbul trafiğinin keşmekeşinde genç adam eğilip omzunu öptü kadının. Arabayı kullanan kadının gamzeleri neşelendi ve kısa bir bakış attı sevgiliye. Kısık bakışlarını ufka dikmiş bakıyordu ama göz ucu yandaki genç adamı süzüyordu.

Egzozlardan çıkan gazlardan zehirlenmemek için arabanın penceresini kapadı. Arka koltukta minicik bir kız çocuğu yarı uykulu çevreyi süzüyordu. Ara sıra “anne bak!” diyordu ay yıldızlı bayrağı göstererek “bayrak...” Bayrak mutlu ediyordu daha doğrusu bayrak kırmızısı.

Annenin üzerindeki montun kırmızısı da genç adamı mutlu ediyordu. Aşkının rengiydi kırmızı. Her omzunu öpüşünde içindeki hayranlıkla besliyordu kadını. Gururlu, biraz çılgın, çokça romantik, şirin ve hüzünlü bir ikizi olan anneye gıptayla bakıyordu.

İstanbul’da kolay değildi boşanmış olmak güzel bir anne için. Akşam bir kafeteryada kız kıza sohbet etmek de kolay olmuyordu. Bakışlar sanki kafeteryanın özel ikramıydı güzel kadınlara.

Boşanmış olmaktan dolayı hayatın sorumluluğu iki kat artmıştı şimdi. Bir erkek yersiz, yurtsuz ve aşsız kalsa da biz gazete kağıdını üzerine örtüp aç bir bankta uyuyabilirdi. Ama çocuklu bir kadın hayatla mücadele etmek zorundaydı. Yersiz, yurtsuz ve aşsız kalsa da çocuğuna sıcak bir kap çorba, sıcak bir battaniye bulmalıydı. Bulamazsa bile üzerindekini bebeğinin sırtını örter, kucaklayıp göğsünde anne kokusunu ninni yapardı boynundan. Minik ellerinin avcunun içinde ısıtırdı üşümesin diye ve sabaha kadar gözünü kırpmadan uyumazdı. Annelik buydu işte, canını değil canının içine kaygılanmaktı.

Bir İstanbul ayazında boğaz bulutlarla kaplıydı. Seher vaktinin müjdecisi serçeler çığlık çığlığa sokaklarda simit kırıntılarını gagalıyorlardı. Onlarca serçe simit kırıntılarını annenin ayak ucuna yemeyip yığmışlardı. Tanrı böyle anlatmıştı geleceğe dair umudu korumayı. Bir serçe yürek onun için çarpacaktı pıt pıt beyaz evli bir şehirden ve martılarla gönderecekti sevgisini ve desteğini...

İstanbul’da anne gibi anneydi kadın. Yapabileceği fedakarlıkların sonu yoktu ki bu onun yapısıydı. Genç adam bir kez daha eğildi genç annenin sağ omzuna ve öptü. "Aşkım bi tanem" dedi genç kadın. Genç adam hayatın ağırlığını omuzlamış kadına, bu omzun dayanıklılığına hayrandı. Bir daha, bir daha öptü...

Anne arkaya dönüp küçük kızını kontrol etti. Uyumuştu. kim bilir hangi rüyalarda meleklerle oyun oynuyordu. “Yavrum” diye iç geçirdi güzel kadın. Sonra bakışlarını Boğaziçi köprüsü yoluna çevirdi. Uzun ve omzunda taşıyacağı minicik ama dünya tatlısı bir yükü vardı omzu öpülesi kadının...

ANADOLU:
Ağustos ortası öğlen sıcağı kadın omuzladı karpuz kasasını. Arkasından saman nezlesinden sümükleri akan minicik elli bir çocuk kaldırmaya çalıştı kasayı. Ellerinin varlığıyla yokluğu belli değildi, anne “bırak evladım, dur aman, yorma kendini” dedi. Kadının üzerindeki siyah çarşaf zaten bütün sıcağı emiyordu. Kadın kıyamıyordu oğluna, anne yüreği dayanmıyordu.

“Anne, babam nerde?” dedi sümüklü velet. "Baban Almanya’da oğlum" dedi kadın kaldıramadan ve kaçırarak bakışlarını. Kaderini giymişti kadın, simsiyah ve ateşten bir çarşaftı sırtındaki. Köy yerinde boşanmış bir kadın olmak ve köy kahvelerinin önünden aç bakışları görmezden gelip ufka bakarak yürümek ağır geliyordu.

Baba kendisine yeni bir gelincik bulmuştu başka diyarlarda. Giydiği kaderi yakıyordu anayı ve sırtında hayatın keleğini de taşıyordu kasada. Kasaba pazarına mahsul toplamalıydı, biraz mahcup domates, biraz sivri biber, biraz patlıcan, kavun, karpuz ve kelek – turşu için –.

Akşam üzeri dağ başında eşeğe yüklü küfelerle bir sağa bir sola devrile devrile ilerliyordu eşek. Çocuk tutturdu annenin sırtına bineceğim diye. Köy ufukta ancak görünüyordu. Okulun bayrak direğindeki bayrağı ılık akşam rüzgarında dalgalanıyordu. “Anne bak, bayrak!” dedi sümüklerini mintanının yenlerine silerek.

Bir iç Anadolu sıcağında ova ince beyaz bulutlarla kaplıydı. Günün son ışıkları serçeler çığlık çığlığa yol boyu çalılarda kuş üzümlerini gagalıyorlardı. Onlarca serçe yol boyunca umut şarkıları söylediler yemlik vakitlerinde. Tanrı böyle anlatmak istedi çarşaflı kadına hayata dört elle sarılmayı ve neşeli olmayı her şeye rağmen. Belki bir gün bir delikanlı yürek onun için çarpacaktı ker*** evlerin birinden çıkıp ve samanlık seyran olacaktı suskun gözlerde...

Sinekler eşeğin sırtında cirit atıyordu. Kadınsa çocuğunu omzuna kaldırdı, çocuk annenin omzunu öptü minicik böğürtlenlerden morlaşmış dudaklarıyla. Annesinin gamzesi neşelendi. Kısık gözleri ufukta ama göz ucuyla çocuğuna bakıyordu... “Yavrum” diye iç geçirdi kadın. Sonra bakışlarını tozlu toprak yola devirdi. Uzun ve omzunda taşıyacağı daha çok yükler vardı omzu öpülesi kadının...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #665
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de
Alıp başımı gitmeyi yollar boyunca
Seyretmek bir bozkır akşamını camından bir otobüsün
Masal şehirlerini geçerken hızla

Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de
Ürpertili, sımsıcak tenini kadınların
Salmak serin sulara gövdemi
Düşüp gitmek ardına şiirin ve aşkın

Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de
Varolduğumu düşünmeyi, ürpererek...
Karanlık bir odada küçük bir çocuk gibi
Yağmurdan ve yalnızlıktan ürkek

Çok sevdim birzamanlar, seviyorum yine de
Düşüncemi geniş ve sonsuz olanla birleştirmeyi
Hırçın ve ele geçmezce atılgan
Uysal ve usulcacık benim olan şeyi...

Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de
Ve hep seveceğim beynim ve tenim varoldukca bu dünyada
Pırıl pırıl olanı, her zaman bir güz diriliğinde
Değişmez ve değişken olanı sonsuzca...
featherrn6Ataol BEHRAMOĞLU
Nephthys - avatarı
Nephthys
Ziyaretçi
26 Nisan 2007       Mesaj #666
Nephthys - avatarı
Ziyaretçi
Akşam Güneşi Hale'ye...


Beş Kişilerdi...Hayatı Rampalara Dizmişlerdi...Kelalaka İşler Yapsalarda... Hayattaki Rolleri Hep...


Deniz Güney



Önce sen gidiyorsun demek?
Olur git!

Sonra ardından tören yapılsın
Eller sallanmadan...
Bir damla gözyası olmasın
Mişli geçmişe dair ne varsa yaşanan
Yollara gömüldü desinler
Ankara yolunda bir kazada
Cok karanlık yıldızsız bir gecede...
Yogun bakımda dediler
Nasıl sever bizi bir bilseler
Yoğun bakım odaları
Bakımsızmışız gibi sanki!

Önce sen gidiyorsun demek?
Olur git!

Ankara'dan açtığın son telefonda
Cumartesi gelirim sabaha
Tabağımı hazırlayın sofrada
Akşama Andonda kafa cekeriz
Bir yere söz vermeyin sakın
Deniz ya hava acayip karanlık!
Demiştin ya!
Artık yumurtalı ekmek yemiyoruz kahvaltıda
Madoda çilekli dondurma yalamıyoruz yaz akşamları
Andona düşürmüyoruz yolumu
Ben geceleri sokak numaraları çalmıyorum tornavidamla
Mehtap kumpir getirmiyor iş dönüşü
Ebru iyice düzeldi kimseyle kavga etmiyor
Yeşim uçuşu bıraktı iç mimari yapıyor
Yönetici Rıza geldi geçen gün su faturalarını dağıtmaya
Seni sordu evde yokmuşsun!
Gözleri doldu
Faturanı biz aldık
Dörtbuçuk milyon lira
Birşey söyleyemedik kendimizde inanmıyordukki
Evde olmadığına.....

Önce sen gidiyorsun demek
Olur git!

Havalar cok soğudu
Mavi hırkanı aldım evinden
Ha evinmi!
Üvey annen istemesede kapatmadık biz
Mehtapla ebruyu zor tuttum mezarlık dönüşü
Döveceklerdi!
Kapatmadık kirasını ortak ödüyoruz...
Her akşam ayrı ayrı uğruyoruz
Aynı anda giremiyoruz çünkü....
Ağlamak istemiyoruz bizde yaşayan sana
Sen gittikten sonra ilkin ben gittim evine
Yatağın dağınıktı, belliki acil çıkmışsın...
Topladım şöyle üstünkörü
Gorilli pijamanı aldım yerden
İyice baktım, ne kadar büyük geldi gözüme
Ablalığın ölçüsü bu olsa gerek diye düşündüm...
Masandaki notlarını karıştırdım sonra...
Karakalem bizi çizmişsin Hazerfanda
Çektirdiğimiz resimden kopya.....
Ajandanı buldum köşede
Randevun varmış perşembeye
Ameliyata girecekmişsin Cerrahpaşada
45 yaşlarında bir beyinmiş doğrayacağın...
Beyinleri hep anlatırdın ya!
Mehtap her beyin salatası yaptığında..
Beynine zicayim sus Hale ! derdi sana
Bir el tavlaya susarım! Derdin
Hep bana düşerdi seni oyalamak
Hatırlıyormusun yerde belin ağrıyor diye
Özel tavla sehpası yaptırmıştık
Halkalıda bir marangozda...
Ebrunun hep bacağını çarptığı...
Kurt pulları kaçırırdı ya hani
Mehtapa taşırdı bir dilim salam aşkına...
8 mart ta kızlara hediye al! Diye yazmışsın
Başka bir sayfaya...
Denize bir tahta kutu,Mehtaba pijama
Ebrunun botları eskidi hotiç e uğra
Görülmemiş bir yelpaze bul
Yeşimin koleksiyonuna....
Çocuğa tavuk boynu ayırt kasapta..
Aynı böyle not almışsın daire içinde..
Çamaşırları makineye atıp çıkmışsın sonra
.......................

Önce sen gidecektin demek
Olur git!

Akşamlar sessiz geçti ilk hafta
Tabağını ve kültablanı eksik etmedik yerinden
Geçen Mehtap öıkmıştı yukarı
Günceni bulmuş yatağının duvar tarafında
Getirdi yüksek sesle okudu...
Masaya kollarıyla abanıp okurken
Ebru yerde yan yatıyordu kurtun yanında
Yeşim perdenin saçaklarını düğümlüyordu bir bir
Ben pencereden bahçeye bakıyordum
Yazları seninle güreş tuttuğumuz tarafa
Bazen güldük bazen ağladık yazdıklarına
Mesela!
Çocukluğum yeşimde duruyor olsada
Boynumun biraz büküklüğü ebruda
Erişemediklerim Denizde saklı
Ve kırılacak zincirlerim var mehtapta
Demişsin ....
Bayram sabahı çok ağlamışsın
Yinede barışmak istememişsin üvey annenle
Ressam olmayı çok istediğin halde
Tıp’ta zorla okuttuğu için
Hiç tanımadığın öz annenin elini özlemişsin..
İsyan etmişsin Tanrı’ya
Özgül Hanımı aramışsın sonra
‘İyi Bayramlar’dilemişsin ağlaya ağlaya..
‘Yavrum’demiş ‘çarliston biber közledim’sana
Bu bayram kahvaltısında sen seversin ya
Nasıl dolu dolu yavrum diyormuş sana

‘Üzülme yavrum sen benim öz kızımsın’
Gercekten seviyormuymuş seni acaba??
Benim yerimde olmaya özenmişsin o sabahta
Sonra baska bir sayfada!
Mehtap’a makam arabası çarptığında Vatan’da
Cok dua etmişsin yürüyebilsin diye..
Yürüdüğü gün ‘az kaldı kolumdan olacaktım’
Demişsin...
Ebru’yu yarı baygın bulduğumuzda Kemancı’da
Evlat edinmişsin meğer...
Tedavisi bittiğinde
‘bir yürek aldık,Amatem’e sipariş verdik düzelttiler’
Demişsin...
Kaza yaptığımda yoğun bakım odasında
Öleceğim sanmışsın..
Mehtabın aklı gidip gelince
Taksim-Taşkışla ile hem durumu
Hem beni kurtarmışsın..
Kimseye vermemişsin tedavimi
Kavgalar etmişsin...
Hadi gel artık,nefesim daralıyor
Demişsin bana..
Ne kadar kahırlanmış
Ne kadar sevmişsin beni
Uyandığım gün
Doktorluğunun zirvesini yaşamışsın
Ben iyi bir doktor olmasam
Bu salak uyanmazdı diye yazmışsın...
Yoğun bakımdaki biz’i karikatürize etmişsin
Bu Deniz diye ok çıkarmışsın
Yatakta sargılar içindeki tavuğa
Mehtabı tavşan,Ebruyu civciv
Yeşimi kedi olarak çizmişsin...
Ama annemi niye dişi kanguru olarak çizdin
Anlayamadık!
Birde itiraf yazmışsın çok güldük..
Bodrum’da Olcay’ın portakal suyuna
Triptin koymayı düşünmüşsün
Ömür boyu uyusun diye...
Bu yüzden Mehtabı araya sokup
‘Yetmişdort tane kırmızı gül gönder,
Nikah salonuna , bir beyaz karta
Size rutin bir beyin ameliyatından mutluluklar
Diye yaz!
Nefret ettiğini görünce son dakikada belki
Vazgeçer evlenmekten’
Demişsin..protesto için gelmemişsin...
Bitirdi Mehtap okumayı
Hepsini bir günde bitirmek istemiyoruz
Düşünüyoruz sadece??????

Önce sen gidecektin demek
Bilemedik !
Olur git!

Biz artık pek iflah olmayız
Mehtap’la seni öyle uyur gibi
Boktan bir kutu içinde Ankara’dan
İstanbul’a getirdiğimizden beri
Nasılsa yolların da tadı yok!
Merter rampasına teker ısıtmayada çıkmayız
Ben bir daha Münir Nurettin dinlemem
Mehtap hamsi kızartmaz Pazar günleri
Susam’da tiramisu yemeyiz..
Bir anlayamadığımız
Bizi nasıl bıraktığın boyle
Kıç gibi ortada!
Bu bize göre dünyanın en önemli rally’sinde
Tekerinmi patladı,gözünmü karardı
Bilen yok!
Hiç açıklama yapmadan
Gıkını bile çıkaramadan
Sadece açık olan koyun gözlerinle
Takımı yarı yolda yatırıp gittin...
Önce sen gidecektin yollara demek
Korkarsında kör karanlıktan
Nasılsa yol uzun ,fazla basmadan
Yapamadıklarınıda yanına al ve git!
Dualar ve biz seninleyiz...
Yolun açık olsun
Tekerine taş değmesin
Güle güle git.....

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Nisan 2007       Mesaj #667
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
...hayat bize
mutlu olma şansı
vermedi sevgili
biz kendimizden
başka herkesin
üzüntüsünü üzüntümüz,
acısını acımız yaptık
çünkü. Dünyanın öbür
ucunda hiç tanımadığımız
bir insanın göz yaşı bile
içimizi parçaladı. Kedilere
ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında
ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün
hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...Sevinerek,
severek, sevilerek, düşünerek... Ve o
vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

Yılmaz Güney
Sedef 21 - avatarı
Sedef 21
Ziyaretçi
27 Nisan 2007       Mesaj #668
Sedef 21 - avatarı
Ziyaretçi
HARCAMALAR

Mektuplar aldım sevindim,
Birinde denmiş geliyorum
Öbüründe yazılmış geleceğim.
Bekledim bekleyorum.
Bir yaşam verdim.

Açtım bir başkasını,
Uzun-uzun yazmış gel.
Okumadan arkasını
Gittim gidiyorum
Bir başka yaşama bedel.

Biri demiş sen, biri demiş ben.
Seni ben anladım, beni sen.
Bir yaşam daha verdim
Beklerken, giderken, dönerken.

Kaldı elimde üç-beş mektup,
Üç-beş yaşam.
Bir onları da açsam okusam
Önceki yaşamları unutup
Ya beklesem, ya da gidip arasam.

Ne bir iz geliyorum deyenden,
Ne de gel yazandan.
Bunları düşünüp dururken
Bir yaşam daha gitti elimden
Başkalarınca saklamak varken.

Ama ben umudluyum bundan;
- Yüzümden, gözümden belli -
Umudu umudumla harcadığımdan..
Bundan sonra belki
Bir yaşam daha çıkar mektubumdan.
Özdemir Asaf
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Nisan 2007       Mesaj #669
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hepimiz sevgiden dem vururuz, anneciğim seni çok seviyorum.. sevgilim canım sana feda.. ah kardeşim ben sana kıyabilir miyim hiç? bunun gibi birçok örnek sıralayabiliriz. Peki bu söylediklerimiz sizce ne kadar doğru? Gerçekten söylediklerimizde ne kadar samimiyiz? Sevgide kırma,incitme, üzme olmamalı.. çok sevdiğimizi söylediğimiz bir insanı nasıl oluyor da üzebiliyoruz? Canım sana feda dediğimiz sevgilimiz bizi terk ettiğinde, neden sevgimiz nefrete dönüşebiliyor? Sevdiğimizi söylediğimiz kişilere nasılda kızabiliyoruz? Nasılda bir anda öfkeye kapılıp bağırıp çağırabiliyoruz? Bizler karşımızdakileri bir anlık öfkeyle, kırmak, incitmek için mi seviyoruz? Bence sevgi böyle olmamalı..Çok bencilce davrandığımızın farkına varalım artık!.. Sevgi üzerine iyice düşünmeye davet ediyorum hepinizi.. Güzel bir tablo görüyoruz ve o tabloyu seviyoruz, belki de elimizdeki son kuruşları sayarak o tabloyu satın alıyoruz evimizin duvarının en güzel köşesine asıyoruz, gelip gittikçe hayranlıkla o tabloyu seyrediyoruz, ona özel ihtima gösteriyoruz tozunu alıyoruz, gözümüz gibi bakıyoruz, evimizin en değerli eşyalarından biri halini alıyor.. Çünkü o tabloyu seviyoruz..ya diğer sevdiklerimiz? Annemiz..Babamız.. Sevgilimiz..Kardeşimiz.. Arkadaşlarımız? Onlara da bu ihtimayı gösterebiliyor muyuz? Hayır!.. O zaman biz gerçekten sevmeyi bilmiyoruz.. Cansız bir tabloya gösterdiğimiz sevgide ne incitme ne kırma söz konusu.. Bir kez daha düşünelim.. Ve gerçekten sevmeyi öğrenelim.....

ALINTIDIR!!!
NiliM - avatarı
NiliM
Ziyaretçi
27 Nisan 2007       Mesaj #670
NiliM - avatarı
Ziyaretçi
Kalın Bir Çizgisin Sen

Meğerse;
Yırtık balonlar üfleyip durmuşum hep,
Dibi delik kuyulara akarmış
Çağlayanlar.
Kırıkmış dişlileri yargılarımın,
Boşa dönüp durmuş çarkı,
Bir dirhem kusur öğütemeden.
Gözler kör, kulaklar sağır,
Bağır bağır bağırıyormuşum meğer,
Sessizce sokulurken koynuna yalnızlığımın.
Yaşamın duvarlarına astığım
Bütün tablolarımın renkleri
Siyah beyazmış,
Şaşkınlığımın şeffaflığından görememişim.
Bir başıma yürüdüğüm yolların sonu da,
Hep sonsuz uçurumlara çıkıyormuş,
Bilememişim.

Ta ki,
Seni bilene kadar,
Meğerse ben;
Gerçek değilmişim…

Baran Baransel


Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri