Uyanış
Bahar telaşını kanatlarında taşır kelebekler. Bizler künhüne varamadığımız bir iç kıpırtısıyla her sabah gözlerimizi açarken, üzerinden zemheri geçmiş toprak uyanır ve lodosu nefesiyle yumuşatan dağlardan çiçek kokuları taşıyan rüzgârlara açarız bağrımızı.
Bir uyanıştır nihayetinde...
Toprak uyanır, börtü böcek, kuş, kelebek uyanır... Ağaçlar uyanır yapraklarıyla ve çiçekler tomurcuklarıyla. Yeryüzü var olduğundan beri değişmez bu gerçek. Ve ne acı ki, insanoğlunun hali ne ise dünyanın hali odur. Belki de bu yüzden şair; 'bakma saatine ikide birde/halin neyse saat onun saati' demiş...
Uzun ve soğuk kış gecelerinin yerini serin sabah ufukları alır. Bir umut eker her ses, her koku... Melekten böceğe, kuştan kelebeğe kadar bilumum mahlûkat bitimsiz bir umut taşır yüreğinde, insanlığın belki bu bahar içindeki tüm kötülükleri bastırabileceğini umarak.
Korkudan rengi atmış bulutları süpürür sert rüzgarlar, bembeyaz pamuk balyaları süsler gökyüzünü, güneş insanoğlunun içindeki karanlık dehlizlere ırak cömerttir her baharda.
Ve şarkısı vardır baharın insan hariç tüm canlıların ortak senfonisi gibi dillendirdiği. Her mahlûkat kendi lisan-ı haliyle terennüm eder baharın türküsünü; o keskin, soğuk ve iç ürperten kar bile eriyip bir şırıltıyla akar pınarlara. Toprak tazelenir, çimen yeşererek eşlik eder ona...
Topyekûn bir uyanış, kolektif bir yeniden dirilişin her yıl tekrar eden mucizesinden başka bir şey değildir. Ve acı olan şudur: İnsanoğlu, tüm bu güzellikleri ıskalar kıytırıktan kaygılarıyla.
Lirik bir coşkudur akan tepelerden sahillere. Martı çığlıkları daha sakin, deniz dalgaları daha dingindir. -Artık- Farkında olamadığımız bir çağrıyı tellendirir tabiat, ne ki kulaklarımız kirli ve tıkalıdır artık bu davetlere...
En şahane ertelemeyi öğrenmiştir insanlık. Alın size başka bir acınasılık daha! Hep başka bahara... Aşk başka bahara, sevgi, merhamet ve vicdan... Hep bir erteleyiş, bir ihmalin utanılası tecili bitmeksizin... Oysa dilini çözse tabiatın, sesini duya bilse baharın aydınlanacak karanlık ruhu, işitecek uyanışı.
Alıp ellerinin arasına kafasını sorsa şu soruyu kendine, anlayacak yolunun yanlışlığını: En son ne zaman bastım çıplak ayaklarla çime? Ne zaman uzattım paçası kıvrılmış çıplak ayaklarımı buz gibi bir dereye?
Zira keskinlete keskinlete yanık bir çelik soğukluğuna döndürdüğümüz öfkelerimiz, sadece çimenin serinliğinde soğuyacak, serinleyecek ve sakinleşecektir. Sahi siz, en son ne zaman hissettiniz, yüreğinizde şöylesine derinden bir 'cozzzzt' sesini? Sırtınız en son ne zaman değdi bahar toprağına? Mezara kadar bekleyebileceklerden misiniz?
Dişlerinizin arasına bir ot parçası iliştirip, yaslanıp ıslak kabukla bir ağaca, şöyle dertsiz, tasasız bir derin uyku çekmeyeli ne kadar oldu sahi?
Mevsimidir göçmen kuşların misal olarak. Ellerinizi başlarınızın altında birleştirip, sürü halinde yeryüzüne teğet geçen turnaları, leylekleri, serçeleri izlediniz mi hiç?
Peki hiç planını yapmaz mısınız? İşiniz, gücünüz, kariyeriniz, makamınız ne olursa olsun; şöyle çoluk çocuk, evlad u iyal, eş-dost hep beraber şairin davetine, doğanın çağrısına uymayı hiç kurguladınız mı?
Al eline bir değnek
Uzan dağlara şöyle
Şehir kalsın farksız tek
Mukavvadan bir köyle!
Biz şehrin cüceleri, dağların devleri olmayı çoktan unuttuk. Ve baharın çağrısını anlayabilecek dili kaybettik sanırım. Ve yanarım buna hep, yanarım...
Ama söz verdim kendime, öğrenip en yanık türküleri, en şen şakrak şarkıları uzanacağım dağlara, bir dev olmasam bile cücelikten firar etmeyi göze almış bir zavallı olarak:
Uzasan göğe ersen
Cücesin şehirde sen
Bir dev olmak istersen
Dağlarda türkü söyle!
İşte böyle...