Arama

Hayata Dair - Sayfa 3

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 240.273 Cevap: 1.657
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
31 Ocak 2006       Mesaj #21
melish - avatarı
Ziyaretçi
>>Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
>>Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan, hatta ardından bir tane
Sponsorlu Bağlantılar
daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi.
>>Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar
büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız.
>>Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği
için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu
olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca,emekli
> olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz.
>>Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır.
>>Eğer şimdi değil ise ne zaman?
>>Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır.
>>En iyisi bunu kabul edip,her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir.
>>En sevdiğim sözlerden biri Alfred D. Souza'ya aittir.
>>Der ki; "Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak
üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir
engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş,hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu.
>>Sonra hayat başlayacaktı.
>>Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı."
>>Bu görüş açısı, mutluluğa giden bir yol olmadığını gösterdi.
>>Mutluluk yoldur.
>>Öyleyse sahip olduğunuz her anın kıymetini bilin ve mutluluğu,Vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylaştığınız için ona daha fazla değer verin.
>>Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez.
>>Öyleyse,
>>Okulu bitirene kadar,
>>100 milyar kazanana kadar,
>>Çocuklarınız olana kadar,
>>Çocuklarınız evden ayrılana kadar,
>>İşe başlayana kadar,
>>Evlenene kadar,
>>Cuma gecesine kadar,
>>Pazar sabahına kadar,
>>Yeni bir araba,
>>yada ev alana kadar,
>>Borçları ödeyene kadar,
>>İlkbahara kadar,
>>Yaza kadar,
>>Sonbahara kadar,
>>Kışa kadar,
>>Maaş gününe kadar,
>>Şarkınız söylenene kadar,
>>Emekli olana kadar,
>>Ölene kadar....
>>MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE
>>BULUNDUĞUNUZ "AN" DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUĞUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN.
>>MUTLULUK BİR VARIŞ DEĞİL, BİR YOLCULUKTUR.
>>PEK ÇOKLARI MUTLULUĞU
>>İNSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR, BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA.
>>OYSA MUTLULUK İNSANIN BOYU HİZASINDADIR
>>Unutmayın "YARIN KİMSEYE VAAD EDİLMEMİŞTİR"


MURATHAN MUNGAN
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #22
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kırçiçeği ve Gül Sevdası

Sponsorlu Bağlantılar
Gül için dikenine katlanabileceklerini söyleyenlerdir, kır
çiçeklerini göremeyecek kadar güle bağlanmış olanlar 'Gül'
derler, başka bir şey demezler üstüne...

Ömürleri güllere ulaşmak için tükenirken, ehemmiyet vermezler,ayak
altında kalan, gül kadar narin, gül kadar güzel ama güzelliği fark
edilmeyen kır çiçeklerine. Mutlu olma sevdasına düşmüşlerdir kendilerince.

Mutlu olmak için zorluklara katlandıklarını bile söyleyebilirler.
Onlar için güzel bellidir artık. Takvim yaprakları birer birer düşerken,
kimi zaman yol katedemediklerine üzülürler. Oysa güzellikler
yanıbaşlarındadır her zaman, ama onlar her zaman güzellikleri
uzakta aramak sevdasındadırlar. Uzaktaki kıymetlidir;
zorluklarla elde edilen değerlidir; aradığında elinin altında olmayan güzeldir, derler.

Yanıldıkları tek nokta var: Onlar hep uzaklara bakarken, birileri
katlanmıştır, onun güzel bulmadıklarına, birileri kıymet vermiştir kır çiçeklerine...

Mutlu olmak için, gelecek bir yarını beklemezler. Ayaklar altında
ezilenlere ehemmiyet verip, onlardaki güzelliği fark edip, yarını
beklemeden, bugünden mutlu olmaya başlayanlardır onlar. Bir kır
çiçeğinin güzelliği onlar için yeterlidir. Gülde gönülleri varsa bile,
onlara ulaşmak için ömür tüketmekten korkarlar ve kır çiçeğindeki gül
güzelliğini fark ederler.

İnsan her zaman güzeli ister, güzel hastasıdır. Güzele ulaşmak için
ömrünü feda eder. Oysa bir baksa etrafındakilere, mutlak bir güzeli fark edecektir. Ama tek bir düşüncenin kavanozunda kapalı kalmıştır.
Güzeli ararken, ezerek geçtiği bir başka güzeli fark edemeyecek kadar kördür artık. Oysa bir çevirse uzakta takılı kalan gözlerini; gönül
rahatlığı ile bir taksa farklı güzellikleri de görme gözlüğünü...

Hayatına renk verse, kır çiçeklerinden demetlenmiş bir demetle...
Hayatını güzellikler yönüne değil de, güzellikleri hayatın yönüne çevirmeye çalışsa...

Bir görebilse kır çiçeğinin gül tarafını... Bir görebilse, hayal
pınarının çeşmesinin değil de suyunun önemli olduğunu... Yetinse
elindeki ile, güzelliğini bulmaya çalışsa elindekinin. Sevdiklerini gül
demetleriyle mutlu edebilme fikrini atsa kafasından. Bir gün de kır çiçeği toplasa, sunsa sevdiklerine... Hayatını gül arama yolunda feda edeceğine, görse kır çiçeğinin gül yanını... Bir fark etse ayaklarının altındakileri, bir ehemmiyet verse kır çiçeklerine. "Sonuçta ikisi de çiçektir. Gül herkesçe güzeldir, kır çiçeği de bence güzeldir." dese. Uzaklara bakmaktan, güle ulaşmaktan dermansız kalacağına, bu enerjiyle kır çiçeğini sevmeye ve sevdirmeye çalışsa; bu güzelliği sevdikleriyle paylaşsa. Güle ulaşma arzusuyla koşturanlara gösterebilse kır çiçeğinin gül yanını. Anlatabilsegül için ömür tüketmenin boş olduğunu...

Gül güzeldir; ama sevgi mevsimi geçtikten sonra, gül için koşmanın
bir anlamı kalmayacaktır. Öyleyse hiç vakit kaybetmeden al eline bir
demet kır çiçeğini, onun sana sunduğu mutluluğu görmeye çalış.

Çünkü hayat, mükemmeli aramaya yetecek kadar uzun değil!


melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
2 Şubat 2006       Mesaj #23
melish - avatarı
Ziyaretçi
HAYAT

Bir Meydan Okumadır Karşısına çık,

Bir Armağandır Kabul et,

Bir Maceradır Cüret et,

Bir Üzüntüdür Üstesinden gel,

Bir Trajedidir Yüzleş,

Bir Görevdir Yerine getir.

Bir Oyundur Oyna,

Bir Sırdır Açığa çıkar,

Bir Şarkıdır Söyle,

Bir Fırsattır Kullan,

Bir Gezidir Tamamla,

Bir Sözdür Gerçekleştir,

Bir Sevgidir Keyif al,

Bir Güzelliktir Öv,

Bir Ruhtur Anla,

Bir Mücadeledir Savaş,

Bir Bilmecedir Çöz,

Bir Hedeftir Ulaş..

Alıntıdır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Şubat 2006       Mesaj #24
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR.
GÜZEL DÜŞÜNEN HAYATINDAN LEZZET ALIR

Bediüzzaman

Zaman gösterdi ki, CENNET UCUZ DEĞİL,
CEHENNEM DAHİ LÜZUMSUZ DEĞİL.

Bediüzzaman


Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdir de;
fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verne.

Bediüzzaman

DÜNYA İHTİYARLADIKÇA, KUR'ANGENÇLEŞİYOR.
Bediüzzaman

HER ŞEY KADER İLE TAKDİR EDİLMİŞTİR.
KISMETİNE RAZI OL Kİ RAHAT EDESİN

Bediüzzaman

Düşmanımın düşmanı düşman kaldıkça dosttur.
Düşmanımın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

Bediüzzaman


Son düzenleyen Blue Blood; 2 Nisan 2006 17:01 Sebep: görsel düzenlendi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Şubat 2006       Mesaj #25
Misafir - avatarı
Ziyaretçi


Hayatı Anlamlı ve Dolu Dolu Yaşamak

Veli Sırım



HAYATI BİLMEDEN, tanımadan yaşamak, hayatı yaşamak değildir. Çünkü tanınmayan, bilinmeyen şeyin taşıdığı değer de anlaşılmaz. Değeri bilinmeyen şey ise, ne sevilir, ne de peşinden gidilir.

Hayatı tanımak, tanıdıkça eşsiz değerinin farkına varmak; ardından hiçbir şeyle değiştiremeyeceğimiz kadar değerli olan bu eşsiz hazinemizi sevmek; sevdikçe hayatı daha anlamlı yaşamak elimizdedir.

Hayat denen şeyi biraz tanımaya ne dersiniz?

Hayat, gözümüz önünde duran, görüp-göremediğimiz tüm varlıkların en değerli özü; en değerli cevheri, en değerli meyvesidir.

Hayatın olmadığı bir kainat, bir anlam taşır mıydı?

Elbette ki hayır.

Hayatı olmayan; hayat özelliği bulunmayan varlıklarla dolu bir evren, herhalde ruhsuz bir bedenden farklı olmazdı. Değerini yitirir; sadece kabuktan ibaret kalırdı. Kabuk ise çürümeye, dağılmaya ve kaybolmaya mahkûm olurdu.

Hayatın değerini anlamak için en alt seviyedeki bir hayat basamağında bulunan bir varlığa bakmak yeterli. Çünkü hayatın girdiği her şey, değersizlikten kurtulur. Öylesine yüksek bir kıymet alır. Örneğin, terazinin bir kefesine hayatsız bir dağı, diğer kefesine küçük bir sivrisineği koyalım. Örneğin, terazinin bir kefesine hayatsız bir okyanusu, diğer kefesine küçük bir balığı koyalım. Bir sivrisineğin veya minicik bir balığın kefesi o kadar ağır basardı ki; bir dağ değil bin dağı; bir okyanusu değil bin okyanusu koysak dahi, göreceğimiz tabloda herhangi bir değişiklik olmazdı. Bütün küçüklüğüne, hakirliğine, değersiz gibi görülmesine rağmen bütün dengeleri alt üst yapan vasıf, hayat özelliğinden başkası değildir.

Bir de hayata hayat katan; hayatı daha da değerlendiren unsurlar vardır. Hatta her bir unsur, tıpkı bir merdivenin basamaklarını andırır. Bir üst basamak, önceki basamaktan daha yüksek değere, daha yüksek potansiyele, daha yüksek özelliklere sahiptir.

Örneğin bitkiler, cansız varlıklara kıyasla sayılamayacak kadar çok özelliğe sahiptir. Çünkü canlıdır. Taşıdığı hayat özelliğiyle, adetâ tüm kâinatı kendisi için yaratılmış gibidir. Çünkü, onun hayat bulması; ondaki hayat özelliğinin gelişmesi ve devam etmesi için toprak, hava, su ve 150 milyon km uzaklıktaki güneş onun emrine amade olmuştur. Bütün unsurlar, büyüklükleri, ağırlıkları, çoklukları, karmaşık yapıları ve uzaklıklarına rağmen, bir ayrık otunun hizmetine koşmaktadırlar.

Yumurtasından yeni çıkan bir arı, “bütün âlemin kralı benim” dercesine, henüz ilk defa göreceği çiçeklere uçar. Eliyle koymuşçasına bulur çiçekleri. Tek tek konar, onlardan alacağını alır. Çiçekler, ağaçlar, meyveler.. Ve daha nice bitkiler onun tasarrufu altındadır. İtiraz etmezler o arıya. Sanki onu beklercesine; onun emrinde olduklarını hal dilleriyle sergilerler. Çünkü o, içindeki ruhla daha yüksek ve daha değerli bir hayat basamağındadır. Küçücük maddesine rağmen; nice dağlar, nice yıldızlar ve nice çiçekler, ağaçlar; hülasa bütün cansız varlıklar ve bitkilerin tamamı onun yanında değersiz kalır.

Çünkü, nasıl hayat özelliği, bütün varlıklar âleminin en seçkin ve en değerli özü hayat ise; hayatın en seçkin ve en değerli özü, çekirdeği, meyvesi ruhtur.

Hem canlı, hem ruhlu varlıkların etrafında pervaz ettiği, emrine amade olduğu bir varlık basamağı daha vardır. Bu basamakta yer alan varlıkları, hepsinden daha değerli kılan cevher ise “şuur”dur.

Şuur sahibi insanlar, tarif edilmez güzelliklerle, eşsiz sanatlarla, benzersiz mükemmelikte olan Kâinat sarayının baş misafirleridir. Yer ve gökteki tüm varlıklar onun emrindedir. Atomlardan yıldızlara kadar her şey onların tasarrufu altındadır.

İnsan, sahip olduğu şuur ve o şuurla en mükemmel insanlık basamaklarını çıkabilecek şekilde kullanacağı sayısız vasıtalarla, hislerle, duygularla ve yeteneklerle donatılmıştır.

Hayatsız bir kâinat; ruhsuz bir hayat ve şuursuz bir ruh, elbette değersiz kalacaktır. Veya tam tersinden hareketle, hayat kâinatın, ruh hayatın ve şuur ruhun üzerindedir.

Şuurun görevi ise, hayatı ve hayatla bağlantılı her şeyi gözlemlemek, sorgulamak, amacını, gayesini ve hedefini belirlemektir. Nereden geldiğini, nereye gideceğini ve görevinin ne olduğunu muhakeme etmektir. Bütün bu varlıklar içindeki konumunu ve yerini tespit edip, ona göre yaşamaktır.

Hayatın değerini en zirvelere ulaştıran bir basamak daha vardır. İnsanlara hayatın mahiyetini, vasıflarını, değerini ve hedefini; kısaca hayatın anlamını anlatmak için gönderilen İlahî elçiler, hayata hayat katmışlardır. Çünkü onlar, kâinat ağacının en mutena ve en seçkin meyveleri konumundadır.

Hayatı yaratan; hayatın tüm basamaklarını yoktan var eden; her hayat sahibine, hayatın gereklerini, ihtiyaçlarını sunan; her bir hayatın devamı ve hayat sahiplerinin hak ettikleri şeyleri birer ziyafet sofrası gibi göz önüne koyan, sınırsız bir Hayat Sahibi olan Allah; hayat ağacının en değerli meyvesi üzerinde, hayat cevherinin tüm özeliklerini yerleştirmiştir.

O hayat sahibi (a.s.m.), hayatı bahşeden Hayy ve Kayyûm’un en sevgili kulu; en değerli mücevheridir.

O hayat sahibi (a.s.m.), Hayatı verenin rızasını kazanmanın, O’nu sevmenin, O’nun tarafından sevilmenin yollarını göstermiştir.

O hayat sahibi (a.s.m.), hayatın anlamını tüm netliğiyle izah etmiştir.

O hayat sahibi (a.s.m.), hayatın anlamını kavramakla anlamlı bir hayatın yolu açılabileceğini açıklamış; kendisine inanan ve bağlanan tüm mü’minlere gerçek hayatı yaşayabilmenin sırlarını hem sözleriyle, hem davranışlarıyla bize tebliğ etmiştir.

Hayatı dolu dolu yaşamak isteyen herkese duyurulur:

Dünya hayatına bir kez daha gelmek imkânsızdır. O halde bu hayatı yaşamak, hayata hayat katmak kendi elinizdedir

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2006       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi


Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakin bitti sanma her şeyi, sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...
İşte budur Hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can YÜCEL
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2006       Mesaj #27
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hayata Dair...

"Hayat, silgi kullanmadan resim çizebilme sanatıdır" yaptığınız her hata silgi kullanmanızı gerektirir. Dolayısıyla hata silinse bile izi kalır kırılan kalplerde, beyinlerde.

Hayatın zorlukları karşında ayakta kalmak; bir rüzgar gelip seni yıkmadan yada bir doluya tutulup sırılsıklam olmadan ayakta kalabilmek.... dimdik ... geleceğe umutla bakabilmek. Önünü görebilmek, gerçekçi olabilmek. Ne kadar zor öyle değil mi?

Her gecenin bir sabahı olduğunu bilmek, sabırla yeni doğacak günü beklemek. Belki de uçsuz bucaksız bir mavide derinlere dalmak, sonra arkana dönüp baktığında keşke diyebileceğin hiçbir şeyin olmaması. Pişmanlıklar ve yıkılmalar ardında sığınılıp yaşanılan bir hayat... oysa en güzeli her zaman bir kıvılcım, bir ışık aramak karanlığın ortasında.

Yaşanılan her şeyi gözden geçirip evet bu hataydı deyip tekrar yinelemek istemez hiç kimse. Yada çoğu insan gibi hatalarını kabullenmez. Oysa hayat çok güzel her şeye rağmen. Yaşılanlardan dersler çıkarmak deriz hep. Ama o içimizdeki masum çocuk tekrar tekrar insanlara güvenir. Aynı hataları yapar. Hep birilerine güvenme, dayanma ihtiyacı duyduğumuz şu dünyada yalnızlık en zoru olsa gerek..

Birine güvenmek mi, yoksa yapayalnız şu koskoca dünyada öylece kalakalmak mı? Bana sorarsanız tabi ki ben hep o çocuğu dinleyip güveni tercih ederim. Her ne kadar üzüleceğimi bilsem de... bir sıcak gülüş, tatlı bir söz yeter benim için. Kırılan kalbim belki tamir olmuyor ama unutuyor insan işte.

Hayat çok uzun gibi görünse de, bazen bir kelebeğin ömrü kadar kısa... ne zaman ve nerede olursa olsun insanlar ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Bazen hiç bir şey umduğunuz gibi olmuyor. Zaman, bir yıldız misali ellerinizden kayıp gidiyor hiç farkında olmadan...

Çoğumuz inkar da etse, maskeler ile yaşarız biz bu hayatta. Maskeler ile sürüklenir gideriz acımasızca akıp giden zamanın içinde. “Mutlu musun?”diye soran birine ise yapmacık da olsa böyle yaşamaktan mutlu olduğumuzu söyleriz. O da mutlu olmadığımızı iddia etse, inatla yanlış düşündüğünü söyleriz. Bu kişi yüzümüze geçirdiğimiz maskeyi kaldırmaya çalışıyordur. Direniriz ona. “O sıradan bir arkadaştır ve bizim duygularımızı merak eder” diye düşünürüz.

Duygusal acılarımızı bilmesin isteriz. Rahatsız oluruz sorularından ve “Orası benim özelim”deriz. Oysa meraklı sorgucu, sıradan değil de gerçek arkadaşımız olsa, ona maskeyi kaldırırız ne var ne yoksa anlatırız. Duygusal sevinçlerimizi, acılarımızı paylaşırız. Bundan haz da duyarız. Sıradan arkadaşlara ise yalan söyleriz, kandırırız onları. Biraz da kendimizi kandırırız. Oysa güzeldir doğal olarak, gönlünce, maskesiz yaşamak.

Hayatta unuttuğumuz bir şeyler de var. Mesela ufak mutlulukları göz ardı eder, önemsemeyiz. Fakat biliriz ki, küçük derelerdir, büyük nehirleri oluşturan. Küçük dereler küçük mutluluklardır. Onlar olmadan büyük mutluluk olmaz.

Biz ise büyük nehirleri ararken, üzerinden geçtiğimiz, elimize fırsat olarak gelen küçük dereleri görmeyiz. Görsek bile önemsemeyiz. Çok şey kaybederiz, ama bunu da ne yazık ki çok geç anlarız. Bence mutluluğun anahtarı, hem sıradan, hem gerçek arkadaşlara karşı...


Bu haberin geldigi yer: Kadinlar Kulubu
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Şubat 2006       Mesaj #28
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Alıntıdır..

Hayat bazen ne kadar boş, ne kadar anlamsız.. Anlamsız olduğu kadar da güzel… Çelişkilerden oluşan bir şey bu hayat dediğimiz şey.. Aslında kimsenin bir fikri yok hayatın ne olduğu hakkında. İnsanlar sürekli yeni şeyler istiyorlar.. Sahip olduklarının, sahip olmak istediklerinin, sahip olmak için çalıştıkları şeylerin ne kadar çocuksu, gereksiz olduğunu düşünmeden… Aslında herkes sıfır kilometre bir hayat istiyor. Kullanılmamış, kirletilmemiş.. Kendininkini elden çıkarmak, yeni baştan başlamak.. Bu sefer acısız, anısız başlamak. İyi anılar ne kadar çok ise, kötü anılar da bir o kadar çok oluyor çünkü bu hayat denilen saçma olguda. İnsanlar ise dediğim gibi sürekli yeni bir hayata sahip olmak istiyorlar, “kirletmek” için. Herkes yaşamak istediği hayatı yaşadığını düşünmekten yoksun. Kader olgusuna o kadar kaptırmışıız ki kendimizi, kimse inanmak istemiyor insanın kendi kaderini kendi yazdığına, kimse istemiyor insanın hayatını değiştirebileceğine. Kimse inanmak istemiyor ücra bir köşedeki bir çocuğun yarının en zengin insanları arasında olabileceğine veya şu anki dünyanın en zeki insanının çocuğunun yarın çok fakir olabileceğine. Aslında ikisinin de olasılığı aynı oranda. Ama asla imkansız değil ! Peki ya biz ? Dünyadaki ortalamaya göre çok yüksek standartlarda yaşayan, ama yetinmeyi bilmeyen.. Sürekli son çıkan şeylere sahip olmayı düşleyen.. İhtiyaçlarımızı ve yarınımızı düşünmeden ! Tüketim çılgınlığına kapılmış bir şekilde saldıran, savuran ve boşa çabalayan..!
Son düzenleyen Blue Blood; 7 Şubat 2006 15:44
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
9 Şubat 2006       Mesaj #29
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
HAYALLERİNİ YAK EVİ ISIT

Bir tek seni sevdiğim doğruydu ve budoğru yüzünden hayatım yalana battı...Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin...

Tepeden tırnağa aşka,tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet...

bu hayaletin içinde beni değil sen igördüler hep. Çoğu bu hayalete dayanamayıp çekip gitti...

Kimisi senin beni beklettiğin kapıda,beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan...

Ve ben en çok onlarrın sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep mera kettim, karşılıksız onca yıl bir hayaleti nasıl bölesine sevebildiler diye...

Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebeb bulunduğuna, bu insanların bir hayalete duydukları o akıl almaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım.

Seni utnutmak için başladığı her aşkı yine seninle aldatan bir hayalete...

Seninle kendini , bütün hayatını, düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete...

BİRTEK SENİ SEVDİĞİ DOĞRU OLAN , BU YÜZDEN BÜTÜN HAYATI BİR YALAN OLAN HAYALETE...
(Cezmi Ersöz)
melish - avatarı
melish
Ziyaretçi
9 Şubat 2006       Mesaj #30
melish - avatarı
Ziyaretçi
cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içerisinde, herkes
karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar
helal edilmiş vaziyette.

Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar
torunlar hepsi hazır. Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.

Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda
bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev..

Altmışlı yaşlara kadar herşey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz.
Sağlığınız gittikçe düzeliyor,
kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size
hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor
patronunuz.. Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir
makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz.
Herkes karşınızda elpençe divan..

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor.
Gittikçe zayıflıyor, forma giriyorsunuz. Diğer hormonal
aktiviteler artıyor, fevkalade.. Aman ne güzel günler başlıyor..
Derken birgün patron size "Artık üniversiteye gtsen
daha iyi olur." diyor.

Bu arada Babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor
"Artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın
benden olsun.."
Keyfe bakar mısınız?

Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden,
su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler,..

Kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve Babanız sizi
götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma
derdi de yok artık...

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar,"evde otur,
keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" diyorlar.. Mamanız
ağazınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile
temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor
ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.

Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor
ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık
her yerde, her an ve en taze şekli ile hazır.

Bir gün karanlık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek için ağazınızı açmaya dahi gerek yok,bir
kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve
patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.

Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Ve günün birinde müthiş bir olayla hayatınız bitiyor...

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri