Arama

Hayata Dair - Sayfa 11

Güncelleme: 2 Ekim 2013 Gösterim: 240.777 Cevap: 1.657
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mart 2006       Mesaj #101
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

sanal hayatlar
Sponsorlu Bağlantılar
n'oldu bize...
Hayatlar
Kolay hayat ister olduk kolay... Sevgimizi, aşkımızı bile kolay yaşamak istiyoruz.. Bizi yormasın, zorlamasın, başımıza bela olmasın... İstediğimiz zaman olsun, onun dışında yok olsun.. Bir kumandanın ucunda olsun herşey, bir bilgisayarın düğmesinde, bir telefonun tuşlarında... Ulaşmak, yaşatmak, canlandırmak, hissetmek için çaba harcamayalım...

Sanal dünya giriverdi hayatımıza tam da bu günlerde, çok da işimize geldi. Sanal alemin, sanal insanları olduk hemen. Duygularımızdan korkar olduk... Hissetmek yok... Herşey bir yalan... Sanal alem değeri yok...

Düşünemedik ki kablonun diğer ucunda gerçek insanlar oturuyor...

dokunmaya
hissetmeye
göz göze gelmeye korkar olduk...
bir bilgisayar, bir msn, bir kamera herşey tamam...
İnsan başka ne isterki...

Böylesi daha güzel, sanal bir gerçeklikte sorumluluk duygusu yok, bağlanma yok, hesap vermek yok deyiverdik... Canın isterse varsın, istemezse yok... Ne güzel, tam bu çağın insanına göre...
Kolay işin, hangi yoldan elde edildiğinin hiç önemli olmadığı kolay paranın peşinde koştuğumuz, hayata direk tepeden başlamak istediğimiz bu günlerde, kolay seks, kolay ilişkilerde giriverdi usulca yaşantımıza..

Zora gelemiyoruz, gerçek ilişkiler sıkıyor biraz...

Biri azıcık duygularından söz ettiğinde birden itici oluveriyor, hemen pılımızı, pırtımızı toplayıp arkamıza bile bakmadan ordan uzaklaşıveriyoruz.. Neden peki, bünyemizde barındırdığınız şeyden kaçmak niye, yok saymak, derinlere göndermek...
Kimsenin gözüne gerçek anlamda bakmak istemiyoruz, korkuyoruz birilerinin gözlerine bakmaktan.
Mekanik hayatlar, mekanik ilişkiler, mekanik sevişmeler istiyoruz...

O kadar rahatladık ki artık.. sevmeye bile üşenir olduk... ben gelemem ama gelirsen de hayır demem...
burdayım, isteyen gelip alsın...
ben kılımı kıpırdatmam...
uğraşamam...
çaba harcayamam...
ama şöyle yakınlarımda olsan o başka...
aşk aramıyorum, sevgi aramıyorum,
ilişki aramıyorum
sadece seks arıyorum deyiverecek kadar bir yerlerde unuttuk duygularımızı, yitiriverdik insanı insan yapan ruhumuzu... Sevmekten korkar olduk…

Ne oldu bize, ne zaman, nerde kaybettik sevmeyi, kimlere bırakıverdik ruhumuzu, kimler acıttı canımıza da bu kadar acımasız oluverdik...

Ben uğraşamam ama sen buralarda olursan da hayır demem yani, diyecek kadar korkar olduk birşeylerin peşinde koşmaya.. Bencil oluverdik...

Birgün yalnız uyanmanın ne kadar korkutucu olacağı aklımıza hiç gelmiyor nedense.

Kendi doğamıza hasret yaşadığımızı bile anlayamadık…


Alara YÜREKLİ

Son düzenleyen Blue Blood; 1 Nisan 2006 10:41 Sebep: görsel düzenlendi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mart 2006       Mesaj #102
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Boşluklar ve Ben
Sponsorlu Bağlantılar

"Geçecek bi tanem geçecek. Her şeyin geçtiği gibi.
Kıyılarına vurup duran bir deniz var içinde. Durulacaksın."
Ne anlatmalıyım sana. Yüreğim acıyor. Ellerim sıyrık içinde... Yenildim. Yine bilmem kaçıncı kez yenildim. Yeminlerim, asık yüzlü kararlarım, asla olmazlarım....... hiç biri kar etmedi. O, gelişi hep bilinen ama çaresiz teslim olunan kasırga gibi. Direnmeyeceğim. Bir idam mahkumu gibi teslim olacağım.

Kimse yok, ellerimi bırakma, düşeceğim..."

Gece kanıyor sessiz ve derinden. Yüreğim iki parça, ay gibi.
Ellerim kanıyor, sar onları. Ellerim sana kanıyor, tut onları.......tutabilirsen. Sorularına cevap alamamayı sevmezsin ya, aslında hep cevaplarını bilmediğim sorular var hayatta. Durmadan onları soruyorsun. Oysa konuşacak ne çok şey var. Şu huzursuz insan kalbinin sukun bulduğu cennet bahçelerinden söz etmek isterdim mesela. Kalbim sakinleşirdi belki. Sonra masallardaki peri kızlarından bahsetmedik. Hani hep bir sırları vardır da ifşa ederlerse bir güvercin olup uçup giderler. Gülüyorsun içinden, "Peri kızı mı sanıyor bu kendini?", diyorsun. Biliyorum. Ama sen bilmiyorsun...

Hayat; benim için boşlukları doldurabilme becerisi

Geceyi kanatıyor bakışların. Sessizce iniyor üstümüze rahmet. Taa derinlerde kimsesizlik. Ben mi? Ben boşlukları dolduruyorum; boş sandalyeleri, boş saatleri, fill in the blanks'le belirtilen kelime arası boşlukları, avare boş gönülleri... Eyvallah etmiyorum ne sana, ne neon ışıklı hayatlara ya, yine de bir parçam kalıyor orada. Çekilmiyor hayat ya da çekemiyorlar bizi, bilmiyorum. Boş ver. Saçlarını okşayıp, dudağındaki tebessüm oluyorum, usulca kalbine dokunuyorum sonra.

Ey aşk! Son hamleni yap şimdi. Hazırım...

Yoruldum. Dipsiz bir kuyuya düşüyor gibiyim. Çırpındıkça daha hızlı, daha hızlı düşüyorum. Tutunmaya çalıştıkça parçalanıyor ellerim. Ey aşk, hadi gel! Buradayım. Yeter uykusuz gecelerim, yürek çarpıntılarım, kor gibi yakan hasretlerle geçen günlerim. Ne mümkün sevgili ve ne mümkün toprak. Ey aşk! Hazırım. Son hamleni yap şimdi....
Boşluklar ve Ben

"Geçecek bi tanem geçecek. Her şeyin geçtiği gibi.
Kıyılarına vurup duran bir deniz var içinde. Durulacaksın."
Ne anlatmalıyım sana. Yüreğim acıyor. Ellerim sıyrık içinde... Yenildim. Yine bilmem kaçıncı kez yenildim. Yeminlerim, asık yüzlü kararlarım, asla olmazlarım....... hiç biri kar etmedi. O, gelişi hep bilinen ama çaresiz teslim olunan kasırga gibi. Direnmeyeceğim. Bir idam mahkumu gibi teslim olacağım.

Kimse yok, ellerimi bırakma, düşeceğim..."

Gece kanıyor sessiz ve derinden. Yüreğim iki parça, ay gibi.
Ellerim kanıyor, sar onları. Ellerim sana kanıyor, tut onları.......tutabilirsen. Sorularına cevap alamamayı sevmezsin ya, aslında hep cevaplarını bilmediğim sorular var hayatta. Durmadan onları soruyorsun. Oysa konuşacak ne çok şey var. Şu huzursuz insan kalbinin sukun bulduğu cennet bahçelerinden söz etmek isterdim mesela. Kalbim sakinleşirdi belki. Sonra masallardaki peri kızlarından bahsetmedik. Hani hep bir sırları vardır da ifşa ederlerse bir güvercin olup uçup giderler. Gülüyorsun içinden, "Peri kızı mı sanıyor bu kendini?", diyorsun. Biliyorum. Ama sen bilmiyorsun...

Hayat; benim için boşlukları doldurabilme becerisi

Geceyi kanatıyor bakışların. Sessizce iniyor üstümüze rahmet. Taa derinlerde kimsesizlik. Ben mi? Ben boşlukları dolduruyorum; boş sandalyeleri, boş saatleri, fill in the blanks'le belirtilen kelime arası boşlukları, avare boş gönülleri... Eyvallah etmiyorum ne sana, ne neon ışıklı hayatlara ya, yine de bir parçam kalıyor orada. Çekilmiyor hayat ya da çekemiyorlar bizi, bilmiyorum. Boş ver. Saçlarını okşayıp, dudağındaki tebessüm oluyorum, usulca kalbine dokunuyorum sonra.

Ey aşk! Son hamleni yap şimdi. Hazırım...

Yoruldum. Dipsiz bir kuyuya düşüyor gibiyim. Çırpındıkça daha hızlı, daha hızlı düşüyorum. Tutunmaya çalıştıkça parçalanıyor ellerim. Ey aşk, hadi gel! Buradayım. Yeter uykusuz gecelerim, yürek çarpıntılarım, kor gibi yakan hasretlerle geçen günlerim. Ne mümkün sevgili ve ne mümkün toprak. Ey aşk! Hazırım. Son hamleni yap şimdi....



Alıntı

Son düzenleyen Blue Blood; 1 Nisan 2006 10:42
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Nisan 2006       Mesaj #103
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
AKŞAMLARI NE YAPIYORSUNUZ?..


Dümdüz bir soru size: Akşamları evde ne yapıyorsunuz?

Koltuğa uzanıp, hiç tanymadığınız Amerikalı dedektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz?

Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşanan hayatları mı seyrediyoruz?

Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyor musunuz?

İki türlü hayat var:

1. Yaşanan hayat,

2. Seyredilen hayat,

Akşamlarınız televizyona kilitliyse, bilin ki, hayat sadece seyrediyorsunuz !
Akşamları evde ne yapıyorsunuz? Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
"Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz" diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz?
Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki.

Ne çare ki sadece bir hayatımız var.
Bu da maalesef, çok kısa.
Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor.
Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim, vesaire...
Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak birşey kalmaz.
Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız, sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir!
Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta,hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır.

Ne mi yapmalyız..

1. Ailece kitap okuyun, sohbet edin:

Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü,sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi, düğününüzü anlatın. Çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.

2. Gezin:

Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır.

Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin.

Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. ( İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir)

Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yol boyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek, eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır)

Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir.

3. Akraba ve komşularla ilgi. ilişki kurun: Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin.

Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın.

Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın.

Bilirsiniz, "Komşu komşunun külüne muhtaçtır."

4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın:

Konferans, seminer, sergi, doğru sinema ve tiyatro
Hayatınıza biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin.

Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halk eder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız.
"Olmaz ki" diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz,hiçbir yere ulaşamasınız.

Aile başlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır.

Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz.

Her gün bir şeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceke tarih düşürmelisiniz.

Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın.Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun.

Ayrıca unutmayın ki; Hayatı biriktiremezsiniz;
Ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.

Artık cevap gelsin:

Akşamları ne yapıyorsunuz?..


YAŞIYOR MUSUNUZ, YOKSA SEYREDiYOR MUSUNUZ?

Can DÜNDAR

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #104
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni dün günlük islerini yaparken gördüm. Namaz kilmadan, dua etmeden bir günü daha gecirdin. Hatta yemek yerken ve yatarken bile dua etmek icin vakit ayirmadin.

Cok nankörsun! Seninle gurur duyuyorum. Benimle oldugun icin cok mutlu oldugumu soyleyemem. Hatirliyormusun? Senelerdir beraberiz ama seni hala sevmiyorum. Dogruyu söylemek gerekirse: Senden Allahtan nefret ettigim icin nefret ediyorum.

Allah beni cennetten attigi icin bende seni kullaniyorum. Seni de Allahin bana yaptiklarini ödetene kadar kullanacagim, ondan sonra sende defolup gidebilirsin.

Biliyormusun aptal. Allah seni seviyor, ama sen hayatin boyunca benim yanimdaydin. Bunun icinde seni ödüllendirecegim. Hayatinin berbat olmasini saglayacagim. Biz ikimiz beraber kaldikca bu Allahi cok üzecek. Zaman senin hayatini kimin yönlendirdigini Ona gösterecek. Ve bu senin sayende olacak.

Gecirdigimiz guzel gunleri hatirla, insanlari nasil hor goruyorduk, onlara kufur ediyorduk, cilgin partilere gidiyorduk, hirsizlik yapiyorduk, nasil iki yuzlu davraniyorduk, sigara kullaniyorduk, camiye gitmiyorduk, dedikodu yapiyorduk.....

Bunlarin hepsini kaybetmek istemezsin degil mi?
Hadi gel aptal! Sonsuza dek beraber yanalim! Senin icin cok seyler düsünüyorum.

Bu mektupu sana ne kadar deger verdigimi söylemek ve hayatinin buyuk bir parcasini kullanmama izin verdigine tesekkür etmek icin yaziyorum.

Aptal, bazen sana cok gülüyorum. Oyle salakliklar yapiyorsunki, benim bile migdemi bulandiriyorsun. Sen böyle devam et. Yeni nesile yalanciligi, aldatmayi, kumari ve camii yerine diskolara gitmeyi ögret.

Sen bunlari onlarin yaninda yap ki onlarda seni örnek alsinlar. Zaman sonra onlarda aynisini yapacaklardir. Cocuklar böyle iste.


Neyse, simdi gitmeliyim ama birkac saniye sonra tekrar seni görmeye gelecegim. Azicik aklin olsaydi tövbe etmek icin biryerlere giderdin ve yasayacak oldugun bir kac seneyi de Allahla beraber gecirirdin.


Bir kimseyi uyarmak karakterimde yoktur aslinda, ama seni taniyorum. Sen zaten benim yanimdan ayrilmazsin. Senin yasinda olan bir insanin hala günah islemeye devam etmesi sacmalik olsada. Sakin beni yalnis anlama, senden hala nefret ediyorum
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #105
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
HAYATA DAİR ATLADIKLARIMIZ

Her gün mümkün olduğu kadar erkenden olumlu bir şey söyle.
Mucizelere inan ama onlara bel bağlama.
Durum ne olursa olsun nezaketin sana zarar vermeyeceğini unutma.
Canın sıkkınken asla buzdolabını açma.
Geziden döndüğün gün harcamalarının bir listesini yap.
Bu güzel ülkede doğduğun için şükret.
Küçük şeyleri iyi yapmaktan kaynaklanan tatmin duygusunu yaşa.
Islanmak istemedikçe, elinde hortum tutan birine yaklaşma.
Bayram ziyaretlerinde ikram edilen çikolatayı asla reddetme.
Bir otomobil kazasında polisle ve sigorta şirketinden biriyle konuşmadan önce, hiç kimseyle kaza hakkında konuşma.
Hiç kimsenin seni ürkütmesine izin verme.
Mali durumunu bir kartal gibi gözle.
Sonuçta ne elde ettiğimizle değil ne verdiğimizle hüküm giyeceğimizi unutma.
Başkasının arabasında yolcuyken çalınan müzikten asla şikayet etme.
Elindeki kitabı bitir.
İnsanlara daima bahçeleri ve bebekleriyle ilgili iltifat et.
Fiyatta aldatılmanın kalitede aldatılmaktan daha iyi olduğunu unutma.
Her yıl çocuklarının okula başladığı ilk günü fotoğrafla.
Çocuklarının yaptığı her sporun kuralarını öğren.
Bir arkadaşın hakkında daha iyi söz duyduğunda bunu ona ilet.
Doğru olduğunu bildiğin şeyi yapmakta asla tereddüt etme.
Yolculuklarda yanına, ağzı kapanır torba ile not defteri al.
Dikkat çekmek için iş yapma, dikkat çekecek bir iş yap.
Bilgi ve deneyimlerini paylaş.
Konuşmalarında, davranışlarında ve hükümlerinde yardımsever ol.
Beklentilerin yüksek olduğu bir iş yerinde çalış.
Çocuklarının ve torunlarının seni adınla çağırmalarına izin verme.
İyi bir sözün kalıcı olduğunu unutma.
Çocuklarını kardeşleri ya da sınıf arkadaşlarıyla kıyaslama.
Şükranlarını ve övgülerini ifade ederken samimi ol.
Birisinin fotoğrafını çekmeden önce izin al.
Sivil örgütlere katıl.
Büyük bir felaket ihtimali yoksa bırak çocukların bildikleri gibi yapsın.
Yaptıkları hatalardan başarılarından öğrendiklerinden daha fazlasını öğrenecektir.
Çabuk affet.
Karına sık sık ne kadar güzel göründüğünü söyle.
Yıldönümü hediyesi olarak fişe takılması gereken bir şey asla verme.
Nerede olursan ol gece yarısından sonra pek de iyi şeyler olmadığını unutma.
Disiplin kelimesinin "öğretmek" anlamına geldiğini unutma.
Her başarının bir bedeli olduğunu unutma.
Bir fotoğraf makinesi hediye ederken içine filmini ve pilini koymayı unutma.
Çocuklarının önünde eşine asla kötü bir söz söyleme.
Başarılarının temelini başkalarının sırtına değil başkalarına hizmete inşa et.
Çocukların çoktan uyumuş olsa bile onlara iyi geceler öpücüğü ver.
Can sıkıntısını egzersiz yaparak dağıt.
Boğaza takılan bir şeyi çıkarma yöntemlerin öğren.
Terbiyeli bir çocuğun ebeveynine bu konuda iltifat et.
Yolculuk ederken cüzdan, otomobil anahtarları, gözlük ve ayakkabılarını yatağının çok yakınında tut.
Eleştirmekle geçirdiğin zamanın iki mislini övmeye ayır.
Hayal et.
Atılgan ol.
Birisi seni hayal kırıklığına uğrattığında ondan tamamen umut kesme.
Şirketinin parasını kendi paranı harcarken gösterdiğin dikkat ve temkinle harca.
Yaşamın büyük değişikliklerinin ender olarak önceden uyarı verdiklerini unutma.
Çocukların özürlü bir kimseyi asla küçümsememeyi öğret.
Yapman gerekeni bütün kalbinle yap.
Bu konuda konuşmak istemediklerini bilmediğin sürece insanlara kiloları hakkında asla bir yorum yapma.
Gazetenin ekonomi sayfasını düzenli bir şekilde oku.
Sevdiğin bir iş bul ve severek çalış.
Mali bilançonu düzenli bir biçimde tut.
Yolculukta temel ihtiyaçlarının listesini yap ve bavulunda tut.
Çocuklarının televizyon izleme süresini ve programlarını sınırla.
Saygınlığı popülerliğe tercih et kaliteyi lükse tercih et.
Zarafeti modaya tercih et.
Tek bir insanın ya da yalnızca bir düşüncenin hayatını değiştirmeye yeteceğini unutma.
Dertlerini arkadaşlarına ya da çalışma arkadaşlarına yükleme.
arada sırada, işini yavaşlatmalarına rağmen bırak çocukların sana yardım etsin.
Bir arkadaşına sürpriz bir parti düzenle.
Tatil için daima izin ayır.
Kendini geliştirme konusunda, her bulduğun fırsatı değerlendir.
Seni güldüren fıkra, yazı ve çizgi romanlardan oluşacak bir Tebessüm Dosyası aç.
Tekrar okumak isteyebileceğin makaleler için Tekrar Oku Dosyası aç.
Nasihata ihtiyacın olduğunda büyükannelerini ara.
Kızına da oğluna da yemek pişirmesini öğret.
Her terslikte saklı olabilecek iyi bir fırsatı ara.
Annen "pişman olacaksın" diyorsa, büyük ihtimalle pişman olacağını unutma.
Karının arkadaşlarını eleştirme.
Çocuklarını okula bırakırken ve okuldan alırken gecikme.
Hanımlar ayaktayken oturma.
Bir otomobil alırken ya da eve pahalı bir eşya alışverişi yaparken deneyimleri olsun diye çocuklarını da yanına al.
Ülkenin tarihini çok iyi bil.
Arada sırada, evde yapılan börek ya da kurabiyeleri büroya götür.
Bir çocukla voleybol oyna.
Şiir yaz.
Basketbol oyna.
Ayda bir kez senin işini senden daha iyi bilen birisini öğle yemeğine davet et.
Deneyimli insanları asla dikkate almazlık etme.
Kartvizit koleksiyonuna her gün yeni bir isim eklemeye çalış.
Kullanmayacağın indirim kuponlarını, başkaları kullanabilsin diye, mağazada, o ürünlerin yanına bırak.
Büyüklerine saygılı ol.
Yabancı ülkelerde asla ülkeni eleştirme.
Sevdiğin insanlar ayrılırken otomobilleri gözden kaybolana kadar gözle.
Doğum gününde annene bir teşekkür kartı yolla.
.Kadınların ve çocukların yanında belden aşağı bir fıkra anlatma.
Her telefonun yanında kalem bulundur.
Yanlış numara çevirdiğinde telefonu özür dilemeden kapatma.
Haftada birkaç saatini işinle ve yaşam tarzınla hiç ilgisi olmayan dergileri okumaya ayır.
Başkalarından beklediğin yüksek standardı kendine de uygula.
Yoluna çıkan aksiliklerin, seni yüreğinin izlemeni söylediği yoldan alıkoymasına izin verme.
Bugünün işini yarına bırakma illetine karşı savaş aç.
Hiç kimsenin mektuplarını açma.
En sevdiğin kitabını asla ödünç verme.
En sevdiğin alıntıyı daktilo et ve her gün görebileceğin bir yere as.
Bir oyunu eşli oynuyorsan eşinin oyununu asla eleştirme.
İyi bir araştırmacı olmanın tekniklerini öğren.
Dedikodulara kulak kabart, katkıda bulunma.
Bir fuara katıl.
Umut ver.
Sözün senedin olsun.
Bozuk paranı say.
Evliliğin kolaylıklar esası üzerine değil bağlılık sözü üzerine kurulduğunu unutma.
Birisinden özür dilemek zorunda kaldığında bunu şahsen yap.
Yazarların "ilk yapıtları"nı oku.
Projeleri vaktinden önce tamamla.
Çocuksuz bir çifte asla ne zaman çocuk yapacaklarını sorma.
İstediğin şey için çalışırken sahip olduklarınla mutlu ol.
Çocukların yardıma ihtiyacı olanlara cömert davrandığını görsünler

Sizi sizin kadar tanıyan biri;
sizi düşünen düşünmeyi öğrenmiş,sakin, uslu, efendi, oturmayı kalkmayı bilen,
sevmeden edemediğiniz biri;
size sizi anlatmayı herşeyden çok seven,
sizin için çok şey başarmaya hazır biri;
bazen biraz fazla konuştuğundan yakındığınız ama ne söylediğini bildiğinden hep emin olduğunuz,
sizi tanıdığı kadar kendini ve hayatını tanıyan biri;
yalnızca eşinize anlatabildiğiniz sırlarınızı anlatmaktan çekinmediğiniz,
bazen düşüncesine şiddetle ihtiyaç duyduğunuz biri;
sabahın üçünde "ayıp olur mu" diye endişelenmeden arayabildiğiniz ve
üçüne beşine bakmadan size duymanız gerekenleri söyleyen,
gecenin o karanlığında kalkıp ışığı yakan, masasının başına geçen biri;
kaleminiz, kağıdınız, aynanız, saatiniz, kravatınız olan biri;
ve bazen vicdanımız, bazen de uykusuz bıraktığınız için, vicdan azabınız olan biri...

Hayatınız da böyle biri... var mı?
Varsa, kıymetini bilin.


GeniouS'iS / 06.10.02
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Nisan 2006       Mesaj #106
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Öykü ("Seni yarattım")


Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti. Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden. Duyguları birşeylere itiraz ediyordu.
Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah’a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?

İçin için, O’na karşı:

“Böyle birşeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun? Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?” diye yakınmaya başladı.

Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:



“Yaptım. Seni yarattım!”
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Nisan 2006       Mesaj #107
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Güzel Gören Güzel Düşünür,

Yusuf Karaçay


Bazı kasvetli, karamsar kişiler vardır. İnsanlarla, olaylarla, gelecekleri ile ilgili olabildiğince kötü beklentilere sahiptirler. “Ben çok şanssızım, hiçbir işim yolunda gitmez, çok mutlu zamanlarımda bile mutlaka hemen ardından bir üzüntü yaşarım, güvendiğim insanlardan hep darbe yedim, kimse beni anlamadı, herkes beni kullanmaya çalıştı, neye elimi atsam kuruyor” gibi sözleri sıklıkla kullanırlar. Siz de tanımışsınızdır böyle birisini mutlaka.

Acaba nedir bu insanların problemi? Gerçekten bir felaket bulutu mu takip etmektedir onları gizli gizli? Niye hiçbir işleri yolunda gitmez? Neden hiç kimsede aradıklarını bulamazlar da devamlı şikayet ederler? Ve onlara nasıl yardım edebiliriz?
Bu tür yakınmalarla ve genellikle de depresyona girerek bana başvuran birçok hastam oldu. İlk başlarda üzülerek ve acıyarak yaklaştığım bu kişilerin yine de beni rahatsız eden bir yanları vardı. Sanki onların da bu tersliklerde bir payı vardı gibi, ama nasıl? Tarif edemiyordum. Birgün alkol bağımlılığı ile ilgili bir araştırma okuduğumda “jeton düştü”.
Bilirsiniz, alkol kullananların klasik sözüdür: “İçiyorsam sebebi var”.
İşte bu sözün doğruluğunu test etmek için bir araştırma yapılmış. Alkolü bıraktığı halde yaşadığı stresler yüzünden, yeniden içmeye başlayan kişilerin son 6 ayda yaşadıkları üzücü olaylar sorgulanmış ve alkol problemi olmayan kontrol grubunun yaşadıkları benzer olaylarla kıyaslama yapılmış.
Sonuç çok ilginç: Hemen hemen hiçbir fark yok. Yani “dertler beni içiriyor” diyenlerin dertleri, normal insanların dertlerinden çok da fazla değil aslında. Peki ne anlama geliyor bu? Demek ki aslında problem bu kişilerin yaşadıkları olaylarda değil, olayları yorumlama biçimlerinde.
Ondan sonra hastalarımı bu mantıkla değerlendirmeye başladım. Gerçekten de öyleydi. Bu kişiler herkesin yaşayabileceği olayları, olabilecek en kötü şekilde değerlendiriyor ve kendi kendilerine azap çektiriyorlardı aslında.
Güzel, sevindirici bir olay yaşadıklarında dahi olabildiğince olumsuz yönlerini görüyor yada “bekleyelim bakalım, mutlaka altından bir terslik çıkar” diye mutluluğu erteliyorlardı. Ve hep yakınıyorlardı: “Hiç gün görmedim, hep darbe yedim”.
O arada (astrolojiyle de ilgilendiğimden) yay burcu ile ilgili bir tarifi hatırladım: “Tipik yay insanı hem iyimser hem de şanslıdır”. Bir de oğlak burcu tarifi geldi aklıma: “Karamsar olurlar, pek de şanslı değillerdir. Başarıları hep uzun zahmetlerden, sıkıntılardan sonra gelir”. Astroloji bir yana, acaba iyimserlikle şanslı olmak, karamsarlıkla da şanssızlık arasında bir bağ olabilir miydi?
Hayalen bir deney yaptım. 2 kişi seçtim. Bay iyimser ve bay kötümser. Bir firmada işe girmek için başvurmuşlardı. Bay iyimser çok keyifliydi. “Bu iş tam bana göre, kesin alırlar beni, beklediğim fırsat bu, kendimi hemen gösterir, kısa zamanda yükselirim”. Bay kötümser ise çok farklı bir havadaydı. “Yok canım, bu işe beni almazlar, niye beni seçsinler ki, zaten işe alsalar da mutlaka bir problem çıkar, beni beğenmez, huzurumu kaçırırlar.”
Sonuçta ne olacağı o kadar belliydi ki, hayalî deneyim çok kısa sürdü. Bay iyimser işe alınacak, kısa sürede yükselecek, aynı yeteneklere sahip olduğu halde bay kötümser ise, işe alınsa bile ilk terslikte “biliyordum zaten” diye pes edip istifa edecek, hayat boyu meslekî ve sosyal sıkıntılar çekecek ve “kötü kaderine” yanacaktı: “Benim işlerim hep ters gider”.
Evet işin püf noktası buydu. Çoğu insanın depresyonunun sebebi de bu olmalıydı: Olayları çarpıtarak yorumlamak, herşeyi “kara bir gözlükten” görmek, olumsuz beklentiler içinde olmak ve moralini bozup kötü olayları da bir anlamda davet etmek. Ve o sıralarda öğrendim ki zaten bu bakış açısı “depresyonun kognitif teorisi” adıyla formüle edilmişti ve kullanılıyordu bile. En “moda” ve etkili psikoterapi yöntemi, kognitif terapiydi zaten.
Kişinin kendisi ile, çevresi ile, geleceği ile ilgili karamsar yorumları, mantıksız genellemeleri, kötü beklentileri, otomatikleşmiş olumsuz düşünceleri fark edilmeli ve iradî olarak değiştirilmeliydi.
Aslında bu formülasyonu Kur’an tefsirlerinde de pek üzerinde durmadan okuyorduk yıllardır. ‘Sekizinci Söz’de bir bahçeye giren iki kardeşin kıyaslamasında geçtiği gibi, “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır; Fena düşünen fena hülyalar görür, hayatın lezzetini kaçırır”dı.
Sonuçta kulağımı tersten de olsa göstermiştim. Artık hastalarıma da göstermeliydim bu püf noktasını.
“Bakın Mahmut bey, yaşadığınız olaylar herhangi bir insanın yaşadıklarından çok farklı değil aslında. Ama siz sadece olumsuz yönlerini görüyor, güzel taraflarına hiç bakmıyorsunuz. Olumsuz ayrıntılardan genelleme yapıp “herşey kötü” diyorsunuz. Üstelik bu yüzden güzel şeyleri de atlıyor ve kaçırıyorsunuz.
Mesela geçenlerde bir sohbette yaşadıklarınızı hatırlayın. Ne anlatmıştınız bana? Beş arkadaş tatlı tatlı sohbet ediyordunuz, bir ara arkadaşlarınızdan biri sizinle alay ediyormuş hissi uyandıran bir söz soylemisti ve siz üzerinize alınıp çok üzülmüştünüz, ardından da içinize kapanmış, “kimse beni sevmiyor” diye kendi kendinize yorumlar yapmış, iyice moralinizi bozmuştunuz. Oysa o sohbette o kadar kişi, o kadar zaman, size iyi davranmışlar, hatta iltifatlar etmişlerdi. Ama siz tek bir söz ile bütün iyi olayları unutup kendinize azap çektirmiştiniz. Hatırladınız değil mi?
Evet, bu dünya cennet değil, ama cehennem de değil. Evet, insanlar melek değiller ama şeytan da değiller. Herşeyin ya beyaz ya siyah olması da gerekmiyor zaten. Gri tonları da var, unutmayın. Demiyorum herşey güzel.
Burası cennet olmadığına göre çirkin, üzücü şeyler olacak muhakkak. Ama güzel şeyleri görüp moralimizi yüksek tutalım ki daha güzellerini de bulabilelim. Ve biz, insan olduğumuza, melek olmadığımıza göre mutlaka hatalarımız, eksiklerimiz olacak. Ama en günahkâr insanların bile birçok faziletleri, yetenekleri vardır mutlaka. Onları da görmeye çalışmalıyız (gerek kendimizde, gerek başkalarında).
Az gayret edin; zihninizle, nefsinizle bir tür mücahede öneriyorum.
Aklınıza geldiği gibi değil, olması gerektiği gibi düşünmelisiniz. Aklınıza otomatik olarak gelen karamsar yorumları denetlemelisiniz. Eldeki veriler bu kadar karamsar olmayı destekliyor mu, yoksa bütünün küçük bir parçasına takılıp, sonra onu genelleyip yanlış sonuçlara mı varıyorum diye kendi kendinizi sorgulamalısınız.
İsterseniz, (dindar bir insan olduğunuza göre) şu şekilde de uygulayabilirsiniz bunu: Acaba Peygamberimiz (asm) olsaydı nasıl düşünürdü?
Böyle kara kara yorumlar yapıp moralini mi bozardı, yoksa olayların iyi yönlerini görüp şükür mü ederdi?
Size bir ipucu olarak şu hadisi hatırlatmak isterim: Peygamberimiz (asm) bir gün Medine civarında ashabı ile gezerken, çöplükte kokmuş bir köpek leşine rastlarlar. Ashab, “ne kötü çürümüş, fena kokuyor...” vs. derken Peygamberimiz (asm) “dişlerine bakın, ne güzeldir” buyurmuş.
Sonuç olarak derim: Yeise, depresyona düşmemek için sadece davranışlarımızı değil, düşüncelerimizi de sünnete uydurmamız lazım. İşte o zaman hayatın güzel yönlerini görüp lezzetli bir ömür geçirebiliriz.
Yani, “huz ma safa, da’ ma keder”. (Keyif vereni al, keder vereni bırak)
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
4 Nisan 2006       Mesaj #108
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Birbirimizi görmeden, tanımadan ve sadece "hissederek" yürüttüğümüz dostluk ilişkisi yaşamımızdaki diğer ilişkilerden çok farklı gelişiyor..
Gerçek yaşamda önce fizikleriyle, giyim kuşamlarıyla, sonra da fikirleriyle ve yaşam görüşleriyle, zihinleriyle tanışırız insanların..
sanal ortamda, önce fikirler ve görüşler ön plandadır, birbirimizi zihinlerimizle tanırız, severiz ( ya da sevmeyiz Msn Happy )
ve bazen de tanımak isteriz, görüşür tanışırız.... Değer verir, dost oluruz..



"Dostunuz size aklından geçenleri açıklarken ne 'hayır'ı ne de 'evet'i ona söylemekten korkmayınız. Ve o sustuğunda yüreğiniz onu dinlemeyi sürdürsün; eğer dostun senin içindeki denizin alçalacağını bilmek zorundaysa, bırak yükseleceğini de bilsin..
Yalnızca zaman öldürmek için aranılan dost nedir ki?
O, sizin ihtiyacınızı karşılamak içindir, yoksa anlamsız boşluğunuzu değil.. Ve dostluğunuzun uyumunda, bırakın kahkahalar yükselsin ve zevkler paylaşılsın..."



Bazen bu büyü bozulmasın diye, dürüst olamadığımız için, bu tanışmayı istemeyiz. Karşımızdakinin dürüstlüğü veya bizimki. Bir şekilde kafamızda hep dürüstlüğü sorgularız, güvenmek isteriz yazılana, dostlarımıza....

Hiç kimse yalanı sürekli sürdürecek kadar zeki değildir... Ve hiç kimse de bu yalanlara sonsuza kadar inanacak kadar saf değil... Dürüstlük, özgürlük demektir ve özgürlük kısıtlanmamalıdır asla...

İnsan; karşısındakini bir süre aldatabilir belki... Hatta uzun bir süre de bunu devam ettirebilir... Ama kendini kandıramaz, bunu hep sürdüremez. Sürdürürse, kişilik sorunları başlayacaktır, yarattığı kahramanı yaşatmaya çalışırken, kendisini yaralamış, hatta öldürmüş olabilir...
Ne kaybederiz oysa ne olur boyumuz kısa veya uzun ise, zayıf veya şişman isek... Sağlığımız yerinde veya değil ise...
Eksiklerimiz varsa... Paramız olsa veya olmasa... Veya o filmi görmemişsek, o şiiri duymamışsak.... Ya da o ülkeye gitmemişsek...

Sesimiz güzel değilse... O konuya yabancı isek.... Söylediğimiz yaşta değilsek... Manken-fotomodel bir kadın veya atletik vücuda
sahip bir erkek değilsek.. Ya da yaşamımızda olmadığını söylediğimiz birileri varsa... Ne fark eder dostluk adına..
Yalanların esiri olarak yaşamak ve bir gün her şeyden kaçmaktansa, dürüst olmayı denesek dostlarımıza ve kendimize...
Yarattığımız dünyanın bir gün başımıza çökmesindense...
Daha kötüsü, bir başkasının dünyasını yıkmaktansa....


"Tıpkı okyanusun sahilinde durmadan kumdan kaleler yapan ve sonra da bir vuruşta gülerek yıkıveren çocuklar gibi. Oysa sizler kumdan kaleler yaptıkça okyanus sahile daha çok kum yığmaktadır ve yaptığınız kaleleri yıktıkça okyanus sizlere gülmektedir.."



Kendine mükemmel bir kişilik yaratmak çok kolay...
Zor olan, olduğunu dürüstçe olabilmek... En acı gerçeğin bile en güzel yalandan üstün olduğunu hatırla...
Dürüstlük temelinde oturan dostlukların daha değerli ve uzun ömürlü olacağını ta içinde biliyorsun...
Unutma, uzun vadede dürüstlük her zaman galip gelecektir...
Kendini zor olsa da, acı olsa da, kabullen... Çünkü sen biriciksin, çok değerlisin. Sonradan acısını çekeceğin hayalleri yaratma..



"Acınız, idrakinizi kaplayan kabuğun kırılmasıdır.
Nasıl ki, bir meyvenin yüreğinin güneşi görebilmesi için kabuğunun çatlaması gerekir, acı da sizin için öyledir.
Kalbinizi güncel yaşantınızın mucizelerine hayran tutabilseydiniz, acınız mutluluğunuzdan daha az görkemli olmazdı.

Tıpkı; tarlalarınızdan geçip giden mevsimler gibi, yüreğinizin mevsimlerini de kabul edebilseydiniz, Pişmanlık ve üzüntülerinizin
Kış'ında çevrenize huzur içinde bakabilirdiniz... Acılarınızın çoğu kendinizce seçilmiştir. İçinizdeki hekimin hastalıklı benliğinizi
tedavi amacıyla verdiği tatsız ilaçtır...

Bu nedenle, içinizdeki hekime güvenin ve uzattığı devayı sükûnetle ve yatışarak için.."



Karşındakine güvenmek istiyorsan, dürüstlük arıyorsan, önce kendini güvenilir kılmalısın


cooltext89926441ly
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #109
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
NİLÜFER PERİSİ

Sabahın erken saatlerinde, henüz daha güneş bile doğmadan önce, çiğ damlaları nilüfer çiçeklerinin üzerinde nazlı nazlı salınmaya başlamışlardı. Çiğ damlaları oluştukça, nilüferler daha da parlaklaşıyorlardı. Nilüfer tomurcukları yavaş yavaş açılıp doğan günü karşılamaya hazırlanıyorlardı. Tomurcuklardan biri daha yavaş açılıyordu. Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu. Tomurcuğun her yaprağı açıldıkça, etrafa ışıklar saçılıyordu. Rengarenk ışıklar, sanki bir bebeğin gülüşüyle geliyordu. Güneş doğarken, parlak gri olan gölün suları, beyaz, pembe nilüfer çiçekleri onların yemyeşil yaprakları ile bir mucizeyi kucaklamaya hazırlanıyordu. Güneş yavaşçacık, mutluluk dağıtarak, nilüfer perisi ile birlikte doğdu.


Nilüfer perisi, minicik , güneşin ilk ışıltıları kadar mutlu, bir bebek kadar masum, kar tanesi kadar kırılgan, bir periydi. Nilüfer perisi çok şanslıydı çünkü o pırıl pırıl bir gölde dünyaya gelmişti.



Nilüfer perisi çok mutluydu. Onun için yepyeni bir serüven başlamıştı. Daha gözlerini açıp etrafı seyrederken, bu seferki hayatında çok şanslı olduğunu düşündü. Burası etrafı çam ormanlarıyla kaplı bir göldü.


Ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti. Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik. Etrafına baktı. Önce kurbağalar çıktı müzisyenlerden; sonra zilleriyle çekirgeler, kemanlarıyla ağustos böcekleri… balıklar dans ederek müziğe eşlik ediyorlardı. Orkestra çok genişti.Tüm göl bu müziğe eşlik ediyordu. Nilüfer perisi buna inanamadı. Daha önceki hayatlarında nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı.


Gülümseyerek müziğin tadını çıkardı. Sonra müzisyenleri incelemeye başladı. Yüzleri nasıl da mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu. Tek tek hepsini inceliyordu, ki unutmasın, bu görüntü bundan sonra da yaşayacağı hayatlarda ona mutluluk versin. Ağustos böceğine gelince orada kalıverdi. İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti, sanki o anda tüm dünya durmuş sadece müzik ve ormanın büyülü kokusu kalmıştı. Ama bu arada, onlar farketmeseler de, önce müziğin ve dansın ritmi bozuldu, sonra da sustu.


En son aşıklar anladılar müziğin durduğunu. Herkes onlara bakıyordu. Nilüfer perisi kendini tutamadı, bir kahkaha attı. Müzik ve dans yeniden başladı. Müziğin sonunda çok acıkmışlardı. Sofralar kuruldu. Ağustos böceği ve nilüfer perisi beraber oturdular. Konuşmaya başladılar. Aslında, ne söylediklerini kendileri bile bilmiyorlardı, konuşan daha çok gözleriydi.


Yemekten sonra bütün göl hayvanları dinlenmeye gitti. Sadece ağustos böceği ve nilüfer perisi kaldı. Göl birden sakinleşmiş, durgun bir hal almıştı. Hafif bir meltem esiyordu. Bir süre bu sessizliği dinleyip beraber olmanın mutluluğunu yaşadılar. Sessizliği ağustos böceği bozdu.


“Nilüfer perisi kanatların yeterince olgunlaştı. Artık uçabilirsin. Ormanı tanımak ister misin?” dedi.



Nilüfer perisi bu teklifi sevinçle kabul etti. Uçarak ormana ulaştılar. Orman nasıl da hoş kokuyordu. Rengarenk çiçekler kaplamıştı tüm ormanı. Ağaçlar çok büyüktü. Gördükleri bütün hayvanlar gülümsüyordu. Küçücük bir yavru sincap, nilüfer perisini görünce çok mutlu oldu. Ellerini sevinçle çırpmaya başladı. Bir yandan da annesini çekiştiriyordu.


“Anne bak bak o kim?” diye sordu.


Nilüfer perisi yavaşça minik sincabın yanına geldi. “Merhaba ben nilüfer perisiyim” dedi. Yavru sincap gözlerini kocaman kocaman açmış hiç sesini çıkarmadan nilüfer perisine bakıyordu. Anne sincap nilüfer perisini ve ağustos böceğini selamladı. Onlara en güzel yemeklerini ikram etti. Sonra “gelin” dedi, “ben gezdireyim ormanımızı; önce baykuş ailesiyle tanıştıracağım sizi.”



Gerçekten de anne sincap, başta baykuş ailesi olmak üzere, bütün orman sakinleri ile tanıştırdı nilüfer perisini. Bu oldukça yorucu olmuştu. En son kaplumbağa ailesiyle tanıştılar. Kaplumbağalar da onlara serin şerbetler ikram ettiler. Nilüfer perisi bu geziden hoşnuttu ama sanki herkes birşeyler saklıyordu. Bu rahatsızlık verici durumdu ki, nilüfer perisini en çok üzen ağustos böceği bile bu sırra dahildi. Herkes çok mutlu görünmesine rağmen gözlerde saklanamayan bir hüzün vardı.


Orman halkının bilmediği bir şey vardı, nilüfer perileri istedikleri zaman düşünceleri okuyabiliyorlar ve hayalleri görebiliyorlardı. Nilüfer perisi teker teker düşünceleri okumaya başladı. Gizledikleri şey bir bataklıktı. Ama bataklıkta neyi gizlediklerini anlayamıyordu çünkü bu ormanda bataklık olması gizlenecek bir şey değildi. Hatta orayı uçarken bile görmüşlerdi. Kaplumbağa ailesine sordu; “Ben henüz bataklığı görmedim, orayı bana göstermeyecek misiniz?”



Herkes şaşkınlıka birbirine baktı. İlk konuşan ağustos böceği oldu. “Evet, nilüfer perisine hâlâ bataklığı göstermedik, haydi bataklığa gidelim” dedi. Herkes biraz ürpererek baktı birbirine, isteksizce “tamam” dediler.


Bataklık hiç de uzak değildi. Nilüfer perisi için birazcık ilerdeydi. Ama orman halkı birbirlerine yardım ederek bile olsa çok yavaş ilerliyorlardı. Sonunda ulaştılar bataklığa, bataklıkta onları üstü başı kir içinde bataklık cini karşıladı. Bu durumdan cin çok mutlu olmuştu, ama orman halkı hiç mutlu gibi görünmüyordu. O şirin hayvanların yerini, asık suratlı bir topluluk almıştı. Hepsi aksi ve küçümser bakışlarla bakıyorlardı bataklık cinine.


Ama bataklık cini, onları gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki, nilüfer perisini bile gözleri görmüyordu. Durmaksızın çığlıklar atıyor bir oraya bir buraya zıplıyordu. O zıpladıkça etrafa çamurlar sıçrıyor, çamurlar sıçradıkça bataklık cini daha da çok kahkaha atıyordu. Nilüfer perisi bataklık cinini çok sevmişti. O da hemen onunla beraber çamurlarda zıplayıp hoplamaya başladı. İkisi beraber çok eğleniyorlardı. Orman sakinleri, gözlerini kocaman kocaman açmış nilüfer perisine bakıyorlardı. Fısıltılar başladı hemen, kimi nilüfer perisinin asla temizlenemeyeceğini, artık hep böyle pis kalacağını, kimi de onun ruhunu şeytanın çaldığını söylüyordu.


Nilüfer perisi bunların hepsini anladı. Demek onun için bataklığa gelmiyorlardı. Üstelik bataklık cininden de korkuyorlardı. Bataklık ciniyle kimse görmeden konuştu. Sonra da çok yorulduğunu ve çok acıktığını söyledi. “Hadi yemek yiyelim” dedi orman halkına. Kimseden ses çıkmadı. Ağustos böceği “hadi bakalım” dedi. “Geri dönüyoruz. Yemek yiyeceğiz.”



Baykuş arka çıktı hemen , “Önden kuşlar gitsin, hazırlıklara başlasınlar.” Önce isteksiz olanlar bile hazırlıklar başlayınca neşelendiler. Onlar sofrayı hazırlaya dursun, nilüfer perisi ve bataklık cini de göle gitmiş yıkanıyorlardı. Nilüfer perisi, iyice temizlenmesi için bataklık cinine yardım etti. Üstünden o çamurlar gidince, ortaya çok şirin bir cin çıktı. Temizlendikten sonra, şölene katılmak için, birlikte yola çıktılar. Oraya vardıklarında, baykuş dışında kimse bataklık cinini tanımamıştı. Baykuş hemen onların yanına yaklaştı ve onları onur konuğu masasına oturttu. Sonra da misafirlere bataklık cinini tanıttı. Bataklık cininin onur konuğu masasına oturmasıyla beraber şölen başladı.


Şölen başlamıştı ama misafirler hâlâ büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Kimse bataklık cininden gözlerini alamıyordu. Bugüne kadar korktukları bu minicik, şirin yaratık mıydı? Bataklık cini büyüklere göre hâlâ çirkindi, ama çocuklara göre çok şirindi. Çocuklar hemen onun yanına geçtiler. Bütün yemek boyunca gülmeleri hiç kesilmedi. Bataklık cini gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu ve onun bulunduğu ortam mutlaka neşeli olurdu. Yemeğin sonunda herkes neşe içinde masadan ayrıldı.


Artık bataklık cininden korkmuyorlardı. Hatta onu sevmeye bile başlamışlardı. Artık bataklık korkulması gereken bir yer olmaktan çıkmıştı. Şölenin sonunda bataklık cini hem nilüfer perisine, hem baykuşa, hem de ağustos böceğine teşekkür etti. Mutlulukla bataklığına döndü.


Nilüfer perisi ve ağustos böceği göle doğru yola çıktılar. Ama ikisi de biraz yalnız kalmak istiyorlardı. Bir süre birlikte kaldılar. Nilüfer perisi gitmeden önce onlara bir armağan vermek istiyordu. Ağustos böceğinin aklından geçenleri okudu. O nilüfer perisinin hiç gitmemesini, hep beraber olmalarını istiyordu. Bu imkansızdı, nilüfer perileri sadece bir gün yaşardı.



Artık akşam oluyordu. Gitme vaktine az kalmıştı. Birden aklına geldi. Bu gölde hiç göl insanı görmemişti. Halbuki neredeyse tüm göllerde göl insanları olur; hem güzel sesleri, hem sorunlara hemen çözüm bulmalarıyla tüm göl halkının sevgisini kazanırlardı. Onlara göl insanlarını armağan etmeliydi. Nilüfer perisinin bir an önce göl perisini bulması gerekiyordu. Sadece göl perisi göl insanlarını çağırabilirdi. Ağustos böceğine çok acil göl perisini bulması gerektiğini söyledi ve hızla oradan ayrıldı.


Nilüfer perisinin, göl perisini bulması zor olmadı. Ona isteğini anlattı. Göl perisi de büyük bir zevkle kabul etti ve göl insanları ile bağlantıya geçti. Sonra nilüfer perisine dönüp o gitmeden önce gölde olacaklarını söyledi. Nilüfer perisi teşekkür ederek oradan ayrıldı.


Nilüfer perisi göle döndüğünde artık güneş batmak üzereydi, göl güneşin son ışıklarıyla rengarenk olmuştu. Muhteşem bir görüntüydü . Göl orkestrası bu sefer hüzünlü bir melodi çalıyordu. Çünkü nilüfer perisi birazdan geldiği nilüfere dönüp, uykuya dalacaktı. Tekrar uyandığında artık orada olmayacaktı.


Nilüfer perisinin iyice uykusu gelmişti. Göl sakinleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. O sırada göl insanları güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek geldiler. Birden hüzün kayboldu. Ortalık yeniden canlandı. Nilüfer perisi bile el çırpıyor, dans ediyor, bu neşeli müziğe eşlik ediyordu.
Müziğin sonunda nilüfer perisi yavaşça doğduğu nilüfere döndü. Bütün göl halkını, orman halkını, göl insanlarını selamladı. Dilerim yine görüşebiliriz dedi ve nilüferin içinde kıvrılıp, nilüferin onu yumuşakça örtmesini istedi.

Bütün canlılar nilüfer perisinin aralarından ayrılmasından dolayı çok üzgündü. Ama o, onlara göl insanlarını hediye etmişti. Onlara mutluluk vermişti, içtenlikle ona teşekkür ettiler. Nilüfer perisinin de istediği gibi şarkı ve dansa devam ettiler.


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Nisan 2006       Mesaj #110
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni seviyorum diye
Gelişine kadar rötar yapmış hayatımı
Seninle yaşamaya hazırlanırken
Sana uzanan yollarımı kapaman niye?
Biliyorum haykırışlarım boşuna
Şahin pençesinde asılı serçe gibi
Nafile tüm çırpınışlarım
Boşuna sesleniyorum duymayacağını bile, bile
Seni beklemem nafile Gözlerinde zifir siyah bir perde
Alkış tutuyorsun alabildiğine
Şamdandaki mum gibi eriyip bitişime
Sen kulaklarını değil
Yüreğini tıkamışsın sana seslenişime Oysa ben
Tüm yokluğuna inat varlığını yaşatırken içimde
Gül pembesi çizgilerle resmini işliyorum
Karanfil moru gecelere
Şiirleri seninle yüklüyorum kanatırcasına
Dizeleri ağlatıyorum.
Seni işliyorum hecelere Tüm yaşayamadıklarıma inat
Seni yaşamak istememdi ütopyalarım
Tek sana adanmışlığımdı ölümüne
Tek senin doldurduğundu rüyalarım
Şimdi
Bir tutam gücüm kaldı en sona sakladığım
Bilmiyorum
Ansızın çıkıp gelecekmisin aniden
Bir avuç toprak olmadan sonunda
Sen diye kucakladığım. Bir gün
Anlayabilme ihtimalin var ya sevdiğimi
Düşüp gelme umudun var ya yüreğinin peşine
Yüreğin bende emanet biliyorsun
Ve ben
Yüreğin yüreğimde
Yüreğin ellerimde
Çok yakında
Çekip gideceğim yok oluşun koynuna
Beni düşürdün ya bu hale
Günahı boynuna.

Benzer Konular

27 Kasım 2010 / Ziyaretçi Cevaplanmış
7 Mart 2012 / Misafir Soru-Cevap
20 Temmuz 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri