Arama

Sonsuz Aşk - Sayfa 183

Güncelleme: 26 Ekim 2014 Gösterim: 555.266 Cevap: 2.787
Mikropçuk_11 - avatarı
Mikropçuk_11
Ziyaretçi
16 Ağustos 2007       Mesaj #1821
Mikropçuk_11 - avatarı
Ziyaretçi
yanlzcaaaok5

Sponsorlu Bağlantılar
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
16 Ağustos 2007       Mesaj #1822
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Korka korka değil usul usul değil
Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim
Sponsorlu Bağlantılar
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Bir senin ellerinden bir senin gözlerinden
Dişlerinden dudaklarından
Nergisler ocak ayında açtı
Kendimden bahsetmeyeceğim
Yediveren güllerden duvarlardan sarkan güllerden
Çocuklardan sabah erken okula giderlerken
Atlardan bahsedeceğim
Kan ter içinde atlardan
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Ne kadar küsülü çocuk varsa barıştırdım oynuyorlar
Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum penceremin dibinde açacak

Ekinleri dolu vurmadı çekirge gelmedi kurak olmadı
Yorgunum demiyeceğim bir evimiz olsa demiyeceğim
Yüreğim daralıyor demiyeceğim

Bir baksan gözlerime başını çevirmeyeceksin
Yürüyüp gitmeyeceksin elini çekmeyeceksin
Bir baksan gözlerime
Dağda yakılmış ateşler göreceksin
Aç kapıyı kim geldi bak
Bak nasıl havalandı güvercin
Açmam diyemezsin artık
Aç.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
16 Ağustos 2007       Mesaj #1823
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
akbdq3


BANA AŞK BORÇLUSUN...


Adam genç kadına seslendi
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp,borcunu sildi. Ve
mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu. Bir
demet mor sümbül vardı kadının elinde. İkisi de bahar kokuyordu... Biri
ilkbahar,digeri güz.

Adam, seslendi yine
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca. Adam, şefkatle
saçlarını taramaya başladı kadının.Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret
hiç yaranmamış baharlara benziyordu. Çaresizliğini ördü sırasıra.Sonra
saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam. Yetmedi, gizli
düğüm attı.. Ağladı. Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu
delice.

Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu. Genç kadının gözlerinin içine
bakti
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın. Şaşırmadı
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın. Elleri öyle sıcaktı ki,
eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.Genç kadın gitmek üzereydi.Adam
son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet.. Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsunuz?

Adam, biraz daha
yaklastı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini. Adam da yumdu gözlerini, masumca bir
öpücük kondurdu kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaşlarını kadın...

Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi.Kekeledi
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle... Adam,
şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü! Kalan borçlarına karşılık.

Yürek dolusu çaresizlik ve bir
de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.

Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı
- Merak etme günaşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın, gözden kaybolurken haykırdı adam
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!


49574164510qeqq7bc7


Gülüşün… Hiç kimsede olmadığı kadar içten, hiç kimsede olmadığı kadar yumuşak. Gülüşün, gözlerine yansıyan ışık.Sen gülüyorsun, ben bir diyardan diğerine sürüklenen serüvenci oluyorum. Gülüşün çocuk, haylaz, yaramaz,umursamaz… Ve bir o kadar da uslu, söz dinleyen, huzur veren… Gülüşün, damarlarıma işliyor, bağımlılık yaratıyor. Bir tutku, vazgeçmesi mümkün olmayan. Bir hayat senfonisi, her notasında aşkı saklayan. Sevmeyi bilen gülüşün, sevdikçe sevdiren gülüşün… Özlemin en koyusu senin gülüşüne konaklamış. O gülüşü görmeden yaşamak öyle zor ki… sınırsız okyanusların, en mavi denizlerin beyaz yelkenlisi… Umudun ta kendisi… Menzili olmayan bir uçuş, sonsuzlukta kayboluş…
Güven veren gülüşün, cesaret veren… Hayatın bütün kaypaklığına, ikiyüzlülüğüne ve acımasızlılığına direnme gücü veren. Yaşama sevincini her gördüğümde yeniden yüreğime yerleştiren gülüşün…
Sen güldükçe gülüyor çevremde kim varsa, ne varsa. Sen güldükçe ışıl ışıl yanıyor yıldızlar. Şimdi sadece senin gülüşünle anıyorum onları. Gülüşün, ayazı ısıtan bahar, sarı sıcağı serinleten rüzgar…
Alabileceğim en değerli armağan gülüşün, içinde her sevinci barındıran bir hazine. En beklenmeyen sürpriz, hep beklenen mutluluk…
Gülüşün, kötüye karşı en soylu başkaldırış. İyinin en kadim dostu. Mücadele eden, yenilmeyen ve aşkın zaferini ilan eden…
Sevdiklerine alçakgönüllü, zarar vereceklere kalkan. Soran, sorgulayan ama asla yargılamayan gülüşün…
Bedenimi saran ateş, içimdeki ürperiş, ellerimdeki titreyiş gülüşün. Tükenmeyecek heyecan, sonu gelmeyecek öykü, anlatılmaz bir duygu seli…
Seni anlatan en iyi tarif gülüşün, içinde ne varsa dışına yansıtan. Saklamayı bilen ama gizemden hoşlanmayan. Baktıkça, ‘iyi ki yaşıyorum’ dedirten… Varoluşuma anlam katan gülüşün…
Baktıkça Allah’a şükrettiren ve ‘hayatımdan hiç çıkmasın’ diye dua ettiren gülüşün. Damla damla yağan yağmur yanımdan hiç ayırmayacağım uğur…
Gecenin dinginliği gündüzün hareketi. Renklerin en güzeli, çiçeklerin en tazesi…
Ve bu sevdanın sebebi…
GÜLÜŞÜN...
Son düzenleyen Blue Blood; 16 Ağustos 2007 19:24 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ağustos 2007       Mesaj #1824
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölmeyen Sevgi


Genç adam ellerinde bir buket çiçek, sahile koşarak geldi... Gözleri şöyle bir sahilde gezindi, aradığını göremeyince ilk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı. Ellerinde her zamanki çiçeklerden vardı. Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı. Kırmızı , kıpkırmızı, kan kırmızısı güller...
Sanki dalından yeni koparılmış gibi tazeydiler, buram buram kokuyorlardı, sevgi kokuyor, aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...
Hepsinin üzerinde damlalar vardı. Sanki ağlıyor gibiydiler. Genç adam güllere baktı, sanki onlarla konuşuyormuş gibi, "Neden ağlıyorsunuz, bakın ben ne kadar mutluyum" dedi.
Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi yine deli gibi atmaya başlamıştı. Ne zaman onu düşünse, onunla buluşacağını hayal etse kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu. Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen ikiside sevgisinden hiç bir şey kaybetmemişti..
Onları hiç bir şey ayıramazdı...
Ne hasret, ne ayrılık, ne de ölüm...
Genç adam telaşla saatine baktı. Sevdiği yine geç kalmıştı, 1 dakika gece kalmıştı. Üstelik o, sevdiğini bekletmemek için dakikalarca önce koşarak geliyor, onu beklemeyi bile seviyordu. Ama sevdiği her zaman bunu yapıyordu. Devamlı kendisini bekletiyordu. Herkesin bir kusuru olurmuş diye düşündü...
Ve gözlerini önündeki uçsuz bucaksız denizlere dikti.. Denizin sonu yok gibiydi, tıpkı sevdiği kıza karşı olan aşkı gibi denizinde sonu yoktu. Sonsuzluğa uzanıyordu. Aslında bugün onlar için çok özel bir gündü. Kendi aralarında söyleneceklerdi. Delikanlı önce bunu sevdiğine açmış, sonrada gidip iki yüzük almıştı. Bu kadar önemli bir günde bari onu bekletmemeliydi.. Ama alışmıştı artık beklemeye, zararı yok biraz daha beklerim diye düşündü. Güllerin yaprakları nedense hala yaşlı idi. Bir türlü anlamıyordu onları. Her şey bu kadar güzelken neden ağlıyorlardı ki?
İşte az sonra sevdiği gelecek, ona sarılacak, kucaklaşacaklardı...
Sonra söz yüzüklerini takıp, evliliğe ilk adımlarını atacaklardı.
Genç adam öyle heyecanlıydı ki sevdiğine kavuşmak için can atıyordu...
Martılara baktı, birbirleriyle oynaşıp, uçuşan martılara... Ne kadar güzel dansediyorlardı havada.
Tekrar saatine baktı genç adam. Endişelenmeye başlamıştı. Sevgilisi yine geç kalmıştı, hem de çok... Bu kadar geç kalmaması gerekiyordu. İşte her gün burada buluşmak için sözleşmiyorlar mıydı? Her gün sahilde, martılara bakarak, denizin onlara anlattığı masalları dinleyerek birbirlerine sarılıp hasret gidereceklerine söz vermiyorlar mıydı? O zaman neden gelmemişti yine??...
Aklına kötü düşünceler gelmeye başladı. Hayır.. hayır.. olamazdı.
Sevdiğine bir şey olamazdı.
Onsuz hayat yaşanmazdı ki...
O ölse bile devamlı benimle yaşar diye düşündü genç adam. Bunun düşüncesi bile hoş değildi. Gözlerini yere indirdi. Gözyaşlarını kimsenin görmesini istemiyordu.
Zaten nedense etrafındaki insanlar ona sanki kaçık gibi bakıyorlardı. Rahatsız olmaya başladı bakışlardan.
Artık bıkmıştı... Yine sevgilisi geldi aklına.. Neden gelmedi acaba diye düşünmeye başladı. Gözlerini kapattı.
7 sene oldu dedi. 7 senedir her gün bu sahildeydi, sevdiğini bekliyordu. Daha fazla dayanamadı. Kalbi parçalanacak gibi oluyordu. Gözlerinden 1 damla daha yaş güllerin üzerine damladı...
Yine gelmeyecek galiba, en iyisi ben onun evine gideyim diye mırıldandı...
Hiç olmazsa gülleri her zamanki gibi yanına koyar, ona vermiş olurdu...
Genç adam ayağa kalktı. Sevdiğiyle buluşmak üzere, yeşil tepenin ardındaki kabristana doğru yürümeye başladı..




Anonim
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
18 Ağustos 2007       Mesaj #1825
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Varlığımda yokum, yoklukda varım
Güllerde kokuyum, bülbülde zarım
Elest-ü bezminde vardır ıkrarım
Sözle mi söyleyim, hal mi söyleyim

Dolap gibi her girdabı dolandım
Mecnunun çölünde leyla arandım
Ne İsa'ya ne Musa'ya yarandım
Çarmıhdan mı deyim, turdan mı deyim

Alem benim ben alemim diyemem
Dillerim kilitli yarim övemem
Sonsuz bir yoldayım geri dönemem
Sonu mu söyleyim, baştan mı deyim

Ne vermişse geri verdim yarime
Gel istersen senle gidek pirime.
Narın ateşiyle gel de erime,
Pervane mi deyim ateş mi deyim.

Yaşarken ölüyüm, ölünce diri,
Muhabbet bağının oldum esiri.
Balçık tezgahının silik teksiri,
İNCE'den mi deyim telden mi deyim.
Sabit İnce
Tiglon - avatarı
Tiglon
Ziyaretçi
18 Ağustos 2007       Mesaj #1826
Tiglon - avatarı
Ziyaretçi
Sevgiye Giden Yol
İki yaprak düştü Umut ağacından.
Süzüldü Sevginin ellerine.
Yapraklardan biri öldü diğeri yaşıyordu.
Ölen yaprağın ismi Hasret.
Yaşayan yaprağın ismi Sabırdı.
Sabır.
Çünkü Sevgi sabır isterdi.
Mustafa Durukan
kerberosss - avatarı
kerberosss
Ziyaretçi
18 Ağustos 2007       Mesaj #1827
kerberosss - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
KRaLiçE adlı kullanıcıdan alıntı

akbdq3


BANA AŞK BORÇLUSUN...


Adam genç kadına seslendi
- Bana gözyaşı borcun var!

Genç kadın sordu
- Nasıl öderim?

Adam gözlerini kırptı
- Haydi gülümse!

Gülümsedi genç kadın. Adam, cebinden mendilini çıkarıp,borcunu sildi. Ve
mendilini özenle katlayıp, yine kalbinin üzerindeki iç cebine koydu. Bir
demet mor sümbül vardı kadının elinde. İkisi de bahar kokuyordu... Biri
ilkbahar,digeri güz.

Adam, seslendi yine
- Bana mutluluk borcun var!

Genç kadın, biraz mahcup, biraz şaşkın sordu
-Nasıl ödeyebilirim?

Heyecanlandı adam
- Haydi yat dizlerime!

Genç kadın bir kedi uysallığında, yattı dizlerine usulca. Adam, şefkatle
saçlarını taramaya başladı kadının.Saçları, güneşe ve yağmurlara hasret
hiç yaranmamış baharlara benziyordu. Çaresizliğini ördü sırasıra.Sonra
saçının her teline, mutluluğun çığlıklarını bağladı adam. Yetmedi, gizli
düğüm attı.. Ağladı. Hava kararmak üzereydi. Dışarıda yağmur yağıyordu
delice.

Adam, sürekli borç defterlerini kurcalıyordu. Genç kadının gözlerinin içine
bakti
- Bana yürek borcun var!

Borcunun farkındaydı sanki genç kadın. Şaşırmadı
- Bu borcumu nasıl ödeyebilirim?

Adam kollarını uzattı
- Haydi tut ellerimi!

Sümbül kokusu sinmiş ellerini uzattı genç kadın. Elleri öyle sıcaktı ki,
eriyiverdi bütün borcu avuçlarının içinde.Genç kadın gitmek üzereydi.Adam
son kez seslendi;
- Bana can borcun var!

Kadın irkildi;
- Can mı?

Sigarasından derin bir nefes çekti adam;
- Evet.. Can borcun var. Sensizlik öldürüyor beni!

Hoşuna gitti sözler kadının
- Peki bu borcumu nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsunuz?

Adam, biraz daha
yaklastı;
- Yum gözlerini!

Hiç tereddüt etmeden yumdu gözlerini. Adam da yumdu gözlerini, masumca bir
öpücük kondurdu kadının titreyen dudaklarına.

- Bu ne şimdi yaptığın? diyerek çattı kaşlarını kadın...

Adam, pişmanlıkla, memnunluk arasında gidip geldi.Kekeledi
- Hayat öpücüğüydü!

Kısa bir sessizliğin ardından bu kez kadın öptü adamı şehvetle... Adam,
şaşırdı;
- Ya senin bu yaptığın neydi?

Genç kadın kapıya yöneldi;
- Veda öpücüğü! Kalan borçlarına karşılık.

Yürek dolusu çaresizlik ve bir
de mor sümbüllerini masanın üzerine rehin bırakıp gitti genç kadın.

Adam koştu peşinden sümbülleri geri verdi kadına
- Ne olur iyi bak umut çiçeklerime solmasınlar...

Genç kadın sümbülleri aldı
- Merak etme günaşırı sularım çiçeklerini!

Adam sevindi
- Güneşe, suya gerek yok. Gülümse yeter!

Kadın, gözden kaybolurken haykırdı adam
- Umutlarımı kefil yaptım. Unutma, bana aşk borçlusun!

49574164510qeqq7bc7


Gülüşün… Hiç kimsede olmadığı kadar içten, hiç kimsede olmadığı kadar yumuşak. Gülüşün, gözlerine yansıyan ışık.Sen gülüyorsun, ben bir diyardan diğerine sürüklenen serüvenci oluyorum. Gülüşün çocuk, haylaz, yaramaz,umursamaz… Ve bir o kadar da uslu, söz dinleyen, huzur veren… Gülüşün, damarlarıma işliyor, bağımlılık yaratıyor. Bir tutku, vazgeçmesi mümkün olmayan. Bir hayat senfonisi, her notasında aşkı saklayan. Sevmeyi bilen gülüşün, sevdikçe sevdiren gülüşün… Özlemin en koyusu senin gülüşüne konaklamış. O gülüşü görmeden yaşamak öyle zor ki… sınırsız okyanusların, en mavi denizlerin beyaz yelkenlisi… Umudun ta kendisi… Menzili olmayan bir uçuş, sonsuzlukta kayboluş…
Güven veren gülüşün, cesaret veren… Hayatın bütün kaypaklığına, ikiyüzlülüğüne ve acımasızlılığına direnme gücü veren. Yaşama sevincini her gördüğümde yeniden yüreğime yerleştiren gülüşün…
Sen güldükçe gülüyor çevremde kim varsa, ne varsa. Sen güldükçe ışıl ışıl yanıyor yıldızlar. Şimdi sadece senin gülüşünle anıyorum onları. Gülüşün, ayazı ısıtan bahar, sarı sıcağı serinleten rüzgar…
Alabileceğim en değerli armağan gülüşün, içinde her sevinci barındıran bir hazine. En beklenmeyen sürpriz, hep beklenen mutluluk…
Gülüşün, kötüye karşı en soylu başkaldırış. İyinin en kadim dostu. Mücadele eden, yenilmeyen ve aşkın zaferini ilan eden…
Sevdiklerine alçakgönüllü, zarar vereceklere kalkan. Soran, sorgulayan ama asla yargılamayan gülüşün…
Bedenimi saran ateş, içimdeki ürperiş, ellerimdeki titreyiş gülüşün. Tükenmeyecek heyecan, sonu gelmeyecek öykü, anlatılmaz bir duygu seli…
Seni anlatan en iyi tarif gülüşün, içinde ne varsa dışına yansıtan. Saklamayı bilen ama gizemden hoşlanmayan. Baktıkça, ‘iyi ki yaşıyorum’ dedirten… Varoluşuma anlam katan gülüşün…
Baktıkça Allah’a şükrettiren ve ‘hayatımdan hiç çıkmasın’ diye dua ettiren gülüşün. Damla damla yağan yağmur yanımdan hiç ayırmayacağım uğur…
Gecenin dinginliği gündüzün hareketi. Renklerin en güzeli, çiçeklerin en tazesi…
Ve bu sevdanın sebebi…
GÜLÜŞÜN...

güzel ama umut çok fazla

gülüşün sivas yangını
Ağlarsam kızma
Ölmek bile yakışıyor bazı adama
Son düzenleyen kerberosss; 18 Ağustos 2007 13:51 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
18 Ağustos 2007       Mesaj #1828
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hey gönül hey!
Sık dişini az kaldı… Yakındır yâr perçeminde gölgelenişimiz... Murâdın ayak sesiyle uğuldayan duvarlar, kavuşmak üzre Hak’ka yalvardığın demlerin yankısıyla şenlenir artık… Bahtın kara giymeye merak edişine karşı gözümüzü kararttık…

Duy gönül duy! Vakit kavuşmak vaktidir gayrı…
Hem… Olmaz böyle yârdan ayrı!

Şafak sökerken gözlerine dolan hayalin en tatlı yerinde, titreyip doğrulduğun yatağından, Besmeleyle kalkıp seccadenin üzerinde aşkın hakikatini gösterene şükür ettiğin demlerin hatırına…


Vuslat bir karıştan daha yakın bir vadeye layık görüldü. Ve sen deli gönlüm… Sen ve senin o yılgınlık tanımaz yelelerin… Cânânın bir çift kuğu kadar beyaz ve nazenin elleriyle örüldü… Zafere koşan atların toynak sesinden ilham alan saatler, sabır ikindilerinde yâr diyerek çırpınır hâlâ…
Tamam, gönül tamam… Sabır dergâhında yudumladığın uzleti bozmayayım… Pekâlâ!

Meçhul diyerek âlemi dolaştığım zamanlarda… Fani dünyanın fani kurallarınca meçhuldü yâr… Lâkin bildik ve tanıdıktı. Şundan ki; tâ Levh-i Mahfuz’da…

Ruhların imtihan dünyasına gitmek üzere sırasını beklediği o ilahi koridorda… Şu an sahip olduğumuz aklın izah etmeye yetmeyeceği bir zaman ve mekân kavramının kuşattığı o yerde… Nur süvarilerinin ayak izinden aheste adımlarla yürürken… Tam dokuz adım gerimde, bir gonca salındı. Fecrin ılık rüzgârından ilham aldığı belli buğulu nazarından içime süzülen sevda cevherinin, her zerremde bir ihtilâl misali fırtına koparışını nasıl tarif edeyim? O ân aşkın billur kelepçeleriyle bağlandık birbirimize… Dünyaya inmek üzere “Kün!” emriyle birlikte anne rahmine düşerken, gözüm arkada kaldı. Yâr ile ayrı kalmak pek incitti yüreciğimi… Fani elbiselerimin içerisinde gezdirdiğim âşık ruhumu, nihayetinde kavuşmayla taçlanacak bir arayışa sevk etmemin yegâne sebebi de bu idi. Nerede, ne zaman, nasıl ve hangi sıfatla onu bulacağımı bilmeden aradım. İşte bu sebeptendir ki a gönül! Hayalimde açmaya tereddüt eden goncanın ipek saçlarını “Aşkım!” diyerek taradım.


Yıllar yıllara ulanıp, ruhum hasretin amansız girdabında bulanırken… Her nefeste yâr, varlığıyla dilime dolanırken… Şiirlerin sırtına “Gel!” diyerek fermanlar ekledim. Bilmem kaç mevsim o canlar canının yolunu bekledim. Fuzuli Dedemin sır dolu beyitleriyle biledim aşka âşık ruhumu… Baki’nin yâr diyerek dudağı yarılmış divitinden sebat devşirdim. Nedim gibi şuh itirazlarım da oldu Yedi Tepe akşamlarına… Şeyh Galip töresince suda yürüdüm bir vakit… Aşk, özümde mayalanıp kıvamına ermeye başladıkça… Yaklaştığımı müjdelediler, her bahar yârdan haber getiren turnalar. Sabır oldu her nefesim, sabır kesildi her adımım, sabır akıttı su içtiğim çeşmeler ve avuçlarımı okşayarak dökülen sabırla doldu kurnalar…

Bir İstanbul ikindisine saklandığını sezdim sonra, ezelden beri beklediğim İlahi randevunun… Kalemimden alev püskürttüm Der-Saadet semalarına… Ola ki yâr görür de unutmadığımı ve yana yakıla onu aradığımı sezer diye… Üstelik mehtabı tellal ettim Boğaz’ın lacivert sularında salındığı geceler… Avaz avaz bağırttım mehtabı, “Kim demiş âşık gönül bezer” diye…
Yârin duyacak takati oluncaya kadar nidâmla kuşattım ak sayfaları… Sırrımı bilecek olana âşikâr etmek derdiyle dile düştüm. Dile düşmeden güle düşülmezdi. Bülbül tavrımı yeren bakışlara inat, en tiz perdeden haykırdım aşkımı…
Yâr "destur" vermedikten sonra aşk yükü bölüşülmezdi.
Evvelâ bölüştük ve daha sonra gülüştük… Vuslat omzumuza konmak üzere alçalır oldu manilerin tel örgülerle kuşattığı göklerden… Ve muradın bereketli dallarıyla müsemma ağacı, su dilenir oldu naz yapmaktan imtinâ etmeyen köklerden…
Şimdi baharı geldi ömrün… Söylesene a gönül… Ben nasıl edeyim de sus-pus oturup, sabır ile o mukaddes anı bekleyeyim.
Ben bülbülüm a gönül… Ben bülbülüm…

Ben şeyda çığlığımla “Güüüüüüüüllll!” diye inletmezsem gökkubbeyi, aşk ehli sır sahiplerinin indinde, itibarım kalır mı? Kalmaz!


O sebepten hey benim deli gönlüm… Biraz daha delir de, kavuşmak menzilinde, gemi azıya almış ruhumun saçaklarına tutunup kerevete çıkalım… Maniler dağ kesilse de önümüzde, korkma! Aşk ile vurduğumuz bir fiskede yıkalım…

Aşkı bilmeyene tuhaf gelir sözümüz… Gönül… Aşkı bilmeyen, bizim bu kelâmımızın cebinde sakladığı merâmı da çözemez! Unutma, ey yâr için yardan attığım deli gönlüm!

Yâr dediğimiz gökte hilâldir ve naz ederek salınır. Biz dahi yıldız olduk o yâre… Unutma! Gök, siyah kadife kaftanını giydiği vakit, hilâl, yıldızsız gezemez!


Bundan gayrı söze ne hâcet…
Yâr hilâlim olmuş ya, Hak emriyle helâlim de olacak işte…


Gözüm kapıda, kulağım kirişte…
Tiglon - avatarı
Tiglon
Ziyaretçi
18 Ağustos 2007       Mesaj #1829
Tiglon - avatarı
Ziyaretçi
Anlattıkça kış vuruyor satırlarıma

Anlattıkça üşüyor, anlattıkça ısınıyor yüreğim.
Bugün sardunyalarım da açmadı
Belki de küskün renklere
Ellerimde günah gibi yaşayamadıklarım
Sensiz soluyorum anlayacağın
Mavi mavi ölüyorum

Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!

Seni sevdim ben.

Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak.
Tiglon - avatarı
Tiglon
Ziyaretçi
19 Ağustos 2007       Mesaj #1830
Tiglon - avatarı
Ziyaretçi
Beni sensiz bıraktın bu gün…
Yoksun…
Yoksun sevdiğim.
Kanadı mı kırıldı haber kuşlarının?
Bilinmedik türküler söylüyorlardı
Kanatlarında mavisiyle gökyüzünün…
Yokluğunun acısıyla aralanmış yüreği göğün
Ağlıyordu
Ağlıyordum Sevdiğim…
Yollara vurdum kendimi
Durgun zamanlar arası seyr’ederken düşlerim.
Kırdım…
Duvarlarda yokluğunu yansıtan aynayı
Mevsimin son yağmuru olsun yağan gözlerimden
Son damlaları olsun istedim
Yureğimden süzülen…
Artık
Ağlamak istemiyorum.
İstemiyorum Sevdiğim.
Sensizliğin resmi gibi asılı duvarlarda zaman
İlerlemeden
Her saniye…
Her dakika…
Her saat, yokluğunu söyleyen…
Kapattım ellerimi zamanın dudaklarına
“Ayrılıktan söz etme sus! …sus “ dedim.
“Sus “ dedim zamana, Sevdiğim…
Sessiz bir çığlığa uzanırken gece
Kalın perdeler çektim gözlerime.
Aramıza aldık geceyi…yokluğunla,
Söyleştik…
Söyleştik, dilsizce….
Beni sensiz bıraktın bu gün…
Yoksun Sevdiğim…
Yoksun…
Sıkışıyorum duvarlar arasına
Dar geliyor sensiz bu dünya.
Neden…?
Neden anlamıyorsun ki hala?
Yokum…
Yokum işte! …
Senin olmadığın sevdalarda

Benzer Konular

6 Kasım 2015 / ThinkerBeLL X-Sözlük
11 Mart 2012 / Mira Edebiyat
 Sonsuz
14 Şubat 2013 / buz perisi Matematik