Arama

Sahipsiz Mektup'lar - Sayfa 18

Güncelleme: 2 Haziran 2012 Gösterim: 277.849 Cevap: 628
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #171
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kandırma kendini; okudukların sadece soğuk harfler. Baktığın şey kağıt değil, yazılarsa eski, güzel kalemlerden çıkmış satırlar değil. Hayat artık daha kolay; masanın üstünde biriken kağıt yığınları yok, kaleminin mürekkebi bitmiyor, gömlek cebinde ise lekeler oluşmuyor artık...
Dayanmaya çalışıyoruz, ama kolaylık her zamanki gibi ezip geçiyor. Düşünceleri, duyguları okumak için para ödemek zorunda değiliz aldığımız bir kitap ardından. Hatta bu satırları yazarken arka planda çalan "mp3" melodileri dinlerken ben de o melodilere emek harcayanları hiçe sayabiliyorum...
Sponsorlu Bağlantılar
Orta yaşı çoktan geçmiş biri olarak nostaljinin "kızıl" renginden kopmamaya çalışıyorsam, benden daha "büyükler" olarak aranızdan birkaç kişinin işi çok daha zor. Kitap kokusunu alamamanın burukluğu ve elinde "somut" bir şey tutmadan fikirlere ulaşmanın "garip"liği dolaşıyor etrafımızda...
Kitaplar da gidecek, biliyorsunuz değil mi? Yavaş yavaş ağırlıksız ve bedensiz düşünceleri okuyacağız. Okurken de yazanın el yazısından kişiliğini anlama lüksünü kaybettiğimizi fark edeceğiz.
Önümde "17 inch" bir "kağıt" ve ellerimin altında 106 tuşun 30 - 35 tanesinin dışındakilerini pek kullanmadığım bir kalem var. Arkamda duran "eski" ve "güzel" kitaplara sırtımı dönmüş yazıyorum. Her şey daha kolay ve çabasız…
Gözlerimi hafif sağa kıpırdattığım zaman kimlerin bu "sanal" dünyanın içinde gezindiğini görebiliyorum. Onlar bir sandalyede otursalar da artık orada değiller. Yumuşak hatlı nesnenin üzerindeki tuşlara dokunarak dünyanın başka bir ucundaki, nerede, nasıl durduğunu bile bilmedikleri ve hatta düşünmedikleri bir bilgisayarın "HardDisk" ini çalıştırıp oradaki "birler" ve "sıfırlar"dan nasiplerini alıyorlar...
1024 "çarpı" 768 pikselden oluşan dünyanın içerisinde varolmaya çabalarken, bunun bir eğlence ve zaman geçirme aracı olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyorum galiba. Düşününce "Matrix" fena fikir değilmiş gibi gelmiyor ara sıra...
Kaçıyoruz galiba "her şey" den buralarda. Somut olamayan insanlar ve somutlaşmak istemeyen düşünceler uçuşuyor etrafta. İletişim yanıp sönen "imleç" anlamına geliyor aslında ama ne çok duygular yüklüyoruz sınırlı harflere ve silikçe duran satır sahiplerine. Yaratmanın uzağında dolaşırken, diğer yandan da yarattığımızı sanıp "ASCII" güllerle ilan-ı aşk ediyoruz sanal güzelliklere...
feather


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #172
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kandırma kendini; okudukların sadece soğuk harfler. Baktığın şey kağıt değil, yazılarsa eski, güzel kalemlerden çıkmış satırlar değil. Hayat artık daha kolay; masanın üstünde biriken kağıt yığınları yok, kaleminin mürekkebi bitmiyor, gömlek cebinde ise lekeler oluşmuyor artık...
Dayanmaya çalışıyoruz, ama kolaylık her zamanki gibi ezip geçiyor. Düşünceleri, duyguları okumak için para ödemek zorunda değiliz aldığımız bir kitap ardından. Hatta bu satırları yazarken arka planda çalan "mp3" melodileri dinlerken ben de o melodilere emek harcayanları hiçe sayabiliyorum...
Sponsorlu Bağlantılar
Orta yaşı çoktan geçmiş biri olarak nostaljinin "kızıl" renginden kopmamaya çalışıyorsam, benden daha "büyükler" olarak aranızdan birkaç kişinin işi çok daha zor. Kitap kokusunu alamamanın burukluğu ve elinde "somut" bir şey tutmadan fikirlere ulaşmanın "garip"liği dolaşıyor etrafımızda...
Kitaplar da gidecek, biliyorsunuz değil mi? Yavaş yavaş ağırlıksız ve bedensiz düşünceleri okuyacağız. Okurken de yazanın el yazısından kişiliğini anlama lüksünü kaybettiğimizi fark edeceğiz.
Önümde "17 inch" bir "kağıt" ve ellerimin altında 106 tuşun 30 - 35 tanesinin dışındakilerini pek kullanmadığım bir kalem var. Arkamda duran "eski" ve "güzel" kitaplara sırtımı dönmüş yazıyorum. Her şey daha kolay ve çabasız…
Gözlerimi hafif sağa kıpırdattığım zaman kimlerin bu "sanal" dünyanın içinde gezindiğini görebiliyorum. Onlar bir sandalyede otursalar da artık orada değiller. Yumuşak hatlı nesnenin üzerindeki tuşlara dokunarak dünyanın başka bir ucundaki, nerede, nasıl durduğunu bile bilmedikleri ve hatta düşünmedikleri bir bilgisayarın "HardDisk" ini çalıştırıp oradaki "birler" ve "sıfırlar"dan nasiplerini alıyorlar...
1024 "çarpı" 768 pikselden oluşan dünyanın içerisinde varolmaya çabalarken, bunun bir eğlence ve zaman geçirme aracı olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyorum galiba. Düşününce "Matrix" fena fikir değilmiş gibi gelmiyor ara sıra...
Kaçıyoruz galiba "her şey" den buralarda. Somut olamayan insanlar ve somutlaşmak istemeyen düşünceler uçuşuyor etrafta. İletişim yanıp sönen "imleç" anlamına geliyor aslında ama ne çok duygular yüklüyoruz sınırlı harflere ve silikçe duran satır sahiplerine. Yaratmanın uzağında dolaşırken, diğer yandan da yarattığımızı sanıp "ASCII" güllerle ilan-ı aşk ediyoruz sanal güzelliklere...
feather


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #173
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ne kadar da dirilticidir söz! Ve ne kadar da öldürücü! Birbirimizi sözlerimizin ucunda inşa eder yahut yıkarız. Dilin ucundan damağın kıyısından öylesine yalpa alıp savrulan bir söz, kalbin odacıklarında yangınlar çıkarır, ruhun sığındığı coğrafyayı tarümar eder. Onarılmaz bir yıkımdır sözün çarptığı yerde yaşanan. Deva bulmaz bir yâredir dilin vurduğu demde açılan. Bir o kadar da sağaltıcıdır söz; adı konmamış bir iksir gibi, kolay kolay bulunmaz eşsiz bir deva gibi vurduğu yerde güller açtırır, vardığı yere baharlar indirir.
Söz denizinin kıyılarında dolaşıyoruz her birimiz. Onun medcezirlerinden yüreğimize enginlikler devşiriyoruz her daim. Bir düşünün, söz olmasaydı, ne kadar uzak kalırdık birbirimize. Öylesine ıssız kalırdı ki sözün değmediği yer; boş yere nabzımızı doldurmaya çalışırdı yüreğimiz. Öylesine soğuk olurdu ki sözün sıcağının dokunmadığı yer; buzlar adını kaybeder, üşümek kendine sığınacak yer bulamaz, paltosuz kalırdı.
Sessizce olup bitmiş olay. Öylesine sessizce olup bitmiş ki yıllar sonra fark edilmiş suskunluğu. Bunca yıl köşesine büzülüp kaldığı halde bağırıp çağırmaya, sesini yükseltmeye tenezzül etmiyormuş yine de. Öylesine vakurmuş işte.. Gazeteler, radyolar, televizyonlar seslendirmese yine sesi çıkmayacakmış. Haberlere göre, İngiltere’de, 3 Mart 1950 tarihinde postaya verilen bir mektup tam 56 yıl sonra adresine ulaşmış. Gwen isimli bir kadın George adlı bir erkeğe el yazısıyla şunları yazmış: “George, önümüzdeki hafta Monty’de buluşalım. Saat 2 senin için uygun mu? Sevgiler…” Mektup 90 kilometre ötedeki Cambridge kentinden postalanmış, ancak zarf üzerinde yazılı Trinity College adresine ancak geçtiğimiz günlerde, yani tam 56 yıl sonra ulaşmış…
Bir sevgi sözünün 56 yıldır boşlukta salınıp sahipsiz kalması, başını duvardan duvara vurarak dolaşması ne kadar acı değil mi? Kim bilir, ne söyleyeni kaldı ne de söyleneni. Yürekten yükselen bir sevgi sözünü görmeyen, duymayan, fark etmeyen ne kadar uzağa savurmaktadır yüreğini, ne derin ve dipsiz kuyulara atmaktadır kendini. Adresini şaşırmış mektuplar gibi sahipsiz ve muhatapsız mı bırakıyorsunuz sevgileri? Kıymetini bilin size söylenenlerin. Kıyılarında kimsenin olmadığı denizler gibi kendi kendine çırpınıp duruyor mu size yönelmiş sevgi sözleri? Kimsesiz mi bıraktınız sözleri? Kıyılarından çekildiniz mi aşkın?
Senai Demirci
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #174
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Hüzüne Sitem
Hüzün önüme çekilmiş bir duvardır kurtulmaya çalıştıkça çarptığım,boyumu aşar.Yanlızlık hüznümün yol arkadaşı.Beraber gelirler ama beraber gitmezler nedense.Birisi hep bende kalır.

Hayatımın bakiyesine bakıyorum da koca koca yaralar açmış gül gibi kondurmuş kalbimin üstüne GÜL diye.Gülmek yakışmıyor artık istihza çizgileri dolmuş bu yüze yaz günü karlar yağdırmış başıma kader diye.Bendeki sahipsiz köy yitikliğidir.Yolu olmaz,sesi duyulmaz sadece ne söylediği anlaşılmayan rüzgarın uğultusu,karın soğukluğu, tipinin çaresizliği var.Kendimde değilim kendimleyim.

Gecenin göğsüne hasretimi koydum,bu şehir yolumu bekledi ekmeğimi çaldı,kırıldı gençliğim umutlar tenhasında,bana bahar tatdında bir hüzün ve kor ateşler içinde bir hasret kaldı.

Nereye kadar sürer bu kaçışlar nerede bulacağım kendimi,sığınacak ne bir gönül limanım var ne başımı sokacak bir hane.Aslına bakarsan öyle bir kaygımda olmadı.Ama hep bir duruşum oldu hayata karşı.Belkide yılgınlığımın önün geçen budur.Hayat insanlara birşeyleri paylaştırmışken bana kurt yanlızlığını vermiş.

Slikon bir hayatın içinde kendi hayatımın katili oluyorum her gece.Her gecem ayrı bir cinayet her gecem ayrı bir yok oluş.Yargılayıp asıyorum kendimi,umudum bir dar ağacında.Yenilgimi kutluyorum ce kazanılmış zaferlere inat....

Ne olmadığımı bildiğim ne olduğumu bilemediğim bu dünyada yalancı günlerin yalanlarıyla avuna avuna yaşamaya çalışıyorum.Ellerim cebimde üşüyor,hüzünler içimde yanıyor, elimde kadehim,ağzımda cigaram...Dalıyorum yarınlara…
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #175
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kıstırılmış bir geceyarısı daha başlıyor rengi gözlerinde saklı bir aşkın tayfasına.
Ve bir mektup daha beliriyor yokluğundan bu yana bir istikamette; yol alıyor.
Kimsin.
Kimim.
Kimiz.

Hangi yanımı tamamlıyorum seninle, nerem eksiliyor artıyorken ben sana.
Açıklaması var mı bu ömrün altı günlük bir asrın coğrafyasında.
Hangimiz günahçıyız, elmanın faili.
Hangimiz arpa suyunda anafor balığıyız; yüzgeçleri rahminde üreyen.
Yoksa az öncesi miyiz bir günahın sonunun.

Bilmiyorum.
Bu kadar derinlerinden mi içmeliyiz yalnızlık kuyusunun.
Yoksa kaymağından mı yemeliyiz, üstünden; yürek banıp.
Ne zor olduğu kadar zor, ne de kolay göründüğü kadar kolay değiliz aynı yerde oluşumuzun sorularında.
Birbirimize biriktirdiğimiz cevaplardan geçinsek de şimdilik, bir buz vaktinde kaç mağaramız var; kaç “elde var bir” kadar basitçe çözülen bir denklem mahiyetindedir.
Sormasak, cevaba ne ihtiyacımız kalır.
Şimdi gün boyu düşünerek seni saniye hesabı, kaç zamanlık sen’li bir zaman kazanma ihtimalindeyim.
Şimdi seni düşünmezsem, neyim kalır.
Düşvarlığında kaç kayıplarımız kadarız birbirimize.

İkimize ancak bu kadar yaklaşabildim:
Ayrı mağlubiyetlerin ortak galibiyiz şimdi.
Masum Elmas Gül
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Kasım 2006       Mesaj #176
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İçimden gelmiyor artık senin için ağlamak. Senli hayallere dalmak gelmiyor işte ..Dualarıma seni katmayalı çok oldu .Rüyalarımdan da sildim seni .Ben keşkelere elveda dedim!

Al senin olsun,sevgin, aşkın... al senin olsun. Nasıl yaşamak istiyorsan, kiminle istiyorsan yaşa. Al senin olsun yaşamak istediklerin…

Bıraktım artık sevgini, bıraktım artık eskileri… Ve sildim anıları kafamdan, sildim yaşadıklarımızı, paylaştıklarımızı, birlikte ağladığımız günleri sildim Arkadaş olduğumuz günleri de sildim. Kilit vurdum anılara ve kapattım bir sandığa her şeyi. Kilidini de attım denize, bir daha bulmayayım diye.

Kızgınım sana, Kızgınım bu vurdum duymazlığına. Ve kendime kızgınım. Niye değer verdim, niye bende unutmadım, niye bu kadar güvendim diye, sen güvenimi boşa çıkarttın. Sana bıraktım sevgileri, sana bıraktım dostlukları ve sana hediye ediyorum. Yalnız yaşanıyorsa sevgiler, yalnız yaşanıyorsa dostluk, al kendin yaşa, paylaş tek başına. Yalnızlıksa tercihin, al senin olsun.

Yok saydım seni, bundan sonraki her baharı sensiz karşılayacağım. Her sonbaharda hüzünleri unutacağım sana inat. Bundan sonraki her yaza sensiz gireceğim, yine sevinçle. Ve her kışı sensiz yaşayacağım zemherisiyle... Geçerken her mevsim, sensizliğe üzüleceğim... Yinede bırakmayacağım sevinçlerimi. Ve sen bensizliğe alışmaya çalışacaksın.

Gidişin kalacak sadece aklımda ve o gidişle yaşayacağım sensizliği. Sensizliğe inat, sana inat, her günü yaşayacağım hiç olmamışsın gibi.

Al senin olsun gidişler... AL SENİN OLSUN HER ŞEY... keşkelere elveda dedim ben....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #177
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Birbirinden uzak iki farklı şehirde, kaderin zaman ve mekân dinlemeden birbirine yaklaştırdığı, yaşamın tüm zorluklarına inat kendimize sevda dolu küçücük bir dünya yaratmış iki candık biz.
Sevdik; Sevildik; Beraber ağlayıp beraber güldük.
Ne çok şey paylaştık seninle yan yana olamasak bile.
Bil ki! Çok sevdim seni...
Varlığına hasret bırakan yokluğunu sevdim,
Göremediğim gözlerini, dokunamadığım tenini, öpemediğim dudaklarındaki tebessümü sevdim. Seninle üzülmeyi, seninle sevinmeyi sevdim... Her sabah yokluğunla harmanlanan günü yaşamayı sevdim. Gecenin kör bir karanlığında adını haykırarak kan ter içinde uyanmayı, üzerime yağan yağmuru, tenimi bıçak gibi kesen soğuğu sevdim.
Seni sen olduğun, beni ben yaptığın için sevdim.
Yanımda olmadığın her bir gün için bir tohum ektim yüreğime ve şimdi binlercesi yeşile bürünebilmek için senin gelişini beklemekte...
Biliyorum; Söylemiştin. Geleceksin! Ve Geldiğinde yüreğimi esir edip yüreğine, tekrar gideceksin.
Olsun, senden gelecek ne varsa razıyım. Yeter ki gel...
Geldiğinde, yüreğime ektiğim her bir tohum, filizlenerek bir orman misali tüm bedenimi kaplayacak, ve yeşilin getirdiği huzura kavuşan yüreğim yaşamak, var olmak nedir tekrar anlayacak.
Umudumu bağladığım karanlık yollar aydınlanacak, güneş bir başka doğacak.
Ve işte o gün aynı toprağa ayak basıp, aynı yollarda yürüyeceğiz, aynı iskeleye oturup, martılara el sallayacağız. Gün batımında, sevdamızın rengi gibi kızıla bürünen ayı denizin karanlık sularında söndürüp, yıldızları avucumuzda kaydıracağız;
Sonra;
Sonra acı son tekrar başlayacak ve sen yine gideceksin.
Biliyorum bu gelişler ve gidişler hiç bitmeyecek;
Yüreğime dokunan yüreğin, bütün benliğimi kor kor yakacak ve içli bir kemanın tellerinde dile gelen nağmeler gibi yüreğim çaresizce sızlayacak. Tüm bedenim alev alev mahşer yeri gibi yanacak, sevdadan yana ne varsa kül olacak ve toz duman bütün bedenime savrulacak.
Uğruna adadığım gençliğim,
Aklıma her düştüğünde göz pınarlarımdan süzülen siyah inci taneleri,
Hasretinle yanıp kavrulmuş bedenim,
Sevmelerin, sevişmelerin,
Sensizken içime gömdüğüm sessiz çığlıklarım,
Seni beklerken zamana esir olmuş dakikalarım, hepsi senin olsun;
Kirpiklerimde asılı kalan yaşayamadığım sevdamın hatırına,

Yokluğuna dayanabilmem, pranga giymiş bedenimi avutabilmem ve son nefesimi verirken bile adını haykırabilmem için, hasretine tutsak olmuş yüreğimi giderken bana bırak..
feather





Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #178
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Biliyorum okumayacaksın, ama yine de yazıyorum.
Okumayacaksın, çünkü göndermeyeceğim. Belki masamın
çekmecesinde, belki giymediğim bir gömleğin cebinde
bulacaklar yıllar sonra. Kimi aşk mektubu diyecek,
kimi umut dolu bir mektup... Kimi cümlelerin
içtenliğine bağlanacak, kimi soruların sertliğiyle
irkilecek... Eski bir kâğıt olacak şu an elimde
tuttuğum kâğıt şüphesiz. Bazı harfler okunmayacak,
bazı soru işaretleri de öyle. Kimi sorularım yargı
gibi anlaşılacak. Kimi noktalarım da silinecek.
Bitmemiş cümleler kalacak yıllar sonra, bugün
bitirdiğimi sandığım pek çok hatıradan geriye...

Seni mutlaka merak edecekler. Seni suçlayanlar
çoğunlukta olacak. Benim kendimi suçlayan
ifadelerimden bile bana acıyan çıkacak. Senin güzel
olduğuna hükmedecekler hemen. Güzel değilsen bile
alımlı olduğunda hemfikir kalacaklar. Seni sevdiğimi
tartışmayacaklar bile. Ama senin beni sevip sevmediğin
konusunda birbirlerine girecekler.

Sen okumayacaksın, ama okuyacakmışsın gibi yazıyorum
yine de. Okumayacaksın, çünkü göndermeyeceğim.
Yazdıktan sonra yırtıp atmayı da düşünmüyor değilim.
Yakmak, aklımdaki bir başka çözüm. Ama hayır,
saklayacağım. Okumayacak olsan da kelimelerimi
sevdiğini biliyorum. Sevdiğin için, benim sana
birşeyler yazdığımı hissedeceğini biliyorum. Ben
yazarken içinin ürperdiğini, gülen yüzünün
hüzünlendiğini, konuşan dilinin suskunlaştığını,
aklının karıştığını, kalbinin küt küt attığını
hissediyorum. Belki sırf bu yüzden yazıyorum.
Yazmıyorum da sanki sana dokunuyorum. Sanki kâğıdı
katlamıyor, sana sarılıyorum. Mektubu saklamıyorum da
sanki seni unutmaya çalışıyorum.

Hayır, okumayacaksın. Okumayacaksın çünkü
göndermeyeceğim. Göndermeyeceğim, çünkü adresin yok.
Belki postacıya tarif etsem bulur seni. Ama önce beni
çok iyi tanıması gerek. Benim de onu. Tanıması yetmez
anlaması da şart. Benim de onu. Benim için senin ne
anlam ifade ettiğini iyi bellemesi gerek. Bellemeli ki
seni bulabilsin. Bellemeli ki seni bulmak ayaklarını
yormasın, aklını usandırmasın. Ama göndermeyeceğim bu
mektubu. Okumayacaksın.

Bu mektubu göndermeyeceğim. Çünkü sahibini bilmiyorum.
Seni seviyorum ama kimsin bilmiyorum. Ne yüzünün
şekli, ne sesinin tonu, ne oturduğun evin manzarası.
Hangi vurguyla çıkar ağzından sevgin ve öfken? Hangi
renkleri seversin? Yemek önüne gelince elin gayri
ihtiyari tuzluğa gider mi? Bulmaca çözerken en çok
hangi soruda takılırsın? Büyüyünce ne olacağını
söylemiştin küçükken? Telefon gelince koşar mısın?
Mektup alınca ne hissedersin? Seni korkutan bir kapı
zilinin sebebi olmak istemem.

Hayır göndermeyeceğim. Bu mektubu okumayacaksın.
Çünkü ben ne istediğini bilmeyen biriyim. Ayaklarım
yere sağlam basmaz asla. Kararlılıklarım yoktur, asla
ama asla diyeceğim prensiplerim de. Kalabalıklar
içerisinde kolay seçilmem. Kütüphanelerin en dikkat
çekmez kitabıyımdır. Bazen öyle korkak, bazen öyle
sıradan, bazen öyle ufak tefeğimdir ki...
farkedemezsin beni.

Bu mektubu göndermeyeceğim. Çünkü ben yokum.

Göndermeyeceğim...
Çünkü sen de yoksun!
MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #179
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
mektuplar
HUZUR
yakup05 1(SEN) ZAMİRİ HAKKINDA
(Bu bahis Leyle-i Mi'rac'da- 26 Receb 1418- kaleme alınmıştır.)
"Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed (S.A.M.) !" (1) Bu söz Hz. Muhammed' (S.A.M.) den bin üçyüz sene kadar sonra yaşamış, Büyük Alman İmparatorluğu'nun kurucusu Prens Bismark'a aittir. Yüz yüze görüşme imkânına sahip olamamasına rağmen, Prens Bismark'ın Hz. Muhammed (S.A.M.) gıyabında "SEN" diye hitap etmesinde belâğatın "iltifat" olarak adlandırılan latif bir nüktesi gizlidir. Şöyle ki:

"Evet, bazı adamlar hakkında "gâibane" konuşanların bilâhere konuşmalarını "hitaba" çevirmelerinde şöylece bir nükte-i umumiye vardır.
Meselâ: Bir şahsın iyiliğinden veya fenalığından bahsedilirken; gerek konuşanda, gerek dinleyende, ya tahsin veya tel'in için bir meyil uyanır. Sonra git gide o meyil öyle kesb-i şiddet eder ki, sahibini o şahısla görüştürüp şifahen konuşmaya kuvvetli bir arzu uyandırır. (2) Yani, "insan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahsederken, hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki, hayalen, hayalî bir ihzar ile ve hitab suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir. Hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitab ile konuşmaya başlar. Bu iltifat ile tesmiye edilen bir kaidedir.(3) "Gaibten hitaba yapılan iltifat; ya şiddet-i hiddete veya kesret-i muhabbete işarettir." (4) Prens Bismark'ın Hz. Muhammed (S.A.M.) gıyabında yazdığı aşağıdaki medhiye, O'nun şevk, tahsin ve muhabbetle dolan gönlünü, kemâl-i hürmet ve aşkla Hz. Muhammed' (S.A.M.) in huzuruna çıkarmıştır!
"-Muhtelif devirlerde beşeriyeti idare etmek için taraf-ı lahutiden geldiği iddia olunan bütün münzel ve semavî kitapları, tam ve etraflıca tetkik etti isem de, hiç birisinde bir hikmet ve isabet göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyetin, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lâkin Muhammedî'lerin (S.A.M.) Kur'an'ı bu kayıttan âzadedir. Ben, Kur'an'ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük bir hikmet gördüm. Muhammedî'lerin (S.A.M.) düşmanları, bu kitabın Muhammed'in (S.A.M.) zâde-i tab'ı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel hatta en mütekâmil bir dimağda böyle bir harikanın zuhurunu iddia etmek hakikatlara göz kapayarak kin ve garaza alet olmak mânâsını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir.
Ben şunu iddia ederim ki: Muhammed (S.A.M.) mümtaz bir kuvvettir. Destgâh-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi, ihtimâlden uzaktır.
Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (S.A.M.)! Muallimi ve nâşiri olduğun bu kitap, senin değildir. O Lahutidir. Bunun lahuti olduğunu inkâr etmek, mevcut ilimlerin butlanını, ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra da görmeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemâl-i hürmetle eğilirim." (1) Bu bir misal idi; mü'minin mi'racı olan namazda Msn Demon O' (Allah) na niçin "sen" diye hitab ettiğimizi anlamak için!
Sure-yi Fatiha'nın ilk üç âyetinde "Rabb'ul Âlemin", "Rahman-Rahîm" ve "Ceza gününün Mâlik'i" gibi O'na (Allah'a) mahsus sıfat-ı kemâliyeyi ve onların ihtar ettiği "fazilet", "ni'met" ve "saâdet" gibi manaları, "gâibane" düşünen musallîde uyanan şevk ve meyl-i tahsin; ancak O'na yakup05 1yani Sen diyerek, gayb perdesini yırtıp, huzuruna çıkmakla huzur bulur ve tatmin olabilir.Msn Demon Ancak bu sırra eren ehl-i salâttır ki, "Rabbine, görüyormuş gibi ibadet et!" (7) emrindeki zevke varır. Msn Note O vakit insan Esmâ-i Hüsnâ'nın birer tecelligâhı olan "alem-i şehâdet" ve "alem-i gayba" bir hulasa olarak "ruhiyle" ve "cismiyle" sıfat-ı kemâl-i İlahiye'nin hem mazharı hem muzhiri hükmüne geçer. (9) Gâibane ve hazırâne ifa ile mükellef olduğu "tefekkür" ve "münacat" ubudiyetini yaparak, sırr-ı ahsen-i takvim tahakkuk eder. (10)

"Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum; ve sana hürmetkârım; ve senin rızanı istiyorum; ve seni arıyorum." (11) ile, "Ey bizi ni'metleriyle perverde eden sultânımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster; ve bizi makarr-ı saltanâtına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz ni'metlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile ta'zîb etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raîyetini başıboş bırakıp îdam etme." (12) gibi sözler hitab makamına çıkmış, Cenab-ı Allah'ın iltifatına mazhar, huzur bulmuşların münacaatıdır. Huzur bulur bu gün "seninle" âlem;
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risale-i Nur.(13)

İsmail Yakup, 27 Kasım 1997
Pollyanna - avatarı
Pollyanna
Ziyaretçi
6 Kasım 2006       Mesaj #180
Pollyanna - avatarı
Ziyaretçi
Çocukken geceleri yıldızlara bakardım... Başımı gökyüzüne kaldırır heyecanla yıldızları sayardım; kaçında aşk vardı, kaçından böyle görünürdü gökyüzü, kaçında denizler bu kadar güzel ve kaçında aşk maviydi...

Yıllar sonra senin gözlerinde gördüm yıldızları... Gözlerinde o çocukluk heyecanımı yaşadım yeniden. Mavi denizleri, mavi gökyüzünü, mavi aşkı gördüm... Belki de onun için sen gözlerini kapattığında sönüyor yıldızlarım...

Gözlerinden bir yol çizdim kendime, yıldızlara tutunarak ulaştım aşka... Aşk maviydi; gözlerinde aşka bulandım... Şimdi belki de bu yüzden; gözlerini kapadığında yolumu kaybedişim...

Şiirler okurdum gökyüzüne bakarak; nefesimden cam buğulanırdı... Adımı yazardım o şiirli buğuya, yanında bir boşluk bırakarak... Sonra yanına eklenecek mavi aşkımı hayal ederdim saatlerce... Şöyle olmalı, böyle bakmalı, böyle konuşmalı...

Şimdilerde gözlerine bakarak şiirler okuyorum içimden, sen duymuyorsun... Gözlerinin buğusuna adımı yazıyorum, yanına da mavi aşkımı; yani seni... Kapasan gözlerini, buğusu silinecek, adım silinecek gözlerinden, aşk silinecek...

Bir şiir okuyorum soğuk cama yaslanıp;

"Yokluğun cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum kapama gözlerini" diye biten...

Şimdi gözlerini kaparsan; gözlerindeki yıldızlar sönecek...
Şimdi gözlerini kaparsan; maviler çok üşüyecek

Benzer Konular

17 Haziran 2009 / _PaPiLLoN_ Taslak Konular
19 Haziran 2014 / By_Dark Cevaplanmış
16 Ağustos 2014 / Misafir5 Cevaplanmış
3 Şubat 2016 / Safi X-Sözlük
15 Eylül 2015 / Safi X-Sözlük