Arama

Anlayana - Sayfa 18

Güncelleme: 26 Kasım 2018 Gösterim: 623.971 Cevap: 3.995
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
27 Temmuz 2006       Mesaj #171
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Gözyaşlarımla Sevdim Seni
Seni sevmek ne güzel...ıslak gözyaşlarım var ve artık korkularım var ürkek ceylanların misali..korkuyorum seni kaybetmekten..farklı şehirlerde nefes alan ama aynı sevgiye kosan iki yürek aynı bedende..
Sponsorlu Bağlantılar

Bu zor zamanımda yanımda oldun..belki de gözbebeklerimden süzülen gözyaşlarını senin için akıttım..mutluluktan güzelim gözyaşlarım..seni seveceğim gözyaşlarımın ıslaklığında..ne edersin ne yaparsın aklımda olacaksın..gece kabuslarda uyandığım zaman seni arayacağım..uykularım tutmadığı zaman senin kollarını sarılacağım..Hayalinde yasamayı, dokunmadan sevmeyi, bilmeden nefes almayı ve mutluluklarda ağlamayı ve vuslatın hüzünlerinde beklemeyi öğrendim..her zaman seni bekleyeceğim..kalbimde sevgilerin ve avuçlarımda sana hasretinde biriktirdiğim ıslak gözyaşlarım...Artık seni severken dilim susuyor.Konuşan sadece kalbim..Kalbime bazen de gözyaşlarım eşlik ediyor.Sana olan sevdamı gözyaşlarımı süslüyorum:hasretine ise yarınlarda ansızın çıkıp gelecekmişsin gibi beklediğim umutlarımı ekliyorum...Sana gözyaşlarımı hediye ediyorum..Sana hüzünlerimdeki en güzel mutluluklarımı hediye ediyorum..Aç avuçlarını sevdamın ıslak taneleri düşsün.Kitli gönül kapılarını arala yaralı kalbime..Sana ve senin yüreğine sığınıyorum karanlığı emziren gecelerde..Güneşimi kaybettim senin gülüşlerinde ısınabilir miyim? Karnım aç senin mutluluklarınla kalbimi doyursam kızar mısın? Dudaklarımda ismin, kalbimde sevgin, gözlerimde ise hasretine dökülen sevgi daneleri..Yarın belki de uyanamayacağım yatağımdan..Sana yazdığım son yazıdır belki de:Belki bugün Azrail bana ölüm davetiyesine sunacak..Ve sakın unutma ismimi , cismimi unut ama ne olur gözyaşlarımda büyüttüğüm sevdamı unutma..Gidersem de kalbimi sana emanet ediyorum..Yarın belki de daha güzel olacak..Gözyaşlarımla ıslanan sevgim senin gülüşlerinle ısınacak.Güldüğünde ben senin tatlı tebessümlerindeki en güzel gülüş olacağım..Ağladığında ise toprağa hasret gözyaşın olacağım..Bil ki sabah o saclarını delicesine esen bir rüzgar olursa ; sakın korkma O benim ...Bu gece sana bir sevda kuşu yolluyorum..Seni sevdiğimi kulaklarına fısıldayacaklar...Gözyaşlarımı ise evindeki en güzel çiçeğin bulunduğu saksıya armağan edecekler..Seni seviyorum canım ...Nedensiz sevmelerimdeki en büyük sevdam..kalbim iki kişilik artık...Nefesim ise senin için...

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Ağustos 2006       Mesaj #172
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi hep bıkkınmış...
Sponsorlu Bağlantılar
Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler...
Saklayalım, zor bulsunlar...
Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya...
Sorun büyükmüş...
Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü...
Kimisi:
'' Everest'in tepesine saklayalım'' demiş, kimisi:
'' Atlas Okyanusu'nun dibine'' demiş.
Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası...
Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi..
Sigara paketi, lale bahçesi...
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş...
Derken meleklerden biri:

'' İÇLERİNE SAKLAYALIM '' demiş...
'' Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!!!''
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış...
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor.Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk...
Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde...
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun...
Siz dışını boşverin, içine bakın...

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Ağustos 2006       Mesaj #173
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
karsıma çıktığında

karsıma çıktığında sevinmiştim
ama nerden bilirdim ki eriyeceğim
sevmiştim;küçüktüm bilemezdim
ümit verip heyecanlandı bu küçüğüm
ama anlamadınki bu masum kalbi
saf tertemiz minicik sevgiyi
aldanmıştım senin o gülüşüne
anlamadın be sevgili
ne zaman karsına geçsem
bakar ve tebessüm ederdin
aldatmışın meğer oynamışın
tertemiz kimsesiz kalbimle
oynadın basardın be konyalı
aldattın deniz gözlerimi
takardın gözlüğünü gözüne
başlardın benimle oynamaya
böyleydi biliyordum
ama vazgeçemiyordum
sahte de olsa gülüşünden
o kadar tatlı ve masumdu ki...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #174
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tanrı'nın Muhtırası

Gönderilen : Sen
Gönderen : Tanrı


Beni dinle.
Ağladığını duyuyorum.
Sesin karanlığı geçip, bulutlardan süzülüp, yıldızların ışığında parlayıp, güneşin ışığında kalbimin yolunu buluyor. Kapana kısılmış bir tavşanın çığlığı, annesinin yuvasından düşmüş bir serçe, bir gölde umutsuzca çırpınan çocuk bana acı verir. Seni duyduğumu bil. Huzurlu ol. Sakin ol. Acının sebebini ve ilacını biliyorum ve sana kurtuluşunu getiriyorum. Yıllar içinde dağılan çocukluk hayallerine ağlıyorsun. Başarısızlıkla yıkılan özgüvenine ağlıyorsun. Harcanan yeteneklerine ağlıyorsun. Acıyla kendine bakıyorsun ve havuzda gördüğün aksine dehşetle sırtını dönüyorsun. Utancın kansız gözleriyle sana bakan bu insanlığın yüz karası da kim ?
Tavrının asaleti, bedeninin güzelliği, zihninin açıklığı, dilinin zekası ? Kim çaldı onları ? Hırsızın kim olduğunu biliyor musun, benim gibi? Babanın tarlasında başını çimenden yastığına koyduğunda ve bulutlar katedraline baktığında, Babil ‘in tüm altınlarının bir gün senin olacağını düşünmüştün. Kitaplardan okudukça, tabletlere yazdıkça, Süleyman ‘ın tüm bilgeliğinin sana geçeceğine inanmıştın. Ve mevsimler yıllara dönüşürken, kendi Cennet Bahçe ‘nde yüce hükümranlığını sürdürecektin. O planları, hayalleri, umut tohumlarını içine kimin ektiğini hatırlıyor musun ?Hatırlayamazsın. Annenin rahminden çıktığın ve benim elimi yumuşak alnına dayadığım o anı hatırlayamazsın. En iyi dileklerimin senin olması için kulağına fısıldadığım sırrı hatırlayamazsın.
Sırrımızı hatırlıyor musun ? Hatırlayamazsın.
Geçen yıllar, anılarını yok etti, zihnini korku, şüphe, endişe, nefretle doldurdu. O canavarların barındığı yerde artık neşeli anılara yer yok. Ağlama artık. Ben seninleyim… ve bu an yaşamının dönüm noktası. Her şey, tıpkı annenin rahminde geçirdiğin zaman gibi geçip gitti. Geçmiş öldü. Bugün sen, yaşayan ölü olmaktan kurtuluyorsun.
Bugün ağzımı ağzına koyuyorum, gözlerimi gözlerine, ellerimi ellerine ; ve etin sıcak yine. Bugün sana gelmeni emrediyorum. Mahşerin mezarından çıkıp yeni bir hayata başlayacaksın. Bugün senin doğum günün. Bu senin yeni doğum günün. İlk yaşamın. Tıpkı bir tiyatro oyunu gibi, öncekiler yalnızca provaydı. Bu kez perde kalktı. Bu kez dünya izliyor ve alkışlamak için bekliyor. Bu kez kaybetmeyeceksin.
Mumlarını yak. Pastanı kes. Yeniden doğdun. Kozasından çıkan bir kelebek gibi uçacaksın…dilediğin kadar yüksekten uç. Başında benim elimi hisset. Benim bilgeliğime katıl. Doğarken duyup, unuttuğun sırrı, seninle yine paylaşmama izin ver.
SEN BENİM EN BÜYÜK MUCİZEMSİN.
SEN DÜNYANIN EN BÜYÜK MUCİZESİSİN.
Bunlar duyduğun ilk sözcüklerdi. Sonra ağladın. Herkes ağladı. O zaman bana inanmadın…ve bu inançsızlığını giderecek hiçbir şey olmadı, bunca yıldır. En aşağılık işleri bile beceremediğini düşünürken nasıl bir mucize olabilirsin? En önemsiz sorumluluklarla yüklenmişken ve kendine güvenini kaybetmişken nasıl bir mucize olabilirsin? Borç içine batmışken ve yarınki ekmeğini nasıl kazanacağını düşünerek uyuyamazken, nasıl bir mucize olabilirsin?
Yeter. Olan oldu artık. Oysa kaç peygamber, kaç bilge, kaç şair, kaç ressam, kaç besteci, kaç bilim adamı, kaç filozof ve mesih gönderdim, hepsi de ilahiliğinden, tanrısal potansiyelinden ve başarının sırlarından bahsediyorlardı. Onlara nasıl davrandın?
Hala seni seviyorum ve şu anda bu kelimelerle seninleyim. Tanrı ‘nın insanların yaralarını iyileştirmek için elini ikinci kez onların üzerine koyacağını söyleyen peygamberi doğrulamak için. Elim yine üzerinde. Bu ikinci kez. Sen benim kalıntımsın. Bunu söylemeye gerek yok, bilmiyor muydun, duymamış mıydın, en başında sana söylenmemiş miydi ; dünyanın yaradılışından anlamamış mıydın?
Bilmiyordun, duymamıştın, anlamamıştın. Sana özel bir eser olduğun söylenmişti ; sebepleri asil, şekil ve hareketleri etkili, hayranlık verici ve meleksi, Tanrı gibi anlayışlı. Sana toprağın tuzu olduğun söylenmişti. Sana dağları bile oynatmanın sırrı verilmişti, imkansızı başarmanın. Sen kimseye inanmadın. Mutluluk haritanı yaktın, zihninin huzurundan vazgeçtin, zafere giden kaderinin yolundaki mumları söndürdün, sonra tökezledin, kayıp ve korkmuş bir halde, kendine acımanın karanlığında, kendi yarattığın cehenneme düşene dek..
Ağladın sonra. Seni düşüren talihine küfür edip, göğsüne vurdun. Kendi miskin düşüncelerinin sonuçlarını kabul etmedin, tembelliğinin ve başarısızlığının sorumluluğunu yükleyecek bir günah keçisi aradın. Hemen de buldun. Beni suçladın. Engellerinin ,başarısızlığının, fırsat bulamamanın Tanrı ‘nın isteği olduğunu haykırdın.
Yanılıyordun !
Elimizdekilere bir bakalım. İlk önce engellerine bakalım. Araçların olmazsa, yeni bir yaşam kurmanı nasıl isterim? Kör müsün? Güneşin doğup battığına şahitlik etmiyor musun? Hayır görüyorsun… ve gözlerine yerleştirdiğim yüz milyonlarca alıcı, yaprağın büyüsünden, bir kar tanesinden, bir gölden, bir kartaldan, bir çocuktan, bir buluttan, bir yıldızdan, bir gülden, bir gökkuşağından ve aşk dolu bir bakıştan zevk almanı sağlıyor. Hayır duası et.
Sağır mısın? Bir bebek sen duymadan gülüp ağlayabilir mi? Hayır. Duyuyorsun…kulaklarına yerleştirdiğim yirmi dört bin tel, ağaçlardaki rüzgarla titreşiyor; kayalıklardaki gelgitle, operanın haşmetiyle, bülbülün çığlığıyla, oyun oynayan çocukların cıvıltısıyla ve “seni seviyorum” sözcükleriyle. Yine şükret.
Dilsiz misin? Dudakların ileri geri oynayıp yalnızca tükürük mü üretiyor? Hayır. Konuşabiliyorsun… diğer hiçbir yaratığımın yapamadığı bir şey bu. Sözcüklerin sinirliyi sakinleştiriyor, umutsuza umut veriyor, vazgeçeni heveslendiriyor, yenilmişe destek veriyor, cahile öğretiyor…ve “seni seviyorum” diyor. Tekrar şükret.
Sakat mısın? Muhtaç vücudun yer mi işgal ediyor? Hayır. Hareket edebiliyorsun. Sen ufak bir alana hapsolmuş rüzgar ve dünya tarafından rahatsız edilen bir ağaç değilsin. Gerinebilirsin, koşup dans edip, çalışabilirsin, sana beş yüz kas, iki yüz kemik ve yedi mil sinir teli verdim, hepsini ben ayarladım senin için. Yine şükret.
Sevilmiyor ve sevmiyor musun? Gece ve gündüz, yalnızlık mı sarmalıyor seni? Hayır. Artık değil. Artık sırrını biliyorsun, sevgiyi alabilmek için onu karşılık beklemeden vermelisin. Kendini iyi hissetmek, tatmin olmak ya da gurur için sevmek, sevmek değildir. Sevgi karşılığı beklenmeyen bir ödüldür. Bencil olmadan sevmenin artık başlı başına bir ödül olduğunu biliyorsun. Sevgi karşılık bulmasa da kaybolmaz, verdiğin sevgi sana geri döner, kalbini temizler ve yumuşatır. Bir daha şükret. İki kere şükret !
Kalbin mi zayıf? Kanıyor mu ya da yaşamını sürdüremiyor mu? Hayır. Kalbin güçlü. Göğsüne dokun ve ritmi hisset. Kalbin saatlerce, günlerce, gecelerce atıyor. Her sene otuz altı milyon vuruş yapıyor. Altmış bin damardan yılda altı yüz galon kan pompalıyor. İnsanoğlu asla böyle bir makine icat edemedi. Tekrar şükret.
Bir cilt hastalığın mı var ? Sen yaklaşınca insanlar korkuyla kaçıyorlar mı? Hayır. Cildin temiz ve bir harika, onu yalnızca sabunlaman ve ona bakman gerekiyor. Zaman içinde tüm çelikler yıpranır, paslanır ama cildine bir şey olmaz. En güçlü metaller bile kullanıldıkça yıpranır, ama seni sardığım o tabaka yıpranmaz. Sürekli kendini yeniler, eski hücreler yerini yenilere bırakır. Tekrar şükret.
Ciğerlerin mi kirli? Yaşamın nefesi vücuduna girerken zorlanıyor mu? Hayır. Yaşama açılan lombarların kendi yarattığın en pis ortamlarda bile sana destek oluyor ve sana yaşam veren oksijeni getirip vücudunu artık gazlardan arındırıyorlar. Bir daha şükret.
Kanın zehirli mi? Su ve cerahatle mi dolu? Hayır. Kanının içinde yirmi iki trilyon kan hücresi, her hücrede milyonlarca molekül ve her molekülün içinde, her saniyede on milyon defadan fazla titreşen bir atom var. Her saniye iki milyon kan hücren ölüyor, yerine iki milyon yeni hücre geliyor ve bu doğduğun günden beri oluyor. Her zaman içinde olan, şimdi dışında da oluyor. Bir kez daha şükret.
Aklını kullanamıyor musun? Artık kendi kendine düşünemiyor musun? Hayır. Beynin evrendeki en karmaşık yapı. Biliyorum. İçinde on üç milyar sinir hücresi var, dünyadaki insan sayısından çok daha fazla. Her gördüğünü, her sesi, her tadı, her kokuyu, her hareketini doğduğundan beri dosyalıyor. Hücrelerinin içine, bin milyar protein molekülü yerleştirdim. Yaşamındaki her olay yalnızca hatırlanmayı bekliyor orada. Ve beynine vücudunun kontrolünde yardımcı olsunlar diye, vücuduna dört milyon acı hissini sağlayan yapı, beş yüz bin dokunma detektörü ve iki yüz binden fazla ısı detektörü koydum. Hiçbir devletin altını senden daha iyi korunmuyor. Hiçbir antik harika senden daha yüce değil.
Sen benim en iyi eserimsin.
İçinde, dünyanın en büyük şehirlerini yok edebilecek ve yeniden kurabilecek güçte atom enerjisi var.
Fakir misin? Cüzdanında hiç altın ya da gümüş yok mu? Hayır. Sen zenginsin. Şimdi servetini birlikte daha iyi hesapladık. Listedekileri tekrar say ve iyice öğren. Neden kendine ihanet ettin? Neden tüm hayır dualarının elinden alındığını düşünüp de ağlıyorsun? Neden güçsüz olduğuna ve hayatını değiştiremeyeceğine inanarak kendini aldatıyorsun? Yeteneğin, duyuların, zekan, zevklerin, içgüdülerin, hislerin ve onurun yok mu? Umudun yok mu? Neden gölgelerde sürünüyorsun, cehennemin rutubetine çağrılmayı bekleyen yenik bir dev gibi? Çok şeyin var. Hayır duaların bardağından taşıyor. Onları sana öyle bir cömertlik ve sıklıkla verdim ki lüks içinde şımarmış bir çocuk gibisin, onların farkında değilsin.
Cevap ver bana.
Kendine cevap ver.
Yaşlı, hasta, sakat, muhtaç ama zengin bir adam, senin hafife aldığın o kutsallığa sahip olabilmek için, kasasındaki tüm altını verirdi. O halde, mutluluk ve başarının ilk sırrını öğren. Bu senin hazinen, bugünden başlayarak yeni ve daha iyi bir gelecek kurmana yarayacak araç gereç. O yüzden şimdi sana diyorum ki şükretmen gerekenleri gör ve şimdiden benim en büyük eserim olduğunu bil. Bu yaşayan bir ölü olmaktan kurtulmanı ve dünyanın en büyük mucizesini gerçekleştirmeni sağlayacak ilk kural. Yoksulluk içinde öğrendiğin derslere şükret. Çünkü az şeyi olan, fakir değildir; yalnızca çok isteyen fakirdir. Gerçek güvenlik insanın sahip olduklarında değil, sahip olmadıklarındadır. Başarısızlığına sebep olan engellerin nerede? Onlar yalnızca senin zihnindeler. Şükretmen gerekenleri gör.
İkinci kural da birinciye benziyor. Nadideliğini ilan et! Kendini ufak tefek şeylerle uğraşmaya mahkum ettin ve orada başarısızlığını affedemeyerek, kendi nefretinle kendini yok ederek, kendini cezalandırarak, kendine karşı ve başkalarına karşı işlediğin suçlardan iğrenerek öylece yatıyorsun.
Şaşkın değil misin ?
Sen kendini affedemezken, benim seni nasıl olup da affettiğimi, günahlarını ve acınacak halini nasıl bağışladığımı anlayamıyorsun. Şimdi sana üç neden sayıyorum. Bana ihtiyacın var. Sen sıradanlığın gri yığını içinde, yok oluşa doğru giden bir hayvan sürüsü değilsin. Ve sen bir nadidesin!
Rembrandt ‘ın bir resmini, Degas ‘ın bronz bir heykelini, Stradivarius‘un bir kemanını ya da Shakespeare ‘in bir oyununu düşün. Bu kadar değerli olmalarının iki nedeni var. Onların yaratıcıları ustalardır ve sayıları azdır. Ayrıca onların bir eşine rastlamak mümkündür. Bu yüzden sen dünya üzerindeki en değerli hazinesin, çünkü seni kimin yarattığını biliyorsun ve sen yalnızca bir tanesin. Dünya kurulduğundan beri, senin tıpatıp aynın bir kişi daha olmamıştır. Dünyanın sonu gelene kadar da asla, senden bir tane daha olmayacaktır.
Özelliğinin ve tekliğinin hiçbir zaman farkına varmadın. Yine de dünyadaki en nadide varlıksın. Yüce aşk anında babandan sayısız aşk tohumu aktı, dört yüz milyondan fazla. Hepsi, annenin içinde yüzerken öldü. Bir tanesi hariç! Sen. Annenin sevgi dolu sıcaklığında yaşadın, diğer yarını, annenden tek bir hücre, iki milyon tanesi ancak bir meşe palamudunu dolduracak kadar ufak bir hücre arayarak. Yine de sen tüm imkansızlıklara rağmen o karanlık ve felaket okyanusunda yaşadın, o ölümsüz hücreyi buldun, onunla birleştin ve yeni bir yaşama başladın. Senin yaşamına. Sen geldin, her çocuk gibi, henüz insandan umudumu kesmediğim mesajını getirdin. İki hücre bir mucizede birleşti. İkisinde de yirmi üç kromozom ve her kromozomda yüzlerce gen olan, her biri gözlerinin renginden, davranışlarına, beyninin ölçüsüne kadar senin özelliklerini taşıyan iki hücre. Tek buyruğumla, babanın dört yüz milyon sperminden biriyle, annenin ve babanın kromozomlarındaki yüzlerce genden birini birleştirip, her biri diğerinden farklı, üç yüz bin milyar insan yaratabilirdim.
Ama kimi yarattım ?
Seni! Tek bir tür. En nadide. Paha biçilmez bir hazine. Zihni, konuşması, görünüşü, hareketleri, davranışları yaşamış, yaşayan ve yaşayacak hiç kimseye benzemeyen. Bir kralın hazinesine bedelken, kendini niye kuruşla ölçüyorsun? Seni aşağılayanları neden dinledin? Daha da kötüsü onlara neden inandın.
Artık nadideliğini karanlıkta saklama. Onu göster. Dünyaya göster. Kardeşinin yürüdüğü gibi yürümeye, liderinin konuştuğu gibi konuşmaya, vasatların çalıştığı gibi çalışmaya çalışma. Bir başkasının yaptığını yapma. Asla taklit etme. Şeytanı taklit eden örneği aşar, iyiyi taklit eden yetersiz kalır. Kimseyi taklit etme. Kendin ol. Nadideliğini dünyaya göster ve onlar seni altınla yıkasınlar. İşte bu da ikinci kuraldır.
Hiçbir engelin yok. Sen sıradan değilsin. Kendini aldattığını kabul et.
Sıradaki şikayetin ne? Hiç mi fırsat çıkmıyor önüne? Öğüdümü dinle. Hepsi geçecek, çünkü sana her türlü işte, başarının kuralını veriyorum. Yüzyıllarca önce bu kural atalarına bir dağın tepesinde verilmişti. Bazıları kurala uydu ve yaşamları mutluluğun meyveleriyle, başarıyla, altınla ve huzurla doldu. Çoğu dinlemedi, büyülü yollara başvurdular, garip yollara girdiler, ya da yaşamın zenginliklerine kavuşmak için şans denen şeytanı beklediler. Ümitsizce beklediler… tıpkı senin gibi, sonra ağladılar, senin ağladığın gibi, şanssızlıklarını bana bağlayarak.
Kural basit. Genç ya da yaşlı, dilenci ya da kral, siyah ya da beyaz, erkek ya da dişi… hepsi sırrı kendi yararlarına kullanabilirler. Başarının tüm o kuralları, sözleri, yazıları içinde yalnızca bir metot hiç başarısız olmamıştır… Onunla bir mil gitmek için çaba gösteren, iki mil gider. Bu, üçüncü kural… bu zenginlikler yaratan ve rüyalarından bile daha öteye giden bir sır. Bir mil daha git !
Başarının tek yolu, senden beklenenden daha iyisini yapmaktır, işin ne olursa olsun. Bu, dünya kurulduğundan beri her başarılı insanın yaptığı şeydir. Kendini sıradanlaşmaya mahkum etmenin yolu, yalnızca karşılığını aldığın kadarını yapmaktır. Eğer aldığın gümüşten fazlasını vermişsen, aldatıldığını düşünme. Verdiğin güzelliklerin bir terazisi vardır ; eğer bugün karşılığını almazsan, yarın mutlaka on katını alırsın. Sıradanlık bir mil bile gitmez, neden kendimi aldatayım diye düşünür. Ama sen sıradan değilsin. Bir mil daha ilerlemek kendi rızanla elde edeceğin bir ayrıcalıktır. Yapamazsın, onu engellememelisin. Eğer bırakırsan, diğerleri kadarıyla yetinirsen, başarısızlığının tek suçlusu sen olursun. Sebep ve sonuç, araç ve hedef, tohum ve meyve, bunlar ayrılamaz. Sonuç sebepten doğar ; hedef, araçların içinde vardır ve meyve her zaman tohumundadır. Bir mil daha git.
Takdir bilmeyen biri için çalıştığını düşünüp kendine dert etme. Ona daha fazla hizmet et. Ve onun yerine bırak alacaklı olduğun ben olayım. O zaman bileceksin ki her dakika her verdiğin ekstra hizmet benim tarafımdan karşılığını bulacaktır. Ödülün zamanında gelmeyecek diye endişelenme. Ödeme ne kadar gecikirse, senin için o kadar daha iyi. Başarıyı çağıramazsın, ancak onu hak edersin, ve artık onun az bulunan ödülünü almanın sırrını biliyorsun. Bir mil daha git.
Sen benim en büyük mucizemsin.
Sen dünyanın en büyük mucizesisin.
Başarı ve mutluluğun üç kuralı var.
Şükretmen gerekenleri gör ! Nadideliğini ilan et ! Bir mil daha git !
Sabırlı ol. Bunlar göz açıp kapayıncaya kadar olmaz. Zorluklarla kazandıkların elinde daha uzun süre kalır. Yeni hayatına başlarken korkma. Her soylu başarı, risklerini de beraberinde taşır. Birini kazanmaktan korkan, daha fazlasını hiç kazanamaz. Artık bir mucize olduğunu biliyorsun, ve mucizede korku olmaz.
Gururlan. Sen dikkatsiz bir yaratıcının bir laboratuardaki deneyinin ürünü değilsin. Anlayamadığın güçlerin esiri değilsin. Sen yalnızca benim gücümün özgür bir dışa vurumunun, yalnızca benim sevgimin ürünüsün. Sen bir amaçla yapıldın. Elimi hisset. Sözlerimi duy. Bana ihtiyacın var… ve benim de sana. Yeniden inşa edeceğimiz bir dünyamız var. Bunun için bir mucize gerekiyorsa bundan bize ne? Her ikimiz de mucizeyiz ve şimdi birbirimize sahibiz. Seni dev bir dalgadan alıp, çaresizce kumlara çarptığım günden beri sana olan inancımı hiç kaybetmedim. Zamanı ölçmeye kalkarsan, bu beş yüz milyon yıl önceydi. Otuz bin yıl önce kusursuzluğa ulaşana dek, bir çok model, şekil, ölçü denedim. Bunca yıldır seni düzeltmek için hiç çaba sarf etmedim. Bir mucize nasıl düzeltilebilir ki? Sen bir mücevherdin ve ben de memnun olmuştum. Sana bu dünyayı ve hakimiyetini verdim. Sonra tam potansiyeline ulaşman için, bir kez daha sana elimi verdim, evrendeki hiçbir yaratığa bahşedilmeyen güçler verdim.
Sana düşünme gücü verdim.
Sana sevme gücü verdim.
Sana seçme gücü verdim.
Sana gülme gücü verdim.
Sana hayal etme gücü verdim.
Sana yaratma gücü verdim.
Sana plan yapma gücü verdim.
Sana konuşma gücü verdim.
Sana dua etme gücü verdim.
Seninle sınırsız bir gurur duyuyorum. Sen benim son eserimsin, benim en büyük mucizemsin. Tam bir yaşayan varlık. Her iklime, her güçlüğe, her zorlamaya uyum sağlayabilen. Benden yardım beklemeden kendi kaderiyle başa çıkabilen. Kendisi ve insanlık için en iyiyi, içgüdüleriyle değil düşünceyle gösterebilen. Böylece, başarı ve mutluluğun dördüncü kuralına geldik; hiçbir meleğime vermediğim bir güç bu.
Sana seçme gücü verdim. Bu armağanla seni meleklerimden de üst seviyeye koydum ; çünkü meleklerin günahı seçme hakları yoktur. Sana kaderinin tüm kontrolünü verdim. Kendi özgür iradenle kendi yaradılışının doğasını belirlemene izin verdim. Ne cennete ne de dünyaya ait olmak zorundasın, kendini istediğin şekle sokmakta özgürsün. En düşük yaşam biçimini benimsemekte özgürsün, ya da ruhunun değerlendirmesiyle, en yüce formda yeniden doğabilirsin ki onlar ilahidir. Senin yüce gücünü, seçme gücünü elinden almadım hiç. Bu inanılmaz güçle ne yaptın? Kendine bak. Yaşamında yaptığın seçimleri düşün ve hatırla, şimdi o acı anları yaşamamak için bir şansın daha olsaydı, dizlerinin üzerine çökerdin. Geçmiş geçmiştir. Şimdi dördüncü büyük kuralı biliyorsun, mutluluk ve başarının dördüncü kuralını. Seçme gücünü akıllıca kullan.
Sevmeyi seç… Nefreti değil.
Gülmeyi seç… Ağlamayı değil.
Yaratmayı seç… Yok etmeyi değil.
Azmi seç… Vazgeçmeyi değil.
Yüceltmeyi seç…Dedikoduyu değil.
İyileştirmeyi seç… Yaralamayı değil.
Vermeyi seç… Ertelemeyi değil.
Büyümeyi seç… Bozulmayı değil.
Dua etmeyi seç… Küfretmeyi değil.
Yaşamayı seç… Ölmeyi değil.
Artık şanssızlıklarının benim isteğime bağlı olmadığını biliyorsun, tüm güç senin içindeydi ve seni insanlıktan çıkaran davranışların ve düşüncelerin senin yaptıklarının sonucuydu, benim yaptıklarımın değil. Senin küçük doğan için benim güç armağanlarım çok fazlaydı. Artık büyüdün, akıllandın ve toprağın meyveleri senin olacak. Sen harikalıklarla dolusun. Potansiyelinin sınırı yok. Yarattıklarımın içinde senden başka kim ateşi buldu? Kim yerçekimi kanununu keşfetti, gökyüzünü delip geçti, hastalıklara şifa buldu?
Bir daha asla kendini aşağılama.
Hiç bir zaman yaşamın kırıntılarıyla yetinme.
Bugünden itibaren asla yeteneklerini gizleme.
Bugünden zevk al ve yarından, yarınlardan.
Sen dünyanın en büyük mucizesini gerçekleştirdin.
Sen yaşayan bir ölü olmaktan kurtuldun.
Artık asla kendine acımayacaksın ve her yeni gün senin için başarı ve neşe olacak. Sen yeniden doğdun…Daha önce olduğu gibi, başarısızlık ve mutsuzluğu ya da başarı ve mutluluğu seçebilirsin. Seçim senin. Seçim tamamen senin. Ben ancak, önceki gibi, izleyebilirim…gururla…ya da acıyla. O halde, mutluluk ve başarının dört kuralını anımsa. Şükretmen gerekenleri gör. Nadideliğini ilan et. Bir mil daha git.
Seçme gücünü akıllıca kullan. Diğer dördünü gerçekleştirebilmek için, bir şey daha yap. Her şeyi sevgiyle yap… kendini severek, başkalarını severek ve beni severek. Gözyaşlarını sil. Uzanıp elimi tut ve dik dur.
Bugün sana şu bildirildi ;
Sen Dünyanın En Büyük Mucizesisin


( OG MANDINO ; Dünyanın En Büyük Mucizesi Adlı Kitabından)
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
6 Ağustos 2006       Mesaj #175
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Senin bir yorumunla başlayalım söze...

"Bizler çokluk aleminde kozalarımızda yaşıyoruz... Bilincimizi TEKin bakışına odaklamakla birlikte her varlığın, alemin, ki her varlık bir alemdir, kendine mahsus kanunları var… Bunları bilmeden, sistemi 'okumadan', her varlığın boyutunun hakkını vermeden davranırsak, her ne kadar ÖZde bir olursak olalım, yapılanların sonuçlarını görmedeyiz... Varlıklar birbirlerini etkilemede her dem... Her an değişim olmada, dönüşüm yaşanmada... Misal: ateş de Ondan, kağıt da... Ama ateş kağıdın yapısını bozar, değiştirir. Yılan ile kurbağanın bir aradalığını düşünemeyiz, bu EŞYANIN TABİATINA AYKIRIDIR...

Bu boyutta bireysellik, çokluk olduğuna göre, ki öyle, boyutu OKUyabildiğimiz kadar huzurlu olacağız...
Toplumsal farklılıkları gözardı ederek davranamam… Davranan bunun sonuçlarını yaşamak zorunda kalır. Elbette sevmeye hoş görmeye devam, onu ÖZe yöneltmeye gayret edilir ama, akrep kimlikliden de dostluk beklemek saflık olur... Kısaca, akrebe hak ettiği gibi, insana hak ettiği gibi davranmak, yaklaşmak işin hakkını vermek olur..."

Anlattığın biçimiyle realitenin şüphesiz farkındayım. Ancak,“farklılık”, “ayrılık” nosyonlarını empoze eden, besleyip büyüten düşünsel kurgunun yarattığı manzara ortada! İlginçtir ki, kimse bu manzaradan hoşnut değil, ama “insan bu kadardır, değişmez” kompartımanına sığınmış, ürkekçe yaşamakta… Oysa değişmez dediğimiz sürece sabitleriz belli nitelikleri.

Ben birebir yaşıyorum değişimleri, sevginin yarattığı FARKı görüyorum her etkileşimimde… Hiçbir şeyden emin olmasam da, şundan eminim, sevginin alanında hiç bir kötülük barınamıyor!… Yüksek titreşimli bir elektromanyetik alan nasıl düşük titreşimler için geçilmezdir, sevgi hali de öylesi görünmez bir koruma alanıyla çepeçevreliyor kişiyi… Bu gerçek, bu mümkün, bu akılca, gönülce geçerli tek çözüm, ama, ZOR, hatta İMKANSIZ deyip bir kenara bırakıyoruz bu olabilirliği…
Ben inançtan öte, biliyorum bu mucizeyi ve buna göre yaşıyorum. Korunduğumu hissediyorum ve sevgiyle gelen sınırsız güzelliği deneyimliyorum, gün be gün, daha ve daha çok…
Bilgelik, kime neyi, ne zaman, ne derinlikte söylemek gerektiğini bilmek, karşısındakinin realitesine göre davranmak, kısacası koşullara uyumlanmaktır, bunu kabul ediyorum -- ama her durumda özdeki ışığı hissederek ve yayarak… Ve KORKMADAN…
Burada bilinçli bir korkusuzluk halinden söz ediyorum. Korkuyu bilmeden doğduk, ilk nefesle beraber korku yüklemeye başladık bu boyutta… Ve korku yükü arttıkça, sevgi kanalları tıkanmaya başladı. Korku tıpkı elektrik kablosundaki paslanma gibidir, kaynakla bağlantıyı azaltır, hatta bir noktada tamamen keser akımı. Şu anda yaşanan sadece bu… Birlik, güzellik adına bir değişimi gerçekten istiyorsak, bilinçli bir şekilde korku pasını temizleme zamanı…

“Misal: ateş de Ondan, kağıt da... Ama ateş kağıdın yapısını bozar, değiştirir.”


Ama gerekirse ateş de değişebilir, kağıt da… Birarada, birbirlerini yok etmeye çalışmadan varolabilecekleri bir gerçeklik de var, inanıyorum… :-)


“Basit bir misalle, 'ayağına basıldığında tepkin kadarsın' diyordu bir arkadaş... İşte o zamanlar için iç gücü hazırlamak, etkilenmemek, gülüp geçebilmek... Güç nasıl kazanılır…?”


Bense ayağıma basandan özür dilediğimi bilirim, 'kusura bakmayın, yolunuza çıktım' misali!…:-) Bu da ibrenin diğer yönde aşırı derecede saptığı duruma bir örnek olsa gerek!...

Ego, bu platformda kişisel bütünlüğün korunması adına elzem bir mekanizma. Bu yüzden hedef, egonun tamamen yokedilmesi değil, hem mikro hem de makro bazda ego-vicdan dengesinin kurulması olmalı… “%51 zararsızlık” diye bir kavram vardır -- işte dengeyi %1 kadar da olsa vicdan yönüne kaydırabilmek yetecek, güzellikleri yeşertmek ve çoğaltmak adına… Her tepkimeyi başlatan kritik bir değer vardır… Hiçbir şey olmuyor gibi görünürken, bir anda o değere ulaşılır ve beklenen değişim birden ve kaçınılmaz olarak gerçekleşir. Bir an gelir ki, herhangi bir yerde, herhangi birimizin sıradan denebilecek “güzel” bir davranışı, bir zincir reaksiyon yaratmaya yeterli kritik eşiğin aşılmasına neden olabilir. İşte bu yüzden vazgeçmemeliyiz “iyi”, “güzel” bildiğimizden, işte bu yüzden “umut” var insanlık dediğimiz kitlesel bilinç için…

"Güç nasıl kazanılır…?”


Bizler farklı kapasitelerde aküler gibiyiz… Belli bir devinim sağlanırsa doğal olarak şarjımız yenilenir. Durağan halde ve(ya) hatalı kullanımda ise akü eninde sonunda boşalacaktır. Bu nedenle mevcut enerji mutlaka gerektiği alanda, gerektiği biçimde işlevselleşmelidir. Bu sağlanamadığında ve enerji seviyesi belli bir değerin altına düştüğünde ise yeniden şarj olmak gerekir.

Akü nasıl ana elektrik kaynağından yüklenirse, biz de evrenle, BÜTÜNle bağlantımızı sağlayarak “dolarız”… Buna hizmet eden her eylem bir “ibadet”tir aslında… İster dinsel normlarda olsun, ister yürümek, okumak, sohbet veya suskunluk şeklinde, sevgi titreşimlerini yükselten herhangi bir aktivite bağlantımızı güçlendirmeye aracı olabilir… Kişi kendine uygun yolu bulmalı, daha doğrusu bulmak adına içine dönmelidir…
Ben içsel/ruhsal yolculuğu düz duvara tırmanmaya benzetiyorum - durakladığın anda geri kayarsın ve yeniden aynı noktaya tırmanmak daha da fazla efor gerektirir, çünkü işin içine bir de yılgınlık, umutsuzluk faktörü girmiştir. Bu yüzden bu yolda farkındalığın bilinçli ve sürekli olmasını gerek… İçsel gücümüze korumaya da en az bedenimize gösterdiğimiz kadar özen gösterebilsek, öyle kolaylaşır ki bu süreç…
En ideal hal, kaynakla sürekli bağlantı içinde olmak şüphesiz, ancak biz enerjimiz azaldığında kaynağa yönelmek yerine, çoğunlukla birbirimizin şarjını kullanmayı, bir bakıma “çalmayı” seçeriz! Tartışan, sorgulayan, kendini acındıran veya herhangi bir talepte ısrar eden kişi, kendisi bilincinde olmasa bile, karşısındakinin enerjisine göz dikmiştir. Böylesi bir etkileşim sürecinde başlangıcta kendini iyi hisseden muhatap, birden enerjisinin çekildiği, tükendiği duygusuna kapılacaktır. Bunlar hep yaşadığımız şeyler değil mi…?
Eğer kişi durmadan böylesi bir enerji alışverişinin “kaybeden” tarafı olmak istemiyorsa, bir tür süptil kalkan oluşturmayı seçebilir. Ama bu durumda aradaki enerji alışverişi de kesilmiş olur ve bir “fayda” olasılığı kalmaz. Oysa gerçek anlamda “hizmet”, sonsuz ve sınırsız enerjiyi kaynaktan alıp devindirmekle mümkündür… Böylesi bir bilinç seviyesinde kişi, kendi seviyesinde fazlaca bir değişiklik olmadan nice dostun enerji seviyesinin yükselmesine aracı olabilir.

“Başlangıçta son var... Döllenen bir hücrenin nihai hedefi, planı kendinde… Her işte böyle… Son’un öğretisi... nedir...?”


İlk olarak değişken sayısının sınırlı olduğu bir süreci düşünelim, ki bilimsel çalışmaların şablonu genellikle böyledir. Bir teoriyi ilk defa deneyen için sonuç kesin değildir, deney sonucunda ulaşılan nokta, başlangıç koşullarına ilişkin net veriler sunar. Gerekli ayarlamalarla süreç saptandığında, artık başlangıç anında sonuç bellidir.

Oysa yaşanan gerçeklikte sayısız parametre vardır her an değişmede olan… Varlık için her seçim sonsuz ve boyutsuz olasılıklar kümesi içinde gerçekleşir. Seçimle birlikte 'sonsuz eksi bir' olasılık söner, seçilmiş olan ise 'gerçek' olur. Yani o anda belirsizlik yok olur… Her seçim anlık bir yol gibidir, hedefi belli olan. Oluş halindeki varlık, seçim anında sonucu da bilir, çünkü an içinde 'ilk ve son', 'soru ve yanıt' içiçedir.
Ama henüz zihinde yaşayanlar için yaşam bir deneme-yanılma sürecidir yalnızca… Onlar için “sonuç”, analitik bir silsile ile ulaşılan bir “tahmin”den öte geçemez, yani seçim anında sadece olasılıklar söz konusudur. Ama sonuç anında yaşananın bilgisi de ortaya serilir, tabi ki okumak isteyene…

“Gel-gitlere uyumlanmak... Nasıl olacak...?”


Gel-gitlere uyumlanmak, içimizde gelip-gitmeyen bir hali kurmak ve korumakla mümkün… Gerekli olan, içsel bir seçim, net ve kesin – “ben her koşulda şu halde olmak istiyorum” demek ve enerjiyi bu seçime odaklamak, yine ve yine… Hep dile getirdiğimiz gibi, “niyeti taze tutmak…” En önemlisi de coşkuyla savunduğumuz savdan, yani bunun mümkün olmadığı savından vazgeçmek ve en azından denemeye istekli olmak…


“Çoğu zaman içimizde çatışma yaşarız, aklımız bir şey der, duygularımız başka… Genelde duygular ağır basar... Zarar görürüz, ama olsun o an duyguların tatmini daha güzeldir...

Egoyu besleyen sahiplenmeler, yüceltilmeler… Kiminde mütevazilik altında korkunç kibirlenmeler... Ya da birini aşırı sevmek, duyguları belli mahallere yoğunlaştırmak, bilincin ayak bağıdır, bunlardan kurtulmalıyız… Duygular bireyselliğe çekiyorsa bağdır, yerli yerince kullanabilmeliyiz... Kayıtlı duygular bağlarken, sınırsız olanları açılım getirir... Benim dediklerimi sevmek bağ olurken, her şeyi sevmek geniş açılım getirir… Bu anlamda düşündüm...”

Aslolan akılla gönülün evliliğidir şüphesiz, çatışması değil… Düşüncenin birey evrenindeki tezahürüdür duygu… Ama duyguda algılanan da aklın işlevini etkiler… Bu denli ayrılmaz bir bütünlük söz konusu iken birini veya diğerini devre dışı bırakmaya çalışmak, sadece dengenin bozulmasına hizmet eder…

Sanırım duygular değil, duygusallık ayakbağı olan… Duygusallık, duyguyu kabul etme hali değil, ya duyguya bağlanma ya da reddetme çabasıdır… Bireyin kendi içinde ve ilişkilerinde yaşadığı çatışmanın özü bu olsa gerek…
Ve sevgiyle…
electra_mai - avatarı
electra_mai
Ziyaretçi
7 Ağustos 2006       Mesaj #176
electra_mai - avatarı
Ziyaretçi
Şiirlerim kederimle, yüreğim gidişinle ağlamasın...Gülen gözlerime hicranlar inmesin...Bereketin ıslattığı toprağıma siyah bulutlar çöreklenmesin...Uçurumlar büyümesin duvarlarda...Pencerelerde kalmasın ıslak gözlerim....Yorgun düşmesin ayaklarım...Gitme iki gözüm...Bırakma beni tek başıma firkatinde...Düş fakiri olarak gezinmek istemiyorum şehrin ölüm kokan sessizliğinde...Ne olur gitme sevdiğim.

Uyandırma beni ayrılıklarınla..Gitme diyen dudaklarım senden sonra kanamasın....Üşümesin senin sevginle gülümseyen gönül bahçem....Acılarımı unutmuşken sancının kavrulduğu ateşlerde ısıtma beni...Benek benek açan çiçeklerim mevsimsiz solmasın...Saçlarına düşen yıldızlar göğsüme ayrılığının hançerini sokmasın..Gitme canımdaki son can...

Senin gözlerinden, senin yüreğinden başka bir sığınağım yok sevdiğim..
Gitme ne olur...Üşümesin baharlarım...Yetim kalmasın yüreğim....
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Ağustos 2006       Mesaj #177
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Kaçmaya çalıştığın gerçek,
Birgün karşına çıkacak.
Ve işte o gün
Kaçacak yerin olmayacak.
Ben senin varlığını seviyorum,
Yokluğunu seviyorum
Sana ulaşamadığım dakikalarda.
Seni duymayı
Seni özlemeyi
Hiç görmesem bile seninle olmayı seviyorum.
Hiç korkmuyorum seni sevmekten.
Senin gülüşünü seviyorum.
Her bana bakışında
Gözlerinede okuduğum o duyguyu
Gözlerindeki gözlerimi seviyorum.
Gönlünü seviyorum
Özünü seviyorum senin
Dudaklarındaki sözlerimi seviyorum
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben sendeki o sıcaklığı
Sana olan uzaklığı seviyorum.
Yanaklarından akan göz yaşlarını
En çok, dağınık olduğunda saçlarını
Beni arayan ellerini seviyorum.
Yalnızlığımı seviyorum sebebi sensen
Ayrılığını seviyorum,
En çok yalnız kaldığımda
Beni bulan gönlünü seviyorum.
Ben en çok senin bana olan
Sevgini seviyorum.
İçimden haykırmak geliyor.
Dünyaya sığdıramadığım seni
Kalbime sığdırmak geliyor.
Ağlamak geliyor seni görmezsem
Özlemek geçiyor içimden seni
Sevmek geçiyor.
İçimden sana doğru giden
Bin bir türlü yol geçiyor.
İçimden sen mutlu olacaksan
Ölmek bile geçiyor gülüm.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben yalnızca seni seviyorum,
Ne o muhteşem güzelliğin
Ne kalbimdeki özelliğin
Ne de sevdiğim için değil,
Seni yalnızca sen olduğun için,
Ruhun için
Kalbin için
Aklın ve sevgin için seviyorum seni.
Ben seni en çok kendim için seviyorum
Belki de ilk defa bencil oluşumu
Sana borçlu olduğum için.
Seni her şey için seviyorum.
Ve sahip olmadığım
Hiçbir şey için.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Her dakika seninle olmayı seviyorum.
Gözlerimi her açtığımda
Aklıma gelişini seviyorum.
Her gece uyumadan önce
Seni sevdiğim aklıma gelince
Sensiz uyumayı bile seviyorum
Uyumadan önce seni düşününce.
Ben seni en çok
Umutsuzluğumda beni bulduğun için seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben seni bu şehirde olduğun için değil
Benimle aynı toprağa ayak bastığın için
Benimle aynı gökyüzünü paylaştığın için seviyorum.
Geceleri benim yüzüme vuran ay ışığı
Senin de gözlerine vurduğu için seviyorum.
Benim kemiklerimi ısıtan yaz güneşi
Sana da sıcaklık veriyor diye seviyorum seni.
Beş bin yaşındaki bu dünyada
Benimle aynı zamanı paylaştığın için seviyorum.
Ben seni benimle yaşadığın için
Benden hiç gitmediğin için seviyorum
Beni hiç terketmediğin için.
Ellerini seviyorum tanrıya açıldığında
Kalbini seviyorum kapıları açıldığında
Ve gözlerini seviyorum
Her karşımda kapanıp açıldığında.
Bana baktığında
İçimde yakaladığın coşkumu seviyorum,
Her bana baktığında
Seni sevdiğimi hatırlamayı seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Her kibrit çaktığımda
Alevin içinde seni görmeyi seviyorum.
Her sigara yaktığımda
Dumanın şeklinde seni görmeyi seviyorum.
Her bana baktığında
O kadar çok seviyorum ki seni sevmeyi
Yalnızca sen olduğun için hayatımda
Kendimi bile seviyorum
Sen olunca aklımda.
Kalbimi seviyorum seni seviyor diye
Gözlerimi seviyorum seni görüyor diye.
Ruhumu seviyorum, seni ruhuna
Bu kadar yakın diye.
Varlığımı seviyorum,
Sırf sana borçlu olduğum için
Mutluğumu seviyorum.
Gülümsememi seviyorum seni düşününce
Ayakta kalışımı seviyorum sebebi sen olunca
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Ben sana olan sevgimi yazan
Kalemimi seviyorum.
Senin adını yazdığım kağıdı seviyorum.
Sana olan sevgime benzettiğim
Her sevgiyi seviyorum.
Bana seni hatırlatan herşeyi
Sana giden yolları seviyorum.
O kadar çok seviyorum ki seni
Seni kaybetmek korkusunu bile,
İçinde yalnızca, sen olduğun için
Sana karşı duyduğum bir duygu olduğu için
Korkumun sebebinde sen olduğun için seviyorum.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Yine de korkmuyorum seni sevmekten.
Seni seviyorum.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Ağustos 2006       Mesaj #178
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Seni ilk gördüğüm gün başka kim varsa silinip gitti hayatımdan. Tatlı anılar bir yana, hangi olay varsa zihnimden silindi. Yepyeni, tertemiz bir başlangıçtı bu. Çıplağım, karşında arınmış durumdayım. Yaşamın iki yüzlülüğünü, yalancılığını, ihanetlerini, kalleşliklerini soyunup karşına en saf, en yalın benliğimle çıktım.
Sana ait olanı yaşamak istiyorum ben. Aşksa aşk, sevinçse sevinç, hüzünse hüzün, acıysa acı... Senden gelen hiçbir şey korkutmuyor beni. Sen yanımda olduktan sonra her şeye dayanabileceğimi biliyorum. Gözlerindeki derin uçurumlarda bir dağcı edasıyla gezinmek mutlu ediyor beni. Seni her gün yeniden keşfediyorum. Bu keşifte yolumu kaybetmeme imkan yok. Pusulamda rehberimde sensin. Karanlık yollarda ışığımda sensin.
Demet demet çiçek oluyorsun. Ben o çiçek tarlasının acemi bahçıvanı, birini koklasam diğerinin hatırı kalır diye üzülüyorum. Neyse ki her gün yeniden açıyorsun. Ve ben o renk renk çiçekleri bir daha koklama şansına sahip oluyorum.
Ne desem de sevda mı anlatsam diye düşünüyorum. Bu güne kadar söylenmiş en güzel sevda sözcükleri bile sana duyduğum aşkı ifade edemeyecek diye korkuyorum. Dünyanın bütün dilleriyle “Seni Seviyorum” desem yetmeyecek biliyorum.
Bana dokunduğunda tatlı bir ürperti kaplıyor bedenimi. Hafif bir meltem nasıl gıdıklarsa insanın vücudunu öyle oluyorum işte. Ama senin dokunuşların bu dünyadan uzaklaştırıyor beni. Kendimi lacivert bir okyanusun ortasında buluyorum. İçimdeki sonsuzluk duygusu büyüyor. Hiç bitmesin istiyorum dokunuşların.
Nereye gidersem gideyim yanımda götürüyorum seni. Hiç yalnız değilim bu yüzden.Ne gecelerim sensiz geçiyor, ne gündüzlerim. Yaptığım her şeyde, attığım her adımda mutlaka sen de varsın.
Özlemek aşkın yaramaz çocuğu. Ben o çocuğu bile uslandırdım artık. Özlenen sensin çünkü.
Sen benim için bu dünyada özlenmeye değer tek şeysin. Karşıma nasıl çıktığının önemi yok.Biz buna hayatın sürprizi diyelim.
Hani bir piyango bileti alır cüzdanında unutursun da haftalar sonra hatırlayıp listeye baktığında ikramiye kazandığını görür, sevinirsin ya...

İşte Sen Benim Hayatımın Büyük İkramiyesisin !


Sevcan Yıldırım
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Ağustos 2006       Mesaj #179
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Uyku tutmuyor geceleri sen yoksun yanımda. Şöyle bir maziye bakıyorum. Ne güzel günler yaşamışız beraber. Ama şimdi sen gittin uzaklara yoksun yanımda. Hatırlar mısın? İlk buluşmamızı, ilk bakışmamızı.İlk seni seviyorum deyişini. Elbette hatırlarsın sende benim gibi.Hiç unutamıyorum ki. İlk günden beri seviyordum seni ve en sonunda sen benim hayatımdaydın. Evet ama şimdi neden yoksun. Sıcaklığın, kokun, birlikte sabah uyanmalarımız bile çok güzeldi. Neden gittin sanki. Beni buralarda bırakıp neden gittin. Ama beni duymuyorsun. Ben her zaman ki gibi geceleri yine yalnız, yine mutsuz ama hep umutla bekleyerek geçiriyorum. Belki dönersin, belki bana tekrar o sıcacık gülümseyişinle gülersin diye. Belki tekrar bana sarılıp, benimle uyursun diye. Geceler çekilmez oldu sen gidince. İçimdeki tüm çiçekler soldu seni görmeyince. Keşke yanında olabilseydim. Çok denedim gelmeyi, çok istedim.

Yapamadım. Başaramadım. Off. Neden yoksun sanki şimdi. Geceleri içtiğim sigaraların haddi hesabı yok biliyor musun? Bilmiyorsun.Bilseydin çok kızardın zaten. Seni sensiz yaşamak en kötü şeymiş. Hep bekliyorum seni buluştuğumuz yerde. Yine gelmiyorsun. Yine ellerim boş, başım öne eğik eve dönüyorum. Ayrılalı beş yıl bitiyor. Ama bu beş yılı bir de bana sor.

Aramızda aşılması güç yollar var. İçimde tarifsiz fırtınalar. Neydi beni sana bağlayan. Gözlerin miydi. Belki de gülüşündü. Ama en beni sana bağlayan neydi? Biliyor musun? En zor anlarda bile bana hala düşkün oluşun, en kötü anlarda bile beni kırmadan, bana o güzel gözlerinle gülüşün, beni çok sevişindi beni sana bağlayan. Akşamları ellerinde çiçeklerle dönerdin eve.

Herkes imrenirdi sevgimize. Ben sana kapıyı açtığımda iki buse kondururdun yanaklarıma ve beraber yemek yedikten sonra T.V. izlerdik. Bazen canımız sıkılırdı, gecenin üçü beşi fark etmez sokaklarda dolaşır, parklarda otururduk. O anda ikimizde bambaşka insanlar oluverir evimiz olduğunu, hatta evli olduğumuzu unutur ve sanki flört ediyormuşuz gibi davranırdık.Birden içimizi korku kaplar ve sanki eve geç kaldığımızı hissederdik ve o anda aklımıza gelirdi evli olduğumuz. Kimseye hesap vermek zorunda olmadığımızın farkına varırdık. Bazen sokaklarda bağıra çağıra şarkı söylerdik. Şimdi düşünüyorum da ne güzel günlerimiz varmış seninle. Kızımızın doğduğu günü hatırlar mısın? Doğum hane kapılarında beklediğin o günü. Koşarcasına gelmiştin odaya. Önce beni sonra kızını öpmüştün. İçimi karanlıklar basıyor.

Her gün biraz daha özlüyorum seni ama sen gelmiyorsun. Buluştuğumuz yerden dönerken ağlıyorum. İnsanlar neden ağlıyor acaba deli mi? Diye bakıyorlar.

Deli değil, aşığım diyorum içimden. Onlar beni duymuyorlar. Gittin gideli değişen bir şey yok buralarda. Sadece kızımız büyüdü.Beni hiç sorma. Çünkü gittiğinden beri yıkık dökük bir ben var burada. Ama kızımız için ayakta durmam gerekiyor biliyorum. Senden kalan tek varlık benim için o şu anda.

Çok değerli. Dünyanın tüm hazineleri bir yana o bir yana. Bu sene okula başlayacak. Keşke görebilseydin. Çok yaramaz oldu. Belki de senin yokluğundandır. Baba özlemiyle yanıp tutuşmasındandır.

Resimlerine bakıyoruz kızımızla. Çok beğeniyor seni. Hep seni soruyor bana.
Neden yok diyor. Neden gelmiyor? beni sevmiyor? mu diyor. Boğazım düğümleniyor. Konuşamıyorum.Anlatamıyorum. Sadece kızımızı bağrıma basıp ağlıyorum.

Dönülmez yerlerdesin sevgilim. Mezarının başına gelemiyorum. Ama sanma ki seni unutuyorum. Sensiz günlerim mi? geçiyor. Hayır. Evimizin her yanında seni görüyorum. Seninle geçiyorum her bir dakikayı. Her nefes alışımı. Rahat uyu sevdiğim. Seni hala ilk günkü gibi aynı, heyecan ve sevgiyle hatta gün be gün artan bir sevgiyle seviyorum. Ama sen yoksun şimdi. İçimi karanlıklar basıyor. Ruhun daralıyor seni görmeyince. Hayata küskünüm. Senin gittiğin o uğursuz günden bu yana geçen beş sene süresince. Ama seni aldatmadım evlenmedim. Sadece sana bağlı kaldım. Kızımıza adadım kendimi. Sende böyle yapacaktın eminim. Kızımızın ayakları üstünde durmasını sağlayacaktın. Sen rahat uyu sevdiğim. Buluşacağımız günü sabırsızlıkla bekliyorum. Ve SENİ HALA ÇOK SEVİYORUM!...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Ağustos 2006       Mesaj #180
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Sustum...

Tam sevdamı haykıracaktım ki
O sana has an geldi...
Sustum.


Tam sevdamın üstüne yüreğimi
Zaptetmeyip salacaktım ki
Ne yüreğim ne sevdam
Bende değil...

Yine Sustum.


Dostlar “haydi tam sırası haykır” dediler
Düşündüm uzun süre..
Şimdi kendi rızamla...


Sustum.