Arama

Dua Ufku - Sayfa 9

Güncelleme: 21 Aralık 2017 Gösterim: 163.050 Cevap: 212
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
29 Nisan 2006       Mesaj #81
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalıdır?

Sponsorlu Bağlantılar
Sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalı?
CEVAP
Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir. (Çalışmadan dua eden, silahsız savaşa giden gibidir) hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Her zorluğun bir kolaylığı vardır) buyuruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale bulmalıdır. (Sabır kurtuluşun anahtarıdır) sözüne uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır.

Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız, rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İstiğfara devam edeni, Hak teâlâ, her türlü sıkıntı ve üzüntüden uzaklaştırır, geçim darlığından da kurtarır, ferahlığa çıkarır, ummadığı yerden rızka kavuşturur.) [Nesai]

(Her gün sabah akşam yedi kere, "Hasbiyallahü la ilahe illa hü aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim" okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur.) [İbni Sünni]

(La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hakim]

(Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

(Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekil” deyiniz!) [İ. Merdeveyhi]
(Yasin okuyanın sıkıntısı gider.) [Deylemi]

(Lâ ilâhe illallah kable külli şey’in, Lâ ilâhe illallah ba’de külli şey’in, Lâ ilâhe illallah yebka Rabbünâ ve yefni küllü şey’in diyen sıkıntıdan kurtulur.) [Taberani]

(Cuma namazından sonra, İhlâs, Felak ve Nas’ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [İ.Sünni]

(Sıkıntı için şu duayı okuyun: La ilahe illallahülazim-ül-halim la ilahe illallahü Rabbül-Arş-ilazim la ilahe illallahü Rabbüs-semavati ve Rabbül-Erdi Rabbül Arşil-kerim.) [Müslim]

(Sıkıntıya düşen 7 defa Allah, Allahü Rabbi, lâ üşrikü bihi şey’a desin!) [Nesai]
(Sıkıntı için, “Allah, Allah Rabbünâ lâ şerikeleh” deyin!) [Beyheki]
Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde etmelidir. (Nur-ül-izah)

(Bismillâhirrahmânirrahim ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azim) okumak, sinir hastalığına ve bütün sıkıntılara iyi gelir.

İmam-ı Cafer hazretlerinin sıkıntıya düşünce, okuyup, sıkıntıdan kurtulduğu dua şöyledir:
(Yâ uddeti ınde şiddeti, ve yâ gavsi ınde kürbeti! Ührüsni bi-aynikelleti lâ tenâmü vekfini birüknike ellezi lâ yürâmü) Anlamı şöyledir: Güçlükte desteğim, sıkıntıda imdâdıma yetişen, her an görüp gözeten Rabbim, beni muhafaza et, sonsuz kudretinle, bana yardım eyle!

Cepte altın taşımak da sıkıntı için faydalıdır. Sadaka vermek ve 70 kere (Estağfirullah min külli mâ kerihallah) demek, sıkıntıları giderir. Bu istiğfarın anlamı, “Ya rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru” demektir. Sıkıntı için şunlara da riayet edilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sıkıntıları sadaka ile önleyin.) [Deylemi]
(Tarak kullanmak, sıkıntıyı giderir.) [Deylemi]
(Güzel koku ve temiz elbise sıkıntıyı azaltır.) [Bostan]
(Abdestten artan suyu içmek sıkıntıyı giderir.) [Deylemi]
(Akik yüzük sıkıntıyı giderir.) [Ukayli]
(Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider.) [İ. Ahmed]
(Sıkıntıda duam kabul olsun diyen, genişlikte çok dua etsin.) [Tirmizi]
(En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi]

Hayatı türlü rezillikler, günahlar içinde geçmiş biriyim. Tevbe ettim. Ancak iş işten geçti. İşimi kaybettim, gizli gizli işlediğim bu rezilliklerin aşikâr olması sebebiyle insanlara karşı rezil oldum. Kahroluyorum. Bu sıkıntı hiç geçmiyor. Birisinin tavsiyesiyle sizin sitedeki bilgileri okumaya, namazımı düzenli kılmaya başladım. Dualar ediyorum. Ama bu üzüntülerin rezilliğin acısının her dakika sanki artarak beni boğduğunu hissediyorum. Bana ne olur bir ümit, bir teselli yolu gösterin, yoksa zaten kaybettiğim kişiliğimi belki de hepten kaybedeceğim.
CEVAP
Birincisi bulunduğunuz çevreyi değiştirin. İkincisi, tevbe eden hiç günah işlememiş gibi olur. İşlenilen günahlara üzülmek güzel şeydir ama tevbe edip bir daha yapmadıktan sonra, bu yüzden kendini bunalıma sokmak uygun değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
(Tevbe eden günah işlememiş gibi olur.) [İ.Mace]

Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever.) [Bekara 222]
(Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin.) [Bekara 45]
(Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]

([Doğru kılınan] Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten, günahtan] alıkoyar) [Ankebut 45]

Demek ki sizin yapacağınız şey, namazı doğru kılmaktır. Namaz doğru kılınırsa bütün sıkıntıları yok eder. Hâşâ Allah yalan söylemez. Bu âyetleri düşünerek namazı doğru kılmaya çalışın, rahatlarsınız.
Sıkıntılar için ekte [yukarıda] bildirilenlere de riayet edilirse elbette daha iyi olur.
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
30 Nisan 2006       Mesaj #82
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
DUAYI EMREDEN Cenab-ı Hak, duanın bir kısım adabını da bildirir. Kur’an’ın ayetlerinden anladığımız kadarıyla, dua ederken dikkat etmemiz gereken bazı durumları şöylece sıralayabiliriz:

Sponsorlu Bağlantılar


1. “Allah’a korku ve ümitle dua ediniz.” (A’raf, 56) Yani, reddolunmasından korkar, kabulünü ümit eder bir şekilde isteyiniz.

“Beyne’l-havf ve’r-reca” yani korku ve ümit arasında olmak kişinin manevî hayatı için son derece önemlidir. Elmalılı Hamdi Yazır’ın ifadesiyle, “bu iki hâl, insanın seyr u sülûkunda iki kanat gibidir.” Tek kanatlı kuş uçamadığı gibi, sadece korku veya sadece ümit kanadıyla hareket edenler de, kemâlat semasına doğru uçamazlar.
Allah’ın celal ve azametini düşünmek, insana lezzetli bir korku verir. Annesinin merhametli tokadından korkup yine annesinin şefkatli sinesine sığınan çocuk gibi, Allahtan korkan insan O’na iltica eder. Allahın cemâl ve rahmetini düşünmek ise, insanı ümit içinde yaşatır.


2. “Rabbinize tazarru ile ve gizlice dua edin. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 55)

Yani, yalvara yakara, samimi bir şekilde, bütün benliğiniz ile O’na yönelin, O’ndan isteyin. Başkalarına da duyurmayın ki, nefsin hissesi karışmasın.
Tazarru hali, insanın kendini duaya tam vermesini ifade eder. Bunu, duaya tam konsantre olmak şeklinde anlayabiliriz. İnsan bazı dualarında bu hâli yaşar. Bütün hisleri uyanmış, bütün latifeleri hüşyar bir şekilde yalvarır. Böyle bir durumda, istediği şeyleri ruhunun en derinlerinden gelen bir iştiyakla ister. Bu şekilde yapılan dualar, genelde kabul edilir.

Bunun zıddı ise, tam bir gaflet göstergesi olur.Hz. Peygamberin ifadesiyle, “gafil, boş bir kalbin duasını Allah kabul etmez.” (Tirmizi, Daavât, 65)
Duada haddi aşmak ise, sesi fazla yükseltmek, olmayacak şeyleri istemek gibi durumlardır. Mesela, kişinin “Allahım beni peygamber yap!” veya “Allahım, beni bu dünyada ölümsüz kıl!” demesi, muhali talepten başka bir şey değildir.


3. “Allahın Esmaü’l- Hüsnası vardır. Onlarla dua ediniz. (A’raf, 180)
“Esmaü’l- Hüsna” “en güzel isimler” anlamına gelir. Yüce Allah, kendi kemaline ünvan olan nice isimlere sahiptir. Bunlar bir rivayette 99, bir başka rivayette 1001 olarak ifade edilmektedir.

Mesela, Besmelede “Allah, Rahman, Rahim” isimlerini, en son sure olan Nas suresinde
- İnsanların Rabbi
- İnsanların Meliki
- İnsanların İlahı isimlerini görürüz.

Kur’anın tamamında bu ilahî isimlere sıkça yer verilmektedir.
Malûmdur ki, bir kimse pek çok ünvanlara sahip olabilir. Mesela, güzel yazı yazmasıyla hattat, güzel resim yapmasıyla ressam, yaptığı binalarla mimar ünvanını alır ve o ünvanlarla bilinir. Öyle de, Cenab-ı Hak yaratmasıyla Halık, şekil vermesiyle Musavir, rızık vermesiyle Rezzak şifa vermesiyle Şâfi’dir…
İnsan, Allah’a yalvarırken, istediği şeye uygun olan İlahî ünvanı söylemesi uygun olur. Mesela, günahlarımızın affını isterken “Ya Gaffar” ayıplarımızın örtülmesini isterken “Ya Settar” ismini söyleriz.

Keza, belaların defini isterken “Ya Dafia’l-beliyyat” (ey belaları def eden), ihtiyaçlarımızın karşılanmasını isterken “Ya Kadıya’l- Hâcât” (ey ihtiyaçları veren) ünvanını söyleriz.

Rızık isterken O’nun Rezzak ismini anar, maddi manevi hastalıklarımız için O’nun Şafi isminden meded umarız.
İnsanlığa en güzel örnek olarak gönderilen Hz. Peygamber, dualarında sadece “Ya Rabbi, Allahım” demez, binbir isimle Allah’a yalvarırdı. Mesela, şu duasına bakalım:
“Ey kalpleri çeviren Allahım. Kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Müslim, Kader, 17)



4. “O Allah Hayy’dır. Ondan başka ilah yoktur. O halde, dini yalnız O’na has kılarak, halis bir şekilde O’na dua edin!” (Mü’min, 65)
İhlas, dinin en mühim esaslarından biridir. Yapılan bir şeyin sadece Allah için yapılmasını ifade eder. İhlasın zıddı, riyadır, gösteriştir. Sözgelimi, bir din görevlisi insanların önünde dua ederken coşkuyla istese, fakat yalnız dua ettiğinde sönükleşse, ihlastan uzaklaşmış olur.



5. “Allahın lütfundan isteyin!” (Nisa, 32)


Yani, başkalarına verilen servet-makam- ilim gibi şeylere bakıp ta, kıskançlıkla “bu niye ona verildi? Aslında bana verilmeliydi. Ben buna daha layıkım” demeyiniz. Çünkü, belki de onun size verilmemesi hakkınızda daha hayırlıdır. Dolayısıyla siz Rabbinize yöneliniz, O’nun lütuf ve kereminden isteyiniz. O, hakkınızda hayırlı olanı elbette bilir, ona göre verir. O’nun rahmet hazineleri ne biter, ne de tükenir.
Bu meselede, şu esasları göz önünde bulundurmak lazımdır:

- Mülk Allahındır. O, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsana düşen, verilmeyene göz dikmek değil, verilene şükretmektir.

- İnsan eğer şükretse, Allah daha fazla verecektir. Çünkü, tekitli bir şekilde şöyle demektedir:
“Eğer şükrederseniz, gerçekten artırırım.” (İbrahim, 7)


- Hayır zannettiğimiz şer, şer zannetiğimiz hayır olabilir. Kur’an şöyle bildirir:

“Bir şey hoşunuza gitmezken sizin için hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şey de şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)


Mesela, insan hırs ile mal ister. Fakat Karun gibi bunu kibir ve gurura vesile yapacaksa, ona verilmemesi hayırlı olur. Veya insan ısrarla ilim ister. Fakat ilmiyle dalalete sapacaksa, verilmemesi rahmet olur. Onun için, Allahtan birşey isterken “Allahım, senin lütfundan isterim. Eğer bu istediğim hayırlıysa ver. Değilse, hakkımda hayırlı olanı nasip et!” demeli ve Allaha tam tevekkül etmelidir. - Allah mutlak adalet sahibidir. Zulümden münezzehtir. Elbette kimin neye layık olduğunu bilir ve ona göre verir.
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #83
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GüNüN DuaSı


Sorgusuz sualsiz yaşanan bir hayatın sonunun geldiğini hissettiğine mi ağlıyordu genç kız,yoksa yüzlerce sorunun bitmeyen cevapları,bitmeyen soruların yüzlerce cevapları mı ağır gelmişti yüreğine?Soğuk ve yağmurlu bir Aralık akşamı,gözyaşları,yağmurun caddeleri ıslattığından daha fazla ıslatıyordu yüreğine.O gece düşünmeden,sadece tek kudret sahibinin Allah olduğuna' inanarak' bindi arabasına.Ne şiddetli yağmurun önünü görmesine mani olduğunu önemsiyordu,ne de bu tehlikenin onu ölüme götürebilme ihtimalini.O gece ilk defa ölmek ihtimali nefes almak kadar kolay gelmişti ona.Korkusuzdu ölüme karsı çünkü ölüm ne kadar da basit kalıyordu.Boşuna değildi bu gözyaşları.Zira geçmişindeki sekiz-dokuz ay hakikat yüklenmiş,genç kızın kapısına kadar getirmişlerdi.Rabbi 'birisini' vesile kılmak istemiş,o zatsa sanki kendisinin vesile olduğunu bilir gibi aylarca Hakkı anlatmaya devam etmişti yılmadan.Genç kız aylar boyunca kendisine Allah rızası için yardım elini uzatana kızıp bağırsa da,aylar sonra' Allah razı olsun' diyordu işte kalbinin en derininden.Vicdan nefis savaşı uzun sürdü.Nice önyargıya,temelsiz bilgiye,ve kalıplaşmış fikirlere karşı verdiği savaştan yorgun düşmüştü o gece yüreği.Her sorunun cevabının verilmeyeceğini zannederken,soru bitiyor lakin cevap bitmiyordu.Yorgundu çünkü adını daha tam koyamadığı bir his onu Hakka çağırıyordu.İçinde bir yer sızlıyordu ve bunu dindiremiyordu.Yorgundu çünkü öğrendiği her hakikat,yapılanlara bağdaşmıyordu.Herkes Allah'a inanmaktaydı,fakat garip bir şekilde O'na karşı sorumluluk duymaktan gafildi yürekler.Yorgundu çünkü aylardır vicdanı ile savaş veriyordu.Nefsinin aldığı kılıç darbelerinin nedeniydi cehaletti.Nefsine olan cehaleti,Rabbini bilmesini engelliyordu.Gözünde yaş,kalbinde dua ile bindi arabasına.Yol yaş,kalp yaş,göz yaş ilerliyordu.Bir kız çocuğunun süslü bir bebeği istemesi kadar istiyordu hak olanı.Belki ömrü boyunca bir daha yaşayamayacağı kadar açık kalp ile soruyordu' NE DİNDİRİR YÜREĞİMDEKİ BU ACIYI?'diye...Orta okul yıllarına döndü birden.Bir gece çok korkmuştu teyzesinin evinde.Karanlık odada tek başına uyumak ürkütmüştü onu.Hala zifiri karanlıkta uyuyamazdı zaten.Gecenin bir yarısında uyandırdığı teyzesi dua etmesini söylemişti ona.Kalbi göğsünden fırlayacak gibi korkuyla atarken okumuştu ihlas suresi'ni ellerini açarak Allah'a.Ne dediğinden habersiz,o yaşından beri gece dua ederdi Rabbine.Simdi neyi bekliyorum düşündü bir an. Şimdi dua zamanı olmalıydı.Açık ve basitti her şey.Sıra yok,beklemek yok,düşünmek yok.Dilemek var,istemek var,ummak var.Elleri direksiyonda,kalbi el açmış Allah'a,diledi genç kız. "Allah'ım" dedi,bana hak olanı göster' bana hak olan ne ise onu göster.'Okulların tatil için ettiği kar duası kadar hızlı alacağının zannetmiyordu duasının cevabını.Ama merhametlilerin Merhametlisi bir nur yolladı kulunun ruhuna.Kalbine doğan nur,sanki genç kızın dilinden dökülecek birkaç kelimeyi bekliyordu konmak için.Gece' gündüz'e döndüğünde iki kelimelik ilahi bir emir ile aşıyordu genç kız yolları:NAMAZ KIL...Tek hatırladığı hakkı dilediği ve karşılığında kalbine işlenmiş bir namaz emriydi genç kızın.Arabasından indiğinde yapması gerekeni adi gibi biliyordu.Onun seçmek ve üzerinde fikir yürütmek gibi bil lüksü kalmamıştı.Çünkü bir an için daha olsa açılan bir kalp,karşısında dünya dahi dursa vazgeçecek değildi.Genç kız dilemişti ve cevabını kesin olarak almıştı.Yağmurlu bir Aralık gecesi manevi bir secde ile sonlamıştı...RABBİM! SİZLERİNDE HAYIR DOLU DUALARINIZI İNŞALLAH KABUL EYLESİN.HAYIRDAN VE DOĞRUDAN VEDE SECDEDEN İNŞALLAH AYIRMASIN BİZLERİ.NE SİZİ SEVDİKLERİNİZDEN, NEDE İNŞAALAH SEVDİKLERİNİZİ SİZDEN AYIRMASIN.AMİN.
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #84
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Duanın Dinimizdeki Yeri

Duanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Dua, Allah’a yalvararak muradını istemektir. Allahü teâlâ, dua edeni sever, dua etmeyene gazap eder. Dua müminin silahı, dinin temel direklerinden biridir. Yerleri, gökleri aydınlatan nurdur. Dua, gelmiş olan belaları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mani olur. Allahü teâlâ, (Bana halis kalb ile dua ediniz! Böyle duaları kabul ederim) buyurdu. Bunun için, dua etmek, namaz, oruç gibi ibadettir. Yine (Bana ibadet yapmak istemeyenleri, zelil ve hakir yapar, Cehenneme atarım) buyuruyor. (Mümin 60)

Allahü teâlâ, herşeyi sebep ile yaratmakta, nimetlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def için ve faydalı şeyleri vermek için de, dua etmeyi sebep yapmıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Dua, ibadetin aslı ve özüdür. Allah katında duadan makbul bir şey yoktur. Dua 70 türlü kazayı önler. Ömrün bereketini artırır.) [Tirmizi]
(Dua eden, üç şeyden hali değildir: Ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, Yahut ahirette mükâfatını bulur.) [Deylemi]
(Rabbiniz, elbette haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp bir şey istedikleri zaman, onların ellerini boş çevirmekten haya eder.) [Ebu Davud]
(Dua, müminin silahıdır.) [İbni Ebiddünya]
(Allahü teâlâ dua etmeyene gazap eder.) [İ. Mace]
(Dua belayı önler.) [Deylemi]

Duanın yapılması mukadderata bağlıdır. Takdirde dua varsa elbette yapılır. Duanın belayı önlemesi kaza ve kaderdendir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur.) [Şir’a]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dua, kazayı, belayı defeder. Hadis-i şerifte (Kaza, ancak ve yalnız dua ile durdurulur) buyuruldu. (Tirmizi)

Allahü teâlâ, dua edenleri, sıhhat ve selamet isteyenleri sever.
Dua edip de duası kabul edilmeyenlere, kıyamet günü Allahü teâlâ, (Bu senin falan zamanda ettiğin duadır. O duanın yerine sana şu sevapları veriyorum) buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki, o kimse, (Keşke dünyada hiç bir duam kabul olmasaydı da, bugün onların karşılıklarını görseydim) diyecektir. (T. Gafilin)

Duaya inanmayanlar
Bazıları, duaya inanmıyor, "Dua ile bir şey olmaz" diyorlar. Bunlara ne cevap verelim?
CEVAP
Duaya inanmayan kimseler, acaba Allah’a inanıyorlar mı? İnanmıyorlarsa, dua konusunda bir şey söylemek uygun olmaz. Eğer Allah’a inanıyorlarsa, duanın önemine de inanmaları gerekir. Çünkü Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ, (Dua edin, kabul edeyim) buyuruyor. (Mümin 60)

Şartlarına uygun edilen dua, kabul olur. Dua ile çok şeyler olur. Meşhur bir menkıbeyi bildirelim!
Horasanda hırsızlardan birkaçı kaçar. Hiratlı bir demirci, gece evine dönerken, zaptiyelerce yakınında yakalanan hırsızlarla beraber tutuklanarak hapsedilir. Demirci, zindanda namaz kılıp, (Ya Rabbi, bu işte suçum olmadığını, ancak sen bilirsin. Beni buradan, ancak sen kurtarırsın) diye dua eder. Adil bir vali olan Abdullah bin Tahir,o gece bir rüya görür. Kuvvetli dört kimsenin, tahtını, tersine çevirirken uyanır. Hemen abdest alıp, iki rekat namaz kılar. Tekrar uyur. Yine o dört kişi, tahtını yıkmak üzere iken uyanır. Kendisinde, bir mazlumun ahı bulunduğunu anlar, zindan müdürünü çağırtıp der ki:
- Zindanda bir mazlum mu var?
- Bilmem ama, biri, dua edip gözyaşı döküyor.
Dua eden mahkumu çağırıp halini sorunca mesele anlaşılır. Vali, özür dileyip der ki:
- Şu parayı al ve herhangi bir arzun, bir işin olunca da bana gel.
Demirci, minnetsiz konuşur:
- Hakkımı helal ettim, ancak ihtiyacımı görmek için gelmem.
- Niçin?
- Benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileğimi başkasına arzetmem kulluğa yakışır mı?
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #85
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Kayıp duası

Kaybolan, çalınan bir şeyi bulmak için, [her gün 25 kere] (Yâ câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fihi innallahe lâ yuhlif-ül mi’âd icma’ beyni ve beyne ......) duasını okumalı. Buluncaya kadar okumaya devam etmeli. Noktaların yerinde, kaybolan şeyin ismini söylemelidir. (İbni Âbidin)

Bir başka dua:
Bir şeyi kaybolan, çalınan kimse, her gün iki rekat namaz kılıp, selamdan sonra, (Allahümme yâ Hâdi ve yâ Râddeddâlleti, erdid aleyye dâlleti bi-izzetike ve sultânike fe-innehâ min fadlike ve atâike) okumalıdır. (Bostân-ül-ârifin)
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #86
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
--_--Bir demet Salâtü selam--_--

1. Salât-ı Tefriciye:
"Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ Seyyidinâ Muhammedinillezî tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukdâ bihil-havâicu ve tünâlü bihir-reğâibü ve hüsnül-havâtimi ve yusteskal ğamâmu bivechihil Kerîmi ve alâ âlihî ve sahbihi fî külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma'lûmin lek."

2.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammed

3.

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve enzilhül münzelel mukarrebe ındeke yevmel kıyâmeti.

4.

Allâhümme enzilhül mak'adel mukarrebe ındeke yevmel kıyâmeti.

5.

Allâhümme salli alennebiyyil ümmiyyi ve ezvâcihî ümmühâtil mü'minîne ve zürriyyetihî ve ehli beytihî kemâ salleyte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.

6.
Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve resûliken nebiyyil ümmiyyi.

7.
Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve resûlike ve salli alel mü'minîne vel mü'minâti vel müslimîne vel müslimât.

8.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin nebiyyi kemâ emertenâ en nusalliye aleyh,
Ve salli alâ seyyidinâ Muhammedinin nebiyyil ümmiyyi kemâ yenbeğî en yusalle aleyh,
Ve salli alâ seyyidinâ Muhammedinin nebiyyi biadedi men lem yusalli aleyh,
Ve salli alâ seyyidinâ Muhammedinin nebiyyi kemâ tuhibbü en yusalle aleyh.

9.
Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve resûlike ve alel mü'minîne vel mü'minât vel müslimîne vel müslimât.

10.
Allâhümme Rabbel hilli velharâm,
Ve Rabbel beledil harâm,
Ve Rabbel meş'aril harâm,
Bikülli âyetin enzeltehâ fî şehr-i Ramazan,
Belliğ rûha seyyidinâ Muhammedin, Minnî tahiyyeten ve selâmen.

11.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammedin vesellim.

12.
Allâhümme salli ve sellim alennebiyyin Muhammedin hattâ lâyebkâ min salâtike şey'ün,
Ve bârik alennebiyyin Muhammedin hattâ lâyebkâ min berekâtike şey'ün,
Verhaminnebiyye Muhammeden hattâ lâ yebkâ min rahmetike şey'ün.

13.
Bismillâhirrahmânirrahîm,
"İnnallâhe ve melâiketehû yüsallûne alennebiyyi; Yâ eyyühellezîne âmenû, sallû aleyhi ve sellimû teslîme."

Lebbeyk, Allâhümme ve se'adeyk salavâtullâhil berrir Rahîm, vel melâiketil mukarrabîn, vennebiyyin vessıddîkın veşşühedâi vessâlihîn.
Vemâ sebbaha leke şey'ün Yâ Rabbel âlemîn.
Alâ seyyidinâ Muhammed İbn-i Abdullah, Hatemennebiyyin ve Seyyidil mürselîn ve İmâmil müttekîn ve Resûl-i Rabbil âlemîn
Eşşâhidil beşîriddâî ileyke bi iznike essirâcil münîr ve aleyhisselâm ve eimmeti ehli beytihî rıdvânullâhi aleyhim ecmaîn.

14.
Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusülihi ve cemîi halkıhî alâ seyyidinâ Muhammed ve alâ âlihî ve aleyhisselâm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

15.
Sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve cezâhü annâ mâ hüve ehlühû.

16.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sellim ve eczihî annâ hayrel cezâi.

17.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve tekabbel şefâatehül kübrâ ve erfe'a derecetehül ulyâ ve âtihî sü'lehû fil âhireti vel ûlâ kemâ âteyte İbrâhîme ve Mûsâ.

18.
Allâhümmec'al salavâtike ve berekâtike ve rahmetike ve re'fetike ve mehabbetike alâ seyyidil mürselîne ve imâmil müttekîn ve kâidil ğurril muhaccelîn ve hâteminnebiyyin seyyidinâ Muhammedin abdike ve resûlike ve nebiyyike imâmilhayri ve kâidilhayri ve resûlirrahmeti.
Allâhümmebashü makâmen Mahmûdan yağbituhû bihil evvelûne vel âhirûne.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.

19.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve zürriyyetihî ve ehli beytihî ve ashârihi ve eşyâihî ve muhibbîhi ve ümmetihî ve aleynâ meahüm ecmaîn.

20.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin küllemâ zekerehüzzâkirûne ve ğafele an zikrihil ğâfilûn.

21.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin mil es semâvâti vel arzı ve mil el arşil azîm.

22.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin nebiyyil ümmiyyi ve alâ âlihî vesellim.

23.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin salâten tekûnü leke rızâen ve lihakkıhî edâen ve e'atihil vesîlete vel fazîlete vel makâmel Mahmûdellezî veadtehû veczihi annâ efdale mâ câzeyte nebiyyen an ümmetihi ve salli alâ cemîi ihvânihî minen nebiyyîne vesssâlihîne, birahmetike yâ ERHAMERRÂHİMÎN.

24.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ halakte,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ halakte,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede külli şey'in,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e külle şey'in,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ ahsâ kitâbüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ ahsâ kitâbüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi adede mâ ahâta bihî ılmüke,
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi mil'e mâ ahâta bihî ılmüke.

25.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin mutlakı cevâdil îmân, fî meydânil ihsân ve mürsile riyâhil keremi ilâ ravzıl cinâni ve alâ âli Muhammedin vesellim.

26.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin müferrikı firekıl küfri vettuğyâni ve müşettiti buğâti cüyûşil karîni veşşeytâni ve alâ âli Muhammedin vesellim.

27.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin sâhibil Ferki vel Furkân ve câmial vedkı ve menzilehû min semâil KUR'ÂN ve alâ âli Muhammedin vesellim.

28.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî arasâtil Kıyâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin hîne tekûmussâatü vettâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten muhallasaten anil melâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten mübelleğaten ilesselâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten fâizaten alâ ehlil kirâmeh,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî külli hînin ve ân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî külli zamânın ve mekân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin bikülli lisânın ve cenân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ınde zuhûri külli hikmetin ve beyân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin sâhibil kitâbil azîzi ve hâmilil Fürkân,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten câmiaten beyne kün ve kân,
Ve Salli Alâ cemîi ihvânihî minennebiyyîne vessıddîkîne veşşühedâi vessâlihîne ehlel kıbleti vel amân vel kitâbi vel mîzân. Yâ HANNÂN, Yâ MENNÂN. Vağfirli ümmeti Muhammedin habîbike ve nebiyyike alleyhissalâtü vesselâm.
Ve eskinhüm alel cinâni ve ahsin ileyhim yâ veliyyel ihsân ve edhilhüm, birahmetike firridâ verrıdvân, verrahmeti velğufrân ve eizhüm mineşşeytâni vennîrâni, birahmetike yâ ERHAMERRÂHİMÎN.

29.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten lâhikaten binûrihi,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten makrûneten bizikrihi ve mezkûrihi,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten câmiaten beyne ferahihi ve sürûrihi,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten muhîtaten bitûrihi ve sûrihi,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten münevvereten likulûbi eshâbi sudûrihi,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin salâten şârihaten limenkûrihi fî mestûrihi,
Ve Salli Alâ cemîi ihvânihî minel enbiyâi ve evliyâi biadedi ubûrihi ve mürûrihi beynel mâi ve tuhûrihi vennûri ve zuhûrihi ve elhik ve umûrihi, yâ ERHAMERRÂHİMÎN.

30.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin biadedi külli zerretin elfe elfe merreh.

31.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi veselleme filevvelîn,
Ve Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi veselleme filâhirîn,
Ve Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi veselleme filmelâil e'alâ ilâ Yevmiddîn.

32.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî evveli kelâminâ,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî evsatı kelâminâ,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin fî âhiri kelâminâ.

33.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve selleme adede mâ alimte,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve selleme zînete mâ alimte,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve selleme mil'e mâ alimte.

34.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihî vesellim. Biadedi mâ fî cemîil Kur'ân-ı harfen harfen,
Ve biadedi külli harfin elfen elfen.

35.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin mahtelefel melevâni ve teâkabel asarâni ve kerrerel cedîdâni vestakbelel ferğadâni ve belliğ rûhahü ve ervâha ehli beytihî,
Minnet tahiyyete vesselâm ve bârik ve sellim kesîrâ.

36.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin, bikülli dâin ve devâin,
Ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim teslîmen kesîrâ.

37.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin biadedi verakı hâzihil eşcâr,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin biadedi vürûdi vel envâr,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin biadedi katril emtâr,
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin biadedi remlil ğıfâr.

38.
Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin vesellim,
Salâten tüncînâ bihâ min cemîil ehvâli vel âfât ve takdîlenâ bihâ cemîal hâcât ve tutahhirunâ bihâ min cemîi zünûbisseyyiât ve terfeunâ bihâ (ındeke) e'alet derecât ve tübelliğunâ bihâ aksal ğayât, min cemîil hayrâti fil hayâti ve be'adel memât.

39.
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ RESÛLALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HABÎBALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HALÎLALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SAFÎYYALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ NECİYYALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HAYRE HALKİLLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MENİHTÂREHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MEN ZEYYENEHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MEN ERSELEHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MEN ŞERREFEHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MEN AZZEMEHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MEN KERREMEHULLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SEYYİDELMÜRSELÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ İMÂMELMÜTTEKÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HATEMENNEBİYYÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ ŞEFÎELMÜZNİBÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ RESÛLE RABBİL ÂLEMÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SEYYİDEL EVVELÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SEYYİDİL AHİRÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ KÂİDEL MÜRSELÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ ŞEFÎAL ÜMMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ AZÎMEL HİMMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HÂMİLE LİVÂİL HAMD
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SÂHİBE MAKÂMİL MAHMÛD
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SÊKİYEL HAVZIL MEVRÛD
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ EKSERENNÂSİ TEBEAN YEVMEL KIYÂMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SEYYİDİ VELEDİ ÂDEM
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ EKREMEL EVVELÎNE VEL AHİRÎN
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ BEŞÎR
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ NEZÎR
Essalâtü vesselâmü (aleyke) YÂ DÂİYELLÂHİ BİİZNİHÎ VESSİRÂCİL MÜNÎR
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ NEBİYYERRAHMETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ NEBBİYYETTEVBETİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MUKAFFİ ESSALÂTİ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ ÂKIB
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ HÂŞİR
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MUHTÂR
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ MÂHÎ
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ AHMED
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ SEYYİDİ MUHAMMED
Salavâtullâhi ve melâiketihî ve rüsülihî ve hameleti arşihî ve cemîi halkıhî aleyke
Ve alâ âlike ve eshâbike ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

40.
Essalâmü aleyke yâ imâmel haremeyn,
Essalâmü aleyke yâ imâmel hâfikeyn,
Essalâmü aleyke yâ Resûlessakaleyn,
Essalâmü aleyke yâ men filkevneyn ve şefîi men fiddêrayn,
Essalâmü aleyke yâ sâhibel kıbleteyn,
Essalâmü aleyke yâ nûral meşrikayn ve ziyâel mağribeyn,
Essalâmü aleyke yâ ceddessibtayni el Hasani vel Hüseyni,
Aleyke ve alâ itretike ve isretike ve evlâdike vehfâdike ve ezvâcike ve efvâcike ve hulefâike ve hulesâike ve eshâbike ve ehzâbike ve etbâike ve eşyâike
Selâmullâhi vel melâiketihi vennâsi ecmaîne ilâ yevmeddîn,
VELHAMDÜLLAHİ RABBİL ÂLEMÎN.

41.
Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ hüve ehlühû,
Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ tuhibbü ve terdâ lehû.

42.
Allâhümme salli alâ rûhi Muhammedin fil ervâh,
Ve salli alâ cesedi Muhammedin fil ecsâd,
Ve salli alâ kabri Muhammedin fil kubûr
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #87
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Soru: Bugün, dünyanın hemen her yanında, özellikle de müslümanların yaşadığı coğrafyada oluk oluk kan akıyor; mazlumların feryâd ü figânı ciğerleri dağlıyor; yanaklardan domur domur gözyaşı boşanıyor. Böyle içler acısı bir durum karşısında mü'minlere düşen vazifeler nelerdir?

Cevap: Maalesef, şimdilerde dünyanın dört bucağında kan seylâpları akıyor; dökülen gözyaşlarının haddi hesabı yok. Göklere yükselen âh u efgânı tartacak bir kantar mevcut değil yeryüzünde. En nezih milletlerin içinde bile kendilerine yer bulabilmiş zalimler insan haklarını çiğniyor, evrensel değerleri ayaklar altına alıyor ve âdeta mazlumlara kan kusturuyorlar. Dahası, uluslar arası arenada koca koca tiranlar, dünyanın kaderine hükmetme adına çeşit çeşit cinayetler işliyorlar. Ne masum insanların kanlarının dökülmesi, ne gözyaşlarının ceyhun olması, ne yüreklerin dağlanması, ne anaların ağlayıp dövünmesi ve ne de babaların bağırlarının yanması bu acımasız kimselerin merhamet hislerini harekete geçirmiyor, onları birazcık olsun insafa sevketmiyor. Vicdanı ölmemiş bir insanı ızdıraptan kıvrım kıvrım kıvrandıracak her türlü kötülük âdiyattanmış gibi işleniyor ve bir yönüyle yeryüzünde şu anda Firavunlar dönemi ölçüsünde bir zulüm sürüp gidiyor.
Kan Gölü Ne Zaman Kurudu ki!..
Bazı fikirlerini beğenmesem de Türkçe'yi güzel kullanması açısından takdir ettiğim “Tarih-i İstikbal” müellifi Celâl Nuri, kendisine “Her tarafta kan seylapları ve kan gölleri var?!.” denildiğinde, âdeta insanlığın tarihî sergüzeştini hülasâ etmiş ve “O seylaplar ne zaman durdu, o kan gölü hangi devirde kurudu ki? Beşer, birbirini öldürmekten ve birbirine zulmetmekten ne zaman vazgeçti ki!..” şeklinde mukâbelede bulunmuştur. Bu sözün, zulmün ve haksızlığın devamı bakımından bugün de geçerliliğini koruduğu âşikâr. Evet, Asr-ı Saâdet ve Osmanlı'nın belli bir dönemi gibi birkaç kısa zaman dilimi istisna edilecek olursa, dünyanın yüzü hiç gülmedi; Âdem Nebi'nin ilk oğullarından beri insanlar birbirlerini öldürmekten hiç vazgeçmedi ve yeryüzü kavgasız, kansız ve cinayetsiz günlere şahitlik edemedi. Bugün de, hemen her toplum içinde ve yüzlerce yerde benzer haksızlıklar irtikâp ediliyor ve aynı cinayetler işleniyor. Şu kadar var ki, bu zulümler bazı coğrafyalarda hadden efzun ve âdeta kızılca kıyamet bir harbin şiddetiyle devam ediyor.
Ne acıdır ki, bütün bu zulümlere “dur” diyebilecek dünya çapında muvazene unsuru bir güç mevcut olmadığından dolayı hiçbir şey zâlimleri hizaya getiremiyor. Evet, bugün devletler arasında denge unsuru olabilecek, bütün insanların haklarını koruyup kollayabilecek, zâlimlere hadlerini bildirip yeryüzünde hak ve adaleti temin edebilecek, herkesi gözünün içine baktıracak ve beşeri doğruya yönlendirecek bir devlet mevcut değil. Osmanlı, tarih sahnesinden silindiği andan itibaren koca bir bölgede huzurun bendi yıkıldı. O günden sonra hiç kimse hiçbir mazluma kanat geremedi, hiçbir düşkünün elinden tutamadı ve hiçbir azgına “yeter artık!” diyemedi. Felaketleri göğüsleyen, çığlıklara cevap veren ve hakkı tutup yükselten efsanevî ruhun sesi kesilince meydan zâlimlere, gaddarlara, hattarlara kaldı.
Nitekim, bugün, çağın zorbaları sürekli zulmediyor, kan döküyor ve kimseye de hesap vermiyorlar. Hatta döktükleri ve dökecekleri kanı masum göstermek ve cinayetlerine başka milletleri de ortak etmek için türlü türlü bahaneler uyduruyorlar. Kendileriyle aynı safta yer almayanlara gönül koyuyor, tavır alıyor, ambargo ilan ediyor, açık-kapalı tehditte bulunuyor ve yanlarına çekemediklerinin de hiç olmazsa seslerini kısıyorlar; kısıyor ve sonra da dünyanın gözünün içine baka baka tarihte emsali görülmemiş olan ve beşeri insanlığından utandıran kötülükleri ard arda sıralıyorlar. Dolayısıyla, günümüzde kimi yerde ayak bileğine dek, kimi yerde diz boyu ve kimi yerde de gırtlağa kadar zulüm irtikap ediliyor.
Zulme ve Zâlimlere Karşı...
İşte, böyle acı bir manzara karşısında muhakkak bütün mü'minlere bazı vazifeler düşmekte ve herkes kötülüklere engel olma hususunda cehd ü gayret gösterme sorumluluğuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz'in beyanları içerisinde bu vazife, dinin çirkin saydığı bir münkeri mümkünse elle defedivermek, şayet fiilî müdahale imkanı yoksa, kavl-i leyyin ve va'z u nasihatla, yani dil ile o kötülüğün önüne geçmek; dil ile önlemeye de imkan ve vasat müsait değilse, en azından onu hoş karşılamamak ve ona kalben taraftar olmamak gibi farklı şekillerde ve üç değişik seviyede eda edilmelidir. Zira, Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) “Sizden biriniz bir kötülük gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse, diliyle onun çirkin olduğunu söylesin ve kötülüğün önüne geçsin. Buna da gücü yetmezse, hiç olmazsa, o işin kötülüğünü vicdanında duyup müteessir olsun; çünkü bu sonuncusu, imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuştur.
Ne var ki, haksızlıklara karşı elle müdahale etme ve kuvveti, hakkı tutup kaldırmada kullanma meselesi ancak bir devletin yapabileceği bir iştir; üçüncü sınıf bir toplum olmaya rıza göstermeme, başkalarının güdümünde yaşamayı kabul etmeme ve güçlü bir millet olma kararlılığına vâbestedir. O iş, Merhum Mehmet Akif'in,
“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sînesinden zulmetin.”

sözleriyle ifade ettiği gibi, kendini bütün insanlığın ufkunu aydınlatmaya ve ihkâk-ı hakta bulunmaya adamış bir millet olmaya bağlıdır. Nasıl ki Osmanlı hükümdarı, “Bugün Hindistan'a emredersem yarın onu karşınızda bulursunuz!” dediği an “üzerine güneşin batmadığı imparatorluk” adıyla anılan koca bir devlet hemen hizaya gelmiştir; işte ancak öyle bir millet, zulümler karşısında “Yeter artık!” diyerek sesini yükseltebilir ve gaddarları hizaya getirebilir.
Denge Unsuru Bir Millet
Şayet, zulüm karşısındaki öyle bir notanız ve kötülüğe mani olmaya matuf ültimatomunuz –bağışlayın– havada kalacaksa, onu seslendirmenizin de bir anlamı yoktur. O vazife, güçlü ve kuvvetli bir devlet haline geleceğiniz ana kadar başvurmamanız gereken bir yoldur. Hem onun bir vakt-i merhûnu vardır ve o vakit geleceği âna kadar o mevzuda bir şey yapmanız mümkün değildir. Fakat, kadını erkeğiyle, genci ihtiyarıyla, idare edeni ve edileniyle milletin her ferdi kendi ülkesinin bir gün dünyadaki dengeler açısından hak ettiği konumu elde edecek, devletler muvazenesinde ibrelere yön verecek ve hakkın sesi-soluğu olacak bir devlet haline gelebilmesi için çalışıp çabalamalıdır. Bu hedef her inanmış insanın mefkûresi olmalıdır. Yanlış anlamalara ve garezli yorumlara meydan vermemek için şunu da ifade etmeliyim ki; bu sözlerimle idareden, rejimden, bir sistemi bir başka nizamla değiştirmekten bahsetmiyorum; devletimizin ve milletimizin büyüklüğe sıçramasını, diğer toplumlar nezdindeki tarihî itibar kredisine yaraşır bir hal almasını kastediyorum.
Gerçi, bu çok büyük bir iş, çok büyük bir proje ve gerçekleşmesi uzun zaman isteyen bir plandır; çünkü, insana müteveccih bir iştir ve Batılı bir düşünürün ifade ettiği gibi, insana yapılan yatırımlarda yüz seneyi nazar-ı itibara almak gerekmektedir. Şayet, sizin bu mevzudaki gayretleriniz inkıtasız, sistemli, çağa göre mâkul ve aynı zamanda çevreniz tarafından da destekleniyorsa, Allah'ın izni ve inayetiyle hak ve adaletin temsilcisi bir millet olmanız için yüz seneye ihtiyaç vardır. Belki, küreselleşen dünya ve gelişen telekomünikasyon şartları bunu biraz daha hızlandırabilir ve bir elli senede ülkeniz dünyada sözü dinlenen bir devlet haline gelebilir. Ne var ki, siz iki–üç neslin geçmesini göze almalı ve iki–üç nesil boyu dünyaya kendinizi anlatmalısınız. Anlatmalısınız ki, gerçekten sevgi ve barıştan başka bir şey düşünmediğinize dünya inansın; sizin kendi çıkarlarınız için yaşamadığınızı ve topyekün insanlığın saadetini düşündüğünüzü cümle âlem görsün, bilsin; onlarca yıl geçmesine rağmen bu çizginizde bir değişiklik olmadığına bütün insanlar şahit olsun ve herkes tereddüt etmeden size sırtını dönebilsin. İşte, ancak öyle bir konumda ve güven ortamında sözünüzü dinletebilir; ancak öyle bir denge unsuru olarak akan kanı durdurabilir ve ancak o zaman güç, kuvvet ve itibarınızı mazlumun âhını dindirmek için bir vesile kılarak ağlayanları güldürebilirsiniz.
Felaket Mağduru Çocuklar ve Onlara Uzanan Eller
Ayrıca, gücünüzün yettiği kadarıyla muhtaçların imdadına koşmanız ve onların ihtiyaçlarını karşılamanız da el ile ıslah demektir. Mesela, gönüllü kuruluşlar aracılığıyla Açe'ye gönderdiğiniz yardımlar hem bölge halkının bir ölçüde de olsa yaralarının sarılmasını sağlamış hem de onların gönüllerini bir kere daha fethetmiştir. Açe halkı sizden uzanan eli, Osmanlı döneminde yapılan yardımlara vesilelik eden ellerle yanyana koymuş; bugün sizin yaptığınız yardımla tarihte ecdâdınız tarafından yapılan yardımı birbirine katıp karıştırmış ve ikisini aynı kaynaktan beslenen iki cereyanın bir araya gelişi olarak değerlendirmiştir; sizin bağışlarınızın çehresinde Osmanlı'nın bir dönemde gönderdiği iâneyi de görüp yadetmiştir. Yine, Pakistan'daki deprem sonrasında Anadolu insanı adına imdada koşan gönüllü kuruluşlar, milletler arasında eşine az rastlanır bir sevgi ve dostluk havasında karşılanmış; fedakâr insanımızın dillere destan civanmertliği kardeş ülke halkına önemli bir inşirah vesilesi olmuştur. Öyle ki, her iki ülkenin en üst seviyeden idarecileri Türkiye'ye hususî minnet ve şükranlarını ifade etmişlerdir. Özellikle de oralarda açılan okullar insanlar için yeni bir ümit olmuştur ve çok ciddi bir ihtiyacı karşılamıştır.
Fiilî yardımın bir diğer yanı da şudur: Tsunami ve deprem gibi felaketlere maruz kalan ya da başka devletler tarafından işgal edilen ülkelerde çoluk–çocuk ortada kalıyor. Bazı teşkilatlar, o çocukları toplayıp kendi ülkelerine götürüyor, evlatlık edinip kendilerine benzetiyorlar. 1992 senesinde yine buradaydım. Bir dostumuz telefon etti; “Saraybosna'da katliam yapılıyor, her yanda soykırımlar cereyan ediyor, her gün yüzlerce insan öldürülüyor. Burada binlerce çocuk sahipsiz ve kimsesiz kaldı; şayet biz sahip çıkmazsak bunları başkaları alıp götürecek. Bazı çocukları Türkiye'ye getirebilir miyiz?” diyerek bu konudaki fikrimi sordu. O esnadaki halime şahit olan arkadaşlarımın anlattığına göre, bu sözleri duyunca toparlanıp ayağa kalkmak istemişim; fakat kalkamamışım, sandalyeye yığılıp kalmışım. O anki heyecanlarımla, “Yüz mü, bin mi, yüzbin mi, ne kadar bulursanız alıp götürün, Anadolu insanına emanet edin; birer-ikişer dağıtın evlere. Bu millet hem fedakâr hem de vefakârdır; hepsine bakarlar Allah'ın izniyle. Hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun, hiçbir çocuğun zâyî olmasına meydan vermeyin!.” dediğimi hatırlıyorum. Böyle bir teşebbüse ne kadar ihtiyaç oldu, kaç çocuk getirildi ve ne ölçüde bakıldı, bu ayrı bir mesele. Demek istediğim şu ki, fiilen yapılabilecek her ne varsa, onu mutlaka yapmalısınız; o çocuklar ülkemizde okutulacaksa okutmalı; kendi ülkelerinde okullar açıp en güzel şekilde yetişmelerini sağlamak mümkün olacaksa, o imkanı temin etmeli ama muhakkak darda kalmış insanlara sahip çıkmalısınız.
Dilsiz de Olmamalı, Üslûpsuz da!..
Şayet, gücünüz bir yere kadar yetti ve imkanlarınız tükendi ise, bu defa da, hiç olmazsa dilinizle kötülüğe ve zulme mani olmaya çalışmalısınız. Bazen bir televizyon ekranında, kimi zaman bir gazete köşesinde, bir başka sefer de bir İnternet sayfasında duygularınızı, düşüncelerinizi aktarmalı ve fırsatını yakaladığınız her platformda hakikati dile getirmelisiniz. Mesela, tatlı dille, yumuşak bir üslûpla ve bir art niyetinizin olmadığını bütün samimiyetinizle ortaya koymak suretiyle şöyle seslenmelisiniz:
Acaba bu mesele diplomasi yoluyla çözülemez mi? Problemleri daha insanî bir şekilde halletmek varken neden hep kaba kuvvete müracaat ediyorsunuz! Oysa ki, kuvvet çok defa akla, mantığa ve muhâkemeye rağmen işler; şiddet şiddete sebebiyet verir. Bir toplumun üzerine kinle gitmekle onlarda size karşı sevgi hislerini uyaramazsınız. Sevgi duygusunu tetikleme ve canlı tutma ancak sevgiden geçer. Hele bir de sevgiyle yaklaşın; bir kerecik de muhabbetle onların sinelerine akın; işte o zaman sizi nasıl kucaklayacaklarına bir bakın. Siz nefret ettikçe, onlardaki nefret hislerini de körüklüyorsunuz. Bugünkü muvakkat nefret hissi tarihî bir nefret heykeline dönüşüyor ve tarihin sayfalarına öyle aksediyor. Bu gidişle, arkadan gelen nesiller sizi demokrasi ve özgürlük havarileri olarak değil vatanlarını işgal eden zâlimler olarak lanetle anacaklar. Lanet, lanet doğurur; nefret nefreti besler, kin kine sebep olur, gayz gayzı netice verir ve bunlar şimdiye kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir problemi halletmemiştir. Ne olur, bir de insanlık, sevgi ve merhamet yolunu deneyin!
Evet, böyle bir ikazı hem devlet yetkilileri, hem sivil toplum örgütleri hem de toplumun bütün fertleri yapabilir ve yapmalıdır da.
Mevzumuza esas teşkil eden hadis-i şerifte, “münkere karşı kalben buğz etmek”, kötülüğü defetmenin üçüncü yolu ve imanın en zayıf mertebesi olarak nazara verilmektedir. Ne var ki, bunu, insanlara düşmanlık beslemek ve onlardan nefret etmek şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü, bir insana kin gütmek onu içine düştüğü fenalıktan vazgeçirmek için faydalı bir yol değildir. Öyleyse, bu sözden anlaşılması gereken husus, kötülüğe taraftar olmamak, ona karşı tavır belirlemek ve hem zulmedeni hem de zulme maruz kalanı ondan kurtarmaya çalışmaktır.
Bâri Dua Edelim!..
Zannediyorum, böyle bir maksadı gerçekleştirmenin en önemli vesilelerinden biri de duadır. Bu itibarla, şayet bir zulme şahit oluyor ve gadre uğrayan kimselere karşı gerçekten alâka duyuyorsanız, o zaman elle ve dille o kötülüğü engellemeye çalışmanın yanı sıra mutlaka Cenâb-ı Hakk'a teveccüh etmeli ve dua dua yalvarmalısınız. Eğer, oluk oluk akan kandan hakikaten müteessir oluyor, işittiğiniz hıçkırıkların gönlünüze bir kor gibi düştüğünü hissediyor ve ölen her insanla beraber siz de bir kez daha ölüyormuş gibi ızdırap çekiyorsanız, o halde kendi acz ve zaafınızın idraki içinde gücü her şeye yeten Kudreti Sonsuz'a yönelmeli ve O'na içinizi dökmelisiniz.
Evet, bir yönüyle, Allah'a sunacağımız ibadetler arasında duadan daha güçlü bir amel yoktur. Çünkü dua, Allah'ın varlığına, birliğine, hâzır ve nâzır olduğuna inanarak sebepler üstü bir taleple Cenâb-ı Hakk'a arz-ı halde bulunmaktır. Dua için ellerimizi açtığımızda, biliriz ki, bizim sesimizi işiten, kudret eli her şeye yetişen, bütün ihtiyaçlarımızı yerine getirmeye muktedir ve hadsiz düşmanlarımızı defetmeye kâdir bir Rabbimiz var.
İşte, bu iman ve inançla, Mevlâ-yı Müteâl'e dua etmeliyiz. Rahman ü Rahim'in dergâhında diz çökmeli; toprakları ellerinden alınan, yer üstü ve yer altı zenginliklerine el konulan, ırzları çiğnenen ve namusları pâyimal edilen müslümanları, her türlü mağduriyet, mazlumiyet ve mahkumiyetten halâs eylemesini O'ndan dilemeliyiz. Aynı zamanda, dünyanın dört bir yanında farklı bahaneler ileri sürerek insanları ezen ve cinayetler işleyen zâlimlerin hakkından gelmesini ve tuzaklarını kendi başlarına geçirmesini de yine O'ndan dilenmeliyiz.
Hazreti Nuh'un Duası
Söz gelmişken, bir hususa daha değinmek istiyorum: Hazreti Nuh, kavmini gece gündüz dine davet etmiş; bazen yüksek sesle kimi zaman da sessiz sedasız bir davetle onlara seslenmiş ve hidayete ermeleri için her yolu denemişti. Fakat, ne zaman onları hak ve hakikate çağırmışsa, onlar parmaklarıyla kulaklarını tıkamış, elbiseleriyle yüzlerini saklamış ve Seyyidina Nûh'un yüzüne bile bakmamışlardı. Sonunda Hazreti Nûh onlara beddua etmiş; “Rabbim, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlaksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler. Ya Rabbî beni, annemi, babamı ve evime mü'min olarak girenleri, erkek ve kadın bütün inananları affet. O zâlimleri ise, daha da beter, daha da perişan eyle!” (Nuh, 71/26-28) demişti. Bu beddua üzerine, Cenâb-ı Hak tufan göndermiş ve o kavmin altını üstüne getirmişti.
Hadis-i şeriflerde zikredildiğine göre, Allah Teala, kıyamet günü öncekileri ve sonrakileri bir alanda toplar. Güneş alçalır, insanları tahammül etmesi çok güç bir gam ve sıkıntı sarar. İnsanlar bir şefaatçi bulma ümidiyle Peygamberlerin kapılarını çalarlar. Nihayet, Hazreti Nuh'un huzuruna varır ve ondan da şefaat dilerler. Hazreti Nuh (aleyhisselam) ümmeti hakkındaki o bedduasını şefaat etmesine mani bir sütre gibi görür; “Benim bir tek duam vardı, onu da kavmimin aleyhine kullandım.” der; “Nefsim, nefsim” diye iç geçirir ve insanları Hazreti İbrahim'e yönlendirir.
Öyle inanıyorum ki, Hazreti Nuh gibi ulülazm (her türlü zorluğa rağmen vazifesini eksiksiz eda eden en büyük beş peygamberden) birinin Cenâb-ı Hak'tan, küçük dahi olsa bir işaret almadan öyle bir dua yapması mümkün değildir. O, kavminin kat'iyen inanmayacağı hususunda mutlaka ilahî bir işaret almış ve kalblerinin mühürlendiğinden kat'î emin olduğu o kimseler hakkında bedduada bulunmuştur. Dolayısıyla, onun ümmeti aleyhindeki duasının kendisini şefaat etmekten alıkoyacak bir hata olduğu düşünülemez. Fakat, ulülazm bir peygamberin kendisi hakkında öyle hüküm vermesi ve yaptığı işi kendi ufku itibarıyla hata kabul etmesi de yine mukarrebîne yakışan bir ruh yüceliğinin ifadesidir.
Allahım, Sana Havale Ediyorum!..
İşte, ne zaman zâlimlere beddua etmek aklıma gelse, hemen Hazreti Nuh'un inkisarını hatırlıyor, ürperiyor ve onları tel'in etmekten uzak duruyorum. En amansız şekilde düşmanlık yapanlar hakkında bile bedduada bulunmuyorum, kimseye lânet ve kahriye okumuyorum; onları Allah'a havale etmekle yetiniyorum. O havaleyi de yine İnsanlığın En Şefkatlisi'ne ittibâen yapıyorum. Nasıl ki, Allah Rasulü, “Allahümme aleyke bi-Ebî Cehl, Allahümme aleyke bi-Utbe, Allahümme aleyke bi-Şeybe...” deyip din düşmanlarını Allah'a havale etmiş ve bununla “Allah'ım Sen bilirsin, Sen ne dilersen onu yap!” demek istemiştir; ben de, havale etmeyi bile onlar hakkında önce Allah'tan hidayet temenni etme alternatifine bağlayarak dile getiriyorum. Döktükleri kanı, akıttıkları gözyaşlarını, işkence ettikleri insanları düşününce, “Hiç olmazsa mazlumlara bu kadarcık bir vefa!..” mülahazasıyla kendi üslubumu korumaya çalışarak şöyle diyorum:
“Allahım, eğer kan düşünen, kan konuşan, kan döken, yurt içinde ve yurt dışında kan seylâpları meydana getiren bu zâlimlerin, bu gaddarların ve bu hattarların hidayetlerini murad buyuruyorsan, en yakın zamanda bunların kalblerine hidayetini salıver; gönül kapılarını imana ve İslam'a aç. Şayet onlar Senin nurundan bütün bütün nasipsiz kimselerse, ey bizi insanlığa çağırmak için kitap indiren Allahım, ey bulutları harekete geçirip semanın bağrından rahmet boşaltarak kupkuru çölleri cennetlere çeviren Allahım, ey en güçlü orduları hezimete uğratan Allahım, din düşmanlarına bozgun yaşat; altlarını üstlerine getir, onları birbirlerine düşür, birliklerini paramparça eyle ve emellerine ulaştırma; zâlimlere karşı bize nusrette bulun, yardımını üzerimizden eksik eyleme!”
Bazen de, “Allahım, bize ve bütün müslümanlara yardımcı ol; hizlanımızı isteyenleri, rezil rüsvâ ve perişan olmamızı arzu edenleri, bu istikamette komplolar düzenleyenleri hüsrana uğrat! İki ellerini bir araya getirme, onları muvaffak eyleme!” diyorum.. diyorum ama her defasında bu duamı şarta bağlıyor; önce onlar hakkında bile hidayet duasında bulunuyorum. Sonra da, “Allahım, şayet onlar mahrum ve nasipsiz kimselerse, hiç olmazsa bizi onların zulümlerinden muhafaza buyur; üzerlerinde baskını artırdıkça artır; silahlarını başlarında parçala; ellerini ayaklarını birbirine dolaştır; kalemle tecavüz edenlerin kalemlerini kır; müslümanlara sövüp sayanların dillerini ebkem kıl.. zâlimleri gaye-i hayallerine ulaştırma ve onlara karşı bize yardımcı ol!..” şeklinde niyazımı seslendiriyorum.
Gönülden inanıyorum ki, mü'minler Allah Teâlâ'ya yürekten teveccüh etseler ve duaya yönelseler Cenab-ı Hak şu anki dengeleri alt üst edecek ve her zâlime haddini bildirecektir. Ne var ki, bugün O'nun bize yakınlığını ve dualarımıza icabet edeceğini düşünerek, hâzır ve nâzır birinin huzurunda olduğumuz mülâhazasıyla zevk ve temkini aynı anda hissederek Cenâb-ı Hakk'a arzıhâlde bulunduğumuzu ve en sâfiyâne, en hâlisâne bir kulluk tavrı olan duanın hakkını verdiğimizi söyleyemeyiz. Hatta, hacca giden insanların, duaların reddedilmediği o mukaddes yerlerde, Arafat'ta, Müzdelife'de, Mina'da yüreklerini çatlatırcasına, İslam dünyasının maruz kaldığı şu felaketlerden sıyrılması adına inlediğini iddia edemeyiz. Zannediyorum, yirmi tane içli, duygulu, dertli insan, orada üç-dört gün uykusunu terketse, başını yere koysa ve yalvarıp yakarsa, hatta birkaçının kalbi dursa, gerçekten yüreği çatlasa, Mevlâ-yı Müteâl o çatlamaya berikilerin başını patlatacak bir bomba tesiri lutfedecek ve inananların mazlumiyetine son verecektir. Fakat, öyle anlaşılıyor ki, müslümanlarda bu kadarcık olsun yürek yok; o mukaddes beldelerde bile Cenâb-ı Hakk'a tam teveccüh edilmiyor ve O'na gereğince yalvarılmıyor.
Gelin, Allah'a Yalvaralım!..
Bu açıdan, nazım geçse ve gücüm yetseydi, sesimi en ücra yerlere ulaşacak kadar yükseltir ve “Allah aşkına, gelin bir de duanın gücünü kullanalım; gönülden Allah'a yalvaralım!” derdim. Milletimizi ve bütün müslümanları Hakk'ın kapısında tazarru ve niyazda bulunmaya davet ederdim.
Evet, gelin şöyle altı ay, bir sene dişimizi sıkıp her gece teheccüde kalkalım. Kadın-erkek hepimiz önce gecenin zulmetini birkaç rek'at namazla aydınlatalım. Sonra da bütün samimiyetimizle dergâh-ı ilahîye el açalım; büyük-küçük acı ve ızdıraplarımızı, arzu ve isteklerimizi bir bir Cenâb-ı Hakk'a şerhedelim. Bizi gören, soluklarımızı duyan, içimizden geçenleri bilen ve iniltilerimizi değerlendiren her şeye Kâdir, her şeye Hâkim, istediğini istediği gibi yapan, yaptığı her şeyde farklı hikmetler gözeten Mevlâmızın varlığını düşünelim; O'nun merhameti, iradesi, meşieti sayesinde her şeyin üstesinden gelebileceğimiz inancıyla gerilip bir kez daha O'nun kapısının tokmağına dokunarak inleyelim..
Her birimiz önem verdiğimiz ve gönlümüze uygun bulduğumuz bir duayla başlayalım. Şâh-ı Nakşibend'in evrâd-ı kudsiyesi, Ahmed Rufaî hazretlerinin tazarruları, Abdülkadir Geylânî'nin kudsi virdleri ya da İmâm-ı Rabbânî, Hâce-i Ahrar, Ebu'l-Hasen Harakânî, Mevlâna Hâlid ve Hazreti Bediüzzaman gibi Hak dostlarının hususî niyazları ile Yüce Dergâh'a yönelelim. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz'den şerefsudûr olmuş münacâtları ve Cevşen-i Kebîr gibi meşhur duaları kendi arzu ve isteklerimize şefaatçi yapalım. Bu virdleri müteakiben, dertlerimize bir derman göndermesini, yaralarımızı tedavi etmesini ve müslümanları mazlumiyetten, mağduriyetten, mağlubiyetten kurtarmasını Cenâb-ı Hak'tan dilenelim. Ve şu mülahazaları gönlümüzde her an canlı tutalım:
Ey çaresizler çaresi! Sebeplerin sukût ettiği, içtimaî ahvalin boz-bulanık bir hâl aldığı, her yanda zâlimlerin “hay-hûy”unun duyulduğu, yığınların çaresizlikle kâh sağa, kâh sola toslayıp durduğu şu karanlık günlerde, zulmet zulmet içinde kıvrananlara nezdinden bir ışık gönder.. sonsuz kudretinle bütün zulüm ve haksızlık ateşlerine bir su serp.. şeytanın ocaklarını söndür ve iblislerin boyunlarına çözemeyecekleri tasmalar geçir. Allahım, Sana ve dinine düşmanca davranmak suretiyle kendilerine yazık edenlerin kalblerini de imana, İslam'a, ihsana aç; onları da hidayete erdir. Fakat, şayet muradın bu değilse, onların buna liyakat ve istidatları yoksa, bütün bütün gayz, kin, nefret ve düşmanlığa kilitlenmişlerse, onların haklarından gel; şerîrlerin şerlerinden bütün mü'minleri muhafaza eyle!..
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
1 Mayıs 2006       Mesaj #88
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
KÜÇÜKÇOCUK, deniz kenarına oturmuş, gözlerini de ilerdeki bir noktaya dikmişti. Belki de bir saattir öylece duruyordu. Onun bu hâli, alışveriş için balıkçı sandallarının kıyıya dönmesini bekleyen bir ihtiyarın dikkatini çekti. Yaşlı adam, seke seke onun yanına gidip:

— Merhaba delikanlı!. dedi. Bu gün deniz çok harika değil mi?

Küçük çocuk, başını çevirmeden;

— Ama rüzgârlı, dedi. Topum denize düşünce sürükleyip götürdü.

Adam, çocuğun yanına oturup:
— Eğer biraz genç olsaydım, yüzüp onu alırdım!. dedi. Ama şimdi adım bile atamıyorum.
Küçük çocuk, ona cevap vermedi. Ve kıyıdan uzaklaşan topunu daha iyi görebilmek için, hemen yanındaki tümseğe çıktı. Yaşlı adam, sakin bir ses tonuyla:
— Ümidini hiçbir zaman kaybetme!. dedi. Bence dua etsen çok iyi olur.
Çocuk, büyük bir sevinçle:
— Dua etsem topum geri gelir mi? diye sordu. Denize düştüğü yeri bilir mi?
— Allah isterse eğer, ona öğretir!. dedi ihtiyar. Topun geri gelmese de, duaların sevabı sana yeter.

Küçük çocuk, yaşlı adamın sözlerini biraz düşündükten sonra, her okuduğunda dedesinden bahşiş kopardığı duaları ard arda sıraladı. Daha sonra da, topun dönmesi için Allah’tan yardım istedi. Ama üzüntüsü azalmamıştı. O topa bir sürü para harcamış, bayram parasını bile ona katmıştı. Şimdi artık tek şansı, bazen olduğu gibi, rüzgârın âniden yön değiştirmesiydi. Ama deniz çok büyüktü, topu ise küçücük.

Akşam üstü hava biraz daha sertleşti. Ve güneş batmak üzereyken sandallar döndü. Çocuk, eve gitmek istemiyordu. Bu yüzden de ihtiyarla birlikte oyalandı. Yaşlı adam, hep aynı balıkçıdan alışveriş yapardı. Sonunda onu bulup:

— Avınız inşallah iyi geçmiştir!. dedi. Eğer varsa, birkaç kilo alabilirim.

Sandaldaki adam, bir kova içindeki balıkları gösterip:
— Zaten ancak o kadarcık tutmuştum, dedi. Denizde “av” diye bir şey kalmadı.
— Dua etmeyi denediniz mi? diye atıldı çocuk. Ümidinizi sakın kaybetmeyin!.
Balıkçı için her şey tesadüftü. Bunun için de “rasgele” derlerdi. Ama şimdi bir şey hatırlamıştı. Yıllar yılı unuttuğu bir şeyi.

Çocuğun yanaklarını okşarken:
— Dua ha!. diye mırıldandı. O zaman tutar mıyım?
— Tutamasanız bile, duaların sevabı size yeter, dedi çocuk. Bunu yeni öğrendim.

Balıkçı, böyle bir sözü ilk defa duyuyordu. Başını ağır ağır sallayarak:
— Ben de yeni öğrendim!. diye gülümsedi. Üstelik de küçük bir öğretmenden.
Çocuk, bu sözlerden çok hoşlanmıştı. Artık topun gitmesine üzülmüyordu. Yanındaki yaşlı adam ona bir göz kırparken, balıkçı tekrar sandala yöneldi ve ağların üzerindeki eski örtüyü açtı. Bir top vardı orada. Henüz ıslak olduğundan, ışıl ışıl parıldayan bir futbol topu.
Balıkçı, onu çocuğa uzatıp:
— Öğretmenlerin hakkı hiç ödenmez!. dedi. Bunu biraz önce denizde buldum!.
Küçük çocuk, rüyada olmalıydı. Hiç beklenmedik şeylerin yaşandığı bir rüya. Aceleyle sağa sola bakındı. Ama her şey gerçekti. Balıkçı da, sandal da, ihtiyar da... Topu ise, işte ellerindeydi. Ona sıkıca sarılıp:
— Bir daha benden izinsiz gezmek yok!. dedi. Ya dua etmeseydim ne olurdu? n
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
1 Mayıs 2006       Mesaj #89
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Resulullahın duaları


Peygamber efendimiz, biz müslümanların nasıl dua etmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu dualardan bazılarını yazar mısınız?
CEVAP
Bahsettiğiniz dualar çoktur. Birkaçı şöyle:
(Ya Rabbi, Sana ve Resulüne itaat etmemizi ve bildirdiklerinle amel etmemizi nasip eyle!)

(Ya Rabbi, faydasız ilimden, makbul olmayan ibadetten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden de koru!)

(Ya Rabbi, her işimizin sonunu güzel eyle, dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından bizi koru!)

(Ya Rabbi, bizi sabreden ve şükredenlerden eyle!)

(Ya Rabbi, bizi dostlarına dost, düşmanlarına düşman olanlardan eyle!)

(Ya Rabbi, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve her çeşit hastalıktan sana sığınırım!)

(Ya Rabbi, işinde sebat eden, nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan ve doğru konuşanlardan eyle!)

(Bedenime, kulağıma, gözüme sıhhat ver! Küfürden, fakirlik ve kabir azabından sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, kusurlarımızı ört, korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödememizi nasip et!)

(Ya Rabbi, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle!)

(Ya Rabbi, gece ve gündüz gelecek kötülüklerden, sıkıntılardan kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, ölünceye kadar ibadet etmemizi, ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasip et ve Cennetini ihsan eyle!)

(Ya Rabbi, zulmetmekten, zulme uğramaktan sana sığınırım.)

(Bize dünya ve ahirette iyilik, güzellik ver ve Cehennem azabından bizi koru!) [Tergib]
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Mayıs 2006       Mesaj #90
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ey yüceler yücesi!
Ey merhameti bol Rabbim!
İnsan niçin yaratıldığını unuttu da şimdi azdıkça azıyor!
Gariban, suçsuz, temiz yürekli dinlemeden ahlaksızca can yakıyor,
Yüreğinde sen korkusu kalmamış,
*****leşmiş kalbini iblis oyuncağı sarmış,
Yürekler kor kor,
Analar, babalar, kardeşler, dostlar gözü yaşlı,
O, azgınlığın pervasız semalarında edepsiz kahkahalar atıyor.
Kaybettiklerine üzülmüyor kaybı bilir sanki
Gelecekten sorsan dünyayı o yarattı ve hep varolucak, güç hep onda,
Nefsinin kör ettiği ahmak-ı beşer oysa,
Her fiilin bir karşılığı vardır mutlak senin nazarında,
Kaçış yok!
Hangi yoldan gitse varışlar aynı yöne,
Şüphesiz ilahidir varılacak rota.
Huzur senin huzurundur ey yüceler yücesi!
Huzurunda bize de bir yer ver,
Huzursuz bırakma bizi!
İhsan senindir ey merhametin kalbi!
İhsan buyur da ilhamınla sabrımızı bol eyle,
İnişler ve çıkışlar senindir Allahım!
Gücümüz artır, koru bizi böyle sapık nefislerden
Ve sapıklığa esir düşmüş beşerlerden, yokuşumuzu düze çevir yol eyle!
“Şüphesiz insan hırslı yaratılmıştır lakin namaz kılınlar müstesna” buyurdun Allahım!
Bizleri ibadet-i huzurumuzda daim eyle!
Sahih eyle!
Süphesiz sen dilediğine verensin Allahım!
Şüphesiz sen sana gelene, senden dileyene verensin!
Kimbilir ne canlar ızdırapta tende,
Gözümüzün görmediği kulağımızın duymadığı ne canlar vardır hayasız, *****lerin elinde,
Ama senden gizli yok!
Sen kalplerdekini de dışa vurduklarını da bilensin Allahım!
Nurlu esman hürmetine Allahım! İsmi azamın hürmetine!
Sen ki “ Alemleri Hz. Muhammedin, İbrahimin ve İsmailin yüzü suyu hürmetine yarattım” diyensin Allhım!
İki cihan selveri can Muhammedin, İbrahimin ve İsmailin hürmetine Allahım onları kurtar içinde bulundukları zulümlerden!
Ateş düştüğü yeri yakar biliriz, ızdırapları da çeken bilir, ızdırapları beterdir şimdi ölümlerden!
Sahibimiz sensin Ey her derde deva! Dua dua sanadır bu yakarışlar sana hamdü senalar yüreklerden!
Amin,

Benzer Konular

18 Kasım 2013 / ceyda Soru-Cevap
23 Eylül 2009 / spykoman Soru-Cevap
13 Aralık 2016 / nötrino Uzay Bilimleri
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük