Arama

Dua Ufku - Sayfa 11

Güncelleme: 21 Aralık 2017 Gösterim: 162.987 Cevap: 212
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
18 Mayıs 2006       Mesaj #101
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
GÜNLÜK DUALAR

Sponsorlu Bağlantılar


Hadîs-i Şerifler ışığında

Hadîs-i Şerifler ışığında Günlük Duâlar
(Sabah-akşam 7 defa "Allahümme ecirnî minennâr" diyen cehennemden kurtulur.) (Ebu Davud)

(Sabah-akşam, 3 defa, "Bismillâhillezî lâ yedurru maasmihi şeyün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemîul alîm" okuyan, büyücü ve zalimden emin olur.) [İ. Mâce]

(Sabah 3 defa, "Eûzü billahis-semîil alîm-i mineşşeytânirracîm" dedikten sonra Besmele ile Haşr suresinin son üç ayetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar duâ eder. O gün ölürse şehit olur. Akşam okursa yine aynı şeylere kavuşur.) [Tirmizî]

(Şirkten korunmak için "Allahümme innî eûzübike min en-üşrike bike şey-en ve ene a’lemü ve estağfiruke li-mâ lâ a’lemü inneke ente allâmülguyûb" okuyun!) [İ. Ahmed]

(Sabah-akşam 7 defa "Hasbiyallahü lâ ilâhe illâ hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm" okuyanın dünya ve ahiret işine Allah kâfi gelir.) [Beyhekî]

"(Allahümme ma esbaha bî min ni’metin ev bi ehadin min halkıke, fe minke vahdeke lâ şerîke leke, felekel hamdü ve lekeşşükr" duâsını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifâ etmiş olur.) [Akşam "esbaha" yerine "emsâ" denir.]

(Sabah-akşam on defa, "Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ-şerîkeleh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şeyin kadîr" okuyan kimse, kötülüklerden korunur.) [Nesâî]

(Bir kimse, sabah-akşam yüz defa "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse, o gün ve o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz.) [Deylemî]

(Evden çıkarken "Bismillâhi, tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.) [Tirmizî]

(Lâ havle... okumak, doksandokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır.) [Ebû Nuaym]

İmam-ı Rabbanî (ks) Hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" okurdu. Okumaya başlarken ve okuyunca yüzer defa Salevat getirirdi. (Tefsir-i Mazherî)]

(Hergün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur.) [Taberânî]

(Günde 25 defa "Allahümme bâriklî fil mevt ve fî mâ ba’delmevt" okuyan şehit olarak ölür.) (Redd-ül Muhtar)

(Gece Âmenerrasulüyü okuyana, her şey için yeterlidir. Bu iki ayeti yatsıdan sonra okuyana, geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir.) [Şir’a]

(Tebârekeyi okumadan yatma! Kabir azabını def eder. Her gece Tebâreke okuyan, Kadr gecesini ihya etmiş gibi sevaba kavuşur.) [Eyoğul İlmihâli]

(Eve girerken İhlas suresini okuyan, yoksulluk görmez.) [T. Kurtubî]

(Evden çıkarken Âyet-el kürsî okuyana, melekler, evine gelinceye kadar duâ eder.) [Eyoğul İlmihâli]

İstiğfâra devam etmek

(İstiğfâra devam eden kimse, her sıkıntıdan kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır.) [İbni Mâce]

[İstiğfâr olarak "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh" okumalıdır.

(Günde yüz kere "Lâ ilâhe illallah" diyen kimsenin, kıyamet gününde yüzü ay gibi parlar.) [Taberânî]

(Bir yere gelen, "Eûzü bikelimâtillahittammâti min şerri ma haleka" okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar veremez.) [Müslim]

(Sıkıntılı veya borçlu, bin kerre "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]
Seyyid Abdülhakim Efendi (ks) Hazretleri buyuruyor ki:

"Yatağa abdestli gir, Eûzü Besmele çek, sağ yanın üzerine kıbleye karşı yat, sağ avucunu sağ yanağının altına koy, Ayet-el-kürsî, 3 İhlas, bir Fatiha ve birer defa iki kul e’uzüden sonra 3 defa "Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâhu" oku, sonuncusuna "el-hayyel kayyûme ve etûbü ileyh" ekle.

On defa da, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" oku, sonuncusuna "-hil aliyyil azîm ellezîlâ ilâhe illâhu" ilave et! (Ey Oğul İlmihali)

Uykudan uyanınca, "Allahümmağfirlî" demek çok sevaptır.

Yatağa girince 3 defa "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh okuyan kimsenin günahları, deniz köpüğü kadar pek çok olsa da, affolur. [Tirmizî]

Her gece yatarken yüz defa, "Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber" okuyan kimse, kendini hesaba çekmiş sayılır.

(Sabah-akşam 7 defa "Allahümme ecirnî minennâr" diyen cehennemden kurtulur.) (Ebu Davud)

(Sabah-akşam, 3 defa, "Bismillâhillezî lâ yedurru maasmihi şeyün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemîul alîm" okuyan, büyücü ve zalimden emin olur.) [İ. Mâce]

(Sabah 3 defa, "Eûzü billahis-semîil alîm-i mineşşeytânirracîm" dedikten sonra Besmele ile Haşr suresinin son üç ayetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar duâ eder. O gün ölürse şehit olur. Akşam okursa yine aynı şeylere kavuşur.) [Tirmizî]

(Şirkten korunmak için "Allahümme innî eûzübike min en-üşrike bike şey-en ve ene a’lemü ve estağfiruke li-mâ lâ a’lemü inneke ente allâmülguyûb" okuyun!) [İ. Ahmed]

(Sabah-akşam 7 defa "Hasbiyallahü lâ ilâhe illâ hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm" okuyanın dünya ve ahiret işine Allah kâfi gelir.) [Beyhekî]

"(Allahümme ma esbaha bî min ni’metin ev bi ehadin min halkıke, fe minke vahdeke lâ şerîke leke, felekel hamdü ve lekeşşükr" duâsını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifâ etmiş olur.) [Akşam "esbaha" yerine "emsâ" denir.]

(Sabah-akşam on defa, "Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ-şerîkeleh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şeyin kadîr" okuyan kimse, kötülüklerden korunur.) [Nesâî]

(Bir kimse, sabah-akşam yüz defa "Sübhânallahi ve bihamdihi" derse, o gün ve o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz.) [Deylemî]

(Evden çıkarken "Bismillâhi, tevekkeltü alallahi, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır.) [Tirmizî]

(Lâ havle... okumak, doksandokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır.) [Ebû Nuaym]

İmam-ı Rabbanî (ks) Hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" okurdu. Okumaya başlarken ve okuyunca yüzer defa Salevat getirirdi. (Tefsir-i Mazherî)]


(Hergün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur.) [Taberânî]

(Günde 25 defa "Allahümme bâriklî fil mevt ve fî mâ ba’delmevt" okuyan şehit olarak ölür.) (Redd-ül Muhtar)

(Gece Âmenerrasulüyü okuyana, her şey için yeterlidir. Bu iki ayeti yatsıdan sonra okuyana, geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir.) [Şir’a]

(Tebârekeyi okumadan yatma! Kabir azabını def eder. Her gece Tebâreke okuyan, Kadr gecesini ihya etmiş gibi sevaba kavuşur.) [Eyoğul İlmihâli]

(Eve girerken İhlas suresini okuyan, yoksulluk görmez.) [T. Kurtubî]

(Evden çıkarken Âyet-el kürsî okuyana, melekler, evine gelinceye kadar duâ eder.) [Eyoğul İlmihâli]

İstiğfâra devam etmek

(İstiğfâra devam eden kimse, her sıkıntıdan kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır.) [İbni Mâce]

[İstiğfâr olarak "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh" okumalıdır.

(Günde yüz kere "Lâ ilâhe illallah" diyen kimsenin, kıyamet gününde yüzü ay gibi parlar.) [Taberânî]

(Bir yere gelen, "Eûzü bikelimâtillahittammâti min şerri ma haleka" okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar veremez.) [Müslim]

(Sıkıntılı veya borçlu, bin kerre "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

Seyyid Abdülhakim Efendi (ks) Hazretleri buyuruyor ki:

"Yatağa abdestli gir, Eûzü Besmele çek, sağ yanın üzerine kıbleye karşı yat, sağ avucunu sağ yanağının altına koy, Ayet-el-kürsî, 3 İhlas, bir Fatiha ve birer defa iki kul e’uzüden sonra 3 defa "Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâhu" oku, sonuncusuna "el-hayyel kayyûme ve etûbü ileyh" ekle.

On defa da, "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" oku, sonuncusuna "-hil aliyyil azîm ellezîlâ ilâhe illâhu" ilave et! (Ey Oğul İlmihali)

Uykudan uyanınca, "Allahümmağfirlî" demek çok sevaptır.

Yatağa girince 3 defa "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh okuyan kimsenin günahları, deniz köpüğü kadar pek çok olsa da, affolur. [Tirmizî]


Her gece yatarken yüz defa, "Sübhânallahi velhamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber" okuyan kimse, kendini hesaba çekmiş sayılır.



arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
19 Mayıs 2006       Mesaj #102
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Resulullahın duaları

Sponsorlu Bağlantılar

Peygamber efendimiz, biz müslümanların nasıl dua etmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu dualardan bazılarını yazar mısınız?
CEVAP
Bahsettiğiniz dualar çoktur. Birkaçı şöyle:
(Ya Rabbi, Sana ve Resulüne itaat etmemizi ve bildirdiklerinle amel etmemizi nasip eyle!)

(Ya Rabbi, faydasız ilimden, makbul olmayan ibadetten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver, bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden de koru!)

(Ya Rabbi, her işimizin sonunu güzel eyle, dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından bizi koru!)

(Ya Rabbi, bizi sabreden ve şükredenlerden eyle!)

(Ya Rabbi, bizi dostlarına dost, düşmanlarına düşman olanlardan eyle!)

(Ya Rabbi, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve her çeşit hastalıktan sana sığınırım!)

(Ya Rabbi, işinde sebat eden, nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan ve doğru konuşanlardan eyle!)

(Bedenime, kulağıma, gözüme sıhhat ver! Küfürden, fakirlik ve kabir azabından sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, kusurlarımızı ört, korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödememizi nasip et!)

(Ya Rabbi, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle!)

(Ya Rabbi, gece ve gündüz gelecek kötülüklerden, sıkıntılardan kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım.)

(Ya Rabbi, ölünceye kadar ibadet etmemizi, ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasip et ve Cennetini ihsan eyle!)

(Ya Rabbi, zulmetmekten, zulme uğramaktan sana sığınırım.)

(Bize dünya ve ahirette iyilik, güzellik ver ve Cehennem azabından bizi koru!) [Tergib]
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
19 Mayıs 2006       Mesaj #103
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Duanın Gücü
Hastane koridorlarında, buz gibi beton duvarlar arasına hapsedilmiş,
çaresizlikle bekleyen insanlar.. Şefkat âbidesi anneler ümitvâr gözlerle
beklerlerken gelecek ilâhi yardımı, yataklarda her şeye rağmen inadına gülen
çocuklar, Ötelerden gelecek olan inayeti bekliyorlar dudaklarındaki buruk
tebessümlerle. Anneler kadar çocuklar da anlamış sığınılacak bir kapının
olduğunu. O kapının tokmağının nasıl çalınması gerektiğini bilmedikleri için
sadece bekliyorlar ümitvâr gözlerle o kapının tokmağına uzanacakları günü...

Vakit geldi mi ne?

Cevşen-i kebir duâsı bütün ihtişamıyla Rabb'inden aldığı izinle, birilerini
vesile yaparak o insanlara ulaştı, Rahman'a ulaşmanın 1001 esmadan geçtiğini
haşmetle göstererek. Ah çocuklar! Haykırmalarınız birden nasıl da sükûn
buldu; yaşlı gözleriniz nasıl da ümitle nazar etti; ürperti içindeki o minik
kalbleriniz nasıl da müferrah oldu.

Ah yüce Mevlam!

Şüphesiz ki Sen (celle celâluhu), kullarını yaratırsın da, ardından
hiçbirini başı boş bırakmazsın. Sadece kullarını da değil; bütün mevcudatı
yalnız, biçare bırakmazsın. Senin her şeye gücün yeter.

Cevşen-i kebir duâsı hürmetine, yeryüzünde ümitsizlikle titreyen bütün masum
kalblere yardım et! Hafaza meleklerini bir an bile olsun onların yanından
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
24 Mayıs 2006       Mesaj #104
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Dua, zikir, Mecmuatü'l-Ahzab ve el-Kulûbü'd-Dâria üzerinde geçen hafta bir nebze durmuştuk.
Bu yazı dizisinde evvela, el-Kulûbü'd-Dâria'dan seçtiğimiz dualardan mecmuanın 55. sayfasında yer alan Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin ‘Münacâtü's- Seheriye'sine yer vermek istiyoruz.
Abdülkâdir Geylânî (kaddesellahü sirrahû), hakkında kelâm etmenin zâid olacağı, cümle âlemin malûmu bir Hak dostudur. Tasavvuf tarihinde öteden beri Gavsü'l-a'zam, Kutb-u Rabbânî, Sultânü'l-evliya, Kutbü'l-a'zam gibi üstün pâyelerle anılagelmiş, emsali nâdiren gösterilebilecek âlî bir zincirin altın bir halkasıdır o. Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle ‘ hem ş ahsen, hem vazifeten büyük ve harika zâtlardan birisidir.' Hem seyyid hem de şeriftir. Yani, Hazreti Geylânî'nin nüfus kütüğündeki silsilenin üst basamaklarına doğru çıkıldıkça hem Hazreti Hüseyin hem de Hazreti Hasan efendilerimizle karşılaşılır. Evet, o, aslı da nesli de pırıl pırıl, İslam'ın, insanlık tarihine armağan ettiği en müstesna değerlerden birisidir. Mevsûk eserlerde kaydedilen o kadar çok menkıbesi vardır ki, saymakla tükenmez. Sünnet-i seniyyeyi hayatına tatbik ve ahlâk-ı hasene ile tahalluk (ahlaklanma) hususunda o kadar yükseklerde dolaşmıştır ki, ne kalemler ne de mürekkepler onun ‘hal'lerini ifadeye yetmez. İşte bunun için o ve onun gibi hep yükseklerde pervaz eden Allah dostlarından bahisler açmakla onların kıymetlerine bir kıymet ilave edilemeyeceği müsellem bir hakîkattir. Bizim onları yâdetmekten muradımız, onları anmak suretiyle bereket ve feyze nâil olmak ve tanışıklık hesabına onlara bir nâme göndermekten ibarettir. Cenab-ı Mevlâ, ötelerde, bizi o büyüklerin şefaatine nâil eylesin! Amin!
Abdülkâdir Geylânî hazretleri de hiç şüphesiz bütün evliyâullah gibi bir dua insanı ve bir gece aşığıdır. Onun az sonra vereceğimiz münacâtına ve daha başka niyazlarına bakıldığında görülecek şey, Cenab-ı Hakk'a karşı ondaki teveccüh yoğunluğu, el açıp dua etme aşk u iştiyakı, dualarındaki aşkınlık, büyüleyicilik ve derinliktir. Tabiî o da bizim idrak ufkumuzun –bizim gibiler için ufuksuzluk demek belki de daha doğru olur- dar çerçevesine girebildiği kadar..
Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin hayatını ele alan eserlerde onun dua hakkında şöyle dediği nakledilir:
“Allah ü Teâlâ'dan dünya ve ahiretin hayırlarını iste! Sakın; ‘Ben istiyorum. Fakat Allah vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim.' deme! Duaya devam et! Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allah ü Teâlâ'dan istedikten sonra, onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allah ü Teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allah ü Teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allah ü Teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hal verir. Eğer , ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allah ü Teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vazgeçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.”
Bu kısacık girişten sonra şimdi El-Kulûbü'd-Dâria'da yer alan duamızı, eksik-gedik de olsa, bir tercümesi ile verebiliriz:
* * *
إِلٰهِي غَلَّقَتِ الْمُلُوكُ أَبْوَابَهَا، وَبَابُكَ مَفْتُوحٌ لِلسَّائِلِينَ * إِلٰهِي غَارَتِ النُّجُومُ، وَنَامَتِ الْعُيُونُ، وَأَنْتَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ، اَلَّذِي ﴿لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ﴾ إِلٰهِي فُرِشَتِ الْفُرُشُ وَخَلَا كُلُّ حَبِيبٍ بِحَبِيبِهِ، وَأَنْتَ حَبِيبُ الْمُجْتَهِدِينَ، وَأَنِيسُ الْمُسْتَوْحِشِينَ * إِلٰهِي إِنْ طَرَدْتَنِي عَنْ بَابِكَ فَإِلَى بَابِ مَنْ أَلْتَجِي * إِلٰهِي إِنْ قَطَعْتَنِي عَنْ جَنَابِكَ فَجَنَابُ مَنْ أَرتَجِي * إِلٰهِي إِنْ عَذَّبْتَنِي فَإِنِّي مُسْتَحِقٌّ لِلْعَذَابِ وَالنِّقَمِ، وَإِنْ عَفَوْتَنِي فَأَنْتَ أَهْلُ الْجُودِ وَالْكَرَمِ * يَا سَيِّدِي لَكَ أَخْلَصَ الْعَارِفُونَ، وَبِفَضْلِكَ نَجَا الصَّالِحُونَ، وَبِغُفْرَانِكَ أَنَابَ الْمُقَصِّرُونَ، يَا جَمِيلَ الْعَفْوِ أَذِقْنِي بَرْدَ عَفْوِكَ وَحَلَاوَةَ مَعْرِفَتِكَ، وَإِنْ لَمْ أَكُنْ لِذٰلِكَ أَهْلًا، فَإِنَّكَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ
Ey Yücelerden Yüce Rabbim! Bütün mal ve mansıp sahipleri kapılarını sürmelediler. Sen'in yüce dergahının kapısı ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman açıktır.
Ya Rabbî, Ya İlahî! Yıldızlar gaybûbet âlemine, gözler de uykuya daldılar. Sen ise, ey Rabbim, Hayy'sın, Kayyûm'sun; uykudan, uyuklamadan sonsuz defa münezzeh ve müberrâsın.
Ya Rab! Gece, karanlığıyla mevcûdâtın üzerini örtünce döşekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle başbaşa kaldılar. Sen, Sen'in yolunda, Sana ulaşma istikametinde cehd ü gayret içinde bulunanların biricik sevgilisi, (benim gibi) yalnızlık gurbetine maruz kalanların da yegane enîsisin!
Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen'in lütfun ve keremindir.
Ya Seyyidî, ya İlâhî! Marifet erbabı kulların Sen'i bulduklarında Sen'den başka ne varsa hepsinden yüz çevirmişlerdir. Salih kulların Sen'in fazlınla necâta ermişlerdir. Taksîratı pek çok günahkarlar da “Tevbe, ya Rabbi!” deyip yine Senin kapına yönelmişlerdir.
Ey affı güzel Rabbim! Ne olur, affının serinliğini ve marifetinin halâvetini benim ruhuma da duyur ve beni onlarla doyur! Her ne kadar ben bunlara lâyık olmasam bile, haşyetle önünde iki büklüm olup ikâbından sakınılmaya lâyık olan da, mücrimlerin günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Sen'sin!
* * *
Burada istidrâden ifade edelim ki, virdin aslındaki üslup güzelliğinin ve fesâhatin –avam tabiriyle– bu yarım yamalak tercüme ile zedelendiği, örselendiği ve kıymet-i asliyesinin haleldâr olduğu muhakkaktır. Onun için de manası bellendikten sonra duanın kalbe heyecan katan, ruha da incelik kazandıran asıl metni terdâd edilmeli ve tadı, şîvesi içte duyulmaya çalışılmalıdır.

Seherlerde Eser Bâd-ı Tecellî
Yukarıda, Abdülkâdir Geylânî hazretlerine ait bu duanın isminin ‘münacâtü's- seheriye' olduğu ifade edilmişti. ‘Seher' kelimesi bilindiği üzere, gecenin sonu ve fecirden az evvelki vakti ifade etmektedir. Kelime ‘ha' ile değil de ‘güzel he' ile ele alınacak olursa, o zaman da gecenin tamamını uykuyla geçirmeyip bir kısmında uyanık halde bulunmak anlamına gelir. Böyle olunca seher vakti denildiğinde teheccüd vakti de dahil olmak üzere işrak vakti (güneşin doğuşu)na kadar geçen zamanın kastedildiği anlaşılabilir. Seher vakitleri Allah'tan gelen tecellî esintilerinin en yoğun şekilde dalga dalga yayıldığı kutlu zaman dilimleridir. Abdülkâdir Geylânî hazretleri de –muhtemelen– bu virdini daha ziyade gecelerde, seher vakitlerinde okuyor ve bu zaman dilimlerinde okunmasını arzu ediyordu.
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de, iki grup ayet-i celîlede seher vaktinin önemine işaret buyurmuştur. İlki Âl-i İmran suresinin 15, 16 ve 17. ayetleridir ve meâlleri şu şekildedir:
“De ki: Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah'a karşı gelmekten sakınan müttakiler için Rabbileri nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup, kendileri orada ebedî kalacaklardır. Hem orada onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde Allah'ın rızası vardır. Allah bütün kullarını hakkıyla görmektedir. O müttakiler: ‘Ey bizim ulu Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı bağışla ve bizi Cehennem azabından koru!' diye yalvarırlar. Onlar sabırlı, imanlarında sadık ve samimi, Allah'ın huzurunda itaatla divan duran, mallarını hayırda harcayan, seher vakitlerinde Allah'tan af dileyen müminlerdir.”
İkincisi ise, Zâriyat suresinin 15, 16, 17 ve 18. ayetleridir ve Allah (celle celâlühû) bu ayetlerde meâlen şöyle buyurmaktadır:
“... ama müttakiler bahçelerde, pınar başlarındadırlar. Rabbilerinin kendilerine verdiği mükâfatları almaktadırlar. Çünkü onlar, daha önce dünyada sâlih amel işleyen kimselerdi. Geceleri az uyurlardı. Seher vakitleri istiğfar ederlerdi.”
Gecenin, seher ve fecir vakitlerinin namaz, Kur'an tilaveti, ilimle iştigal, dua ve niyazla Cenab-ı Hakk'a teveccühte bulunma gibi ibadet ü taatla değerlendirilmesi üzerinde ne kadar durulsa sezâdır ve başta Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi vesellem) olmak üzere ümmetinden seçkin kulların hayat-ı seniyyeleri bu vakitlerin uyku gafletinde değil de uyanık ve Hak'tan gelecek tecellîleri avlama peşinde geçirimesi gerektiğini en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Evet, Efendimiz bizim için biricik ‘üsve-i hasene/güzel örnek'tir ve ümmetinin ileri gelenleri de ortaya koydukları hayat tarzlarıyla kendilerine uyulması gereken birer muktedâ bih'tirler.

Sadece Bir-İki Örnek
İbrahîm b. Hâtıb (radıyallahü anh) babasından naklediyor: “Mescidin bir köşesinde seher vaktinde birisini Allah'a el açmış yalvarırken gördüm. Şöyle diyordu: ‘Rabbim! Sen emrettin, ben de Sana itaat ediyorum. İşte seher vaktinde kapına geldim, hatalarımı bağışlamanı diliyorum.' Bir de baktım ki, o zât, Allah Rasûlü'nün sâdık yârânından Abdullah ibn-i Mes'ud hazretlerinden başkası değil.”
Bu konudaki bir başka örneğimiz de yine sahabenin en mümtazlarından Abdullah ibn-i Ömer (radıyallahü anh)tır. Gördüğü bir rüya münasebetiyle Peygamber Efendimiz, onun hakkında, “İbn-i Ömer ne salih bir kuldur. Keşke gecelerini kıyamla ihya etse!” buyurmuş, o da bu emr-i nebevîyi duyduktan sonra çok az bir kısmı hariç geceleri hep uyanık vaziyette geçirmeye başlamıştı. Mevlâsı Nafî' (radıyallahü anh) onun seherlerdeki hâlini şöyle anlatır: “İbn-i Ömer geceyi namazla geçirir sonra da ‘Ey Nafî'! Seher vakti geldi mi?' diye sorardı. ‘Evet' cevabını alıncaya kadar namaz kılmaya devam eder, ondan sonra da istiğfara başlar, sabahı dua ederek karşılardı.
Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) da, “Biz seher vakitlerinde yetmiş defa istiğfar çekmekle emrolunduk” derdi.
Cafer b. Muhammed hazretleri, “Kim geceyi namazla ihya eder, gecenin sonunda da yetmiş defa istiğfarda bulunursa o, -ayet-i celîlede geçen- ‘müstağfirîne bi'l-eshâr/seherlerde istiğfar edenler'den sayılır” demiştir.
Tirmizî'nin bir rivayetine göre, Hazreti Yakub (aleyhisselam) evlatlarına, ‘Sizin için tevbe ve istiğfarda bulunacağım” demiş ve hemen istiğfarda bulunmayarak istiğfarını kıymetinden dolayı seher vaktine ertelemiştir. Nitekim Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) bir hadis-i şeriflerinde, “Cenab-ı Allah her gece dünya semasına nüzûl buyurur ve ‘Melik Benim, Melik Benim. Dua edenlere icabet eder, dileği bulunanların muradını gerçekleştirir, arınmak için istiğfarda bulunanları da bağışlarım' der ve bu hal fecrin doğuşuna kadar devam eder” demiştir.
Alî ibn-i Bekkâr (‘Bekkâr', erken kalkan/erkenci manasına gelir) hazretleri de, “Tam kırk senedir beni güneşin doğmasından daha fazla üzen bir şey olmamıştır” der ve gecelerle olan aşkını seslendirirdi.
Fudayl b. İyaz (radıyallahü anh) da aynı duyguyu şöyle terennüm ederdi: “Güneş gurûba kayınca Rabbimle başbaşa kalma imkanı bulabildiğim için içim ferah ve sürûrla dolar. Güneş doğduğunda da işte o kadar üzülürüm.”
Yine ehlullahtan Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle derdi: “Leylî/gececilerin Allah huzurunda durmaktan aldıkları lezzet, oyun ve eğlence peşinde koşanların yaptıkları şeylerden aldıkları lezzetten daha fazladır. Şayet geceyi huzurda geçirenlere duydukları zevk ve lezzet ile amellerinin sevabı arzedilseydi onlar mutlaka birinciyi tercih ederlerdi.” Ebû Süleyman (radıyallahü anh)'ın ibadet ü taatın lezzet ve zevk için de yapılabileceğini düşüneceğine ihtimal verilemeyeceğine göre onun bu ifadeden kastının gecelerin insanın ruhuna ve gönlüne attığı ve beklentisiz gelen münezzeh zevk ve lezzet olduğu anlaşılacaktır.
Bazı Allah dostları da: “Dünyada Cennet nimetlerine benzeyen bir tek şey kalmıştır. O da Allah dostlarının gecelerde yaptıkları münacaatın halavetidir. Allah onu sadece dostlarına duyurmuştur ki, başkasının onu duyması mümkün değildir” demişlerdir.
Muhammed ibnü'l-Münkedir (radıyallahü anh) da, “Dünyaya ait üç tane hakikî lezzet vardır. Bunlardan birincisi geceleri kıyamla geçirmek, ikincisi dostlarla sohbet meclislerinde biraraya gelmek, üçüncüsü de namazları cemaatle kılmaktır.” der.
Yine evliyaullahtan birisi şöyle demiştir: “Allahü Teâlâ seher vaktinde uyanık bulunan kullarının kalblerini nurlarla doldurur.”
Bu sayılanların sadece birkaç misalden ibaret olduğunu söylemeye gerek bile yok. Büyüklerden hangisinin sergüzeşt-i hayatına bakılacak olursa olsun, onların geceleri ve seher vakitlerini mutlaka dolu dolu değerlendirdikleri görülecektir. Zaten onları seyr u sülûk-i rûhânîde, kalbin zümrüt tepelerinde zirvelere taşıyan en önemli dinamiklerden birisi de hiç şüphesiz geceler olmuştur.
Sözümüzü bir dua ve niyaz kahramanı olan Bediüzzaman hazretlerinin 18. Söz'ün hâtimesine dercettiği birkaç mısra ve Fârisî ifadenin tercümesiyle bitirmek istiyoruz:
“Seherlerde eser bâd-ı tecellî
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde
İnayet hâh zi dergâh-ı ilâhî
Seherdir ehl-i zenbin tevbegâhı
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde
Seher vakti, haşir meydanını andırır. Her şey uyanmış gelmiş, tesbih ediyorlar. Ey nefsim, sen ne zamana kadar böyle gaflet uykusu içinde kalacaksın?! Ömrünün ikindi vakti gelmiş, kabre doğru sefer başlamıştır. Bütün varlığı terkediyorsun. Ney gibi inlemek için niyaz ve namaza gayret et! De ki, ‘Ya Rab! Pişmanım, mahcûbum, utanıyorum. Sayısız günahlardan dolayı perişanım. Zelîlim, gözlerim yaş dolu, hayatım kararsız. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, hastayım, âcizim, iradesizim. Aman diliyorum.. af arıyorum.. yardım istiyorum Senin dergâhından ey Allahım!..”
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #105
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Günahkârın duası kabul olmaz mı?

Günahkârın duası kabul olmaz mı?
CEVAP
Günahkâr müslümanın duası, kabule şayan değilse de, cenab-ı Hak, dua edenin elini boş çevirmez. Dua sebebiyle ya günahlar affolur, ya gelecek bir bela önlenir, ya mevcut bir bela kalkar, yahut ahirette büyük sevaba kavuşulur. (Şir’a)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten haya eder, edilen duayı kabul eder.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah’tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari]
(Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, yahut ahirette mükafatını bulur.) [Deylemi]

Allahü teâlâ, Kıyamette, duası dünyada kabul edilmeyen kula (Dünyada ettiğin duana karşılık şu sevapları veriyorum) buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki, o kimse, (Keşke dünyada hiçbir duam kabul edilmeseydi) diyecektir. (T.Gafilin)

Günah içinde yüzen bir kimsenin dünya işleri ile ilgili duasının kabul olması, isteklerine kavuşması, onun aleyhine olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümin dua ettiği zaman, Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama, "İsteğini hemen yapma, ben onun sesini seviyorum" buyurur. Facir dua edince de, "Bunun isteğini hemen yerine getir, ben onun sesini sevmiyorum" buyurur.) [İbni Neccar]

(Kâfirin yaptığı duanın hemen kabul olmasını, müminin duasının gecikmesini merak eden meleklere Allahü teâlâ buyuruyor ki: "Ben kâfire ve sesine gazap ederim. Beni anmasın, bana dua etmesin diye hemen isteğini veririm. Mümini ve yalvarmasını severim. Benden ve beni anmaktan uzak durmaması için isteklerini geciktiririm." ) [Ramuz]

Sevgili kulları vesile etmeli

Dileğine kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını Silsile-i aliyye denilen âlimlerin ruhuna hediye etmeli, bunların hürmeti için diye dua etmeli. Mesela, “Ya Rabbi, hayırlı bir çocuk nasip eyle” diye dua edip, “Bu duamı silsile-i aliyye büyükleri hürmetine kabul eyle” demeli. (Mekatib-i şerife)

Sabah ve yatsı namazından sonra silsile-i aliyyenin isimlerini, sonra Fatiha okuyarak ruhlarına gönderip, onları vesile ederek yapılan dua kabul olur. Tecrübe edilmiştir.

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
(Günah işlememiş bir dil ile dua ediniz ki, kabul olsun!) Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için dua etsinler. İstigase, yani bir Veliye tevessül de, bu demektir.
[İsa aleyhisselama gelip derler ki, dua ediyorsunuz, devasız hastalıklar iyi oluyor. Hangi duayı okuyorsunuz, bize de söyler misiniz? İsa aleyhisselam da onlara okuduğu duayı söyler. Adamlar bir süre sonra tekrar gelirler, efendim okuyoruz okuyoruz bir şey olmuyor, acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz derler. İsa aleyhisselam, (dua doğru ama ağız yanlış) buyurur, yani doğru dua öğrettim, dua aynı dua ama, ağız aynı ağız değil!]
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #106
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bu yazımızda, el-Kulûbü'd-Dâria isimli kıymetli evrâd ü ezkâr mecmuasından seçtiğimiz dualar içinden, Füsûsu'l-Hikem ve Fütuhât-ı Mekkiyye gibi iki şâheserin sahibi, meşâhîrden İbnü'l-Arabî hazretlerinin bir duasına yer vermek istiyoruz. İbnü'l-Arabî (kaddesellahü sirrahû), bilindiği üzere, tasavvuf ve İslam düşünce tarihinde büyük tesirleri bulunan sûfî bir müellif olup tam ismi Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî'dir. 1165 (H.560) tarihinde Endülüs'te doğan İbnü'l-Arabî (kuddise sirruhû), pek çok İslam büyüğü gibi memleket memleket seyahatlara çıktı. Fas, Tunus, Mekke, Medîne, Bağdat, Musul, Halep, Mısır, Urfa, Diyarbakır, Sivas, Malatya, Konya gibi beldelerde bulundu ve bereketli hayatı, Şam'da 1240 (H. 638) tarihinde hitama erdi.
Önce kendisinin daha sonra da iki oğlunun defnedildiği kabristan bakımsızlıktan dolayı unutulmaya yüz tutmuş, Yavuz Sultan Selim Han hazretleri, Mısır seferi dönüşünde uğradığı Şam'da ilk iş olarak onun kabrinin yerini tesbit ettirerek üzerine bir türbe, yanına da bir cami ve bir tekke yaptırmıştır. İkinci Abdülhamid tarafından restorasyonu yaptırılan türbe bugün de inananlar tarafından ziyaret edilmektedir. Şa'rânî'nin naklettiği meşhur bir rivayete göre İbnü'l-Arabî (kaddesellahü sirrahû), kabrinin harap olacağını ve Yavuz Sultan Selim tarafından ihya edileceğini, “Sin (Selîm), Şîn'e (Şam) girince Muhyiddîn'in kabri ortaya çıkar” şeklindeki rumuzlu ifadesiyle önceden bildirmiştir.
İbnü'l- Arabî hazretleri tam sekiz asır boyunca İslam medeniyetinin önemli merkezlerinden biri olan, eğitimden dil ve edebiyata, nesirden şiire, tefsir, kıraat, fıkıh, tasavvuf gibi İslamî ilimlerden felsefe ve mantığa, tarih ve coğrafyadan mûsikîye, astronomi ve matematikten zooloji ve botaniğe, tıp ve kimyadan daha başka pek çok alanlara kadar hem kendi dünyamıza hem de bütün cihana, muazzam denilebilecek ölçüde katkılarda bulunmuş bizim yitik Endülüsümüz'ün, insanlığa emsali pek az gösterilebilecek kadar değerler üstü bir armağanıdır.
İbn'ül-Arabî'nin düşüncelerini bir çizgi olarak benimseyen sevenleri onun tasavvufta otorite oluşunu kendisine ‘Şeyhü'l-Ekber', dinî ilimlerde müceddid oluşunu da ‘Muhyiddin' lakaplarını vererek ifade etmişlerdir.
Ehl-i Sünnet uleması, Muhyiddîn İbn'ül-Arabî hazretlerini daima, İmam Gazzalî, İmam Rabbanî, Mevlana Hâlid, Şâh-ı Geylânî, İmam Nakşibend, Ebû Hasen eş-Şâzeli, Cüneyd-i Bağdâdî, İbn-i Beşîş gibi Allah Rasûlü'nün ışığıyla âlem-i beşeri tenvîr eden nûrânî yıldızlar arasında saymışlardır.
Bediüzzaman Said Nursî hazretleri diğer evliyaullah için kullandığı medh ü sena ifadelerini İbnü'l-Arabî hazretleri sözkonusu olduğunda da kullanmış ve onu da asfiyâ, sıddıkîn ve muhakkikîn içinde zikretmiştir. Üstad, Nurların bir yerinde onun için ‘ulûm-ü İslamiye'nin mucizesi' tabirini kullanır. Bir başka yerde de, ‘Muhyiddîn İbnü'l-Arabî gibi hârika zatlar...' der.
Onun hayatıyla alâkalı detayları ansiklopedilere, sayılamayacak kadar menkıbelerini de menkıbe kitaplarına havale edip, burada Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin, İbnü'l-Arabî hazretlerinin söylediği hususlarla alâkalı kavl-i fasl mahiyetindeki bir düşüncesini nakledip duamıza geçmek istiyoruz:
“Muhyiddin İbnü'l-Arabî gibi hakikâtbin bir göz, eğer bir şey gördüğünü söylüyorsa bu doğrudur, muhakkaktır. Bizlerin hilâf-ı vâki beyanda bulunması ihtimâl dâhilinde olsa bile, Allah'a bu denli merbut bulunan ruh insanları için bunu düşünmek mümkün değildir. Evet, bizim gibi zayıf ve hakikata pamuk ipliğiyle bağlı kimselerden ara-sıra hilâf-ı vâkî beyanlar sudûr edebilir. Fakat, Muhyiddin İbnü'l-Arabî gibi dâima Rabbin azametini, mehabetini üstünde hisseden ve her zaman kesret cehennemlerinin dehşetini ruhunda duyan, vahdet cennetlerinin büyüleyici güzellikleri karşısında mest-ü mahmûr dolaşan birisinin, Hak'tan, hakikâttan ayrılıp hilâf-ı vâkî beyanlarda bulunması, muhaldir. Binaenaleyh, ne demişlerse doğrudur. Ancak, söyledikleri sözler içinde, Kur'ân ve Hadis'in müteşabihatı olduğu gibi, yani, bizler tarafından asıl maksadının anlaşılması imkânsız veya çok zor bir kısım beyanlar bulunduğu gibi, mânâsını hiç anlayamadığımız ifadeler de bulunmaktadır.”
El-Kulûbü'd-Dâria'nın 37. sayfasından itibaren Muhyiddîn İbnü'l-Arabî hazretlerinin haftalık virdi yani bu büyük zâtın Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba, Perşembe, Cum'a ve Cumartesi günleri okuduğu duaları (el-evrâdü'l-üsbûıyye) yer almaktadır. Bizim burada metnini verip tercüme etmeye çalışacağımız dua bu virdlerin sonunda yer alan ‘ihtitâmü'l-hizb' yani hizbin hâtimesidir. Mecmuada bu duadan sonra da yine İbnü'l-Arabî'nin (kuddise sirruhû) haftanın gecelerinde okuduğu virdleri (evrâdü'l-leyâli'l-üsbûıyye) yer almaktadır.
Duamız şöyledir:
اَللّٰهُمَّ يَا مَالِكَ الرِّقَابِ، وَيَا مُفَتِّحَ الْأَبْوَابِ، وَيَا مُسَبِّبَ الْأَسْبَابِ، هَيِّءْ لَنَا سَبَباً لاَ نَسْتَطِيعُ لَهُ طَلَباً * اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مَشْغُولِينَ بِأَمْرِكَ، أٰمِنِينَ بِعَدْلِكَ، أٰيِسِينَ مِنْ خَلْقِكَ، أٰمِنِينَ بِكَ، مُسْتَوْحِشِينَ عَنْ غَيْرِكَ، رَاضِينَ بِقَضَائِكَ، صَابِرِينَ عَلَى بَلاَئِكَ، مُنَاجِينَ لَكَ فِي أٰنَاءِ اللَّيْلِ وَأَطْرَافِ النَّهَارِ، مُبْغِضِينَ لِلدُّنْيَا، مُحِبِّينَ لِلْأٰخِرَةِ، مُشْتَاقِينَ إِلَى لِقَائِكَ، مُتَوَجِّهِينَ إِلَى جَنَابِكَ، مُسْتَعِدِّينَ لِلْمَوْتِ ﴿رَبَّنَا وَاٰتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَى رُسُلِكَ وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ﴾ *
اَللّٰهُمَّ اجْعَلِ التَّوْفِيقَ رَفِيقَنَا، وَالصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ طَرِيقَنَا * اَللّٰهُمَّ أَوْصِلْنَا إِلَى مَقَاصِدِنَا ﴿وَتُبْ عَلَيْنَا إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ﴾ * اَللّٰهُمَّ بِكَ أَصْبَحْنَا وَبِكَ أَمْسَيْنَا وَبِكَ نَحْيَا وَبِكَ نَمُوتُ وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ * اَللّٰهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقّاً وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ، وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ وَأَلْحِقْنَا بِالصَّالِحِينَ، وَقِنَا شَرَّ مَا قَضَيْتَ، وَادْفَعْ عَنَّا شَرَّ الظَّالِمِينَ، وَأَشْرِكْنَا فِي دُعَاءِ الْمُؤْمِنِينَ * اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِأُمَّةِ مُحَمَّدٍ r * اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ r * اَللّٰهُمَّ افْتَحْ لِأُمَّةِ مُحَمَّدٍ r * اَللّٰهُمَّ احْفَظْ أُمَّةَ مُحَمَّدٍ r *
اَللّٰهُمَّ يَا حَبِيبَ التَّوَّابِينَ تُبْ عَلَيْنَا، وَيَا أَمَانَ الْخَائِفِينَ أٰمِنَّا، وَيَا دَلِيلَ الْمُتَحَيِّرِينَ دُلَّنَا، وَيَا هَادِيَ الْمُضِلِّينَ اهْدِنَا، وَيَا غِيَاثَ الْمُسْتَغِيثِينَ أَغِثْنَا، وَيَا رَجَاءَ الْمُنْقَطِعِينَ لاَ تَقْطَعْ رَجَاءَنَا، وَيَا رَاحِمَ الْعَاصِينَ ارْحَمْنَا، وَيَا غَافِرَ الْمُذْنِبِينَ اغْفِرْ ذُنُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ ﴿كَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ﴾ * اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لنَا ذُنُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ استُرْ عُيُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ احْفَظْ قُلُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ اشْرَحْ صُدُورَنَا * اَللّٰهُمَّ يَا خَفِيَّ الْأَلْطَافِ، نَجِّنَا مِمَّا نَخَافُ *
اَللّٰهُمَّ يَسِّرْ أُمُورَنَا * اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَنَا وَلِوَالِدِينَا وَلِمَشَايِخِنَا وَلِأُسْتَاذِنَا وَلِأَصْحَابِنَا وَلِعَشَائِرِنَا وَلِمَنْ لَهُ حَقٌّ عَلَيْنَا وَلِجَمِيعِ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ r * اَللّٰهُمَّ احْفَظْنَا يَا فَيَّاضُ مِنْ جَمِيعِ الْبَلاَيَا وَالْأَمْرَاضِ كَافَّةً، بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ *

Ey zerrelerden seyyarelere kadar canlı cansız bütün mevcûdâtı kabza-ı tasarrufunda bulunduran Yüceler Yücesi Rab! Ey hiç açılmaz gibi görünen kapıları sevdiği kulları için peşi peşine ardına kadar açan Müfettihu'l-Ebvâb! Ey varlığına bir başlangıç ve bir nihayet asla sözkonusu olmayıp eşya ve hâdiselere sürekli hükmeden Müsebbibü'l-Esbâb!
Talebinden bile âciz olduğumuz lütuf kapılarını biz nâçâr kulların için de aralamanı; dünya ve ukba saadetine vesile olabilecek şekilde sebepleri bizim için de musahhar kılmanı diliyoruz. Bizi sadece Senin hoşnutluğuna götürebilecek işlerle meşgul.. adaletine nihayetsiz güven ve itimat içinde olan.. Senin kapından başka yerlerde dilencilikte bulunmayan.. sadece Senin rahmetine itimat edip insanların ellerindeki şeylere karşı her zaman müstağnî davranan.. Sana inanan, Sana güvenen, Sana dayanan.. Senin için olmayan her şeyden ve herkesten uzak duran.. hükmüne gönülden boyun eğip yürekten râm olan.. birer imtihan vasıtası olan musibetlere karşı sabır kalesine sığınan.. dilinde sürekli Senin nâm-ı celîlin, gece-gündüz ulu dergahına el açıp yana yakıla yalvaran.. dünyanın dünyaya bakan bütün yönlerinden uzaklaşıp âhiret iştiyakıyla yanıp tutuşan.. hüşyar bir kalble sürekli Sana teveccühte bulunan.. ‘lezzetleri acılaştıran mevt'i her zaman hatırlayıp davranışlarını hep ölüm ötesi hayata göre tanzim eden... bahtiyar kullarından eyle!. “Ya Rabbena! Rasûllerin vasıtasıyla bize va'd ettiğin mükâfâtları lutfet; bizi kıyamet günü rüsvay ve perişan eyleme! Va'dinden dönmek kendisi için muhal olan yegâne zât Sensin!”
Dua edenlere cevap veren, ızdırapları dindirip ihtiyaçları gideren Yüce Allahımız! Bizi salih ameller işleme hususunda muvaffak kılmanı niyaz ediyoruz. Ne olur, tevfîkini refîkimiz, sırat-ı müstakîmini de tarîkimiz yap.. bizi neticesi itibariyle hayır olan maksatlarımıza ulaştır.. “Sen nâdim olup gözyaşı döken kullara, kapısı her zaman açık olan Tevvâb ü Rahîmsin; bizim tevbelerimizi de kabul buyur!”
Allahım! Senin inayetinle sabahladık, Senin inayetinle akşamladık. Yaşarsak Senin inayetinle yaşar ve Senin izninle ölürüz. Dönüşümüz de Sanadır. Allahım! Bize doğruları mahiyet-ü nefsi'l-emriye dediğimiz gerçek yüzleriyle göster ve onları harfiyyen yerine getirmeye muvaffak eyle.. yanlış ve çirkin şeyleri de yine gerçek yüzleriyle bildir ve o çirkin şeylerin avucuna düşmekten bizleri muhafaza buyur.. bize müslümanca bir hayat ve Senin yüce huzuruna gelmeye yakışır bir ölüm nasip et.. olmasına hükmettiğin şeylerin şerrinden bizi koru.. zâlimlerin şerlerini, komplolarını, tuzaklarını üzerimizden def ü ref' eyle ve bizi inananların dualarına ortak kıl.. Allahım! Ümmet-i Muhammed'in hata ve kusurlarını yarlığa.. ümmet-i Muhammed'e merhamet buyur.. ümmet-i Muhammed'in önündeki engelleri kaldır, muzafferiyet ve muvaffakiyet yolları aç.. ümmet-i Muhammed'i şerîrlerin şerlerinden, zâlimlerin zulmünden, fâsıkların fıskından, münafıkların entrikalarından sıyanet buyur!..
Ey mücrimlerin kusurlarından dolayı nedamet duyup ulu dergahına koşuştukları Sevgili Rabbimiz! Biz de hata, kusur, günah ve isyanlarımızdan dolayı pişmanız. Mukarreb ibâdının yüzüne baktığın gibi bize de rahmet ve merhametinle teveccüh buyur!
Ey değişik sebeplerle korku ve endişe içerisine düşen kullarının korkularını izale eden Kudreti Sonsuz Rab! ‘Mümin' isminin tecellîleriyle lütuf buyur ve bizim endişelerimizi de berteraf eyle!
Ey yolunu kaybetmiş şaşkınlara değişik ‘ferec ve mahreç'ler gönderen Mevlâmız! Sonu Cennet'e ve Cemâlullah'a çıkan yolları bizlere de göster!
Ey türlü türlü dalâletlere saplananları düştükleri bataklıklardan çıkarıp çemenzârlarda dolaştıran yegâne Hâdî! Bizi de sırat-ı müstakîme hidayet buyur!
Ey yardım çağrısında bulunanların imdadına koşan Merhametliler Merhametlisi Rabbimiz! Bize de imdat eyle!
Ey ümitsizlik vâdilerinde çaresizlik içinde bir o yana bir bu yana gayesiz dolaşıp duranlara ümit ve reca kapıları aralayan Rahmet Sultanı! Ümitlerimize fer ver!
Ey isyankâr kullarına her zaman rahmetiyle muamelede bulunup onlara dönüş yolları hazırlayan Ulu Yaratıcı! Biz de isyan üstüne isyan işledik. İşlediğimiz cürümlerin hadd ü hesabı yok. Sen rahmetini bizden de esirgeme!
Ey günahkarların günahlarını yarlığayan Rabb-i Rahîmimiz! Bizim günahlarımızı da mağfiret buyur!
Yüce Allahımız! “Bizi affet, kusurlarımızı bağışla ve bizim hayatımızı da iyilerle beraber nihayetlendir.. günahlarımızı mağfûr, kusurlarımızı mestûr, kalblerimizi de mahfûz eyle.. sadırlarımıza inşirah ver.. Ey gizli ve sürpriz lütufların sahibi Rabbimiz, endişe edip korktuğumuz hususların gelip başımıza üşüşmesinden bizleri muhafaza et!
Ya Rabbenâ, Ya İlâhenâ ve ya Mevlânâ! İşlerimizi kolaylaştır.. bizi, anne-babalarımızı, büyüklerimizi, hocalarımızı, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, üzerimizde hakkı bulunan kimseleri ve cümle ümmet-i Muhammed'i mağfiret buyur!
Ey feyiz sağanaklarıyla sürekli tecellî üstüne tecellîde bulunan Rahmeti Sonsuz! Bilumum belalardan ve hastalıklardan Sen bizi koru!
Senin, rahmetine, inayetine, hıfz u riayetine itimad ederek bütün bunları Senden dileniyoruz, ey Merhametliler Merhametlisi Rabbimiz! N'olur, bizleri, ettiği dualar geri çevrilen mahrum ve talihsiz kullardan eyleme! Amin!..
***
Cenab-ı Allah'ın bizleri evvelâ ruhunu fasılasız olarak dua gıdasıyla besleyen, ikinci olarak da ümmet-i Muhammed'in meselelerini kendi içinde bir problem olarak duyup, Allah'ın (celle celâlühû) inanan insanlar üzerindeki görünür-görünmez belâ ve musibetleri def ü ref' etmesi için sabah-akşam tazarru ve niyaz ile ulu dergahına yönelen kullarından eylemesini niyaz ederiz.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #107
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
El-Kulûbü'd-Dâria'da İbrahîm bin Edhem hazretlerine âit iki dua yer almaktadır. Bunların ilki, mecmuanın 337. sayfasında geçen ve İbrahim b. Edhem hazretlerinin, Cum'a sabahı ve akşamında okumuş oldukları virdi; ikincisi ise, sh. 339'da yer alan ve bir-iki mısra'ını çoğumuzun ezbere bildiği nazım halindeki meşhur münacâtıdır. Biz burada, işte bu meşhur münacâtın tamamıyla Rabbimiz'e yalvarmak istiyoruz. Ama dilerseniz ondan evvel münacâtın sahibi bu büyük gönül insanı hakkında bir-iki cümle söyleyelim:
İbrâhim b. Edhem (rahmetullahi aleyh) Allah'ı seven, O'nun tarafından sevilip gönüllere sevdirilen, dolayısıyla da bizim altın tarihimize nâmı kaydedilmiş bir sûfî, bir zâhid ve bîr âlimdir; tek kelimeyle bir zirvedir ve bir ufuktur.
İbrahim b. Edhem, Mukâtil b. Hayyan, Atâ b. Meysere, Mukâtil b. Süleyman, Şakîk el-Belhî, Abdullah b. Muhammed el-Belhî, Sultânü'l-Ulemâ Bahâüddîn Veled gibi pek çok devâsa insanı yetiştiren ve İslam kültür ve medeniyet tarihinde çok önemli katkıları olan münbit Belh (Horasan) topraklarında dünyaya geldiğinde takvimler 714 senesini (H.96) gösteriyordu. Künyesi Ebû İshak, babasının ismi ise Mansûr'dur. Çok velûd, çok bereketli bir dönemin, tâbiîn döneminin çocuğudur. Tabiîn ve tebe-i tâbiîn tabakasındaki râvilerden hadis rivayet etmiş ‘sika' bir şahsiyettir. Bir çok büyükle maiyyeti olduğu gibi, İmam-ı Azam Ebû Hanife hazretleriyle de beraber olmuş hatta ondan ders almıştır. Bağdât, Şâm ve Hicaz'da meşhûr olmuş ve kendi döneminde Bizanslılara karşı yapılan kara ve deniz savaşlarına da iştirak etmiş ve yine böyle bir sefer esnasında Şam bölgesinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemiştir. Sene 779 (H.162)'dir.
İbrahim b. Edhem (kaddesellahü sirrahû) , çok varlıklı bir ailenin evladı olarak dünyaya gelmişti. Bazıları onun bir hükümdar oğlu veya torunu olduğunu da söylerler. Yani bir veliahd idi. Fakat o, malı-mülkü, tâcı-tahtı, nâm u nişanı terkedip zühd yoluna sülûk etti. Çünkü Cenab-ı Allah ona daha gençlik yıllarında, gaybdan bir sesle asıl vazifesini hatırlamıştı. Evet, gayptan bir ses ona, “Ey İbrahîm, ne için yaratılmışsan onun peşinde ol!” demişti. Hayatının ilerleyen yılları tabiî olarak çileli geçecekti. Öyle de oldu; çilekeş bir işçi gibi çalışıp alnının teriyle kazandığıyla geçimini sağlamaya çalıştı. Zaten dünyayı elinin tersiyle bir kenara ittiği için de öyle geçim derdi falan yoktu. Hatta pek çok zaman bir iş bulup çalışıyor, kazandığıyla da ahbâb u yârânına ikrâm u izzette bulunuyor, kendisi ise ibadet ü tâatla meşgul oluyordu. Derdi ki, “ Lokmayı helâlinden temin edebilmek için çalışıp didinmek, geceleri ibâdet edip, gündüzleri oruç tutmaktan daha efdaldir. Çünkü her şeyin başı helâl lokmadır.”
Dünyayı terkedip yüzünü ukbâya çevirince Cenab-ı Allah da onu gönüller tahtına oturttu, kalb saraylarının sultanı haline getirdi. Onunla alâkalı olarak anlatılan şu hadise dünyanın dünyaya bakan yanlarına hiç de aldırış etmediğine pek güzel bir misal teşkil eder:
Bir gün sahraya çıkmıştı. Bir kuyudan su çekmek için kovayı sarkıttı. Geri çektiğinde kovanın gümüşle dolu olduğunu gördü. Hemen geri boşalttı ve tekrar sarkıttı. Bu çekişinde, altınla dolu olduğunu gördü. Bunu da geri boşaltıp, kovayı tekrar daldırıp çıkardığında, kovanın mücevherle dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine şöyle niyazda bulundu. “Yâ Rabbî! Bana hazine veriyorsun. Benim arzum bunlar değildir. Ben abdest almak için su istiyorum. İhsân et” diye yalvardı. Kovayı tekrar kuyuya daldırıp çıkardığında su ile dolu olduğunu gördü.
Gecelerini umumiyetle tefekkür, namaz ve niyazla geçirip çok az uyurdu. ” Uyumadan nasıl durabiliyorsunuz?" diyenlere; “Nasıl uyuyabilirim ki, ağlamaktan bir an kesilemiyorum. Bu halde gözüme uyku girmesi mümkün müdür?” derdi. Namazını bitirdikten sonra ellerini yüzüne kapatır; “Yaptığım ibâdet doğru ve makbûl olmaz da, eski bir paçavra gibi yüzüme çarpılır diye çok korkuyorum.” buyururdu. Gündüzlerini ise genellikle oruçlu olarak geçirirdi.
Evet, bu kutlu zât, son derece samimi, hasbi, eğri-büğrü denilebilecek hiçbir yanı olmayan, müstakîm, söylediği sözler, hemen cemaat arasında heyecan uyandıran, bulunduğu yerde manyetik alanlar meydana getiren ve Cenab-ı Hakk'ın bu lütuflarını değerlendirerek de insanlara Allah Rasûlü'nün sünnet-i seniyyesini, evrâd ü ezkârını tâlim eden ve gönüllerde Allah'a teveccüh hisleri uyandıran bir mürşid ve bir hizmet insanıdır.
Hocaefendi'nin tabiriyle o, Hazreti Ali, Şâh-ı Geylânî, Fudayl b. İyaz, Bişr-i Hafî gibi, Allah Rasûlü'nün terbiyesinin meyvesi, başı Nübüvvet'in kademine değen binlerce büyük zattan biriydi: “ Eğer Efendimiz'den sonra peygamberlik mukadder olsaydı, bunların her biri İsrail Peygamberleri döneminde olduğu gibi nübüvvet semâsında pervâz edeceklerdi...”
İbrahim bin Edhem hazretlerinin ve emsali büyük zatların medh ü senasından âciz olduğumuza göre onun tarihçe-i hayatına bu kadarcık bir işaretle iktifa edip münacaatına müracaat edebiliriz:
***
إِلٰهِـي أَنْتَ ذُو فَضْلٍ وَمَنٍّفَإِنِّـي ذُو خَطَايَا فَاعْفُ عَنِّي
فَظَنِّي فِيكَ يَا رَبِّ جَمِيلٌفَحَقِّقْ يَـا إِلٰهِي حُسْنَ ظَنِّي

إِلٰهِي لَا تُعَذِّبْنِي فَإِنِّيمُقرٌّ بِالَّذِي قَدْ كَانَ مِنِّي
يَظُنُّ النَّاسُ بِـي خَيْراً فَإِنِّيأَشَرُّ الْخَلْقِ إِنْ لَمْ تَعْفُ عَنِّي

إِلٰهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي أَتَاكَامُقِرّاً بِالذُّنُوبِ وَقَدْ دَعَاكَا
فَإِنْ تَغْفِرْ فَأَنْتَ أَهْلٌ لِذَاكَاوَإِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَا

إِلٰهِي تُبْتُ مِنْ كُلِّ الْمَعَاصِيبِإِخْلَاصٍ رَجَاءً لِلْخَلَاصِ
أَغِثْنِي يَا غِيَاثَ الْمُسْـتَغِيثِينَبِفَضْلِكَ يَوْمَ يُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي
İlahî! Sen fazl u kerem ve izzet ü ikram sahibisin; benimse tek sermayem hatalarım ve günahlarım; ne olur kulunu affet!
İsyankar isem de affına olan ümidim hiç sarsılmadı; diliyor ve dileniyorum; kapıkulunu umduklarına nâil et!

İşte huzurundayım ve suçlarımı itiraf ediyorum; merhametinle muamelede bulun ve bu âciz bendeni azaba dûçar kılma!
Halk hep sâlih bir insan olduğumu düşünüyor; halbuki ben onların en kötüsüyüm; merhametine iltica ediyorum; beni bana bırakma!
İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar,
Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen'in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen'den başka kim affedebilir?!
İlâhî! Gönlümde nedâmet hisleri, bütün masiyetlerime “tevbe!” diyor ve kurtuluş fermanımı bekliyorum.
Hesabın pek ince olduğu o şedîd günde, ey yardım talebinde bulunanların biricik yardımcısı, nâçâr, Sen'in yardımını istiyorum.
***
İbrahim b. Edhem hazretlerinin bu nazım şeklindeki münacaatı hakîkaten çok içten, çok yürekten, zor söylenebilecek bir niyaz ve bir yakarıştır. Onun için de duadaki incelik ve içtenliği, değil yukarıdaki sönük tercüme ile, hiçbir şekilde ifade etmek imkanı yoktur. Binâenaleyh, manasına şöyle-böyle bir ıttıla' kesbettikten sonra mutlak sûrette orijinal metni tekrar edile edile ifadedeki samimiyet gönülde duyulmaya çalışılmalıdır.
Zaten bu münacaatın “İlâhî abdüke'l-âsî etâke/Rabbim, asî kulun kapına geldi” şeklinde başlayan dört mısra hemen hepimizin diline vird-i zeban olmuştur. Çoğumuz Rabbimizin huzuruna varıp da el açtığımızda o cümlelerin bizim halimize de tastamam tercüman olduğunu düşünürüz. Bir kısım kaynaklara göre İbrahim b. Edhem (kuddise sirruhû) bu dört mısraı, Harem-i Şerif'i ziyarete gittiğinde söylediği bir münacaatının içinde zikretmiştir. Bazı Allah dostlarının Kabe-yi Muazzama'ya yüz sürdüklerinde ‘teberrüken ve teyemmünen' okudukları o enfes münacaat da şöyledir:
***
هَجَرْتُ الْخَلْقَ طُرًّا فِي هَوَاكَاوَأَيْتَمْتُ الْعِيَالَ لِكَيْ أَرَاكَا
وَلَوْ قَطَعْتَنِي فِي الْحُبِّ إِرْبًالَمَا حَنَّ الْفُؤَادُ إِلَى سِوَاكَا

تَجَاوَزْ عَنْ ضَعِيفٍ قَدْ أَتَاكَاوَجَاءَ رَاجِيًا يَرْجُو نِدَاكَا
وَإِنْ يَكُ يَا مُهَيْمِنُ قَدْ عَصَاكَافَلَمْ يَسْجُدْ لِمَعْبُودٍ سِوَاكَا

إِلَهِي عَبْدُكَ الْعَاصِي أَتَاكَامُقِرًّا بِالذُّنُوبِ فَقَدْ دَعَاكَا
وَإِنْ تَغْفِرْ فَأَنْتَ أَهْلٌ لِذَاكَاوَإِنْ تَطْرُدْ فَمَنْ يَرْحَمْ سِوَاكَا
“Ya Rabbi, Sen'in aşkına tutuldum. Sen'den gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu... Beni parça parça etsen bile bu gönül Sen'den başkasına asla meyletmeyecek.
Kapına gelmiş ve Senin şefkatine nâil olmayı uman bu zayıf bîçârenin günahlarını affet. Her ne kadar defteri isyanla dolu olsa da, ey Müheymin, Sen'den başkasına secde etmedi, etmeyecek.
İlâhî! Asî kulun yine kapına geldi; (dağlar azametindeki) günahlarını ikrar edip, ellerini Sana açıyor ve sadece Sana açar. Şâyet Sen mağfiret edersen, hiç şüphesiz o Sen'in şânındandır; kovarsan dergahından, beni Sen'den başka kim affedebilir?!”
Derler ki, İbrahim b. Edhem (rahimehûllah), tam bu mülahazalarla dopdolu olduğu ve bu duanın manevî atmosferi içinde bulunduğu bir sırada, Kâbe'nin kenarında oğlunu görür. Oğlu da onu görmüştür. Senelerin verdiği hasret, ikisini birbirine koşturur. Tam sarmaş dolaş olurlar ki, hâtiften bir ses gelir: “İbrahim, bir kalbde iki sevgi olmaz!” İşte o zaman İbrahim b. Edhem ikinci çığlığı basar: “Muhabbetine mani olanı al, Allahım!” İşte o anda oğlu ayaklarının dibine yığılıvermiştir.
***
Görüldüğü üzere her iki münacaatta da müşterek tem'a, Hakk'ın huzurunda hata, günah ve isyanların itiraf edilmesi ve bunun da ötesinde bir insan ne ölçüde düşerse düşsün, ne kadar günah bataklıklarına batmış olursa olsun, dönüp geleceği yerin yine Cenâb-ı Mevlâ'nın huzuru olmasıdır. Zaten gerçek bir kula yakışan başka değil sadece budur. Başka türlü de düşünülemez zira Allah ü zü'l-Cemâl yegane Rabb'dir ve merhametiyle bütün varlığı kuşatmış, rahmeti, re'feti, şefkati de gazabına sebkat etmiştir.
Ehlullah diye nitelendirdiğimiz Allah dostları işte bu yüksek hakîkatin özünü pek iyi kavramış ve dualarını hep benzer ifadelerle süslemişlerdir. Hatırlanacağı üzere Abdülkâdir Geylânî hazretleri de, el-Kulûbü'd-Dâria'daki duasında, “ Ya Rab! Gece, karanlığıyla mevcûdâtın üzerini örtünce döşekler de seriliverdi ve sevenler sevdikleriyle başbaşa kaldılar. Ben de Sen'in huzuruna geldim. Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki! İlâhî! Şayet Sen bana azap etmeyi murad buyurursan, ben biliyorum ki, cezalandırılmaya fazlasıyla müstehakım! Fakat affınla sarıp sarmalarsan, o da Sen'in lütfun ve keremindir.” diye sesleniyordu.
Evet, Hocaefendi'nin de işaret buyurduğu gibi, gerçek kulluğun ma'nâsı budur. Yani, kulluk bir ısrar ve kapıda durup beklemedir. Kul kapıda duracak, belki de bir ömür boyu kapının açılmasını bekleyecek; fakat hiçbir zaman kapıyı terketmeyecektir. Hem de ilk günkü iştiyakı hiç eksilmeden, ülfet ve alışkanlıklar aşkını, şevkini alıp götürmeden, ibâdetleri ruhsuz birer jimnastik haline getirmeden.. ilk günkü tazelik, ilk günkü havf ve reca ile dopdolu olarak zamanla yarışmak, işte gerçek kulluk!
Dilden dile dolaşa dolaşa ‘müptezel' bir hal almış olsa da şu menkıbe çok manidar ve mevzumuz açısından da çok ibretâmizdir:
Allah'ın velî kullarından biri, senelerce Rabb'e kullukta bulunur. Nice müridler yetiştirir. Yetiştirdiği müridlerin bir gün gelir ki gözlerinden perde açılır ve şeyhlerinin durumunu müşahede ederler. Ne acıdır ki, Levh-i Mahfuz'da şeyhleri “Şakî olarak” yazılmaktadır. Bir bir onu terkederler. Sonunda sadece sadık bir mürid kalır. Durumu çok iyi bilen fakat bir ders daha vermek için sabırla olanları seyreden şeyh bu müride sorar: “Arkadaşların niçin dergâhı terkettiler; artık gelmiyorlar.” Mürid, utanarak cevap verir: “Efendim, der. Sizi şakî olarak gördüler ve onun için halkayı terkettiler.” Şeyhin dudaklarında buruk bir tebessüm belirir. “Yavrum, der, ben onların daha henüz gördüklerini kırk seneden beri görmekteyim. Ama başka kapı mı var ki oraya gideyim?” Şeyhin bu sözü semayı ihtizaza getirir. Levha birden değişir. Şimdi o, elden ele bir gül gibi koklanan bir mutlu ve bir saiddir.
Sahâbiden sonraki devirlerde, toprak öyle münbit ve verimli hâle getirilmiştir ki, binlerce Allah dostu, Hak yârânı yetişmiştir ve bunlardan hiçbiri o kapıyı terketmemiştir. Biz ve bizim gibi iman mevhibesiyle şereflendirilmiş topyekün müminler de o kapının sâdık bendeleri olmalı, nerede kaç defa düşersek düşelim, kalkıp doğrulmalı ve koşarak o kapıya teveccüh etmeliyiz. Katiyen unutmamamalıyız ki, teveccüh teveccühe olur ve hiçbir teveccüh de teveccühsüz bırakılmaz.
Evet, insanın günahlarının farkında olması, onların en küçüğünü bile dağlar cesâmetinde görmesi, onlarca yıl evvel işlediği bir günah ya da hatadan dolayı dahî kendini sorgulaması tasvip hatta ısrarla tavsiye edilen bir davranış olsa da, o günahlardan dolayı ümitsizliğe düşmek her şeyden evvel Cenab-ı Hakk'ın afv, merhamet ve şefkatini hafife alma k sayılır ki, o da çok büyük bir saygısızlıktır. Bize düşen bir yandan,
“Bu suçlarla beni tartarsa Rahman,
Kırılır arsa-yı mahşerde mîzan” (Alvarlı Efe hazretleri) deyip, hata ve isyanlarımızın en küçüğünü bile kebâîr/büyük günahlar kategorisinde değerlendirmek ve hep nedâmet hisleri içinde kıvrım kıvrım iki büklüm olmak; diğer yandan da,

“Ger günahım kûh-i Kaf olsa ne gamdır ya Celîl,
Rahmetin bahrına nisbet ennehû şey'ün kalîl.” (Anonim) diyerek Allah'ın rahmetinin vüs'atini, enginliğini hiçbir zaman mülahazalarımızdan dûr etmemektir. Evet, günahlarımız Kâf Dağı kadar cesîm bile olsa, Cenab-ı Rahmân ü Rahîm'in rahmet deryasının yanında bir şey-i
kalîl yani hiçbir şeydir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
25 Mayıs 2006       Mesaj #108
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi vesellem) bizim her şeyimizdir. Her ne kadar hakkı olan vefa ve sadâkati gösterememiş olsak da, aşk ölçüsünde sevdiğimiz, kendimizi en fazla medyûn hissettiğimiz, nûr cemâlini görebilmek, fem-i mübareğinden bir tek kelime olsun duyabilmek için dünyaları feda etmeye and içtiğimiz bir ikinci varlık gösterilemez. Zaten O'nu sevmek Hakk'ı sevmek; O'na itaat etmek Hakk'a itaat etmektir. Tek kelimeyle O, bizim Efendimizdir ve tabiî, İnsanlığın Şeref Levhası, Kainatın da İftihar Tablosudur. Varlığımızdan, imanımızdan, hak ve hakîkate uyanışımızdan –tabiî ne ölçüde uyanabilmişsek- dolayı hep O'na minnettarız. İşte bu mülahazalarla her zaman, “El-minnetü lillâhi ve lirasûlihî-Minnet sadece Allah'a ve Rasûlüne'dir”, deriz. Aslında sadece biz değil bütün beşeriyet O'na medyûndur zira dünya huzuruna ve ukbâ saadetine giden yolun rehberliği O'na verilmiş, o yolu aydınlatan elektrik lambasının düğmesine o dokunmuştur. Yine O dur ki, dil, din, ırk, kavim, zengin, fakir ayrımı gözetmeden herkesin elinden tutmak, onları alıp Cennet'e götürmek için “Kendini helâk edercesine” gayret etmiş ve hem geride bıraktıklarıyla hem de manevî, rûhî himmetiyle etmeye devam ediyor. O ölmedi, ölmeyecek; bugüne kadar ümmetinin önünde yürüdü, bundan sonra da ümmetinin önünde hep O yürüyecek.
Yolunun yolcuları olarak Allah Rasûlü'ne karşı borcumuzu edâ etmenin fiilî/pratik yolu, O'nun sünnet-i seniyyesini, âdabına varana kadar hayatımıza tatbik etmekten geçer. Aslında bu, Allah'a itaatin de en sarîh ifadesidir. O Muallim-i Ekber'in din olarak bize tebliğ ettiği hususları bütün incelikleriyle yaşamaya çalışmakla O'na karşı dâima şükran hisleri içinde olduğumuzu ve bu hislerin gereğini yerine getirmeye âmâde bulunduğumuzu ilan etmiş oluruz. Bu vefa borcunu îfâ etmenin kavlî yani sözlü yolu ise o Efendiler Efendisi'ni her zaman salât ü selâmlarla yâd etmektir. Bütün semâvî dinlerin ve kitapların asıllarına ve umum peygamberlere iman edip saygıda kusur yapmamayı iman esasları içinde benimsemiş bir ümmetin fertleri olarak gayet açık ve net söylememiz gerekir ki, nâm-ı celîli geçtiğinde Nübüvvet Divanının Hâtemi olan o en güzel örneği hayırla yâd etmek topyekün beşeriyetin insanlık borcudur. O Gaybın Son Habercisi'ni en güzel şekilde anmamak, ümmeti için bir vefasızlık ve sadakatsızlık, diğer insanlar için de kadirbilmezlik ve saygısızlıktır. Evet, müslümanlar azamî vefa, azamî sadakat, azamî saygıyla dopdolu olmanın gereği, başka dinlerin müntesipleri de, insaflı olmanın muktezası, O Nebîler Serveri'nin âlemlere rahmet oluşunun hakkını mutlaka vermelidirler.
Salât ü Selâm, Önemi, Fazileti
Salât kelimesi bilindiği üzere, dua, istiğfar, mağfiret, bereket, medh ü senâ gibi anlamlara gelir. Allah'tan olunca rahmet, melâike-i kirâmdan olunca mağfiret talebi, müminler tarafından olunca da hayır dua etmek manalarına gelir. Çoğulu da salavâttır. Selâm da esenlik, emniyet ve barış demektir. Müminlerin Efendiler Efendisi'ne selamları, O'na karşı sadakatleri ve ne şekilde olursa olsun O, Dünyanın En Hassas İnsanı'nı incitmeyecekleri hususundaki ahd ü peymanlarını yenilemeleri demektir.
Efendimiz (aleyhisselâma) salât ü selam getirmek her şeyden önce bir kulluk vazifesidir. Zira Kur'an-ı Mübîn'de, “ Allah ve melekleri, Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.” (Ahzab,56) buyrulmuştur. Büyüklerimizin de ifade ettikleri gibi, salât u selamlarla iki cihanın vesîle-i saadeti Peygamberimiz'i her anışımız, hem O'nun peygamberliğini bir tebrik, hem getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkür ve hem de bildirdiği fermanlara itaatimizi ve biatımızı yenilememiz manasına gelmektedir. Bizler, Efendiler Efendisi'ne salât ü selâm okumakla, O'na olan bağlılığımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluyoruz. “Seni andık, Seni düşündük; Allah Teala'ya Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk” demiş ve “Dahîlek yâ Resûlallah-Bizi de nurlu halkana al ey Allah'ın Resûlü!..” talebimizi tekrar ederek O'nun engin şefkat ve şefaatine sığınmış oluyoruz. Dolayısıyla, salât ü selama Efendimiz'den daha çok biz muhtaç bulunuyoruz.
Salât ü Selâmda Cimrilik Yapmayalım
Salât ü selâm ikinci olarak, az önce de zikredildiği üzere, Allah'ın Son Peygamberi'ne karşı hem O'nun ümmetinin hem de bütün insanlığın vefa borcudur. Kadrine rûhânîlerin destan kestiği o En Büyük Elçi, bize bizzat Kendi ifadeleriyle salât ü selâmın ehemmiyetini hatırlatmakta ve bu hususta tembellik hatta âhesterevlik etmenin elîm âkıbetine dikkatlerimizi çekmektedir. Bu hususta sâdır olmuş bazı hadis-i şerifler şunlardır:
“Allah benim için iki melek vazifelendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldığım da o müslüman bana salavât getirirse, mutlaka o iki melek ona: ‘Allah seni mağfiret etsin' derler. Cenab-ı Allah ve diğer melekleri de o iki meleğin duasına ‘Amîn' derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda Bana salavât getirmezse, mutlaka o iki melek, ‘Allah'ın mağfiretinden mahrum kalasın!' derler. Allah ( celle celâlühû) ve diğer melekler de o iki meleğin duasına ‘Amîn' derler.” (Mecmeu'z-Zevâid, 10/164; İbn-i Kesîr, 6/465)
Bir başka hadis-i şerif şöyledir: “Bulunduğu yerde ismim zikrolunduğunda Bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün, hakarete uğrasın!” (Sünen-i Tirmizî, Deavât 110; Müsned, 2/254) Burada istidrâdî olarak ifade edelim ki, yerine getirmeyenler hakkında ciddi vaîd (tehdit)lerin yer aldığı emirlerin Dinde pek büyük bir önemi vardır. Onun için de ‘burnu sürtülsün' tehdîd-âmiz ifadesinin basit bir emrin terki hakkında gelemeyeceği düşünüldüğünde Allah Rasûlü'ne salât ü selâm okumanın ehemmiyeti kendiliğinden ortaya çıkar.
Bir diğer hadîs-i nebevîde şu ifade edilir: “Her kim benim için bir salât ü selam okursa, Allah da ona on salât eder. Aynı zamanda on günahını affedip derecesini de on basamak yükseltir.” (Nesâî, Sehv 55)
Efendimizin bu mevzudaki bir diğer muştusu da şudur: “Yeryüzünde Cenab-ı Allah'ın bazı melekleri vardır; onlar ümmetimin selâmını bana ulaştırırlar.” (Nesâî, Sehv 46)
Yine Cenâb-ı Hakk'ın ona itaati Zâtına itaat saydığı o Mümtazlardan Mümtaz Zat buyurur ki: “Kıyamet günü Bana en yakın olacak insan, en çok salavât getirendir.” (Tirmizî, Salât 357)
Yaratılışın gayesi, enbiyanın serveri, tevhid hakikatinin en gür sesi, Efendiler Efendisi'nin bir diğer kavli de şudur: “Gerçek cimri, yanında ismim zikredildiği halde bana salât ü selâm etmeyendir.” (Tirmizî, Deavât 110)
Ne Kadar Çok Salât ü Selâm Okunursa O Kadar Güzel Olur
Allah Rasûlü (aleyhisselam) ashabına ve onlar vasıtasıyla ümmetine çok salât ü selam getirmelerini emir buyurmuştur. Rivayetlere göre ashabından birisi huzuruna gelip, “Ey Allah'ın Rasûlü, günün dörtte birini salât ü selam okumaya ayırıyorum” deyince onu istihsan buyurmuş; fakat “yine de artırsan daha iyi olur” demiştir. Günün yarısını salât ü selâma ayırdığında yine, “artırsan daha iyi olur” demiş; üçüncü defa gelip daha da artırdığını söylediğinde tekrar, “ iyi, güzel fakat artırsan daha iyi olur ” buyurmuştur. Bu bir kimseye altından kalkamayacağı bir iş yükleme değildir. Bilakis bir hususun ehemmiyetini ifade ve bir noktada hedef göstermedir. Öyle anlaşılıyor ki, sâdık u masdûk olan o İki Cihan Serveri ne kadar çok salât ü selâmla anılırsa o kadar güzel bir iş yapılmış olur. Bununla beraber Hocaefendi'nin de işaret buyurduğu gibi salât ü selâmın sonunda ‘bi adedi ilmik ve biadedi ma'lûmâtik-Allah'ım, Senin ilmin ve ma'lûmâtın adedince Yüce Nebî'ne salât ü selâm olsun' ya da ‘mile's-semâvâti ve'l-arz-gökler ve yerler dolusu salât ve selâm ediyoruz' demek kuşatıcı olur. Bütün bunlarla beraber kaç defa söylenmiş olursa olsun yine de az olacağı bilinmelidir.
Burada ayrıca ifade etmek gerekir ki, nasıl Cenab-ı Allah'ın, kullarının Zât-ı Ecell-i A'lâ'sını zikretmelerine ihtiyacı yoksa, mahşer gününde bütün insanların şefaat dilenmek için etrafını saracakları o İki Cihan Güneşi'nin de katiyen bizim salât ü selâmlarımıza ihtiyacı yoktur. Ortada bir ihtiyaç varsa o da bizim ihtiyacımızdır. Zira O, Allah'ın habîbi, varlığın gayesi, iki cihanın da hem çekirdeği hem de meyvesidir. Kâinatlar yüzü suyu hürmetine yaratılmış, salât ü selâmını da Yüce Mevlâ'nın okumuş olduğu bir muallâ varlığın başkalarından gelecek medh ü senalara ihtiyacından bahsedilemez.
Bizim ihtiyacımız ise ortadadır. Çünkü salât ü selâm Üstad Bediüzzaman'ın 1. Söz'de de ifade ettiği gibi Allah Rasûlü'ne vuslatın en önemli iki vesilesinden biridir. Salât ü selâmlar hürmetine rahmet-i ilâhiyenin bir yağmur sağanağı şeklinde gelip bizi kuşatabileceğini Efendimiz'in beyanları içinde görmüştük. Alvarlı Efe Hazretleri ne güzel söyler:
“Rahmet-i Rahman dilersen ey kirâm
Ver Muhammed Mustafa'ya çok selâm.”

Ayrıca, Allah Rasûlü'ne ne kadar çok salât ü selâm okunursa O'nun şefaat dairesinin o ölçüde genişleyeceği ve daha çok insanın o şefaatten hissedâr olacağı da yine bilinen bir hakikattir. Allah Rasûlü'nü sevmek, O'na itaat etmek ve O Güzeller Güzeli'ni salât ü selâmlarla anmak hem İslam'la hem de İslam Peygamberi'yle aramızdaki en güçlü bağdır; bu bağ kopunca daha tutanacak hiçbir bağ kalmamış olur. Bu ise apaçık çizgiyi kaybetme ve sukût etme demektir.
Efendimiz (aleyhisselâmı) Farklı Salât ü Selâmlarla Anmak
Yine o Kainatın Efendisi, ashabına nasıl salât ü selâm getirebileceklerini ta'lim sadedinde hepimizin namazlarımızda okuduğumuz ‘salli' ve ‘bârik' dualarını işaret buyurmuştur. Ehlullaha göre göre en faziletli salât ü selamlar da bunlardır. Bununla beraber Peygamber Efendimiz'in ismi zikredildiğinde onu daha başka salât ü selâmlarla anmak da mümkündür. Meselâ, salât-i tefriciye, salât-i münciye okunabilir. Yine bu kabilden olmak üzere, “aleyhisselam”, “sallallahü aleyhi vesellem”, “aleyhissalâtü vesselâm”, “aleyhi ekmelüttehâyâ”, “aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât” gibi medh ü senâ cümleleri de söylenebilir. Bununla beraber, Efendimiz'in her ismi geçişinde bunların tamamını bile okumuş olsak yine de o işin hakkını vermiş olamayız. Çünkü O'nu, Yüce Kitab'ında Hazreti Allah medh ü senâ etmiştir. Alvar İmamı M. Lutfî Efendi bu gerçeği Hulâsatü'l-Hakâyık adlı divanında, “Kim Sana meddâh olur, meddâhın Allah'tır Senin” diyerek seslendirir.
Allah dostlarının hepsi aynı zamanda birer evrâd ü ezkâr ve dua kahramanıdırlar. Gece-gündüz Dost'u anmadan dostluk olamayacağını biz hep onlardan öğrendik. Onlar dualarının büyük bir kısmını Varlığın İlle-İ Gâyesi ve kurtuluşumuzun biricik vesilesi Hazreti Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa'ya (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) salât ü selam okumaya ayırmışlardır. Ayırmışlardır zira salât ü selâm hem o Sevgili'ye bir vefa borcu ve sadâkat tebliği, hem duaların kabulüne en önemli vesilelerden biri, hem değişik maddî-manevî hastalıklardan kurtulmak için hep kabul görmüş bir şifa dilekçesi hem de dert, tasa, sıkıntı ve zorlukların aşılmasında, fereç ve mahreç kapılarının açılmasında sebepler üstü en güçlü müessirdir. el-Kulûbü'd-Dâria da dahil olmak üzere değişik vird mecmualarına bakanlar büyüklerin, gönüllerinden seslendirdikleri salât ü selâmları görebileceklerdir. Biz de Hazreti Tevvâb ü Rahîm'e sunduğumuz dualarımızı mutlaka salât ü selâmla ambalajlamalı, öyle bir zarfın dergâh-ı ulûhiyette takdîr ve kâbule daha şâyan bulunduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Dualarımızın evvelinde ve âhirinde başta Ay Yüzlü, Medinenin Gülü Efendimiz'e, âline, ashabına daha sonra da, ihvânı olan diğer nebîlere, Allah nezdinde makbul kullara ve inananlara salât ü selâm da bulunmayı ihmal etmemeliyiz. el-Kulûbü'd-Dâria'nın en sonunda yer alan ‘es-salâtü'l-câmia' bu hususta bizim için çok güzel bir örnek olabilir.
Biz her salât ü selâmın Allah Rasûlü'ne (aleyhi efdalüssalavât) ulaştırıldığı kat'î inancı içinde,
“Bulduğunca cihan sebât ü devam
Ona ve âline salât ü selam” (Şeyhî) deyip, el-Kulûbü'd-Dâria'nın 347, 348 ve 349. sayfalarında yer alan Alî ibn-i Şihâb el-Hemedânî 'ye (kaddesellahü sirrahû) ait bir salât ü selamı kırık dökük de olsa bir tercümesiyle buraya almak istiyoruz:
* * *
صَلَوَاتُ اللّٰهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَأَنْبِيَائِهِ وَرُسُـلِهِ وَحَمَلَةِ عَرْشِـهِ وَجَمِيعِ خَلْقِهِ عَلَى سَـيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى أٰلِــهِ وَأَصْحَابِهِ، وَعَلَيْهِ وَعَلَيْهِمُ السَّـلاَمُ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُـولَ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا حَبِيبَ اللّٰهِ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَلِيـلَ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا نَبِيَّ اللّٰهِ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا صَفِيَّ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَيْرَ خَلْقِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا نُورَ عَرْشِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أَمِينَ وَحْيِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَـنِ اخْتَارَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ أَرْسَـلَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ زَيَّنَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ شَرَّفَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ كَرَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا مَـنْ عَظَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا مَـنْ عَلَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا سَــيِّدَ الْمُرْسَلِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا إِمَامَ الْمُتَّقِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَاتَمَ النَّبِيِّينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا شَفِيعَ الْمُذْنِبِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُـولَ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَـيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ فِي كُلِّ وَقْتٍ وَحِينٍ، وَصَلِّ عَلَى الْأَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ، وَعَلَى مَلاَئِكَتِكَ الْمُقَرَّبِينَ، وَعَلَى عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ، وَعَلَى أَهْلِ طَاعَتِكَ أَجْمَعِينَ، مِنْ أَهْلِ السَّمَاوَاتِ وَمِنْ أَهْلِ الْأَرَضِينَ، وَارْحَمْنَا وَاحْشُرْنَا مَعَهُمْ بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
Cenâb-ı Allah'ın, melâike-i kirâmın, enbiyâ-i izâmın, rusûl-ü fihâmın, hamele-i arşın ve Hakk'ın bütün kullarının salât ü selâmı, Divan-i Nübüvvetin Hâtemi olan Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm)'ın, âile efrâdının, gözde ve güzîde ashabının üzerine olsun. Selâm, bereket ve lütf u ihsan da yine onların üzerine olsun.
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Rasûlü, Elçisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hakk'ın Habîbi, Sevgilisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Yüce Mevlâ'nın Halîli, Dostu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Nebîsi, Habercisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hazreti Rahman'ın Arı-Duru, Mümtaz Kulu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Yaratılmışların En Hayırlısı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Arş-ı İlâhî'nin Nûru!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Vahy-i İlâhî'nin Emîn Emanetçisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Hususî Tercihine Mazhar Seçkin Kulu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hakk'ın gönderdiği En Büyük Elçi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Cenâb-ı Allah'ın en müstesna zinetlerle donattığı Güzeller Güzeli!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey bitmez tükenmez hazînelerin sahibi Ganiy-yi Mutlak Rabb'in en yüce pâyelerle şereflendirdiği Sevgili!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Kerîm Rabbin tekrîm buyurup en pahalı ihsanlarla ulvî makamlara ulaştırdığı Sâdık u Masdûk!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hazreti Allah'ın tâzim buyurup şânını zirveye çıkarttığı Nebîler Sultanı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Müttakîlerin İmamı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Nebîler Zincirinin Son Halkası!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Günahkarların Şefaatçısı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Rahmeten li'l-âlemîn!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Âlemlerin Rabbinin Son Elçisi!

Ey rahmet ve şefkatine hudut olmayan Yüceler Yücesi Rabbimiz! Efendimiz Hazreti Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa'ya, diğer enbiya ve mürselîn efendilerimize, Sen'in mukarreb ibâdın olan melâikeye ve sâlih kullarına her an, yerler ve gökler dolusu salât ü selâm eylemeni diliyor ve dileniyoruz!
Ey Merhametlilerin En Merhametlisi, Sultanımız! Biz günahkar ve asî kullarına da merhamet et ve bizi de o sâlih kullarınla beraber haşr ü neşr eyle!
Evvel-âhir bütün hamd ü senalar, şükürler sadece Senin hakkındır ve biz de yalnız Sana hamdederiz, Rabbimiz!..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Mayıs 2006       Mesaj #109
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İnanmış bir gönül için diğergamlığın sınırı yoktur. İslâm'ı ve onunla gelen güzellikleri vicdanının derinliklerinde duyabilme bahtiyarlığına ermiş ve imanın zevkine uyanabilmiş bir Hakk yolcusu her zaman ve her şart altında başkalarını kendisine tercih etmesini bilir ve hep îsar duygusuyla hareket eder. Öte yanda yaptıkları işlerde, istek ve arzularında başta inançlı kimseler olmak üzere diğer insanları nazara almayanlar İslâm'ın, Kur'an'ın ve Allah Rasûlü'nün hayat-ı seniyyelerinin özünden habersiz, bir takım bencil insanlardır. Kendi ihtiyacı olmadığı zaman başkalarını öne çıkarıp onların isteklerini gözetme meselesine gelince, ona tam olarak bencillik demek doğru olmasa da bütün bütün îsar olduğunu söylemek de mümkün değildir.
Peygamber Efendimiz'in (aleyhi efdalüssalavât) inananlara hitaben, “Sizden biriniz kendisi için sevip arzuladığı şeyleri diğer kardeşleri içinde arzulamadıkça imanın hakîkatine uyanmış olamaz” şeklindeki lâl-ü güher ifadesini diğergamlık hususunda bir ‘limit/alt sınır' olarak telakkî etmek herhalde daha yerinde olur. Zira Cenab-ı Allah, ‘îsar âyeti' diye isimlendirebileceğimiz Haşr sûresinin 9. ayet-i celîlesinde ensâr-ı kirâmı nazara verir ve, “ Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile îsar duygusuyla hareket edip kardeşlerini nefislerine tercih ederler” buyurarak asıl diğergamlığın kendisi muhtaç olduğu hallerde bile başkalarını tercih edebilmekle mümkün olacağını hatırlatır. Evet, hakikî bir Kur'an talebesi ve gerçek bir ihlas kahramanı diğergamlıkta sınır tanımaz ve latîf ve güzel bir hakîkat-i imaniyeyi muhtaç birisine anlatmak gibi gayet derecede mâsumane bir meseleyi, bencillik ve enaniyetin hudutlarına hiç yaklaşmamak için, başka birisine anlattırmayı tercih eder. Hatta gerekirse, Cehennemden çıkışta ve Cennete girişte bile ‘Buyurun!' demesini bilir. Gerçek kardeşlik ve yürekten dostluğun gereği de budur.
Duada da Diğergam Olmalıyız
İnananlar arasındaki irtibat ve alâka her şeyden önce bir iman irtibat ve alâkasıdır. Diğer bütün bağlar ve yakınlıklar bu temel unsura bağlı olarak bir anlam kazanırlar. İki insan arasında müşterek bir inanca gönül verme gibi bir durum yoksa, o takdirde, onlar arasındaki ortak payda sadece insanlıktır. Allah'ın bir sanatı olması hasebiyle her insanın bir kıymeti var ise de, bunun iman gibi en güçlü bir râbıta ile bağlı olmanın yerini tutmayacağı açıktır.
Bu hususu istidrâdî olarak söyledikten sonra ifade etmeliyiz ki, iki kişi arasındaki alâka ister iman, isterse sadece insanlık alâkası olsun, bu iki kişinin birbirlerine yapabilecekleri en büyük iyiliklerden birisi birbirleri için dua etmektir. Peki o halde bu dua nasıl olmalıdır? Şimdi birkaç başlık halinde bu hususa işaret etmeye çalışalım:

Mü'min Kardeşi İçin Dua Etmek
Evvelâ ifade edelim ki, bir mü'minin diğer bir mü'min hakkında dua etmesi onun kulluk vazifesinin tamamiyeti adına çok önemli bir kazançtır. Nitekim, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Hakîm'de bu ahlakı inananlara talîm etmiştir. Haşr sûresinin 10. ayetinde meâlen, “... onlardan sonra gelenler, ‘Ey Rabbimiz, bizi ve bizden önceki inanan kardeşlerimizi bağışla!' diye dua ederler” denilir ki, bu hem bir vak'ayı haber verme hem bizim için bir vazifeyi iş'âr hem de yüksek bir ufku hedef göstermedir. Allah ü azîmüşşan, Muhammed sûre-i celîlesinin 19. ayetinde ise, En Seçkin Kulu'na hitaben, “Kendin için ve mü'min erkek ve kadınlar için Allah'tan af talebinde bulun” demektedir. Yine İbrahîm sûresinin 41. ayet-i kerîmesinde Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Hazreti İbrahîm'in lisanıyla ,“Ey Rabbimiz, hesaplaşma günü, benim, anne-babamın ve bütün mü'minlerin günahlarını bağışla” der ki, görüldüğü üzere üç ayet-i kerîmede de müminlere birbirleri için Allah'a el açıp dua etmeleri emredilmektedir. Bunların dışında Kur'an-ı Mübîn'de mü'minlerden sâdır olan, “Biz de.. bizi de..” şeklindeki dua ifadeleri konumuz açısından yine birer delil ve birer örnektirler.
Burada söylenmesi gereken bir başka önemli husus da, diğer mü'minler hakkında yapılan duanın gıyapta (hadîs-i şerifteki ifadesiyle ‘bizahri'l-gayb') yapılmasının faziletidir. Bir kişi için onun yanında dua edilmesinde de elbette bir beis yoktur fakat gıyapta edilen dua daha samimi, daha yürekten ve daha içtendir. Yüze karşı yapılan duaya belki riya gibi içine düştüğü şeyi kirleten bir kısım virüsler karışabilir ama gıyapta yapılan dua sırf Allah rızası için yapılır. Çünkü o insanın bile kendisi hakkında Allah'a el açıldığından haberi yoktur. Aynı zamanda böyle bir duada herhangi bir beklenti ve menfaat de bulunmaz. Bundan dolayı da Hak nezdinde kabul görme ihtimali kuvvet kazanır.
Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ) da bir müslümanın başka bir müslüman kardeşinin gıyabında onun için yapacağı duanın kabul olacağını müjde alaşımlı bir haberle şöyle ifade buyurur:
“İnsanın müslüman kardeşi için, onun arkasından yaptığı dua Allah katında reddedilmez. Mü'min kardeşi için dua yapanın yanıbaşında görevli bir melek bulunur. Bu görevli melek –bazı rivayetler de ‘melekler' deniliyor- ‘Amin, aynısı sana da olsun!' der.”
İnananlar İçin Allah'a Yalvarmak Dine Karşı Vefa Emaresidir
Evet, inanan kimseler için dua edip tazarruda bulunmak iman ortak paydasının iktizası ve İslam'a sadâkatin nişanesidir. Çünkü umum müslümanlar İslam'ın şahs-ı mânevîsini teşkîl ederler. Dolayısıyla onlarla alâkadar olmak Dine karşı vefalı olmak demektir. İnanan insanların bugün bir dua örfânesi oluşturmaya ne kadar da çok ihtiyaçları var!
Dinin genel prensiplerinden hareketle söyleyecek olursak bir insan kendi yakınlarından başlayarak topyekün inananlar için el açıp Allah'a yalvarabilir. Meselâ, her ellerini kaldırışında kendisi için ortaya koyduğu Hak yolunda hizmet etme, bu hizmeti gerçekleştirebilmek için helâl rızık, mesut bir yuva, sıhhat, âfiyet, istikamet içinde bulunma, başkalarına yük olmama, sabr ve şükre, evrâd ü ezkâra devam edebilme, hak-hukuk çiğnememe, riya, kibir, süm'a, ucb gibi mikroplara esir düşmeme, âkıbet itibarıyla da bağışlanma, Cennet'e girebilme, Kevser yudumlama, Cemâlullahı müşahedeye nâil olma gibi hususlardaki bütün hayırlı taleplerini, anne-babası, evlatları, kardeşleri, amca-hala, dayı-teyze... emsali yakınları; arkadaşları, dostları, hocaları, rehberleri... gibi ilgili olduğu kimseler hakkında da isteyebilir. Meselâ, Hak Teâlâ'dan Cennet talebinde bulunmaya niyet eden bir kul, “Ya Rabbi! Beni, anne-babamı, kardeşlerimi, akrabalarımı, dünyanın dört bir bucağına Senin yüce dinine ve Kitab'ına hizmet etmek için, Habîbin'in yüce ismini hakkı olan yere yerleştirmek için dağılmış bulunan kadın-erkek bütün kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı, sevdiklerimizi, bizi sevenleri de Cennetine al! Bizi orada da birbirimizden ayırma!” diye dua edebilir. Bu bir misaldir, açılabilir, genişletilebilir. Zaten dua da gönlün sesidir ve insan ruhunun derinliğine, vicdanının enginliğine göre keyfiyet ve kıymet kazanır. Unutulmamalıdır ki, sînesini geniş tutanlara Hakk'ın rahmeti de geniş ve bol olur ve bu, dua mevzuunda da geçerli bir husustur. Hocaefendi şu yürekten cümleleriyle bizim için önemli bir ufuk çizer:
“Birbirimize çok dua etmeliyiz; ‘Allah vefa, sadâkat ve ihlâsla hizmete sonuna kadar omuz vermeye bizi muvaffak kılsın!' demeliyiz. Bu şekilde, dost ve arkadaşlara, umum müslümanlara bizahri'l­gayb (gıyabında) dua etmek dine karşı çok ciddi bir vefa emaresidir. Ben günde en az beş vakit, uzağıyla yakınıyla, dostlarıma dua ediyor; onlar için Cenâb­ı Hak'tan ihlâs, samimiyet, vefa, marifet ve yakîn.. istemeyi bir borç biliyorum.”
Evet bir mümin kendisi için ne hayır duada bulunuyorsa başkaları içinde aynı şeyleri istemeli, kendisi için bedduada bulunulmasına gönlü razı olmadığı gibi başkalarına da beddua etmekten kaçınmalıdır. Rahman ve Rahîm bir Rabbin kuluna ve âlemlere rahmet olarak irsâl buyrulan bir Kutlu Nebî'nin ümmetine yaraşan da asla inanan bir kimsenin aleyhinde dua etmemek, tel'înlere ‘Amin!' dememektir. Bu onları sevmenin emaresi, onlar tarafından da sevilmenin garantisi sayılır/sayılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, kalbler arasında çok defa sezilemeyen bir kısım gizli yollar vardır ve Allah samimi bir kalbden çıkan temiz ve duru duyguları, düşünceleri, güzel ve hoş mülâhazaları diğer kalblere mutlaka ulaştırır. Bu zaviyeden düşünüldüğünde bizahri'l-gayb yapılan duanın aradaki kırgınlıkları, küskünlükleri, dargınlıkları zamanla kaldırıp yerine sevgiyi ve dostluğu yerleştireceği hatta ziyadeleştireceği de görülmüş olur.
Çok önemli bir başka husus da bugün gadr ve zulme maruz bırakılmış, perişaniyet ve zillet içindeki müslüman coğrafyanın hâlini nazara alıp, Cenâb-ı Rahmân ü Rahîm'den inananları bir an önce içinde bulundukları yürekleri dağlayan ve sineleri paramparça hale getiren bu elemli durumdan bir an önce çıkarması, fevkâlâde inayetiyle ekstra fereç ve mahreçler göndermesi için dua etmektir. Bu, âlem-i İslam'ın ve inananların dertleriyle alâkadar olmanın tabiî neticesi ve asgarî gereğidir. Bu kadarcık olsun müminlerin sıkıntı, problem, tasa ve kederleriyle ilgilenmeme en hafif ifadesiyle koyu bir gaflettir ve bunu mümin bir kalble yan yana getirme imkanı da yoktur. Zira Hazreti Sâdık u Masdûk (sallallahü aleyhi vesellem) bir hadîs-i şerifte, “Müslümanların dertleriyle hemdert olmayan bir kimse onlardan sayıl(a)maz” buyurur ki, içine düşmekten korkulması hatta titrenmesi gereken acı bir haldir.
Bu hususta Allah dostlarının içlerini seslendirdikleri pek çok duaları vardır. Daha önce onların bazılarını zikrettiğimizden buraya tekrar almayı düşünmedik. Fakat bir örnek teşkil etmesi açısından, “Evet, Biz de ‘Amin!' Diyoruz Allah'ım” başlıklı niyazda yer alan dua cümlelerine bakılabilir.
Bu faslı kapatmadan evvel kendisine tevcîh edilen, “Müminin mümine en iyi duası nasıl olmalıdır?” şeklindeki bir soruya Üstad Bediüzzaman'ın verdiği cevabı da nakletmek isteriz:
“Kabul edilen sebepler dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dâhilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavât-ı şerîfeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salavât getirmeli. Çünkü iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem “bizahri'l-gayb” yani “gıyaben ona dua etmek”; hem Hadîs'te ve Kur'an'da gelen tesirli dualarla dua etmek. Meselâ: “Allahümme innî es'elüke'l-afve ve'l-afiyete lî ve lehû fi'd-dünya ve'l-âhireh-Allah'ım Senden kendim ve mümin kardeşim için dünya ve ahirette afv ve afiyet istiyorum” veya “Rabbenâ âtinâ fi'd-dünya haseneten ve fi'l-ahireti haseneh, vekınâ azabennâr-Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette iyilik ver ve bizi Cehennem azabından koru!” gibi, câmi' (geniş kapsamlı) dualarla dua etmek; hem hulûs ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mübarek yerlerde, hâssaten mescitlerde; hem Cum'ada, özellikle sâat-i icâbede; hem üç aylarda, özellikle meşhur gecelerde; hem Ramazan'da, hâssaten Leyle-i Kadir'de dua etmek kabule karîn olması rahmet-i İlahiyeden kuvvetle ümit edilir. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhireti ve ebedî hayatı cihetinde makbul olur. Demek ayn-ı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.” (23. Mektup)
Sadece İnananlara mı Dua Etmeli?
İslam'ın getirdiği evrensel insanî değerleri benimsemiş bir insanın bu suale vereceği cevap ‘hayır' olmalıdır. Biz inanana da inanmayana da, bizi sevene de sevmeyene de, düşmanlık yapana da yapmayana da... kısacası, herkese dua etmeliyiz. Çünkü az önce de geçtiği gibi dua kuşatıcı olmalı, yakınından uzağına kadar bütün insanları içine almalıdır. Burada dikkat edilecek husus kime nasıl dua edilmesi gerektiğidir:
Özetle söylemek gerekirse, inanmayan insanların hidayete ermeleri, hak ve hakîkate uyanıp sırât-ı müstakîmi bulmaları için dua edilebilir/edilmelidir. Zira onların bundan daha büyük ve daha acil bir ihtiyaçları yoktur. Bu, ebedî bir hayatın kurtarılması meselesidir ve bir insan için ondan daha mühim bir mesele düşünülemez. Allah'ı bulamamamış, Habîb-i Ekrem'ini tanıyamamış insanların Kur'an'ın aydınlık atmosferiyle tanışabilmeleri ve onu soluyabilmeleri için dua etmek başta Nebîler Serveri Efendimiz olmak üzere Enbiya-ı İzam'dan bize miras kalmış önemli bir vazife ve yüksek bir ahlaktır. Konuya Peygamber Efendimiz'in hayat-ı seniyyeleri zaviyesinden bakacak olursak, O (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) inanmayanlar tarafından zulme, ezâ ve cefâya maruz bırakıldığı zamanlarda bile el açıp, “Allahım, Sen onları hidayet et! Çünkü onlar bilmiyorlar.” diyerek dua ediyordu. Zaten, kapı kapı, çarşı çarşı dolaşıp insanların hidayete ermeleri için ölesiye tebliğde bulunan Efendiler Efendisi'nin o kimseler için dua etmemesi, Cenab-ı Hak'tan hidayet istememesi düşünülemez.
İşte peygamber yolunun vârisleri olan/olmaya çalışan hizmet erleri de bu üstün ahlaktan asla taviz vermemeli, gönüllerini aydınlatmaya çalıştıkları insanların kalblerinin Kur'an ziyasıyla nurlanması için el açıp dua etmelidirler. Bu o insanlara merhametin gereğidir. Akif merhumun duasını hatırlayalım:
“ Mü'minlere imdâda yetiş merhametinle,
Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle:
Gümrâhlarındır ki karanlıklara dalmış,
Bir rehber olur necm-i emel yok da bunalmış!
Sensin bu şebistâna süren onları elbet,
Senden doğacak doğsa da bir fecr-i hidâyet.”

Yine bu cümleden olarak zâlimlere zulümlerini.. fâsıklara fısk u fücurlarını.. müfsitlere fesat düşüncelerini bırakmaları.. idareci ve hâkim konumunda bulunanlara adalet ve istikametten ayrılmamaları... kısaca, “istikamet” kavramının enginliği düşünülerek herkese sırat-ı müstakîmi bulması ve onda sâbit kalması için dua edilebilir. Bu o insanlara dünyayı bağışlamaktan daha büyük bir iyiliktir. Çünkü dünya geçicidir; istikamet üzere bir hayat ise insanı ebedî güzelliklere götürür. Burada istidrâdî olarak belirtelim ki, bir tavrımız, kırgınlığımız, küskünlüğümüz olacaksa o insanlara değil onlarda ârizî olarak bulunan nâhoş hasletlere, tavır ve davranışlara olmalıdır. Şayet çirkin huy ve sıfatlarına değil de insanların şahıslarına tavır almak gibi bir yanlışa düşersek içimizde onlara dua etme istek ve arzusu oluşmaz. Ne var ki, insaflı olur, Hakça, Peygamberce düşünür, her insanı sırf insan olduğu mülâhazasıyla sevmeye çalışırsak, Cenab-ı Allah'a onlar için el açar, o kötü huylardan kurtulmaları için dua ederiz. Islahlarının kâbil olmayacağını düşündüklerimiz olursa, onlara da beddua etmez, Allâmü'l-Guyûb olan Allah'a havale ederiz.
Ali bin Şihâb el-Hemedânî'nin (kuddise sirruhû) duası bu düşünceleri tedâi ettirdi; biz de sevdiklerimizle paylaşmak istedik. İnşaallah yanlış bir şey söylememiş, niyetimize muhalif bir hata içine düşmemişizdir. Şimdi dilerseniz, el-Kulûbü'd-Dâria'nın 350 ve 351. sayfalarında yer alan bu vecîz duayı beraber okuyalım:
***
اَللّٰهُمَّ افْتَحْ قُلُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُلُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ اشْرَحْ صُدُورَنَا * اَللّٰهُمَّ اسْتُرْ عُيُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ يَسِّرْ أُمُورَنَا * اَللّٰهُمَّ بَيِّضْ وُجُوهَنَا * اَللّٰهُمَّ طَهِّرْ قُلُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ نَوِّرْ قُبُورَنَا * اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ ذُنُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ احْفَظْ قُلُوبَنَا * اَللّٰهُمَّ حَصِّلْ مُرَادَنَا وَمَقْصُودَنَا * اَللّٰهُمَّ يَا خَفِيَّ الْأَلْطَافِ نَجِّنَا مِمَّا نَخَافُ * اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَنَا، وَلِوَالِدِينَا، وَلِوَالِدِ وَالِدِينَا، وَلِمَشَايِخِنَا، وَلِمَشَايِخِ مَشَايِخِنَا، وَلِأُسْتَاذِنَا، وَلِأَسَاتِيذِ أُسْتَاذِنَا، وَلِأَحِبَّائِنَا، وَلِعَشَائِرِنَا، وَلِقَبَائِلِنَا، وَلِأَصْحَابِنَا، وَلِإِخْوَانِنَا، وَلِمَنْ أَحْسَنَ إِلَيْنَا، وَلِإِخْوَانِنَا فِي الدِّينِ، وَلِمَنْ دَعَا لَنَا بِالدُّعَاءِ الْخَيْرِ، وَلِمَنْ لَهُ حَقٌّ عَلَيْنَا، وَلِمَنْ أَوْصَانَا وَوَصَّانَا بِالدُّعَاءِ الْخَيْرِ، وَلِجَمِيعِ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ * اَللّٰهُمَّ احْفَظْنَا يَا فَيَّاضُ مِنْ جَمِيعِ الْبَلاَيَا وَالْأَمْرَاضِ كَافَّةً عَامَّةً بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ * وَصَلَّى اللّٰهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى أٰلِهِ أَجْمَعِينَ *

Allahım! Senden bizim, inanan kardeşlerimizin ve topyekün insanların kalblerini, imana, İslam'a, Kur'an'a, ihsan duygusuna ve Peygamberimiz vasıtasıyla bize gönderdiğin bütün hakîkatlere tastamam açmanı diliyoruz.
Rabbimiz! Nezd-i ulûhiyetinden göndereceğin nurlarla gönüllerimizi aydınlat.. sadırlarımıza, sînelerimize inşirah sal.. Sen Settâru'l-uyûbsun; hata, kusur, günah ve isyan olarak bizden ne sâdır olmuşsa Sen onları da setreyle.. aczimizi, fakrımızı şefâatçi yapıp yüce dergâhına iltica ediyoruz; ne olur, merhamet et ve işlerimizi kolay hale getir.. dostlarına karşı olan muameleni bizden de esirgeme ve bizim sîmalarımızı da ağart.. kalblerimizi topyekün islerden, paslardan, küçük-büyük bütün virüs ve mikroplardan arındır.. kabirlerimizi Cennet bahçeleri gibi pür-nur eyle.. bilerek ya da bilmeyerek içine düştüğümüz hatalarımızı, günahlarımızı mağfiret buyur ve tekrar onlara bulaşmak sûretiyle içimizin kirlenmesine müsaade etme!.
Senden hayr u hasenât istikametindeki bütün dilek ve maksatlarımızı gerçekleştirmeni niyaz ediyoruz. Ey sürpriz lütufların sahibi, Ulu Sultanımız! Bizi endişe edip korktuğumuz hususlardan da emîn eyle!
Yâ Erhamerrâhimîn ve Yâ Ekremelekremîn! Bizim, anne-babalarımızın, onların anne-babalarının, bize önderlik ve kılavuzluk yapan büyüklerimizin, bir harf bile olsa kendilerinden istifade ettiğimiz muallimlerimizin, hocalarımızın, onların hocalarının, sevdiklerimizin, sevenlerimizin, içinde neş'et ettiğimiz beldedeki insanların, milletimiz fertlerinin, kadın-erkek arkadaşlarımızın, dostlarımızın, kardeşlerimizin.. bize karşı hep civanmertçe davrananların.. inanan kardeşlerimizin.. hayır dualarında unutmayıp her zaman bizi de yâd edenlerin.. üzerimizde hakkı bulunan kimselerin.. kıymetli nasihatleriyle bize bekâ desenli sâlihatın yollarını gösterenlerin... ve bütün ümmet-i Muhammed'in günahlarını bağışla!
Ey ihsanları bitmek tükenmek bilmeyen ve kullarını lütuf sağanaklarıyla sırılsıklam hale getiren Yüceler Yücesi Rabbimiz! Ne kadar belâ, musîbet ve hastalık varsa, Sen bizi, onların tamamından muhafaza buyur!
Rabbimiz! Duamızın sonunda Sana olan minnet ve şükran hislerimizi bir kere daha tekrarlıyor, Rasûl-ü zîşânı, âlini, ashabını bir kez daha salavâtlarla anıyor ve dualarımızı kabul buyurmanı istirham ediyoruz. Ne olur, bizleri dualarına icabet edilmeyen mahrumlardan eyleme! Amin!..
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
28 Mayıs 2006       Mesaj #110
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
İmam Gazzâlî hazretleri bütün cihanın malumu olduğu üzere, Hakk'ın sevgisine, halkın da teveccühüne mazhar olmuş devâsâ bir kâmet; hem çok güçlü bir kelâm âlimi, hem bir fıkıh üstadı, hem derin bir sûfî ve hemen bütün İslâmî ilimleri okuyup kavramaya muvaffak olmuş bir allâme-i cihandır. Künyesi Ebû Hâmid, ismi Muhammed, babasının ismi Muhammed, dedesinin ismi Muhammed, büyük dedesinin ismi Ahmed'dir ve o, âbâ ü ecdât derin bir Peygamber aşığıdır.
Nasıl insanlar Üstad Said Nursî'ye atfettikleri değeri, ona ‘Bedîüzzaman' demek sûretiyle göstermişlerse, Gazzâlî de (kuddise sirrûhû) herkesin nazarında ‘Hüccetü'l-İslam'dır. Kıymetini müdrik cevherfürûşanların ona verdikleri bu üstün pâye ile anlatmak istedikleri, İmam Gazzâlî'nin hali, tavır ve davranışları, idrak ufku, kavrayış üstünlüğü ve ortaya koyduğu âsârıyla, İslâm'ın hak ve hakîkat olduğuna bir delil teşkil ettiğidir. Yani, İslam'dan hiç haberi olmayanlar Hazreti Gazzâlî'yi görüp tanısalar, İslam'ın hak din olduğuna iman ederler, demektir. Onun fazlasıyla hak ettiği bir başka lakabı/vasfı daha vardır ki, o da ‘Zeynüddîn'dir. ‘Zeynüddîn', malum olduğu üzere dinin süsü, zineti demektir. İmam Gazzâlî müslümanlığın gözleri kamaştıran gerçek renklerinin, akılları hayrete düşüren orijinal desenlerinin ve alıcı gözüyle kendine bakanları cezbeden emsalsiz nakışlarının bütün güzellikleriyle insanların nazarlarına sunulmasında çok büyük bir misyon îfâ etmiş bir müceddiddir ve bu, ümmetin üzerinde ittifak ettiği bir husustur.
Evet, Allah Rasûlü'nün (aleyhissalâtü vesselâm) müşârun bi'l-benân (parmakla gösterilen) çıraklarından birisi olarak Hazreti Gazzâlî, pek çok hususta eşi menendi olmayan, her zaman akıl ve kalb ittifakıyla yürümesini bilmiş, enginliği müsellem, eâzım-ı İslamiye (din büyükleri)nden birisidir. Üstad Bedîüzzaman'ın ifadeleri içinde söyleyecek olursak, Gazzâlî hazretleri binlerce nûrânî ziyâdar yıldızlardan bir yıldızdır ve hayatını insanları irşad etmeye vakfetmiştir. O, öyle bir mürşid-i kâmildir ki, insaflı bir batılı bile onu resmederken, karşımıza, elinde asâsıyla insanları büyüleyen bir hârika ruh tablosu koyar. Tarih defterinin yaprakları çevrildiğinde görülecek olan da, başka değil, Gazzâlî ve emsali büyük zatların gerçekten beşeriyeti tenvîr edip aydınlattığı ve bugün de eserleriyle aydınlatmaya devam ettikleridir. Zaten insan olmaktan maksat da aydınlanıp başkalarını aydınlatmak değil midir?
Bayezid-i Bistamî, Râbiatü'l-Adeviye, İbrahim b. Edhem, Fudayl b. İyaz, Zünnûn-u Mısrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Muhâsibî, Kelâbâzî, Tûsî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Hucvirî, Tüsterî, Kuşeyrî gibi özellikle tasavvuf sahasında cevelan etmiş büyük zatlar eserlerini ortaya koyup fânî âlemden bekâ dünyasına intikal ettikten sonra Hazreti Gazzâlî gelmiş ve İhyâ-u Ulûmiddîn isimli mübeccel eserini yazmıştır. Hocaefendi'nin de işaret ettiği gibi, asırlar sonra günümüzde bile gönülleri nurlandırmaya devam eden bu eseriyle o, tasavvuf yolunun, bütün âdâp, erkân ve ıstılahlarını bir kere daha gözden geçirerek, umum meşâyihin kabulüne mazhar hususları tespit ve tenkidi gerekenleri tenkit edip, birbirinden ayrı görünen bu iki mübarek akımı bir defa daha buluşturup kaynaştırmıştır.
Bir kere daha söyleyecek olursak, sadece içinde yaşadığı Hicrî altıncı asra değil, ondan sonraki asırlara da ışık saçan ve boyasını çalan İmam Gazzâlî hazretleri, Bedîüzzaman hazretlerinin gözünde de çok büyük bir din büyüğüdür. Yukarıda da geçtiği gibi başkalarının büyüklüğünü teslim etmeyi bir ahlak hatta bir vazife telakkî etmiş o büyük zat, Gazzâlî hakkında, başka birkaç kişi için daha kullandığı, ‘eâzım-ı İslamiye' tabirini kullanır. Yine ona göre Hazreti Gazzâlî etrafına nurlar dağıtan bir nûrânî yıldızdır; bir kafa ve kalb adamıdır.
Üstad hazretleri İmam Gazzâlî ile arasındaki derin ve köklü irtibatı bir yerde, “Benim hatta bizim hepimizin İmam Gazzâlî ile irtibatımız var, kopmuyor; çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor” şeklinde dile getirir. Öyle anlaşılıyor ki, İslam tarihindeki tecdit hareketleri zaviyesinden bakılacak olursa, sekiz-dokuz asır arayla gelmiş bu iki ısmarlama şahsiyet arasında hayli benzerlikler ve paralellikler bulmak mümkün.
Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn Duaları
Allah dostlarının hizipleri arasında, İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn duaları bir hayli şöhret bulmuş ve öteden beri hep okunagelmiştir. Ehemmiyetine binâen, Gümüşhanevî Ahmed Ziyâüddîn Efendi bu duaları Mecmuatü'l-Ahzab'ına almış, Mecmu'atü'l-Ahzab'dan seçilen bazı duaların dercedildiği el-Kulûbü'd-Dâria'da da Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn duaları muhafaza edilmiştir.
Üstad hazretleri Şualar adlı eserinde yer alan bir mektubunda, “İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben kardeşlerimi nasıl müdafaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazalî'nin Hizb-ül Masûn'unu açtım. Birden bu âyetler nazarımda göründü...” der. Üç ciltlik Mecmuatü'l-Ahzab'ı her on beş günde bir hatmeden Üstad'ın, Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'a karşı ayrı bir alâkası olduğu görülmektedir. Ayrıca M. Fethullah Gülen Hocaefendi hazırlamış olduğu dua mecmuasına (Mecmuatü'l-Edıyeti'l-Me'sûre) Allah dostlarından sadece İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'unu almıştır. Bütün bunlardan da, İmam Gazzalî hazretlerinin, özellikle de Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn dualarının, günümüzde hak ve hakîkati neşretme sevdasına tutulmuş hizmet erleriyle yakın ve doğrudan bir irtibatı olduğu pekala anlaşılabilir.
Cenab-ı Hakk'ın Hısn-i Hasînine Girmenin Yolu
‘Hasîn', erişilemez, ulaşılamaz, sağlam, dayanıklı, muhafazalı gibi manalara gelir. ‘Hısn-i hasîn' denildiğinde de, sağlam ve güvenilir kale, sığınak kastedilir. Yine ‘Masûn' kelimesi de, iyi korunan ve muhafaza edilen demektir.
İşte, İmam Gazzâlî hazretleri'nin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn'unu okuyanlar, hem nefs-i emmarenin ve şeytanın hem de insî ve cinnî düşmanların şerlerinden, komplolarından ve tuzaklarından Hâfiz u Hafîz olan Cenab-ı Hakk'ın hısn-i hasînine dehâlet etmiş; dolayısıyla da muhkemlerden daha muhkem bir koruma altına girmiş olurlar. Hazreti Allah bu dualarla yüce dergahına iltica edenlere hem kefîl, hem vekîl, hem dost, hem de yardımcı olur. Onları, kibir, gurur, riya, ucb, nifak gibi muzır duygulardan korur.. her türlü belâdan uzak tutar.. bütün tehlikelerden muhafaza eder.. siyaneti altına alır; dolayısıyla onlar da ‘masûn' yani muhafaza altında olurlar.
Hizbü'l-Masûn duası, Hizbü'l-Hasîn'e göre daha uzunca bir duadır ve büyük bölümü Kur'an'ın farklı yerlerindeki ayetlerden alınmıştır. Duanın değişik yerlerinde tekrar edilen, “Düşmanlarımız bize ne doğrudan ne de dolaylı olarak asla ilişemezler. Onların hiçbir durumda bize kötülük yapmaya güçleri yoktur.” şeklindeki ifade, duanın muhtevası ve amacı hakkında bize bir fikir vermektedir. Binaenaleyh, Cenab-ı Mevlâ'dan inananları ve onların ortaya koydukları dînî îlâ istikametindeki cehd ü gayretleri ve o hizmetlerin semerelerini korumasını dileyenler de, ellerini açıp Gazzâlî merhumun bu sırlı dualarıyla dua edebilirler ve etmelidirler. Az önce de geçtiği gibi, Allah yolunda hizmete gönül vermiş ve hayatlarını ona raptetmiş büyükler bu dualara çok büyük kıymet atfetmişler ve onları dillerine vird-i zebân etmişlerdir.
Şimdi burada, İslam'ın insanlığa çok büyük bir armağan olarak sunduğu gönül insanı, allâme İmam Gazzâlî hazretlerinin Hizbü'l-Hasîn ve Hizbü'l-Masûn dualarını okumaya gönüllerimizde küçük de olsa bir hâhîş (istek ve arzu) uyaracağı ümidiyle, el-Kulûbü'd-Dâria'nın 121-123. sayfalarında geçen Hizbü'l Hasîn'den iktibas ettiğimiz bazı bölümleri tercümesiyle beraber vermek istiyoruz:
***

أَسْأَلُكَ يَا رَب ِّ بِمَا دَعَاكَ بِهِ أَنْبِيَاؤُكَ وَبِمَا يُسَبِّحُكَ وَيُمَجِّدُكَ حَمَلَةُ عَرْشِكَ وَالْمُقَرَّبُونَ مِنْ مَلاَئِكَتِكَ، أَنْ تَجْعَلَنِي مُحَصَّناً مَحْفُوظاً مِنْ كُلِّ عَدُوٍّ مِنَ الْجِنِّ وَاْلإِنْسِ وَسَائِرِ الْعَوَالِمِ مَا عَلِمْتُ مِنْهَا وَمَا لَمْ أَعْلَمْ . وَكُنِ اللّٰهُمَّ لِي وَلِيّاً وَنَاصِراً وَكَفِيلاً وَوَكِيلاً وَحَسِيباً وَحَفِيظاً بِرَحْمَتِكَ وَفَضْلِكَ وَمَنِّكَ وَطَوْلِكَ.
وَاحْفَظْنِي اللّٰهُمَّ مِنَ الْعُجْبِ وَالْكِبْرِ وَالرِّيَاءِ وَالنِّفَاقِ وَالشِّرْكِ الْخَفِيِّ، وَطَهِّرْنِي مِنَ الدَّنَسِ وَالزَّلاَّتِ وَالْعُيُوبِ الْبَاطِنَةِ وَالظَّاهِرَةِ، وَاجْعَلْنِي أٰمِناً مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَفِتْنَتِهِ، وَاجْعَلْ حَيَاتِي فِي طَاعَتِكَ، وَفَهِّمْنِي فِي عِلْمِكَ اللَّدُنِّيِّ، وَأَصْحِبْنِي فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَاجْعَلْنِي مِنْهُمْ بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.
اَللّٰهُمَّ عَافِنِي مِنْ كُلِّ بَلِيَّةٍ وَنَجِّنِي مِنْ كُلِّ هَلْكَةٍ، وَلاَ تَجْعَلْنِي مِنَ السَّافِلِينَ، وَاسْقِنِي كَأْساً رَوِيًّا مِنْ شَرَابِ مَحَبَّتِكَ وَلاَ تَجْعَلْنِي مِنَ الْقَانِطِينَ.
وَصَلَوَاتُ اللّٰهِ الْبَرِّ الرَّحِيمِ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ السَّيِّدِ الْكَامِلِ الْفَاتِحِ الْخَاتِمِ وَعَلَى أٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ وَأَزْوَاجِهِ وَذُرِّيَّاتِهِ، عَدَدَ اْلأَنْفَاسِ وَاللَّحَظَاتِ وَالْقَطْرِ وَالنَّبَاتَاتِ وَجَمِيعِ مَا فِي الْكَائِنَاتِ، كُلَّمَا ذَكَرَهُ الذَّاكِرُونَ وَغَفَلَ عَنْ ذِكْرِهِ الْغَافِلُونَ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
* * *
Rabbim! En mükerrem ibâdın olan peygamberân-ı izâmın dualarıyla ellerimi(zi) açıyor, yüce arşını omuzlarına yüklediğin Hamele-i Arş'ın ve diğer melâike-i mukarrebînin lisanlarıyla münezzehiyetini ve ululuğunu ilan ederek Sana yalvarıyorum. Senden niyazım, benim gibi âciz ve savunmasız bir kulunu bildik-bilmedik insî, cinnî ya da daha başka düşmanların insafsızlıklarına terketmemendir.
Allahım! Rahmetine, fazlına, lütf u keremine, güç ve kuvvetine iltica ediyor ve bana dostluğunu lutfetmeni.. inayetinle beni desteklemeni.. koruyup kollamanı.. me'mur kıldığın vazifelerimi yerine getirmeye çalışırken yardımını esirgememeni.. başka kapılarda dolaşma ve elâleme el açma mecburiyetinde bırakmamanı ve her zaman sıyanetin ve hıfzın altında bulundurmanı diliyorum.
Kudreti nâmütenâhî ve merhameti sonsuz Yüce Allahım! Ne olur beni bana bırakma ve ucuptan, kibirden, riyadan, nifaktan ve bilmeyerek gizli şirklere düşmekten muhafaza buyur! İçimi, dışımı görünür görünmez kirlerden, paslardan, kusur ve ayıplardan arındır.. kabir azabından ve oradaki çetin imtihana maruz kalmaktan da emîn eyle.. ömrümü bir adanmışlık mülâhazası içinde Sana kullukla geçirebilmeye muvaffak kıl.. yüce nezdindeki ‘ilm-i ledün'den beni de hissedar eyle ve anlayış ufkumun önündeki perdeleri kaldır.. nâdanlarla oturup kalkmak gibi bir pespayeliğe düşürme; düşürme ve sâlih kullarınla yoldaşlık yapmaya muvaffak eyle; neticede beni de o güzel kullarından birisi haline getir!
Allahım! Beni her türlü bela, musibet ve helâkıma sebep olabilecek bütün tehlikelerden koru.. alt seviyedeki düşük insanlardan eyleme.. muhabbet ve sevgi şarabından doyasıya içir ve beni ümitsizlik gibi bütün hastalıkların illeti olabilecek bir ruh bozukluğuna müptela eyleme!
Bütün iyiliklerin mercii Hazreti Berr ü Rahîm'in salât ü selâmı, mahlûkatın nefesleri, yeryüzüne inen yağmur damlaları ve arzdaki nebâtatın sayısı adedince; zâkirler Hakk'ı zikrettiği, gafiller de O'ndan gafil bulunduğu sürece, Seyyid-i Kâinat, mükemmelliğin zirvesi, bütün hayr u hasenât yollarının fatihi ve peygamberlik silsilesinin mührü Hazreti Muhammed Mustafa'ya, âl ü ashâbına, tertemiz ve muhtereme zevcelerine ve zürriyyeti üzerine olsun! Amin!..

Benzer Konular

18 Kasım 2013 / ceyda Soru-Cevap
23 Eylül 2009 / spykoman Soru-Cevap
13 Aralık 2016 / nötrino Uzay Bilimleri
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük