Arama

Dua Ufku - Sayfa 10

Güncelleme: 21 Aralık 2017 Gösterim: 162.986 Cevap: 212
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #91
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Dilek duası denen hurafe

Sponsorlu Bağlantılar
Dilek duası denen bir mektup, 1984 yılında Amerika’da bulunmuş. Eline geçip 7 kişiye gönderen zengin olmuş. Göndermeyenin başına felaket gelmiş. Aslı var mı?
CEVAP
Bir hıristiyan hurafesidir. Müslümanlar arasında da bu tür hurafeleri yaymak istiyorlar. Elimize geçince imha etmeli, başkalarına göndermemeli
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #92
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
(Alî ibn-i Şihâb el-Hemedânî Hazretlerinin Salât ü Selâmı)
Salât u selâm'da, az insanın, nadiren hissedeceği büyük bir güç vardır. Fakat bu güç, şuurlu ve tam bir teveccüh ile ancak elde edilebilir. (M. F. Gülen)
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi vesellem) bizim her şeyimizdir. Her ne kadar hakkı olan vefa ve sadâkati gösterememiş olsak da, aşk ölçüsünde sevdiğimiz, kendimizi en fazla medyûn hissettiğimiz, nûr cemâlini görebilmek, fem-i mübareğinden bir tek kelime olsun duyabilmek için dünyaları feda etmeye and içtiğimiz bir ikinci varlık gösterilemez. Zaten O'nu sevmek Hakk'ı sevmek; O'na itaat etmek Hakk'a itaat etmektir. Tek kelimeyle O, bizim Efendimizdir ve tabiî, İnsanlığın Şeref Levhası, Kainatın da İftihar Tablosudur. Varlığımızdan, imanımızdan, hak ve hakîkate uyanışımızdan –tabiî ne ölçüde uyanabilmişsek- dolayı hep O'na minnettarız. İşte bu mülahazalarla her zaman, “El-minnetü lillâhi ve lirasûlihî-Minnet sadece Allah'a ve Rasûlüne'dir”, deriz. Aslında sadece biz değil bütün beşeriyet O'na medyûndur zira dünya huzuruna ve ukbâ saadetine giden yolun rehberliği O'na verilmiş, o yolu aydınlatan elektrik lambasının düğmesine o dokunmuştur. Yine O dur ki, dil, din, ırk, kavim, zengin, fakir ayrımı gözetmeden herkesin elinden tutmak, onları alıp Cennet'e götürmek için “Kendini helâk edercesine” gayret etmiş ve hem geride bıraktıklarıyla hem de manevî, rûhî himmetiyle etmeye devam ediyor. O ölmedi, ölmeyecek; bugüne kadar ümmetinin önünde yürüdü, bundan sonra da ümmetinin önünde hep O yürüyecek.
Sponsorlu Bağlantılar
Yolunun yolcuları olarak Allah Rasûlü'ne karşı borcumuzu edâ etmenin fiilî/pratik yolu, O'nun sünnet-i seniyyesini, âdabına varana kadar hayatımıza tatbik etmekten geçer. Aslında bu, Allah'a itaatin de en sarîh ifadesidir. O Muallim-i Ekber'in din olarak bize tebliğ ettiği hususları bütün incelikleriyle yaşamaya çalışmakla O'na karşı dâima şükran hisleri içinde olduğumuzu ve bu hislerin gereğini yerine getirmeye âmâde bulunduğumuzu ilan etmiş oluruz. Bu vefa borcunu îfâ etmenin kavlî yani sözlü yolu ise o Efendiler Efendisi'ni her zaman salât ü selâmlarla yâd etmektir. Bütün semâvî dinlerin ve kitapların asıllarına ve umum peygamberlere iman edip saygıda kusur yapmamayı iman esasları içinde benimsemiş bir ümmetin fertleri olarak gayet açık ve net söylememiz gerekir ki, nâm-ı celîli geçtiğinde Nübüvvet Divanının Hâtemi olan o en güzel örneği hayırla yâd etmek topyekün beşeriyetin insanlık borcudur. O Gaybın Son Habercisi'ni en güzel şekilde anmamak, ümmeti için bir vefasızlık ve sadakatsızlık, diğer insanlar için de kadirbilmezlik ve saygısızlıktır. Evet, müslümanlar azamî vefa, azamî sadakat, azamî saygıyla dopdolu olmanın gereği, başka dinlerin müntesipleri de, insaflı olmanın muktezası, O Nebîler Serveri'nin âlemlere rahmet oluşunun hakkını mutlaka vermelidirler.
Salât ü Selâm, Önemi, Fazileti
Salât kelimesi bilindiği üzere, dua, istiğfar, mağfiret, bereket, medh ü senâ gibi anlamlara gelir. Allah'tan olunca rahmet, melâike-i kirâmdan olunca mağfiret talebi, müminler tarafından olunca da hayır dua etmek manalarına gelir. Çoğulu da salavâttır. Selâm da esenlik, emniyet ve barış demektir. Müminlerin Efendiler Efendisi'ne selamları, O'na karşı sadakatleri ve ne şekilde olursa olsun O, Dünyanın En Hassas İnsanı'nı incitmeyecekleri hususundaki ahd ü peymanlarını yenilemeleri demektir.
Efendimiz (aleyhisselâma) salât ü selam getirmek her şeyden önce bir kulluk vazifesidir. Zira Kur'an-ı Mübîn'de, “ Allah ve melekleri, Peygambere hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selâm verin.” (Ahzab,56) buyrulmuştur. Büyüklerimizin de ifade ettikleri gibi, salât u selamlarla iki cihanın vesîle-i saadeti Peygamberimiz'i her anışımız, hem O'nun peygamberliğini bir tebrik, hem getirdiği saadet-i ebediye müjdesine karşı bir teşekkür ve hem de bildirdiği fermanlara itaatimizi ve biatımızı yenilememiz manasına gelmektedir. Bizler, Efendiler Efendisi'ne salât ü selâm okumakla, O'na olan bağlılığımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi de dahil etmesi isteği ile kendisine müracaat etmiş oluyoruz. “Seni andık, Seni düşündük; Allah Teala'ya Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk” demiş ve “Dahîlek yâ Resûlallah-Bizi de nurlu halkana al ey Allah'ın Resûlü!..” talebimizi tekrar ederek O'nun engin şefkat ve şefaatine sığınmış oluyoruz. Dolayısıyla, salât ü selama Efendimiz'den daha çok biz muhtaç bulunuyoruz.
Salât ü Selâmda Cimrilik Yapmayalım
Salât ü selâm ikinci olarak, az önce de zikredildiği üzere, Allah'ın Son Peygamberi'ne karşı hem O'nun ümmetinin hem de bütün insanlığın vefa borcudur. Kadrine rûhânîlerin destan kestiği o En Büyük Elçi, bize bizzat Kendi ifadeleriyle salât ü selâmın ehemmiyetini hatırlatmakta ve bu hususta tembellik hatta âhesterevlik etmenin elîm âkıbetine dikkatlerimizi çekmektedir. Bu hususta sâdır olmuş bazı hadis-i şerifler şunlardır:
“Allah benim için iki melek vazifelendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldığım da o müslüman bana salavât getirirse, mutlaka o iki melek ona: ‘Allah seni mağfiret etsin' derler. Cenab-ı Allah ve diğer melekleri de o iki meleğin duasına ‘Amîn' derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda Bana salavât getirmezse, mutlaka o iki melek, ‘Allah'ın mağfiretinden mahrum kalasın!' derler. Allah ( celle celâlühû) ve diğer melekler de o iki meleğin duasına ‘Amîn' derler.” (Mecmeu'z-Zevâid, 10/164; İbn-i Kesîr, 6/465)
Bir başka hadis-i şerif şöyledir: “Bulunduğu yerde ismim zikrolunduğunda Bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün, hakarete uğrasın!” (Sünen-i Tirmizî, Deavât 110; Müsned, 2/254) Burada istidrâdî olarak ifade edelim ki, yerine getirmeyenler hakkında ciddi vaîd (tehdit)lerin yer aldığı emirlerin Dinde pek büyük bir önemi vardır. Onun için de ‘burnu sürtülsün' tehdîd-âmiz ifadesinin basit bir emrin terki hakkında gelemeyeceği düşünüldüğünde Allah Rasûlü'ne salât ü selâm okumanın ehemmiyeti kendiliğinden ortaya çıkar.
Bir diğer hadîs-i nebevîde şu ifade edilir: “Her kim benim için bir salât ü selam okursa, Allah da ona on salât eder. Aynı zamanda on günahını affedip derecesini de on basamak yükseltir.” (Nesâî, Sehv 55)
Efendimizin bu mevzudaki bir diğer muştusu da şudur: “Yeryüzünde Cenab-ı Allah'ın bazı melekleri vardır; onlar ümmetimin selâmını bana ulaştırırlar.” (Nesâî, Sehv 46)
Yine Cenâb-ı Hakk'ın ona itaati Zâtına itaat saydığı o Mümtazlardan Mümtaz Zat buyurur ki: “Kıyamet günü Bana en yakın olacak insan, en çok salavât getirendir.” (Tirmizî, Salât 357)
Yaratılışın gayesi, enbiyanın serveri, tevhid hakikatinin en gür sesi, Efendiler Efendisi'nin bir diğer kavli de şudur: “Gerçek cimri, yanında ismim zikredildiği halde bana salât ü selâm etmeyendir.” (Tirmizî, Deavât 110)
Ne Kadar Çok Salât ü Selâm Okunursa O Kadar Güzel Olur
Allah Rasûlü (aleyhisselam) ashabına ve onlar vasıtasıyla ümmetine çok salât ü selam getirmelerini emir buyurmuştur. Rivayetlere göre ashabından birisi huzuruna gelip, “Ey Allah'ın Rasûlü, günün dörtte birini salât ü selam okumaya ayırıyorum” deyince onu istihsan buyurmuş; fakat “yine de artırsan daha iyi olur” demiştir. Günün yarısını salât ü selâma ayırdığında yine, “artırsan daha iyi olur” demiş; üçüncü defa gelip daha da artırdığını söylediğinde tekrar, “ iyi, güzel fakat artırsan daha iyi olur ” buyurmuştur. Bu bir kimseye altından kalkamayacağı bir iş yükleme değildir. Bilakis bir hususun ehemmiyetini ifade ve bir noktada hedef göstermedir. Öyle anlaşılıyor ki, sâdık u masdûk olan o İki Cihan Serveri ne kadar çok salât ü selâmla anılırsa o kadar güzel bir iş yapılmış olur. Bununla beraber Hocaefendi'nin de işaret buyurduğu gibi salât ü selâmın sonunda ‘bi adedi ilmik ve biadedi ma'lûmâtik-Allah'ım, Senin ilmin ve ma'lûmâtın adedince Yüce Nebî'ne salât ü selâm olsun' ya da ‘mile's-semâvâti ve'l-arz-gökler ve yerler dolusu salât ve selâm ediyoruz' demek kuşatıcı olur. Bütün bunlarla beraber kaç defa söylenmiş olursa olsun yine de az olacağı bilinmelidir.
Burada ayrıca ifade etmek gerekir ki, nasıl Cenab-ı Allah'ın, kullarının Zât-ı Ecell-i A'lâ'sını zikretmelerine ihtiyacı yoksa, mahşer gününde bütün insanların şefaat dilenmek için etrafını saracakları o İki Cihan Güneşi'nin de katiyen bizim salât ü selâmlarımıza ihtiyacı yoktur. Ortada bir ihtiyaç varsa o da bizim ihtiyacımızdır. Zira O, Allah'ın habîbi, varlığın gayesi, iki cihanın da hem çekirdeği hem de meyvesidir. Kâinatlar yüzü suyu hürmetine yaratılmış, salât ü selâmını da Yüce Mevlâ'nın okumuş olduğu bir muallâ varlığın başkalarından gelecek medh ü senalara ihtiyacından bahsedilemez.
Bizim ihtiyacımız ise ortadadır. Çünkü salât ü selâm Üstad Bediüzzaman'ın 1. Söz'de de ifade ettiği gibi Allah Rasûlü'ne vuslatın en önemli iki vesilesinden biridir. Salât ü selâmlar hürmetine rahmet-i ilâhiyenin bir yağmur sağanağı şeklinde gelip bizi kuşatabileceğini Efendimiz'in beyanları içinde görmüştük. Alvarlı Efe Hazretleri ne güzel söyler:
“Rahmet-i Rahman dilersen ey kirâm
Ver Muhammed Mustafa'ya çok selâm.”

Ayrıca, Allah Rasûlü'ne ne kadar çok salât ü selâm okunursa O'nun şefaat dairesinin o ölçüde genişleyeceği ve daha çok insanın o şefaatten hissedâr olacağı da yine bilinen bir hakikattir. Allah Rasûlü'nü sevmek, O'na itaat etmek ve O Güzeller Güzeli'ni salât ü selâmlarla anmak hem İslam'la hem de İslam Peygamberi'yle aramızdaki en güçlü bağdır; bu bağ kopunca daha tutanacak hiçbir bağ kalmamış olur. Bu ise apaçık çizgiyi kaybetme ve sukût etme demektir.
Efendimiz (aleyhisselâmı) Farklı Salât ü Selâmlarla Anmak
Yine o Kainatın Efendisi, ashabına nasıl salât ü selâm getirebileceklerini ta'lim sadedinde hepimizin namazlarımızda okuduğumuz ‘salli' ve ‘bârik' dualarını işaret buyurmuştur. Ehlullaha göre göre en faziletli salât ü selamlar da bunlardır. Bununla beraber Peygamber Efendimiz'in ismi zikredildiğinde onu daha başka salât ü selâmlarla anmak da mümkündür. Meselâ, salât-i tefriciye, salât-i münciye okunabilir. Yine bu kabilden olmak üzere, “aleyhisselam”, “sallallahü aleyhi vesellem”, “aleyhissalâtü vesselâm”, “aleyhi ekmelüttehâyâ”, “aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât” gibi medh ü senâ cümleleri de söylenebilir. Bununla beraber, Efendimiz'in her ismi geçişinde bunların tamamını bile okumuş olsak yine de o işin hakkını vermiş olamayız. Çünkü O'nu, Yüce Kitab'ında Hazreti Allah medh ü senâ etmiştir. Alvar İmamı M. Lutfî Efendi bu gerçeği Hulâsatü'l-Hakâyık adlı divanında, “Kim Sana meddâh olur, meddâhın Allah'tır Senin” diyerek seslendirir.
Allah dostlarının hepsi aynı zamanda birer evrâd ü ezkâr ve dua kahramanıdırlar. Gece-gündüz Dost'u anmadan dostluk olamayacağını biz hep onlardan öğrendik. Onlar dualarının büyük bir kısmını Varlığın İlle-İ Gâyesi ve kurtuluşumuzun biricik vesilesi Hazreti Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa'ya (aleyhi efdalüssalavât ve ekmelüttahiyyât) salât ü selam okumaya ayırmışlardır. Ayırmışlardır zira salât ü selâm hem o Sevgili'ye bir vefa borcu ve sadâkat tebliği, hem duaların kabulüne en önemli vesilelerden biri, hem değişik maddî-manevî hastalıklardan kurtulmak için hep kabul görmüş bir şifa dilekçesi hem de dert, tasa, sıkıntı ve zorlukların aşılmasında, fereç ve mahreç kapılarının açılmasında sebepler üstü en güçlü müessirdir. el-Kulûbü'd-Dâria da dahil olmak üzere değişik vird mecmualarına bakanlar büyüklerin, gönüllerinden seslendirdikleri salât ü selâmları görebileceklerdir. Biz de Hazreti Tevvâb ü Rahîm'e sunduğumuz dualarımızı mutlaka salât ü selâmla ambalajlamalı, öyle bir zarfın dergâh-ı ulûhiyette takdîr ve kâbule daha şâyan bulunduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Dualarımızın evvelinde ve âhirinde başta Ay Yüzlü, Medinenin Gülü Efendimiz'e, âline, ashabına daha sonra da, ihvânı olan diğer nebîlere, Allah nezdinde makbul kullara ve inananlara salât ü selâm da bulunmayı ihmal etmemeliyiz. el-Kulûbü'd-Dâria'nın en sonunda yer alan ‘es-salâtü'l-câmia' bu hususta bizim için çok güzel bir örnek olabilir.
Biz her salât ü selâmın Allah Rasûlü'ne (aleyhi efdalüssalavât) ulaştırıldığı kat'î inancı içinde,
“Bulduğunca cihan sebât ü devam
Ona ve âline salât ü selam” (Şeyhî) deyip, el-Kulûbü'd-Dâria'nın 347, 348 ve 349. sayfalarında yer alan Alî ibn-i Şihâb el-Hemedânî 'ye (kaddesellahü sirrahû) ait bir salât ü selamı kırık dökük de olsa bir tercümesiyle buraya almak istiyoruz:
* * *
صَلَوَاتُ اللّٰهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَأَنْبِيَائِهِ وَرُسُـلِهِ وَحَمَلَةِ عَرْشِـهِ وَجَمِيعِ خَلْقِهِ عَلَى سَـيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى أٰلِــهِ وَأَصْحَابِهِ، وَعَلَيْهِ وَعَلَيْهِمُ السَّـلاَمُ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُـولَ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا حَبِيبَ اللّٰهِ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَلِيـلَ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا نَبِيَّ اللّٰهِ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا صَفِيَّ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَيْرَ خَلْقِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا نُورَ عَرْشِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا أَمِينَ وَحْيِ اللّٰهِ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَـنِ اخْتَارَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ أَرْسَـلَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ زَيَّنَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ شَرَّفَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا مَنْ كَرَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا مَـنْ عَظَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّـلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا مَـنْ عَلَّمَهُ اللّٰهُ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا سَــيِّدَ الْمُرْسَلِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَـا إِمَامَ الْمُتَّقِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا خَاتَمَ النَّبِيِّينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا شَفِيعَ الْمُذْنِبِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ.
اَلصَّلاَةُ وَالسَّـلاَمُ عَلَيْكَ يَا رَسُـولَ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَـيِّدِنَا وَنَبِيِّنَا مُحَمَّدٍ فِي كُلِّ وَقْتٍ وَحِينٍ، وَصَلِّ عَلَى الْأَنْبِيَاءِ وَالْمُرْسَلِينَ، وَعَلَى مَلاَئِكَتِكَ الْمُقَرَّبِينَ، وَعَلَى عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ، وَعَلَى أَهْلِ طَاعَتِكَ أَجْمَعِينَ، مِنْ أَهْلِ السَّمَاوَاتِ وَمِنْ أَهْلِ الْأَرَضِينَ، وَارْحَمْنَا وَاحْشُرْنَا مَعَهُمْ بِرَحْمَتِكَ يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ، وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ.
Cenâb-ı Allah'ın, melâike-i kirâmın, enbiyâ-i izâmın, rusûl-ü fihâmın, hamele-i arşın ve Hakk'ın bütün kullarının salât ü selâmı, Divan-i Nübüvvetin Hâtemi olan Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm)'ın, âile efrâdının, gözde ve güzîde ashabının üzerine olsun. Selâm, bereket ve lütf u ihsan da yine onların üzerine olsun.
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Rasûlü, Elçisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hakk'ın Habîbi, Sevgilisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Yüce Mevlâ'nın Halîli, Dostu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Nebîsi, Habercisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hazreti Rahman'ın Arı-Duru, Mümtaz Kulu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Yaratılmışların En Hayırlısı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Arş-ı İlâhî'nin Nûru!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Vahy-i İlâhî'nin Emîn Emanetçisi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Allah'ın Hususî Tercihine Mazhar Seçkin Kulu!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hakk'ın gönderdiği En Büyük Elçi!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Cenâb-ı Allah'ın en müstesna zinetlerle donattığı Güzeller Güzeli!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey bitmez tükenmez hazînelerin sahibi Ganiy-yi Mutlak Rabb'in en yüce pâyelerle şereflendirdiği Sevgili!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Kerîm Rabbin tekrîm buyurup en pahalı ihsanlarla ulvî makamlara ulaştırdığı Sâdık u Masdûk!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Hazreti Allah'ın tâzim buyurup şânını zirveye çıkarttığı Nebîler Sultanı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Müttakîlerin İmamı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Nebîler Zincirinin Son Halkası!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Günahkarların Şefaatçısı!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Rahmeten li'l-âlemîn!
Salât ü selâm Senin üzerine olsun ey Âlemlerin Rabbinin Son Elçisi!

Ey rahmet ve şefkatine hudut olmayan Yüceler Yücesi Rabbimiz! Efendimiz Hazreti Ahmed ü Mahmûd u Muhammed Mustafa'ya, diğer enbiya ve mürselîn efendilerimize, Sen'in mukarreb ibâdın olan melâikeye ve sâlih kullarına her an, yerler ve gökler dolusu salât ü selâm eylemeni diliyor ve dileniyoruz!
Ey Merhametlilerin En Merhametlisi, Sultanımız! Biz günahkar ve asî kullarına da merhamet et ve bizi de o sâlih kullarınla beraber haşr ü neşr eyle!
Evvel-âhir bütün hamd ü senalar, şükürler sadece Senin hakkındır ve biz de yalnız Sana hamdederiz, Rabbimiz!..
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #93
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi

DUA_ZAMANI
Aciz, fakir, muhtaç ve kendine yetmediğinin şuurunda olan kulun, tazarru, tezellül ve alçak gönüllülük içinde, Rahmeti Sonsuz'a yönelip, hâlini O'na arz ederek istediklerini O'ndan istemesinin ayrı bir unvanı sayılan dua, kulun Rabbi'ne karşı iman, güven, itimat ve tevhid telâkkisinin bir gereğidir.
Bu mülâhazalar çerçevesinde, O'na yönelen kul, sımsıkı havf u reca duygularına kilitlenir; "Başkalarının nazarlarından uzak, gönülden sadece Rabbi'ne yalvarır ve gizliden gizliye O'na dua eder." Bu mazmuna bağlılık duada bir esastır ve bu esas ancak Şâri'in açıp genişletmesi ölçüsünde, açıp genişlettiği yerlerde tecviz, hatta teşvik edilebilir.
Allah bize, "Hem endişe içinde hem de ümitlerle dopdolu olarak yalnız O'na yalvarın; bilin ki, O'nun rahmeti, kalbleri ihsan şuuruyla çarpan kimselerle beraberdir." ferman ederek, hem teveccüh edeceğimiz kapıyı gösterir hem de o kapının önünde durmanın adabını öğretir.
Aslında, her hâlimizde O'na yönelmek, O'na el açmak, dert ve elemlerimizi O'na şerh etmek hem bir mazhariyet ve ilk mevhibe hem de Hakk'ın cevabî teveccühleri adına atılmış önemli bir ilk adımdır. O, "Kullarım Bana isteklerini yöneltirlerse, bilmelidirler ki, Ben yakınlardan yakınım; Bana dua ile yönelenin duasına icabet ederim." buyurur. Elverir ki, bu iç dökme ve yakarış "Siz, dua ve niyazlarınızı gönülden, hâlisane ve Hak rızasına bağlayarak yapınız." medlûlü çizgisinde icra edilsin. Evet, halk içinde bağırıp çağırarak başkalarına duyurma, gösterme yerine, duyması ve görmesi mânâlar üstü mânâ ifade eden Hazreti Allâmü'l-Guyûb'a, hem de tamamen halka kapalı ve O'na açık bir hâl ve atmosfer içinde, nefeslerimizi gizlilik ve içtenlikle derinleştirerek arz etmeliyiz ki, O'na iç dökmemiz gizliliğin büyüsünü taşısın ve sesimizi-soluğumuzu başka mülâhazaların şerareleri kirletmesin..
Başka her şeye kapanıp, içini sadece O'na açan, hâlini O'na şikayet eden hep O'na yakın durmanın insiyakları içinde bulunur ve O'nun dergahından eli boş dönmez. Evet, insan ihtiyaçlarını, onları karşılayabilecek birine açmalı; belâ-yı dertten "âh" edecekse derde derman bir hekimin yanında inlemeli.
Kul, efendisine arzuhâlde bulunacaksa, ağyâra bütün bütün kapanarak, aklıyla, şuuruyla, hissiyle hep O'na açık durmalıdır; durmalı, sesini-sözünü O'na göre ayarlamalı ve kendine yakınlardan daha yakın birinin huzurunda iç çektiğini düşünerek nağmelerinden ses ihtizazlarına, tavırlarından mimiklerine kadar her hâliyle bir temkin örneği sergilemelidir.
Kime el açtığının farkında olan bir sadık kul, düşünce ve dualarını niyeti ve içtenliğiyle sık sık kalibrasyondan geçirir; ifade ve hislerini her türlü şerareden arı-duru tutmaya çalışır ve duymasını istediğinden başkalarının duymalarına karşı âdeta dilsiz kesilir. Yer ve zamana göre kendi sesini ve kendi sözlerini kendinden bile kıskanır.
Bir kulun, dua ve niyazlarını hâlinin saffetine bağlamasının yanında, nabızlarının "Allah Allah" diye attığı dakika ve saniyeleri kollaması; mübarek gün ve geceleri ilâhî mevhibelere açık kutlu vakitler sayarak dolu dolu yaşaması; ve bilhassa, Hak rahmeti sağanaklarının nüzûl emare ve işaretleri sayılan namaz saatlerini, iftar zamanlarını, secde ve rüku hâllerini santim zayi etmeden değerlendirmesi; sonra, arzu ettikleri olmuş-olmamış, şartlar aleyhine dönmüş veya lehinde cereyan etmiş, ciddi bir vefa hissiyle ara vermeden yaptıklarını devam ettirmesi hem duanın kabulü için bir esas hem de sadakat ve samimiyetin gereğidir.
Hakk'a inanan bir insan için, yaz gününü kar bastırmış, baharı hazan vurmuş, gündüzler kör kabirler gibi kararmış, her tarafı çeşit çeşit karakura basmış hiçbir önemi yoktur; Allah, "Siz, muztar kalıp ıztırar diliyle dua ettiğinizde, sizi kara ve denizlerin karanlıklarından kurtaran kim?!." diyerek kendini, gücünün her şeyi ihatasını hatırlattıktan sonra ne önemi var zalâm zalâm üstüne dört bir yanın kararmasının.. ne önemi var, Kudreti Sonsuz "Çaresiz kalıp da O'na yalvaranın duasını kabul ederek sıkıntılarını gideren Allah'tan başka kimdir?" deyip mevcudiyetini vicdanlarımıza duyurduktan sonra!
Kur'ân, varlığın tercümesi; hâdiselerin tercümanı; makro ve mikro âlemlerin müfessiri; bu dünyada âlem-i gaybın lisanı; insanoğluna ilâhî iltifatların senedi; İslâmiyet'in özü, esası, nur ve ziyası; uhrevî âlemlerin haritası ve ona inananların vesile-i saadeti olduğu gibi aynı zamanda açık-kapalı, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak bir dua mecmuasıdır.
Kur'ân, Fatiha sûresiyle lâl ü güherlerini saçmaya başladığı andan itibaren, hamd ü senâ ile bir dua mukaddimesi vaz'eder ve sırat-ı müstakim talebiyle işe başlar. Bakara sûre-i celîlesi zımnî dua şivelerinin arasında sesini sarahatinin nağmeleriyle yükselterek "Rabbimiz, bize dünyada da ahirette de hasene ihsan eyle!" der ve bizi duaya çağırmanın yanında, Cenâb-ı Hak'tan ne istenileceği konusunda da irşad eder. Birkaç sayfa sonra, "Rabbimiz! Üstümüze sağanak sağanak sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl, kaydırma ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım eyle!" istimdat edâlı beyanıyla, zor şartlar altında müminlere sığınacakları sera ve siperleri gösterir.
Daha bir sürü dua televvünlü beyandan sonra sûrenin Miraç armağanı son ayetinde "Rabbimiz! Eğer unuttu veya hata ettiysek, bundan dolayı bizi muaheze etme. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz şeylerle bizi sorumlu tutma. Bizi affet; kusurlarımızı bağışla; bize merhamet buyur; Sen bizim mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardımda bulun." ifadeleriyle daha şümullü bir çerçevede, her zaman vird ü zebanımız olması gereken bir dua ve niyazı ihtar eder. Âl-i İmrân sûresinin ilk sayfasında "Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi zeyğe uğratıp kaydırma ve nezd-i ulûhiyetinden bizlere hususi rahmette bulun." diyerek müminler için en hayatî bir duayı hatırlatır. Birkaç ayet sonra "Ey Rabbimiz! Bizler Sana inandık, günahlarımızı bağışla; bizi cehennem azabından koru." çığlıklarıyla el açıp yalvaran müttakilerin niyaz ve teveccühlerini referans göstererek bizi bir kez daha duaya çağırır. Birkaç makta sonra havârîlerin, "Ey Rabbimiz! Biz Senin indirdiğin kitaba iman edip gönderdiğin elçiye tâbi olduk; bizi Hakk'ın şahitleri olarak kaydet ve tesbit buyur." şeklindeki içinde sorumluluk da bulunan yakarışlarına dikkatlerimizi çeker. Sonra nebiler çevresinde saf bağlayıp mücadele veren "ribbiyyûn"un "Ey Rabb-i Kerimimiz! Günahlarımızı ve bilmeyerek içine düştüğümüz aşırılıklarımızı affeyle; bizleri doğru yolda sabit kadem kıl ve küfr ü küfran içindekilere karşı bize yardımcı ol." diyerek bu defa da rabbanilerin dilinden bir dua armağan eder. Sûrenin sonuna doğru açtığı tefekkür faslını "Ey Rabbimiz! Bizler "Rabbinize inanın!" deyip imana çağıran, iz'âna davet eden münâdîyi işittik ve ona icabet ettik. Artık Sen de bizi affeyle, kusurlarımızı bağışla, (canımızı alırken de) bizi ebrar sırasında vefat ettir." fermanıyla içinde hüsn-ü akıbet dileği de bulunan bir niyazla noktalar. Kendi kendine haksızlık ettiği mülâhazasıyla ürperen gönüllerin "Rabbimiz nefsimize zulmettik, şayet kusurumuzu bağışlayıp bize merhamet buyurmazsan apaçık maruz-u hüsran oluruz." inkisar içinde sızlanışlarıyla ruhlarımıza ra'şeler salan farklı bir çığlığı hatırlatır. "Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatır. Biz de yalnız Allah'a dayanırız. Ey Rabbimiz! Bizimle şu "münkir" topluluk arasında artık ver o adil hükmünü; (ver de) haklı-haksız açığa çıksın." gayretullaha çağrı edalı beyanla, bütün bütün küstahlaşmış inkârcı bir toplum karşısında, gönlü itminanla çarpan, dili ihkâk-ı hak mırıldanan bir nebînin teslimiyet derinlikli yakarışlarıyla ruhlarımıza farklı bir talep üslûbu fısıldar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mayıs 2006       Mesaj #94
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Yüz kere okununca günahları affettiren kelimeler

"Allâhü ekber, ve Sübhânallahî velhamdü lillâh ve lâ illallâhü vahdehü lâ şerîke leh, velâ havle velâ kuvvete illâ billAhil'aliyyil'azıym."
İmam-ı Ahmet'in rivayetine göre Muhammed şöyle demiş: "Bu kelimeler güzel kelimelerdir. Kim bu güzel kelimeleri her namazın sonunda yüz kere söylerse, deniz dalgalarının meydana getirdiği köpükler kadar da günahı olsa affolur. Bütün günahları silinip ve bağışlanmış olur."
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #95
arwen - avatarı
Ziyaretçi
İnşaallah demenin önemi


İnşaallah, Allahü teâlâ dilerse olur manasına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havale etmek için söylenen sözdür.

Allahü teâlânın huzurunda itaat edenlerden olmak için, her işte inşaallah demelidir! Hadis-i şerifte, (İnsanlar için, inşaallah demekten daha faziletli itaat edicilik yoktur) buyuruldu.

(Şunu yapacağım) veya (Yarın şuraya gideceğim) denince de (İnşaallah) demelidir!

Bir kimse ile bir şey kararlaştırırken inşaallah denirse, sonradan o iş yerine getirilmezse, yalancı olunmaz. (Miftah-ül cenne)

Kesin işlerde de inşaallah denir. Mescid-i harama girileceğini Allahü teâlâ bildirdiği halde, inşaallah denmesini öğretmek için, (Mescid-i harama inşaallah gireceksiniz) buyurdu. (Feth 27)

İsmail aleyhisselamın, (Babacığım, sana emredilen ne ise, onu yap! İnşaallah beni sabredicilerden bulursun) dediği de Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. (Saffat 102)

Peygamber efendimiz de, mezarlığa uğrayınca, ölüm muhakkak olduğu halde, ilâhi terbiye gereği olarak, (İnşaallah biz de size kavuşacağız) buyurdu. (Müslim)

Peygamber efendimiz, duasının kabul olacağını âyet-i kerimeye istinaden kesin olarak bildiği halde şöyle buyurdu:
(Her Peygamberin duası kabul olur. Her Peygamber, ümmeti için dünyada dua etti. Ben ise, Kıyamette ümmetime şefaat izni verilmesi için dua ediyorum. Duam inşaallah kabul olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefaat edeceğim.) [Müslim]


Hz. Süleyman’ın imtihanı

Kur'an-ı kerimde mealen; (Biz Süleymanı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ceset bıraktık. Daha sonra o, yine [Rabbine] döndü) buyurulmuştur. (Sad 34)

Fahreddin-i Razi hazretleri buyuruyor ki:
Süleyman aleyhisselam, bir gecede, zevcelerinin hepsini dolaşacağını, onlardan herbirinden birer erkek çocuk dünyaya geleceğini, Allah yolunda muharebe edeceklerini söyledi. Fakat, inşaallah demeyi unuttu. Sakat bir çocuk dünyaya geldi. Bunu götürüp, babasının tahtına bırakıverdiler. Hadis-i şerifte, (Yemin ederim ki, Süleyman aleyhisselam inşaallah deseydi, dediği gibi olurdu) buyuruldu. (Buhari)

Resulullah efendimize; Ruh, Eshab-ı Kehf ve Zülkarneynden sorulunca; (Yarın gelin, haber vereyim) buyurmuş, inşaallah demeyi unutmuştu. Bu sebeple birkaç gün Resulullaha vahiy gelmedi. Sonra şu mealdeki âyet-i kerime nazil oldu:
(İnşaallah demeden hiçbir şeyi yarın yapacağım deme!) [Kehf 23, 24]
Peygamberler günah işlemez. Bunun gibi hareketlerine zelle denir
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #96
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
KÂİNATIN DUASI
“Akşam; sırma saçlı bir ceviz ağacının yapraklarında gülümsüyordu. Köyde bir telaş, bir telaş... “Ramazanda da sular kesilir mi canım?” “hökümetin hiçbir işi doğru düzgün değil ki zaten” “hele şehre adam yollayıverin de belediyeye gitsinler”

İki köylü belediyeye gider, ama kimse onları kaale bile almaz. Ne yapsınlar çaresiz geri dönerler. Ertesi gün grup hâlinde gidilir. Bu sefer de görevliler başlarından atmaya uğraşırlar. Başarılı da olurlar. Böylece aradan bir hafta geçer. Köyde millet susuzluktan kırılır. Kimse gelip de kaynak suyu çıkarılan yerdeki çatlak boruyu tamir etmez ve su akar akar akar...en sonunda köylü dayanamaz, bütün köy halkı toplanarak belediyenin kapısına dayanır. Bu kadar insanı başından atamayacağını anlayan görevliler çaresiz köylülere yardım ederler. Artık köylüler “hâcet-i amme” olan sularına kavuşmuşlardır. Nede olsa koca köy halkının isteğini geri çevirecek değildir zaten bu o başkanın makamına yakışmaz. Hele bir de aralarında yakın akrabaları falan varsa...” diye devam edip gider işte hikaye.

İsimler, cisimler ve resimler o kadar da önemli değillerdi. Geçer akçe; ismin ardındaki karakter, cismin içindeki ruh, resimde saklı mânâdaydı. Ceset her sene değişse de insan aynı insandı. Şablonlar kendileriyle değil, uygun düştükleri kalıplarla bir değer ifade ederlerdi. Hikayeler de sadece elbiseden ibaretti, mânâlarındaydı asıl güzellikleri.

Bunun içindi bütün benzetmeler, Onu ve Habibini anlamak, en azından anlamaya çalışmak için açılan kapı aralıklarıydı. Bu bakış açısıyla; O Zât(asm) da öyle bir sâlât-ı kübrâda dua ediyor ve kainatın şefkatli padişahına öyle bir “hâcet-i amme” için dua ediyordu ki, küçücük ipek böceğinden azametli gezegenlere kadar, mikroskobik bir hayvandan semâvâttaki meleklere kadar, belki bütün yaratılmışlar, Onun niyâzına “Evet Yâ Rabbenâ, ver biz dahi istiyoruz”deyip duasına iştirak ediyorlardı. O Resul-i Ekrem(asm) “beka için” dua ediyordu. “Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle sevimli bir tarzda, öyle özlercesine, öyle yalvarıp yakararak niyaz ediyordu ki; bütün kainatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyordu.” Kainatın Halık’ı en sevdiği kulunun duasını hiç geri çevirir miydi? hele O duasını tüm kainatı arkasına alarak yapıyorsa elbette kabul etmek büyüklüğünün, Uluhiyetinin iktizasındandı.

Bu cihetle Resul-i Ekrem(asm) ehl-i imanın gönüllerini de ittihad ettiriyordu. “bu ittihat ile kainat içinde bir zerre gibi zayıf, korumasız, kimsesiz olan şu insan, ubudiyetiyle gelen duanın vesilesiyle yedi gök ve yerin yaratıcısının sevgili bir abdi, ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanâtın reisi ve hilkat-i kainatın neticesi ve gayesi oluyordu. Bu sebepledir ki; kainat insana hizmet ediyordu. Tabii bu da insanın, mahlukâtın ibadetlerinde tasarruf edebilme imkanını sağlıyordu.

Bahar mevsimine yakın yaşlı bir kiraz ağacının gerekli gördüğü dallarını budayıp hangi dalının zikredip hangi dalının zikretmeyeceğini belirliyordu. Ve o dalların içindeki milyonlarca hayattar hücrenin de ibadetlerine müdahale edebiliyordu. Yeni bir fidan dikse, onun hayat bulup Halık’ına dua ve ibadette bulunmasına vesile oluyordu. Ya da bir çekirdeğin kabiliyet diliyle neşv-ü nemâ bulma duasına kararıyla ortaklık edebiliyordu.

Bundan dolayı insan mahlukâtın trafik polisi gibiydi. “dur, geç, senin zamanın doldu parka çek...” yani oldukça “özgür bir kul”du insan.

İnsan; kendisine sonsuz acizliği ve fakirliğiyle birlikte ihsân edilen bu yetki sayesinde, Bir örümceğin göz alıcı nakışlarla dokuduğu ağını örerken fıtrî ihtiyâcıyla yaptığı duasıyla, bir arının, hünerli, kimyâger bir açı gibi bal yaparken yaptığı dua ile, bir ipek böceğinin acizliğiyle beraber sırtında taşıdığı fakirliğiyle, ebedî rahmet hazinelerinden gönderilen ipeği “mucizevâri” nesc ederken yaptığı dua ile dua edebiliyordu.

Elbette ki, ufak bir mahlukunun bile duasına ehemmiyetle cevap veren böyle merhamet sahibi bir Rahîm en sevdiği abdi olan insanın bütün mahlukatın duasını içine alarak dergâh-ı ilâhinin kapısında el açıp örümceğin ağı gibi kusursuz, arının balı gibi tatlı, ipek böceğinin ipeği gibi yumuşak ve sükûnetli bir hayat isteyecekti. Belki verilecek, belki verilmeyecekti. Fakat o kul bilirdi ki; “birisi var; kalbinin en ince duygularını dahi işitir, her şeye eli yetişir, her arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.” Ve anlardı ki bir tek Ondan yardım isteyerek kainatın güzel bir takvimi olabilirdi.
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #97
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalıdır?

Sıkıntıdan kurtulmak için ne yapmalı?
CEVAP
Sıkıntıdan kurtulmak için sebeplere yapışmak gerekir. (Çalışmadan dua eden, silahsız savaşa giden gibidir) hadis-i şerifi de sebeplere yapışmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Her zorluğun bir kolaylığı vardır) buyuruluyor. Sıkıntıdan kurtulmanın da çaresi vardır. Hiç boş vakit geçirmemeli, kendine faydalı bir meşgale bulmalıdır. (Sabır kurtuluşun anahtarıdır) sözüne uymalı, çalışıp sabrederek bir çıkış yolu aramalıdır.

Psikolog doktorlar, sıkıntının başlıca çaresinin meşgale olduğunu söylüyorlar. Kendinize severek yapacağınız işler bulursanız, rahatlarsınız. Ayrıca manevi yönden, bazı dualar okumanız da faydalıdır.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İstiğfara devam edeni, Hak teâlâ, her türlü sıkıntı ve üzüntüden uzaklaştırır, geçim darlığından da kurtarır, ferahlığa çıkarır, ummadığı yerden rızka kavuşturur.) [Nesai]

(Her gün sabah akşam yedi kere, "Hasbiyallahü la ilahe illa hü aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabb-ül arşil azim" okuyan, dünya ve ahiret sıkıntısından kurtulur.) [İbni Sünni]

(La havle ve la kuvvete illa billah okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.) [Hakim]

(Sıkıntıya düşen veya borçlanan, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

(Sıkıntılı iken “Hasbünallah ve ni’mel-vekil” deyiniz!) [İ. Merdeveyhi]
(Yasin okuyanın sıkıntısı gider.) [Deylemi]

(Lâ ilâhe illallah kable külli şey’in, Lâ ilâhe illallah ba’de külli şey’in, Lâ ilâhe illallah yebka Rabbünâ ve yefni küllü şey’in diyen sıkıntıdan kurtulur.) [Taberani]

(Cuma namazından sonra, İhlâs, Felak ve Nas’ı yedişer defa okuyan, bir hafta, kaza, bela ve sıkıntılardan kurtulur.) [İ.Sünni]

(Sıkıntı için şu duayı okuyun: La ilahe illallahülazim-ül-halim la ilahe illallahü Rabbül-Arş-ilazim la ilahe illallahü Rabbüs-semavati ve Rabbül-Erdi Rabbül Arşil-kerim.) [Müslim]

(Sıkıntıya düşen 7 defa Allah, Allahü Rabbi, lâ üşrikü bihi şey’a desin!) [Nesai]
(Sıkıntı için, “Allah, Allah Rabbünâ lâ şerikeleh” deyin!) [Beyheki]
Sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, 14 secde âyetini [ezberden, ayakta] okuyup, her birinden sonra, hemen secde etmelidir. (Nur-ül-izah)

(Bismillâhirrahmânirrahim ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azim) okumak, sinir hastalığına ve bütün sıkıntılara iyi gelir.

İmam-ı Cafer hazretlerinin sıkıntıya düşünce, okuyup, sıkıntıdan kurtulduğu dua şöyledir:
(Yâ uddeti ınde şiddeti, ve yâ gavsi ınde kürbeti! Ührüsni bi-aynikelleti lâ tenâmü vekfini birüknike ellezi lâ yürâmü) Anlamı şöyledir: Güçlükte desteğim, sıkıntıda imdâdıma yetişen, her an görüp gözeten Rabbim, beni muhafaza et, sonsuz kudretinle, bana yardım eyle!

Cepte altın taşımak da sıkıntı için faydalıdır. Sadaka vermek ve 70 kere (Estağfirullah min külli mâ kerihallah) demek, sıkıntıları giderir. Bu istiğfarın anlamı, “Ya rabbi, razı olmadığın şeylerden ne yapmışsam hepsini affet, yapmadıklarımı da yapmaktan koru” demektir. Sıkıntı için şunlara da riayet edilmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sıkıntıları sadaka ile önleyin.) [Deylemi]
(Tarak kullanmak, sıkıntıyı giderir.) [Deylemi]
(Güzel koku ve temiz elbise sıkıntıyı azaltır.) [Bostan]
(Abdestten artan suyu içmek sıkıntıyı giderir.) [Deylemi]
(Akik yüzük sıkıntıyı giderir.) [Ukayli]
(Başkasının sıkıntısını giderenin sıkıntısı gider.) [İ. Ahmed]
(Sıkıntıda duam kabul olsun diyen, genişlikte çok dua etsin.) [Tirmizi]
(En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi]

Hayatı türlü rezillikler, günahlar içinde geçmiş biriyim. Tevbe ettim. Ancak iş işten geçti. İşimi kaybettim, gizli gizli işlediğim bu rezilliklerin aşikâr olması sebebiyle insanlara karşı rezil oldum. Kahroluyorum. Bu sıkıntı hiç geçmiyor. Birisinin tavsiyesiyle sizin sitedeki bilgileri okumaya, namazımı düzenli kılmaya başladım. Dualar ediyorum. Ama bu üzüntülerin rezilliğin acısının her dakika sanki artarak beni boğduğunu hissediyorum. Bana ne olur bir ümit, bir teselli yolu gösterin, yoksa zaten kaybettiğim kişiliğimi belki de hepten kaybedeceğim.
CEVAP
Birincisi bulunduğunuz çevreyi değiştirin. İkincisi, tevbe eden hiç günah işlememiş gibi olur. İşlenilen günahlara üzülmek güzel şeydir ama tevbe edip bir daha yapmadıktan sonra, bu yüzden kendini bunalıma sokmak uygun değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace]
(Tevbe eden günah işlememiş gibi olur.) [İ.Mace]

Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever.) [Bekara 222]
(Sabır ve namazla Allah’a sığınıp yardım isteyin.) [Bekara 45]
(Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153]

([Doğru kılınan] Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten, günahtan] alıkoyar) [Ankebut 45]

Demek ki sizin yapacağınız şey, namazı doğru kılmaktır. Namaz doğru kılınırsa bütün sıkıntıları yok eder. Hâşâ Allah yalan söylemez. Bu âyetleri düşünerek namazı doğru kılmaya çalışın, rahatlarsınız.
Sıkıntılar için ekte [yukarıda] bildirilenlere de riayet edilirse elbette daha iyi olur
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Mayıs 2006       Mesaj #98
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
dua bi lütuftur

Dua bir lütuftur anlayana
Umuttur o darda kalana ne mutlu birinden dua alana
Allah'ım sana şükür amin demesini bildik

Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musibetler verme. Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyi de yükleme. Günahlarımızı affet. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Bizim dostumuz ve yardımcımız Sensin. Kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et.


"Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz-tâ ki sözümü iyice anlasınlar."


Allahı'm! Habibiyeti ve salâtıyla Cennetin kapılarını açan ve ona getirdikleri salâvatlarla ümmeti için de o kapının açılışını teyid buyurduğun Habibin Aleyhissalâtü Vesselâma rahmet et.


Allah'ım! Bizi, ebrâr ile beraber, seçkin Habibinin şefaatiyle Cennete idhal et. Âmin.


"Onların Cennetteki duaları şöyledir: 'Allah'ım, Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederiz.' Aralarındaki dilekleri de hep selâmdır, iyiliktir. Duaları ise şu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur." (Yûnus Sûresi, 10:10)


"Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce Katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8)


Allah'ım! Efendimiz Muhammed'e, âline, ashabına ve ihvânına, Senin razı olacağın şekilde ve onun hakkını eda edecek bir surette salât ve selâm et, bize ve dinimize selâmet ver. Âmin, ey Rabbü'l-Âlemîn.
Allah'ım! Bizi, dünyada Senin muhabbetinle ve bizi Sana ve Senin emrettiğin şekilde istikamete yaklaştıracak şeylerin muhabbetiyle, âhirette de rahmetin ve rüyetinle rızıklandır.



İlâhî! Sen benim Rabbimsin, ben Senin kulunum. Sen Hâlıksın, ben mahlûkum. Sen Rezzaksın, ben merzûkum. Sen Mâliksin, ben memlûküm. Sen Azizsin, ben zelîlim. Sen Ganîsin, ben fakirim. Sen Hayysın, ben meyyitim. Sen Bâkîsin, ben fâniyim. Sen Kerîmsin, ben leîmim. Sen Muhsinsin, ben âsiyim. Sen Gafûrsun, ben günahkârım. Sen Azîmsin, ben hakîrim. Sen Kavîsin, ben zayıfım. Sen Mu'tîsin, ben dilenciyim. Sen Emînsin, ben korkudayım. Sen Cevâdsın, ben muhtacım. Sen Mücîbsin, ben duacıyım. Sen Şâfîsin, ben hastayım.
Sen benim günahlarımı mağfiret et. Beni cezalandırma. Hastalıklarıma şifa ver, yâ Allah, yâ Kâfi, yâ Rabbi, yâ Vâfî, yâ Rahîm, yâ Şâfî, yâ Kerîm, ya Muâfî. Benim bütün günahlarımı bağışla. Benim bütün dertlerime âfiyet ver. Beni ebediyen rızâna mazhar et. Rahmetinle, ey Erhamürrâhimîn
arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
16 Mayıs 2006       Mesaj #99
arwen - avatarı
Ziyaretçi
dua15
KafKasKarTaLi - avatarı
KafKasKarTaLi
Ziyaretçi
17 Mayıs 2006       Mesaj #100
KafKasKarTaLi - avatarı
Ziyaretçi
Duânın önemi
Duâ, istemek demektir. Aç bir kimsenin, iştihâlı olduğu bir zamanda yiyecek istemesi gibidir. Duâ, Allahü teâlâya yalvararak murâdını istemektir. Allahü teâlâ, duâ eden Müslümanı çok sever. Duâ etmeyene gadap eder. Duâ mü'minin silâhıdır. Dînin temel direklerinden biridir. Hadis-i şerifte, “Duâ müminin silahı, dinin de direğidir.” buyuruldu.
Duâ, gelmiş olan dertleri, belâları giderir. Gelmemiş olanların da gelmelerine mâni olur.Çünkü, Peygamberimiz,Duâ belâyı önler.” buyurmuştur.
Duâ etmek, namaz, oruç gibi ibâdettir. Allahü teâlâ, Bana ibâdet yapmak istemiyenleri, zelîl ve hakîr yapar, Cehenneme atarım” buyurdu. Allahü teâlâ, herşeyi sebep ile yaratmakta, ni'metlerini sebeplerin arkasından göndermektedir. Zararları, dertleri def' için ve faydalı şeyleri vermek için de, duâ etmeği sebep yapmıştır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Duâ, ibâdetin aslı ve özüdür. Allah katında duâdan makbûl birşey yoktur. Duâ yetmiş türlü kazâyı önler. Ömrün bereketini artırır.”
“Kazâ, ancak ve yalnız duâ ile durdurulur.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, “Duâ, kazâyı, belâyı defeder” buyurdu.
Duânın yapılması mukadderata bağlıdır. Takdirde duâ varsa elbette yapılır. Duânın belâyı önlemesi kazâ ve kaderdendir. Nitekim Peygamberimiz, Kader, tedbir ile, sakınmakla değişmez. Fakat kabûl olan duâ, o belâ gelirken korur.”buyurmuştur.
Peygamber efendimiz, Allahü teâlâya günah işlemiyen dil ile duâ edin!” buyurunca, böyle bir dilin nasıl bulunacağı soruldu. Bunun üzerine Birbirinize duâ edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştirbuyurdu.
Duanın halis niyetle yapılması gerekir. Allahü teâlâ, Bana hâlis kalb ile duâ ediniz! Böyle duâları kabûl ederim” buyurdu.
Duâ şartlarına uygun yapılmalıdır. Peygamber Efendimiz, “Duânın kabul olması için iki şey gerekir. Duâyı ihlas ile yapmalıdır. Yediği ve giydiği helaldan olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı duâ kabul olmaz” buyurdu.
Haram lokma yiyenin duâsı kırk gün kabûl olmaz. Duâ ihtiyacı gideren, saâdete kavuşturan kapının anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri, helâl lokmadır.
İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin. Bizi dünyada ve âhıretde sıkıntıda bırakma! Muhtaçlara, herşeyi gönderen, yalnız sensin! Dünyada ve âhıretde hayırlı, faydalı olan şeyleri, bize gönder! Dünyâda ve âhırette, bizi kimseye muhtâç bırakma! Âmîn.

Benzer Konular

18 Kasım 2013 / ceyda Soru-Cevap
23 Eylül 2009 / spykoman Soru-Cevap
13 Aralık 2016 / nötrino Uzay Bilimleri
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük
16 Aralık 2009 / _KleopatrA_ X-Sözlük