Arama

İslam Dininde Cennet ve Cehennem

Güncelleme: 23 Şubat 2012 Gösterim: 86.059 Cevap: 32
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Eylül 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Cennet
Kaynak:.wikipedia
Sponsorlu Bağlantılar

Cennet, çeşitli dinlerde ve ruhani felsefelerde bulunan ahirete (ölümden sonraki yaşama) dair bir kavramdır.

Cennet kavramına inanan inanç ve kişiler genellikle cennetin insanların bir kısmı, çoğunluğu veya hepsi için ahirette bulunan nihai bir varış noktası, mekan olduğunu düşünürler. Ayrıca cennet kavramına sahip inançların çoğunluğunda cennet iyi insanların ulaştığı bir ahiret mekanıyken, cennetin zıttı olan kötü insanların ulaştığı cehennem diye anılan bir ahiret mekanı bulunur. Cennet genellikle farklı tanım ve niteliklerle harika, çok iyi ve mükemmel bir mekan olarak düşünülmüştür. Cennet kavramının bulunduğu her inanç, felsefi akım, kült ve gelenekte cennet kavramı farklı yorumlanmış ve tanımlanmıştır. Bu maddede belli başlı inanç, akım ve geleneklerin cennet kavramına kısaca değinilmiştir.

Cennet sözcüğü Arapça kökenlidir. Her dininin cennet kavramına verdiği özel isimler olabilir. Cennet sözcüğü aslında İslam dinindeki cennet kavramı için kullanılır, fakat Türkçe'de genel olarak cennet kavramı için kullanılmaktadır. TDKDinî inanışlara göre dünyada iyilik yapanların, günahsızların, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğa kavuşacakları yer, uçmak, behişt."tir. Ayrıca cennet kelimesi Türkçe'de mecazi şekilde sıfat olarak, çok güzel, huzur veren gibi anlamlarda kullanılır.1 Cennet sözcüğünün dışında yine "cennet" anlamında olan Farsça kökenli behişt ve Soğdca kökenli uçmak da Türkçe'de kullanılmaktadır. Yine de en yaygın olan cennet sözcüğüdür.

İslam'da Cennet

Cennet İslam'da, İslam dinine inananların ebedi olarak kalacakları bir ahiret mekanıdır. Cehennemin zıddıdır. İslam'a göre cennetteki hayat sonsuz olacaktır. Ayrıca cennette olacaklara birçok mükafat verilecektir. İslamkafir (inanç esaslarından bir veya daha fazlasını inkar eden), müşrik (ALLAH'ın birliğine inanmayan) ve münafık (Müslüman gibi görünüp İslam'a inanmayan) kişiler cennete giremez, ebedi olarak cehennemde kalırlar. Müslüman olup günah işleyenlerinse, Allahgünahlarını affetmezse, bir süre cehennemdegünahlarının cezasını çekecek daha sonra da cennete gireceklerine inanılır.


Hristiyanlık'ta Cennet

Hristiyanlık'ta cennet sadece hoşnutlukla ilgilidir.Herhangi bir mükafat verildiği yazılmamakla birlikle,ruhlar sadece tanrının kendilerini cennete sokmasıyla samimi bir şekilde hoşnut olurlar.Orası dünyevi bir mekan olmadığı için nimetler anlatılmaz.Sadece sonsuza dek mutlu bir şekilde yaşayacakları belirtilmiştir.Asıl büyük nimet Rab'lerinin onlarla yaşamasıdır ki bu onlar için en büyük nimet olarak görülmektedir.

Cehennem

Cehennem, çeşitli inançlarda ölüm sonrası ceza çekilen ateşli bir yer olarak gösterilir. Cehennemde kalma süresi inanca göre değişiklik gösterebilir. Cehennemde günah borcu ödeninceye kadar kalınıp sonra tekrar cennete gidilebilir. Ancak, cehennem bazıları için sonsuza dek ateşte yanmak anlamına gelir.

İslam'da Cehennem

Cehennem; çoğu dinde olduğu gibi İslam dininde de, Ahiretteki azap yeridir. İnsanlar dünyadaki hareketlerine ve inançlarına göre cennete veya cehennemeİslam inancına göre, kafirler (inanç esaslarından bir veya daha fazlasına inkar eden), müşrikler (İslam inancına göre Allah'ın birliğine karşı çıkanlar) ve münafıklar (İman ediyor gibi görünüp İslam inancına inanmayanlar) ölümden"derece derece olan cehennemde" belli zaman zarfında kalacak ve azap göreceklerdir. Belirtilen şudur ki, İslam inancına aykırı hareket etmiş Müslümanİslam dinindeki farklı itikat (inanç) mezheplerinin bu konuda farklı fikirleri ve çeşitli ayrışmaları olsa da, İslam'daki genel görüş budur.


İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an 'da cehennem için çeşitli isimler kullanılmıştır, bu isimlerin büyük bir kısmı cehennemi tanımlayıcı niteliktedir: NârHâviye (düşenlerin çoğunun geri dönemediği uçurum), Saîr (çılgın ateş ve alev), Lezâ (dumansız ve katıksız alev), S akar (ateş) ve Hutame (obur ve kızgın ateş). Ayrıca, Kur'an'da cehenneme ve azap görenlere dair birçok tanım ve tasvir bulunur. (ateş),
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an 'a göre Allah müşrikleri (Allah'a ortak koşanları) cehennemde sonsuza kadar tutacaktır. Günah işlemiş ancak imanlı olan kişiler ise İslam inancına göre cehennemde bir müddet kalacaklardır.

Hristiyanlıkta cehennem

Git ve: kullan, ara
Cehennem sözcüğü İbranicedeki "Ge-Hinnom" sözcüğünden gelir. “Ge” sözcüğünün anlamı “Vadi”dir. "Hinnom" sözcüğü ise isimdir. Buna göre Ge-Hinnom sözcüğünün karşılığı “Hinnom Vadisi”dir. Ge-Hinnom, Ge-Ben-Hinnom'un kısaltılmış şeklidir. Hinnom Vadisi'nin bulunduğu yer coğrafi olarak Kudüs'ün güney ve güney batısıdır.
Hinnom Vadisi, eski devirlerde İsrail Krallığı'nda yaşayan insanların çocuklarını Molek adı verilen bir puta kurban olarak sundukları bir yerdi. İsrail Krallığı'nda bazı insanlar kendi çocuklarını canlı olarak bu putun ortasındaki ateşe atıyorlardı. İsrail Krallığı'ndaki bu tür kişiler kendilerine verilen Tanrı'nın emirlerinin aksine davranarak, diğer ulusların yaptıkları bu putperest tapınma biçimini benimseyip uygulamışlardı. 2. Krallar 21: 1-6'da şunlar yazılıdır:
Manaşşe on iki yaşında kral oldu ve Yeruşalim'de elli beş yıl krallık yaptı. Annesinin adı Hevsivah'tı. RAB'bin İsrail halkının önünden kovmuş olduğu ulusların iğrenç törelerine uyarak RAB'bin gözünde kötü olanı yaptı. Babası Hizkiya'nın yok ettiği puta tapılan yerleri yeniden yaptırdı. İsrail Kralı Ahav gibi, Baal için sunaklar kurdu, Aşera putu yaptı. Gök cisimlerine taparak onlara kulluk etti. RAB'bin, “Yeruşalim'de bulunacağım”dediği RAB'bin Tapınağı'nda sunaklar kurdu. Tapınağın iki avlusunda gök cisimlerine tapmak için sunaklar yaptırdı. Oğlunu ateşte kurban etti; falcılık ve büyücülük yaptı. Medyumlara, ruh çağıranlara danıştı. RAB'bin gözünde çok kötülük yaparak O'nu çok öfkelendirdi. (l) O devirlerde çocuklarını canlı olarak ateşte kurban etmek sahte tapınmanın diğer uygulamalarının sadece bir kısmıydı. Tanrı'nın gözünde, İsrail Krallığı'nda insanların çocuklarını ateşe atarak Baal ve Molek gibi put tanrılara kurban olarak sunmaları iğrenç bir şeydi. Bu uygulamayı yapan başka bir kral ise Ahaz'dı. 2. Tarihler 28: 2-4'te şunlar yazılıdır:
İsrail krallarının yollarını izledi; Baallar'a tapmak için dökme putlar bile yaptırdı. Ben-Hinnom Vadisi'nde buhur yaktı. RAB'bin İsrail halkının önünden kovmuş olduğu ulusların iğrenç törelerine uyarak oğullarını ateşte kurban etti. Puta tapılan yerlerde, tepelerde, bol yapraklı her ağacın altında kurban kesip buhur yaktı.” (l) Yeremya 32: 35'te de şunlar kayıtlıdır:
Ben-Hinnom Vadisi'nde ilah Molek'e sunu olarak oğullarını, kızlarını ateşte kurban etmek için Baal'ın tapınma yerlerini kurdular. Böyle iğrenç şeyler yaparak Yahuda'yı günaha sürüklemelerini ne buyurdum, ne aklımdan geçirdim. (1) İsrail Krallığı'ndaki bu insanlar o zamanki ulusların törelerine uyarak, oğullarını ve kızlarını ilah Molek'e kurban olarak olarak sunuyorlardı. Ayetlerin içinde geçen “ulusların iğrenç törelerine uyarak RAB'bin gözünde kötü olanı yaptı”, “RAB'bin gözünde çok kötülük yaparak O'nu çok öfkelendirdi” ve “Böyle iğrenç şeyler yaparak Yahuda'yı günaha sürüklemelerini ne buyurdum, ne aklımdan geçirdim.” ifadeleri Hristiyanlığın bu konuda ne dediğini göstermektedir.
İsrail krallarından bir başkası olan kral Yoşiya ise diğerlerinin aksine bu uygulamaya bir son verdi. Bunu yaparak başkalarının bu bölgeyi artık sahte tapınma amaçlı olarak kullanarak, çocuklarını kurban olarak sunmalarına engel olmaya çalıştı. 2. Krallar 23: 10'da şu bilgiler veriliyor:
Yoşiya, kimse oğlunu ya da kızını ilah Molek için ateşte kurban etmesin diye, Ben-Hinnom Vadisi'ndeki Tofet'i kirletti.(1) Daha sonra bu yer, şehrin çöplüğü olarak kullanılmaya başlandı; ve burası zamanla, ağır suç işlemiş kişilerin cesetlerinin, hayvan ölüsünün ve ayrıca her çeşit çöpün atıldığı bir yer durumuna geldi. Ve insanlar bu çöplerin yığılmasını önlemek için bunları yaktılar ve kükürt atarak ateşin devamını sağladılar. Tıpkı günümüzde de çöplerin yakıldığı gibi. Burası artık insanların canlı olarak putlara kurban olarak yakıldığı bir yer olmaktan çıkıp sadece bir mezara gömülmeye değer bulunmayan kişilerin cesetlerinin atıldığı bir yer olarak kullanıldı. İsa'nın Ge-Hinnom sözcüğünü kullandığı dönemde de Hinnom Vadisi aynı bu amaçla kullanılan bir yerdi.
Ancak gene de Kutsal Metin'de Hinnom Vadisi ya da orijinal şekliyle Ge-Hinnom bir ceza yeri olarak gösterilmektedir. Öyleyse bu yukarıda sözü edilen bilgilerle ve Tanrı'nın kişiliğiyle ne derecede uyumludur, buna bakmak gerekir. Birisinin ceza olarak Hinnom Vadisi'ne atılacağına ilişkin bazı örneklere bakalım. Bazı ayetler şöyledir. Markos 9: 43-47:
“Eğer elin seni günaha sokuyorsa, onu kes at; çolak olarak hayata erişmen iki elli olarak Hinnom Vadisine, sönmez ateşe gitmenden iyidir. – Eğer ayağın seni günaha sokuyorsa, onu kes at; topal olarak hayata erişmen iki ayağınla Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. – Eğer gözün seni günaha sokuyorsa, onu çıkarıp at; tek gözlü olarak Tanrı'nın krallığına erişmen iki gözünle Hinnom Vadisine atılmandan iyidir. Orada onların kurdu ölmez ve ateşi sönmez.” (2) İsa burada, Hinnom Vadisi'nin ateşli bir ceza yeri olduğunu söylemektedir. Ayrıca birisinin sürçüp Hinnom Vadisi'ne gitmemek için, elini, ayağını ya da gözünü çıkarmasını öğütlemektedir.
İsa, kendi yaşadığı dönemdeki din adamları için Hinnom Vadisi'yle ilgili bir yargıyı içeren sözlerinden bazı kısımlar şöyledir: Matta 23: 13-15, 33:
Vay halinize yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Çünkü göklerin krallığının kapısını insanlara kapatıyorsunuz; ne kendiniz içeri giriyorsunuz, ne de girmeye çalışanları bırakıyorsunuz. - Vay halinize yazıcılar ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Çünkü siz birine inancınızı benimsetmek için denizler karalar aşarsınız. O kişi sizden biri olduğunda ise onu Hinnom Vadisine atılacak hale getirirsiniz; hem de kendinizden iki kat beter ederek. (2) Ey yılanlar, ey engerekler soyu Hinnom Vadisi cezasından nasıl kaçacaksınız? (2) İsa'nın şu sözleri Hinnom Vadisi'yle ilgili bir anlayış kazanmaya yardım eder. Matta 10: 28:
Sizi öldürmeye gücü yeten fakat hayattan yoksun bırakmaya gücü olmayanlardan korkmayın, asıl sizi Hinnom Vadisinde tamamen yok edebilecek olandan korkun. (2) Aynı konuda İsa'nın diğer sözleri şöyledir. Luka 12: 4-5:
Ayrıca dostlarım, size şunu söyleyeyim, bedeni öldürebilen fakat bundan ötesini yapamayanlardan korkmayın. Kimden korkmanız gerektiğini ben size söyleyeyim: Öldürdükten sonra Hinnom Vadisine atma yetkisi olandan korkun. Evet, size derim ki, O'ndan korkun. (2) Acaba İsa bütün bu ifadeleriyle Hinnom Vadisi'nden söz ederken, Hinnom Vadisi'ni, kötü insanların ceza olarak ateşte işkence edildiği bir yer olarak mı göstermek istemektedir? Hayır. İsa, “Sizi öldürmeye gücü yeten fakat hayattan yoksun bırakmaya gücü olmayanlardan korkmayın, asıl sizi Hinnom Vadisinde “tamamen yok edebilecek” olandan korkun.” diyerek, Hinnom Vadisi'nin bir daha dirilmenin mümkün olmadığı bir yer olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle Tanrı bir kişiyi “Hinnom Vadisinde tamamen yok edebilecek”tir. Demek ki, Hinnom Vadisi tamamen yok edilmeyle ilgili olarak kullanılmaktadır. Aksi takdirde Hinnom Vadisi'nde birisi yaşayıp acı çekiyorsa bu onun tamamen yok edilmediği demek olur.
Aşağıdaki ayetler Hinnom Vadisi'ne gidecek şeyleri ve kişileri gösterir. Vahiy bölümünde, soyut kavramlar olan ve bir durumu gösteren ölüm ve ölüler diyarı ile, adı yaşam kitabına yazılmamış somut varlıklar olan insanların aynı yere atılacakları gösteriliyor. Soyut ve somut kavramların buradaki ortak özelliği ikisinin de yok edilecek olmalarıdır. Vahiy 20: 13-15 şunlar yazılıdır:
Deniz kendisinde bulunan ölüleri geri verdi. Ölüm ve ölüler diyarı da kendilerinde bulunan ölüleri geri verdiler (...). Ölüm ve ölüler diyarı ateş gölüne atıldı. Bu ateş gölü, ikinci ölümdür. Ayrıca, adı hayat kitabında yazılı bulunmayan kim varsa ateş gölüne atıldı. (2) Ayet, “İşte bu ateş gölü ikinci ölümdür.” diyerek bunu açık bir şekilde göstermektedir. İkinci ölüm varlıktan silinmeyi ifade etmektedir. “İkinci ölüm budur” ifadesi Vahiy 21: 8'de de geçer. Bu hayat kitabına yazılmamış olanlar bir daha dirilmeyecekleri için ikinci ölüme gitmiş olacaklardır. Ayrıca gelecekte cennette ölüm olmayacağı için ölüm de varlıktan silinecektir. Ve gene bir dirilme olacağından ölüler diyarı diye bir yer de kalmayacaktır. Çünkü boşalmış olacaktır. Kutsal Metin ateşi “yiyip bitiren-tüketen” olarak göstererek, bir şeyin yok edilmesinde ateşi simgesel olarak kullanır. Matta 25: 41 ve 46 bunu daha açık bir dille gösterir:
Siz ey lanetliler, benden uzak durun, İblis ve melekleri için hazırlanmış sonsuz ateşe gidin. (2) Bunun üzerine kral onlara şöyle diyecek: (...) Bunlar sonsuz ölüme, fakat doğru kişiler sonsuz yaşama gidecekler. (2) Kutsal Metin, Hinnom Vadisi'ni ateşli bir işkence yeri olarak göstermemektedir. Tanrı'nın böyle bir şeyi iğrenç bulduğunu alıntılar göstermektedir. Ayrıca Tanrı, böyle bir şeyi yapmayı İsraillilere ne buyurduğunu ne de aklından geçirdiğini söylemektedir. Cehennemin işkence çekilen ateşli bir yer olduğu düşünüldüğünde akla şu gibi sorular gelebilecektir: Tanrı sevgi ve merhamet dolu olduğuna göre, insanlara böyle bir işkenceyi uygun görebilir mi? Örneğin bir babanın oğlu ıslah olmaz derecede kötü ise bu baba çocuğunu sobaya atarak mı cezalandırır? Aslında insanlar hayvanlara bile böyle cezaları uygun görmezler.
Tanrı, önceden hazırlık yaparak, Âdem'le Havva'yı Aden Bahçesi'ne yerleştirdi. Kutsal Metin, Tanrı için şu sözleri söyler: “Böyle iğrenç şeyler yaparak Yahuda'yı günaha sürüklemelerini ne buyurdum, ne aklımdan geçirdim.” Ama aşağıdaki ayetler birilerinin aklından geçtiğini göstermektedir. Mezmurlar 106: 36-39:
Putlarına taptılar, Bu da onlara tuzak oldu Oğullarını, kızlarını Cinlere kurban ettiler Kenan putlarına kurban olsun diye Oğullarının, kızlarının kanını, Suçsuzların kanını döktüler; Ülke onların kanıyla kirlendi. Böylece yaptıklarıyla kirli sayıldılar, Vefasız duruma düştüler töreleriyle. RAB'bin öfkesi parladı halkına karşı, Tiksindi kendi halkından. (1) Buradaki sözler İsrail Krallığı'ndaki bu insanların putlara taptıklarını ve bunun onlara tuzak olduğunu, sonuçta da çocuklarını cinlere kurban ettiklerini gösterir. Bu insanlar çocuklarını Baal için, Molek için ateşte kurban ettiler, ama aslında onlar çocuklarını cinlere kurban etmişlerdi. Çünkü bu törelerin-öğretilerin sahibi ve bu işkencenin yapılmasından sadistçe zevk duyanlar Kutsal Metin'e göre aslında cinlerdi.
Kutsal Metin'de, Ge-Hinnom sözcüğü gökle veya başka bir yerle ilgili olarak kullanılan bir sözcük olmamıştır; Ge-Hinnom sözcüğü Dünya'daki bir yerin adıdır ve günümüzde artık çöp dökülen bir yer olmaktan da çıkmıştır.
  • Not: Eski İsrail Krallığı'nda İsrailliler ve İsrailli olmayan karışık bir halk yaşıyordu. Bunların bir kısmı, İsrailliler Mısır'dan çıktıklarında onlarla birlikte eski Mısır'dan çıkan çok karışık halktı.

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
My Love For You - avatarı
My Love For You
Ziyaretçi
1 Eylül 2007       Mesaj #2
My Love For You - avatarı
Ziyaretçi
Cehennem

İslam Dininde Cennet ve Cehennem
Sponsorlu Bağlantılar
Derin kuyu, ahirette kâfir ve günahkâr kimselerin azap Cekecekleri ceza yeri. Kur'an-ı Kerîm'de inanan ve güzel amel işleyen kimselere Cennet vadedildiği gibi (1); kâfir ve günahkâr kimselere de Cehennem vâdedilmiştir.

Kâfir, münâfık ve müşrikler Cehennem'de ebedî kalırlar, orada ölmezler ve azabları hafifletilmez.

Tövbe etmeden günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler ise Cehennem'de ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azap edilir. Sonra oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.

Allah Cehennem'i diğer yaratıklardan önce yaratmıştır ve şu anda mevcuttur, yok olmayacaktır. Nitekim şu ayet bu durumu gayet açık ifade eder:
İslam Dininde Cennet ve Cehennem

"Artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu odun insanlarla taşlardır. O kâfirler için hazırlanmıştır. " (2)

İslam Dininde Cennet ve Cehennem
"Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. "(3)

İnsanın eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının dünya hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin karşılığını, bulacağını ve Cehennem'deki cezânın dehşetini hatırladığında, elbette hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.

1)Kehf, 1072) Bakara,24
3)Âli İmrân,131

Kaynak :Cehennem, M. Sait ŞİMŞEK, Şamil İslam Ansiklopedisi




Cennettekilerin Allah'ın Yüce Zatı'nın Tecellisini Görebilmeleri


Şimdiye kadar değindiğimiz tüm bu nimetlerin yanı sıra, Allah'a olan yakınlıkları, cennet ehlinin sahip oldukları en büyük ve en önemli nimet olacaktır. Peygamber Efendimiz (sav)'in pek çok hadisinde, cennetteki müminlerin Allah'tan bir lütuf olarak O'nun Zatı'nın bir tecellisini görebileceklerinden bahsedilir:
Cennet ehli cennete girdiği zaman, Allah Tebareke ve Teala şöyle buyuracak: "Size ilave olarak yapmamı istediğiniz başka bir şey var mıdır?"
"Sen bizim yüzlerimizi bembeyaz yapmadın mı? Cehennemden kurtarıp bizi cennete sokmadın mı; (Bundan daha iyi ve fazla ne olabilir ki?)" diyecekler.
Bunun üzerine perde kaldırılacak, kendilerine Rableri Tealayı görmekten daha sevimli bir şey verilmediğini anlayacaklar. [Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 415/10130]
"Ey Allah'ın Resulü! Rabbimiz'i görecek miyiz?"
"Bulutsuz berrak bir mehtap gecesinde Ay'ı görmek için itişip kakışır mısınız?"
"Hayır."
"Bulutsuz bir günde Güneş'i görmek için birbirinizi itip kakarak birbirinize zahmet verir misiniz?"
"Hayır."
"İşte Rabbinizi de öyle zahmetsiz ve sıkıntısız, apaçık göreceksiniz."… [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 416/10133]
Bir rivayete göre ise Peygamberimiz (sav)'in bu konu ile ilgili sözleri şöyledir:
Cennet ehli cennete girdiklerinde amellerinin derecelerine göre oraya yerleşecekler. Sonra onlara dünya günlerinden Cuma günü kadar bir süre Rablerini ziyaret etmelerine izin verilecek. Onlara Allah'ın Arş'ı gösterilecek. Onlara cennet bahçelerinden bir bahçede gözükecektir. Onlara, nur minberleri, inci minberleri, yakut minberleri, zeberced (zümrüt cinsinden parlak, yeşil, kıymetli bir taş) minberleri, altın minberleri ve gümüş minberleri kurulacak. En aşağı dereceli kişileri bile -ki içlerinde aşağı dereceli kimse yoktur- misk yığını üzerinde oturacak. Kürsi sahiplerinin onlardan daha üstün meclisleri bulunduğunu görmezler... O mecliste Allah'ın yanında bulunup, O'na muhatap olmayacak hiç kimse olmayacaktır… [(Tirmizi), Büyük Hadis Külliyatı-5, s. 409-410/10100]
… Adn Cenneti'nde, cennetliklerle Rablerini görmeleri arasında Allah'ın vechindeki (yüzündeki) rıdâu'l-kibriyadan (büyüklük perdesinden) başka bir şey yoktur. [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Cennet 3, 2530]

gul9




... Adn Cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
(Tevbe Suresi, 72)

Cennet ehlinin Allah'ın huzurunda olmaktan ötürü duydukları mutluluk ise bir hadiste şu sözlerle vurgulanmıştır:
Cennet ehli Allah'ın huzuruna iki defa girer... Onlardan her biri o mecliste, amellerine göre, inci, yakut, zümrüt, altın ve gümüşten minberler üzerinde otururlar. Gözleri hiçbir zaman bu kadar aydın olmamıştır... Bunun tekrarına kavuşmak ümidi ile ertesi günü bekler halde yerlerine dönerler. [Ramuz el-Ehadis-1, s. 120/3]
Allah'ın Hoşnutluğunu Kazanmış Olmaları:
Allah cennette kendisinden razı olduğu kulları için sınırsız nimet sunmaktadır. Ancak iman eden müminler için herşeyin üzerinde olan, Allah'ın hoşnutluğunu kazanabilmiş olmalarıdır. Müminler dünyada mallarını, canlarını, sahip oldukları tüm imkanları Allah'a yakınlaşabilmek ve O'nun rızasını kazanabilmek için ortaya koymuş, tüm hayatlarını O'na adamışlardır. Cennette ise hayatlarının bu amacına ulaşmanın tarifsiz mutluluğunu yaşarlar. Bir ayette Allah'ın hoşnutluğunu kazanmanın ne kadar büyük bir nimet olduğundan şöyle bahsedilir:
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn Cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Kuran'da müminlerin cennette her yönden hoşnut olacakları ise şu ayetlerle bildirilir:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. Cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Rableri Katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir. Allah, onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut, memnun) kalmışlardır. İşte bu, Rabbinden 'içi titreyerek korku duyan kimse' içindir. (Beyyine Suresi, 8)
Bir hadiste cennet ehlinin Allah'tan razı olduklarından şöyle bahsedilir:
"Ey Rabbimiz, buyur! Emrine âmâdeyiz! Hayır Senin elindedir!" derler. Rab Teâla:
"Razı oldunuz mu?" diye sorar. Onlar:
"Ey Rabbimiz! Razı olmamak ne haddimize! Sen bize mahlûkatından bir başkasına vermediğin nimetler verdin!" derler. [(Buhari, Müslim, Tirmizi), Kütüb-i Sitte-14, s. 456-457/13]

Son düzenleyen My Love For You; 1 Eylül 2007 14:11 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
H€L€N - avatarı
H€L€N
Ziyaretçi
10 Kasım 2007       Mesaj #3
H€L€N - avatarı
Ziyaretçi
Cennet Nimetleri
guzel gul 170px
Ebu Hureyre (R.A) diyor ki; "Bir gün Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'e; "Ya Resulullah! Cennet neden yaratıldı." diye sorduk. Bize; "Sudan yaratıldı." cevabını verdi. Arkasından; "Bize onun yapısı hakkında bilgi ver." dedik. Bize şöyle cevap verdi; "Onun bir tuğlası altından, bir tuğlası gümüştendir. Harcı keskin kokulu misktir, toprağı zağferan ve çakılı inci ve mercandır. Oraya giren mutlu olur, asla ümitsizliğe düşmez. Ebedi olarak kalır, hiç ölmez. Ne elbiseleri yıpranır ve ne de gençliği gider." (Tirmizi, Taberani, Ahmed b. Hanbel, Bezzar)
Ebu Hureyre (R.A) Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir; "Cennette öyle bir ağaç vardır ki, atlı bir kimse gölgesinde yüzyıl yol alsa da yine bu gölgeyi aşamaz." Eğer isterseniz -uzun gölge- mealinde ki (Vakıa Suresi: 30) ayeti okuyunuz. (Buhari, Tirmizi)
Ebu Hureyre (R.A) Resulullah (S.A.V) 'dan şöyle rivayet etmiştir: "Cennet ehli cennete girerken tüysüz, genç, beyaz tenli, saçları dalgalı ve kara gözlü olacaklar. Yaşları otuzüç, boyları da Adem (Aleyhisselam) gibi altmış arşın ve vücudlarının genişliği yedi arşın olacaktır." (Tirmizi)
Meymune (R.A) Resulullah (S.A.V) 'den şöyle işittim dedi; "Cennette kişi kuş yemek isteyince, Horasan devesi gibi bir kuş ateş ve duman değmeden, pişmiş olarak sofrasına gelir. Ondan doyuncaya kadar yedikten sonra, tekrar uçar gider.” (Bezzar)
İbn Abbas (R.A)'den şöyle rivayet olunmuştur; "Eğer bir huri, gök ile yer arasında bir avucunu çıkarıp gösterse, onun güzelliği karşısında bütün insanlar şaşkına döner, güzelliğine vurulurlar. Şayet eşarbını çıkarsa gösterse, onun güzelliğinin yanında, güneşin altında mum ışığı nasıl sönük ise, güneşin ışığı öyle zayıf kalır. Şayet yüzünü gösterecek olsa, güzelliği yer ile gök arasını aydınlatır." (Buhari)
Suheyb diyor ki; Peygamber Efendimiz (S.A.V) “İyi iş güzel amel edenlere; daha güzel iyilik, bir de ziyade vardır." (Yunus; 26) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu;
"Cennettekiler cennete, cehennemlikler de cehenneme girip, herkesi aldıktan sonra bir münadi cennetliklere hitaben; -Ey cennet halkı, Allah-u Teâlâ'nın size vaadi var, onu yerine getirmek ister. Cennetlikler; "O vaad nedir? Sevabımızı ağır getirmedi mi? Yüzümüzü nurlandırmadı mı? Bizi cehennemden kurtarıp cennete koymadı mı? Bütün bu nimetten vermedi mi? Daha ne kaldı?" derler. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ perdeyi kaldırır ve cennet ehli, onun cemaline nazar ederler. O’nun mah cemaline bakmaktan daha zevkli bir şey onlara ve-rilmemiştir. (Müslim) İnsanlar gidecekleri yere göre iki kısma ayrılacaklardır. Bir kısmı cehenneme giderken bir kısmı da cennete gidecektir.

dua 150x Ey nefsim!
Akıllı olan bir kimse gibi bu okuduğun cennet ve cehennemin vasıflarını göz önüne getir ve onları iyice düşün. Dünya ile sarhoş olan bir kişinin yapacağı şekilde, bu anlatılanları sanki duymamış, okumamış gibi olma. İnsanın kendisini vasıflarını saydığımız bu cehenneme müstehak edip de, daha sonra kendisini akıllı sayması nasıl olur?
Cennetin o vasıflarını duyupta kendisini ona müstehak etmeyen insan kendisini nasıl akıllı sayabilir.

Ey nefsim!
Eğer dünya muhabbetiyle, keyf-ü sefasıyla sarhoş değilsen ve aklın yerindeyse; gidilecek bu iki yerden kendine faydalı ve selametli olanını seç. Eğer aman, ben cehennemin bu şiddetli azaplarına dayanamam, ben cennet nimetlerine müstehak olmayı istiyorum, diyorsan;
Öyleyse
Ey Nefsim! Allah-u Zülcelal'e karşı tevbe et ve anlattığımız programa uy.


Cennette Allah (C.C)' ın Cemali Görülecek midir?
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Cennetlikler cennete ve cehennemliklerde cehenneme girince cennetliklere şöyle seslenilir: “Ey cennetlikler, Allah-u Teala size bir şey vaad etmişti. Şimdi onu gerçekleştirmek istiyor.” Cennetlikler bu çağrıya şöyle karşılık verirler: “O vaad bedir ki? Allah-u Teala bizim amellerimizin sevap kefesini baskın kılarak, yüzlerimizi ağartmadı mı? Bizi cennete koyup cehennemden uzaklaştırmadı mı?” Bunun üzerine perde kalkıverirde cennetlikler O’nu görüverirler. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, cennetliklere verilen hiçbir şey O’nun cemalini görmek kadar güzel olmayacaktır.” (Müslim)

Diğer bir rivayete göre ise, Allah-u Teala cennette meleklerine: “Dostlarıma yemek verin” buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü yiyecekler getirilir. Cennetlikler bu yiyeceklerin her lokmasında farklı bir lezzet bulurlar. Yemekler bitince Allah-u Teala: “Kullarıma içecek sunun” buyurur. Bunun üzerine ortaya türlü türlü içecekler getirilir. Cennetlikler bu içeceklerin her yudumunda diğerlerinde bulunmayan bir lezzet bulurlar.

İçecekler bitince, Allah-u Teala: “Ben sizin Rabbinizim, size verdiğim sözü gerçekleştirdim. Şimdi canınız ne diliyorsa isteyinizde vereyim” der. Cennetlikler iki veya üç kez üst üste: “Ey Rabbimiz! Biz senin rızanı istiyoruz.” derler. Bunun üzerine Allah-u Teala kendilerine şöyle buyurur: “Ben sizden razıyım. Üstelik bu gün tarafımdan size bundan daha fazlası bağışlanacaktır.”

Bunun arkasından perde kalkar da cennetlikler Allah’ın dilediği kadar O’nu görüverirler. Cennetlikler Allah-u Teala’yı görünce tekrar secdeye kapanırlar ve Allah’ın dilediği sürece secdede kalırlar. Arkasından Allah-u Teala kendilerine: “Kaldırın başlarınızı, burası ibadet etme yeri değildir.” buyurur. Cennet-likler Allah-u Teala’yı görünce oranın tüm ni’metlerini unutuverirler. Allah-u Teala’yı görmek onlara diğer bütün ni’metlerden daha tatlı gelir.

Sonra yerlerine dönerler. Bu sırada arş’ın altından çevresinde bulundukları misk tepesine doğru bir rüzgar eser. Bu rüzgar onların başlarını ve binek hayvan-larının alınlarını yalayıverir. Yerlerine dönünce eşlerinin ayrıldıkları andan daha da güzelleştiklerini görürler. Eşleri de onlara: “Siz de eskisine göre daha da güzelleştiniz.” derler.

Abdullah b. Zeyd şöyle derdi: “Allah-u Teala cennet ehlini dünyada korkulu, üzüntülü, ağlamaklı ve şefkatli olmaları sıfatlarıyla beyan etti. Sonra onlara karşılık olarak da cennete girmeyi, cennetteki ni’metleri, sevinç ve sürurlara kavuşmayı takip ettirdi.”

Sonra Abdullah b. Zeyd: “Biz hakikat bundan önce dünyada ev halkımız içinde akıbetimizden korkanlar idik işte Allah bize (mağfiret ve rahmetini) lutfetti de bizi mesamata kadar işleyen sıcak sam yeli azabından korudu.” (Rahman; 46) mealindeki ayetlerini okurdu.


Cennet ve Cehennemlikler Kimlerdir?
“Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete koşun. Onlar (o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar (ın kusurlarından) af ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever. Ve çirkin bir günah işledikleri, yahut nefslerine zulmettikleri vakit hemen istiğfarda bulunurlar. Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir ki? Bir de onlar işledikleri günah üzerinde bile bile ısrar etmezler. Onların mükafatı Rablerinden bir mağfiret ve altından ırmaklar akan cennetlerdir ki, orada ebedi kalıcıdırlar. Böyle yapanların mükafatı ne güzeldir.” (Al-i İmran; 133-136)

Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Rabbinizin mağfiretini ve genişliği göklerle yer kadar olan cenneti kazanmak için yarışın. Bu cennet Allah’a ve peygambere iman edenlere va’dedilmiştir. Bu Allah’ın fazl ve keremidir, onu dilediğine verir. Allah, büyük fazl ve kerem sahibidir.” (Hadid; 21)

Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, sema ile arz arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah'tan cennet istediğiniz vakit Firdevs'i isteyin." (Tirmizî)

Hz. Peygamber (S.A.V) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Bir melek cennet ehline şöyle seslenir: Ey Cennet ehli! Sizin için burada devamlı sağlık vardır. Siz burada hiç hastalanmayacaksınız. Sizin için burada devamlı yaşamak vardır. Siz burada hiç ölmeyeceksiniz. Sizin için burada devamlı gençlik vardır. Siz burada hiç ihtiyarlamayacaksınız. Sizin için burada devamlı sevinç vardır. Siz burada hiç üzülmeyeceksiniz.” (Müslim)
Şunu iyi bilelim ki, cennet ve cehennem birbirinin tamamen zıddıdırlar. Cehennem akla gelebilen ve akla gelmeyen azapların, sıkıntıların ve musibetlerin yeri; cennet ise akla gelebilen ve gelmeyen saf ni’metlerin, sevinçlerin ve mutlulukların yeridir. Onun için cehenneme karşı korku, cennete karşı da ümit hislerini geliştirmek ve bu hislerle nefis ve iradeyi kötülük ve şer yolundan çevirip takva ve hayır yoluna sevk etmek lazımdır.
Cennette yalnızca ölüm ve ayrılığın olmaması, hastalık, ihtiyarlık ve fakirliğin bulunmaması yeterli ni’metler iken bunların yanında gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, aklın tasavvur edemediği ve hayalin yetişemediği ni’metler vardır. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse kendisi için ne gibi göz kamaştırıcı ni’metlerin hazırlandığını bilemez.” (Secde; 17)

Sehl İbn Sa'd (R.A) anlatmıştır: "Ey Allah'ın Resulü! dedim, insanlar neden yaratıldı?" "Sudan!" buyurdular."Ya cennet? dedim, o neden inşa edildi?" şöyle buyurdu: "Gümüş tuğladan ve altın tuğladan! Harcı da kokulu misk. Cennetin çakılları inci ve yakuttan, toprağı da za'ferandır. Ona giren nimete mazhar olur, eziyet görmez, ebediyet kazanır, ölümle karşılaşmaz. Elbisesi eskimez, gençliği kaybolmaz.”

Hz. Peygamber (S.A.V) sözlerine şöyle devam buyurdular:

"Üç kişi vardır duaları reddedilmez (mutlaka kabul edilir): Adil imam (devlet başkanı). İftarını yaptığı zaman oruçlu. Zulme uğrayanın duası. Allah, (mazlumun) duasını bulutların fevkine çıkarır ve onlara sema kapıları açılır ve Allah Teala hazretleri: "İzzetime yemin olsun! Vakti uzasa da, duanı mutlaka kabul edeceğim!" buyurur." (Tirmizî)


Cennet ve Cehennem Ehli

“Ey İman edenler! Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insanlarla taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır. (me’murdur) ki, onlar Allah-’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de me’mur edilirlerse yaparlar.” (Tahrim; 6)
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Cehennem bin sene yakıldı, sonunda kıpkırmızı oldu. Bin yıl daha yakıldı. Sonunda kapkara kesildi. Şimdi o karanlık gece gibi simsiyahtır.” (Tirmizi) Cehennem, ahirette kafirlerin ve dünyada günah işleyip tevbe etmeden ölenlerin, ahirette de şefaat edenlerin şefaatlarına nail olamayan Müslümanların azap görecekleri yerdir. Orada kafirler ebedi olarak kalıp azap görecekler, Günahkar müslümanlar ise günahları kadar azap görüp cehennemden çıkarlar ve cennete girerler.

İnsan, Allah-u Zülcelal'in emir ve yasaklarına kulak vermez ve O'nun yolundan ayrılırsa, Allah-u Zülcelal ona, Şedidü'l İkab (Şiddetli azap veren) sıfatıyla cehennem ateşiyle azap edecektir. Ahirette iki yer bulunduğunu bunların cennet ile cehennem olduğunu ve cennete mü’minlerin gireceğini, cehenneme ise kafirlerin yerleştirileceğini, bunların ebedi olduğunu kur’an-ı kerimdeki ayetler, hem bunlar hakkında varid olan hadis-i şerifler açıktan açığa beyan etmektedir. Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur: “İyiler cennette, kötüler de cehennemde olacaklardır.” (İnfitar; 13) “Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakının. O, kafirler için hazırlanmıştır.” (Bakara; 24)

“Sizden hiç biriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbinin üzerine kat’i olarak aldığı, kaza ettiği (bir şey) dir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız, zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.” (Meryem; 71-72)

Bu ayet-i kerimeye göre, insanların cehenneme girmeleri kesindir. Fakat oradan çıkmak kesin değildir. Çünkü bunun şartı takva sahibi olmaktır. Takva sahibi olmayanlar ve zalimler ise orada kalacaklardır. Öyleyse bu akıbetleri düşünmeli ve kendimize gelmeliyiz. Şunu iyi bilelim ki, Allah-u Zülcelal’in rah-meti de, azabı da kudreti gibi sonsuzdur. Onun sonsuz rahmeti cennette, sonsuz azabı ise cehennemdedir.
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Cehennemde deve boynu kalınlığında yılanlar vardır. Soktuğu kimse yetmiş sene acısını çeker. Orada katır gibi akrepler de vardır. Bunların da soktuğu kimseler kırk sene zehirinin etkisinden kurtulamazlar.”

Mücahid şöyle demiştir: “Cehennemin öyle kuyuları vardır ki, içlerinde deve boynu gibi yılanlar ve katır iriliğinde akrepler bulunur. Cehennemlikler ateşten bu yılanlara doğru kaçınca yılanlar onları ağzları ile yakalayıverirler ve vücutlarını didik didik parçalarlar. Cehennemliklerin bu yılanlardan kurtulabilmek için tek çareleri ateşe sığınmak olur.”

Hz. Peygamber (S.A.V) başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Bildiğiniz dünya ateşinin yakıcılığı, cehennem ateşi yakıcılığının yüzde biridir.” (Ahmed b. Hanbel) (Ahmed b. Hanbel, Taberani, İbn Hıbban, Hakim)

“Cehennemliklerin en hafifi azaplısı ayaklarına ateşten iki nalın giydirilmiş olan kimsedir. Bu nalınlar o kimsenin beynini tıpkı bir kazan gibi kaynatırlar. Kulakları kor, azı dişleri kor ve kirpikleri yalazdır. Karın boşluğundaki iç organları eriyip ayaklarından akar. Bu kişi en hafif azaplı cehennemliklerden biri olduğu halde en ağır cehennem azabını çekenlerden biri olduğunu zanneder.” (Müttefekün Aleyh)
Cehennem ateşi öyle bir ateştir ki, cehennem ehlinin etini yakıp döker. Geriye kemikten ibaret iskeletler kalır. Bunların azapları tekrar tatması içinde derileri yine eski halini alır. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Onların derileri pişip yandıkça azabı duymaları için onlara yeni cilt giydiririz.” (Nisa; 56) Hasan-ı Basri şöyle demiştir: “Onların derileri günde yetmiş bin kere yanar ve yenilenir.”

Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: “Cehennem ehlinin alt çeneleri göğüsleri üzerine iner, üst çeneleri de alınlarına kadar çıkar. Bundan sonra sırıtan bir kelle halinde kalırlar.” (Tirmizi)

Cennet ve Cehennem Vardır
Ey Nefsim!
Senin önünde cennet ve cehennem vardır. Yakında öleceğini ve bunlardan birisine gideceğini bilmiyor musun? Hesap günü gibi büyük bir güne adım adım yaklaşırken, başına gelecek tehlikelere hiç aldırmadan zevk ve sefa içinde kalmayı nasıl istiyorsun?
Ölümün bir gün hiçbir elçi ve haber göndermeden sana ulaşacağını ve bitmez sandığın bu dünya hayatına son vereceğini bilmiyor musun? Sana herşeyden daha yakın olan ve asla kaçamayacağın ölüme neden hazırlık yapmıyorsun?
Allah-u Zülcelal'in: “ İnsanların hesap görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hala habersiz, haktan yüz çeviriyorlar. Rablerinden gelen her yeni ihtarı mutlaka kalpleri gaflet içinde eğlenerek dinlerler." (Enbiya; 1-2-3) ayet-i kerimesi üzerinde hiç mi düşünmüyorsun?


Cehennemin İsimleri ve Sakinleri
Hz. Peygamber (S.A.V) Cebrail (A.S)'ma ; “Cehennemin katlarının sakinleri kimler olacaktır?” diye sorunca, Cebrail (A.S) sözlerine şöyle devam etti:
Birinci cehennemin ismi, Sair'dir.
İkinci cehennemin ismi, Leza'dır.
Üçüncü cehennemin ismi, Sakar'dır.
Dördüncü cehennemin ismi, Cahim'dir.
Beşinci cehennemin ismi, Cehennem'dir.
Altıncı cehennemin ismi, Haviye'dir.
Yedinci cehennemin ismi, Hutame'dir.

Cebrail (A.S) sözlerinin burasında Hz. Peygamber (S.A.V)’den çekinerek susunca, Hz. Peygamber (S.A.V) kendisine; “Yedinci kata kimlerin yerleştirileceğini bana söyle!” dedi. Bunun üzerine Cebrail (A.S.); “Yedinci kata da ümmetinden büyük günah işleyipte tevbesiz ölenler yerleştirilecektir.” dedi.

Cebrail (A.S.)’in bu cevabı üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) bayılarak yere düştü ve Cebrail (A.S.) ayılıncaya kadar mübarek başını kucağına dayadı. Ayılır ayılmaz, Cebrail (A.S)’e; “Ey Cebrail! Musibetim büyük ve derdim ağır. Acaba ümmetimden cehenneme giren olacak mı?” diye sordu. Cebrail (Aleyhisselam)’de: “Evet ümmetinden tevbe etmedikleri halde ölen büyük günah işleyenler cehenneme girecektir.” dedi.

Cebrail (A.S)’in bu cevabı üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) tekrar ağlamaya başladı. Arkasından Hz. Peygamber (S.A.V) eve kapandı. Sadece namaz kılmak için odasından çıkıyor ve hiç kimse ile konuşmaksızın mescide gidiyordu. Namazda ağlıyor ve Allah’a yalvarıyordu. Böylece üç gün geçti.
Üçüncü günü Hz. Ebu Bekir kapısına geldi ve içeri girmek için izin istedi. Fakat içerden hiçbir cevap gelmeyince ağlaya ağlaya geri döndü. Arkasından Hz. Ömer, daha sonra Selman-ı Farisi de girmek için izin istedi. Fakat içerden yine cevap gelmeyince onlarda ağlamaya başladılar.
En son Hz. Fatıma Hz. Peygamber (S.A.V)’in kapısına geldi ve izin istedi. Hz. Peygamber (S.A.V) o sırada secde de idi. Kızının sesini duyunca başını secdeden kaldırdı ve girmesi için kızı Hz. Fatıma’ya izin verdi.

Hz. Fatıma Hz. Peygamber (S.A.V)’i görünce ağlamaya başladı. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V) ’in çehresini sararmış görmüştü. Devamlı ağlamaktan ve üzüntüden yanaklarında iz kalmıştı. Bu durumu görünce; “Ey Allah’ın Resulü! Sana ne indi?” diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V’de bütün olanları anlattı.

Hz. Fatıma; “Ey Allah’ın Resulü! Ümmetinin büyük günah işleyenleri cehenneme nasıl girecek?” diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V)’de bu soruyu şöyle cevaplandırdı: “Azap melekleri, erkekleri sakallarından, kadınları ise saç örgüleri ile alınlarından tutup sürüklerler. Ümmetimin nice yaşlıları sakallarından tutulup cehenneme doğru sürüklenirken; “Ah yaşlılık, ah zavallılık!” diye feryat ederler. Sakalından tutulup cehenneme sürüklenen nice gençlerde; “Vah gençliğime, eyvah güzelliğime!” diye bağırır. Buna karşılık ümmetim içinde, alınlarından tutulup cehenneme doğru sürüklenen nice kadınlar da; “Eyvah rezil oldum, eyvah üstüm başım açıldı!” diye feryat ederler.
Böylece onlar cehennemin baş sorumlusu Malik’e teslim edilirler. Malik onlara kim olduklarını sorunca; “Bizler kendilerine Kur’an indirilenlerdeniz, bizler Ramazan ayında oruç tutanlardanız.” diye cevap verirler. O zaman Malik; “Kur’an sadece Muhammed’in ümmetine indirildi.” deyince, hemen Hz. Muhammed’in adını hatırlayarak; “Bizler Muhammed ümmetindediz.” diye bağırırlar. Fakat Malik de onlara şöyle der: “Peki, Kur’an da sizi Allah’ın emirlerine aykırı hareket etmekten alıkoyacak bir ayet yok muydu?”

Bu Ümmetin günahkarları cehennemin kenarına kadar getirilip ateşle ve zebanilerle karşı karşıya bırakılınca; “Ey Malik! İzin ver de halimize ağlayalım.” derler. Malik’in izin vermesi üzerine gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Gözyaşları akmaz olunca da kan ağlamaya başlarlar. Bu durumu gören malik kendilerine; “Eğer bu ağlama dünyada iken olsaydı, ne iyi olurdu. Eğer bu ağlama dünyada ve Allah korkusu ile meydana gelseydi, bu gün size ateş hiç dokunmayacaktı.” der.

Arkasından Malik zebanilere; “Haydi şunları cehenneme atıverin” diye emir verir. Bu ümmetin günahkarları ateşe atılınca hep birlikte; “La İlahe İllallah” diye seslenirler. Onlar böyle seslenince ateş geri çekilir. Bunun üzerine Malik cehenneme; “Ey Ateş, onları yakala!” diye emir verir. Cehennem de; “Onları nasıl yakalayayım, hepsi La İlahe İllallah diyorlar.” diye cevap verir.

Bunun üzerine Malik; “Evet, öyle demelerine rağmen onları yakalayacaksın. Çünkü Arş’ın Rabbi böyle emretmiştir.” deyince ateş üzerlerine dönerek onları yakalayıverir. Bu ümmetin günahkarları Allah’ın dilediği kadar bir süre cehennemde kalırlar. Cehennemdeyken; “Ya Erhamerrahimin, ya Hannan, Ya Mennan” diyerek Allah’a yalvarırlar. Allah-u Teala’nın hükmü yere gelince Cebrail’e; “Ya Cebrail! Muhammed ümmetinin günah-karları ne durumdadır?” diye sorar. Cebrail de; “Ya Rabbi! Onların durumlarını sen daha iyi bilirsin!” diye cevap verir. Allah-u Teala, Cebrail’e; “Git de gör bakalım, ne durumdadırlar?” diye emir verir.

Bu emir üzerine Cebrail, Malik’in yanına varır. Cebrail’i görünce; “Ey Cebrail! Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar. Cebrail de ona; “Muhammed ümmetinin günahkarlarına ne yaptın?” diye sorar. Malik, Cebrail’in bu sorusuna; “Durumları pek fena, kaldıkları yer çok dar. Ateş vücutlarını ve etlerini yedi bitirdi, geride sadece yüzleri ve kalpleri kaldı. Çünkü buralarında iman parıldıyordu.” diye karşılık verir.

O zaman Cebrail, Malik’e; “Onların üzerinden cehennem kapağını kaldır da kendilerini göreyim.” der. Cebrail böyle deyince Malik, cehennem muhafızlarına derhal emir verir ve bu ümmetin günahkarları üzerinden cehennem kapağı kaldırılıverir. Bu ümmetin cehennemlikleri Cebrail’i ve onun güzelliğini görünce onun bir azap meleği olmadığını hemen anlayarak kim oldğunu sorarlar. Malik de;“Bu dünyada Muhammed’e vahiy getiren Cebrail’dir.” diye cevap verir. Bu ümmetin cehennemlikleri Hz. Muhammed’in adını duyunca hep bir ağızdan yüksek sesle; “Ya Cebrail! Muhammed’e günahlarımızın bizi kendisinden ayrı düşürdüğünü ve ne kadar kötü şartlar içinde bulunduğumuzu haber ver.” derler.

Bunun üzerine Cebrail oradan ayrılarak Allah’ın huzuruna varır. Allah-u Teala kendisine; “Muhammed’in ümmeti ne durumda?” diye sorunca, bu soruya; “Ya Rabbi! Durumları çok fena ve yerleri çok dar!” diye karşılık verir. O zaman Allah-u Teala; “Peki onlar senden bir şey istediler mi?” diye buyurur. Cebrail de; “Evet, peygamberlerine içinde bulundukları kötü durumu bildirmemi istediler.” diye cevap verir. Bunun üzerine Allah-u Teala, Cebrail’e;“Git, durumu Muhammed’e bildir.” diye buyurur.

Allah-u Teala’nın bu emri gereğince Cebrail, hemen Hz. Peygamber (S.A.V)’in yanına gider. Hz. Peygamber (S.A.V)'in yanına varır varmaz şöyle der: “Ya Muhammed! Ümmetinden şu anda cehennem azabı çeken günahkarlar adına sana geldim. Onlar durumlarının çok kötü ve yerlerinin çok dar olduğunu sana bildiriyorlar.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) hemen Arş’ın altına giderek secdeye kapanır. O zaman Allah-u Teala; “Başını kaldır da iste. Ne istersen verilecektir. Şefaatçı ol şefaatın kabul edilecektir.” buyurur.

Allah-u Teala’nın bu buyruğuna karşılık Hz. Peygamber (S.A.V): “Ya Rabbi! Ümmetimin günahkarları ile ilgili hükmünü uyguladın. Şimdi onlar hakkında benim şefaatımı kabul eyle.” der. Allah-u Teala, Hz. Peygamber (S.A.V)’in bu dileğine şöyle cevap verir: “Senin onlarla ilgili şefaatını kabul ediyorum. Hemen cehenneme git ve (La İlahe İllallah) diyen herkesi oradan çıkar.”

Allah-u Teala’nın bu emri uyarınca Hz. Peygamber (S.A.V) hemen Malik’in yanına gider ve; “Ey Malik! Ümmetimin günahkarları ne durumdadır?” diye sorar. Malik bu soruya: “Durumları çok fena ve yerleri çok dar!” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) ona: “Kapıyı aç ve kapağı kaldır!” diye buyurur. Az sonra cehennemlikler Hz. Peygamber (S.A.V)’i görünce hep bir ağızdan ve yüksek sesle:“Ya Muhammed! Ateş derilemizi ve ciğerlerimizi yakıp kül etti.” diye seslenirler.

Daha sonra Hz. Peygamber (S.A.V) hepsini cehennemden çıkarıverir. Ateş onları yemiş, kül ve kömür haline getirmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V) alıp onları cennetin kapısı önünden geçen ve hayat nehri adını taşıyan bir nehre götürür. Bu nehre girip yıkanırlar. Oradan da ak yüzlü birer delikanlı olarak çıkarlar. arkasından da cennete yerleştirilirler. Diğer cehennemlikler müslümanların oradan çıkarıldıklarını görünce:“Keşke bizde Müslüman olsaydık, bizde cehennemden çıkardık!” derler. Nitekim Allah-u Teala ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur: “Bir zaman gelir ki, kafirler; keşke Müslüman olsaydılar, diye arzu ederler.” (Hicr; 2)

Ebu Said (R.A) şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (S.A.V) okudu: "Ey Muhammed! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar." (Meryem; 39)

Sonra dedi ki: "(Kıyâmet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: "Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: "Ey cehennem ahâlisi!" diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: "Bunu tanıdınız mı, nedir bu?" Hepsi birden: “Evet tanıdık, Bu ölümdür!" derler. Koç yatırılır ve kesilir. Arkasından da önce cennetliklere: “Ey Cennetlikler! Artık size ölüm yok.” denir. Sonra cehennemliklere de: “Ey Cehennemlikler! Bundan sonra size de ölüm yok.” diye seslenilir. İşte bu hadise sebebiyle cennet ehlinin ferahına bir ferah daha ziyade olur. Cehennem ehlinin kederine de bir keder daha ziyade olur.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)

Cehennem Nasıl Bir Yerdir?
cehennem atesi 100x Taberani’nin Mu’cemu’l-Evsat’ta belirttiğine göre, Enes b. Malik (R.A)’ den şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Cebrail alışılmışın dışında bir saatte Hz. Peygamber (S.A.V)’ e geldi yüzünün rengi uçuktu. Hz. Peygamber (S.A.V) kendisine: “Niye yüzünün rengi uçuktur?” diye sorunca Cebrail şöyle dedi: “Ey Muhammed! Sana geldiğim şu saatte Allah-u Teala cehennem körüklerine üflenmesini emretmiştir. Cehennemin, ateşin, kabir azabının her şeyden ağır olduğunu bilen kimsenin bunlardan emin olmadıkça yüzü gülmemelidir.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V), Cebrail’e; “Ey Cebrail! Bana cehennemi anlat.” dedi. Cebrail de şunları söyledi:
Allah-u Teala cehennemi yaratınca onun ateşi bin yıl boyunca yakıldı, nihayet kıpkırmızı oldu. Arkasından bin yıl daha yakılınca akkor haline geldi. Şimdi o zifiri bir karanlık halindedir. Ne yalazı ne de koru hiç sönmez. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’ a yemin ederim ki, eğer cehennemden iğne ucu kadar bir delik açılsa, tüm dünya halkı son ferdine varıncaya kadar delikten sızacak hararetin etkisi ile yanıp kül olurdu. Eğer cehennemliklere giydirilen elbiselerden biri yer ile gök arasına asılsa bu elbisenin yayacağı yüksek hararetin ve ağır kokusunun etkisi ile tüm dünya halkı ölüverirdi.
Cehennem zincirinden bir dirsek boyu kadarı bir dağın tepesine konsa koca dağ yedi kat yerin dibine kadar eriyiverirdi. Eğer bir kişi doğuda cehennem azabını görse, bu kimsenin gördüğü azabın etkisi ile batıda bulunan kimse tutuşurdu. Cehennem yüksek hararetli ve pek derindir. Zineti kızgın demir. İçeceği kaynar su ile irin ve elbiseleri ateş parçalarıdır. Yedi kapısı vardır. Her kapısının erkek ve kadınların gireceği ayrı bölümleri vardır.”
Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurdu: “Bu kadar yeter, daha anlatma! Nerdeyse kalbim parçalanıp öleceğim.”
Sonra ağladı, Cebrail’ e bakınca onunda ağladığı gördü ve sordu: “Ey Cebrail! Allah katındaki mevkiine rağmen sende mi ağlıyorsun?”
Cebrail şöyle cevap verdi: “Neden ağlamayayım? Kim bilir belki ben Allah’ ın ilminde şimdiki durumumdan başka bir durumda olurum. Kim bilir benimde başıma İblis’ in başına gelen şeyler gelebilir. Zira (başlangıçta) o da meleklerdendi. Kim bilir Harut ile Marut’ un uğradığı akıbete ben de uğrayabilirim.”
Cebrail böyle konuşunca ikisi de ağlamaya devam ettiler. Nihayet kendilerine şöyle bir ses geldi: “Ey Muhammed ve ey Cebrail! Allah-u Teala kendine asi gelmekten sizi emin kıldı.”


Cehennem Azabı
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Halbuki üzerinizde sizi gözetleyen, doğru ve şerefli olan katip melekler vardır. Her ne yaparsanız, O bütün yaptıklarınızı bilendir." (İnfitar; 1O-12) Burada Allah-u Zülcelal'in katiplerinin, insanın amelini yazmaya hiç ihtiyacı yoktur. Çünkü devamlı olarak, Allah-u Zülcelal, ilmi ile bizimle beraberdir. Yaptıklarımızdan, zerre kadar dahi olsa, hiç bir şey O'ndan gizli kalmaz. Bu ayet-i kerimeden maksat; Allah-u Zülcelal'in kıyamet gününde melekleri bizim üzerimize şahid göstermesi içindir. Allah-u Zülcelal insanların günahlardan muhafaza olması için meleklere, insanoğlunun amellerini yazmalarını emretmiştir.
Allah-u Zülcelal ne kadar merhamet sahibi ise, o şekilde ağır azap edicidir. Allah-u Zülcelal'in azabından insanın korkması gerekir. Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Onların derileri pişip yandıkça azabı duymaları için onlara yeni cilt giydiririz." (Nisa; 56) İbn-i Abbas radıyallahu anh bu ayetin tefsirinde: "Onların derileri kağıt gibi incedir." demiştir. Hasan-ı Basri şöyle demiştir: "Onların derileri günde yetmiş bin kere yanar ve yenilenir."
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerin en hafif azaplısı ayaklarına ateşten iki nalın giydirilmiş olan kimsedir. Bu nalınlar o kimsenin beynini tıpkı bir kazan gibi kaynatırlar. Kulakları kor, azı dişleri kor ve kirpikleri yalazdır. Karın boşluğundaki iç organları eriyip ayaklarından akar. Bu kişi en hafif azaplı cehennemliklerden biri olduğu halde en ağır cehennem azabını çekenlerden biri olduğunu zanneder." (Müttefekün Aleyh)
Mücahid şöyle demiştir: "Cehennemin öyle kuyuları vardır ki, içlerinde deve boynu gibi yılanlar ve katır iriliğinde akrepler bulunur. Cehennemlikler ateşten bu yılanlara doğru kaçınca yılanlar onları ağzları ile yakalayıverirler ve vücutlarını didik didik parçalarlar. Cehennemliklerin bu yılanlardan kurtulabilmek için tek çareleri ateşe sığınmak olur." Anlatıldığına göre, cehennemlikler bin yıl boyunca feryat eder, fakat bu feryat onlara hiçbir fayda sağlamaz. Sonra: "Dünyadayken sabredince feraha kavuşurduk!" diyerek bin yıl kadar sabrederler. Fakat çektikleri azapta hiçbir hafifleme meydana gelmez. Bunun üzerine: "Bizim için sabretmekte feryat etmekte birdir, hiçbir kurtuluş çaremiz yoktur." derler.
Arkasından aşırı susuzlukları ve ağır azapları karşısında Allah'tan bir yıl boyunca üzerlerine yağmur yağdırmasını isterler. Böylece içinde kıvrandıkları yüksek harareti ve susuzluğu dindirmek isterler. Bin yıllık yalvarmanın sonunda Allah-u Zülcelal, Cebrail aleyhis-selam'a: "Bunlar ne istiyor?" diye sorar. Cebrail de Allah-u Zülcelal'e: "Ey Rabbim! Sen onların durumunu herkesten daha iyi bilirsin, onlar yağmur istiyorlar." diye cevap verir. Bunun üzerine, üzerlerinde bazı kızıl bulutlar belirir. Onlar bu bulutları görünce yağmur yağacak sanırlar. Fakat üzerlerine katır iriliğinde öyle akrepler yağdırılır ki, her biri insanı ısırınca acısı bin yıl boyunca devam eder.
Sonra bin yıl daha Allah-u Zülcelal'den yağmur dilerler. Bin yıl sonra başları üzerinde bir takım kara bulutlar belirir. Bulutları görünce: "İşte bunlar yağmur bulutlarıdır." derler. Fakat üzerlerine öyle deve boynu kalınlığında yılanlar yağdırılır ki, her biri insanı sokunca acısı bin yıl boyunca devam eder. İşte Allah-u Zülcelal'in aşağıdaki ayetin manası budur:
"İşte, dünyadaki bozgunculuklarının (Küfür ve isyanlarının) karşılığı olarak çektikleri azabın üzerine başka bir azap ekleriz." (Nahl; 88)

Cehennem ehli kendi kendilerine şunu söyleyip inlerler: "Kısa olan dünya hayatımızda biraz sabretseydik, şimdi her şey başka olurdu. Biz o zaman bu elemli ve karanlık ateş kuyularında yanıp azap çekmez, Allah-u Teala'nın nuruyla aydınlanmış cennetin geniş bahçelerinde, serin gölgelerde ve güzel köşklerde zevk ve sefa sürerdik!" İşte cehennem böyledir. Buna göre insan ne cür'etle Allah-u Zülcelal'e karşı günah işleyebilir? Allah-u Zülcelal, bu azaplardan kurtulmamız için bizlere iman cevherini hediye etmiştir.
Zamanlardan bir zaman, büyük bir ordusu olan bir padişah, İslam ordusunu daima sıkıştırıyordu. Zamanında İslam ordusu bir sefer düzenleyerek, o padişahı esir etti. Müslümanlar onu öldürmeyip; bir kazanın altına ateş yakarak ona eziyet vermeye karar verdiler ve de öyle yaptılar. Bu durumda padişah taptığı putlara yalvardı. Fakat hiç kimse onun yardımına gelmedi ve anladı ki, bunların hepsi yalancıdır. Daha Sonra Allah-u Zülcelal'e yalvardı ve kelime-i tevhid getirdi. Bu padişah böyle dediği zaman Allah-u Zülcelal yağmur yağdırdı ve bütün ateşi söndürdü. Bir fırtına başlayarak onun içinde bulunduğu kazanı havada uçurmaya başladı. Allah-u Zülcelal, bu padişahı, hiç Allah'tan haberi olmayan bir kavmin içine attı.
Padişah bu kavmin içine düştükten sonra da: "La İlahe İllallah" dedi. Bu kavmin insanları, padişahın başına toplanarak halini sordular. Padişah da onlara başından geçen olayların hepsini anlatı. Ve bu padişahın vesilesiyle, bu kavmin hepsi imana geldiler. İşte iman böyledir. İman, insanı cehennem ateşinden muhafaza eder. Dünyada da insanı bu şekilde kurtarır. Fakat bizim için mühim olan, imanı muhafaza etmektir. Onun muhafazası da; tevbe etmek, günahlardan uzak durmak ve Allah-u Zülcelal'in zikrine sarılmakla olur.
Ebu Hureyre (R.A)'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Zülcelal buyurdu ki: "Kulumun inancı oranında yanındayım. (Tevbe ederse tevbesini kabul ederim, Af dilerse suçlarını bağışlarım.) Beni nerede anar hatırlarsa, ben orada yanındayım. Allah'a and olsun, Allah kulunun tevbesine, çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. Ondan razı olur, günahlarını affeder. Kulum bana ibadet ve hayır işlerde bir karış yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) koşarak yaklaşırım. (Kulumun ibadet ve taatına, yararlı işlerine hakettiğinden daha çok ecir ve sevap vererek onu mükafatlandırırım.)" (Buhari, Müslim)
Hz. Peygamber (S.A.V) bir gün ashab-ı kirama şöyle buyurmuştur: "Sizden önce geçen milletlerden doksandokuz kişiyi öldüren bir adam yeryüzünde en büyük alimin kim olduğunu sorduğunda, falanca rahip dediler. Rahibe giderek: "Doksandokuz kişi öldürdüğünü, günahlarından tevbesi kabul olunur mu?" diye sorunca rahip: "Hayır!" dedi. Bunun üzerine rahibi de öldürür. Öldürdüklerinin sayısı yüz olur. Daha sonra yeryüzünde: "En büyük alim kimdir?" diye sorunca, falan alim derler. Onun da yanına giderek: "Yüz kişi öldürdüm, tevbe etsem kabul olunur mu?" diye sorunca alim: "Evet, kim tevbenle arana girebilir. Filanca şehre git. Orada Allah'a ibadet eden insanlar var. Onlarla beraber Allah'a kulluk et. Bir daha da memleketine dönme. Zira orası kötülerin yeridir. Sen de onlarla kötü oluyorsun." der.
Bunu dinleyen günahkâr iyi kimselerin şehrine gitmek üzere yola çıkar. Yarı yola varınca, ölüm meleği (Azrail) canını almaya gelir. O sırada rahmet melekleri ve azap melekleri gelir, aralarında çekişirler. Rahmet melekleri: "Bu adam kalbini Allah'a bağlayarak, günahlarından tevbe etti." derler. Azap melekleri de: "Bu adam hiç hayır işlemedi. Bütün işleri kötülüktür." derler. Bunun üzerine insan suretinde bir melek gelir ve der ki: "Çıktığı Şehirle gideceği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa oralı sayılır." der. Ölçerler, gideceği yeri daha yakın bulduklarında, ruhunu rahmet melekleri alır. (Cennet bahçesine götürürler.)
Diğer bir rivayette: "İyi kimselerin olduğu şehre bir karış daha yakın olduğu için oranın halkından kılınmıştır." denilir. Başka bir rivayette de şöyle denilmiştir: "Allah, çıktığı şehre uzaklaşmasını, gideceği şehre de yaklaşmasını emretti ve: "Aralarını ölçünüz!" dedi. Ölçünce gideceği yere bir karış daha yakın buldular. Bunun üzerine günahları affolundu." (Buhari, Müslim, İbn Mace)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Gerçekten biz, Ademoğullarına akıl vermek suretiyle onları şan ve şeref sahibi kıldık!" (İsra; 70)
Eğer bu akıl ile derin olarak düşünürsek, elimizde ne kadar fırsatların var olduğunu anlarız. Bu ömürle, bu sermayeyle bir çok şey yapabiliriz. İyi şeyler yaptığımız zaman, ne kadar kârlı olduğumuzu, yapmadığımız zaman da ne kadar zararlı çıktığımızı akıl ile çözebiliriz. İşte insanın bunu düşünmesi lazımdır. İnsan bunu düşünmediği zaman, aklı tesirsiz hale gelmiş demektir. Çok kıymetli bir cevher olan akıl tesirsiz kalıp, saltanatını sürdüremiyor demektir. Allah-u Zülcelal, aklı bir padişah gibi insanın vücuduna yerleştirmiştir. İnsan bunu düşündüğü takdirde, aklını iyi kullanır. Eğer derinlemesine düşünürsek, Allah-u Zülcelal bizlere çok güzel fırsatlar vermiştir. İşte bu aklı tesirsiz bırakmamak için, onun üreteceği çarelere başvurmak lazımdır.
Aklı güzel kullanmak için, daima dini sohbetlere gidilmeli ve o sohbetlerde Allah-u Zülcelal'in kelamına, Hz. Peygamber (S.A.V)'in hadis-i şeriflerine ve büyük zatların menkıbele-rine yer verilmelidir. Bizim için yegane kazanç, bu dünya hayatında iken ebedi saadeti kazanmaktır. Hepimize malum olduğu gibi, Karun çok zengin bir kimse idi. Şimdi size soruyorum; Karun'un o kadar malı ve mülkü acaba nerededir? İşte dünya böyledir. Dünya hiç kimseye yaramadığı gibi bizlere de yaramaz. Allah-u Zülcelal, insana çok büyük bir nimet olarak aklı bağışlamıştır. İnsan bu akılla, hem dünyasını hem de ahiretini kazanmalıdır. Akıl öyle bir nurani cevherdir ki, onun nuru, kalbin üzerine gelerek, bütün vücudu hareket ettirir. Ulema, dünya hayatının fani, ahiret hayatının ise baki olduğuna, nakil ve akıl ile ittifak etmişlerdir. İnsan için dünyanın nimetleri ne kadar çok olursa olsun, fani oldukları için hiçbir şeye yaramaz. Dikkat edersek; kendimiz de bunu akıl ile çözebiliriz.
Allah-u Zülcelal, yine bizlere, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bir uyarıda bulunuyor: "Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Bakara; 208) Şeytanın yeri, cehennemin dibidir. Şeytan, Allah'ın kullarıyla uğraşıp onların da kendisiyle birlikte cehenneme girmesini istiyor. Nitekim Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerimede, şeytanın düşmanımız olduğunu bizlere beyan etmiştir. Onun için insanın, daima düşmanıyla mücadele içerisinde olması gerekir. Şeytan, birinci olarak, insanın imansız olarak dünyadan ayrılmasına sebep olmak ister. Bunu yapamazsa, büyük günahları yaptırmak ister.
Bunu da yaptıramazsa, küçük günahlara devam etmesini ister. Eğer bunu da yaptıramazsa, ibadetten geri bırakmak ve keyf-ü sefa yaptırmak ister. Sonsuza kadar cehennemde kalacağından, insanların da kendisiyle beraber yanması için çalışır. İnsan dünyada müslüman olarak yaşasa dahi, yine şeytan son nefesinde onunla uğraşır. Fakat hakkı talep eden, Allah-u Zülcelal'in rızasına talip olan mü'min, bunun şuurunda olur.
Mü'minin kalbinde bir melek bir de şeytan bulunur. Bunlar, daima savaş halindedir. Eğer bu savaşta melek galip gelirse, kalp Allah-u Zülcelal'e açılır. O zaman şeytan da teslim olup, artık hayrı talep eder. İşte biz de aklımızla bu meleğe yardımcı olalım. Nefsimiz, daima Allah-u Zülcelal'in ibadetinde, zikrinde ve hizmetinde bulunduğu zaman Melek, şeytanımıza karşı galip olacaktır. Böyle olduğu zaman, kalbimiz Allah-u Zülcelal'in ibadetine, zikrine, hizmetine ve rızasına yönelecek ve şeytan, meleğe esir olacaktır.
Diğer türlü davranıp günahlara yönelir de, ibadet ve zikir yapmazsak; o zaman şeytan, meleğe galip gelecek ve onu esir alacaktır. Böyle olunca, şeytan, boğazımıza bir ip takmış gibi bizleri günahlara sevk edecektir. Onun içindir ki bazı sadat-ı kiram şöyle buyurmuştur: "İnsan anasından doğduğu zaman, bir şeytan da onunla birlikte gelir. İşte insan, bu şeytanı öldürmezse kamil mü'min olamaz."
Zahiri vücudumuz, gün be gün Allah-u Zülcelal'e nasıl yaklaşı-yorsa, maneviyat ve muhabbetimiz de gün be gün Allah'a yakın olması gerekir.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...

Cehennemin Şiddeti

Ömer bin Hattab (Radıyallahu Anh)'dan şöyle rivayet olunmuştur; "Cebrail (Aleyhisselam) her zaman geldiği vaktin dışında Resulullah (S.A.V)'in yanına geldi. Bunu gören Resulullah (S.A.V) ayağa kalktı; "Ya Cibril! Neden rengin değişmiş ve solgun görüyorum?" dedi. O da; "Allah-u Teâlâ, cehennem ateşinin körüklenmesini, şiddetli yandırılmasını emretti, onun heyecanı ile geldim." dedi.
Peygamber Efendimiz (S.A.V); "Ya Cebrail Bana cehennem ateşini anlat,” deyince, Cebrail (Aleyhisselam) cehennemi şöyle anlattı; "Yüce Allah (Celle Celaluhu) Cehennemin yakılmasını emretti. Bin yıl yakıldı, bembeyaz oldu. Sonra yine yakılmasını emretti. Bin yıl daha yakıldı, simsiyah oldu. O şimdi kapkara ve karanlıktır. Kıvılcımlarının parıltısı görünmez, alevi sönmez. Seni hak din ile gönderen Allah'a (Celle Celaluhu) yemin ederim ki, cehennemden dünyaya iğne deliği kadar bir delik açılsa, sıcaklığından yeryüzündeki butün canlılar ölür. Seni hak din ile gönderen Allah'a (Celle Celaluhu) yemin ederim ki, eğer cehennem zebanisi dünyadaki insanlara görünse. onun pis kokusundan ve çirkinliğinden bütün insanlar ölür. Seni hak din üzere gönderen Allah'a (Celle Celaluhu) yemin ederim ki, Allah (Celle Celaluhu)'ın kitabında bahsettiği cehennem zincirinin bir halkası dağların üzerine konulsa, dağlar ezilir, yere batardı.” (Tirmizi, İmam-ı Malik)
Ebu Hureyre (R.A) der ki; "Bir ara Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in yanında idik. Bir ses duyduk. Peygamber Efendimiz (S.A.V); 'Bu ne sesi biliyor musunuz?' dedi. Allah ve Resulü bilir, dedik. 'Bu, Allah'ın (Celle Celaluhu) yetmiş sene önce cehenneme attığı bir taştır; dibine şimdi ulaştı." buyurdu. (Müslim)
İmam Ahmed ve Ebu Ya'la şu hadisi rivayet ederler; "Cehennemin demir topuzu bir dağa vurulsa, dağ parçalanır, sonra eski haline gelir." (Ahmed b. Hanbel, Ebu Ya’la)
Harisoğlu Abdullah (Radıyallahu Anh) Resulullah (S.A.V)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti; "Cehennemde deve boynu kalınlığında yılanlar vardır. Soktuğu kimse yetmiş sene zehirini çeker. Orada katır gibi akrepler de vardır. Bunların da soktuğu kimseler kırk sene zehirin etkisinden kurtulamazlar." (Taberani, Ahmed b. Hanbel, Hakim, İbn-i Hıbban)

Ebu İmame (R.A)'den şöyle rivayet olundu; "Resulullah (S.A.V); "....Ona irinli sudan içirilecektir. O suyu yutkunur." (İbrahim; 16-17) ayet-i kerimesinin tefsirinde der ki,
"O su ağzına yaklaştırılır, içmek istemez. Yaklaştırılınca sıcaktır yüzünü yakar, başının derileri dökülür. İçinde bağırsakları paramparça olur. Hatta başka organlarıda dışarı çıkar." (Tirmizi, Ahmed b. Hanbel)

Hakimin rivayetinde Resulullah (S.A.V) şöyle buyurdu; "Kudret ve iradesi ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, şayet zakkumdan bir damla yeryüzündeki sulara dökülse hepsini acılaştırır, içilemez hale getirir." (Hakim) Ya bütün yedikleri zakkum olanın hali ne olacak?. Muslim şu hadisi rivayet etmiştir. "Cehennemde en hafif azap görenin ayağında ateşten iki ayakkabı olacak, onların şiddetinden kazanın kaynaması gibi beyni kaynayacak. Orada en hafif azap gören de budur." (Müslim)
Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadis-i serif şöyledir; "Ahirette kafirin derisinin kalınlığı kırkiki arşın, dişinin büyüklüğü Uhud dağı ve cehennemde oturduğu yer Mekke ile Medine arası kadar olacaktır." (Tirmizi)
Resulullah (S.A.V) şöyle buyurdu; "Ümmetimden Mudar kabilesinden daha çoğu kadarının şefaatimle cennete girenler olacağı gibi, yine ümmetimden daha çok azap duymaları için cehennemin bir köşesini dolduracak kadar vücutları büyüyenler de olacaktır." (Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim)
Abdullah ibn-i Ömer (R.A)’den şöyle rivayet edilmiştir; “Eğer cehennem ehlinden biri bu dünyaya çıkarılsa idi, onun korkunç görünüşünden ve pis kokusundan bütün dünya halkı ölürdü.” Abdullah ibn-i Ömer (r.a) bunu söyledikten sonra hüngür hüngür ağlamıştır. (İbn-i Ebi’d-Dünya)

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ölüm ve Cehennem
HARUN YAHYA CEP KİTAPLARI SERİSİ -23-
De ki: “Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm,şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da,
müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.”
(Cuma Suresi, 8)


Cehennem
…Sırt çevirdi ve büyüklük tasladı. Böylece: "Bu, yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" dedi. "Bu, bir beşer sözünden başkası değildir." Onu Ben, cehenneme sürükleyip atacağım. Cehenennem (sakar) nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine susamıştır. (Müdessir Suresi, 29) ALDANMALAR VE GERÇEKLER
İslam Dininde Cennet ve Cehennemİnkar edenlerin içinde sonsuza kadar kalacakları yer, onların dünya hayatında yaptıklarına karşılık cezalarını çekmeleri için yaratılmış olan "cehennem"dir.
İnkar edenler suçludurlar. İşledikleri suç ise, olabilecek en büyük suçtur. Bu suç, insanın kendisini yaratan, ona can veren Allah'a isyan ve nankörlük etmesidir. Böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, cehennem bu adaletin yerine getirileceği yerdir. İnsan Allah'a kul olsun diye yaratılmıştır. Yaratılış amacını reddederse, karşılığını cehennemde görür. Allah, bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
... Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mü'min Suresi, 60)
Allah'a iman etmeyen, O'nu gereği gibi takdir etmeyip kulluk görevini yerine getirmeyen her insan sonunda cehenneme gidecektir ve kimsenin de cehennemden kurtulmak için bir garantisi yoktur. Tüm insanlar için en büyük tehlike Allah'ın azabıyla karşılık göreceği yer olan cehennemdir. Dünya üzerindeki hiçbir şey Allah'ın rızasını kazanmaktan ve cehennemden korunmaktan daha önemli olmayacaktır.
Bu açık gerçeğe karşın, insanların bir kısmı bir tür sarhoşluk içindedirler. Kendilerine başka dertler bulurlar. Önemsiz bir konu için aylarca, yıllarca didinirler de, kendileri için en büyük tehlike olan cehennemi düşünmezler bile. Ateş yanıbaşlarındadır, ama bunu fark edemeyecek kadar kördürler. Kuran'da, "daimi sarhoşluk" (gaflet) halindeki bu insan grubundan şöyle söz edilir:
İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır... (Enbiya Suresi, 1-3)
Böyle insanların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır. Bu kişiler sadece dünya hayatında geçici bir yarar elde edebilecekleri bazı saplantılı hedefler üzerine tüm hayatlarını harcamaktadırlar. Kimisi işinde yükselmeyi, kimisi "mutlu bir yuva" kurmayı, çok para kazanmayı ya da boş bir ideolojiyi savunmayı hayatının amacı haline getirmiştir. Önlerindeki sonsuza kadar sürecek olan büyük tehlikenin ise farkında değildirler. Cehenneme karşı olan duyarsızlıkları, konu hakkında kullandıkları üsluptan bile hemen anlaşılır. Bu tür insanların oluşturduğu "cahiliye toplumu" içinde hemen herkes anlamını tam olarak kavramadan cehennnem sözcüğünü sık sık telaffuz eder. Bu kelime kimi zaman esprilere dahi konu olur. Hiç kimse bu kelimenin anlamı üzerinde uzun uzun durmaz. İşte en büyük hatalardan biri burada yapılır ve cehennem hayali bir kavram olarak kabul görür.
Oysa cehennem, inkarcıların şiddetle bağlandıkları bu dünyadan daha gerçektir. Dünya yok olacaktır, ama cehennem sonsuza dek vardır. Dünyayı, evreni ve insanı eşi benzeri bulunmayan sayısız denge ve ayrıntı üzerinde kusursuz bir sanatla yaratan Allah, aynı şekilde ahireti ve cehennemi de yaratmıştır ve cehennem azabını bütün müşrik, münafık ve inkarcılara vaat etmiştir.
Yaratılmış en kötü mekan olan cehennem, hayal gücünün alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah'ın kudretinin bir tecellisi olarak yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük acılardan kat kat şiddetli acılar içerir.
Bir başka büyük gerçek ise bu azabın cehenneme girenler için "sonsuza dek" sürecek olmasıdır. Cahiliye toplumu içindeki birçok insan, cehennem azabının her insan için belirli bir zaman süreceği, sonra da bağışlanacakları gibi bir hurafeye inanır.
Bu kişiler dünya hayatından istedikleri kadar yararlanıp, bunun karşılığında cehennemde bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini zannederler. Ama kendilerini bekleyen son, tahmin ettiklerinden çok daha acıdır. Çünkü cehennem -Allah'ın dilemesi dışında- sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Allah Kuran'da, cehennemin inkarcılar için yaratıldığını ve azabının sonsuza dek sürdüğünü bildirmektedir. İnkar edenler, "bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır." (Nebe Suresi, 23)
Her insanın "biraz yanıp sonra da cennete gireceği" şeklindeki düşünce ise, bazı insanların kendilerini avutup aldatmak için uydurdukları bir safsatadır. Nitekim Kuran'da aynı şeyi Yahudilerin de öne sürdükleri bildirilir:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-81)
Kendisini yaratan, kendisine "işitme, görme ve kalp" veren Allah'a karşı, hayatını nankörlük ve isyan içinde geçiren kimse, sonsuz azabı hak etmiştir. (Nahl Suresi, 78) Kendisini avutmak için öne sürdüğü bahanelerin hiçbir yararı olmayacaktır. Dünyada iken yaptığı taşkınlıklar, Allah'ın dinine karşı gösterdiği kayıtsızlık ve hatta hınç, hakkındaki hükmü kesinleştirmiştir. Bir ayette, bu durum şöyle anlatılır:
Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır. Ne kötü bir duraktır." (Hac Suresi, 72)
Dünyada iken Allah'a karşı büyüklük taslamış, müminlere karşı da düşmanlık beslemiş olanlara, mahşer günü şöyle denecektir:
Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür. (Nahl Suresi, 29)
Cehennemin en korkunç özelliği azabın hiçbir zaman bitmeyecek olmasıdır. İçine bir kez girdikten sonra Allah'ın diledikleri dışında artık geri dönüş yoktur. Tek gerçek sonsuza kadar sürecek ateş azabıdır. Allah'ın kahredici ("Kahhar") sıfatının en çok tecelli ettiği yer cehennemdir. Bununla yüzyüze gelen insan ruhen sonsuz yıkıma uğrar. Çünkü artık hiçbir umut kalmamıştır. Kuran'da, cehennemliklerin çaresizliği şöyle anlatılır:
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
... Ateş sizin içinde süresiz kalacağınız konaklama yerinizdir. Şüphesiz Rabbin, hüküm ve hikmet sahibi olandır, bilendir. (Enam Suresi, 128)
Ateşten çıkmak isterler, ama ondan çıkacak değiller. Onlar için sürekli bir azab vardır. (Maide Suresi, 37)
Böyle olmakla beraber Allah'tan bir rahmet olarak Peygamber Efendimiz (sav)'nin şöyle bir hadisi de vardır:
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktar? iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır." Ebu Said der ki: "Kim (bu ihbarın ifade ettiği hakikatten) şüpheye düşerse şu ayeti okusun: "Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa Suresi, 40) (Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601))

CEHENNEMDEKİ AZAP ORTAMI
Cehenneme Götürülme
Cehennem, Allah'ın "Kahhar" (Kahredici), "Cebbar" (istediğini zorla yaptıran), "Muntakim" (intikam alıcı) gibi isimlerinin sonsuza dek tecelli edeceği yerdir. İnkarcı insana her yönden acı vermek için özel bir yaratılışla yaratılmıştır. Kuran ayetlerinde cehennem, yaşayan bir canlı gibi tasvir edilir. Bu canlı, inkarcılara karşı öfke, nefret, hınç ve istekle doludur. Yaratıldığı günden beri, Yaratıcımızı inkar eden inkarcılardan intikam almayı beklemektedir. Cehennem, ayetlerde bildirildiğine göre, "insana delicesine susamıştır". (Müddessir Suresi, 29) Dini yalanlayanları gördüğünde öfkesinin şiddetinden parçalanacak gibi olur. Bu ateşin yaratılışının bir amacı vardır; kahredici bir azap vermek. O da görevini yapacak, acıların en büyüğünü verecektir.İnkar edenler, Allah'ın huzurunda hesaba çekildikten sonra kitaplarını sol yanlarından alırlar. Bu an, sonsuza dek içinde kalacakları cehenneme sürülecekleri andır. İnkarcılar için hiçbir kaçış imkanı yoktur. Hazır bulundurulan milyarlarca insanın meydana getirdiği mahşer kalabalığı bu insanlar için bir kurtuluş ya da gözden kaçma imkanı oluşturmaz. Kimse bu kalabalığın arasına karışıp kendisini unutturamaz, kaybettiremez. Her kişi, kendisi için görevlendirilmiş bir şahit, bir de sürücü melekle gelir. Allah ayetlerinde şöyle buyurmaktadır:
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir. Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey." Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi, Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın içine atın. (Kaf Suresi, 20-26)
İşte inkarcılar bu korkunç yere doğru yüzüstü sürüklenerek götürülürler. Kuran'da bildirildiğine göre "bölük bölük" cehenneme doğru sevk edilirler. Ancak daha ulaşmadan, uzaktan cehennemin korkusu yürekleri sarar. Çünkü cehennemin dehşet verici homurtusu ve uğultusu uzaktan duyulur:
...kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak... (Mülk Suresi, 7-8)
Furkan Suresi'nin 12. ayetinde ateşin, inkarcıları "uzak bir yerden gördüğü" ve "gazablı öfke"ye kapıldığı bildirilir.
Ayetlere göre, inkarcılar, dirilişle birlikte başlarına gelecekleri hissetmeye başlarlar. Boyunları aşağılanmaktan ve utançtan ötürü bükülmüştür. Başları düşmüş, dostsuz, yardımcısız kalmış, gururları kırılmış, çökmüş durumdadırlar. Utançlarından dolayı başlarını kaldırmadan gözlerinin ucuyla bakarlar. Onların bu çaresizlik içindeki durumları Kuran'da şöyle haber verilir:
Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 45)
Cehenneme Giriş, Karşılanma ve Cehennemin Katları
Allah'ı inkar ederek Rabbimiz'in dinine göre bir yaşam sürmeyenlerin, cehennemin kapısına vardıklarında yaşayacakları Kuran'da şöyle haber verilir:
İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbiniz'in ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet" dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu. Dediler ki: "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür." (Zümer Suresi, 71-72)
Cehennemin kapıları ise, her bir inkarcı grubu için özel olarak var edilmiştir. İnsanlar Allah'a karşı isyanlarının şiddetine göre sınıflara ayrılmışlardır. Cehennemde de, Kuran'da belirtilen konumlarına ve kazandıkları günahlara göre farklı azap tabakalarına yerleştirilirler. Bir ayette şöyle denir:
(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah daMsn Happy "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi, 38)
Hicr Suresi'ndeki ayetlerde de, cehennem içindeki farklı "kat"lardan şöyle söz edilir:
... onların tümünün buluşma yeri cehennemdir. O'nun yedi kapısı vardır; onlardan her bir kapı için bir grup ayrılmıştır." (Hicr Suresi, 43-44)
Bu katların en altında yer alan, diğer bir ifadeyle en büyük azapla karşılaşanlar ise, iman etmedikleri halde dünyada mümin taklidi yapmaya çalışmış olan ikiyüzlü "münafık"lardır. Kuran'da onların bu durumu müminlere şöyle bildirilir:
Gerçekten münafıklar, ateşin en alçak tabakasındadırlar. Onlara bir yardımcı bulamazsın. (Nisa Suresi, 145)
Cehennem nefret doludur, inkarcılara doymaz, beşere azap vermeye susamıştır. İçine atılan çok sayıda inkarcıya rağmen daha fazlasını ister. Kaf Suresi'nde şöyle bildirilir:
O gün cehenneme diyeceğiz: "Doldun mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)
Cehennem bir kere yakaladığını sonsuza kadar alıkoyar. Allah, ayetlerde cehennemi şöyle tarif etmektedir:
Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım. Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 26-29)
Üstteki ayetten anlaşıldığı gibi inkarcılar cehenneme "atılırlar". Şuara Suresi'nin 94. ayetinde ise, inkarcıların cehenneme, adeta çöp gibi "dökülüverildiği" bildirilir.
Kilitlenen Kapıların Ardındaki Sonsuz Hayat
İnkarcılar, cehenneme girdiklerinde cehennemin kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle karşılaşırlar. Biraz sonra ateşe atılacaklarını ve bunun da sonsuza kadar süreceğini anlamışlardır. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu şöyle haber verir:
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran'da bildirildiğine göre "büyük bir azap" (Al-i İmran Suresi, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran Suresi, 4) ve "acıklı bir azap"tır. (Al-i İmran Suresi, 21) İnsanın dünya hayatında sahip olduğu kıstaslar, cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli değildir. Birkaç saniye olsun ateşe veya kaynar suya dayanamayan insan, sonsuza kadar sürecek bir ateş azabını zihninde gerektiği gibi canlandıramaz. Hatta dünyadaki ateşin verebileceği herhangi bir acı, cehennem azabının şiddeti ile karşılaştırılamaz. Allah'ın azabının bir benzeri yoktur:
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Kuran'da haber verildiğine göre, cehennemde her anı çok yönlü işkencelerle dolu bir hayat söz konusudur. Cehennemdeki bu hayat, aşağılanmanın, rezilliğin, sefilliğin, fiziksel ve psikolojik eziyetlerin, işkencelerin çok çeşitli uygulamalarından oluşur. Cehennemdeki azabı dünyadaki herhangi bir şeyle kıyaslamak elbette mümkün değildir.
Cehennem ehli beş duyusuyla da azap çeker. Gözü dehşet verici ve iğrenç görüntüler görür; kulağı korkunç ve acı veren sesler, uğultular, gürültüler, çığlıklar, inlemeler, haykırışlar duyar; burnu olabilecek en pis ve tiksinti verici kokularla dolar; dili en iğrenç tatları, en dayanılmaz acıları hisseder; derisi ve tüm vücudu, tek bir hücresi eksik kalmamak üzere yanar, şiddetli acılar içinde kıvranır. Bir türlü ölüp yok olmaz. Allah Kuran'da "ateşe ne kadar dayanıklıdırlar" (Bakara Suresi, 175) şeklinde buyurmuştur. Derileri yenilenir, azapta hiçbir kesinti ve hafifleme olmadan aynı işkence sonsuza kadar sürer. Yine Kuran'a göre artık inkar edenler "sabretseler de birdir, sabretmeseler de". (Tur Suresi, 16)
En az fiziksel acılar kadar şiddetli manevi azaplar da vardır. Aşağılanır, horlanır, rezil olur, pişman olur, çaresizliğini ve ümitsizliğini düşündükçe yüreği yanar, kan ağlar. Sonsuzluk aklına geldikçe mahvolur. Öyle ki, azap bir milyon yıl sonra veya bir milyar yıl sonra ya da trilyonlarca yıl sonra sona erecek olsa bu onun için büyük bir umut ve sevinç kaynağı olurdu. Ama azabın bir daha hiç sonunun gelmeyeceğini, cehennemden hiçbir zaman çıkış olmayacağını bilmenin verdiği ümitsizlik hissi dünyadaki herhangi bir ümitsizlik hissiyle kıyaslanamayacak bir duygudur.
Kuran'daki tasvirlerden anlaşıldığına göre cehennem, pis kokusu, dar, gürültülü, karanlık, isli, dumanlı, izbe ve tekin olmayan mekanları, hücreleri kavurucu sıcaklığı, en iğrenç yiyecek ve içecekleri, ateşten elbiseleri, sonsuza kadar artan azabıyla Allah'ın kudretinin ve adaletinin tecelli ettiği bir mekandır. Ancak söz konusu ortamı, fikir vermesi açısından bazı yönlerden, nükleer savaş sonrasındaki dünyayı tasvir eden filmlerdeki karanlık, alabildiğine pis, iğrenç, bunaltıcı ortamlara benzetebiliriz. Elbette böyle bir mekanda ona uygun bir hayat söz konusudur. Cehennem ehli duyar, konuşur, tartışır, kaçmaya çalışır, ateşte yakılır, azabın hafifletilmesini ister, susar, acıkır, pişmanlık duyar.
Bu ortamda cehennemlikler pis ve iğrenç mekanlarda hayvanlar gibi yaşarlar. Yiyecek olarak yalnızca zakkum ağacını veya darı dikenini bulabilirler. İçecek olarak ise irin, kan ve kaynar sudan başka bir şeyleri yoktur. Bu arada ateş onları her yanlarından kuşatmıştır. Yanan derilerinin yerine yenileri yaratılır. Böylece ateşin verdiği acı, kesintisiz bir şekilde hiç hafiflemeden devam eder. Derileri dökülmüş, etleri yanmış, bütün vücutları yanık, kan, irin içinde olduğu halde zincirlere vurulur ve kırbaçlanırlar. Tasmalandırılır, elleri boyunlarına bağlı olarak daracık yerlere atılırlar. Zebaniler tarafından ateşten yataklara yatırılırlar, üzerlerine örttükleri örtüler bile ateştendir. Bu azaptan kurtulabilmek için sürekli feryat ederler, yalvarırlar, ama kendilerine cevap bile verilmez. En azından, bir günlük de olsa azabın hafiflemesini isterler, ama yine aşağılanma ve azapla karşılık görürler.
Cehennemde bütün bu olanlar kesin birer gerçektir. Bugün dünyada sürdürdüğümüz hayat kadar, hatta daha da gerçektirler.
İslam Dininde Cennet ve CehennemAllah'a, O'nun tam olarak istediği gibi değil, bir ucundan ibadet edenler (Hac Suresi, 11); Allah'tan başka ilahlar edinerek, para, mevki, kariyer gibi kavramları hayatlarının amacı haline getirenler; Allah'ın dinini kendi istekleri doğrultusunda değiştirenler, Kuran'ı şahsi menfaatlerine göre yorumlayıp çarpıtanlar, imandan sonra inkara sapanlar, kısacası bütün inkarcılar, müşrikler ve münafıklar hepsi cehenneme getirilirler. Bu, Allah'ın kesin bir sözüdür ve gerçekleşecektir:
Eğer Biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat Benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (inkar edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)
Bu insanlar da zaten cehennem için özel olarak yaratılmışlardır:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Cehennemin Odunları, Kaynar Su ve Dağlanan Vücutlar
Allah inkarcıların cehennem ateşi içinde yanacaklarını bildirirken, Kuran'da bir benzetme yapmıştır. Buna göre, inkarcılar yana yana "cehennemin odunu" haline gelirler. Cehennemde ateşin kavurduğu herhangi bir nesne gibi yanmazlar. İnkarcılar kendileri ateşin yakıtını oluştururlar. Bu durum bir ayette şöyle bildirilir:
"Zulmedenler, ise onlar da cehennem için odun olmuşlardır". (Cin Suresi, 15)
Odunun kendisi, ateşinin yakacağı herhangi bir cisimden çok daha uzun, çok daha şiddetle, için için yanar. İşte inkarcılar da, aynı şekilde yalanladıkları bu ateşin odunu olurlar. Ayetlerde, bu gerçek şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır... (Tahrim Suresi, 6)
Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)
Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 98)
Odun yerine geçen insanların yanında, bir de ateşi yakmak için kullanılan gerçek odunlar vardır. Ancak burada da farklı bir azap yaşanır. Dünyada iken dost, örneğin karı-koca olan inkarcılar, birbirlerinin ateşine odun taşırlar. Kuran'da, Ebu Leheb ve karısının cehennemde yaşayacakları son şöyle haber verilmektedir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı. Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı (ve) Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi, 1-5)
Bu, dünyadaki tüm bağların kopması demektir. Dünyada iken birbirlerini çok sevdiklerini söyleyen ve birlikte Allah'a karşı isyan eden inkarcılar, cehennemde birbirlerinin ateşini beslerler. Orada tam bir ihanet söz konusudur. Allah'tan başka edinmiş oldukları tüm dostlar, en yakınları, eşleri dahi birer düşman haline gelmişlerdir.
İnsanın en büyük organı vücudunu çepe çevre saran, hissetmesini, zevk almasını sağlayan derisidir. Kalınlığı birkaç milimetreyi geçmez. İnsanın en çok değer verdiği yüzü, elleri, kolları, bacakları ve diğer bütün organları deri tarafından sarmalanmıştır. Ancak deri hassaslığı yüzünden en büyük acı kaynağı olabilir. Derinin en zayıf olduğu nokta ise ateşe ve kaynar sıvılara karşı olan zafiyetidir. Ateş deriyi kavurur yakar, kaynar su ise haşlar. Kaynar su insanın derisini tek bir nokta boşta bırakmaksızın çepeçevre sarar. İncecik deriyi kabartır, deri iltihapla şişer, su toplar ve patlar, böylece dayanılmaz bir azaba neden olur. Dünyadaki fiziksel güzellik kuvvet, makam, şöhret kısacası hiçbir şey insanı kaynar bir suya karşı dayanıklı kılmaz. Kuran'da bildirildiğine göre, "küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır". (Enam Suresi, 70) Vakıa Suresi'nde şöyle buyrulur:
Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır. Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da. Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir. (Vakıa Suresi, 92-95)
Bir başka surede ise, inkarcılara yapılacak kaynar su azabı şöyle anlatılır:
Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin. Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;
(Azabı) tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir. (Duhan Suresi, 47-50)
Bunların yanında, ateş azabının bazı farklı çeşitleri vardır. Birisi de, ateşte kızdırılan metallerle cehennem ehlinin vücutlarının dağlanmasıdır. Ancak kendilerini dağlamak için kullanılacak olan bu metaller, dünyada iken Allah'a ortak koştukları mal ve mülkleridir:
... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (veMsn Happy "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)

Daha Başka Azaplar
Cehennem, çoğu insanın sandığı gibi yalnızca insanların ateşte ve kaynar sularla yanacağı bir yer değildir. Orada insanı hem fiziksel hem de psikolojik yönden azaplandıracak çok çeşitli yöntemler vardır.
Dünyada, işkence için çok farklı yöntemler ve araçlar kullanılmaktadır. Çoğu kişi bu işkenceler sırasında ya sakat kalır ya da acıdan ölür. Sağ kalanlar ise genelde akıl sağlıklarını kısmen, hatta bazen tümüyle yitirirler. Oysa bu dünyadaki işkence yöntemleri, cehennemdekilere oranla karşılaştırılamayacak kadar hafiftir. Cehennemde çok farklı, çok gelişmiş işkence yöntemleri kullanılacaktır. Dünyada elektrik verilerek işkenceye uğratılan bir insanı da, verilen elektriği de, insanın elektriğe olan acı duyarlılığını da Allah yaratmıştır. İnsana acı verecek daha birçok bilinmeyen kaynak ve insanın bilinmeyen birçok zaafı vardır. Allah yarattığı kullarının zaaflarını en iyi bilendir. Bu zaaflar doğrultusunda en çok acıyı da yine Allah verecektir. Bu, "Muazzip" (azap edici) ve "Kahhar" (kahredici) olan Allah'ın kanunudur.
Kuran'da haber verildiğine göre cehennemde azap her yönden gelmektedir. Azaptan kendilerini korumaya fırsatları yoktur, azap her yandan onları kuşatmaktadır. Üstlerinden, altlarından gelen azabı savmaya güç yetiremezler. Onların bu durumu Kuran'da şöyle haber verilir:
Azab konusunda senden acele (davranmanı) istiyorlar. Oysa cehennem, o inkar edenleri gerçekten kuşatıp-durmaktadır. Azabın onları üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacağı gün (Allah): "Yaptıklarınızı tadın" der. (Ankebut Suresi, 54-55)
Ayrıca, cehennemdeki, şu anda bilemediğimiz daha başka farklı azap kaynakları da Kuran'da şu şekilde haber verilir:
Cehennem; onlar oraya girerler; ne kötü bir yataktır o. İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin. Ve onun şeklinden başka, çift çift (olan daha beter azablar) vardır. (Sad Suresi, 56-58)
Kuran'da inkarcıların cehennemde karşılaşacakları azaplar haber verilmiştir. Elbette Allah bunların çok daha üstünde, insanın hayal gücünün bile alamayacağı sonsuz azap ve işkence şekillerini cehennemde yaratmaya güç yetirendir.

Sıcak, Karanlık, Duman ve Darlık

Dünyada insana en çok sıkıntı veren ortamlar dar, pis, karanlık ve sıcak ortamlardır. Çok sıcak, nemli ortamlar insanı boğar, yüksek nem en temel ihtiyaç olan nefes almayı zorlaştırır. Nefes alamamak insanı şiddetli biçimde bunaltır, göğsü daralır, kalbi sıkışır. Çok sıcak ve nemli havalarda gölge bile rahatlatıcı olmaz. Görünmeyen ama yoğun bir tabaka insanı çepeçevre kuşatır, nefes borusundan girip göğsünü tıkar. Örneğin lüks saunalardaki yüksek ısı ve neme insan çok kısa bir süre dayanabilir. On dakika yoğun buhar altında kalmaya dayanamayan birisi saunaya kapatılsa kısa bir süre içinde fenalık geçirir. Biraz daha uzun kalırsa, aşırı nem ve sıcaktan ölebilir.
Cehennemde de bu boğucu atmosfer çok yoğun bir biçimde hakimdir. Dünyada sıcağa karşı birçok önlem geliştirmiş olan insan cehennemde çaresizdir. Ortam en sıcak çölden daha sıcak, en karanlık, izbe hücrelerden daha sıkıntı verici ve pistir. Sıcak insanın en küçük parçası olan hücrelerine dek işler. İnkarcılar için kavurucu sıcağa karşı bir koruyucu, ferahlama veya serinleme imkanı yoktur. Kuran'da, cehennem ehlinin bu durumundan şöyle söz edilir:
"Ashab-ı Şimal", ne (mutsuzdur o) "Ashab-ı Şimal." Hücrelere işleyen kavurucu bir sıcaklık ve kaynar su. Ve kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Ki o, ne serindir, ne ferahlatıcı (kerim). (Vakıa Suresi, 41-44)
O gün, yalanlayanların vay haline. Kendisini yalanladığınız (azab)a gidin. Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin. Ne gölge altında barındırır, ne (yakıcı) alevden korur. (Mürselat Suresi, 28-31)
Bu denli boğucu bir atmosfer içinde, bir de dar bir yere sokulma azabı vardır. Furkan Suresi'nde, inkarcılara uygulanacak bu ceza şöyle anlatılır:
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (Furkan Suresi, 13-14)
Bu dünyada dar bir yerde kapalı kalmak, gerçekten de bir insan için çok zor ve bunaltıcıdır.. Dar bir hücrede hapis, suçlulara verilen ağır cezaların başında gelir. Trafik kazalarında parçalanmış bir aracın içinde saatlerce sıkışıp canlı kalan, kazazedelerin durumu, bir deprem veya göçükte toprak altında kalan insanların çaresizliği olabilecek en büyük felaketler olarak nitelendirilir. Oysa bu gibi örnekler cehennemdeki ortama göre kıyaslanamayacak kadar hafiftir. En önemlisi göçük altında veya benzer bir yerde sıkışan insan ya bir süre sonra şuurunu kaybedip ölür ya da bir süre sonra canlı olarak kurtarılır. Sonuç olarak acı çekilecek sürenin bir sonu, bitiş zamanı vardır.
Oysa cehennemde ne bir son vardır ne de umut. Pis, yakıcı, havasız, karanlık, dumanlı bir atmosferde bir de elleri boynuna bağlanan ve daracık, sıkışık bir yere sokulan inkarcı, suda boğulan bir insan gibi, tarifsiz bir eziyet çeker. Debelenir, çırpınır, kurtulmaya çalışır, ama kımıldayamaz. Sonunda, ayette belirtildiği gibi, yok oluşu çağırır, ölüp yok olmayı ister. Ancak bu mümkün değildir. Sokulduğu o daracık yerde, dünya ölçüsüyle aylar, yıllar, belki yüzyıllar boyu kalacak, giderek artan bir sıkıntı içinde binlerce kez yok oluşu çağıracaktır. Oradan çıkarıldığında ise, kurtuluşa değil, cehennemin bir başka azabına götürülür.

Yiyecekler, İçecekler ve Giyecekler

Dünya, Allah'ın insan için yarattığı sayısız lezzetli ve besleyici yiyecek maddeleriyle donatılmıştır. Farklı lezzetlerdeki etler, türlü renk, tat ve kokuda meyve ve sebzeler, baldan süte kadar uzanan hayvan ürünleri, hatta baharatlar, insan için özel olarak yaratılmış ve dünya var olduğu günden itibaren insanlara cömertçe sunulmuştur. Bu arada, insan vücudu da bu lezzetleri algılayabilecek yapıda özel olarak yaratılmıştır. İnsan güzel yiyeceklere karşı Allah'ın verdiği bir ilhamla iştah ve arzu duyar. Aynı şekilde de pis ve iğrenç maddelere (çürümüş, kokuşmuş maddeler, irin, iltahap, kan vs.) karşı da bir tiksinti besler. Bu da insana ilham edilmiş bir başka özelliktir.
Bu dünyada var olan nimetlerin çok daha üstünleri Allah'ın Rahman sıfatı gereği cennette müminler için sonsuza dek hazır bulundurulacaktır. Cehennem ehli ise dünyada yapıp ettiklerinin cezası olarak Allah'ın lütfedici ve rızıklandırıcı (Rezzak) sıfatlarından çok uzakta kalırlar. (Şura Suresi, 19) Artık onlar için yalnızca azap vardır. Bir ayette onların ahirette karşılaşacakları son şöyle haber verilir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
Artık onlar için hiçbir nimet yoktur. En temel, en doğal ihtiyaçlarının karşılanması bile onlar için bir azaba dönmüştür. Yiyecekleri birer acı kaynağı olarak Allah özel olarak yaratmıştır. Artık sonsuza kadar yiyebilecekleri tek şey darı dikeni veya zakkum ağacıdır. Bunlar da, ne doyurur, ne de besler. Yalnızca acı verirler; ağzı ve boğazı yırtar, karınlarını parçalar, kanatır, iğrenç bir tat ve koku verirler. Ayetlerde cennetteki muhteşem güzelliklerden ve lezzetlerden söz edildikten sonra cehennem ehlinin yiyecekleri şöyle tarif edilir:
Nasıl, böyle bir konaklanma mı daha hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Doğrusu Biz, onu kafirler için bir fitne (bir imtihan konusu) kıldık. Şüphesiz o, 'çılgınca yanan ateşin' dibinde bitip çıkar. Onun tomurcukları, şeytanların başları gibidir. Artık gerçekten, ondan yiyecekler böylelikle karınlarını ondan dolduracaklar. (Saffat Suresi, 62-66)
Onlar için (zehirli olan) darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur. Ne doyurup-semirtir, ne açlıktan korur. (Gaşiye Suresi, 6-7)
Cehennem ehli, Allah''ın verdiği nimetlere nankörlük ederek herşeyin Yaratıcısı Rabbimiz'e iman etmeyip, O'nu gereği gibi takdir edememiş olmalarının cezasını bu şekilde çekmektedir. Ceza olarak kendilerine hazırlanmış bir "şölen" vardır. Vakıa Suresi'nde, inkar edenlerin suçu ve kendilerine hazırlanan bu özel "şölen" şöyle haber verilir:
Çünkü onlar, bundan önce varlık içinde şımartılmış olanlardı. Onlar, büyük günah üzerinde ısrarlı davrananlardı. Ve derlerdi ki: "Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuzda mı, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?" "Önceden gelip-geçmiş atalarımız da mı?" De ki: "Şüphesiz, öncekiler de ve sonrakiler de. Bilinen bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır." Sonra gerçekten siz, ey sapık olan yalanlayıcılar, Şüphesiz zakkum olan bir ağaçtan yiyeceksiniz. Böylece karınları(nızı) ondan dolduracaksınız. Onun üzerine de alabildiğine kaynar sudan içeceksiniz. Üstelik 'içtikçe susayan hasta develerin' içişi gibi içeceksiniz. (Vakıa Suresi, 45-55)
Dünyadaki boğaz ağrıları, şiddetli karın sancıları insana en çok sıkıntı ve acı veren hastalıklardan iken, cehennemde bütün bunlardan çok daha şiddetlilerini sonsuza kadar inkarcılar yaşar. Yemek zorunda oldukları bu yiyecekler boğazlarında tıkanıp kalır, yutkunamazlar. Yutabildikleri ise karınlarında kaynar durur. Tokluklarını gidermez. Cehennem ehli sonsuza kadar korkunç ve sürekli bir açlık içindedir.
Cehennem ehli öyle açtır ki, daha önce sayısız kereler denediği halde azabını artırmaktan başka bir işe yaramayan dikenleri her seferinde yemek zorunda kalırlar. Ardından da kaynar suya hücum ederler. Ama bu su ne hazmettirir, ne de susuzluğunu giderir. Yukarıdaki ayette de söylendiği gibi, hasta develer gibi içtikçe susuzlukları artar. Bu cezayı iyice çekmeleri için inkarcılar, cehenneme susamış olarak sokulurlar. (Meryem Suresi, 86)
Cehennem ehline içirilen bir başka iğrenç içecek, irindir. İrin, tıpta en kötü kokan salgı olarak bilinmektedir. Bir başka ayette ise hem irin hem de üstüne katılmış kaynar suyun inkar edenlere içirildiği bildirilir. Bu şekilde inkarcı, hem kaynar suyun azabını hem de irinin iğrenç tadını birlikte aynı anda tadar.
Sunulan içecekler bu kadar iğrenç ve dayanılmaz olmasına rağmen, inkar edenlerin susuzluklarını gidermek için bunlara koşmaları susuzluklarının derecesini gösterir. Birinin azabını tadıp diğerine koşarlar. Bu da yemeleri gibi sonsuza dek tekrarlanır. Cehennem ehli sonsuza kadar korkunç ve süregiden bir susuzluk içinde kıvranır. Onların bu sonu Kuran'da şöyle bildirilir:
Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka. (İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak, (Nebe Suresi, 24-26)
Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur. İrin ve kan karışımından başka bir yemek yoktur. Bunu da hata edenlerden başkası yemez. (Hakka Suresi, 35-37)
Ağızlarına aldıkları bu iğrenç karışımı bir türlü yutamazlar, boğazlarında kalır. Yutmaya, yutkunmaya çalışır, ama başaramazlar. Kan ve irinle boğulurlar, ancak yine de bir türlü
Son düzenleyen asla_asla_deme; 5 Aralık 2008 21:05
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2007       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ölemezler:
(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir. Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramayacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak (İbrahim Suresi, 16-17)
Bu çaresizlik içinde, kendileri için özel olarak yaratılan bir diyalog imkanıyla, cennet ehli ile muhatap olurlar. Onların içinde bulundukları muhteşem nimetleri görürler. Bu, çektikleri azabı kat kat artırır. Bu arada, cennet ehlinden biraz kendilerine de nimet verilmesini isterler, ama bu boşuna bir yalvarıştır. Onların bu yakarışları Araf Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
Ateşin halkı cennet halkına seslenir: "Bize biraz sudan ya da Allah'ın size verdiği rızıktan aktarın." Derler ki: "Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır." (Araf Suresi, 50)
Yiyecek, içeceğin yanı sıra giyecekler de küfredenler için özel olarak hazırlanmıştır. İnsan derisi hassastır. Kızgın bir soba veya ütüye bir saniye bile dokunamaz. Kazayla dokunduğu zaman ise günlerce acı çeker, yarası su toplar, derisi kabarıp dökülür. Cehennemde ise, bir ütüden çok daha kızgın elbiseler insanın vücudunun her tarafını sarıp yapışacak, insanın savmaya güç yetiremediği bir ateş olup derileri kavuracaktır:
... İşte o inkar edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir... (Hac Suresi, 19)
Asfaltı yola yapıştıran katran cehennemde inkarcının elbisesi olur, onun üstüne yapışıp için için yanarak onun vücudunu eritir:
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 50)
Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız. (Araf Suresi, 41)

Zebaniler
Cehennem ehline sonsuza kadar acıyacak, onları ateşten kurtaracak, onlara yardım edebilecek tek bir kişi yoktur. Herşeyden önemlisi Allah onlara sonsuza kadar yardım etmez, onlarla konuşmaz. Unutulmuşluğun, terk edilmişliğin, itilmişliğin ızdırabını yaşarlar. Ayette, "bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur" (Hakka Suresi, 35) diye bildirilir. Tek muhatap olabildikleri önlerindeki sonsuz yaşamlarında kendilerine sayısız azap ve işkenceler uygulayacak olan azap melekleridir: "Zebaniler". Cehennem ehline azap vermekle görevli olan bu melekler bu inkarcılara asla merhamet etmezler. Son derece acımasız, sert, güçlü ve dehşet vericidirler. Alemlerin Rabbi olan Allah'ı inkar edenlerden, hak ettikleri şekilde intikam almak için yaratılmışlardır ve görevlerini kusursuz olarak yerine getirirler. Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır; üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O yalancı, günahkar olan alnından. O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız. (Alak Suresi, 15-18)
Kuran'da haber verilen zebaniler, Allah'ın inkarcılar üzerindeki gazabının, öfkesinin ve kahrediciliğinin bir tecellisidirler. İnkar edenleri her yönden en korkunç, en acı, en aşağılayıcı, hor ve hakir kılıcı muamelelere tabi tutarlar.
Cehennem melekleri zebaniler inkarcılara hak ettikleri cezayı ne bir eksik ne de bir fazla, en güzel bir biçimde verirler. Allah'ın adaletinin tecellilerinden olan bu melekler, Allah'ın kendilerine emrettiği görevi yerine getiren mübarek varlıklardır.

CEHENNEMDEKİ MANEVİ AZAP
Cehennemde inkar edenlere yaşatılan fiziksel azabın yanında en az bunlar kadar önemli bir başka azap olan manevi azap vardır. Manevi azap pişmanlık, ümitsizlik, horlanma, aşağılanma, utanç, hayal kırıklığı gibi pek çok ruhi azabı içinde barındırır.
"Kalplere Tırmanan Ateş"
Kendini Allah'a teslim etmemiş ve O'na iman etmemiş insanların dünyada çeşitli vesilelerle tattığı bir manevi azap vardır. Örneğin çok sevdiği bir yakınını, dostunu, karısını, kocasını ya da evladını kaybeden ve ona bir daha ebediyen kavuşamayacağını düşünen veya çok yakın bildiği, güvendiği birisinin ihanetine uğrayan bir insan acı çeker. İşte bu manevi azap, gerçekte, o insanın kaybettiği veya ihanetine uğradığı kişiyi ilahlaştırmasının karşılığı olarak Allah'ın kalpte yarattığı özel bir azap türüdür. Bu, insanın, Allah'a yöneltmiş olması gereken sevgi, hayranlık, takdir, dostluk, bağlılık ve güven duygularını, herşeyiyle Allah'a muhtaç, aciz ve ölümlü bir insana yöneltmiş olmasının sonucudur, Bu şekilde, Allah'a, O'nun yarattığı bir kimseyi ortak koşmasının karşılığı olan bir cezadır. Müşrikliğinin cezasını Allah'ın daha bu dünyadayken insana böyle yaşatması, bu insanın ahirete gitmeden önce akıllanmasına ve tevbe ederek yalnızca Allah'a yönelip dönmesine vesile olabilir. Burada ilahlaştırılanın mutlaka bir insan olması da şart değildir. Kişilerin zaafları farklı farklıdır. Mal, mülk, para, servet, itibar, kısaca Allah'a ortak koşulan, şirk koşulan herhangi bir nesne ya da kavram da aynı şekilde ilahlaştırılabilir.
Dünyada bunları kaybetmenin verdiği azap ise yalnızca, cehennemdeki benzerinin çok küçük dozdaki bir yansımasıdır. Bir ibret ve uyarı mahiyetindedir. Ahirete şirk dolu bir kalple gideni ise cehennemde bu acının aslı ve süreklisi beklemektedir. Yalnızca dünyadaki bu manevi azap bile kimi zaman öyle şiddetli olur ki, bu acıyı çeken, kurtulmak için her türlü fiziksel işkenceyi bile bu manevi acıya tercih eder. Hatta ölüp kurtulabilmek için intihar bile edenler olur. Bu tarifsiz acıyı ifade edebilmek için ise müşrik, "yüreğinin yandığını", "ciğerinin yandığını", "içinin yandığını" söyler.
Nitekim Kuran'da cehennem azabının bu manevi yönü dikkat çekici bir şekilde vurgulanarak, "kalpleri yakan bir ateş"ten söz edilmektedir:
Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline; Ki o, mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanıyor. Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır. "Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir. Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar. O, onların üzerine kilitlenecektir; (Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır). (Hümeze Suresi, 1-9)
Dünyadaki en şiddetli acı bile zamanla unutulur, belki izleri bir süre devam eder ama, hiçbir zaman ilk günkü şiddetini korumaz. Cehennemde ise bu acı dünyadakinden kat ve kat daha fazla olmak üzere, hem de ebediyen hiç eksilmeden inkarcıların yüreklerine tırmanıp yakar.
Bunun yanı sıra, cehennem ehlinin umutsuzluk, pişmanlık, aşağılanmışlık, öfke, kin ve çekişme duygularının karışımı sonucunda yaşadığı manevi azap da buna katılır ve inkar edenler en az fiziksel olduğu kadar ruhi yönden de işkence çekerler.

Cehennemdeki Aşağılanma
Cehennemle ilgili pek çok ayet, burada inkarcılar için aşağılayıcı, alçaltıcı bir azap olduğunu haber verir. Bu, inkarcıların dünya hayatındaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık takdir edilmiş bir cezadır.
Dünya hayatında inkarcının en büyük hedeflerinden biri, başka insanların kendisine imrenmeleri, kendisini takdir etmeleridir. İyi bir iş, çocuklar, güzel evler, arabalar ve benzeri dünyevi tutkular insanlara yapılan gösterişle değer kazanır. Nitekim Kuran'da dünya hayatının aldatıcı süslerinin arasında insanların kendi aralarında "övünme"leri sayılır.
İşte, insanların dünyadaki en büyük tutkusu olan bu "övünme" inkarcılar için ahirette şiddetli bir azaba dönüşür. Bu azab, önceden sözünü ettiğimiz fiziksel acıların yanında, aşağılanmayı, hor ve aşağılık kılınmayı da içermektedir. Çünkü inkar eden kişi dünyadayken "Övülmeye layık olan" (Bakara Suresi, 267) Allah'ı unutmuş, buna karşın "kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edinmiş"tir. (Furkan Suresi, 43) Bu nedenle de hayatını Allah'ı övmekle değil, kendisine övgü toplamaya uğraşmakla geçirir. Kendisini yaratan Allah'ın değil, insanların hoşnutluğu üstüne bir hayat kurmuştur. İşte bu yüzden de, en büyük yıkımı insanlar karşısında küçük düşüp aşağılanınca yaşar.
İnkarcı için en büyük kabuslardan biri, başkalarına rezil olma, küçük düşme, aşağılanma halidir. Hatta inkarcılar arasında, diğer insanlara rezil olmamak, aksine, onlardan övgü toplamak için canını bile verebilecek çok sayıda insan vardır. Bu yüzden cehennemdeki birçok azap, bu kabusun üzerine kuruludur. İnkar edenler dünyadaki kibir ve büyüklenmelerine karşılık, cehennemde korkunç bir biçimde aşağılanırlar. Kuran ayetlerinde, bu gerçeğe şöyle dikkat çekilir:
İnkar edenler ateşe sunulacakları gün, (onlara şöyle denir "Siz dünya hayatınızda bütün 'güzellikleriniz ve zevklerinizi tüketip-yok ettiniz, onlarla yaşayıp-zevk sürdünüz. İşte yeryüzünde haksız yere büyüklenmeniz (istikbarınız) ve fasıklıkta bulunmanızdan dolayı, bugün alçaltıcı bir azab ile cezalandırılacaksınız." (Ahkaf Suresi, 20)
O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)
Bu aşağılanmanın binbir çeşidi vardır. Cehennem ehline, dünyada hayvanlara yapılan muameleden çok daha alçaltıcı davranılır. Onları aşağılamak için demirden kamçılar, bukağılar ve tasmalar bulunur. İplerle direklere bağlanırlar, boyunlarına tasmalar (bukağılar) geçirilir, ayaklara zincirler vurulur.
Aslında aşağılanmak, cehennem içindeki tüm diğer azaplarla aynı anda gerçekleşir. Örneğin ateşe atılırken de bir yandan aşağılanırlar. Bu büyük horlanma, inkarcıların diriltildikten ve cehenneme götürülmek için seçildikleri andan itibaren başlar.
İnkarcı, bu melekler tarafından milyarlarca insan içinden, alnından ve ayaklarından yakalanır. Kuran'da bildirildiği gibi, "işte o gün, ne insana, ne cinne günahından sorulmaz... (Çünkü o gün) Suçlu-günahkarlar, simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar." (Rahman Suresi, 39-41)
Allah'a isyan etmiş, O'nu unutmuş olan kimse, bu şekilde yakalandıktan sonra hayvanlardan beter bir muamele görecek, saçından tutulup yerde sürüklenecek ve cehenneme atılacaktır. Karşı koyamaz, bağırsa, çırpınsa da kimse ona yardım edemez. Bu, sadece çaresizliğin verdiği azabı artırır:
... andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O yalancı, günahkar olan alnından. O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız. (Alak Suresi, 15-18)
Ayetlerde haber verildiğine göre, inkarcılar "cehennem ateşine 'küçültücü bir sürüklenme ile' sürüklenecekler" ve onlara, "işte sizin yalanladığınız ateş budur" denecektir. (Tur Suresi, 13-14) Bir diğer ayette haber verildiğine göre de, bu "sürükleniş", "yüzükoyun" olacaktır. (Furkan Suresi, 34)
Cehenneme de aynı şekilde, yüzükoyun olarak atılırlar:
Kim bir kötülükle gelirse, artık onlar da ateşe yüzükoyun atılır (ve onlara "Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılıyorsunuz?" (denir). (Neml Suresi, 90)
Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün cehennemin dokunuşunu tadın" (denecek). (Kamer Suresi, 48)
Oraya girmeleriyle birlikte, aşağılanma daha da şiddetlenir. Çektikleri tüm fiziksel azapların bir de bu yönü vardır. Örneğin ateşe atıldıklarında, yanmanın verdiği acının yanında, bir de aşağılanmanın, horlanmanın, küçültülmenin ızdırabını yaşarlar.
Bir başka surede, inkarcının ateş azabı sırasında nasıl aşağılandığı şöyle anlatılır:
"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin. Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün; (Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir." (Duhan Suresi, 47-50)
İnkar edenleri aşağılamak için ayrıca özel olarak hazırlanmış kamçılar, tasmalar, bukağılar, zincirler vardır. Kuran'da şöyle buyurulur:
(Allah buyruk verir "Onu tutuklayın, hemen bağlayın." "Sonra çılgın alevlerin içine atın." "Daha sonra onu, uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire vurup gönderin." "Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı." (Hakka Suresi, 30-34)
Dünyada, vahşi olanlar dışında, hayvanlar bile zincire vurulmazlar. İnsanlardan ise artık insan muamelesi görmeyen ileri derecede tehlikeli akıl hastaları bağlanırlar. Buna karşın, cehenneme gönderilmiş inkarcılar, tüm yaratıkların en aşağılarıdırlar. İşte bu nedenle üstteki ayette haber verilen "uzunluğu yetmiş arşın olan zincir"e vurulurlar. Başka ayetlerde bu aşağılatıcı azaptan şöyle söz edilir:
Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler. Kaynar suyun içinde; sonra ateşte tutuşturulacaklar. Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk koştuklarınız nerede?" (Mümin Suresi, 71-73)
... İşte onlar Rablerine karşı inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır. (Rad Suresi, 5)
Diğer bazı ayetlerde söz konusu aşağılayıcı azap şöyle anlatılır:
O gün suçlu-günahkarların (sıkı) bukağılara vurulduklarını görürsün. Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (Bu azap,) Allah'ın her nefsi kendi kazandığıyla cezalandırması içindir. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir. (İbrahim Suresi, 49-51)
… İşte o inkar edenler, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir; başları üstünden de kaynar su dökülür. Bununla karınları içinde olanlar ve derileri eritilmiş olur. Onlar için demirden kamçılar vardır. (Hac Suresi, 19-21)
Cehennemdeki bu aşağılanmanın inkar edenlerin ruhunda yarattığı karanlık, rezillik, küçülmüşlük ve horlanmışlık dışlarına da vurur. Tıpkı dünyada insanlara rezil olan, onuru ayaklar altına alınan, bütün kişisel hakları tecavüze uğrayan insanların tarifsiz sıkıntılarının yüzlerine vurması gibi. Cehennemde yaşanacak olan aşağılanma da, insanların çehresine etki edecek, yüreklerdeki zillet dışa vuracaktır. Başka bir ayette şöyle buyurulur:
"O gün, öyle yüzler vardır ki, zillet içinde aşağılanmıştır". (Gaşiye Suresi, 2)
Buraya kadar saydığımız tüm bu aşağılanma yöntemlerinin yanı sıra, cehennemde inkarcılar için çok daha çeşitli aşağılanmaların da olacağını unutmamak gerekir. Allah Kuran'da inkar edenler için "aşağılanma", kavramını kullanmış ve buna belli başlı örnekler vermiştir. Ancak aşağılanma çok geniş bir kavramdır ve insanda dünyadayken bu duyguyu oluşturan herşey, her muamele, her olay bu kavrama dahildir. Cehennemde de belki de binlerce katıyla bulunmaktadır.

Telafisi Olmayan Pişmanlık
İnkarcı, dirildiği andan itibaren yaptığı kahredici hatanın farkına varır. Bu onarılmaz hatanın verdiği pişmanlık dalgası tüm vücudunu kaplar. Büyük bir yıkım yaşar, pişmanlığın etkisiyle kendini yer bitirir.
Dünyada yaptıkları inkarcılara gösterildiğinde, gaflet içinde geçirdikleri hayatlarını telafi etmeye karşı onulmaz bir hasret duyarlar. Geri dönmeyi, kendilerine bir hak daha verilmesini isterler. Dünyada iken birlikte gaflete daldıkları dostlarını, sevgililerini bir daha görmek istemezler. Tüm dostluklar, tüm sevgiler, tüm bağlar kaybolmuştur. Dünyada iken kurmuş oldukları yaşam, yaptıkları işler, evleri, arabaları, eşleri, çocukları, şirketleri, örfleri, gelenekleri, savundukları "dünya görüşü", herşey, ama herşey artık değersizleşmiş, yok olmuştur. Herşey yok olurken, yerine de bir tek azap gelmiştir. Ayetlerde, o günkü yıkımın yarattığı ruh hali şöyle tarif edilir:
Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." Hayır, önceden saklı tuttukları kendilerine açıklandı. Şayet (dünyaya) geri çevrilseler bile, kendisinden sakındırıldıkları şeylere şüphesiz yine döneceklerdir. Çünkü onlar, gerçekten kafirlerdir. Onlar dediler ki: "Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek değiliz." Rablerinin karşısında durdurulduklarında onları bir görsen: (Allah "Bu, gerçek değil mi?" dedi. Onlar: "Evet, Rabbimiz hakkı için" dediler. (Allah "Öyleyse inkar edegeldikleriniz nedeniyle azabı tadın" dedi. (Enam Suresi, 27-30)
İnkarcı, içindeki bu büyük yıkıma rağmen, bir yandan da hala kibiri bırakmamakta ve ayette bildirildiğine göre "azabı görünce pişmanlığını gizlemekte"dir. (Yunus Suresi, 54) Bu kibirin canlı kalması, onun için ayrı bir azap kaynağı olacak, cehennemde karşılaşacağı aşağılanma, söz konusu kibir nedeniyle ona tarifsiz acılar verecektir.

Cehennem Ehlinin Birbirleriyle Çekişmeleri
Dünyada iken çok önemli sayılan makam ve mevkilerin, ast-üst ilişkilerinin artık hiçbir anlamı kalmamıştır. Aksine, insanlar liderlerine, liderler de kendilerine bağlananlara lanetler yağdırırlar. Onların bu tartışmaları ve yakınmaları ayetlerde şöyle haber verilmektedir:
Öyle ki (o gün) kendilerine tabi olunanlar, kendilerine tabi olanlardan uzaklaşıp-kaçmışlardır... (O zaman, yönetilip) Uyanlar derler ki: "Eğer bize bir kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse(ydi) muhakkak (şimdi) onların bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşır (onları yüzüstü bırakır)dık." Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını onulmaz hasretlerle gösterecektir. Ve onlar ateşten çıkacak değildirler. (Bakara Suresi, 166-167)
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resul'e itaat etseydik." Ve dediler ki: "Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz, onlara azabtan iki katını ver ve büyük bir lanet ile lanet et. (Ahzap Suresi, 66-68)
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki: "Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz. Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk. Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı. Artık bizim için ne bir şefaatçi var, ne de candan-yakın bir dost. Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik." Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
Böylece, sonsuz azapla karşılaşan cehennem ehli arasında büyük bir çekişme başlar. Herkes birbirini suçlar. Eski dostlar birbirlerine büyük bir kin beslerler. Aralarındaki nefretin tek nedeni dünya hayatındaki dostluklarıdır. Günah işlemede ve din dışı yaşamda birbirlerini teşvik etmiş, inkarda birbirlerinden destek almışlardır. Bütün dostluk kavramları cehennem azabıyla birlikte yıkılır, bütün bağlar parçalanıp koparılır. Bütün bu kalabalığın arasında herkes yapayalnızdır ve biri diğerini lanetler:
(Allah) diyecek: "Cinlerden ve insanlardan sizden önce geçmiş ümmetlerle birlikte ateşe girin." Her bir ümmet girişinde kardeşini (kendi benzerini) lanetler. Nitekim hepsi birbiri ardınca orada toplanınca, en sonra yer alanlar, en önde gelenler için: "Rabbimiz, işte bunlar bizi saptırdı; öyleyse ateşten kat kat arttırılmış bir azab ver diyecekler. (Allah da "Hepsi için kat kattır. Ancak siz bilmezsiniz" diyecek. (Araf Suresi, 38)
İnkar edenler dediler ki: "Rabbimiz, cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları bize göster, ayaklarımızın altına alalım, en aşağılarda bulunanlardan olsunlar." (Fussilet Suresi, 29)
Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 47-48)
(Müşrik olan hakim güçlere "İşte bu(nlar) da sizinle birlikte (küfür ve zulümde) göğüs gerenlerdir. Onlara bir merhaba (bile) yok. Çünkü onlar ateşe gireceklerdir." (denilir). (Onlara uyanlar) Derler ki: "Hayır, sizler; asıl size bir merhaba yok. Bunu (azabı) siz bizim önümüze sürdünüz. Ne kötü bir durak." Derler ki: "Rabbimiz, kim bunu bizim önümüze sürdüyse, ateşteki azabını kat kat arttır." Ve derler ki: "Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz. Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?" Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi, 59-64)

Sonuçsuz Yalvarmalar ve Ümitsizlik
Cehennem ehli, büyük bir çaresizlik içindedir. Başlarına gelen azap, hem korkunç derecede acı verici hem de sonsuzdur. Tek çare olarak yalvarmayı seçerler. Gördükleri herkese yalvarırlar. Cennet ehlini görürler, onlardan bir parça olsun su ve yemek isterler. Allah'a yalvarmaya, merhamet dilemeye çalışırlar. Ama hepsi boşunadır.
Yalvarmalarının bir kısmı, cehennemin bekçileri olan zebanileredir. Kendilerine en görülmedik işkenceleri yapan bu azap meleklerine bile yalvarır ve onlardan kendileri adına Allah'a seslenmelerini isterler. İçinde bulundukları azap o kadar yoğun bir azaptır ki, onun bir gün için olsun hafifletilmesi için yalvarırlar. Ama yanıt alamazlar:
Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: "Rabbiniz'e dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin." (Bekçiler "Size kendi Resulleriniz açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler. (Bekçiler "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası çıkmazda olmaktan başkası değildir. (Mümin Suresi, 49-50)
Bunun yanında Allah'tan merhamet dilemeye de çalışırlar. Ancak yine boşunadır:
Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz. Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkara) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz."Der ki: "O'nun içine sinin ve benimle söyleşmeyin. Çünkü gerçekten Benim kullarımdan bir grup: "Rabbimiz, iman ettik, Sen artık bizi bağışla ve bize merhamet et, Sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi de, siz onları alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size Benim zikrimi unutturdular ve siz onlara gülüp duruyordunuz. Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir." (Müminun Suresi, 106-111)
Ayetlerden anlaşıldığına göre bu, Allah'ın cehennem ehline son hitabıdır. Çünkü Allah bunlara "O'nun içine sinin ve benimle söyleşmeyin" dedikten sonra artık aksinin olması söz konusu değildir. Bundan böyle Allah cehennem ehli ile sonsuza dek muhatap olmaz. Bu, düşünmesi bile insana acı veren bir durumdur.
Cehennem ehli çığlık çığlığa azap çekerken, "kurtuluşa ve mutluluğa eren"ler, yani müminler de cennetin nimetleri içindedirler. Ve cehennem ehlinin çektiği manevi azapların birini, söz konusu cennet ehli ile olan diyaloğu oluşturur. İnkarcılar, cehennemin korkunç azapları içinde işkence görürken, özel olarak yaratılan bir sistem ile cenneti görür, oradaki büyük nimet ve ihtişamı izlerler. Dünyada iken kendileriyle alay ettikleri müminlerin büyük bir rahatlık içinde, görkemli mekanlarda, muhteşem evlerde, nefis yiyecek ve içecekleri tattıklarını görürler. Kendi yaşadıkları azab ve aşağılanmaya karşılık, müminlerin böylesine büyük bir nimet, övülmüşlük ve huzur içinde olduğunu fark ederler.
Bu ise yaşadıkları azabı daha da şiddetlendirir. Duydukları pişmanlık, dayanılmaz boyutlara varır. Dünyada iken iman etmemiş, müminlerin aksine Allah'ın hükümlerine itaat etmemiş olmalarının kahredici pişmanlığı içinde boğulurlar.
Bu psikoloji içinde cennet ehliyle diyalog kurmaya, hatta onlardan yardım dilemeye de çalışırlar. Yalvarırlar, ancak yine boşunadır. Kuran'da, cennet ve cehennem ehli arasındaki bu diyalog şöyle haber verilir:
Onlar (müminler) cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkarları; "Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?" Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula yedirmezdik. (Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı." Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddesir Suresi, 40-48)
Müminler ile münafıklar arasında olan konuşmalar da Kuran'da bildirilmektedir. Münafıklar, dünyada iken bir süreliğine de olsa müminlerin yanında bulunmuş kimselerdir. İman etmedikleri halde, çeşitli çıkar hesapları gereği kendilerini mümin gibi göstermeye çalışmış ve böylece "ikiyüzlü" sıfatını kazanmışlardır. Ahirette ise cehennemde yanarken, müminleri görür ve yardım istemeye, yalvarmaya kalkarlar. Kuran'da, mümin ve münafıklar arasında geçen konuşma şöyle haber verilmektedir:
O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: "(Ne olur) Bize bir bakın, sizin nurunuzdan birazcık alıp-yararlanalım." Onlara: "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldaltıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu. Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve inkar edenlerden de.. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir." (Hadid Suresi, 13-15)

Kurtuluşu Olmayan, Sonsuz Azap
Cehennemin şiddetini kat kat artıran bir özelliği oradan hiçbir zaman kurtuluş olmamasıdır. Bir acı çok şiddetli olsa bile, eğer insan onun biteceğini bilirse, bu onu rahatlatır, her zaman kurtuluş için bir umut vardır.
Ancak bu umut cehennemde yoktur ve cehennem ehlini en çok yıkıma uğratan şey de budur. Ateşte yakıldıkları, zincirlendikleri, kaynar suyla haşlandıkları, kırbaçlandıkları, dar yerlere elleri boyunlarına bağlı olarak sokuldukları anlarda, bilirler ki bu azap sonsuza kadar sürecektir. Her kaçmaya çalıştıklarında sert bir şekilde engellenmeleri, onlara işkencenin sonsuza kadar devam edeceğini gösterir. Bir ayette bu kahredici ortam şöyle bildirilir:
Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara "Yakıcı azabı tadın" (denir). (Hac Suresi, 22)
Cehennem tümüyle kapalıdır. İnkarcılar için cehenneme yalnızca bir kez giriş vardır, sonra çıkış imkansızdır. Hiçbir çıkış yolu bırakılmamıştır. Hapsedilmenin verdiği duygu inkarcıları çepeçevre kuşatır. Etrafları, aşmaya güç yetiremeyecekleri duvarlar, kilitlenmiş kapılarla çevrilmiştir. Ayetlerde bu kahredici hapsolunmuşluk, şöyle tasvir edilir:
Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
Ve de ki: "Hak Rabbiniz'dendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin." Şüphesiz Biz zalimlere bir ateş hazırlamışız, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır... (Kehf Suresi, 29)
Onların barınma yerleri cehennemdir, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklardır. (Nisa Suresi, 121)
İnkarcılar ateşi gördüklerinde ait oldukları yeri anlarlar. Anlarlar ki, artık hiç kimse için o ateşten kaçış imkanı yoktur. Zaman kavramı yok olmuştur ve sonsuz bir azap başlamıştır. Acının en korkunç özelliği ebediyen sürecek olmasıdır. Yüz yıl, bin yıl veya milyon yıl geçse, yine de sona yaklaşılmış olmaz. Milyonlarca yıl, sonsuzluğun yanında bir hiçtir. Cehennemde yaşayan inkarcı, dünyadaki gibi bir sonluluk bekler, ama boşunadır. Bu yüzden ayetlerde azabın sonsuza kadar sürecek olması önemle belirtilmiştir:
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kafirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vaat etti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır. (Tevbe Suresi, 68)
Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona girmeyeceklerdi. Oysa onların tümü içinde temelli kalıcıdırlar. (Enbiya Suresi, 99)
İnkar edenlere gelince, onlar için de cehennem ateşi vardır. Onlar için ne, karar verilir, ki böylece ölüversinler, ne de kendilerine onun azabından (bir şey) hafifletilir. İşte Biz, her nankör olanı böyle cezalandırırız. (Fatır Suresi, 36)
Dünyada yaşanan bütün acılar için muhakkak bir son yani kurtuluş vardır. Acı çeken insanın iki kurtuluşu olabilir, acı ya biter ya da kişi ölür. Dışarıdan bakıldığında ikisi de bir kurtuluştur. Cehennemde ise durum çok daha kötüdür. Izdırap sürekli ve kesintisizdir. İnkarcıların kendilerini toparlamalarına, rahat bir nefes almalarına fırsat verilmez.
İslam Dininde Cennet ve Cehennem
Son düzenleyen asla_asla_deme; 15 Mart 2008 15:56
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Kasım 2007       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Müminlerin Asıl Yurdu:Cennet
İslam Dininde Cennet ve Cehennem
Birçok kimsenin hayalinde cennet, bulutların içinde, bir sis perdesinin ardında, beyaz rengin hakim olduğu, aydınlık, fakat puslu bir rüyalar alemidir. Cennete girmeye hak kazanan insanlar ise yüzlerinde saf bir tebessüm ve uykulu gözlerle bulutların üstünde uçuşan ve bununla mutlu olan insanlardır. Bazı kişilere göre ise yalnızca yeşilliğin, kırların ve çayırların bulunduğu, kuzuların otladığı, insanların ağaçların altında oturup önlerinden akan dereleri seyrettikleri yeşilliklerdir. Bu cahilce anlayışa göre cennet, her ne kadar huzurlu, sakin, güvenli de olsa, sonsuz bir hayat düşünüldüğünde monoton ve sıkıcı bir yer olarak düşünülmektedir.
Bu kavrayış yetersizliğinin en önemli sebebi, kişinin Kuran'da anlatılan gerçeklerden ve Kuran'ın müminlere kazandırdığı akıl ve ferasetten yoksun olmasıdır. Hem bilmeyen hem de akledemeyen bir insan ise, kuşkusuz konuları derinliğine düşünemez, birtakım incelikleri kavrayamaz, gerekli bağlantıları zihninde kuramaz. Sonuçta da sağlıklı ve gerçekçi değerlendirmeler yapamaz. Dolayısıyla dünyevi konularda olduğu gibi, ahiretle ilgili konularda da, Kuran ayetlerini bilmeyen ve müminlere has akletme kabiliyetine sahip olmayan gaflet ehlinin zihnindeki cennet anlayışı yukarıda verdiğimiz örneklerin ötesine geçemez.
İnkarın insanlar arasında yaygınlaşmasını ve Kuran'da anlatılan gerçeklerden uzaklaşmalarını arzu eden bir kısım inkarcılar da, toplumda yaygın olan çarpık ahiret anlayışlarını, özellikle de cennet hakkındaki ilkel bakış açılarını derleyip, din ve Müslümanlar aleyhinde kullanırlar. Bu kişiler kıyamet, cennet, cehennem gibi konuları, toplum içinde yaygın olan kanaatler doğrultusunda, ilkel ve batıl kalıplara sokarak bir alay ve eğlence konusu haline getirirler. İnsanları Kuran ahlakından uzaklaştırmak için Müslümanları, sonsuz hayatları için yukarıda tarif ettiğimiz şekilde bir cennet beklentisiyle mutlu olan küçük ve basit zevklere sahip, estetik, sanat, zenginlik, ihtişam, teknoloji, konfor, refah, lüks gibi kavramlardan habersiz, yeme, içme, cinsellik, giyinme, eğlenme gibi konulardaki zevkleri belli sınırlarda olan dar kalıpları aşamayan, geri kalmış kimseler olarak lanse ederler. Bu suretle insanları İslam'dan ve Müslümanlardan mümkün olduğunca soğutmaya çalışırlar.
Halbuki bu düşünceler, toplum içinde hakim olan yanlış anlayışlara, geleneklerden gelen çarpık düşünceleri yansıtmaktadır. Çünkü Allah'ın Kuran'da inanan kullarına vaat ettiği cennet, insan aklının kavramakta zorlanacağı bir güzelliğe sahiptir. Cennet dünyaya çeşitli yönlerden benzemekle birlikte dünyanın kat kat daha üstün, kusursuz ve eksiksiz olanıdır. Üstelik ölümden sonra insanı bekleyen iki sonuçtan biridir ve hiç şüphesiz elde edilmesi için büyük bir uğraş gerekmektedir. O halde kişinin yapması gereken, samimi bir kalple Rabbimize teslim olması, sahip olduğu tüm batıl inançları terk edip Kuran ayetlerini eksiksizce yaşaması ve tüm hayatını Allah'ın razı olacağı şekilde geçirmeye çalışmasıdır. Aynı zamanda cennetin varlığı ile ilgili düşüncelerini de iyice netleştirmeli ve Kuran ayetlerinde cennet hakkında bildirilen doğru bilgileri bir an önce öğrenmelidir.
CENNET EHLİNİN DÜNYADAKİ DURUMLARI
Müminlerin Dünyadaki Güzel Yaşamları
Mümin Kuran'da sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları şöyle haber verilir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Ayetin bu müjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kuran'da cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimiz (sav)'i dünya hayatında Allah'ın zengin kıldığı, "bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, 8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
Hem bir mükafat ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
Bir mümin, onu yaratan yüce Allah'ın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce Rabbimizin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "... elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe Suresi, 26) indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu ve bunların kendilerini "... Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere, "... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
Müminler, "... bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..." (Fussilet Suresi, 30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "... kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz" (Araf Suresi, 42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe Suresi, 51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına uyduklarından, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. (Al-i İmran Suresi, 173-174)
Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Allah'a olan güçlü imanlarını, Kuran ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır" (Zümer Suresi, 61).
Müjde
Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden ve müminleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir. Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:
Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)
Bir başka ayette ise müminler için şöyle denmektedir:
Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Yunus Suresi, 64)
Kuran'da müminlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:
Şüphesiz "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin."Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir. "Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)
Allah resullere de müminleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzap Suresi'nin 47. ayetinde elçisine müminlere Allah'tan büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kuran'a uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini emretmektedir. Zümer Suresi, 17. ayette ise tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler için bir müjde olduğu duyurulmaktadır. Allah Yunus Suresi'nin, 2. ayetinde ise elçisine "… İman edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" diye vahyetmiştir.
Allah'ın Vaadi
Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Bir ayette şöyle geçer:
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61)
Allah'ın müminlere cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir? (Kasas Suresi, 61)
Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Müminler de cennete girdiklerinde bu durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
Dediler ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların ecri ne güzeldir. (Zümer Suresi, 74)
Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah'ın cennet vaat ettiği müminler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
Onlar cennette "esenlik dileği ve selamla" (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve "Oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46)
AHİRETE GÜZEL GEÇİŞ
Güzel Ölüm
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini kesinlikle bilemez. Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz 'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)
Ölümün müminleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölümleri anında neler olacağını Kuran'dan öğrenme imkanımız vardır. Kuran'da bize bildirildiği kadarıyla, müminin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah'ın "bir tür ölüme sokmuş olduğu kişinin" (Zümer Suresi, 42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi, mümin de ölümünde, bir anda "dünya" boyutundan sıyrılacak ve "ahiret" boyutuna geçecektir. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziat Suresi'nin 2. ayetinde görevli meleklere işaret ederek, "yumuşacık çekip alanlara" şeklinde haber vermektedir.
Melekler, müminlerin canlarını almaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl Suresi'nin 32. ayetinde ise şu şekilde anlatılır:
Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: 'Selam size' derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin. (Nahl Suresi, 32)
Başka bir ayette de müminlerin ölüm anı şöyle tasvir edilir:
Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: 'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye melekler onları karşılayacaklardır. (Enbiya Suresi, 103)
Görüldüğü gibi, dünyada güzel bir hayat yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. Bunun devamında da mümini, en başından beri olduğu gibi rahatlık ve kolaylık beklemektedir...
Kolay Hesap
Kıyametin kopmasıyla birlikte başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde biraraya toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekilecektir. Bunların sonunda Allah müminleri rahmetiyle cehennem ateşinden kurtararak, cennetine sokacaktır. Sur'a ilk üfürülüş ile Kıyamet başlamıştır. Kafirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda müminler, sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü "... O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." (Tahrim Suresi, 8) Allah "Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları gün yardım edeceğini" vaat etmiştir. (Mü'min Suresi, 51)
Bu ihtişamlı "sahnede" salih müminler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap defterlerini "sağ yanlarından" alacaklardır. Bu tanım, Kuran'da "kolay" hesaba çekilecek ve cennete sokulacak insanlar için kullanılmıştır:
Artık kitabı sağ eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette. (Hakka Suresi, 19-22)
Rabbimizin kendilerine vaat ettiğine kavuşmak üzere olan müminler, o "ebedilik gününde" (Kaf Suresi, 34) heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları bir başka ayette şöyle tasvir edilmiştir:
Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır. (İnşikak Suresi, 7-9)
Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık müminler, kurtulmuş olmanın sevinci içinde Rabbimizin söyleyeceği tek bir söze bakmaktadırlar: "Oraya esenlikle ve güvenlikle girin." (Hicr Suresi, 46). Bu durum başka bir ayette de şöyle anlatılır:
Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir, cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
Artık Allah, rahmet etmiş olduğu kullarının günahlarını da bağışlamış, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine "cennete gir" denilen mümin bir kişi ise, şöyle söyler:
... Keşke kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. (Yasin Suresi, 26-27)
Bir başka ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:
... Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır... (Maide Suresi, 119)
Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahsun olmayacaksınız. (Zuhruf Suresi, 68)
Ortam da gittikçe güzelleşmektedir, "Cennette, muttakiler için, uzak değildir, yakınlaştırılmıştır." (Kaf Suresi, 31) Kuran'da bildirildiği üzere müminler için çok heyecanlı bir bekleyişten başka bir şey söz konusu olmayacaktır: Cennete sevk edilişleriyle ona girmeleri arasında geçecek kısa bir bekleyiş...
Cennetteki Doğal Güzellikler
Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
Cennet, "... ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Allah müminleri cennette "... ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." sokacaktır. (Nisa Suresi, 57) "Tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
Allah'ın cennet ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan su(lar)"dır. (Vakıa Suresi, 31) Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir. Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
Bu estetik görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir: "İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman Suresi, 66)
"Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır" (Hicr Suresi, 45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar-başlarındadır" (Mürselat Suresi, 41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu pınarlardan tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.
Cennete has bir başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura Suresi'nin 22. ayetinde bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
Bahçeler, değişik boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) alanlar, bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir. Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa Suresi, 28), "üst üste dizilmiş meyveleri sarkmıştır" (Vakıa Suresi, 29). Yeşillikler, deniz ya da göl kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden bile çıkabilir.
Tüm bu saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette müminleri beklemektedir. Özellikle "... Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura Suresi, 22) ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kuran'da bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu sayesinde ortam şekillendirilecektir.
Cennette Müminlerin Yaşadıkları Yerler
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Müminlerin yaşadıkları güzel meskenler, evler, köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin içinde kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern, üstün bir teknolojiye ve estetik mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da mümkündür.
Kuran'da sözü geçen evler, genellikle doğal güzelliklerin içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayete şöyle buyrulmaktadır:
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Köşklerin yükseklerde olması karşılarındaki ve aşağılarındaki manzara seyredilirken, görüntüye çok sayıda detay girmesini sağlar. Böylece birçok güzelliği aynı anda algılama imkanı doğar. Yükseklik değiştikçe görüntünün güzelliği de değişir. Her metre farkta görünen güzelliklerin boyutu bir öncekiyle aynı olmayacaktır. Cennette bazı köşkler daha yüksekte, bazıları daha alçakta olabilir, böylece her birinin manzarasının ve dolayısıyla buralardan alınacak zevklerin farklı olması mümkün olacaktır.
Ayette bahsedilen, yüksek yerlerde kurulmuş köşklerin altlarından sular akar, bu manzarayı seyretmek için geniş pencereli ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir. Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde, tahtlar üzerinde yaslanırken, ve en güzel meyvalar ve içeceklerle rızıklandırılırken müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem manzaraları da seyretme zevkini tadarlar.
Köşklerin tasarımı ve döşenmesi en kaliteli malzemeyle, en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları, karşılıklı oturulan tahtları vardır. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa Suresi, 15-16) ve "özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur Suresi, 20) şeklindeki ayetlerden de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür. Allah sonsuz cennet nimetlerini nasip ettiği müminlere böylesini layık görmüştür. Onlar cennetteki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar. Bu ortamda müminler sürekli Allah'ı anarlar:
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır Suresi, 33-35)
İhtişamlı tahtlar üzerinde oturan müminler çevrelerini "bakıp-seyretmektedirler" (Mutaffifin Suresi, 23). Dünyada gördüğü güzel bir manzaranın, güzel bir görüntünün karşısından ayrılmak istemeyen insan için cennetteki muhteşem manzaraların ve güzelliklerin yalnızca seyredilmesi bile görsel bir ziyafet, büyük bir nimettir. Müminlerin bakıp seyrettikleri bir eğlence, bir şölen de olabilir. Dünyanın yaratılışından yokoluşuna kadar yaşamış ya da yaşayacak müminlerle bu zevkleri ve güzellikleri paylaşmak sadece cennete has bir nimettir. Örneğin Hz. Musa ile, Hz. İsa ile ya da salih müminler ve sahabelerle karşılıklı tahtlarda oturup sohbet etmek, birlikte Allah'ı anmak dünyada nasip olabilecek bir zevk değildir, bu zevk ancak cennete mahsustur.
Cennette müminlerin her diledikleri şey yaratılacaktır. Allah dileklerinin kendilerine ulaştırılması için özel hizmetkarlar görevlendirmiştir. Ayette şöyle geçer: "Kendileri için (hizmet eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl." (Tur Suresi, 24) Bir başka ayette de bu durum şöyle ifade edilir: "Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır durur, sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın." (İnsan Suresi, 19)
Allah'ın cennetine layık kıldığı müminler son derece değerli ve seçkin insanlardır. Müminlerin hizmet edilen, "ikram görenler" (Saffat Suresi, 42) konumunda olmaları da Allah'ın onlara verdiği değeri gösterir. Müminlere hizmet etmeleri için yaratılan hizmetkarlar müminlerin arasında dönüp dolaşırlar, müminlerin bir dediği iki edilmez. Sürekli, kesintisiz bir hizmet ve ikram yapılır. Kuran'da cennettekilere hizmet için yaratılmış civanlardan şöyle bahsedilir:
Kendileri için (hizmet eden) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırılpırıl.' (Tur Suresi, 24)
Çevrelerinde (gençlikleri ve dinçlikleri) ebedi kılınmış civanlar dolaşır-durur; sen onları gördüğün zaman saçılmış birer inci sanırsın. (İnsan Suresi, 19)
Cennette müminlerin dilediklerinin anında sebepsiz yaratılmasının yanısıra, nimetlerin böyle kusursuz bir hizmet ve ikram içinde sunulmaları da görkemli bir güzellik oluşturur. Hizmette kullanılan eşyalar da çok değerli, kaliteli ve gösterişlidir. Ayetlerde altın ve gümüş kullanıldığı anlatılır:
Çevrelerinde gümüşten billur kaplar, kupalar dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, onları belli bir ölçüyle tesbit etmişlerdir. (İnsan Suresi, 15-16)
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Müminlerin dünyadaki çabalarından biri de dünya hayatındayken Kuran'da tarif edilen cennet nimetlerine, cennet hayatına yakınlaşmaktır. Cennetteki kıyafetlerin, elbiselerin ve kumaşların mükemmelliğini ayetlerden öğrenmekteyiz. Dünyada Allah giyinmeyi insanlara öğreterek, onların bu sayede hem örtünmelerini hem de şık ve estetik olmalarını sağlamıştır. Bu durumu açıklayan bir ayet şöyledir:
Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size 'süs kazandıracak bir giyim' indirdik (varettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. (Araf Suresi, 26)
Allah "Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez." (Araf Suresi, 31) ayetiyle iman edenlere şık ve temiz kıyafetler giymelerini tavsiye etmiştir. İşte cennette müminlere giydirilecek kıyafetler de, dünyadakilerden kat kat ihtişamlı ve gösterişli olacaktır. Kuran'da özellikle cennette bulunan iki kumaşa dikkat çekilmiştir: İpek ve atlas. Bir ayette cennettekiler için "hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler" (Duhan Suresi, 53) denmiştir. Bu iki kumaş da dünya standartlarında az bulunan, pahalı ve çok kaliteli kumaşlardır. Bunlardan yapılan elbiseler de giyen kişiye estetik bir zevk vereceği gibi seyreden kişiye de çok büyük bir zevk verecektir. Bu elbiselerin güzelliği ve ihtişamı, onları taşıyanların güzelliği ve kusursuzluğu ile bütünleşir ve ortaya muhteşem bir manzara çıkar.
Kuran bize, bu güzel elbiselerin bazı takılarla süslendiğini ve gösterişlerinin artırıldığını haber verir. Bu takılardan özellikle dikkat çekilenler altından ve gümüşten bilezikler ve incilerdir. Örneğin, Hac Suresi 23. ayette "... orada altın bileziklerle ve incilerle süslenirler, oradaki elbiseleri ipek(ten)dir" şeklinde bildirilmektedir. Bir başka ayette ise "Onların üzerinde hafif ipek ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle bezenmişlerdir..." (İnsan Suresi, 21) şeklinde bildirilir. Böylece güzel kıyafetler güzel takılarla tamamlanmış ve müminlerin zevkine sunulmuştur.
Cennet insanın hayal gücünün çok ötesindidir.
... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)

İslam Dininde Cennet ve Cehennem
Dünyevi şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından kolay yorulur. Yorulduğunda ise zihni bulanmaya başlar, konsantrasyonu dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır, algılaması da zayıflar. Oysa bu durum cennette söz konusu olmayacaktır. Müminin Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk alabilmesi için zihni her zaman açık, şuuru keskin olacaktır. Dünyanın eksikliklerinden birisi olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı için, müminlerin sonsuz nimetlerden aralıksız istifade edebilmeleri mümkün olacaktır. Ayetlerde de bildirildiği gibi zevk almaktan bıkkınlık duyulmayacak, cennet nimetlerinden eksiksiz bir haz alınacak ve bir nimetten diğerine geçilecektir. Yorgunluğun ve bıkkınlığın dokunmadığı bir ortamda Allah, müminlerin "her dilediklerini" (Şura Suresi, 22; Furkan Suresi, 16; Zümer Suresi, 34) yaratarak onları ödüllendirmektedir. Olmasını arzuladıkları akla gelebilecek herşey orada müminlerindir. Allah, "Orada diledikleri herşey onlarındır, katımızda daha fazlası da var" (Kaf Suresi, 35) ayetiyle insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını vereceğini, sınırlı isteklerimizin, cennette kat kat artırılacağını belirtmektedir.
TÜM NİMETLERİN EN ÜSTÜNÜ:ALLAH'IN RIZASI
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Cennetin tüm anlatılanlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası, Allah'ın verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kuran'da, cennet ehlinin bu vasfına şu şekilde dikkat çekilir:
"... Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
Müminlerin Allah'ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise, Allah'ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum olanaksızdır, çünkü "gözler O'nu idrak edemez..." (Enam Suresi, 103). Ancak Kuran'da bildirildiğine göre, Allah, ahirette mümin kullarına belirli bir şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah katındadır. Ancak ayetlerde geçen ifadelere göre, mahşer günü, Allah sekiz meleğin taşıdığı arşında müminlerin karşısına gelecektir. (Hakka Suresi, 17) O an müminlerin "yüzleri ışıl ışıl parlar, Rablerine bakıp-durur" (Kıyamet Suresi, 22-23). Dahası "çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü 'Selam' (vardır)" (Yasin Suresi, 58). İçinde bulundukları doğruluk makamı, Allah'ın onurlu-üstün makamıdır ve müminler burada "çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında, doğruluk makamındadırlar" (Kamer Suresi, 55).
Tüm bunlar, müminlerin Allah'ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde hissetmeleri anlamına gelir ki, olabilecek en büyük nimet budur. Allah'ın rızasını kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluktur.
Aslında cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler, ama Allah'ın rızası dahilinde olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
Cennetteki en çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kuran'ın da sık sık vurguladığı güzel kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar, estetik kavramının doruğunu temsil ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük bir nimettir. Nitekim Kuran'da bu teşvik edilir, onların yüzlerinin, ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah'ın yarattığı en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik, bu muhteşem kadınlarla sonsuza dek en mükemmel biçimde yaşanır.
Ancak bu kadınları bu denli değerli kılan şey, kendi güzelliklerinin ötesinde, onların Allah'tan gelen birer "ikram" olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük zevk, ikram edenin sevgi, yakınlık, lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği zevktir. Yapılan ikram, verilen hediye ne kadar değerli olursa olsun, bunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin, Allah'tan hediye almanın verdiği zevktir.
Nitekim eğer, "Allah'ın ikramı" olmasa, bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En güzel kadın dahi, mümine eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde -yani helal dairesinin dışında- yaklaşırsa, anlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım, Allah'ın rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için, müminin kalbini asla cezbedemez.
Hz. Yusuf'un gösterdiği büyük asalet, mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya koyar. Kuran'da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf'tan murad almak istediği, hatta bunun için Hz. Yusuf'u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde, Hz. Yusuf'un da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf, Allah'ın haram kıldığı bu ilişkiden Allah'ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar zorladığında ise, zina etmektense, hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir..." (Yusuf Suresi, 33)
Hz. Yusuf'un son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini çağırdığı fiilden daha "sevimli" bulması, Allah'ın rızasının mümin için olan önemini gösterir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmek, O'nun hoşnutluğunu kazandığını bilmek, müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler, eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirse, nimet olmaktan çıkarlar ve değerlerini yitirirler.
İslam Dininde Cennet ve CehennemCennette ise, tüm maddi nimetler Allah'ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evler, yiyecekler, tabiat güzellikleri ve diğer herşeyi Allah sunmaktadır. Onları değerli kılan şey de budur.
İşte bu nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise, cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle mümkün değildir. Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan sonra, hiçbir anlam ifade etmezler. Hem Allah, o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
Kısacası, cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama layık görülmüş kullar"dan (Enbiya Suresi, 26) oldukları için ebedi mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise "Celal ve ikram sahibi olan" Allah'ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman Suresi, 78)

Sonuç
Sonsuz Azaptan Kurtulmak İçin Bir Hatırlatma
İslam Dininde Cennet ve Cehennem
Kitap boyunca, dünyada Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve herşeyi yaratan Rabbimizi şuursuzca inkar edenlerin, ahirette hiçbir kurtuluşlarının olmayacağı, cehennemde dehşet verici bir azapla karşılaşacakları tüm detaylarıyla anlatıldı.
İşte bu yüzden her insan, burada anlatılan gerçekleri öğrendiğinde hiç zaman yitirmeden içine girdiği yanlış yoldan geri dönmelidir. Çünkü bu yolun sonu büyük bir yıkım getirir. Yapması gereken en önemli şey ise kendini Allah'a teslim etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, ebedi bir pişmanlık yaşayacaktır. Kuran'da inkarcıların pişmanlığı şöyle haber verilir:
O inkar edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak, yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir.
Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve kitabın diğer bölümlerinde detaylı olarak tarif edilen Cenneti, Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise bellidir:
Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek,
Tüm yaşamını O'nu razı edecek davranışlarla geçirmek
Son düzenleyen asla_asla_deme; 15 Mart 2008 15:58
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Mart 2008       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
CEHENNEM MEYDANI VE CEHENNEM AZABI HAKKINDA


Ulu Allah (C.C.) buyuruyor kî:



"Onun (cehennemin) yedi kapisi vardir. Her kapiya sana (yani seytana uyanlardan bir cüz ayrilmistir»
(Hicr Sûre-i Celilesi; 44)

Âyetteki cüz, «zümre, firka» demektir. "Kapi" lardan maksat, üstüste yükselen katlardir.


Ibni Cüreyc (rahimehullâh) der ki: «Cehennem yedi kattir. Isimleri üstten asagiya dogru söyledir: 1) Cehennem. 2) Lezza. 3) Hutame. 4) Sair. 5) Sakar. 6) Cahim. 7) Haviye.»

Ilk kat iman eden günahkârlar için, ikinci kat: yahudiler için, üçüncü kat: hiristiyanlar için, dördüncü kat: yildizlara tapanlar için, besinci kat: atesperestler için, altinci kat: putperestler için, yedinci kat da: münafiklar içindir. Görülüyor ki cehennem bu tabakalarin en üst katidir. Sonra sira ile, digerleri gelmektedir.


Buna göre âyette Ulu Allah (C.C)'in seytana uyanlari yedi kisma ayirip her kismi cehennemin bir katina yerlestirecegi belirtilmek istenmektedir. Sebep de sudur: Küfür ve günahlarin derecesi degisik oldugu için onlari isleyenlerin cehennemdeki durumlari da degisik olmustur.

Bir görüse göre: «Göz, kulak, dil, karin, edep yeri, el ve ayaktan ibaret yedi vücud azasina karsilik cehennem de yedi kat olarak yaratilmistir. Çünkü günahlar bu organlardan çikmaktadir, o yüzden onlarin varacagi yer de yedi katli olarak yaratilmistir.»


Bu konuda Hz. Ali (keremellahu vechehu) der ki: «Cehennem, üstüste yedi kattan meydana gelmistir. Ilk önce birincisi, sonra ikincisi, sonra üçüncüsü sira ile bütün katlar dolar.»

Buhari ve Tirmizî'nin Ibni Ömer'den rivayetine göre Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:

«— Cehennemin yedi kapisi verdir, bunlardan birisi ümmetime karsi kiliç çekenlere mahsustur.»


Taberanî'nin rivayetine göre bir gün Cebrail (A.S.) her zamankinden baska bir saatte Peygamber (S.A.V)'imize gelir. Peygamber (S.A.V)'imiz onu karsilayarak;

«Ya Cebrail, niye senin cehreni solgun görüyorum» drye sorar. Cebrail (A.S): «Eger Allah (C.C) cehennemin körükleri hakkinda sana bilgi vermemi emretmeseydi, gelecek degildim» der.

Peygamber (SAV)'imiz ona: «Yâ Cebrail, bana cehennemi anlat» der. Cebrail (AS) söyle cevap verir: «Allah (C.C), cehennemin bin yil boyunca yakilmasini emretti. Bin yil yakildi, sonunda agardi. Arkasindan bin yil daha yanmasini emretti, sonunda kapkara kesildi. Simdi o kapkaradir, ne kivilcimi isik saçar ve ne de yalazi söner. Seni hak üzere elci olarak gönderen Allah (C.C)'a yemin ederim ki, cehennemde igne deligi kadar bir delik açilsa dagilacak olan yüksek hararetten dolayi yeryüzünün bütün canlilar kavrularak ölürdü.

Seni hak üzere elçi gönderen Allah (C.C)'a yemin ederim ki, cehennem bekçilerinden biri dünya halkina görünse yüzünün çirkinligi ve kokusunun agirligi yüzünden bütün yer yüzü halki ölürdü. Seni hak üzere elci gönderen Allah (C.C)'a yemin ederim ki. Allah (C.C)'in Kur'an'in tanittigi cehennem zincirinin bir halkasi yeryüzü daglarina konsa dag yarilir ve yerin merkezine ininceye kadar durmazdi.

Bunun üzerine Peygamber (SAV)'imiz «Yeter, ya Cebrail! Yoksa kalbim duracak ve ölecegim» der.

Bu sirada Peygamber (S.A.V)'imiz. Cebrail'in agladigini görür. Ona: «Ya Cebrail, Allah (C.C) katinda sahip oldugun mertebeye ragmen sen de agliyorsun» der. Cebrail (A.S) O'na söyle cevap verir: «Niye aglamayayim? Asil benim aglamam lâzim. Cünki belki Allah (C.C)'in bilgisine göre bu günkü mevkiimden baska bir mertebedeyim. Belki meleklerden biri iken Iblisin tâbi tutuldugu imtihanin bir benzerine ben de tâbi tutulurum. Bilmiyorum, belki de Harut ile Marufun baslarina gelenler benim de basima gelir.»

Bunun üzerine ikisi de aglamaya baslarlar, göz yaslari akarken «Ya Cebrail ve ya Muhammed! Ulu Allah her ikinizi âsi olmak tehlikesinden emin kilmistir» diyen gizli bir ses duyarlar.

Sesi duyunca Cebrail (AS) göge yücelir. Peygamber (SAV)'imiz de disarya çikar. Yolda Ensardan gülen, oynayan bir gurup ile karsilasir. Onlara der kî: «cehennem ardinizda iken gülüyor musunuz?! Benim bildiklerimi bilseniz, az güler, cok aglar, girtlaginizdan ne yemek ve ne de su geçmez, yüksek tepelere çikarak yüksek sesle Allah (C.C)'a yakarirdiniz.»

Bu sirada; «Ya Muhammed, kullarimi umutsuzluga düsürme. Ben seni zorluk gösterici olarak degil, müjdeleyici olarak gönderdim» diye bir nida gelir.

Bu nidayi duyunca Peygamber (SAV)'imiz «Dogru olun ve Allah (C.C)'a yaklasin» diye buyurur.


Imami Ahmed´in rivayetine göre Peygamber (SAV)'imiz Cebrail (AS)'e:

«Niye hiç bir zaman Mikâil (AS)'i gülerken görmüyorum?» diye sorar. Cebrail (AS)de O'na: «Mikâil, cehennem yaratilaliberi hiç gülmüs degil» diye cevap verir.



Müslim'in rivayetine göre Peygamberimiz (S.A.S) buyuruyor ki:

«— Kiyamet günü cehennem, her biri yetmis bin melek tarafindan çekilen yetmis bin yedekle getirilir.»

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
19 Mayıs 2008       Mesaj #8
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Son sözü Kelime-i Tevhîd olan kimsenin mükâfatı Cennet'tir .

Bu durumu hadisçiler şöyle yorumlarlar: Lâ ilâhe illallah, Cennet'in anahtarıdır, ancak bu anahtarın dişleri vardır, onlarda ilâhi emirlere bağlı olmak itaat ve ibadet etmektir. Bir de "Lâ ilâhe illallah" demekle, birinin müslümanlığına hükmedilmez, "Muhammedün Rasûlullah" (Muhammed Allah'ın peygamberidir) sözünü de eklemesi gerekir. Hatta İslâm dininden başka bütün dinlerden uzak olması icab eder. Bu inançta olan kimse, ehl-i kebâir (büyük günah işleyen) de olsa, günahı kadar Cehennem'de ceza gördükten sonra Cennet'e girecektir.

Muaz b. Cebel (r.a.)'ın Hz. Peygamber (s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadis meseleyi açıklığa kavuşturur:
"-Hiç bir kimse yoktur ki, kalben tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (s.a.s.)'in, Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna Şehadet etsin de, Allah ona Cehennem'i haram etmiş olmasın (herhalde harâm eder)"
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat inancına göre, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah" diyen ve bunun gereğince iman edip salih amel işleyen her kimse Allah'ın izniyle mutlaka Cennet'e girecektir. Cennetlikler, hastalık, sakatlık, ihtiyarlık, huysuzluk vs. hallerden uzak olarak yaşayacaklardır.

Kaynak: Cennet,Durak PUSMAZ, Şamil İslam Ansiklopedisi
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
peaceful - avatarı
peaceful
Ziyaretçi
19 Ağustos 2008       Mesaj #9
peaceful - avatarı
Ziyaretçi
48b5e20c

fdd2tf

title3 4
Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?
Ne alıkoyar, ne bırakır.
Beşere delicesine susamıştır.
(Müdessir Suresi, 27-29)

Ateş Azabı
Cehennemdeki bu hayatın içinde, en büyük ve temel azap kuşkusuz ateştir. Ateşin cehennemin karakteristik özelliği olması ateşin diğer işkencelere kıyasla insanın benliğini kökünden sarsan yok eden bir unsur olmasından kaynaklanır. İnsan vücudunun en derin noktalarına, Kuran'ın tabiriyle "hücrelerine" kadar işleyen bir azaptır ateş.
İşte cehennem ehli, cehennemde "cayır cayır yanmakta olan" (Mearic Suresi, 15), öfkeli, "alevleri kabardıkça kabaran" (Leyl Suresi, 14), "çılgınca yanan" (Furkan Suresi, 11) bu ateşin içine atılırlar ve çığlık çığlığa yanarlar. Bir ayette şöyle denir:
Kimin tartıları hafif kalırsa. Artık onun da anası (son durağı) "haviye"dir (uçurum). Onun ne olduğunu (mahiyetini) sana bildiren nedir? O, kızgın bir ateştir. (Kaaria Suresi, 8-11)
Ayetlerden anlaşıldığına göre, ateş cehennemin her yerini kaplamıştır. Bu çukurda ateşten korunulan, ateşin erişmediği bir yer yoktur. Kafir diğer fiziksel ve ruhsal işkencelere tabi olurken de hayatının her anında ateşle muhataptır. Ateş, son derece büyüktür. Kuran, onun büyüklüğünü ve şiddetini ifade ederken, ateşin kıvılcımları için "saray" ve "deve sürüleri" benzetmelerini kullanır:
O gün, yalanlayanların vay haline. Kendisini yalanladığınız (azab)a gidin. Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin. Ne gölge altında barındırır, ne (yakıcı) alevden korur. Gerçekten o, sanki her biri saray olan bir kıvılcım saçar. Her biri, sanki sapsarı erkek deve sürüleri gibidir. (Mürselat Suresi, 28-33)
Kafirler ateşten kaçmak, ondan kurtulmak için tüm güçlerini harcarlar. Ama kaçmalarına izin verilmez. O öyle bir ateştir ki, "yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur". (Mearic Suresi, 17) Bir başka ayette ise şöyle denir:
Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
Böyle bir ateşle yananların tahayyül edilemeyecek çığlık ve inlemeleri ortalığı kaplar. Yalnızca bu korkunç çığlık ve inlemeler bile cehennem ehli için özel bir azap kaynağıdır. Orada "kemikleri çatırdatan inlemeler vardır". (Enbiya Suresi, 100) Bir başka ayete belirtilene göre ise, "mutsuz olanlar ateştedirler, onlar için orada (kahırla ve acıyla) nefes alıp vermeler vardır". (Hud Suresi, 106)
Ateş, dayanılmaz bir acıdır. İnsan bir kibrit çöpünün alevine bile parmağını bir saniye tutamaz. Korkunç bir acı duyar. Ancak bu dünyada bu ve benzeri şekillerde hissettiğimiz ateş azabı, cehennemdekinin yanında çok çok zayıftır. Çünkü insan, dünyada uzun süre yanamaz. Eğer yanan bir ateşin içine düşmüşse, 5-10 saniye içinde can verir, ateşin büyük acısını çok kısa bir anda yaşar.
Ancak cehennemdeki durum, çok korkunçtur, çünkü oradaki ateş insanı öldürmez, yalnızca acı çektirir. Cehennem ehli, sonsuza kadar sürecek olan bir ateşin içinde sonsuza kadar yanacaktır. Bu işlemin sonsuza kadar süreceğini bilmenin verdiği dayanılmaz bir çaresizlik, umutsuzluk ve yıkım içindedir.
Azabın bir başka yönü de, özel olarak yüzlerinin yakılmasıdır. İnsanı kibirlendiren, bu kibirle kendisini müstağni görmesini sağlayan vücudunun en önemli yeri yüzüdür. Çünkü yüz kişiye ayrı bir fert olma özelliği kazandırır. "Ben" diye tanımlanan varlığın en belirgin göstergesidir. Güzellik ve çirkinlik kavramlarının en yoğun olarak toplandığı bölgedir. İnsanlar, gazetelerde ya da televizyonda yüzü ileri derece yanmış birisinin görüntüsüne rastladıklarında, şiddetli bir acımayla karışık ürperti hissederler. Ardından benzer bir felakete karşı Allah'tan koruma isterler. Hiç kimse böyle bir felaketi kendisine kondurmak istemez ve zaten kısa sürede bu görüntü unutulur. Ancak inkarcıların gaflette olduğu bir şey vardır ki, o da benzer bir sona hem de akıllarının alamayacağı kadar şiddetlisine adım adım yaklaşmakta olduklarıdır. Cehennemdeki ateş insan vücudunun her noktasına büyük acılar verir. Ama insanın yüzünün yanması en acısıdır. Gözler, kulaklar, burun, dil ve derinin, yani beş duyu kaynağının aynı anda bulunduğu tek ve en önemli bölgedir yüz. İnsan yüze gelecek darbelere karşı çok hassastır, en ufak bir harekete şiddetli bir refleksle cevap verir. Cehennemde ise yüz, ateşte kızartılır, kaynar sularla haşlanır. Acının en yoğun olarak hissedildiği yere en ağır işkenceler yapılır. Ayetlerde, bu azap şöyle tasvir edilir:
Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: "Eyvahlar bize, keşke Allah'a itaat etseydik ve Resule itaat etseydik." (Ahzap Suresi, 66)
Giyimleri katrandandır, yüzlerini ateş bürümektedir. (İbrahim Suresi, 50)
Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (Müminun Suresi, 104)
CEHENNEMİN ODUNLARI, KAYNAR SU VE DAĞLANAN VÜCUTLAR
Kafirlerin cehennem ateşi içinde yanmaları anlatılırken, Kuran'da dikkat çekici bir ifade kullanılır. Buna göre, kafirler yana yana "cehennemin odunu" haline gelmişlerdir. Cehennemde ateşin kavurduğu herhangi bir nesne gibi yanmazlar. Kafirlerin kendileri ateşin özünü, yakıtını oluştururlar. Bu durum bir ayette şöyle bildirilir:
"Zulmedenler, ise onlar da cehennem için odun olmuşlardır". (Cin Suresi, 15)
Odunun kendisi, ateşinin yakacağı herhangi bir cisimden çok daha uzun, çok daha şiddetle, için için yanar. İşte kafirler de, aynı şekilde yalanladıkları bu ateşin odunu olurlar. Ayetler de, bu gerçek şöyle haber verilmiştir:
Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır... (Tahrim Suresi, 6)
Şüphesiz inkar edenler, onların malları da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi, 10)
Gerçekten siz de, Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona varacaksınız. (Enbiya Suresi, 98)
Odun yerine geçen insanların yanında, bir de ateşi yakmak için kullanılan gerçek odunlar vardır. Ancak burada da farklı bir azap yaşanır. Dünyada iken dost, örneğin karı-koca olan inkarcılar, birbirlerinin ateşine odun taşırlar. Kuran'da, Ebu Leheb ve karısından şöyle söz edilir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.
Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.
Alevi olan bir ateşe girecektir. Eşi de; odun hamalı (ve)
Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi, 1-5)
Bu, dünyadaki tüm bağların kopması demektir. Dünyada iken birbirlerini çok sevdiklerini söyleyen ve birlikte Allah'a karşı isyan eden kafirler, cehennemde birbirlerinin ateşini beslerler. Orada tam bir ihanet söz konusudur. Allah'tan başka edinmiş oldukları tüm dostlar, en yakınları, eşleri dahi birer düşman haline gelmişlerdir.
Canlı ve cansız odunlarla bu şekilde yanan ateş, bir de kafirleri "haşlayan" suları kaynatır.
İnsanın en büyük organı vücudunu çepe çevre saran, hissetmesini, zevk almasını sağlayan derisidir. Kalınlığı birkaç milimetreyi geçmez. İnsanın en çok değer verdiği yüzü, elleri, kolları, bacakları ve diğer bütün organları deri tarafından sarmalanmıştır. Ancak deri hassaslığı yüzünden en büyük acı kaynağı olabilir. Derinin en zayıf olduğu nokta ise ateşe ve kaynar sıvılara karşı olan zafiyetidir. Ateş deriyi kavurur yakar, kaynar su ise haşlar. Kaynar su insanın derisini tek bir nokta boşta bırakmaksızın çepeçevre sarar. İncecik deriyi kabartır, deri iltihapla şişer, su toplar ve patlar, böylece dayanılmaz bir azaba neden olur. Dünyadaki fiziksel güzelliği, gücü kuvveti, makamı, şöhreti, hiçbir şeyi insanı kaynar bir suya karşı dayanıklı kılmaz. Kuran'daki ifadeyle, "küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azab vardır". (Enam Suresi, 70) Bir başka ayette de şöyle denir:
Ve eğer o, yalanlayan sapıklardan ise artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır. Ve çılgınca yanan ateşe bir atılma da. Şüphesiz bu, kesin bilgi ifade eden bir gerçektir. (Vakıa Suresi, 92-95)
Bir başka yerde ise, kafirlere yapılacak kaynar su azabı şöyle anlatılır:
Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin.
Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;
(Azabı) tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun.
Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapıldığınız şeydir. (Duhan Suresi, 47-50)
Bunların yanında, ateş azabının bazı farklı çeşitleri vardır. Birisi de, ateşte kızdırılan metallerle cehennem ehlinin vücutlarının dağlanmasıdır. Ancak kendilerini dağlamak için kullanılacak olan bu metaller, dünyada iken Allah'a ortak koştukları mal ve mülkleridir:
... Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)
Son düzenleyen asla_asla_deme; 21 Kasım 2008 16:36
HipHopRocK - avatarı
HipHopRocK
Ziyaretçi
10 Mart 2009       Mesaj #10
HipHopRocK - avatarı
Ziyaretçi
İslam'da Cennet

Cennet, İslam'da, İslam dinine inananların ebedi olarak kalacakları bir ahiret mekanıdır. Cehennemin zıddıdır. İslâm'a göre cennetteki hayat sonsuz olacaktır.
İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da cennet için çeşitli adlar kullanılmıştır, bu adların çoğu cenneti tanımlayıcı niteliktedir: Cennetü'l-Me'vâ, Cennetü Adn , Dâru'l-hulûd, el-Firdevs, Dâru's selâm, Dâru'l-mukâme, Cennâtü'n-naîm ve el-Makâmü'l-emîn. Ayrıca, yine Kur'an'da cenneti tasvir eden çeşitli ayetler bulunmaktadır. Bu ayetlerde sadece cennet değil çoğunlukla cennet hayatı ve cennetlikler yani cennete gidecek, orada kalacak olanlar da tasvir edilir, tanımlanır. Yine Kur'an'a göre cennete gidecekler için Allah'ın rızasını kazanmak cennetteki güzelliklerden çok daha anlamlı ve büyük bir mükafat olacaktır.
İslam dinine göre kafir (inanç esaslarından bir veya daha fazlasını inkar eden), müşrik (Allah'nın birliğine inanmayan) ve münafık (Müslüman gibi görünüp İslam'a inanmayan) kişiler cennete giremez, ebedi olarak cehennemde kalırlar. Müslüman olup günah işleyenlerinse, Allah günahlarını affetmezse, bir süre cehennemde günahlarının cezasını çekecek daha sonra da cennete gireceklerine inanılır.

İslam'da Cehennem


Cehennem; çoğu dinde olduğu gibi [[İslam] dininde de, Ahiretteki azap yeridir. İnsanlar dünyadaki hareketlerine ve inançlarına göre cennete veya cehenneme giderler. İslam inancına göre, kafirler (inanç esaslarından bir veya daha fazlasına inkar eden), müşrikler (İslam inancına göre Allah'ın birliğine karşı çıkanlar) ve münafıklar (İman ediyor gibi görünüp İslam inancına inanmayanlar) ölümden sonra, "derece derece olan cehennemde" belli zaman zarfında kalacak ve azap göreceklerdir. Belirtilen şudur ki, İslam inancına aykırı hareket etmiş Müslüman kimseler de günahları ölçüsünde cehennemde kalacak ve cezalandırılacaktırlar. İslam dinindeki farklı itikat (inanç) mezheplerinin bu konuda farklı fikirleri ve çeşitli ayrışmaları olsa da, İslam'daki genel görüş budur.
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an 'da cehennem için çeşitli isimler kullanılmıştır, bu isimlerin büyük bir kısmı cehennemi tanımlayıcı niteliktedir: Nâr (ateş), Hâviye (düşenlerin çoğunun geri dönemediği uçurum), Saîr (çılgın ateş ve alev), Lezâ (dumansız ve katıksız alev), Sakar (ateş) ve Hutame (obur ve kızgın ateş). Ayrıca, Kur'an'da cehenneme ve azap görenlere dair birçok tanım ve tasvir bulunur.
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an 'a göre Allah müşrikleri (Allah'a ortak koşanları) cehennemde sonsuza kadar tutacaktır. Günah işlemiş ancak imanlı olan kişiler ise İslam inancına göre cehennemde bir müddet kalacaklardır.
Cehennemin efendisi Mâlik'tir


Benzer Konular

20 Temmuz 2014 / Misafir Soru-Cevap
17 Ocak 2013 / nötrino Müslümanlık/İslamiyet
25 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Din/İlahiyat
7 Aralık 2011 / lale gürsoy Soru-Cevap
2 Ekim 2008 / NightDeatH Turizm