Arama

Mimarlık hakkında bilgi verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 7 Temmuz 2015 Gösterim: 46.926 Cevap: 26
arZhN - avatarı
arZhN
Ziyaretçi
7 Mayıs 2009       Mesaj #1
arZhN - avatarı
Ziyaretçi
Mimarlık zor mu? nerelerde çalışıyorlar?... ama iç mimarlık tabi... en çok hangi derslerin öne çıktığı bir meslek bu? hangi üniversiteyi önerebilirsiniz? yeteneğim tasarım üzerine fazla yani grafiti , yaratıcılık gibi tasarımla ilgili birşey mi seçicem hangi bölümü önerirsiniz tm alanında okuyorum ... cevaplarsanız sevinirim .. teşekkürler Msn Grin
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Mimarlık mekan tasarlama işidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekan ihtiyacı duyar ve bu mekanı kendine özgü kültürel, fonksiyonel ve farklı zevklerde yaratır.

Sponsorlu Bağlantılar
Mimarlık evrensel bir meslektir. İnsanlık tarihinin her döneminde önemli olmuştur. Dini yapıların tanrıya ulaşma arzusundan, iktidarı simgeleyen saraylara ya da bir kentin dokusunu oluşturan basit konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekanı tasarlar.

Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

MÖ 1. yy.'da yaşamiş olan Roma'lı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans' ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık,süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula ( kullanılışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L.Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."

Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.

Son elli yıldır mimarlık mesleği konusunda “Çizim yapma sanatı” gibi bir yanlış kanaat oluşmuş , mimarlık sanatına yardımcı olan ancak çalışma alanı , tüm yapılarda kullanılan elemanların malzeme, mukavemet, statik ve dinamik durumlarını ve ekonomisini inceleyen bilim dalı olan inşaat mühendisliği ile mimarlık kavramları birbirine karışmıştır.

Mimarlık sanatının kültürel yanını gözardı eden bu anlayış sonucunda , yüzyıllardır ülkemizin kimliği ile bütünleşen ve kültürümüzün ve değerlerimizin en kalıcı kanıtı olan mimarlık , kimliğini kaybetmiş, kültürel kimlik sorusu ile bir hesabı bulunmayan egemen yapı kültürü kentlerin görünür kimliğine damgasını vurmuştur.

Oysa Mimarlık ülkelerin kartvizitine yazdığı değerlerin en önemlilerinden biri belki de en önemlisidir.

Mimarlık okullarından mezun olanların, mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir.

Çalışma alanları
* Kamu Kurumları'nda (devlet memuru olarak )
* Tasarımcı olarak,
* Yapı denetimi amacı ile, o Yasa ve yönetmeliklerin hazırlanmasında,
* Özel Sektör'de
* Serbest çalışan mimarların bürolarında tasarımcı ve/veya uygulamacı olarak,
* Şirketler, Bankalar vb. kuruluşlarda sürekli görevli mimar olarak,
* Şantiyelerde görev alarak,
* Yapı Sektörü'ne ilişkin malzemelerin tasarımında, üretim sürecinde, pazarlamasında ve satış noktalarında,
* Sergi vb. organizasyonların hazırlanmasında,
*Mimarlık ve ilgili alanlarda dergi yayıncılığında,
* Serbest mimar olarak
* Akademisyen olarak
MİMARLIK:



emektir.................
sevgidir...................
dokunmaktır...............
koklamaktır......................
bakmaktır........................
bakarken görebilmektir.....................
gördüğünü algılamaktır......................
hissetmektir........................
bazen sabahlara kadar uykusuz kalmaktır................
bazen de sabahlara kadar eğlenmek.....................
bazen güzel bi müzik dinlemek....................
bazen güzel bi tabloya bakmaktır....................
bazen doyasıya gülmek.................................
bazen de ağlamaktır................................................................. ...................
..............................................

bunlar sadece benim şimdilik aklıma gelebilen kısmı.........ama bildiğim ,
iyi bildiğim bir şey var ki mimarlık yaşamın her alanından küçük parçaçıklarla yapılmış bir puzzle gibidir..............yaşama ve insana dair herşeyin bir sentezidir............


(E.S.)

Tezhip, (yaldız ya da renkli boyalarla süsleme sanatı.) çini mürekkebi, çömlekçilik... Bunlar, özellikle 1000 yıllarından başlayarak Avrupa topraklarında yükselen büyük dinsel eserlerin yanında küçük kalan sanatlardır.

"Katedral"in ortaçağın tipik bir anıtı olması, Kilise'nin güçlülüğünden ve halkları -içtenlikle olsun olmasın- 'iman'a zorlanmasından ileri geliyordu. Bunun sonucu olarak da herkes katedrallerin yapımına katılmaktaydı: Kimi para yardımı yapıyor, kimi taş çıkarma ya da taşıma gibi angaryalar yükleniyor, kimi sanatıyla katkıda bulunuyor, zanaatçıları evinde barındırıyor ya da vitraylar armağan ediyordu. O dönemdeki tekniğin ilkelliği sonucu her çeşit iş insan gücüyle başarılacağından, bir Nötre Dame, bir Chartres, bir Reims katedralinin ne kadar zamanda bitebileceği düşünülebilir. Gerçekten de yapımı yüz yıl sürenlerin sayısı az değildir.

Ortaçağın başlangıcında kiliseler antik bazilika'ları (ticaret ve sosyal olaylar için toplanma yeri olarak yapılmış, çatısı dikdörtgen biçiminde sütunlu salonlardan meydana gelmiş Roma yapısı.) örnek tutan dikdörtgen bir nef'ten (kiliselerde kubbe altı bölümü, şahın.) yapılmıştı. Buna, zamanla 'transept' (bir kilisenin esas yapısına dik inşa edilmiş, yapıya haç şekli veren yan bölümler.), yan netler, bitişik küçük kiliseler, çan kuleleri de eklenmişti. Bu büyüme ortaya çetin bir sorun çıkarıyordu: Damın örtülmesi... Kilise yalnız bir nef'ten oluşmuşken, kirişlere dayanan bir dam inşa etmekle iş çözümleniyordu, ama yapının gelişmesiyle bu yöntem yetersiz kaldı; çünkü putreller belli bir ölçüden uzun yapılınca sağlamlığından kaybediyordu. Ayrıca, bütün bu tahta parçalar, her an yangın tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Bu yüzden, XI. yüzyılın başından beri adi damın yerine taş tonozlar kullanılmaya başlandı. Bu tonozun iç eğmeci, eksene göre kesilmiş silindir şeklindeydi ve iki yanı da nef'in iki duvarına dayanıyordu. Yapının tonoz anahtarı üzerine dayanarak kendiliğinden durabilmesi için, taşları belli biçimlerde kesmek gerekiyordu. Böyle olunca da, duvarlara aşırı ağırlık yüklenmekteydi. Gerçekten de, bu ağırlık duvarların birbirlerini itme tehlikesi yaratıyordu; yani, duvarlar bu itişe karşı gelebilecek kadar ağır, alçak ve tek parçalı olmalıydı. Bu yapım şekli, yeterli büyüklükte pencereler açılmasına elverişli olmayan hantal ve karanlık "Roman" stili kiliseleri meydana getirdi.

Ama aynı dönemde (1100 yıllarında) birbirlerinden çok uzak yerlerde (sözgelişi, Durham-İngiltere, Moissac-Fransa) yepyeni bir yapı sanatı yayılmaya başladı. Dörtgen şeklinde yerleştirilmiş dört sütuna, bu dörtgenin köşegenlerine doğru uzanan ve tonoz anahtarında kırılan dört kemer inşa edilerek meydana getirilen çatı iskeletine, her büyüklükte damı oturtmak imkânı vardı. Burada da çatı, duvarlara büyük bir ağırlık yüklemekte ve bunların birbirini itmesine yol açan bir güç yaratmaktaydı Fakat bu sakınca iki gücün dikey biçimde inişini sağlayacak biçimde yerleştirilmiş payanda (eğik olarak vurulan destek.) kemerlerinin ağırlıklarıyla rahatça dengelenebilmekteydi. Artık 1100-1500 yılları arasında mimarlığa hâkim olacak "Gotik" sanat doğmuştu.

Fransa'da, ortaçağ mimarlığının en eski Roman stilinden en gösterişti Gotik'e kadar geçirdiği aşamaları izleyebileceğimiz bir örnek yapı bulunmaktadır: Saint Michel dağındaki manastır (X. yüzyıl)... Bir yeraltı mezarlığı olarak yapılan bu binanın üstüne, 1017-1144 yılları arasında Roman stili bir kilise inşa edilmişti. Bu kilisenin 1421'de yıkılan koro yeri, 1450-1521 yılları arasında Gotik biçiminde inşa edilmişti. En dikkatsiz bir ziyaretçi bite, hemen göze çarpan bu uyuşmazlığın önünde biraz duraksamadan edemez: O hantal, karanlık nef ve bu zarif aydınlık koro botumu...

Bu göz kamaştırıcı yapıyı ya da 48 metrelik koro bölümüyle Beauvais katedralini hatta ünlü Ulm katedralini görmek, mimarların cüreti ve teknik bilgileri üzerine yeterli bir kanı verir. Bu ustaların eline yeterli insan gücü ve malzeme vermekle iş bitmiyordu; her şeyden önce yapı tekniğinin sorunlarını çözümlemek gerekiyordu. Bu sorunların inanılmaz karmaşıklığını bir an gözümüzün önüne getirelim: Duvarlara verilecek kalınlığın belirlenmesi, pencerelerin 'azami' büyüklüğü, payanda kemerlerinin yeri, tonozların yönü, taşların biçimi ve ayrıca bir yığın geometri, statik ve stereotomi (taşların kesilmesini ve yontulmasını konu alan bilim dalı.) sorunları, malzemelerin sağlamlığı ve direnci... İnşa ettikleri yapılardaki sütunların inceliği, bu sorunları Romalılar gibi kaba bir 'yaklaşık hesap'la değil, bilimsel bir biçimde çözümlemiş olduklarını göstermektedir.

Öyle ki mimarların yeterli ve kesin matematik, fizik bilgileri bulunduğunu ileri sürmesek bile, etkili deneysel yöntemler uyguladıkları kesindir.



fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
7 Mayıs 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Mimarlık mekan tasarlama işidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekan ihtiyacı duyar ve bu mekanı kendine özgü kültürel, fonksiyonel ve farklı zevklerde yaratır.

Sponsorlu Bağlantılar
Mimarlık evrensel bir meslektir. İnsanlık tarihinin her döneminde önemli olmuştur. Dini yapıların tanrıya ulaşma arzusundan, iktidarı simgeleyen saraylara ya da bir kentin dokusunu oluşturan basit konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekanı tasarlar.

Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

MÖ 1. yy.'da yaşamiş olan Roma'lı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans' ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık,süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19.yy'da İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula ( kullanılışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L.Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır."

Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.

Son elli yıldır mimarlık mesleği konusunda “Çizim yapma sanatı” gibi bir yanlış kanaat oluşmuş , mimarlık sanatına yardımcı olan ancak çalışma alanı , tüm yapılarda kullanılan elemanların malzeme, mukavemet, statik ve dinamik durumlarını ve ekonomisini inceleyen bilim dalı olan inşaat mühendisliği ile mimarlık kavramları birbirine karışmıştır.

Mimarlık sanatının kültürel yanını gözardı eden bu anlayış sonucunda , yüzyıllardır ülkemizin kimliği ile bütünleşen ve kültürümüzün ve değerlerimizin en kalıcı kanıtı olan mimarlık , kimliğini kaybetmiş, kültürel kimlik sorusu ile bir hesabı bulunmayan egemen yapı kültürü kentlerin görünür kimliğine damgasını vurmuştur.

Oysa Mimarlık ülkelerin kartvizitine yazdığı değerlerin en önemlilerinden biri belki de en önemlisidir.

Mimarlık okullarından mezun olanların, mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir.

Çalışma alanları
* Kamu Kurumları'nda (devlet memuru olarak )
* Tasarımcı olarak,
* Yapı denetimi amacı ile, o Yasa ve yönetmeliklerin hazırlanmasında,
* Özel Sektör'de
* Serbest çalışan mimarların bürolarında tasarımcı ve/veya uygulamacı olarak,
* Şirketler, Bankalar vb. kuruluşlarda sürekli görevli mimar olarak,
* Şantiyelerde görev alarak,
* Yapı Sektörü'ne ilişkin malzemelerin tasarımında, üretim sürecinde, pazarlamasında ve satış noktalarında,
* Sergi vb. organizasyonların hazırlanmasında,
*Mimarlık ve ilgili alanlarda dergi yayıncılığında,
* Serbest mimar olarak
* Akademisyen olarak
MİMARLIK:



emektir.................
sevgidir...................
dokunmaktır...............
koklamaktır......................
bakmaktır........................
bakarken görebilmektir.....................
gördüğünü algılamaktır......................
hissetmektir........................
bazen sabahlara kadar uykusuz kalmaktır................
bazen de sabahlara kadar eğlenmek.....................
bazen güzel bi müzik dinlemek....................
bazen güzel bi tabloya bakmaktır....................
bazen doyasıya gülmek.................................
bazen de ağlamaktır................................................................. ...................
..............................................

bunlar sadece benim şimdilik aklıma gelebilen kısmı.........ama bildiğim ,
iyi bildiğim bir şey var ki mimarlık yaşamın her alanından küçük parçaçıklarla yapılmış bir puzzle gibidir..............yaşama ve insana dair herşeyin bir sentezidir............


(E.S.)

Tezhip, (yaldız ya da renkli boyalarla süsleme sanatı.) çini mürekkebi, çömlekçilik... Bunlar, özellikle 1000 yıllarından başlayarak Avrupa topraklarında yükselen büyük dinsel eserlerin yanında küçük kalan sanatlardır.

"Katedral"in ortaçağın tipik bir anıtı olması, Kilise'nin güçlülüğünden ve halkları -içtenlikle olsun olmasın- 'iman'a zorlanmasından ileri geliyordu. Bunun sonucu olarak da herkes katedrallerin yapımına katılmaktaydı: Kimi para yardımı yapıyor, kimi taş çıkarma ya da taşıma gibi angaryalar yükleniyor, kimi sanatıyla katkıda bulunuyor, zanaatçıları evinde barındırıyor ya da vitraylar armağan ediyordu. O dönemdeki tekniğin ilkelliği sonucu her çeşit iş insan gücüyle başarılacağından, bir Nötre Dame, bir Chartres, bir Reims katedralinin ne kadar zamanda bitebileceği düşünülebilir. Gerçekten de yapımı yüz yıl sürenlerin sayısı az değildir.

Ortaçağın başlangıcında kiliseler antik bazilika'ları (ticaret ve sosyal olaylar için toplanma yeri olarak yapılmış, çatısı dikdörtgen biçiminde sütunlu salonlardan meydana gelmiş Roma yapısı.) örnek tutan dikdörtgen bir nef'ten (kiliselerde kubbe altı bölümü, şahın.) yapılmıştı. Buna, zamanla 'transept' (bir kilisenin esas yapısına dik inşa edilmiş, yapıya haç şekli veren yan bölümler.), yan netler, bitişik küçük kiliseler, çan kuleleri de eklenmişti. Bu büyüme ortaya çetin bir sorun çıkarıyordu: Damın örtülmesi... Kilise yalnız bir nef'ten oluşmuşken, kirişlere dayanan bir dam inşa etmekle iş çözümleniyordu, ama yapının gelişmesiyle bu yöntem yetersiz kaldı; çünkü putreller belli bir ölçüden uzun yapılınca sağlamlığından kaybediyordu. Ayrıca, bütün bu tahta parçalar, her an yangın tehlikesiyle karşı karşıyaydı.

Bu yüzden, XI. yüzyılın başından beri adi damın yerine taş tonozlar kullanılmaya başlandı. Bu tonozun iç eğmeci, eksene göre kesilmiş silindir şeklindeydi ve iki yanı da nef'in iki duvarına dayanıyordu. Yapının tonoz anahtarı üzerine dayanarak kendiliğinden durabilmesi için, taşları belli biçimlerde kesmek gerekiyordu. Böyle olunca da, duvarlara aşırı ağırlık yüklenmekteydi. Gerçekten de, bu ağırlık duvarların birbirlerini itme tehlikesi yaratıyordu; yani, duvarlar bu itişe karşı gelebilecek kadar ağır, alçak ve tek parçalı olmalıydı. Bu yapım şekli, yeterli büyüklükte pencereler açılmasına elverişli olmayan hantal ve karanlık "Roman" stili kiliseleri meydana getirdi.

Ama aynı dönemde (1100 yıllarında) birbirlerinden çok uzak yerlerde (sözgelişi, Durham-İngiltere, Moissac-Fransa) yepyeni bir yapı sanatı yayılmaya başladı. Dörtgen şeklinde yerleştirilmiş dört sütuna, bu dörtgenin köşegenlerine doğru uzanan ve tonoz anahtarında kırılan dört kemer inşa edilerek meydana getirilen çatı iskeletine, her büyüklükte damı oturtmak imkânı vardı. Burada da çatı, duvarlara büyük bir ağırlık yüklemekte ve bunların birbirini itmesine yol açan bir güç yaratmaktaydı Fakat bu sakınca iki gücün dikey biçimde inişini sağlayacak biçimde yerleştirilmiş payanda (eğik olarak vurulan destek.) kemerlerinin ağırlıklarıyla rahatça dengelenebilmekteydi. Artık 1100-1500 yılları arasında mimarlığa hâkim olacak "Gotik" sanat doğmuştu.

Fransa'da, ortaçağ mimarlığının en eski Roman stilinden en gösterişti Gotik'e kadar geçirdiği aşamaları izleyebileceğimiz bir örnek yapı bulunmaktadır: Saint Michel dağındaki manastır (X. yüzyıl)... Bir yeraltı mezarlığı olarak yapılan bu binanın üstüne, 1017-1144 yılları arasında Roman stili bir kilise inşa edilmişti. Bu kilisenin 1421'de yıkılan koro yeri, 1450-1521 yılları arasında Gotik biçiminde inşa edilmişti. En dikkatsiz bir ziyaretçi bite, hemen göze çarpan bu uyuşmazlığın önünde biraz duraksamadan edemez: O hantal, karanlık nef ve bu zarif aydınlık koro botumu...

Bu göz kamaştırıcı yapıyı ya da 48 metrelik koro bölümüyle Beauvais katedralini hatta ünlü Ulm katedralini görmek, mimarların cüreti ve teknik bilgileri üzerine yeterli bir kanı verir. Bu ustaların eline yeterli insan gücü ve malzeme vermekle iş bitmiyordu; her şeyden önce yapı tekniğinin sorunlarını çözümlemek gerekiyordu. Bu sorunların inanılmaz karmaşıklığını bir an gözümüzün önüne getirelim: Duvarlara verilecek kalınlığın belirlenmesi, pencerelerin 'azami' büyüklüğü, payanda kemerlerinin yeri, tonozların yönü, taşların biçimi ve ayrıca bir yığın geometri, statik ve stereotomi (taşların kesilmesini ve yontulmasını konu alan bilim dalı.) sorunları, malzemelerin sağlamlığı ve direnci... İnşa ettikleri yapılardaki sütunların inceliği, bu sorunları Romalılar gibi kaba bir 'yaklaşık hesap'la değil, bilimsel bir biçimde çözümlemiş olduklarını göstermektedir.

Öyle ki mimarların yeterli ve kesin matematik, fizik bilgileri bulunduğunu ileri sürmesek bile, etkili deneysel yöntemler uyguladıkları kesindir.



Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
8 Mayıs 2009       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mimarlık, insan yaşamının içinde geçeceği mekan/mekanları oluşturmak/üretmek amacı ile, yapı/yapı gruplarını kapsayan fizik çevreyi tasarlamak uğraşına verilen isim. Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, endüstrileşmiş ülkeler dahil tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.
Çalışma alanları

Mimarlık okullarından mezun olanların, mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir. Temelde çalışma alanları şöyle özetlenebilir: A.Kamu Kurumları'nda (devlet memuru olarak ) -Tasarımcı olarak, -Yapı denetimi amacı ile, -Yasa ve yönetmeliklerin hazırlanmasında, B.Özel Sektör'de -Serbest çalışan mimarların bürolarında tasarımcı ve/veya uygulamacı olarak, -Şirketler, Bankalar vb. kuruluşlarda sürekli görevli mimar olarak, -Şantiyelerde görev alarak, -Yapı Sektörü'ne ilişkin malzemelerin tasarımında, üretim sürecinde, pazarlamasında ve satış noktalarında, -Sergi vb. organizasyonların hazırlanmasında, -Mimarlık ve ilgili alanlarda dergi yayıncılığında, C.Serbest mimar olarak D. Akademisyen olarak

İnşâ sanatı. Mîmarlıktan maksat, ortaya konan eserde güzellik, sağlamlık ve kullanışlılığı birleştirmektir. Bu unsurlarsa, kültür, iklim ve teknik imkânlara bağlı olduğundan mîmârlık sanatı da devirden devire, milletten millete ve iklimden iklime büyük değişiklikler göstermektedir.

Ilıman iklimin hüküm sürdüğü memleketlerde binâlar, güneş ışığını en fazla alacak tarzda inşâ edilir. Yağışlar daha çok yağmur şeklinde olduğundan çatı eğimleri azdır. Ekvatora daha yakın sıcak iklim bölgelerinde ise, güneş ışığından sakınılır. Pencereler az sayıda ve ufaktır. Avluların üzeri kapatılmıştır. Kar yağışının fazla olduğu ve uzun zaman erimeden kaldığı, kuzey memleketlerinde, çatılar çok eğimli yapılır. Böylece çatı üzerindeki kar miktarı en aşağı seviyede tutulmuş olur.

Başlıca inşâat malzemesi taş, tuğla, ahşap, mermer, mâden, kireç ve çimentodur. Her malzemenin fizikî özellikleri başka başkadır. Bu yüzden kullanılan malzemenin cinsine göre, inşâatın şekli ve tatbik edilen usüller de değişiklik gösterir. Çeşitli taş cinsleri, her devirde yaygın olarak kullanılan bir inşâat malzemesidir. En iyi şekil verilebilen taş, kalker (kireç taşı)dir. Mermer de bir kalker türüdür. Granit, çok kullanılan bir başka taş cinsidir. İnşâat malzemesi olarak taş, yüksek basma (sıkıştırma) mukâvemetine karşılık nisbeten düşük eğme mukâvemetine sahiptir. Bu sebeple taş binâlarda kirişler kısa tutulur. Sık ve kalın sütunlara ihtiyaç vardır. Yine eskiden beri yaygın olarak kullanılan ahşap malzemeyse, lifli yapısı sebebiyle yüksek bir eğme mukâvemeti gösterir.

Böylece uzun krişli, ince sütunlu binâlar inşâ etmek mümkün olmaktadır. Gâyet sıhhî olan ahşap malzemenin tek mahzûru çabucak yanmasıdır. Fakat buna karşı da çeşitli tedbirler geliştirilmiştir. ABD ve Kuzey Avrupa’da evler hâlâ ahşap olarak yapılmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda, betonun yüksek basma (sıkıştırma), çeliğin ise yüksek eğme mukâvemetinden istifâde etmek için, betonarme inşâ tarzı geliştirildi. Böylece hem geniş, hem de çok yüksek binâlar yapma imkânı ortaya çıktı. Beton içine inşâat demiri yerleştirilerek tatbik edilen betonarme inşâ tarzı, bugün bütün dünyâda yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Kil ve çamurun fırında pişirilmesiyle îmâl edilen ve taş kadar sağlam olmamasına rağmen işlemesi kolay olan tuğlanın ilk defâ M.Ö. 6000 yıllarında Mezopotamya’da kullanıldığı bilinmektedir.

Mîmârî bir eserde tertip tarzı, büyüklük, ölçülerin birbirine nisbeti ve uygunluğu gibi unsurlar sâyesinde güzellik sağlanmaya çalışılır. Bu maksatla eserlerin ölçülerinde nisbetlerini esas alan matematikle ilgili formüller kullanılır. Mîmârlıkta göz önüne alınması gereken bir husus da kullanışlılıktır. Yâni, yapılan eser kullanma gâyesine uygun olmalı, binâ içinde sirkülasyon (hava akışı) ve akustik (ses yayılma) özellikleri iyi bir şekilde sağlanmalı, çeşitli ihtiyaçlar, imkânlar nisbetinde karşılanmalıdır.

Mîmarlık, ihtisas sâhalarına göre birkaç şûbeye ayrılır:

1. Dînî mîmarlık (Câmi, mescit, kilise mîmarlığı).

2. Askerî mîmarlık.

3. Sivil mîmarlık (Mesken, sınâî, ticârî içtimâî ve siyâsî mîmarlık).

4. Bahçe mîmarlığı (Bahçe tanzimi).

5. Şehir mîmarlığı (Şehir îmâr plânlarının hazırlanması, cadde, sokak ve meydanların tanzimi ile uğraşan mîmarlık şûbesi).

Mîmarlık târihi, insanlık târihiyle başlar. Yeryüzünde ilk mîmârî eser Kâbe’dir. Kâbe’yi ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâm yapmıştır. Oğlu Şit aleyhisselâm Kâbe’yi ikinci defâ taştan inşâ etmiştir. Nûh Tufanından sonra, hazret-i İbrâhim ve oğlu hazret-i İsmâil birlikte yeniden îmâr ettiler.

Eski Mısır’da mîmarlık: Nil Nehrinin çamurunu güneş ışığında kurutarak elde ettikleri tuğlalarla evlerini yapan eski Mısırlılar dinleri îcâbı, en büyük önemi mâbetlerle mezarlara vermişlerdir. Firavunları mumyalayıp içerisinde muhâfaza ettikleri dev piramitler o devrin sembolü olmuştur. Bu piramitlerin inşâsı için büyük iş gücü gerekmiştir. Aynı şey mâbetleri için de söylenebilir. Eski Mısırlıların mâbetlerinde, kapalı bir avludan geniş bir salona girilir. Bu geniş sâhada o kadar çok sütun vardır ki geriye pek az boşluk kalmıştır. Çok az yağmur yağan Mısır’da bu sütunların üzeri de taştan düz bir çatı ile gereksiz yere örtülmüş, içeriye güneş ışığının gelmesi önlenmiştir.

Mezopotamya’da mîmarlık: Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı Mezopotamya’da çamurun kurutulmasıyla îmâl edilen kerpiç veya tuğla, başlıca inşâat malzemesidir. Bâbil ve Sümerlerde kemerli inşâ tarzı gelişmiştir. Âsurluların ise sarayları meşhurdur. Tek katlı olan bu saraylarda odaların çoğunu dar koridorlar teşkil eder. Âsurlular, şehirlerin etrâfını da surlarla çevirmişlerdir. Mezopotamya’nın bu eski şehirleri, zamanla toprak altında kalmıştır.

Yunan ve Roma mîmarlığı: Mısır ve Mezopotamya mîmârisinin tesiri eski Yunan’da da görülür. Kereste, çamur ve taşın yanısıra mermer de inşâat malzemesi olarak kullanıldı. Mısır’daki düz çatıların yerine az eğimli çatılar yapıldı. Yunan tapınaklarında topluca ibâdet edilecek geniş kısımlar yoktur. Tek kişilik küçük hücrelerin yer aldığı bu tapınakların dış kısmında yer alan üstü kapalı avlularda tanrılarına kurban keserlerdi. Eğlenceyi çok seven Yunanlılar birçok açık hava tiyatrosu yapmışlardır. Bu tiyatrolarda dâireye benzer şekildeki sahnenin etrâfında merdiven basamağı gibi kat kat oturma yerleri çepeçevre inşâ edilmiştir.

Romalılar ise, geniş memleketlere hâkim olduklarından büyük şehirler kurdular. Bu şehirlere kemerler üzerinden su getirdiler. Roma’nın hamamları da meşhurdur. Bu hamamların zemin ve duvarları mermerle kaplanmıştır. Romalılar bunlardan başka gladyatörlerin mücâdelesini seyredip eğlenmek için, Yunanlıların tiyatrolarına benzer yapılar inşâ etmişlerdir. Bütün bu inşâatlarda mahallî malzemelerin yanısıra deniz ve karayolları ile uzak memleketlerden de çeşitli malzemeler getirip kullanmışlardır.

İlk Müslümanlarda mîmârlık: İslâmiyetin gelmesiyle büyük bir medeniyet kuran Araplar, her sâhada olduğu gibi mîmârlıkta da eşsiz eserler verdiler. Dünyâca tanınmış düşünürlerden Hrischfeld; “Hiçbir millet, Arapların İslâmiyeti kabul etmeleriyle medeniyete girmesi derecesinde hızla uygarlaşmamıştır.” demektedir. Müslümanlar, kısa zamanda Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan, üç kıta üzerine yayılmış geniş toprakları, bu yeni kültürün eserleriyle süsleyip damgalarını vurdular. Bu eserlerini meydana getirirken, o güne kadar çeşitli milletler tarafından kullanılan mîmârî usûllerini en iyi şekilde tatbik ettikleri gibi, daha evvel görülmemiş birçok yeni teknikler geliştirip dünyâya tanıttılar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Kasım 2009       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mereba...ben eşit ağırlık okuyorum.puanım sayısala yetmedi.ama ilerde üniversitede eşitağırlıktan mimar olabilirmiyim.yardım ederseniz sevinirim...
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Ocak 2010       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
mimarlara sesleniyorumm bana yardım edinn lütfen bu msjı okuyun bn bu mesleği okumayı düşünüorum ama bu meslekte iş yok diolar bu ne kadar dogruu yardım edinn da lütfen
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Ocak 2010       Mesaj #7
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

mimarlara sesleniyorumm bana yardım edinn lütfen bu msjı okuyun bn bu mesleği okumayı düşünüorum ama bu meslekte iş yok diolar bu ne kadar dogruu yardım edinn da lütfen

İnsanlar kim olurlarsa olsunlar bir mekanda yaşarlar, bir mekana bağlı çalışırlar, eğlenmelerini, ibadetlerini, eğitimlerini ve sosyal yaşamdaki pek çok işlemi mekanlarda geçirirler. Bu mekanların eğitimli eller ve beyinler tarafından tasarlanıp imal edilmesi gerekir. Dünya var oldukça, insanlar normal yaşamlarını sürdürdükçe mekan planlamak için mimarlara ihtiyaç vardır. Ne yazık ki eğitimsiz kişiler de "dekorasyon vb" adlarla planlama yapmaya çalışıyor ve bazı çevreler projeye para vermek istemedikleri için onları tercih edebiliyor. Ama inanın bana medeniyet ilerledikçe daha özenli yaşam koşulları için her zaman mimara ihtiyaç vardır. Mimarların iş bulma anlamında fazla sorunu yok, tam olarak istediklerini ve hakettikleri koşulları bulamasalar da bildiğim kadarıyla çalışma alanımız çok geniştir. İç mimarlar için durum biraz daha farklı, imza yetkileri henüz olmadığı için eğitimsiz kişilerle aynı piyasada çalışmak gibi bir zorluk içindeler. Zaman içinde insanlar bilinçlendikçe ve iç mimarlar da imza yetkisine sahip olurlarsa, bu sorun ortadan kalkacaktır.

Eğer ilginizi çekiyorsa, kendinize güveniyorsanız mimar olun. Bilim ve sanatın bir arada olduğu, tasarımın kurallarla yapıldığı bir meslektir mimarlık.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Mart 2010       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mimarlık, insan yaşamının içinde geçeceği mekan/mekanları oluşturmak/üretmek amacı ile, yapı/yapı gruplarını kapsayan fizik çevreyi tasarlamak uğraşına verilen isim. Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

Dünyanın en eski mesleği olarak kabul edilen mimarlık yapı sektörünün de ayrılmaz bir parçasıdır. Yapı sektörü ise, endüstrileşmiş ülkeler dahil tüm dünya ülkelerinde en büyük sektör olup, diğer sektörlerin de itici gücü olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, mimarlık, geçmişin birikimleri ile geleceği hazırlayacak, gelecekte yaşanacak kaliteli yaşam çevrelerini oluşturacak, vizyon sahibi bireylerin mesleğidir.
Çalışma alanları

Mimarlık okullarından mezun olanların, mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir. Temelde çalışma alanları şöyle özetlenebilir: A.Kamu Kurumları'nda (devlet memuru olarak ) -Tasarımcı olarak, -Yapı denetimi amacı ile, -Yasa ve yönetmeliklerin hazırlanmasında, B.Özel Sektör'de -Serbest çalışan mimarların bürolarında tasarımcı ve/veya uygulamacı olarak, -Şirketler, Bankalar vb. kuruluşlarda sürekli görevli mimar olarak, -Şantiyelerde görev alarak, -Yapı Sektörü'ne ilişkin malzemelerin tasarımında, üretim sürecinde, pazarlamasında ve satış noktalarında, -Sergi vb. organizasyonların hazırlanmasında, -Mimarlık ve ilgili alanlarda dergi yayıncılığında, C.Serbest mimar olarak D. Akademisyen olarak

İnşâ sanatı. Mîmarlıktan maksat, ortaya konan eserde güzellik, sağlamlık ve kullanışlılığı birleştirmektir. Bu unsurlarsa, kültür, iklim ve teknik imkânlara bağlı olduğundan mîmârlık sanatı da devirden devire, milletten millete ve iklimden iklime büyük değişiklikler göstermektedir.

Ilıman iklimin hüküm sürdüğü memleketlerde binâlar, güneş ışığını en fazla alacak tarzda inşâ edilir. Yağışlar daha çok yağmur şeklinde olduğundan çatı eğimleri azdır. Ekvatora daha yakın sıcak iklim bölgelerinde ise, güneş ışığından sakınılır. Pencereler az sayıda ve ufaktır. Avluların üzeri kapatılmıştır. Kar yağışının fazla olduğu ve uzun zaman erimeden kaldığı, kuzey memleketlerinde, çatılar çok eğimli yapılır. Böylece çatı üzerindeki kar miktarı en aşağı seviyede tutulmuş olur.

Başlıca inşâat malzemesi taş, tuğla, ahşap, mermer, mâden, kireç ve çimentodur. Her malzemenin fizikî özellikleri başka başkadır. Bu yüzden kullanılan malzemenin cinsine göre, inşâatın şekli ve tatbik edilen usüller de değişiklik gösterir. Çeşitli taş cinsleri, her devirde yaygın olarak kullanılan bir inşâat malzemesidir. En iyi şekil verilebilen taş, kalker (kireç taşı)dir. Mermer de bir kalker türüdür. Granit, çok kullanılan bir başka taş cinsidir. İnşâat malzemesi olarak taş, yüksek basma (sıkıştırma) mukâvemetine karşılık nisbeten düşük eğme mukâvemetine sahiptir. Bu sebeple taş binâlarda kirişler kısa tutulur. Sık ve kalın sütunlara ihtiyaç vardır. Yine eskiden beri yaygın olarak kullanılan ahşap malzemeyse, lifli yapısı sebebiyle yüksek bir eğme mukâvemeti gösterir.

Böylece uzun krişli, ince sütunlu binâlar inşâ etmek mümkün olmaktadır. Gâyet sıhhî olan ahşap malzemenin tek mahzûru çabucak yanmasıdır. Fakat buna karşı da çeşitli tedbirler geliştirilmiştir. ABD ve Kuzey Avrupa’da evler hâlâ ahşap olarak yapılmaktadır.

On dokuzuncu yüzyılda, betonun yüksek basma (sıkıştırma), çeliğin ise yüksek eğme mukâvemetinden istifâde etmek için, betonarme inşâ tarzı geliştirildi. Böylece hem geniş, hem de çok yüksek binâlar yapma imkânı ortaya çıktı. Beton içine inşâat demiri yerleştirilerek tatbik edilen betonarme inşâ tarzı, bugün bütün dünyâda yaygın şekilde kullanılmaktadır.

Kil ve çamurun fırında pişirilmesiyle îmâl edilen ve taş kadar sağlam olmamasına rağmen işlemesi kolay olan tuğlanın ilk defâ M.Ö. 6000 yıllarında Mezopotamya’da kullanıldığı bilinmektedir.

Mîmârî bir eserde tertip tarzı, büyüklük, ölçülerin birbirine nisbeti ve uygunluğu gibi unsurlar sâyesinde güzellik sağlanmaya çalışılır. Bu maksatla eserlerin ölçülerinde nisbetlerini esas alan matematikle ilgili formüller kullanılır. Mîmârlıkta göz önüne alınması gereken bir husus da kullanışlılıktır. Yâni, yapılan eser kullanma gâyesine uygun olmalı, binâ içinde sirkülasyon (hava akışı) ve akustik (ses yayılma) özellikleri iyi bir şekilde sağlanmalı, çeşitli ihtiyaçlar, imkânlar nisbetinde karşılanmalıdır.

Mîmarlık, ihtisas sâhalarına göre birkaç şûbeye ayrılır:

1. Dînî mîmarlık (Câmi, mescit, kilise mîmarlığı).

2. Askerî mîmarlık.

3. Sivil mîmarlık (Mesken, sınâî, ticârî içtimâî ve siyâsî mîmarlık).

4. Bahçe mîmarlığı (Bahçe tanzimi).

5. Şehir mîmarlığı (Şehir îmâr plânlarının hazırlanması, cadde, sokak ve meydanların tanzimi ile uğraşan mîmarlık şûbesi).

Mîmarlık târihi, insanlık târihiyle başlar. Yeryüzünde ilk mîmârî eser Kâbe’dir. Kâbe’yi ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselâm yapmıştır. Oğlu Şit aleyhisselâm Kâbe’yi ikinci defâ taştan inşâ etmiştir. Nûh Tufanından sonra, hazret-i İbrâhim ve oğlu hazret-i İsmâil birlikte yeniden îmâr ettiler.

Eski Mısır’da mîmarlık: Nil Nehrinin çamurunu güneş ışığında kurutarak elde ettikleri tuğlalarla evlerini yapan eski Mısırlılar dinleri îcâbı, en büyük önemi mâbetlerle mezarlara vermişlerdir. Firavunları mumyalayıp içerisinde muhâfaza ettikleri dev piramitler o devrin sembolü olmuştur. Bu piramitlerin inşâsı için büyük iş gücü gerekmiştir. Aynı şey mâbetleri için de söylenebilir. Eski Mısırlıların mâbetlerinde, kapalı bir avludan geniş bir salona girilir. Bu geniş sâhada o kadar çok sütun vardır ki geriye pek az boşluk kalmıştır. Çok az yağmur yağan Mısır’da bu sütunların üzeri de taştan düz bir çatı ile gereksiz yere örtülmüş, içeriye güneş ışığının gelmesi önlenmiştir.

Mezopotamya’da mîmarlık: Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı Mezopotamya’da çamurun kurutulmasıyla îmâl edilen kerpiç veya tuğla, başlıca inşâat malzemesidir. Bâbil ve Sümerlerde kemerli inşâ tarzı gelişmiştir. Âsurluların ise sarayları meşhurdur. Tek katlı olan bu saraylarda odaların çoğunu dar koridorlar teşkil eder. Âsurlular, şehirlerin etrâfını da surlarla çevirmişlerdir. Mezopotamya’nın bu eski şehirleri, zamanla toprak altında kalmıştır.

Yunan ve Roma mîmarlığı: Mısır ve Mezopotamya mîmârisinin tesiri eski Yunan’da da görülür. Kereste, çamur ve taşın yanısıra mermer de inşâat malzemesi olarak kullanıldı. Mısır’daki düz çatıların yerine az eğimli çatılar yapıldı. Yunan tapınaklarında topluca ibâdet edilecek geniş kısımlar yoktur. Tek kişilik küçük hücrelerin yer aldığı bu tapınakların dış kısmında yer alan üstü kapalı avlularda tanrılarına kurban keserlerdi. Eğlenceyi çok seven Yunanlılar birçok açık hava tiyatrosu yapmışlardır. Bu tiyatrolarda dâireye benzer şekildeki sahnenin etrâfında merdiven basamağı gibi kat kat oturma yerleri çepeçevre inşâ edilmiştir.

Romalılar ise, geniş memleketlere hâkim olduklarından büyük şehirler kurdular. Bu şehirlere kemerler üzerinden su getirdiler. Roma’nın hamamları da meşhurdur. Bu hamamların zemin ve duvarları mermerle kaplanmıştır. Romalılar bunlardan başka gladyatörlerin mücâdelesini seyredip eğlenmek için, Yunanlıların tiyatrolarına benzer yapılar inşâ etmişlerdir. Bütün bu inşâatlarda mahallî malzemelerin yanısıra deniz ve karayolları ile uzak memleketlerden de çeşitli malzemeler getirip kullanmışlardır.

İlk Müslümanlarda mîmârlık: İslâmiyetin gelmesiyle büyük bir medeniyet kuran Araplar, her sâhada olduğu gibi mîmârlıkta da eşsiz eserler verdiler. Dünyâca tanınmış düşünürlerden Hrischfeld; “Hiçbir millet, Arapların İslâmiyeti kabul etmeleriyle medeniyete girmesi derecesinde hızla uygarlaşmamıştır.” demektedir. Müslümanlar, kısa zamanda Hindistan’dan İspanya’ya kadar uzanan, üç kıta üzerine yayılmış geniş toprakları, bu yeni kültürün eserleriyle süsleyip damgalarını vurdular. Bu eserlerini meydana getirirken, o güne kadar çeşitli milletler tarafından kullanılan mîmârî usûllerini en iyi şekilde tatbik ettikleri gibi, daha evvel görülmemiş birçok yeni teknikler geliştirip dünyâya tanıttılar.

--------------------------------------------------------------------------------
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
27 Temmuz 2010       Mesaj #9
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

mimarlık hakkında bilgi verebilir mısınız şimdiden sağolun teşekkur ederım



Mimarlık veya mimari, binaları ve diğer fiziki yapıları tasarlama ve kurma sanatı ve bilimidir. İnsanların yaşamasını kolaylaştırmak ve barınma, dinlenme, çalışma, eğlenme gibi eylemlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere gerekli mekânları, işlevsel gereksinmeleri ekonomik ve teknik olanaklarla bağdaştırarak estetik yaratıcılıkla inşa etme sanatı; başka bir tanımlamayla, yapıları ve fiziksel çevreyi uygun ölçülerde tasarlama ve inşa etme sanat ve bilimidir. İnsan barınmak için yaşamak ve doğa şartlarından korunmak için bir mekan ihtiyacı duyar ve bu mekanı kendine özgü kültürel, fonksiyonel, teknik ve farklı zevklerde yaratır.

Mimarlık evrensel bir meslektir. İnsanlık tarihinin her döneminde önemli olmuştur. Dini yapıların tanrıya ulaşma arzusundan, iktidarı simgeleyen saraylara ya da bir kentin dokusunu oluşturan basit konut tiplemelerine kadar her türlü açık ve kapalı mekanı tasarlar.

Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık ilişkiler düzeni içinde yapılaşmış fizik çevreye gereksinme vardır. Mimari tasarımın öznesi olan yaşam, coğrafi, iklimsel, kültürel, demografik farklılıklar içerir.

Mimarlık okullarından mezun olanların, mimarlık eğitiminin ve mesleğin ilgi alanının çok geniş bir yelpazeyi kapsaması nedeni ile, birbirinden çok farklı alanlarda çalışabildikleri gözlemlenmektedir.

Kısacası mimari yaşamdır, sanattır, matematiktir, bilimdir, geçmiştir ve gelecektir.
Doğaya uygun, fonksiyonel, renk. malzeme ve planlamasında sanat ve zevklerin birleştiği yaşam alanları varsa işte ona mimari denir.

Herkes bir mekanda yaşar,çalışır, eğlenir.. Bu bir mağara da olabilir saray da. Bunların hepsi mimaridir belki ama sanat ve matematik bilimi varsa mimari vardır. Mimari insan için vardır. İnsani boyutlar, geçmişin ve geleceğin sentezi olan yaşam alanları, doğayı içinizde hisstiğiniz yerlerde mimariden çok şey olduğu kesindir.


Daha fazla bilgi için tıklayınız:

Mimarlık
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Temmuz 2010       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
benim puanım mimarlık için yeterli ama ben bir kız için bu mesleğin uygun olup olamayacağı konusunda kararsızım.çünkü yapıların inşaatında falan bulunulması gerektiğini söylüyorlar gerçekten de bu şekildeki durumlarla fazlaca karşılaşılır mı. ben bu yüzden bu meslek konusunda pek emin deilim.lütfen beni bilgilendirir misiniz

Benzer Konular

3 Kasım 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
24 Mayıs 2011 / Misafir Cevaplanmış
23 Mayıs 2010 / Misafir Soru-Cevap