Arama

Çocuk Sağlığı - Sayfa 7

Güncelleme: 13 Haziran 2013 Gösterim: 199.345 Cevap: 162
kamyon - avatarı
kamyon
Kayıtlı Üye
13 Kasım 2006       Mesaj #61
kamyon - avatarı
Kayıtlı Üye
ANOMALİLİ KUSURLU BEBEKLER

Sponsorlu Bağlantılar

ltrasonografi incelemesinde uygun bir gebelik haftasında, çözünürlüğü iyi bir ultrasonografi cihazıyla, dikkatlice ve sistematik bir şekilde tarama yapıldığında bariz yapısal kusurlar nispeten kolay bir şekilde görülebilir.

Ancak başta Down sendromu olmak üzere kromozomları ilgilendiren kusurların bazıları direkt olarak yapısal bir kusura yol açmayabilirler. Bunun yerine bu bebeklerde, kendi başlarına bir "kusur" olmayan, ancak bebeklerin yalnızca az bir kısmında görülebilen bazı işaretler saptanabilir.

Bu işaretlerin genel özellikleri şunlardır:


Bu işaretlerin önemli bir kısmı bunlar konusunda bilgisi ve deneyimi olan doktorlar tarafından çok dikkatli bir şekilde özellikle "bulmak amacıyla" ve çözünürlüğü yüksek ultrasonografi cihazlarıyla bakıldığında görülebilir.

İşaretlerin önemli bir kısmı tümüyle normal olan bebeklerde de görülebilir ve bu nedenle başka bulgular ve risk faktörleri olmadığında genellikle kendi başlarına bir anlam taşımazlar.

Bu işaretlerin bir kısmı gebeliğin ilk yarısında kendilerini gösterip, sonradan "yok olabilirler". Bu nedenle bu işaretler özellikle 11.-24. gebelik haftalarında araştırılırlar.

Birinci trimesterde görülebilen işaretler şu şekilde özetlenebilir:

Kistik higroma

Bebekte şişme (hidrops) hali

Ense pilisi kalınlığının artması

Erken gelişme geriliği

Kalp atım sayısı ve ritim özellikleri




İkinci trimesterde görülebilen işaretler şu şekilde özetlenebilir:


Uyluk kemiği ve / veya üst kol kemiği kısalıkları

Piyelektazi

Kalp boşluğunda ekojen odak

Ventrikül genişlemesi


Koryoid pleksus kisti

Pelvik açı genişlemesi

Kordonda tek atardamar bulunması


İşaretler hakkında ayrıntılar


Kistik higroma

"Kistik higroma", gebeliğin erken dönemlerinde bebeğin boyun bölgesinde saptanabilen birden fazla odacıklı kistik yapılara verilen isimdir. Bu normal dışı yapının ortaya çıkma nedeninin bölgede lenf kanallarının tıkanmasıyla lenf sıvısının birikmesi olduğu düşünülmektedir.

Bazı durumlarda boyun bölgesinde yer alan başka kitleler de kistik higroma sanılabileceğinden tanının tecrübeli bir uzman tarafından doğrulanması önemlidir.

Kistik higromanın önemi başta Turner sendromu olmak üzere bebekte bir kromozom kusuruna işaret edebilmesidir.

Kistik higroma genellikle erken gebelik haftalarında gözlenir ve gebeliğin ikinci yarısından itibaren kaybolur.

Kistik higroma gözlendiğinde muhtemel bir kromozom bozukluğunu araştırmak için koryon villus biyopsisi veya amniyosentez ile karyotipleme (kromozom tayini) yapılması önemlidir.

Bebekte şişme (hidrops) hali

Bebekte erken gebelik haftalarında şişme hali çok ender görülen bir bulgu olmakla beraber ciddi bir soruna işaret etmesi açısından önemlidir.

Hidrops durumundaki bir bebeğin karın boşluğu ve diğer vücut boşluklarında normal dışı bir sıvı birikimi vardır.

Erken gebelik haftalarında bir kromozom kusuruna işaret edebilen hidrops, gebeliğin ileri haftalarında saptandığında bebekte ciddi bir kalp kusuru sonucunda veya anne ve baba adayı arasında var olan ve önceki gebeliklerde gerekli önlemler alınmamış bir kan uyuşmazlığının (Rh uygunsuzluğu) bebeğin kan hücrelerini parçalamasıyla oluşmuş bir kalp yetmezliğinin belirtisi olabilir.

Ense pilisi kalınlığının artması

Ense pilisi kalınlığı başta kromozom kusurları olmak üzere kalp hastalıklarında veya çeşitli doğumsal kusurlarda artmış bulunabilir.

Ense pilisi kalınlığı 11-14 tarama testinin bir parçası olarak bu gebelik haftaları arasında ölçülmektedir.

Bunun yanında ayrıntılı ultrasonografide de ense pilisi kalınlığı ölçümü yapılmaktadır.

Ense pilisi kalınlığı artışı genellikle geçici bir bulgudur ve ilerleyen gebelik haftalarında kaybolma eğilimi gösterir.

Erken dönem gelişme geriliği

İlk trimesterde ultrasonografide hesaplanan gebelik haftasının son adet tarihine göre hesaplanan gebelik haftasına göre daha ufak bulunması durumunda en muhtemel nedenler yumurtlamanın geç olması ve son adet tarihinin yanlış hatırlanmasıdır. Ancak başta Trizomi 18 olmak üzere çeşitli kromozom kusurlarında bebekte gelişme geriliğinin çok erken gebelik haftalarında başlayabilmesi nedeniyle özellikle aradaki fark çok yüksek olduğunda bebek daha yakın takibe alınır.

Kalp atım sayısı ve ritim özellikleri

Bebeğin kalp atışları ultrasonografide genellikle 7. Haftadan itibaren izlenebilir hale gelir. Kromozom kusurlarının bazılarında kalp atım sayısı çok düşük veya çok yüksek olabileceğinden kalp atım sayısı da mutlaka dikkate alınır.

Kalp atım sayısının özellikleri yanında kalp ritminin düzensizliği de bebekte özellikle bazı kalp kusurlarına işaret edebilmesi açısından önemlidir.

Dikkat:
Özellikle ikinci trimesterde yapılan ultrasonografide bebeğin kalbinin incelenmesi esnasında ultrasonografi probunun bebeğin kalbi üzerine basınç uygulanması bebeğin kalp atışlarında geçici bir azalmaya ve hatta ""üzensizleşmeye" neden olabilmektedir. "Prob bradikardisi" adı verilen bu durum bir kalp hastalığına işaret etmemekle beraber kalbin ileri incelemesi için ikinci düzey detaylı ultrasonografi gerektirebilir.

Ekojenik barsak

Ultrasonografide barsakların içinin ekojenik, yani "parlak (beyaz)" görünmesi veya karın içinde kireçlenmeyi andıran parlaklıklar bulunmasıdır.

Ekojenik barsak tüm gebeliklerde yaklaşık %1 oranında gözlenebilen bir bulgudur ve mutlaka bebekte bir kusur olduğunu göstermez.

Bazı durumlarda ultrasonografi ayarlarının değiştirilmesiyle parlaklığın aslında gerçek olmadığı gözlenebilmektedir.

Ekojenik barsak gebeliğin ikinci trimesterinde gözlendiğinde bebekte bir kromozom kusuruna işaret edebilmesi açısından önemli olmakla beraber tek başına bir anlam taşımayabilir

Gebeliğin ileri haftalarında görülen ekojenik barsak ise bebekte çeşitli metabolizma hastalıklarına, rahim içi enfeksiyonlara, barsakların bebeğin ilk dışkısı olan mekonyum tarafından tıkanmasına ve bebeğin ciddi bir şekilde sıkıntıda olmasına işaret edebilen bir bulgu olması nedeniyle önemlidir.

Uyluk kemiği ve / veya üst kol kemiği kısalıkları

16.-24. gebelik haftaları arasında yapılan ultrasonografide bebeğin uyluk kemiğinin ve / veya üst kol kemiğinin gelişiminin geri kalması Down sendromunun bir bulgusu olabilmektedir. Bu işaretin hatalı yorumlanmasını engellemek için gebelik haftasının doğru bilinmesi çok önemlidir.

Piyelektazi (böbrek kanallarında genişleme)

Tüm gebeliklerin yaklaşık %2'sinde ultrasonografide bebeğin bir ya da iki böbreğinde idrar kanallarında genişleme saptanabilir. Erken gebelik haftalarında saptandığında ve özellikle de diğer bazı işaretlerle beraber olduğunda bu bulgu Down sendromu ve diğer kromozom bozukluklarına işaret edebilmesi açısından önemlidir.

Piyelektazi doğumsal kusura işaret edebilen bir bulgu olması yanında kendi başına da bir böbrek ve idrar kanalı hastalığına işaret edebilmesi açısından takibe alınması gereken bir bulgudur.

Özellikle büyük piyelektazilerde bebeğin yenidoğan döneminde ayrıntılı incelenmesi ve bu inceleme sonuçlarına göre hareket edilmesi uygundur.

Kalp boşluğunda ekojen odak

Tüm gebeliklerin yaklaşık %3-4'ünde saptanabilen bir bulgudur. Kalp boşluklarından birinde ya da ikisinde parlak bir yapı gözlenir. Bu bulgu bebekte Down sendromu varolma olasılığını artırması açısından önemlidir.

Ekojen odak genellikle 3. trimesterde kaybolur.

Ventrikül genişlemesi

Bebeğin kafa içindeki sıvıyı, yani beyin-omurilik sıvısını barındıran ve ileten yapılarda ("ventriküller") genişleme erken gebelik haftalarında Down sendromu bulgusu olarak ortaya çıkabilmektedir.

Gebeliğin ilerleyen haftalarında ise ventrikül genişlemesi bebekte hidrosefali gelişimine işaret edebilmesi açısından ayrı bir önem kazanır.

Koryoid pleksus kisti

Koryoid pleksuslar beyin omurilik sıvısını barındıran ventriküller içinde sağlı sollu yer alan, erken gebelik haftalarında kelebek tarzı yapılarıyla kafa içinin büyük kısmını kaplayan, daha sonra beyin dokusunun gelişmesiyle boyutları nispeten ufalan yapılardır. Beyin omurilik sıvısının üretiminden sorumlu bu yapıların içinde kistik oluşumların gözlenmesine koryoid pleksus kisti adı verilir.

Koryoid pleksus kistleri tüm gebeliklerde yaklaşık %1'inde gözlenebilir ve tek veya çift taraflı olabilirler.

Bu oluşumlar erken gebelik haftalarında gözlendiğinde başta Trizomi 18 olmak üzere Down sendromu ve diğer kromozom kusurlarının varlığına işaret edebilmeleri nedeniyle önemlidirler.

Koryoid pleksus kisti saptandığında genel yaklaşım, ayrıntılı incelemede bebekte başka bir işaret ve kusur saptanmadığında kistin izlenmesi yönündedir. Beraberinde başka bulgular da saptandığında ve /veya kistin nispeten büyük olduğu saptandığında amniyosentez ile bebeğin kromozomlarının incelenmesi gerekebilir.

Bu oluşumlar gebelik haftası ilerledikçe kaybolma eğilimindedirler.

Koryoid pleksus kistlerinin, bir kromozom kusuruna bağlı olmadıkları sürece bebeğin beyin gelişimini olumsuz etkilemeleri beklenmez.

Pelvik açı genişlemesi

Nispeten yeni keşfedilmiş bir bulgudur. Bebeğin leğen kemiklerinin birbirine yaptığı açının "geniş" bulunması ek bir Down sendromu işareti olarak kabul edilmekle birlikte bu bulgunun tanımının henüz net olarak yapılmış olmaması, Down sendromu taramasındaki önemini diğer işaretlere göre geri planda bırakır.

Kordonda tek atardamar bulunması

Bebeğin göbek kordonunda normalde bir toplardamar ve etrafına heliks şeklinde sarılmış iki adet atardamar bulunur.

Tüm gebeliklerin yaklaşık %1'inde bebeğin göbek kordonunda tek atardamar bulunur. Bu durum tek başına bir doğumsal kusur olmamasına ve bebekte ileri bir inceleme gerektirmemesine karşın, yapısal başka kusurların varlığına işaret edebilmesi açısından önemlidir

AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
18 Aralık 2006       Mesaj #62
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLARDA YEMEK SORUNU

Sponsorlu Bağlantılar
Okul öncesi yaştaki çocuklar, az yemek yemeleri ile ünlüdür. Hayatın ilk yılında bebekler müthiş bir büyüme sergileyerek doğum kilosunu yaklaşık üçe katlarlar. Bu büyüme hızının devam edebilmesi için de çok yemeleri gerekir. Öte yandan okul öncesi dönemdeki çocuklar daha yavaş büyüdüklerinden çok yemeye gereksinim duymazlar. Nitekim, genellikle 1 yaşından sonra çocukların iştahında belirgin bir düşme gözlenir.

Memorial Hastanesi Pedagoji Bölümü’nden Uzm. Pedagog Melda Alantar, okul öncesi dönemde yemek yeme sorunu yaşayan çocukların iştahlarını düzene sokmak için ailelere pratik önerilerde bulundu.

Çocukların günlük kalori ihtiyacı nedir?

Çocukların çoğunun büyümelerine yetecek kadar yedikleri ve yeterli kaloriyi aldıkları sürece sağlıklı olacaklarını unutmayın. Küçük çocuklar günde yaklaşık 1000 kaloriye ihtiyaç duyar. Anne ve babalar, çocuklarının bir gün umulduğundan daha fazla yediğine, ertesi gün ise neredeyse hiçbir şey yemediğine tanık olabilir. Unutulmamalıdır ki, çocukların aldığı kalorilerin sayılması gerekmez. Küçük çocuklar genellikle kendi enerji gereksinimlerini anlar, sağlıklı ve aktif kalmalarına yetecek ölçüde yerler. Anne ve babaların görevi onlara sadece besleyici yiyecek çeşitleri sunmaktadır.

Yemek yeme sorunu olan çocuklar için pratik öneriler:

1- Çocuklara yemekleri uygun porsiyonlar halinde sunun

Yemekleri okul öncesi yaştaki çocuğa uygun porsiyonlar halinde sunun. Okul öncesi çocuklara uygun porsiyon miktarı genellikle yetişkin porsiyonunun yaklaşık dörtte biri kadardır. Büyük porsiyonlar çocuğu sıkabilir ve böylece daha az yemesine neden olabilir. En iyisi küçük miktarlarda sunmak ve bitirdiğinde, daha fazla isteyip istemediğini sormaktır.

2- Yiyeceği yemeğe ve miktarına çocuğunuzun karar vermesini sağlayın

Tabağındaki yemeklerden hangisini yiyeceğine ve ne kadar yiyeceğine çocuğunuzun kendisinin karar vermesini sağlayın. Hiçbir şey yemezse, sorun etmeyin. Bir sonraki öğün ya da atıştırmada nasıl olsa acıkmış olacak.

3- Susadığında su içirin

Çocuğunuzun midesini sıvılarla doldurmasına izin vermeyin. Bu yaştaki bir çocuğun yeterli kalsiyum ve diğer gıdaları alması için 450-650 ml. süt içmesi yeter. Çok fazla meyve suyu ishal veya diş çürümesine yol açabilir, hayatın ileri yıllarında obeziteye neden olabilir. Çocuğunuz susadığında meyve suyu yerine su verin.

4- Çocuğunuzla pazarlıktan kaçının

Pazarlıktan (örneğin “sebzeni yersen çikolata vereceğim” gibi) veya ısrardan (“sadece bir kaşık daha” gibi) kaçının. Araştırmalar, bu tekniklerin geri teptiğini ve çocuğun daha da az yemesine neden olduğunu ortaya koyuyor. Çocuğunuz yemeğinin bittiğini söylediğinde masadan kalkmasına izin verin, ancak yemeğinin bıraktığı kısmını telafi etmek amacıyla sevdiği diğer şeylerden vermeyin. Yeni yiyecekleri kabul ettirmek özellikle zor olabilir. Bunun için birkaç öneri:

Yeni yiyecekten çok küçük bir porsiyonu çocuğunuzun sevdiğini bildiğiniz bir yemeğin arkasından verin.

Çocuğunuzu bu yeni yiyeceği yemeye zorlamayın ve bu nedenle bir tartışmaya girişmeyin.

İyi bir örnek teşkil edin ve bu yeni yiyecekten iştahla yediğinizi görmesini sağlayın.

Vazgeçmeyin. Çocuğunuzun yeni yiyeceği kabul etmesinden önce aynı yiyeceği 10 veya daha fazla kez sabırla sunmanız gerekebilir.

Market alışverişine beraber gitmek ve yemekleri birlikte hazırlamak da genellikle işe yarar.

Markette çocuğunuza farklı yiyecek türlerini ve özellikle de sebze ve meyveleri gösterin. Bunların renk ve şekillerini belirtin.

Masada kullanmak istediği tabak ve bardağı seçmesine izin verin.

Çocuğunuza yemek seçenekleri sunun

Akşam yemeği için ne pişireceğinize çocuğunuzun karar vermesine izin verin. Birkaç yemek önerisinde bulunun ve bunlardan birini seçmesini isteyin. Örneğin, akşam sebze yemek isteyip istemediğini sormayın. Bunun yerine örneğin bezelye mi, yoksa yeşil fasulye mi istediğini sorun. Böylece hem yemeği o seçmiş olur, hem de ne yiyeceği konusunda belli bir kontrole sahip olmuş olur, ancak yemekte sebze olacağı mesajını da almış olur.

Mönüyü belirleme yetkisinin size ait olduğunu unutmayın

Her şeyden önemlisi, mönüyü belirleme yetkisinin size ait olduğunu unutmayın. Sırf çocuğunuz sunduğunuz seçeneklere burun kıvırdı diye mönüyü değiştirmeyin. Hızla verilen siparişleri hazırlayan bir aşçı gibi davranmayın. Ne kadar zor olsa da, ileride yaşanacak yemek savaşlarının (ve her akşam iki-üç ayrı kişi için farklı yemek hazırlama zorluğunun) önüne geçmek için okul öncesi dönemde çocuğunuza sağlıklı yemek alışkanlıklarını kazandırmanız çok önemli.

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2006       Mesaj #63
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bebeğiniz olduktan sonra onun genel görünüm ve davranışlarını çok iyi takip etmeniz gerekecek. Ancak bu sayede normal dışı davranıp davranmadığını, hasta olup olmadığını anlarsınız. Çok iyi bir gözlemci olmalı , şüphelendiğiniz bir durumda hemen doktorunuza başvurmalısınız.


GECİKMEYE GELMEZ DURUMLAR
  • Bebeğiniz yeşil renkli kusarsa
  • Ateşi 39 derecenin üzerine çıkarsa
  • Çok kusup aynı zamanda ağlarsa
  • Ağlarken bıngıldağı kabarırsa
  • Rengi solarsa
  • Kanlı ve sümüksü kaka yaparsa
ACİL DURUMLAR
  • Her zamankinden çok ve farklı şekilde ağlarsa
  • Her zamankinden farklı, hareketsiz , halsiz ve uykulu görünüyorsa
  • Tedirgin ve rahatsızsa mutlaka doktorunuzu arayın.
Rüya_Güzeli - avatarı
Rüya_Güzeli
Ziyaretçi
24 Aralık 2006       Mesaj #64
Rüya_Güzeli - avatarı
Ziyaretçi
Günümüzde gerekli gereksiz her yerde ve her biçimde tartışılan televizyonu iki körün tuttuğu fil örneğine benzetmek mümkündür. Her kesimden insanın kendi düzeyi ve beklentileri çerçevesinde konuya yaklaşımları farklı olabilmektedir. Ben daha çok çeşitli programlar aracılığıyla televizyonda yer alan ve çocukları çeşitli biçimlerde etkilediğine inandığım birtakım açık ve örtük mesajlar üzerinde durmak istiyorum.

Televizyonun olumsuz etkileri konusunda daha çok şiddet ögesi üzerinde durulmaktadır. Elbette bu, çok önemli bir ilişkilendirmedir ve üzerinde hassasiyetle durulması ve sorgulanması gereken bir konudur. Ancak algılama biçimi, algıladıklarını benimseme hızı ve hayata geçirme istekleri ve yanısıra geleceğin yetişkinleri olmaları açısından bakıldığında televizyonun çocuk üzerindeki etkilerini salt şiddetle sınırlamanın yanlış olduğunu düşünüyorum. Bir başka deyişle bu ilişkilendirme doğrudur, ancak eksiktir. Ben burada çok ayrıntılı bir biçimde olamasa da çeşitli alt başlıklar çerçevesinde bu ilişkilendirme tiplerine ve televizyonun çocukları etkilediğine inandığımız diğer bazı konulara değinmek istiyorum. Şunu da belirtmeliyim ki bu ilişkilendirme tiplerine ve etkilenmelere değinirken sıralamam belli bir önem derecesine göre olmadı. Çünkü, bunun önem sırası, ya da başka bir ifadeyle etkilenme oranı sıralaması çocuğun yaşadığı ortama göre değişkenlik gösterebilmektedir. Ancak kendi kişisel görüşüm olarak belirtmeliyim ki, tüm etkilenmelerin ötesinde, salt kısa vadede değil, uzun vadede olaya bakıldığında en tehlikeli görüneni, televizyonun her bir çocuğu tehlikeli bir biçimde birer tüketim toplumu bireyi haline getirmesidir. Biraz sonra aşağıda da görüleceği gibi bu faktör aynı zamanda gerek kişisel, gerekse ilişkiler bazında, pek çok etkileme veya etkilenmenin de temelini oluşturmaktadır. Çünkü tüketim toplumu bireyi, salt tüketmekle kalmaz, değer yargıları, ilişki biçimleri özetle kişiliğe dönük pek çok şey değişiklik gösterir. Bu bakımdan da, yani etki yelpazesi düşünüldüğünde de çoğu kez şiddetten daha tehlikeli olabileceği anlaşılmaktadır.

Günümüzde pek çok ülkede televizyonun olumlu veya olumsuz etkileri tartışılmaktadır. Ülkelerin toplumsal yapıları ve buna bağlı olarak televizyon yayınlarının biçim ve içeriğine göre bu etkilenmeler farklılıklar gösterebilmektedir.

Bilindiği gibi ülkemiz matbaaya Avrupa'dan yaklaşık 500 yıl sonra kavuşmuştur. Bu da toplumun yazılı kültürü yaşamadan görsel kültüre geçmesi anlamını taşımaktadır. Gazete ve kitap okuma oranı düşüklüğünün temelinde de bu zihniyet sorunu yer almaktadır. Yine aynı nedenle okuma ve düşünme geleneğinin yerleşmediği bizim gibi toplumlarda televizyondan etkilenme çok daha yoğundur. Ayrıca Veysel Batmaz'ın da belirttiği gibi, "Televizyonu sadece siyasal güç ya da eğlence aracı değil, tüm kültürü yaratan devasa bir sosyolizasyon aracı olarak görmenin zamanı gelmiştir" (Batmaz, 1998;3).

Yaratılan bu devasa kültürün iki temel dayanağı vardır. Eğlenmek ve tüketmek. Kitle iletişim araçlarının tarihine ve işlevlerine baktığımızda aslında dört büyük temel işlevlerinin bulunduğu (ya da bulunması gerektiği) görülmektedir. Bilgilendirmek, haber vermek, mal ve hizmet tanıtımı yapmak ve eğlendirmek. Ancak biraz önce de belirttiğimiz gibi artık eğlenme ve tüketme (belki daha ironik bir ifadeyle eğlendirerek tüketmeye azmettirmek) temel iki işlevi kalmıştır.

Ayrıca gerek ülkemizde, gerekse dünyada yapılan tüm araştırmalar göstermiştir ki, istisnai durumların dışında çocukların televizyon izleme sıklığı ve alışkanlığı, televizyonun bu özellikleri de göz önüne alındığında, kişiliğinin oluşması ve başarısı için tehlikeli boyutlardadır. Öte yandan ailenin tek ya da temel toplumsal kurum olduğu toplumlarda, çocuğun davranışlarının açıklanması ve anlaşılmasında referans kaynağını aile oluşturabilirken günümüz toplumlarında aile, söz konusu sorumluluğunu ya da referans olma özelliğini diğer toplumsal kurumlarla paylaşma durumundadır. Çünkü günümüzde bir aile ortamına gözlerini açan çocuk, ebeveyniyle iletişime girmekle kalmayıp, ilk günden itibaren televizyonla da iletişime girmektedir. Televizyon, tek yanlı iletişimiyle izleyiciyi savunmasız yakalamaktadır. Bilinçli bir yetişkin ile henüz bilinci oluşmamış bir çocuğun bundan etkilenme durumlarının aynı olması elbette mümkün değildir.

Fransa'da çocukların % 30'u her gün 3 saat 28 dakika ekran karşısında kalıyorlar. Uluslararası Çocuk Merkezi tarafından gerçekleştirilen incelemeye göre, iki yaşındaki çocuklar televizyon açmayı biliyorlar, üç yaşında da hergün televizyona bakıyorlar (Revue,1998;38). Fransa'da yapılan başka bir araştırmaya göre: 4-10 yaşındaki çocuklar 1 saat 45 dakika; 11-14 yaşındakiler 2 saat 1 dakika; büyükler 2 saat 50 dakika televizyona bakmaktadırlar (Revue,1995). Ege Üniversitesi'nde 1997 yılında yapılan bir çalışmada, Ege Üniversitesi Ana Okuluna giden çocukların ebeveynlerinini ifadesine göre: Çocukların % 56'sı günde 2, % 44'ü de üç saat televizyon seyretmektedirler (Saatçiler,1997). Üst toplumsal kesimden çocukların gittiği Alsancak Gazi ilkokulu'nda erkek çocukların % 40'ı 3 saatten daha fazla kız çocukların ise % 40'ı 2-3 saat arasında televizyona baktıklarını söylediler.Büyük Çiğli İlköğretim Okulu'nda erkek çocukların % 53'ü, kız çocukların % 66'sı ortalama 1 saat televizyona baktıkların belirttiler. Bu verilere göre üst toplumsal kesim çocuklarının günde ortalama 2,5 saat, alt toplumsal kesim çocuklarının ise 1,5 saat televizyona baktıkları söylenebilir. Erkek çocuklarının daha fazla televizyona baktıklarına dikkat edilirse, ataerkil değerlerin egemen olduğu ailelerde erkek çocuklarına daha fazla televizyona bakma olanağının verildiği söylenebilir.

Konunun temelini oluşturan bu bilgilerin aktarılmasından sonra ilişkilendirme tiplerinin ve çocukların etkilendikleri konuları özetle vermek gerekirse, bunları on başlık altında toplamanın mümkün olduğu görülmektedir.

1.Tüketim toplumu bireyi olmaları üzerine etkileri

2.Cinsel kimliğin oluşması ve karşı cinsle olan ilişkiler üzerine etkisi

3.Anne ile ilişkisi üzerine etkisi

4.Baba ile ilişkisi üzerine etkisi

5.Şiddet eğilimlerine etkisi

6.Okumaya, düşünmeye ve başarıya etkisi

7.Kültürel yabancılaşmaya etkisi

8.Dildeki yozlaşmaya etkisi

9.Kendi kimliklerinin bağımsız ve özgün bir biçimde oluşmasına etkisi

10.Çocukluğun yitirilişi ve masumiyetin yokoluşuna etkisi

1.Tüketim toplumu bireyi olmaları üzerine etkileri

Biraz önce televizyonun kalan iki temel işlevinin eğlendirmek ve tükettirmek olduğuna değinmiştik. Tükettirme azminde olan mal ve hizmetlerin tanıtımı, artık salt reklamlarda değil, pek çok programın içinde de yer almaktadır. Bu, belki ayrı bir çalışma konusu olacak denli önemlidir. Ancak ben burada daha ziyade direkt mal ve hizmetlerin tanıtım programları olan ve dolaysız bir biçimde izleyicileri tüketime yönelten reklamlara değineceğim. Reklamlar, sadece yetişkin bireyleri değil, toplumda önemli bir çoğunluk olan çocukları da hedef alarak daha fazla tüketmeleri için hergün yüzlerce mesaj göndermektedir. Ayrıca hepimizin de bildiğimiz ve tanık olduğumuz gibi, reklamlar, kısa süreli ve hareketli oldukları için çocukları pek çok programdan daha çok cezbetmekte ve dakikalarca gözlerini ayırmadan reklamların sonuna dek izlemektedirler. Bu da henüz taze çocuk beyinlerin tüketim arzusu ve marka istekleri ile doldurulmasına neden olmaktadır.

Çocuklar neredeyse, doğumlarından itibaren TV izlemeye başlamış, TV'den fikirler kapmak herhangi bir beceri gerektirmediğinden çok erken yaşlarda reklam izleyicisi topluluğunun önemli bir parçası olmuşlardır. Televizyonların da tüketimin sınırlarını genişletmede oynadığı rolün ışığında çocuklar, özellikle reklam endüstrisi için önemli bir hedef haline gelmiştir. Birincisi, çocuğun elinde eskisinden daha fazla para vardır, ikincisi ve daha önemlisi çocuklar, ailelerin marka seçimlerinde başlıca etki faktörleri olarak görülmektedir. Üçüncüsü ise onları küçükken yakalamanın ve marka sadakati aşılamanın kolay ve kalıcı olabilmesidir (Unnikrishnan,1996;146-156).

Reklamlarda yer alan sloganların, mesajların altında mutlu hayatlar vaadedilmekte ve bu hayata ulaşmanın tek yolunun o ürüne sahip olmaktan geçtiği ifade edilmektedir. Çoğu kez yetişkin bireyleri bile etkileyen bu mesajlar, henüz toplumsallaşma ve yetişkin birey olma yolundaki çocuğu daha fazla etkilemektedir. Dolayısıyla çocuk, çalışmak, başarılı olmak, erdemli olmak gibi insani boyuttaki pek çok değer yargısının yerine salt tüketerek mutlu olunacağı yolundaki düşünceye inandırılmaktadır.

Çocuğun nesnelerle olan ilişkisi öyle bir biçimde örgütlenmektedir ki, bu ilişki cocuğun hem kendi kimliği ve değer yargıları üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta, hem de buna paralel olarak çevresindeki insanlarla olan ilişkilerini de bu nesne-insan ilişkileri örüntüsü çerçevesinde görmekte ve değerlendirmektedir. Çünkü o nesnenin satılması uğruna reklamlarda pek çok değer kullanılmaktadır. Kullanılan bu değerler çerçevesinde iletilen mesajlar kanalıyla da pek çok kimlik, ilişki ve değer yargıları ters yüz olmaktadır.

Reklamın temel amaçlarından biri tüketim için mal satmak olduğundan bu kültürün merkezindeki inançları sürdürür ve gelişmesine yardımcı olur. Dolayısıyla reklamlar da basmakalıp örnekleri kullanıyorlarsa, aynı zamanda bu basma kalıp örneklerdeki değer iletilerini de yansıtma eğilimindedirler (Burton,1995;150).

Bu değer iletileri zaman zaman yerleşik toplumsal değer yargılarının pekiştirilmesi yolunda bir rol üstlenirken, zaman zaman da çağdaş ve mutlu olma yolundaki vaatlerin ancak o nesnelerin kullanılmasıyla mümkün kılınabileceği yolunda olabilmektedir.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
26 Aralık 2006       Mesaj #65
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
ÇOCUKLARDA MÜZİK TERAPİ
İnsanı artık bilim yalnızca biyolojik olarak ele almayıp onun ruhunun derinliklerine inmeye çalışıyor. İnsan vücudunun ve beyninin en ince noktalarına ulaşabiliyoruz. Bunun için bir çok araç geliştirilmiştir. Ancak henüz ruh dünyamıza inebilen, ruhumuzun derinliklerinden haber verebilen araçlar keşfedilememiştir.

Bu manada sanatı kullanarak ruhu anlamak, ruhtan haber almak mümkün hale
gelebilmiştir. Sanat henüz keşfedemediğimiz bir şekilde ruhumuzun derinliklerine inmeyi başarmış ve oralardan bir şeyleri alıp ortaya çıkarabilmiştir.
Bu yazımda müziğin tedavi edici etkisinden bahsetmeye çalışacağım. Özellikle çocuklarda görülen bir kaç psikiyatrik bozuklukta müziğin kullanımı ile ilgili bilgiler vereceğim. Bilindiği gibi mental retardasyon (zeka geriliği), davranış bozuklukları (hiperaktivite vb) ve öğrenme bozukluklarında müzikterapi bir çok açıdan kullanılabilmektedir. Müzik bu çocuklarda ruhsal, duygusal, toplumsal gelişime katkıda bulunur. Ayrıca hareket ve duyu sistemleri ile ilgili yetersizliklerin giderilmesine, dikkat-konsantrasyon gibi zihinsel melekelerin kuvvetlendirilmesine ve iletişim yeteneğinin gelişmesine yardımcı olur. Müzikterapi esnasında çocuk, bozulmuş olan fiziksel yeteneklerini yeniden şekillendirebilir. Bir takım
davranış kusurları varsa bunları değiştirebilir.

Müzikterapi bu değişim ve gelişimleri sağlarken çocuğa iki türlü haz duygusu yaşatır. Bunlardan birincisi sıkıntı verici ortamın dışına çıkabilme hazzıdır. Bu evrensel bir hazdır. Dünyanın neresinde olursanız olun, duyduğunuz müzik sizi önce rahatlatır sonra da içinizde bir güven duygusu uyandırır. Çocuk için bu haz hayata ve öğrenmeye yönlendiren bir ödül etkisi yaratmaktadır. İkincisi ise müziğin farklı dünyalara, farklı duygulara açtığı kapıdan girme hazzıdır. Bu haz sayesinde ise çocuk kendi iç dünyasındaki keşfedilmemiş yerlere ulaşabilme ve bunları çevreye sunabilme imkanını yakalar.
Zeka Geriliği Olan Çocuklarda Müzik Terapi
(Müzikle Tedavi)
Zekanın tanımı tam olarak yapılamamış olsa da biliyoruz ki zeka kişinin plan ve program yapma, muhakeme etme, problem çözme, iletişime girme gibi yüksek entellektüel yeteneklerinin seviyesini belirleyen en önemli unsurdur.
Günümüzde zeka gerilikleri bir takım testlerle ve klinik gözlemlerle tespit edilebilmektedir. Zekanın kantitatif (sayılabilen) değerini beyindeki yapısal durum etkilemektedir. Ancak kalitatif değerini yani zekanın niteliğini daha çok psikososyal durum belirlemektedir. Yani bu çocuklarda öğrenme güçlüğünün veya öğrenememenin sebebi organik bozukluklara bağlı olduğu kadar psikososyal sebeplere de bağlıdır. Organik durumun tamamen düzeltilmesi henüz mümkün
değildir. Ancak organik durumun elverdiği en üst performansı yakalamak mümkündür. İşte bu noktada müzikterapi çok büyük önem arz etmektedir.
Zeka gerilikleri ileri derecede geri, şiddetli, orta ve hafif derecede olmak üzere dört gruba ayrılır. Her kademede değişik derecelerde öğrenme güçlükleri yaşanır. Müzikterapi direk olarak öğrenmeyi artırıcı etki göstermektedir. Bunun yanında diğer eğitim yöntemlerinin uygulanmasında da katkılar sağlamaktadır.
Öğrenme zorluğu yaşayan bu çocuklar, klasik öğrenme yöntemleriyle bir şeyleri öğrenme isterken yoğun bunaltı yaşayabilmektedirler. Öğrenme ortamı bir zaman sonra kendileri için sıkıntı verici ve zorlayıcı bir ortam haline gelebilmektedir. Bu durum çocuğun öğrenmeye olan ilgisini ve isteğini olumsuz yönde etkileyebilmekte ve çoğu zaman onu öğrenme ortamından tamamen uzaklaştırabilmektedir. Bu yüzden öğrenmeyi zevkli hale getirmek bir zorunluluk haline gelmiştir. İşte müzikterapi en büyük etkisini burada göstermektedir. Çocuklar için öğrenme ortamını eğlenceli bir hale getirmektedir. Öğrenmeye olan ilgi ve isteklerini artırmaktadır.
Müzikterapi çocuğun duygusal ve zihinsel gelişimini hesaba katarak çok karmaşık yöntemlerden uzak durur. Çocuk müzikle uğraşırken çoğu zaman başka bir öğrenme performansına ihtiyaç duymaz. Bu da çocuğun öğrenme esnasındaki bunalma duygusunu en aza indirir. Mesela bir şarkı öğrenirken veya bir müziğe el çırparak katılırken eşzamanlı olarak göz kontağında artma, dikkat süresinde uzama, söylenenleri takip etmede kolaylaşma, sözel taklit yeteneğinde gelişme, bellekte kuvvetlenme, ince el becerilerinde ve duyulan sesleri ayırd etme yeteneğinde ilerleme görülür. Görüldüğü gibi en basit bir müzikal aktivite sırasında bile bir çok alanla ilgili gelişim elde edilebilmektedir. Halbuki bu gelişimlerin klasik yoldan elde edilmeye çalışılması yıllar alacak bir süreci gerektirir. Müzik bu süreyi de azaltmaktadır.
Müzik ortamında zeka gerilikli çocuklar, sosyal ve davranışsal ilerlemeler de kaydederler. Bireysel müzikterapi seanslarıyla çocuk kendisini hissetmeye başlar. Kendi kapasitesinin, neler yapabileceğinin farkına varır. Grup müzikterapileri ile ise otomatik olarak bir sosyal etkileşimin içine girmiş olur. Müzikal deneyim ve müzikal uyarı, ileri derece zeka geriliği olan çocuklarda bile çevreyle iletişimi ve çevreye cevap verme yeteneğini artırır.
Çevreye cevap verme yeteneğini geliştirmek için çok basit yöntemlerle terapiye başlanır. Bu çocuklarda sosyal yönelim çoğu zaman az gelişmiş olduğundan en küçük bir yönelim bile bir seviye olarak kabul edilir ve bu başlangıç seviyesi ilerletilmeye çalışılır. Mesela bir zil veya çan sesine, bir ritm aletine çocuğun yönelimi çevreye cevabının bir kriteri olarak alınır. İlk etapta çocuk buna bir baş çevirme şeklinde cevap verebilir veya sadece bir irkilme cevabı verebilir. Verilen bu uyarı devam ettirildikçe çocuğun dikkatinin gitgide müziğe yöneldiği gözlenir. Bu ilk dikkat çekme aşamasında çocuk çevresindeki nesnelerin farkına varma deneyimini edinmiş olur. Daha sonra çocuk enstrümanı uzun bir zaman gözlemler. Bazen
enstrümanın sesinden korkmalar bile yaşanabilir. Ancak terapistin güven telkin etmesi ve uyarı devam ettiği halde bir korkulacak durumun yaşanmamış olması çocuğun müzikal ortama güvenip bu ortamı benimsemesine yardımcı olur. Böylece çocuğun güven duygusu kuvvetlendirilmiş olur. Bu kuvvetlenme gerçek çevreyle bir zaman sonra yakınlaşmasına katkıda bulunur. Daha ileri müzikterapi seansları enstrümanı çalmayı, ondan doğaçlama yoluyla bir şeyler üretebilmeyi hedefler. Bu seviyede çocuk bir şeyler yapabilme ve üretebilme duygusunu kazanır. Bu kendine güven duygusunu da olumlu etkiler. Grup etkinlikleri içinde bu çalışmanın yapılmasıyla toplum içinde bir şeyler yapabilme, kendi dışındaki insanlarla birlikte bir şeyler paylaşabilme duygusunu kazanır. Bu duygunun gelişmesiyle çocuk psikososyal yaşantı bağlamında iyi bir aşama kaydetmiş olur. Çocukların bu seviyeden sonra sosyal işlevselliklerinin çok arttığı, duygularını ifade etme yeteneklerinin geliştiği, duygulanımlarının canlandığı görülür.
Müzik çok basit bir uygulamayla çocuğu yormadan, sıkmadan, korkutmadan bir çok şeyleri kazanmasını sağlamaktadır. Bu yöntemin klasik eğitim ve öğrenim metotlerıyla kombine edilmesi kanaatimce bu alanda çok daha ileri seviyelere gelmeyi sağlayacaktır. Şunu unutmamak gerekir ki iyi bir eğitim iyi bir rehabilitasyonla mümkün olabilmektedir.


AriThmetiCs - avatarı
AriThmetiCs
Ziyaretçi
17 Ocak 2007       Mesaj #66
AriThmetiCs - avatarı
Ziyaretçi
Parmak emme

Parmak emmeyi normal çocuklarda herhangi bir psikopatolojik etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen bir olgu olarak kabul ederiz. 1 yaşın sonuna kadar emme,bir çocuğun yeme ve içmesi için tek ve esas yoldur.

Zararsız bir davranış olan parmak emmeye hemen bebeklerin tümünde rastlanmasının en önde gelen nedeni yeni doğan bebeklerin parmak emmeyi daha anne rahminde öğrenmiş bulunmaları ve doğuştan sahip oldukları en güçlü reflekslerden birinin emme refleksi olmasıdır.

Bebeklerin zaman içinde parmak emmeyi; oyuncaklarına, battaniyelerin uçlarına ya da çeşitli eşyalara genelleştirdikleri görülür. Ebeveynlerin çoğunluğu parmak emmenin sebebinin açlık olduğunu düşünürler. Oysa bu emme %50’den %90’a varan yüksek bir oranda beslenmeye bağlı olmayan yaygın bir davranış niteliğinde görülür.

1 yaşındaki çocukların %50’ye yakın bir kısmı parmaklarını emerler. 2,5 -3 yaşlarında parmak emme hala devam ediyorsa ve vazgeçirmek için aile tarafından belli çabalar devreye giriyorsa,bunlar çocuk tarafından dirençle karşılanır. 18-21 aylık çocuklar döneminde en yüksek seviyeye çıktığını gördüğümüz parmak emmenin 4 yaşına doğru kaybolması beklenir. Araştırmalar en geç 5-6 yaşlarında sona erdiği takdirde, parmak emmenin zararının olmadığını, ancak süregelmesi halinde, dişlerde deformasyona neden olabileceğini kanıtlamıştır.

Parmak emme alışkanlığı karşısında anne babanın takınacağı en sağlıklı tutum, olayı telaşa kapılmadan sabırla karşılamak ve sürekli ilgilenip, uyarmaktan kaçınmaktır. Çocuklara bu hareketlerinden dolayı şiddet hareketleri uygulanmamalı ve çocuk batıl fikirlerle korkutulmamalıdır.

Özellikle ilk çocukluk döneminde tedaviden kaçınmalı, alışkanlık 5-6 yaşından sonra devam ediyorsa bir uzmana danışılmalıdır.
bebeto40 - avatarı
bebeto40
Ziyaretçi
17 Ocak 2007       Mesaj #67
bebeto40 - avatarı
Ziyaretçi
Otizm Nedir?
Otizm, bireyin iletişim, başka insanlarla iletişim ve çevreye uygun tepkisini engelleyen bir beyin bozukluğudur. Bazı otizmli bireyler nispeten yüksek işlevlidir, konuşma ve zekaları sağlamdır. Diğerleri mental retarde, sessiz ve ciddi dil gelişim gecikmeleri gösterirler. Bir kısmının tekrarlayıcı ve basmakalıp düşünce tarzları vardır.

Otizmli bireylerin hepsi tamamen aynı belirti ve eksiklikler göstermemesine karşın, yordanabilecek tarzda davranışı etkileyen sosyal, iletişim, motor ve duyusal problemler sergilerler.

Kendi dünyalarında yalıtılmış (izole) otizmli bireyler, farklı ve uzak gözükürler ve başkaları ile duygusal bağlar oluşturmazlar. Bu şaşırtıcı beyin bozukluğu olan bireyler çeşitli belirtiler ve engeller göstermesine karşın, çoğu diğer insanların düşüncelerini, duygularını ve gereksinimlerini anlama yetisine sahip değildir. Sıklıkla, dil ve zeka tamamen gelişmemiştir, iletişim ve sosyal ilişkilerde güçlük yaşamalarına neden olur.

Otizmli çoğu birey sallanma veya başını vurma gibi tekrarlayıcı aktivitelerle uğraşır veya her gün ki alışmış oldukları rutinleri alışık tarzda tekrar ederler. Bazıları ses, dokunma, görüntü ve kokuya acı verecek derecede duyarlıdır.

Otizmli bireyler çocuk gelişiminin tipik aşamalarını takip etmezler. Bazılarında gelecekteki soruna ait ip uçları doğumdan itibaren gözlenebilir. Çoğu olguda, problemler yaşıtı çocuklarla karşılaştırıldığında daha fark edilir hale gelir. Diğer çocuklar gelişimlerini devam ettirirken, bu çocuklar 18-36 ncı aylar arasında aniden insanları reddetmeye başlarlar, yabancı gibi davranmaya başlarlar, kazanmış oldukları dil ve sosyal becerileri kaybederler.

Anne-baba gibi öğretmen ve bakım verici de otizmli çocuk veya yetişkinle iletişim ve bağlantı kurma çabalarında hayal kırıklığı yaşayabilir. Sürekli tekrarlayıcı davranışları ile uğraşırken, size aldırmıyormuş gibi hissedebilirsiniz. İç gereksinimlerini tuhaf yollarla ifade etmesi sizde hayal kırıklığı yaratabilir. Çocuğunuz hakkında hayalleriniz ve ümitlerinizin gerçekleşmemesi sizi üzebilir.

Günümüzde bu çocukların sosyal, dil ve akademik becerilerini iyileştirmek için yardım eden metotlar vardır. Erişkin otizmli bireylerin %60 dan fazlası yaşamları boyunca bakıma gereksinin duymalarına karşın, günümüzde bu kişiler için uygun destek yanında, bu bireylerde belli alanlarda meslek edindirme ve topluma katma yönünde girişimler vardır.

Otizme dünyanın her yerinde her bölgesinde gözlenir. Bütün ırk, din ve ekonomik düzeylerde gözlenir. Çocuklukta başlar, her 1000 kişiden 1-2 sini etkiler, erkeklerde kızlara oranla 3-4 kez daha sık gözlenir. Bozukluk gözlenen kızlar daha ağır belirtiler göstermeye ve daha düşük zeka düzeyine sahip olmaya eğilimlidir.

Otizm aileyi ve toplumu değişik alanlarda bir yönüyle etkilemektedir.



Aşılar; Otizme Yol Açıyor mu?
Aşıların otizme yol açtığı iddiası, somut bir neden arayışı içinde olan otizm dünyasında kulağa hoş gelen, ama şu anda kanıtsız kalmış bir tezdir. Tedavi ve koruma kararlarını verirken, bu teze dayanmak yanlış olur.
Basında yer alan kafa karıştırıcı haberler. Vatan gazetesinde, (17.8.05te yayımladıkları haberin konusu olan), aşılarla otizm arasındaki ilişkinin "keşfi" hakkında yapılan spekülatif haber hakkında bir bilgi notu hazırlamıştım. Aynı haber, yaklaşık 10 gün sonra, bu sefer bir başka formda Sabah’ta yer aldı.
İlk yayındaki görüşlerden pek farklı olmayan, kanıtsız teoriye dayalı tedavileri bilimsel denemeden geçirmeksizin uygulama yanlısı doktor görüşleri ile desteklenmeye çalışılan ikinci yayın, birinci gazetedekinden farklı olmadığından cevap notumu yenilemeye gerek kalmadı.
Her iki haberde söz edilen aşıların yapılmaması ile doğacak zararların sorumluluğunu kim üstleniyor, o da başka bir husus. Radikal’de bu konuda sorumlu bir haber yapıldı, ama onu da kaç kişi okuyabildi, bilemem.
Aşılardan şüphe nereden doğdu? İletişimi ve etkileşimi çok küçük yaşlardan başlayarak bozan, gelişimsel, nöropsikiyatrik bir bozukluk olan otizmin sebepleri arasında genler ilk sırayı alıyorlar. Ancak, uzunca bir zamandır, otizm giderek artan sayılarda teşhis ediliyor. Sadece genetik etkenlere bağlı olsaydı, bu sayının büyük oynamalar göstermemesi beklenirdi. Böyle olunca akla şu soru geliyor: Çevresel etkenlerin bu sayıyı arttırıcı etkileri olabilir mi? Hangi çevresel etkenler? Büyüklerin çocuklara yaklaşım biçimleri, çocukların gündelik hayat tarzları, beslenme biçimleri, besinlerdeki katkı maddeleri, kullandıkları ilaçlar ve aşılar.... Bu etkenlerin gerçekten bir etkisi var mı otizmin gelişmesine?

Civa/aşı tezi çok kısaca şöyle: Aşılar ve aşılardaki civa, bağışıklık sistemini bozacak tipte hastalıklara yol açar. Bağışıklık sisteminin bozulması ile birlikte otizm tetiklenir.

Aşıların bir rolü olmadığı gösterildi. 2001 yılında ortaya atılan aşıların ve aşılarda koruyucu madde olarak bulundurulan tiyomersal'in otizme yol açtığı tezini değerlendiren sayısız çalışmayı inceleyen (Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'ne bağlı) Tıp Enstitüsü (Institute of Medicine), 2004 yılında yayımladığı kapsamlı raporda bu tezin geçersiz olduğu sonucuna vardı: Aşılama, otizm için ek bir risk doğurmuyor.

Geçtiğimiz hafta JAMA'da yayımlanan, yaklaşık 800,000 kişilik bir Danimarka çalışması, (aşı/civa tezinde öne sürülenin aksine) aşıların bağışıklık sistemini bozucu başka hastalıklara yol açmadıklarını kesin biçimde ortaya koydu. Yine de, tartışmaların bitmesi beklenmiyor.

İnanç başka, bilimsel kanıt başka. Bu tartışma sürebilir. Diğer yandan, civa tezi savunucuları, bilimsel çalışmaları yapanların ilaç firmaları ile ya da hükümet yetkilileri ile yakın çıkar ilişkisi içinde oldukları için gerçekleri gizledikleri, kendi tezlerinin de bu sebeple bilimsel dergilerde yayımlanmadığı ve kabul görmediği düşüncesini sürdürmekteler. Üstelik, bu tez savunucularının bilimsel medyada, henüz kanıtlanmadıkları için, yer bulmayan görüşleri, gündelik medyada ve internette, milyonlarca anne-babanın doğru karar vermesini engelleyecek şekilde yayımlanıyor.

Bu yayınlardan etkilenerek otizm riskini savuşturmak maksadıyla çocuğunu aşılatmayan anne-babalar otizmden kurtulalım derken, bilmeden, çok daha büyük riskler ile öldürücü ya da sakat bırakıcı, en az otizm kadar ciddi hastalıklara davetiye çıkartıyorlar.

Oysa, kanıtlanmış bazı gerçekler var: civa içeren bir çok besin maddesi (örneğin, maalesef midyelerimiz, veya, Kuzey denizinde avlanmış ithal ton balığı) aşıdakinden daha yüksek miktarda civa içerebilir. Bunlara ne kadar dikkat ediyoruz?

Toksik etkenler çeşitli. Çevre deyince, toksik olan sadece bir takım ağır metaller filan değil en başta ilgisizlik geliyor. Çocukları uzun sürelerle TV ya da karşısındaki ile insani ilişkiye girmeyen her türlü ekran karşısında, ilişkisiz bırakmak, toksik bir etki yapıyor. Ama, aşılardan nefret etmek, TV'daki beyin yıkayıcı programlardan vazgeçmekten daha kolay galiba... (Ekleme: Bu satırda yazdıklarım, otizmin anne-baba tutumları sebebiyle oluştuğu yanlış anlamasına, en azından birkaç anne-babada, yol açmış. O sebeple bu toksikliğin, otizme yol açma anlamına değil, çocuğun gelişimine genel anlamda yararsızlık olarak okunmasını vurgulamak istedim)

Bilimsel tartışmalarda tezlerin çürümesi ya da kanıtlanması, aileleri bir noktaya kadar ilgilendiriyor. Çünkü, tezleri çürütmek, ne yazık ki, otizmi açıklamaya yetmiyor. Milyonlarca ailenin beklentisi ise, bir an evvel bir çözüm bulunması... Yoksa, bilimin bıraktığı boşluğu doldurabilecek bir çok yaklaşım kapıda bekliyor...

Doktorlar adına birkaç ders. Otizm gibi ciddi bir sorunun, çözümsüz ve açıklamasız kalması hepimizi, aileleri, eğitimcileri, doktorlar çaresizlik hissinin kucağına atıyor. Bu çaresizlikten çıkış gayretleri içerisinde, can havliyle, ilk bakışta mantıklı gelebilecek açıklamalara sarılıyoruz. Bu açıklamaların kabul görmesi ve sahici yararlar doğurabilmesi için bilimin mantık süzgecinden geçmesini beklemek, en azından biz doktorların yapması gereken...

Yoksa, ortaya attığımız fikir ve tezler, hastalarımızın çıkarlarından daha önemli ve değerli olduğunda, zarar verici bir pozisyona düşebiliyoruz. Bugün, civa tezinin doğal sonucu olarak, civadan arındırıcı tedaviler uyguladığımızda, ya da neye dayandığı belirsiz beslenme düzenleri önerdiğimizde, bundan pek de bir sonuç elde edilmeyeceğini bilerek yaptığımızda, hastamıza pek de temeli olmayan, bir ümit vermiş oluyoruz.

Kendiliğinden zaten olabilecek olumlu değişiklikleri de tedaviye atfettiğimizde ise, dürüst bir hekimlik uygulaması yapmamış oluyoruz. Üstelik, araştırma projeleri çerçevesinde ve bilimsel bir denetim altında yapılabilecek deneysel nitelikteki bir uygulamayı (örneğin, civa temizleme tedavisi) özel sağlık hizmeti olarak vermekle, kanımca, mesleki bir kusur da işlemiş oluyoruz. Bu sebeple, bilimsel görünen tezleri pratik uygulamaya dökerken, kendimizin doğruluğuna inanmasının yeterli bir bilimsel kanıt olmadığını hatırlamamız gerekiyor.

Bilimsel gelişmelerin yetersizliğinden doğan boşluktan yararlanacak doktorların, umut taciri damgasını yemesi işten bile olmayabilir

Son düzenleyen bebeto40; 17 Ocak 2007 13:40 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
nisan_yagmuru - avatarı
nisan_yagmuru
Ziyaretçi
1 Mart 2007       Mesaj #68
nisan_yagmuru - avatarı
Ziyaretçi
COCUKLARDA OLUSAN DAVRANIS BOZUKLUKLARI VE GIDERME YOLLARI




KÜFÜR (KÖTÜ KONUSMA)


Küfür 3 temel gruba ayrilir:
1-Tanrinin adi gibi kutsal sayilan seylere saygisizligi iceren küfür.
2-Beddua etmek gibi birine zarar verilmesi dilegini yansitan konusma bicimi.
3-Mihlarim,zimbalarim gibi alay etmeyi iceren ya da sexüel(cinsellik ) konularinda müstehcen konusmalar yapmak ve kisilige yönelik küfürler( aptal,salak,manyak gibi ):


NEDENLERI:
1-DIKKAT CEKME :Bazi cocuklar bunu dikkat cekmek icin kullanir.
2-SARSILMA:Bir cocuk icin yetiskini sok etme,onda rahatsizlik duygusu olusturmak cok eglencelidir.
3-AGIZDAN KACIVERME: Insanlarda engellenme ya da kizginlik hissedildiginde, yani fiziksel bir gerginlik oldugunda impulsif bir sekilde saygisizlik olarak küfürün agizdan kaciverme egilimi vardir.
4-SAVUNMA: Bazilari icin kötü söz söylemek ,bir savunma davranisidir.Böyle insanlar,küfür etmenin tam anlamiyla yasak oldugu cevrelerden gelirler.Cünkü onlara isyan ederek bagimsizliklarini göstermek isterler.
5-OLGUNLASMA:Bazi cevrrelerde yetiskinligin sembolü olarak kötü söz söylerler.
6-AKRANLARI TARAFINDAN ONAYLANMA ISTEGI: Bazi gencler,kendi arkadaslari tarafindan onaylanmak icin kötü sözler söylerler.Küfretmek ,onlarin arasina girebilmek icin sanki en gecerli yoldur.
7-COCUKCA BIR ZEVK:Kücük cocuklarda banyo ve buna iliskin faaliyetlerle
ilgili konularda bir tür cocuksu cinsel zevk alma durumu ortaya cikartmaktadir.
8-YASADIGI CEVRE( AILE) : Aile icinde anne ve baba sürekli cocuga küfürlü kelimeler kullaniyorsa, cocuk ilk kötü kelimeleri onlardan ögrenmektedir.

NASIL ÖNLENIR?

1-ÖRNEK OLUSTURMAK : Eger anne ve babalar , kaba ve küfürlü bir konusma egilimini önce kendilerinde engellemeye calisirlarsa,cocuk da
bu kontrolü,anne ve babayi taklit ederek ögrenebilir.

2-DÜRTÜLERI IFADE EDEBILME:Aile icinde size olan kizginligini rahatlikla dile getirebiliyorsa,bu özgürlüge sahip ise,olumsuz duygularini dile getirmek icin daha az küfürlü sözcükler kullanacaktir.(Belki de hic kullanmayacaktir.)
3-TARTISMA:Bu kelimeler,bir kagida yazilarak( veya yazdirilarak) tanimlanabilir ve daha sonra tartisilabilir.Cocuk bir daha kullanmayacaktir.



NELER YAPILMALIDIR?

1-ÖNEMSEMEMEK:Cocuklar,kötü bir dil kullandiginda,anne ve baba buna pek fazla üzülüp sasirmiyorsa,cocuklarin bu sözleri söylemeleri icin bir nedenleri kalmayabilir.

2-DILSIZLIK OYUNU:Anne ve babalar,böyle durumlarda soke olmaktan cok,sessizlik oyunu aynayarak cocugu yönlendirebilirler.Mesela:
-Senin kullandigin bu kelime nedir? –Anlayamadim.-Anlayamiyorum.
-Bunun anlami nedir? vs. Gibi sorular yöneltilerek yanitlanmasi istenir.

3-ÜRETICI OLMAYA ÖZENDIRMEK: Yazi yazdirarak,sanatsal islerle ugrastirarak (resim,müzik,el isleri gibi) ,bos zamanlarinda üretici olmaya tesvik etmek gerekir.

4-KÖTÜ SÖZCÜKLERIN YIPRATILMASI: Cocugunuzun kullandigi kötü kelimeyi duydugunuzda, bes dakika boyunca( saat tutarak) ayni kelimeyi söylemesini saglayin; büyük olasilikla bir daha kullanmayacaktir.Söylemek istemedigi zaman, ancak kötü sözcügü kullanmaktan ötürü verilen cezayi uyguladiktan sonra istedigini yapabilecegini söyleyin.

NELER YAPILMAMALI?

1-ASIRI HAYRET VE KIZGINLIK: Asiri hayret ve kizginlik göstermeyin.
Cocuklar,güc sahibi olmaya bayilir.Bu nedenle ,onun kullandigi kelimelere asiri tepki gösterirseniz,bu onu güclü kilmis olur.

2-CIDDI CEZALANDIRMA: Ciddi cezalandirma yoluna basvurmayin.Eger cocugunuzu bu sekilde ya da döverek, asiri bagirarak,tehdit ederek cezalandirirsaniz,cocugunuz bu kelimeleri kullanirken yakalanip cezalandirilmamak icin GIZLI (sadece okulda,arkadas cevresinde) kullanmayi ögrenir ve evde melek,disarida seytan rolünü üstlenir.

3-ARKADASLARINI DENETLEME: Kötü sözler kullanan arkadaslarina sinirlama getirmek gerekir.Daha az birlikte olmalari saglanabilir.

4-ÖDÜLLENDIRME:Uygun olmayan kötü sözcükler yerine,uygun olan,kabul edilebilir sözcükler kullanmasi icin bilgilendirme yapilmalidir.Ayrica olumlu, kabul edilebilir sözcükler kullandiginda ise cocugun övülmesi,ayni duruma devam etmesi icin tesvik edilmesi , hatta özel durumlarda ödüllendirilmesi gerekir.


YALAN

Yalan, herkes tarafindan ayiplanan bir davranistir.Ancak yalani en cok kinayanlar bile, ona basvurmadan edemezler.
Insanlar genellikle kendi yalanlarini GEREKLI, baskalarininkini BÜYÜK YALAN olarak görmeye yatkindirlar.
Baskalarini bilerek aldatmak amaciyla söylenen yalanlar, GERCEK YALANLAR`dir.
Yalani bol bir dünyada yasamaktayiz.Bu ortamda cocuklari yalandan uzak tutmak cok zordur.

YALAN CESITLERI:
1-HAYALI YALANLAR: Kücük cocuklar,yalani,gercegi iyi degerlendiremedigi, görüp duydugunu carpittigi icin uydurur.
Yalan, gerceklik duygusunun gec kazanilmasi zihinsel ve ruhsal olgunlasamama nedeni ile olusur.
Yetiskinler de cocugun olmamis seyleri olmus gibi anlatmasini yalan sayar.Bunlara gülüp gecme yerine suclama yolunu secer.

2-TAKLIT YALANLAR: Cocuklar, ana babalarini örnek alirlar.Anne ve babanin yalanlarina tanik olan cocuklar yalan söylemeyi olagan görürler ve onlari taklit etmis olurlar.

3-SOSYAL YALANLAR:Bu yalanlar,en yaygin olan yalanlardir.Bir yere davet edildigimizde `gelmek istemiyoruz`yerine `hastayim` ya da `isim var`demek gibi

4-SAVUNMA YALANLARI: Cocugun kendini korumak icin söyledigi yalan türleridir.Cocuk sik sik sorguya cekilirse,mükemmellige zorlanirsa,bu tip yalanlara basvurabilir.
Cocuk,dogru söylediginde `yalan söylüyorsun` diye yapilan suclamalar,cocukta savunma yalanlarini aliskanlik haline getirecektir.

5-YÜCELTILMIS YALANLAR: Baskalarinin hayranligini kazanmak icin söylenen yalanlardir.

Normal yollardan takdir edilmeyen cocuk,yalana basvuracaktir. Kimi cocuk da acikca yalan söylerken, bir özlemini dile getirir.Mesela:Babasiz bir cocugun,kendinin babasi oldugunu söylemesi gibi.Veya`annem öldü` diyen bir cocuk da ,aslinda yeni dogum yapan annesinin ilgisini kücük kardese yöneltmesinden yakinmaktadir. Cünkü annesinin kendisinden uzaklastigini ,sevgi ve desteginden yoksun kaldigini anlatmak istemektedir.Sevgiyi,cevresinden acindirma yoluyla kazanmak ister.


NASIL ÖNLENIR?

1-ÖRNEK OLMA: Yetiskinler,cocugun karsisinda yalan söylemekten kacinmalidirlar; hatta kendi yalanlarina onlara söyletmemelidirler.

2-CEZA YERINE ÖDÜLLENDIRME: Cocuklar,istemedigimiz bir davranis gösterdiklerinde, mümkün oldugu kadar yumusak ve hosgörülü davranmali ve cezadan kacinmaliyiz.

3-KAPASITE: Cocuklardan basaramayacaklari seyleri istememeliyiz.

4-BASKI:Fazla baskilardan sakinmaliyiz.Konulan kurallarla cocugun yasamini fazla sinirlamamaliyiz.

5-COCUGU ARAC OLARAK KULLANMA:Yalan söylemede yetiskinlerin cocuklari ARAC olarak kullanmamalari gerekir.Mesela:Annenin cocugu babaya karsi yalan söyletmesi gibi)

6-BASKALARIYLA KIYASLAMA:Cocuklarin baska cocuklarla karsilastirilmasi(kiyaslanmalari) dogru degildir.Cocugu oldugu gibi kabul etmek gerekir.

7-ONLARI DINLEMEK:Cocuklarla onlarin istek, SIKINTI, kaygi ve endiselerini rahatca konusmaya hazir olmali,onlari dinlemeye ve cözüm yollari bulmada yardimci olmaya hazir oldugumuzu hissettirmeliyiz.

Ancak bu tip önlemlerle cocugu yalandan uzaklastirabiliriz.


CALMA (HIRSIZLIK)

Calmak,cocugun kendisine acikca ait olmayan bir esyaya sahip olmasi olarak tanimlanabilir.
Ancak bu olayin `CALMA` olarak tanimlanabilmesi icin izinsiz olarak almanin yanlis oldugunu bilmesi gerekir.
Cocukluktaki bütün davranis bozukluklari arasinda calma, anne ve babayi en cok endiselendiren davranis bozuklugudur.Cünkü bu davranisi tipik suclu davranisi olarak görürler ve korku duyarlar.
Eger calma,10 yasindan sonra düzenli olarak devam ederse,bu cocukta ciddi bir duygusal bozuklugun göstergesidir ve derhal profesyonel bir yardim gerekmektedir.

CALMA`nin NEDENLERI
1-Cocugun hayatinda önemli bir yokyunluk olabilir; böylece calma sembolik olarak anne-baba saygisi,ilgisi,sevgi vb.eksikliginin yerini tutar.Bu durumda aile bireylerinden birinin kaybindan sonra ortaya cikmasi dogaldir.
Aile yapisi dikkate alindiginda bu cocuklarin, genclerin alkolik veya suclu anne ve babalar tarafindan yetistirildigi ve genellikle ihmal edildikleri(tamamen) belirlenmistir.

2-Bazen anne ve babalarin,cocugun yaptigi yanlistan bilincalti bir zevk aldigi ve bu sekilde kendilerinin gizli isyankar duygularini tatmin etmeleridir.Cocuk bunu hisseder ve calmaya devam eder. (ANNENIN DILI`adli hikaye):

3-Cocuk,özdeslesmek icin kendisine kötü bir örnek secmis olabilir.Bir grubun onayini almak icin de calma davranisi olagandir.

4-Bazi cocuklar,özgüvenleini artirmak icin calarlar; kendi güclerini, erkekliklerini kanitlamak icin bu davranisi sergilerler.

5-Sosyo-ekonomik düzeyi düsük cevrelerden gelen cocuklar, istedikleri seyleri alacak paralari olmadigindan calarlar(Harcliginin olmamasi gibi):

6-Calma,cocugun bilincaltinda anne ve baba ile hesaplasmasinin bir yolu olabilir.Bazen de kiyaslandigi basarili cocuklarin esyasini calarak onlardan intikam alir.

7-Calma,yeni dogan kardese duyulan kiskanclik veya öfkenin cocukta olusturdugu depresyonun bir göstergesi olabilir.




NASIL ÖNLENIR?

1-DEGERLERI ÖGRETMEK(MODEL OLMA): Dürüstlüge ve baskalarinin mülkiyetine önem veren,kisisel kazanc yerine,toplumsal kazanclarla daha ilgili olan ve bu degerler hakkinda emin olup, bunlari günlük yasantisina yansitan anne ve babalarin cocuklarinda CALMA görülmesi daha azdir.

2-YAKIN ILETISIMIN GELISIMI: Eger evde cocuk,yakinliktan yoksunsa,cocukla aile bireyleri arasinda iliskiler yeniden gözden gecirilmelidir.
3-HARCLIK: Belirli bir harcligin saglanmasi gereklidir.Cocugun gereksinimi olan seyleri alabilmesi icin belirli bir harcligi olmalidir. Ve yine cocuk,ihtiyac duydugunda sizden alabilecegini bilmelidir.

4-SIKI DENETIM:Cocugun günlük aktiviteleriyle ilgilenen anne ve babalar calma iyice ilerlemeden fark edebilir.Ve bu durumda bos zamanlarinda yapici ve heyecanli aktiviteler saglanmalidir.

5-ÖRNEK OLUSTURMA: Bulunmus esyalar geri götürülmeli; baskalari kandirilmamali; baskalarinin hakki yenmemeli veya isyerinden,otellerden,tatil köylerinden hatira deyip kücük esyalar alinmamalidir.

6-MÜLKIYET HAKLARI:Cocuga baskalarindan nasil ödünc istenebilecegi ve baskalarina ait esyalarin nasil geri verilecegi anlatilmalidir.Ayrica, ayartici esyalar kaldirilmali,etrafta bozuk para,cüzdan , kumbara birakilmamalidir.

COCUGUM CALIYOR! NE YAPMALIYIM?
1-Derhal harekete gecin:Cocuklarin antisosyal egilimini görmemezlikten gelmek yerine, önemsemeli ve cocukla yüzlesmek icin zaman ayirmali; evde oldugu kadar disarida da kabul edilmeyen bu davranis degistirilmelidir.
2-Düzeltme : Baskasina ait bir esyanin en akilli cezasi, esyayi özür dileyerek geri verilmesi veya esyanin tekrar alinmasi icin ödeme yapilmasidir.Kücük cocuklar bu olaydan cok utandiklari icin özür dilemeleri sart kosulmayabilir.
Calinan esya zarar gördügünde veya kayboldugunda ödenmesi saglanmalidir.Bu konuda cocugun cok zor durumda kalmadan ,harcligindan veya benzeri bir yerden bunun karsilanmasi gerekmektedir.

3-Yüzlesmek: Zararin ödenmesinin yanisira anne ve baba ,davranisin ciddiligi hakkinda konusmalidir.Bu durumda vaaz vermek yerine insanlarin mülkiyet haklarini aciklayan ve bu durumu net bir sekilde ortaya koyan bir yüzlesme önemlidir.Bunu yaparken de, cocuga karsi sevgi ve anlayis gösterilerek olumlu bir beklenti göstermek gereklidir.



Eger calinan esyanin, cocuk tarafindan calindigindan süphelendigimiz,ancak emin olmadigimiz durumlarda ;
`..... ,benim cüzdanimdan para alip almadigimdan emin degilim,fakat sana cok gerektigini düsündügün icin aldiysan ve eger geri verebilirsen seninle gurur duyacagim.Benim seninle gurur duymamdan daha önemlisi,senin kendinle gurur duymandir.Kendinle yasamali ve kendinle mutlu olmalisin.Eger baskalarina karsi dürüst ve iyi olmazsan bunu yapmak zorlasir....` seklinde bir konusma, cocugun aldigi esyayi geri vermesini saglayabilir.

4-Anlayis: Genellikle cocuklara`neden` bir esyayi caldigini sormak verimsizdir.Cünkü bunu cevaplayacak düzeyde degildirler.Tüm veriler gözönüne alinarak bunu cikarmak,en dogru olanidir.

OKULDAKI CALMA OLAYLARININ NEDENLERINDEN BAZILARI:
1-EKONOMIK YOKSUNLUK:Bazi cocuklarin ihtiyaclarini karsilayacak yeterli paralari yoktur.
CÖZÜMMsn Grinaha cok yardimin saglanmasi,esya verilmesi,veya gelir kaynaginin saglanmasi.
2-DUYGUSAL YOKSUNLUK:Kendilerini anne ve baba sevgi, ilgi ve bakimindan yoksun hisseden cocuklar,bu boslugu doldurmak icin calarlar.
CÖZÜM:Anne ve babanin cocuklarina daha fazla zaman ayirmasini ve daha cok sevgi ve begenilerini saglamak.
3-OLGUNLASMAMAK: Henüz olgunluga erismedikleri icin BEN merkezci olurlar; dürtülerinin hemen karsilanmasini isterler.Ileriyi planlayamazlar.Bu nedenle para biriktiremedikleri icin de calarlar.
CÖZÜMMsn Confusedonuclarin yeniden gözden gecirilerek ahlaki kurallarin ögretilmesi gerekir.
4-HEYECAN-MACOLUK- PRESTIJ: Bazi cocuklar zevk icin,bir arkadas grubunun begeni ve onayini kazanmak veya ne kadar `kurnaz ve sert `oldugunu kanitlamak icin calarlar.
CÖZÜM:Cocuga alternatif heyecan kaynaklari,arkadas ve prestij kazanma yollari ögretmek gerekir.
5-ANNE-BABA PEKISTIRME MODELI: Bazi anne ve babalar,cocugun calmasinda kendilerini onun yerine koyarlar ve bilicalti bir zevk duyarlar.Mesela:Karanlikta bir yagma olmasinin normal olduguna inanirlar,cünkü dükkan sahipleri de onlari yolmaktadir. Veya kendileri de vergi kacirarak bir nevi devletten calmaktadirlar.Bu davranislarini da cocuktan saklamamaktadirlar.
CÖZÜM:Anne ve babada inanc ve davranis degisikligi meydana gelmelidir.

Ayrica okuldaki calma olaylarinda, ögretmenlerin de ,calma olaylarinin sebeplerini inceleyip sorunun altindaki nedeni cözecek sekilde hareketi önemlidir.


agac, yasken egilir..unutmayalim lütfen.. cocugun aynasi, anne ve babasidir..cocuk , aynada hep iyi seyler görmelidir ki, bu tür davranis bozukluklari gelistirmesin...










DILEMIN - avatarı
DILEMIN
Ziyaretçi
6 Mart 2007       Mesaj #69
DILEMIN - avatarı
Ziyaretçi
  • Çocuğun üzerindeki fazla giysiler çıkartılarak az ve gevşek giysilerle çocuğun ısısının düşürülmesine yardımcı olmalı.
  • Ateşli çocuğun kalori gereksinimi artar, bu nedenle aç kalmamasına dikkat ederek beslenmesi desteklenmeli. Ancak beslenme için aşırı zorlanmamalı.
  • Yüksek ateşi düşürebilmek için ılık su (29-32 °C) ile ıslatılmış bir bezle vücut keseler tarzda silinir.
  • Yüksek ateşte vücudun daha fazla sıvıya ihtiyaç duyması nedeniyle bol miktarda sıvı almasını sağlamalı. Verilecek sıvının çok sıcak veya çok soğuk olmamasına dikkat etmeli.
  • Doktorun tavsiye ettiği bir ateş düşürücü (antipiretik) kullanarak ateşi kontrol altında tutmalıdır. Ateş düşürücüler çocuğun yaşına ve kilosuna bağlı olarak farklı miktarlarda kullanılırlar; bu nedenle bir hekime danışarak kullanılmalıdır.
  • Banyoya girebilecek konumdaki çocuklar, ılık su ile ve keseler tarzda silinerek duş yaptırılabilir. Saçların çok ıslatılmamasına dikkat edilir.
DILEMIN - avatarı
DILEMIN
Ziyaretçi
6 Mart 2007       Mesaj #70
DILEMIN - avatarı
Ziyaretçi
ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU
Sudden Infant Death Syndrome (SIDS)
Hiçbir sağlık sorunu olmayan bir bebeğin beklenmedik bir şekilde ve nedeni otopsi ile de açıklanamayan ölümüdür.İki hafta ila 12 ay arası çocuklarda; sıklıkla 2.-4. aylarda görülür. 6. aydan sonra görülme sıklığı azalır.İlk yaştaki ölümlerin üçte birinden sorumludur.Tüm dünyada görülür ve ölüm nedenleri arasında kazalardan sonra ikinci sırayı alır. (Türkiye'de maalesef bu konuda yeterli çalışma yapılmadığı için görülme sıklığı bilinmemektedir.) Amerika'da her yıl yaklaşık 6000 bebek SIDS nedeniyle ölmektedir. Ölüm genellikle uykuda olmaktadır.Genellikle kış aylarında görülür.Erkek çocuklarda kızlara oranla daha sık görülür.
Risk Faktörler:
*Düşük sosyoekonomik düzeyli ailelerin çocuklarında*Prematüre bebeklerde*Düşük doğum kilolu bebeklerde*Alkol ve ilaç bağımlısı annelerin bebeklerinde*Sigara kullanan annelerin bebeklerinde*Doğum öncesi bakımı yetersiz olan annelerin bebeklerinde*20 yaş altı hamileliklerde risk yükselmektedir.

Alınacak Önlemler:
Bebeğinizi sırtüstü yatırın:Bu sayfaları hazırlamak için yaptığımız internet taramasında SIDS ile ilgili yüzlerce sayfa bulmak bizi oldukça şaşırttı. Amerika'da 1994 yılında ani bebek ölümlerini azaltmak amacıyla ulusal bir kampanya başlatıldığını gördük. Yüzlerce sponsor firmanın ve birçok bilimsel kuruluşun katıldığı bu kampanyada bebeklerin sırtüstü yatırılması önerilmekte.Bu kampanyayla 3 yılda ölüm oranının % 38 azaldığı görülmüş.

Benzer Konular

12 Haziran 2016 / A.Arda Moda
1 Ekim 2012 / Misafir Cevaplanmış
19 Şubat 2013 / Demir YumruK Taslak Konular
5 Aralık 2013 / Misafir Cevaplanmış
22 Kasım 2006 / Mystic@L Taslak Konular